gülmecede modern-geleneksel karşıtlığının kullanımı: “avrupa ...
gülmecede modern-geleneksel karşıtlığının kullanımı: “avrupa ...
gülmecede modern-geleneksel karşıtlığının kullanımı: “avrupa ...
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
T.C.<br />
ANKARA ÜNİVERSİTESİ<br />
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ<br />
RADYO TELEVİZYON SİNEMA ANABİLİM DALI<br />
GÜLMECEDE MODERN-GELENEKSEL KARŞITLIĞININ<br />
KULLANIMI: “AVRUPA YAKASI” ÖRNEĞİ<br />
Yüksek Lisans Tezi<br />
Hazırlayan<br />
Sibel ÇELİK SÖZER<br />
Ankara-2010
T.C.<br />
ANKARA ÜNİVERSİTESİ<br />
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ<br />
RADYO TELEVİZYON SİNEMA ANABİLİM DALI<br />
GÜLMECEDE MODERN-GELENEKSEL KARŞITLIĞININ<br />
KULLANIMI: “AVRUPA YAKASI” ÖRNEĞİ<br />
Yüksek Lisans Tezi<br />
Sibel ÇELİK SÖZER<br />
Tez Danışmanı<br />
Doç. Dr. SEVİLAY ÇELENK<br />
Ankara-2010
İÇİNDEKİLER<br />
GİRİŞ………………………………………………………….......................................1<br />
1. BÖLÜM<br />
1. GÜLMECE VE GÜLMECENİN TEMEL UNSURLARI …………....…..............10<br />
1.1. Komedide Anlatı Yapısı ..................................…….……………......….........15<br />
1.2. Gülmecede Karşıtlıkların Kurulması....................................……...................23<br />
1.3. Modern ve Geleneksel Karşıtlığı.....................................................................29<br />
1.3.1. Gülmecede “Modern”in” Temsili....................................................................36<br />
1.3.2. Gülmecede “Geleneksel”in Temsili................................................................46<br />
2. YERLİ DURUM KOMEDİLERİNDE MODERN-GELENEKSEL<br />
KARŞITLIĞI: AVRUPA YAKASI.........................................................................53<br />
2.1. Yerli Durum Komedilerinde Modern ve Geleneksel ……………….……....….53<br />
2.2. Avrupa Yakası’nda Modern ve Geleneksel .........................................................62<br />
2.3. Karşıtlıkların Kurulma Biçimleri ……………….…………………...…...……70<br />
2.3.1 Aile İlişkileri..................................................................................................71<br />
2.3.2 Komşuluk İlişkileri.........................................................................................73<br />
2.3.3 Sorun Çözme Yaklaşımları.............................................................................73<br />
2.3.4 Kadınlık-Erkeklik Konumları.........................................................................75<br />
2. 3.5 Mekân..............................................................................................................81<br />
2.3.6. Dil Kullanımı..................................................................................................85
2.3.7 Tüketim Alışkanlıkları…………………………………………...….…...89<br />
2.3.8. Karakter Karşıtlıkları ………………………………………......………105<br />
SONUÇ……………………………………………………………..…………..…….....124<br />
KAYNAKÇA……………………………………………………………….….….…....130<br />
EKLER…………………………………………………………………….….…….…134<br />
ÖZET ……………………………………………………………………….….……...150<br />
ABSTRACT…………………………………………………………….…….…….…151
GÜLMECEDE MODERN-GELENEKSEL<br />
KARŞITLIĞININ KULLANIMI:<br />
“AVRUPA YAKASI” ÖRNEĞİ<br />
GİRİŞ<br />
Dramadaki anlatı metinleri karşıtlıklardan beslenir. Komedya ve tragedya gibi<br />
en eski anlatı türlerinde genel olarak kentsoylu-topraksoylu, varlıklı-yoksul, eğitimli-<br />
cahil, zeki-saf gibi karşıtlıklar kullanılmıştır. Televizyondaki anlatı metinlerinde ise<br />
benzer bir şekilde varlıklı-yoksul, eğitimli-cahil, zeki-saf, köylü-kentli gibi<br />
karşıtlıklıklara yer verilmektedir. Bu karşıtlıkların yanı sıra daha genel bir<br />
çerçeveden <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> <strong>karşıtlığının</strong> temel karşıtlıklardan biri olduğu da<br />
görülmektedir. Yerli dizi yayınındaki artış bu tür, kolayca kurulabilen karşıtlıkların<br />
da <strong>kullanımı</strong>nda bir çoğalma ile sonuçlanmıştır. Yerli dizilerin birçoğunda, bir yanda<br />
töre, ağa ya da büyük aile gibi <strong>geleneksel</strong> figürler, diğer yanda yalnızlaşmış bireyin,<br />
çekirdek ailenin “<strong>modern</strong> hayat”ının temsilleri görülmektedir. Televizyon<br />
dizilerinde, çiftlikte yaşayan ve her şeyi yöneten yaşlı kuşakla, şehrin hızlı temposu<br />
ve iş dünyası arasında mekik dokuyan genç kuşak karşıtlıkları, onların yaşam<br />
biçimlerindeki ve algılarındaki farklılıklar birbirine benzer şekilde işlenmiştir.<br />
Durum komedilerinde (sit-com) ise lüks hayat, çekirdek aile, kent yaşamı gibi daha<br />
çok şehir hayatına yönelik konu ve mekânlar yer almaktadır. Gerek durum<br />
1
komedilerinde, gerekse dramalarda, yerli yapımlar <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> karşıtlığından<br />
beslenmektedir.<br />
Geleneksel-<strong>modern</strong> karşıtlığı Türkiye’nin kendine özgü koşullarında diğer<br />
ülkelerden farklı olarak Doğu-Batı karşıtlığını da karşımıza çıkarmaktadır. Bu durum<br />
bir yandan başta kültürel olmak üzere bir zenginliğe işaret ederken, diğer yandan da<br />
“sıkışmışlığa” ve “arada kalmışlığa” vurgu yapmaktadır. Burada “sıkışmışlık” ve<br />
“arada kalmışlık” kavramları, <strong>modern</strong> yaşama geçiş sürecindeki hızlı dönüşümden<br />
etkilenen ve gerek ekonomik, gerekse kültürel anlamda dönüşümü tam sağlayamayan<br />
bir kesim için, yani <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> arasında kalan kesim için kullanılmaktadır.<br />
Tanzimatla başladığı kabul gören Batılılaşma süreci, Cumhuriyetin kurulması<br />
ile hız kazanmış ve yukarıdan aşağıya Türkiye’nin toplum yaşamında günümüze<br />
kadar süren yeniliklere yol açmıştır. Yeniliklerin benimsenmesi ve hayata geçirilmesi<br />
noktasında Türkiye bu süreci tıpkı İran, Rusya ve Japonya gibi kültürel köklerinden<br />
güç alarak kendi koşulları içerisinde deneyimlemiştir. Bu toplumlar, “[b]atılılaştıkça<br />
kendilerini ve kendilerini ifade eden geleneklerini üretmişler” ve gelenekçiliğin<br />
anlaşılmasında karşıtlık ya da uzlaşma olarak Batıcılık 1 kavramına da ihtiyaç<br />
duymuşlardır. “Türk Batılılaşması, Osmanlı olarak kalmayı, Türk olarak kalmayı,<br />
Müslüman olarak kalmayı talep etmiştir” (Çiğdem, 2002:69). Ancak Türk<br />
Batılılaşması, bir yanda Osmanlı <strong>modern</strong>leşmesinin kazanımları, bir yanda örf, adet,<br />
gelenekler, bir yanda İslamcılık ve diğer yanda da “Türklük” ve Türkiye<br />
Cumhuriyeti’nin yapılanması gibi birçok değişkeni ve tartışmayı içinde<br />
barındırmaktadır. Tartışmalar, “Türk başkalığı” etrafında kurulmaktadır. “Başkalık”,<br />
1 “Batıcılık: Osmanlı İmparatorluğu’nda başlayıp Cumhuriyet Türkiyesi’nde yeni boyutlar kazanan,<br />
Batı Avrupa’nın toplumsal ve fikirsel bileşimini erişilmesi gereken bir hedef olarak gören yaklaşım”<br />
(Mardin, 1997: 9).<br />
2
ir taraftan “öteki” olma, diğer taraftan “kendisi olarak kalma” iddiasını içinde<br />
barındırır. Batı medeniyetinin algılanması noktasında Orhan Türkdoğan’ın<br />
yorumuyla, milli değerlerini gündeme getirecek aydın kadrolarla “köklerinden<br />
kopmadan geleceğe sarılmak” yerine, “dış kaynaklı önerme, inanç ve normlar<br />
düzeninin ithal edilmesi” durumu yaşanmış ve bu durum, aydınlarımızı Doğu-Batı<br />
sentezi yapabilecek kilit noktadan alıkoyarak, taklitçi bir yapı doğurmuştur (Çiğdem,<br />
2002: 80).<br />
Hala özgünlüğünü koruyan bir Batılılaşma yorumu da Batılılaşma-kapitalizm<br />
ilişkisi ve Batılılaşmanın yarattığı hayal kırıklığı üzerinedir: “Batılılaşmanın<br />
yaratması umulan toplumsal dönüşüm başarısız kaldıkça, bu dönüşüme ilişkin<br />
ideolojik, kültürel ve politik vurgu ağırlık kazanır. Batılılaşma ideolojisi giderek bir<br />
hâkim sınıf söylemi olarak somutlaşır ve vaat ettiği özgürleştirici misyonunu yitirir”<br />
(Çiğdem, 2002: 75).<br />
Batı ile <strong>modern</strong>lik arasında tarihsel ve medeniyetsel bir denklik olduğu kabul<br />
görmektedir. Ancak <strong>modern</strong>leşme süreci sadece “batılılaşma” olarak<br />
anlaşılmamalıdır. Tarihsel, kültürel ve medeniyetlere özgü bağlamlar, özgün<br />
<strong>modern</strong>likler yaratabilmektedir. Türkiye bu anlamda Batı ve Doğu’ya karşı<br />
konumlanmış “tekil” bir örnektir (Kaya, 2006: 9-11). Doğu’dan bakınca Batı’nın<br />
imajı, Batı’dan bakınca Doğu’nun imajıdır. Bir taraftan Avrupalı İslam, diğer<br />
taraftan Ortadoğu’daki <strong>modern</strong>leştirici bağlamdır (Kaya, 2006: 28). Türk deneyimini<br />
Doğu-Batı karşıtlığı olarak açıklamaya çalışmak yetersiz kalacaktır. İslamiyet,<br />
geleneklere bağlılık, çok kültürlülük, coğrafi ve stratejik konum gibi temel unsurlara<br />
bağlı olarak özgül koşullara sahip Türkiye, <strong>modern</strong>leşme sürecinde kendi<br />
dinamiklerini de geliştirmiştir. Toplumsal hayattaki yansımaları öncelikle, köyden<br />
3
kente göç, teknolojinin yaygın <strong>kullanımı</strong>, hızlı nüfus artışı, gelir dağılımındaki<br />
uçurumun artması vb. durumlarla kendini göstermiştir. İlerleyen süreçlerde kırsal<br />
nüfus azalmış, orta sınıf yerine yeni orta sınıftan 2 sözedilmeye başlanmıştır. Kitle<br />
iletişim araçları ile desteklenen yeni yaşam biçimlerine uyum sağlama yeteneği<br />
yükselen değer olmuştur. Alışveriş yapmak, “marka giymek”, belli mekânlara<br />
gitmek, vitrine yansımayan kültürel birikimlerden daha önemli gözükmektedir.<br />
Herşeye kolayca ulaşılabilen bu dönemde, alışveriş merkezlerinin hayatlarımızın da<br />
merkezi haline gelmesi kültürel bir karmaşa yaratmıştır. Alışveriş alışkanlıkları,<br />
yaşam biçimleri, ilişkiler alım gücü tarafından belirlenir ve tanımlanır hale gelmiştir.<br />
Türkiye’de 1980 sonrasında yaşanan dönüşüm, toplum hayatında “post<strong>modern</strong>” bir<br />
görünümün de belirginleşmesine yol açmıştır. Post<strong>modern</strong> toplum olarak tarif edilen<br />
toplum yapısında benzer özellikler göze çarpmaktadır. 3<br />
Toplum hayatındaki bu dönüşümler, televizyon yayınlarına da yansımıştır.<br />
Ticari yayıncılığın başlaması ve kısa sürede sayılarının artması ile televizyonlarda<br />
prodüksiyon ihtiyacı doğmuştur. Bu ihtiyaç yerli yapımlarla giderilmeye çalışılmış,<br />
Anadolu’nun kültürel zenginliği ile beslenen çok sayıda yapım (dizi, durum<br />
komedisi) üretilmiştir. Çelenk’e göre, “televizyon draması bu anlamda Türk<br />
toplumsal-kültürel yaşamının en belirgin eğilimi olan ‘sentez’ üretme formunu<br />
yeniden inşa etmektedir” (2005: 305). Bir tarafta Batılı yaşam tarzı üzerine kurulu<br />
durum komedileri, diğer tarafta “otorite” kabul edilen gelenekçi kahramanlar yer<br />
2<br />
“Yeni Orta Sınıf: Alt-orta sınıf çocuklarından eğitim yoluyla oluşan bir sınıf. Beyaz yakalı<br />
çalışanlar” (Şimşek, 2005: 13)<br />
3<br />
“Post<strong>modern</strong> Toplum: Toplumsal cinsiyet, yaş, etnisite ve kültür dahil bir dizi boyutlarıyla birlikte<br />
sosyal yapının son derece karmaşık hale gelmesi ve kronik olarak parçalanması nedeniyle sosyal<br />
sınıfların artık önemli olmadığı bir toplumdur. Bu toplumda sosyal ayrımlara ilişkin odak noktası<br />
toplumsal üretim alanından tüketime ve kültüre doğru bir kaymayı içermektedir” (Yanıklar, 2010:<br />
211).<br />
4
almıştır. “Geleneksel taşra yaşamı ve toplumsal ilişkilerini tanımlama biçimiyle,<br />
bütün Anadolu’yu ya da Anadolu insanını ‘otantik öteki’ olarak konumlayarak<br />
seyirlik hale getiren yeni bir anlatısal trend” (Çelenk, 2005: 310) doğmuştur. Asmalı<br />
Konak bu trendin en kabul gören ürünüdür.<br />
Çalışmaya konu olan Avrupa Yakası, <strong>modern</strong> hayata geçişten sonraki Türkiye<br />
manzaralarını etkili ve belirgin bir biçimde ve farklı bir söylemle ortaya koyması<br />
bakımından önemli bir örnektir 4 . Komedinin doğasında varolan sınır-ötesi olma<br />
durumu, televizyonda evcilleşerek sıradanlaşsa da (Mutlu, 1991: 230) Avrupa<br />
Yakası’nda tekrar kendi çizgisine doğru yaklaşmıştır. Avrupa Yakası’nı bu anlamda<br />
komedi dizileri içinde alışıldık olanı kıran bir yapım olarak kabul etmek mümkündür.<br />
Gülmeceye dair en eski tanım Aristoteles’in Poetika’sında yer almaktadır.<br />
Aristoteles, Antik Tiyatro’nun iki dramatik türü olarak komedya ve tragedyadan<br />
sözederken tragedyada yer alanları ortalamanın iyisi, komedyadakileri ise<br />
ortalamanın altı olarak tanımlamaktadır. Ortalamanın altı, her zaman kötü olan değil<br />
ama her zaman gülünç olandır. Aristoteles’e göre gülmece, soylu olmayan ve kusurlu<br />
olan üzerinden yaratılmaktadır (Şener, 2007: 129). Antik çağ eleştirmenlerine göre<br />
komedya, günlük hayatın bir yansımasıdır. Televizyonda gülmece ise önce kısa<br />
skeçler ardından durum komedileri ile kendini var etmiştir. Komedyanın asiliği<br />
durum komedisinde evcilleşse de, komedinin zıtlıklardan beslenmesi yabani ve evcil<br />
olanı bir arada tutmaktadır (Mutlu, 1991: 230). Durum komedileri de komedya gibi<br />
günlük olayları anlatmaktadır. Zıtlıklardan beslenerek, günlük olayların etrafında<br />
şekillenen durum komedileri <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong>, eski-yeni, zeki-aptal, evli-bekâr<br />
4 Avrupa Yakası öykü ve karakter ayrıntıları için bkz. Ek 1<br />
5
gibi pek çok karşıtlığı bir araya getirerek gülmece yaratmaktadır. Bu durum<br />
dönemlere ve kültürlere göre sürekli değişkenlik göstermektedir.<br />
Aile hayatı etrafında şekillenen durum komedileri özellikle 80’lerden sonra<br />
bireysel sorunlara, ikili ilişkilere eğilmiş ve insanların iç dünyalarını yansıtmaya<br />
özen göstermeye başlamıştır. Durum komedilerinde alışık olduğumuz aile ya da<br />
komşuluk ilişkileri de Avrupa Yakası ile farklı bir bakış açısı kazanmıştır. Avrupa<br />
Yakası, giderek çeşitlenen toplum kesimlerini, içinde bulunduğu şekliyle ekrana<br />
taşımıştır: Dergi yayını üzerinden işlenen iş ilişkileri, dergi çalışanları üzerinden<br />
işlenen ilgi alanları, hobi ya da bireysel tercihler, ikili ilişkilerdeki yaklaşımlar vb.<br />
<strong>modern</strong> hayattaki ilişkilerde gözlenen yeni durumlar dizide bir arada işlenmiştir.<br />
Geniş yelpazedeki karakter zenginliği ve <strong>geleneksel</strong> olanı değil, “<strong>modern</strong>” olanı<br />
merkeze alması ile benzerlerinden ayrışmaktadır. Avrupa Yakası, <strong>modern</strong>i<br />
yükseltirken, arada kalmış, sıkışmış insan portrelerine de yer vermiştir.<br />
“Gülmecede Modern-Geleneksel Karşıtlığının Kullanımı: Avrupa Yakası<br />
Örneği” adlı bu çalışmada, durum komedilerinde karşıtlıkların <strong>kullanımı</strong> noktasında<br />
<strong>geleneksel</strong> ve <strong>modern</strong> tartışılmaktadır. Çalışmada, <strong>geleneksel</strong> ile <strong>modern</strong> tarifinin bu<br />
iki karşıtlıktan beslenen komedi türü veya komedinin farklı alt türlerinde nasıl<br />
üretildiği, Türkiye’deki durum komedilerinde ya da gülmece hikâyelerde bu iki<br />
kavramın nasıl karşı karşıya getirildiği, orta sınıf, yeni orta sınıf yaşam biçimlerinin<br />
durum komedilerinde nasıl temsil edildiği, anlatının çatışma-uzlaşma noktalarının<br />
neler olduğu üzerinde durulmaktadır.<br />
Çalışmada, Türkiye’nin <strong>modern</strong>leşme sürecinde -özellikle 1980 sonrası-<br />
<strong>geleneksel</strong> ve <strong>modern</strong>in nasıl ve hangi değerler üzerinden ayrıştırıldığı, <strong>geleneksel</strong>-<br />
6
<strong>modern</strong> kimlik kurgularının ne olduğu sorularına yanıt aranmaktadır. Türkiye’de,<br />
sosyo-kültürel ve ekonomik değişimlerin türe nasıl yansıdığı konusunda da bir izlek<br />
oluşturulmaya gayret edilen çalışmada; yaşanan değişimlerin televizyon dizilerine<br />
hangi karakterler aracılığıyla aktarıldığına da dikkat çekilmektedir.<br />
Tezin temel kavramları; <strong>geleneksel</strong>, <strong>modern</strong>, yaşam tarzı, yaşam biçimi,<br />
tüketim kültürü, popüler kültür, orta sınıf, yeni orta sınıf, tartışma odağı ise<br />
“<strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> kimlik kurguları”dır. Tezde “<strong>geleneksel</strong>” sözcüğü; klasik<br />
davranış kalıpları, toplumsal olarak sahip olunan yaygın değer yargıları, örf ve<br />
adetleri, “<strong>modern</strong>” sözcüğü ise; özellikle 1990’lı yıllardan sonra benimsenen yeni<br />
yaşam biçimlerini ifade etmek üzere kullanılmaktadır. Yeni orta sınıf ve yeni yaşam<br />
biçimleri, bu yaşam biçimleri içindeki standartlar ve davranış kalıpları, <strong>modern</strong><br />
dünyanın zorunlulukları olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeni orta sınıf; gelir seviyesi<br />
yüksek, eğitimli, yenilikleri takip eden bir grubu, bir kesimi temsil etmektedir. Yeni<br />
yaşam biçimleri daha genel anlamda bakıldığında tüketim kültürünün yarattığı<br />
sonuçlar olarak da yorumlanabilir.<br />
Çalışmada, Avrupa Yakası örneği, anlatı yapısındaki özgünlüğü, karakter<br />
zenginliği ve işlediği konulardaki farklılığı nedeniyle tercih edilmiş ve dizinin<br />
toplumsal alanda yaşanan dönüşümün dinamiklerini en iyi yansıtan durum komedisi<br />
olduğu düşünülmüştür. Dizi, farklı ekonomik ve kültürel düzeyden insanları, ilgi<br />
alanları, beğenileri, alışkanlıkları hayata bakışları ile ekrana taşımaktadır.<br />
Durum komedileri arasında gerek konuları gerek karakter zenginliği ve gerekse<br />
<strong>modern</strong>in yanında duruşu ile farklılık gösteren bir örnek olarak değerlendirilen<br />
Avrupa Yakası, odağa Nişantaşı hayatını almıştır. Dizide, Avrupa Yakası adlı bir<br />
moda dergisi çalışanlarının (İstanbullu ve/veya İstanbul’da yaşayan) yaşam biçimleri<br />
7
ve tercihleri konu edilmiştir. Dizide, sık sık kentli-taşralı, kentli-<strong>geleneksel</strong>, <strong>modern</strong>-<br />
<strong>geleneksel</strong> vb. karşıtlıklar kullanılmıştır. Bu çalışma ile değişen toplumsal yapının,<br />
kültürel algının, popüler bir tür olan durum komedilerine nasıl aktarıldığına<br />
bakılarak, “<strong>modern</strong>” olduğu kabul edilen değerlerin durum komedilerinde ne şekilde<br />
temsil edildiği incelenmiştir. Toplumsal dinamiklerin değişmesi ile ortaya çıkan yeni<br />
“orta sınıf” ve arada kalmış, sıkışmış kimlikler çalışmanın dikkat çektiği önemli bir<br />
konudur.<br />
“Gülmecede Modern-Geleneksel Karşıtlığının Kullanımı: Avrupa Yakası<br />
Örneği” başlıklı bu tez “<strong>modern</strong>” ve “<strong>geleneksel</strong>”e ilişkin kurguyu ve bu karşıtlığın<br />
kullanılma biçimlerini çözümleyebilmek amacıyla, iki bölümden oluşmaktadır. Tezin<br />
birinci bölümünde yapılan tartışma ışığında geliştirilmiş kavramsal kategorilere<br />
dayanarak, eleştirel bir metin analizi gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. 2004-2009<br />
yılları arasında yüz doksan dokuz bölüm yayınlanan Avrupa Yakası’nda, otuz<br />
bölümden oluşan bir örneklem üzerinde çalışılmıştır. İki bölümden oluşan tezde,<br />
örneklemi oluştururken karakterlerin ve dizinin tipik örneklerinin sergilendiği,<br />
karakteristik özelliklerin yoğun bir şekilde işlendiği ilk beş bölüm ve hikâyenin<br />
geldiği son noktayı görmek anlamında da son yirmi beş bölüm incelenmiştir. Dizinin<br />
farklı dönemlerinden rastgele izlemelerle de tespitler güçlendirilmeye çalışılmıştır.<br />
Çalışmanın birinci bölümünde gülmece kavramı üzerinde durulmuştur.<br />
Gülmece yaratmanın temel unsuru olan çatışma, türün özellikleri ve türün<br />
televizyona yansıyan yüzü olarak durum komedisi ve Türkiye’de ilk örnekler<br />
değerlendirilmiştir. Toplumsal algılamanın değişkenliği ve gündelik hayatta yaşanan<br />
gelişmelerin yansıması noktasında, karşıtlık konusu önem kazanmıştır. Çalışmanın<br />
bu bölümünde <strong>modern</strong> ve <strong>geleneksel</strong> kavramları üzerinde durulmuş, yükselen<br />
8
değerler, <strong>modern</strong> ve <strong>geleneksel</strong>in tanımı ve bu tanımların dizideki temsillerine<br />
bakılmıştır.<br />
Çalışmanın ikinci bölümünde ise <strong>modern</strong>-<strong>geleneksel</strong> karşıtlığı ve <strong>modern</strong>-<br />
<strong>geleneksel</strong> kimlik kurguları ele alınmıştır. Avrupa Yakası örneğinde, <strong>geleneksel</strong>-<br />
<strong>modern</strong> karşıtlığı aile, tüketim alışkanlıkları, sorun çözme yaklaşımları, kadınlık-<br />
erkeklik konumları, aile-komşuluk ilişkileri, dil ve mekân <strong>kullanımı</strong> bağlamında<br />
incelenmiştir. Karakter özellikleri (tüketim alışkanlıkları, yaşam biçimleri vb.) ve<br />
karakterlerin üstlendikleri roller üzerinde durulmuştur.<br />
9
BİRİNCİ BÖLÜM<br />
1.GÜLMECE VE GÜLMECENİN TEMEL UNSURLARI<br />
Komedya, komik olanı barındırır ve tiyatronun bilinen en eski türlerinden<br />
biridir (Nutku, 2001: 57). Komedya, Yunanca’da halk, cümbüş, curcuna anlamına<br />
gelen “comos” ile ezgi anlamına gelen “oidia” sözcüklerinin birleşiminden<br />
doğmuştur. Poetika’da Aristoteles Antik tiyatronun iki dramatik türü olan tragedya<br />
ile komedyayı karşılaştırırken, “komedya ortalamadan daha kötüleri, tragedya ise<br />
ortalamadan daha iyi olan karakterleri yansılamak ister” demekte ve komedyanın<br />
“kötü olan her şeyi değil, gülünç olanı yani soylu olmayanı yansıladığını”<br />
belirtmektedir. Poetika bu bakımdan gülünç olanı, soylu olmayışa ve kusura<br />
dayandırmaktadır (Nutku, 2001: 57).<br />
Komedya, […] aşağı karakterli insanların taklididir. Ne var ki<br />
kötülüğün tümünden değil, yalnızca gülünç olanından sözeder; bu<br />
da çirkinliğin yalnızca bir bölümüdür. Çünkü gülünç olmak<br />
kusurdur; çirkinliktir, ama ne acı ne de zarar getirir insana.<br />
Komedya maskesi bunu çok iyi simgeler: Çirkin ve biçimsizdir ama<br />
herhangi bir acı belirtisi yoktur bu yüzde (Aristoteles, 2008: 30).<br />
Antik ve Ortaçağ klasik akım eleştirmenlerine göre komedya;<br />
yaşama ayna tutar, günlük yaşam biçimini yansıtır. Oyun kişileri,<br />
toplumun yapısını, bu yapıda yer alan belli başlı grupları, giysileri,<br />
tavırları, davranışları, konuşma biçimleri ile temsil eden tiplerdir<br />
(Şener, 2007: 129).<br />
Şener (2003: 84), gülüncü doğuran kötülüğü, ölümü içermeyen, acı<br />
vermeyen, sadece kusurlu ve çirkin olan bir kötülük olarak tarif etmekte ve<br />
komedyanın zarar vermeyen bir eksikliği, çirkinliği konu aldığını söylemektedir.<br />
10
Komik olan gülme eylemini de beraberinde getirmektedir. Bergson’a göre,<br />
gülme, doğada değil, insandadır. Yani, “insan bedeninin çeşitli durumları, jest ve<br />
devinimleri, bu bedeni bize basit bir makine olarak düşündürttüğü ölçüde gülünçtür”<br />
(2006: 23). Şener’e göre, insanoğlunun hangi durumlarda nelere ve niçin güldüğü<br />
konularında çeşitli açıklamalar yapılmışsa da genellikle gülme, “toplumsal<br />
cezalandırma” ve “bireysel rahatlama gösteren doğal tepki” olarak açıklanagelmiştir.<br />
Komedyanın ritüel kökenini dikkate alarak gülmenin “yenileme”, “canlılık,<br />
kıvraklık, özgürlük” kazandırma işlevlerini de saymak mümkündür (2007: 130).<br />
Nutku, De Re Publica’da Cicero’nun komedyayı “güncel yaşamın yansıması,<br />
törelerin görünüşü, gerçeğin aynası” olarak tanımladığını ve bu tanımın komedyanın<br />
bugüne dek yapılan en önemli tanım olduğunu belirtmektedir. Ortaçağ incelemecisi<br />
Aelius Donatus’un De Comaedia et Tragaedia (Komedya ve Tragedya Üzerine) adlı<br />
yapıtındaki “toplumsal-kişisel görenek ve gelenekleri işleyen tür” olarak yapılan<br />
komedya tanımının da bundan etkilendiğinin altını çizmektedir. Nutku, Cicero’nun<br />
komedya için belirlediği uygun tiplerin; huysuzlar, evhamlılar, kuşkulular,<br />
böbürlenenler ve budalaların, Donatus’ta orta sınıf halk olarak daha genel bir<br />
tanımlama ile ifade edildiğine de dikkat çekmektedir. Buna göre “komedya halkın<br />
dramıdır” (2001: 60-61).<br />
Tiyatro tarihi boyunca komedyanın geçirdiği evrimi belirten bir<br />
sıralama yapıldığında, Antik komedya (Eski komedya, Orta<br />
komedya, Yeni komedya evreleri ile), Klasik komedya, Romantik<br />
komedya ve Modern komedya kümelerinden sözedebiliriz. Ayrıca<br />
komedyanın, Töre komedyası, Karakter komedyası, Durum<br />
komedyası, Dolantı komedyası, Tartışma komedyası, Salon<br />
komedyası gibi farklı amaçları ve kurgulama yöntemleri olan alt<br />
türleri vardır (Şener, 2007: 130).<br />
11
Gülünç olanı gözler önüne seren komedyada Nutku’ya göre gülünç<br />
olmanın aşamaları vardır ve bu aşamalar “düşünce ve kapalı mizahla gelişen<br />
komedya, karakter özellikleri ve kara mizahla gelişen komedya, söz komiğine<br />
dayanılarak geliştirilen komedya, dolantı ve gülünç durumlarla geliştirilen<br />
komedya, patırtı, kütürtü, dayak, sopa ile geliştirilen dış hareketlere dayandırılan<br />
komedya ve son olarak da gülünç öge olarak en çok açık saçıklığı kullanan kalın<br />
çizgili komedya” (2001: 62) olarak sıralanmıştır.<br />
Komedi, anlatılar evreninin ele avuca sığmayan, haşarı çocuğudur.<br />
Neyi ne zaman söyleyeceği, üstelik nasıl bir hınzırlıkla söyleyeceği<br />
pek kestirilesi değildir. İnsanal varoluşumuzun koşulları saydığımız<br />
düzen, incelik, saygı, sevgi, kurallar, görenekler, gelenekler, tüm<br />
bunlar hakgetiredir komedide; çünkü komedi böylesi<br />
düzgünlüklerle, sürekliliklerle, uyumlarla dalaşmak için vardır<br />
(Mutlu, 1991: 228).<br />
Mutlu, sınır-ötesini yaşam alanı olarak benimseyen komedinin, aklın değil,<br />
arzuların, yasaların değil, yasa-kırıcıların yanında olduğunu söylerken bu durumun<br />
değişkenliğinin altını çizmiş, arzuların egemen olduğu bir dönemde de aklın<br />
yanına geçebileceğini belirtmiştir. Bu durumun komedinin doğasının bir<br />
zorunluluğu olduğunu söyleyen Mutlu, “çünkü komedi karşıtlıktır” demektedir<br />
(1991: 229). Dolayısıyla temel gücünü karşıtlıktan alan komedi çerçevesinde<br />
yaratılan tüm eserler (tiyatro oyunu, durum komedisi metinleri, sinema filmleri<br />
vb.) anlatılarına referans olacak karşıtlıkları da üretmek zorundadır. Karşıtlıklar,<br />
eserin yaratıldığı dönemin özelliklerine göre değişkenlik göstermektedir. Tiyatro<br />
tarihinin ilk eserlerinde iyi-kötü, soylu-köylü, güzel-çirkin gibi temel kavramlar<br />
söz konusu iken bugün yaratılan metin ve senaryolarda çevreci-duyarsız, mesleki<br />
12
uzmanlığı olan-olmayan, trend takip eden-etmeyen, teknolojiye düşkün-<br />
teknolojiden uzak gibi daha spesifik karşıtlıklar görmek mümkündür.<br />
Komedya, insanın nasıl davrandığını gösterir. Bu davranışlar da çoğu kez<br />
toplumsal ölçütlere, törelere, göreneklere ve eğilimlere bir tepkidir. Bu nedenle<br />
komedya içinde bulunduğu çağa ve topluma göre değişir. Belli bir dönemde gülünç<br />
olan şeyler, bir başka dönemde gülünç olmayabilir (Nutku, 2001: 64).<br />
Gülmece yaratma noktasında değişkenlik meselesinin gerek tiyatroda gerek<br />
televizyonda altını çizmek gerekmektedir. Değişen toplumsal ve kültürel yapılara<br />
bağlı olarak insanoğlunun komik olan anlayışı da değişmektedir. Nutku, kişiyi<br />
aksiyon içinde gösteren, gülünç durum ve konuşmalarla geliştiren komedyada<br />
seyircinin güldüğü kişiyi kendisi ile değil, tanıdığı biri ile özdeşleştirdiğini<br />
belirtmektedir (2001: 61-62). Yani, seyirci, yakın çevresinde gördüğü, tanıdığı,<br />
bildiği insanlara benzettiği “gibi birilerine” gülmektedir. Bu nedenle kültürel<br />
değişimler, güldüklerimizin de niteliğini değiştirebilmektedir. Benzer şekilde Miller<br />
da komedide özdeşleşmenin az olduğunu söylemektedir (2009: 210).<br />
Seyler, komediyi “bozulmuş gerçeklik” olarak tanımlamakta (2003: 8) ve<br />
komedinin üzerinde bir gözlemin yapılacağı başka bir zihnin, yani seyircinin<br />
işbirliğine ihtiyaç duyduğunu söylemektedir. Bergson da doğallığı bozulmuş her<br />
düşünce ve davranışta komik bir yan bulabileceğimize dikkati çekmektedir (2003).<br />
Miller “komedi bizim saçma davranışlarımızın aynasıdır” diyerek komedinin insanın<br />
kusurlu olma karşısındaki bilinçle başladığına dikkati çekmektedir. Miller’e göre<br />
komedi zayıf yönlerimizi rahat, hoşgörülü bir tarzda göstermeye çalışır ve bize<br />
üstünlük duygusu verir. Kendimizi komik olandan üstün hissederiz ve komedilerde<br />
13
çoğunlukla karakterlere güleriz. Karakterin bir olaydan kılpayı kurtuluşu, karakterin<br />
aptalca hareketlerde bulunması, karakterin seyircinin bildiği konuları sonradan<br />
öğrenmesi ve şaşkınlık geçirmesi, kazalar, aksilikler, yanlış anlamalar gibi<br />
durumlarla komedi yaratılır. Miller, komedi tekniklerini sayarken öncelikle abartı,<br />
saçmalık, uyumsuzluk, komik yapılanma, bindirme 5 , tersine hareket 6 , anımsatma,<br />
geciktirme 7 , tekrarlanan espri, yanlış anlama, espriler, tek replikli espriler, kelime<br />
oyunu, satire, cinsel mizah, hakaret, kendini beğenmişin havasını bozmak ve üçlü<br />
kural 8 gibi tekniklerden sözetmektedir (2009: 218).<br />
Miller’e göre, komedi kültürümüzün ve toplumumuzun değer yargılarını<br />
yıkmakta ve çoğunlukla geleneklere karşı durmaktadır. Komedi, doğası gereği<br />
değerler karşısında kaba ve saygısızdır (2009: 211). Mutlu’nun deyimiyle “haşarı” ve<br />
“anarşist”tir. Komedinin kökünde ne var sorusuna Seyler ve Haggard’in verdiği yanıt<br />
bu anarşist olma durumunu desteklemektedir. “Komedinin kökünde ne var?<br />
Söyleyelim, şunlar var: Dengesizlik, bozma, gereğinden fazla ya da gereğinden az<br />
gösterme, bir de sürpriz. Bütün bunlar ancak başka bir şeye göredir. O şey de<br />
gerçektir” (2003: 15). Yani komedi gerçeğe göre değişen durumlarla yaratılmaktadır.<br />
Çalışmamızın konusunu oluşturan Avrupa Yakası, toplumun çeşitli<br />
kesimlerinin yaşadığı değişimleri, değişim taleplerini ve güncel tiplemeleri izleyici<br />
ile buluşturan bir durum komedisidir. Modern-<strong>geleneksel</strong> karşıtlığını kullanarak<br />
işlediği toplumsal değişimi, komedi çerçevesinden sunmaktadır. Avrupa Yakası,<br />
5 Bindirme: Vurucu repliğin arkasından gelen ikinci güçlü replikle seyirciyi kahkahaya boğmak,<br />
birinci repliğin aldığı tepki azalırken, seyirciyi ikinci bir espriyle yakalamak (Miller, 2009: 222).<br />
6 Tersine Hareket: Gelişen bir beklenti ya da tutarlı bir eylemde görülen ani değişim (Miller, 2009:<br />
222).<br />
7 Geciktirme: Bir espri ya da vurucu repliğe hazırlanırken, bunun kısa ya da uzun bir aradan sonra<br />
gerçekleşmesidir (Miller, 2009: 226).<br />
8 Üçlü Kural: Genellikle iki hazırlık repliğini bir vurucu repliğin (hepsi üç replik) izlemesi ve etki<br />
yaratmasıdır (Miller, 2009: 224).<br />
14
farklı profilleri ekrana taşıyarak ve alışılmışın dışında <strong>modern</strong>den yana bir tavrı<br />
benimseyerek özgün bir yaklaşım sergilemektedir. Dizi, televizyonun temsiller<br />
dünyasında, son dönemin arada kalmış profillerine yer verirken, toplumun bir<br />
zamanlar güldüğü, klişeleşmiş kalıpları da hatırlatarak “gülme hafızamızı” 9<br />
tazelemektedir.<br />
1.1. Komedide Anlatı Yapısı<br />
Tiyatronun komedyası, televizyonda durum komedisi olarak kendini<br />
bulmuştur. Teatral köklerinden kopmayan durum komedilerinde de alt türler<br />
açısından bakıldığında benzer bir çeşitlilik görmek mümkündür. Ayrıca tiyatroda<br />
olduğu gibi seyirciye karşı oynama duygusu vermek için durum komedilerinde de<br />
uygun yerde gülen ve alkışlayan bir izleyici kitlesinin varlığı hatırlatılmaktadır.<br />
Gülmecenin tiyatrodan televizyona uzanan gerçek anlamdaki ilk örneği 15 Ekim<br />
1951’de yayınlanmaya başlayan I Love Lucy 10 adlı televizyon dizisidir. I Love Lucy<br />
anlatı yapısı ve seyircinin önünde oynanması nedeniyle komedyaya benzese de, film<br />
tekniğinin kullanıldığı ilk durum komedisidir. “Gülmeceyi ön plana çıkarıp,<br />
didaklikten olabildiğince uzak, ahlakçılık taslamamaya çalışan yapısı” ile I Love<br />
Lucy kısa zamanda taklitlerini üretmiştir (Mutlu, 1991: 237-238). “Durum<br />
komedisinin <strong>geleneksel</strong> evcilliğinin tutsağı Lucy Ricardo’nun kontrolden çıkmış bir<br />
halde evcillikten ve evin içindeki halinden kurtulmaya çalışması ve bunu yüzüne<br />
gözüne bulaştırmasıyla komiklik yaratılan (Modleski, 1998: 122) I Love Lucy’de,<br />
olaylar her seferinde benzer şekillerde tekrarlanır.<br />
9 Gülme Hafızası: Geçmişte güldüklerimizi hatırlama, eskiden güldüğümüz her ne varsa onlara<br />
ulaşmak için, zihnin bu anlamda çalıştırılması kastedilmektedir.<br />
10 Dizinin uyarlaması Türkiye’de Sen Harikasın ismiyle yayınlanmıştır. I Love Lucy “durum<br />
komedisinde kadınların edilgenleştirilmesi” nin de önemli bir örneğidir (Modleski, 1998: 115)<br />
15
Televizyon komedilerini Steve Neal ve Frank Krutnik (1994) öykülemeci<br />
(narrative) ve öykülemesiz (non-narrative) komedi biçimleri olarak ikiye<br />
ayırmaktadır. Öyküleme mantığına göre yazılan televizyon komedileri serim, düğüm,<br />
çözüm bölümünden oluşurken, öykülemesiz televizyon komedileri çoğunlukla<br />
eğlence amaçlı sahneleme özelliği taşımaktadır. Klasik öyküleme komedilerinde<br />
neden-sonuç ilişkisinden ziyade, yanlış anlamaların açıklığa kavuşması, tesadüfler ve<br />
olağandışı olaylarla çözüme gidilmektedir. Öykülemeci televizyon komedilerinin en<br />
belirgin örneği sit-com yani durum komedileridir (aktaran Çam, 2001: 76-77).<br />
Durum komedisi; önceden düşünülmüş belirlenmiş bir zaman dilimi<br />
içinde incelik ve ustalıkla çözüme bağlanan bir çatışma ya da sorun<br />
üzerinde odaklanır. Bu “çatışma-çözüm” modeli tüm sorunların<br />
varolan düzen içinde çözülebileceğini ima eder. Bu bakımdan<br />
durum komedileri, diğer televizyon anlatı biçimleri gibi -ve kimi<br />
Marxist ve eleştirel yorumcuların iddialarının tersine- “halkın<br />
afyonlu ilacı” değil, halkın “etkin bir öğretmeni ve eğiticisi” olmaya<br />
çalışır (Kellner’den aktaran Mutlu, 1991: 231).<br />
Bu noktada sorumluluk üstlenen komedi, kendi doğallığından uzaklaşmakta,<br />
televizyonun doğasından kaynaklanan zorunluluklar sonucunda uysallaşmış bir tür<br />
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönüşüm halkın yaygın duygularına cevap vermek,<br />
popüler olmak gibi kaygılara da bağlı olarak bazı gereklilikleri yerine getirmek<br />
zorundadır. İzler kitleye benzeyen karakterler yaratmak, olaylar dizisini dramatize<br />
etmek, yaşantımızı nasıl sürdüreceğimizi anlatmak gibi zorunluluklardır bunlar ve bu<br />
komedinin doğasındaki vahşiliğin, yabanlığın tam tersine düzen yanlısı, ahlakçı bir<br />
tavırdır (Mutlu, 1991: 232-234).<br />
Durum komedilerinin anlatı yapısı, değişmezlik hali, mutlu son ve gündelik<br />
konuların işlenmesinin yanı sıra, karakter seçimi, mekân <strong>kullanımı</strong> ve biçimsel yapı<br />
16
gibi temel başlıklar altında ve bir bütünlük içinde ele alınabilir. Her senaryo<br />
yapısında karşımıza çıkan çatışma ve bu çatışmaları oluşturan karşıtlıklar ise diğer<br />
anlatı metinlerinde olduğu gibi durum komedilerinde de “olmazsa olmaz”lar<br />
arasındadır.<br />
Genellikle karakterlerin değişmezlik hali üzerine kurulan durum<br />
komedilerinde, karakter seçimi önemlidir. Karakter ne kadar sevilirse komedinin<br />
başarısı da o oranda artar. Değişmezlik halinde, karakterler, başlarına gelen olaylar<br />
yüzünden değişim geçirmezler. Karakter özelliği –çok özel durumlar ya da senaryoda<br />
bilinçli bir tercih dışında– dizinin başında ne ise sonunda da odur.<br />
Avrupa Yakası genel olarak bu değişmezlik ilkesine uymaktadır. Ancak<br />
dizinin en <strong>geleneksel</strong> iki karakteri olan Dilber Hala ve Meryem’in sonradan ortaya<br />
çıkan ikili-ilişkiler konusundaki yaklaşımları, bu durumdan ayrılmakta ve bu iki<br />
karakter özelinde izleyicinin gözündeki namus algısı değişkenlik göstermektedir.<br />
Yine dizinin başından beri <strong>geleneksel</strong> ve evcimen bir karakter olan Makbule’nin<br />
sonradan iş hayatına girmesi -göründüğü kadar ev kadını olma isteği ve beceriksizlik<br />
içinde olmadığına- dair bir işarettir. Makbule, sonunda yine ev hayatını tercih etse de<br />
kendisindeki potansiyeli ortaya çıkarmıştır. Avrupa Yakası’nda bu durumu<br />
<strong>geleneksel</strong> karakterlerin <strong>modern</strong>in karşısındaki yenilgisi olarak düşünmek<br />
mümkündür.<br />
Mutlu son, durum komedilerinin vazgeçilmezidir. Bu durum, dizinin başında<br />
sakin bir hava varken olayların birden karışması, dağılması ve sonra normale<br />
dönmesi (karışma, dağılma, uzlaşma) şeklinde kendini gösterir.<br />
17
Mintz’in de belirttiği gibi, tipik durum komedisi örgüsü, normal<br />
ortamın döngüsel olarak stres ve değişim tehdidi altında kalması ve<br />
final itibariyle her şeyin yeniden rayına oturması üzerine kuruludur.<br />
Durum komedisi “durum normal statükosu” ile açılır. Ardından,<br />
kişilerin veya grupların olağan huzurlarını kaçıracak bir dizi olay<br />
gerçekleşir ve sonunda her şey Newcomb’un “normalliğe dönüş”<br />
şeklinde adlandırdığı gibi, yeniden düzgün bir hal alır (Çelenk, Z.,<br />
2007: 33).<br />
Genel olarak tüm bölümlerde olduğu gibi son bölümde de “mutlu son”la<br />
noktalanan Avrupa Yakası, Burhan’ın düğünden kaçması ve Osman’ın tutuklanması<br />
gibi iki süprizi de izleyiciye yaşatarak, durum komedilerinin başat özelliklerinden<br />
biri olan mutlu son çizgisinden de biraz uzaklaşmıştır.<br />
Durum komedilerinde, gündelik tiplemelerin tipik ve atipik özelliklerinin<br />
abartılı bir şekilde ekrana taşınarak, renkli ve ilginç karakterler yaratılır. Karakter<br />
seçimi dizinin hem sürekliliği hem de izlenebilirliği açısından önemli bir unsurdur.<br />
İzleyici durum komedileriyle en çok, tanıyıp benimsediği<br />
karakterler aracılığıyla ilişki kurar, bu yüzden de karakterlere karşı<br />
kendisini rahat hissetmesi ve onlarla yeterli miktarda bağ<br />
kurabilmesi önemlidir. Gülmece unsuru da en az durumlar kadar,<br />
karakterlerin bir takım karmaşık durumları yaratmaya elverişli<br />
kişilik özelliklerinden kaynaklanır (Çelenk, Z., 2007: 37).<br />
Avrupa Yakası karakter seçimi konusunda, renkli ve zengin bir durum<br />
komedisidir. Alışık olduğumuz karakterler, yeni bir anlayış ve yeni bir tarz içinde<br />
karşımıza çıkmaktadır. Geleneksel ve aksi bir hala tiplemesi pek çok dizide yer<br />
alırken, Avrupa Yakası’ndaki Dilber Hala’nın gerek dış görünüşü gerekse kullandığı<br />
dil, olaylar karşısındaki pratik çözümleri ve kendine has zekâsı izleyiciyi<br />
şaşırtmaktadır. Bu şaşkınlık izleyicinin karaktere bağlanmasına yardımcı olmaktadır.<br />
Şahika tiplemesi ise yeni Anadolu zengini, lüks içinde yaşayan ve paranın verdiği<br />
18
gücü sonuna kadar kullanan, atipik tavırlarıyla daha önce benzerini görmediğimiz bir<br />
tiplemedir. Dizide Burhan seçkinliğe özenen bir karakter olarak geçirdiği<br />
buhranlarla, Fatoş, Türkiye’nin komedi dizilerinde az rastlanan zeki, özgür, seksi<br />
kadın imajıyla benzer durum komedilerindeki tiplemelerden hemen ayrıştırılabilir.<br />
Dizinin diğer tiplemelerindeki zenginlik de Avrupa Yakası’nın güçlü yanlarından<br />
biridir.<br />
Özellikle 1980’ler sonrası serbestleşme ve 2000’lerden sonraki hızlı<br />
tüketimin etkilerinin görüldüğü, kendi içinde çelişkiler yaşayan, sıkışmış, arada<br />
kalmış karakterlerin bu anlatı yapısını güçlendirdiğini, beslediğini söylemek<br />
mümkündür. Avrupa Yakası’nın sıra dışılığına, geniş yelpazesinde her kesimden<br />
insan ve hayat olmasına rağmen, dizinin son sezonunda Dilber Hala, Meryem,<br />
Osman, Şahika gibi karakterlerin ağırlıklı olarak görüldüğü de dikkatlerden<br />
kaçmamalıdır.<br />
Durum komedilerinin bir başka özelliği olan gündelik konular işlemesi,<br />
Nişantaşı Cumhuriyeti 11 ’nde yaşanan gündelik olaylar çerçevesinde Avrupa<br />
Yakası’nda da karşımıza çıkmaktadır. Genellikle kolay baş edebileceğimiz<br />
durumlarla karşılaştığımız olaylar zincirinde, bir olay dizinin tek bölümü içinde<br />
sonlanır ve bir sonraki bölüme sarkmaz. Bu noktada Avrupa Yakası’nda, özellikle<br />
son dönemde farklı bir yaklaşım izlenmiştir. Bir önceki bölümün son sahnesi ya da<br />
durum devamının işlendiği olaylar konu edilmiştir. Makbule ile Burhan’ın evlilik<br />
hazırlıkları, uzun süre hazırlığı yapılan diyaloglarda öngörülen Osman ile Meryem’in<br />
11 Nişantaşı Cumhuriyeti; Avrupa Yakası dizisinde kullanılan bir ifadedir ve Nişantaşı’nın her şeyiyle<br />
kendine has bir semt olduğunu, bu semtten hiç dışarı çıkmayanlar olduğunu ifade etmek için<br />
kullanılmaktadır.<br />
19
irlikteliği, Aslı’nın Cem ile ikinci kez birleşmesi ve tekrar evliliğe giden yolun son<br />
bölümde noktalanması durum devamına verebileceğimiz birkaç örnekten biridir.<br />
Türkiye’de ortalama süresi bir saati bulan durum komedilerinde, sabit kamera<br />
ve açılar bize durağanlık hissi vermektedir. Ayrıca mekân <strong>kullanımı</strong> da oldukça<br />
sınırlıdır. Çelenk, Feuer’in durum komedilerinin kısa tarihi içinde evrimleşip belli<br />
yapısal dönüşümlerden geçerek, “serial” biçimine doğru kaydığı görüşünü<br />
aktarırken, 1990’ların en popüler dizisi Friends’i örnek göstermektedir (2007: 35).<br />
Friends, bir sezona yayılan aşk öyküsünü pembe dizi niteliğinde başarıyla işlemiştir.<br />
Pek çok yerli durum komedisinde de seriale yakın anlatı yapısı görmek mümkündür.<br />
Ancak “ülkemizde Batı tarzı durum komedilerinin format ve anlatı özelliklerine<br />
bütünüyle uyan bir komedi programından söz etmek mümkün değildir” (Özsoy,<br />
2005: 137).<br />
Avrupa Yakası, dizi arasına alınan reklam kuşaklarının uzunluğu ve bölüm<br />
sayısının fazlalığı nedeniyle, biçimsel yapıda bazı zorunlu değişimler göstermiştir.<br />
Konu devamlılığının yanı sıra, özellikle son iki sezonda dış mekân <strong>kullanımı</strong>nda artış<br />
gözlenmiştir. Durum komedilerinin klasik yapısı dışında renkli, içeriğine uygun, şık<br />
mekânlarda geçen olaylar ve ilişkiler dizisi Avrupa Yakası’nın kendine özgü anlatı<br />
yapısının oluşmasında önemli yer tutmaktadır. Dizinin bir moda dergisinde geçmesi,<br />
karakterlerin zengin kimlikleri, Sütçüoğlu muhallebicisi, Burhan’ın “post<strong>modern</strong>”<br />
garip zevksizlik ifadesi karmaşık evi, Cem’in şık ve zevkli döşenmiş evi,<br />
Tanrıverdi’nin mütevazı evi, kapıcının hiçbir ayrıntısı atlanmamış dairesi, SoHo,<br />
kafe vb. mekânlar gibi dizide pek çok mekân görünmektedir. Bu da 199 bölümden<br />
oluşan bir dizi için sürdürülebilirlik açısından önemli bir dayanak noktası olmuştur.<br />
Dizinin ilk bölümlerinde “Nişantaşı Cumhuriyeti”nden dışarı çıkmayan insanların,<br />
20
Şahika ve Osman gibi İstanbul’un en zengin aileleriyle Nişantaşı’nı paylaşmaları,<br />
Türkiye’nin değişen yapısını da sergilemektedir. Son dönemde iş dünyasındaki taşra<br />
sermayesi hakimiyeti, diziye de hakim olmuştur.<br />
Avrupa Yakası’nda bir komedi unsuru olarak ikonlaşmış popüler imgelerden<br />
de faydalanılmıştır. Görsel göstergelerin, ikonik göstergeler olduğunu belirten Hall’a<br />
göre; televizyondaki bu temsiller sadece gerçek maddi dünyada zaten mevcut olan<br />
şeyleri kodlayan ya da onları yansıtan bir süreç değil, tam da bu anlamlandırma<br />
sürecine anlam üreterek ve anlamların değişimine olanak sağlayan -katılımcı- bir<br />
süreçtir. Televizyonda dil ve anlam kültüre bağlıdır ve ikonlaştırma aracılığıyla hem<br />
anlam üretilmekte hem de üretilen anlamlar yeniden dolaşıma girmektedir. Kısacası;<br />
“anlamlandırma sistemi olmadan kimlik edinemez, ortak yaşam dünyası kuramayız”<br />
(Çelenk, 2005: 81-82). Avrupa Yakası, <strong>geleneksel</strong> ve <strong>modern</strong> karşıtlığı noktasında,<br />
günlük hayatta karşılığı olan, tanıdık karakterleri yeni bir kimlikle karşımıza<br />
çıkarmaktadır. Bu kimlik kimi zaman yan komşumuz kimi zaman da bir film<br />
kahramanı ya da ona özenen biri olabilmektedir. Geleneksel bir tipleme olan<br />
Osman’ın -belinde silahla dolaşması, karanlık işlere bulaşması nedeniyle- Kurtlar<br />
Vadisi’nin ana karakterlerinden biri olan “çakma Polat Alemdar” olarak<br />
tanımlanması, Dilber Hala’nın Dilber Hala karakteri ile, televizyon reklamlarına<br />
çıkması yaratılan “ortak yaşam” dünyasının bir sonucudur.<br />
Televizyonun temsil yeteneğini, basit bir yansıtma süreci olarak<br />
değil, yoğun göstergeler aracılığıyla, ayrıntılarda kurulan ve<br />
kültürün uzlaşı ve kodlarının üretimine katılan bir süreç olarak<br />
anlamak gerekir (Çelenk, 2005: 84).<br />
21
Fatoş’u seksi kadın yapan sadece dekolte kıyafetleri değil, cilveli tavırları,<br />
Osman’ı <strong>geleneksel</strong> yapan elindeki tesbihin yanı sıra, kullandığı dil ve uslup, Bülent<br />
Bey’i salon adamı yapan düzgün giyiminin yanı sıra anlattığı yurtdışı hikayeleri, ses<br />
tonu, ağdalı konuşması ve kendine olan özeni, Burhan’ı zavallı ve kimliksiz yapan<br />
ise kıyafetine de yansıyan dağınık halidir. Kıyafetleri, kullandıkları dil, tepki ve<br />
tercihleri ile tüm bu karakterler, toplumda karşılığı olan yapıları temsil etmekte,<br />
onların yaşam koşullarına ve tercihlerine gönderme yapmaktadır. Bu durumu Çelenk<br />
(2005), bir örnekle açıklamaktadır:<br />
Türkiye’deki toplumsal ve ekonomik göstergeler bakımından orta<br />
ya da alt tabakadan insanların öykülerinin anlatıldığı yerli<br />
dramalarda kadın karakterlerin pek çoğu el örgüsü, önden düğmeli<br />
koyu renk yelekler giyerler. Bu tarz yelekler, televizyonun ikonik<br />
gösterge sistemi içinde, bir ev giysisi olmanın ötesinde bir anlama<br />
sahiptirler. Bu yelekler, merkezi bir ısıtma sistemi olmayan ve<br />
yalnızca oturma odası gibi ortak kullanım mekânlarının ısıtılabildiği<br />
sobalı evlerde yaşayan kadınların yoğun olarak kullandıkları<br />
gündelik giysilerdir.[…] örgü bir yelek, Türkiye kadın toplumunun<br />
büyük bir kısmının ekonomik olanaklar tarafından uzun bir süreç<br />
içinde belirlenmiş yaşam kültürü ve giyim tarzını uzlaşımlara uygun<br />
biçimde yeniden kuran ve üreten bir göstergedir. Her yanı eşit<br />
olarak ısıtılma olanağına sahip bir konakta yalnızca evde çalışan<br />
kadınların bu giysiyi kullanmaları ise çok sayıda insan çalıştıracak<br />
konuma sahip ayrıcalıklı bir kadın zümrenin, çalıştırdıkları<br />
kadınlarla olan farklılıklarını basit biçimde kuran gösterenlerden<br />
biri olarak da işlev görür (84).<br />
Avrupa Yakası’nda, Çelenk’in örgü yelek figürü üzerinden anlattığı bu<br />
durumun çeşitli örneklerini görmek mümkündür. Fatoş’un kişisel bakımı<br />
önemsemesi ve kadınsı yanına masasında duran ayna ile, Makbule’nin evcimen<br />
haline permalı saçları ve konuşma tarzıyla, Tanrıverdi’nin şehirde tutunma<br />
çabalarına aksanıyla, Sertaç’ın köşe dönmeci haline gözlerindeki ifade, kafa<br />
hareketleri ve seçtiği kelimelerle, Osman’ın kabadayı haline sürekli siyah takım<br />
22
tercihi ve belindeki silahla, Dilber Hala’nın gelenekçi yanına sık sık kullandığı<br />
atasözleri ile dikkat çekilmiştir.<br />
Avrupa Yakası, 2000’li yılların yaşam biçimleri bağlamında geniş bir<br />
yelpazede farklı tiplemeler ve statülerle bizi karşı karşıya getirmektedir. Dizideki,<br />
karakterlerde toplumun sahiplendiği klişelerin yanı sıra yaşanan toplumsal-kültürel<br />
dönüşümün etkileri de gözlemlenebilmektedir. Avrupa Yakası, toplumun her türlü<br />
kültür kodlarını içinde taşıyan tipik ve atipik karakterleriyle dikkatleri çekmiştir.<br />
1.2. Gülmecede Karşıtlıkların Kurulması<br />
Anlatılar evreni içindeki “haşarı” çocuk komedi (Mutlu, 1991) “düzgünlük,<br />
süreklilik ve uyumla” sürekli bir çatışma ve uğraşma halindedir. Sınırlarımızı zorlar<br />
yıkıcı, kavgacı ve anarşisttir (1991: 228) .<br />
Mutlu, “komedi karşıtlıktır” derken, bu karşıtlığın duruma göre<br />
değişkenliğinin de altını çizmektedir. Doğallıktan beslenen komedinin, ders vermek<br />
gibi bir amacı olmadığını, aklın değil arzunun, yasanın değil, yasa kırıcının yanında<br />
durduğunu ancak hakim olan arzu ve yasasızlık olunca komedinin karşı tarafa<br />
geçebileceğini söylemektedir (1991: 229). Nutku’nun komedya için söylediği<br />
“değişkenlik” Mutlu’da televizyonun “başat” türlerinden biri olan durum<br />
komedilerinde de kendini göstermektedir.<br />
“İdeal” dünyadan çok, “fiili” dünyayla denklikleri olan bir tür olarak komedi,<br />
törel olanı değil törelere karşı olanı kutsar, kendi kendini üretir, kendi kendini<br />
tanımlar (Berman’dan aktaran Mutlu, 1991: 230).<br />
23
Düzene karşı duruşu ve arzuları kutsayan yapısı ile isyankar ruhlu komedi,<br />
törellikle kuşatıldığı zaman törel komedi, duygusallık alanına hapsedildiği zaman<br />
“sentimantal” komedi türüne dönüşür. Ancak esas olan komedinin yaban doğasıdır.<br />
Komedinin yaban ve evcil unsurları yanyanadır. Komedi türü televizyona aktarıldığı<br />
zaman ister istemez evcilleştirilmiş olacaktır (1991: 230).<br />
Televizyon komediyi <strong>geleneksel</strong>cilik ve değişmeye karşıtlık<br />
değerlerini eksenine alan anlam haritalarıyla formüle etmiştir.<br />
Televizyonun güldürüleri varolanın sınırları içinde yer alan, bu<br />
sınırları sıkı sıkıya tanımlayıp pekiştiren durumlardan,<br />
karşıtlıklardan türetilmiş gülütlerle örülür (Mutlu, 1991: 230-231).<br />
Komedinin sınırları kırmak, -izleyiciyi şaşırtmak, zaman zaman onun canını<br />
sıkmak, bildik gündelik olaylara yeni ve farklı bir bakış açısı sağlamak- için<br />
varolmasına karşılık durum komedisinin gülmecesi sınırlar içinde tutulur. Formülleri<br />
derli toplu ve ılımlıdır (Sklar’den aktaran Mutlu, 1991: 231).<br />
Durum komedisi; “eskilerin ünlü komedilerinin ve onların dünya görüşlerinin<br />
daraltılmış, aile ve problem komedisi haline indirgenmiş biçimidir” (Berman’dan<br />
aktaran Mutlu, 1991: 231).<br />
Değişen toplumsal yapılar ve koşullara, eğlence ve televizyon türleri içindeki<br />
tercihlere göre durum komedilerinin, kendi içinde alt türlere ayrıldığı<br />
gözlenmektedir. Horace Newcomb, tür ayrımı yaparken durum komedisi ve evcil<br />
komedi (aile komedisi) şeklinde iki ayrımdan sözetmektedirler. Newcomb’a göre,<br />
durum komedileri, gücünü mizahtan alırken, evcil komedi, insani değerlere ve sıcak<br />
ev atmosferine dayanır. Televizyon komedileri konusundaki tür ve alt tür ayrımları<br />
konusunda farklı görüşler vardır. Kimine göre durum komedisinin yapısal kurallarına<br />
uyan evcil komedileri ayrı bir tür olarak görmeye gerek yokken, kimine göre evcil<br />
24
komediler “bekar ebeveyn”, “erkek-bekar ebeveyn”, “zeki-aptal”, “erkek-kadın”, “ev<br />
komedileri” şeklinde ayrılabilir. Durum komedileri ise John Bryant’a göre; ev,<br />
erkek-kadın, ebeveyn-çocuk, bekar-adam, bekar-kadın, profesyonel/askeri, etnik,<br />
hick, fantezi, kasaba (mahalle, topluluk odaklı) ve parodiler şeklinde on iki alt<br />
kategoriye ayrılır. Rick Mintz’e göre ise aile, çocuk, çift, bilim-kurgu, kırsal yaşam,<br />
azınlık ve kariyer olmak üzere yedi temel güldürü kategorisinden sözedebiliriz<br />
(aktaran Çelenk, Z., 2007: 26-27).<br />
Mutlu, durum komedilerinin “kurulu düzen” değerlerinin savunucusu işlevini<br />
yüklemekle birlikte, komedyanın kontrolü zor doğası, televizyon türüne aykırı bazı<br />
unsurların sızmasına yol açtığının da altını çizmektedir. Kellner, bu iki karşıt özelliği<br />
komedinin “özgürleştirimci” kahkaha biçimi ve “uzlaşımcı” kahkaha biçimi olarak<br />
formüle eder ve bu iki özellik yan yana dursa da sonunda biri diğerine mutlaka üstün<br />
gelir (Kellner’den aktaran Mutlu, 1991: 234). Ancak genelde üstün gelen “uzlaşımcı”<br />
kahkaha biçimidir. Çünkü durum komedilerinde anlatı yapısı “mutluluk” üzerine inşa<br />
edilmiştir. Durum komedilerinde çoğunlukla “mutlu sorunları olan mutlu insanlar”<br />
görürüz (Gitlin’den aktaran Mutlu, 1991: 235).<br />
Televizyonun “iffetli” dünyasına tartışmalı konuları getiren,<br />
ırklararası evlilik, iktidarsızlık, çocuk aldırma, boşanma gibi ekran<br />
tabularını yıkan, tüm bu “uzlaşımcı” ve uysallaştırılmış<br />
karakterlerine karşın yine durum komedisidir. Bu belki, komedinin<br />
hırçın doğasının zaman zaman denetimden kurtulması sayesindedir;<br />
belki de büyük bir olasılıkla, durum komedisinin bu tür konuları<br />
hoşgörülebilirlik sınırları içinde (gülmece unsuru olarak)<br />
paketleyebilme, diğer anlatı türlerinden farklı olarak bu konuları<br />
olabildiğince evcilleştirebilme yetisindendir (1991: 235).<br />
25
Durum komedileri, anlatı metinlerinde karşıtlıklardan en fazla beslenen<br />
türlerden biridir. Karşıtlıkların oluşturduğu çatışmalar, <strong>geleneksel</strong> anlatı metinlerinde<br />
başlama noktasını oluşturmaktadır. “Dramatik sanatın temeli çatışmadır” (Özakman,<br />
2009: 185). Özakman, çatışmayı, “güçlü bir amacın, düşüncenin, beklentinin ya da<br />
bir işin önüne engel çıkarma” olarak tanımlar ve harekete dayalı çatışmanın yanında<br />
psikolojik, düşünsel çatışma türlerine dikkat çeker ve çatışma türlerini kişi temelli on<br />
başlık altında toplar (2009: 185). Miller, Antik Yunan’dan beri gelenek haline gelen<br />
yükselen dramatik eğriden sözederken bu eğrinin basit dramatik öykü taslağını<br />
oluşturduğunu söyler. Bu eğriye göre başlangıçta bir çatışma vardır. Çatışma, doruk<br />
noktaya çıkana kadar gerilim ve merak dolu bir gelişim izler. Çatışmanın çözülmesi<br />
ile öykü biter (2009: 25). Buradan da anlaşılacağı gibi çatışma, dramatik anlatının<br />
temelidir ve “iki güç arasındaki zıtlığı ve çözümün kuşkulu olduğunu betimler. Bu<br />
belirsizlik öyküye olan ilgimizin sürekliliğini sağlar. İlgimizi yakalar ve çatışmanın<br />
nasıl çözüme ulaşacağını bilmek istememizi sağlar” (2009: 28). Miller, kişiye karşı<br />
kişi, kişiye karşı grup, kişiye karşı doğal güç, kişinin kendi kendisine ya da değer<br />
yargılarına karşı olma durumu gibi zıtlıklar ağından sözeder. Bunlar arasında kolayca<br />
çözülemeyecek olan karmaşık kültürel ve sosyal çatışmalar da yer almaktadır.<br />
Karşıtlık, bir anlatım biçimidir. Tiyatroda, sinema ya da televizyon için<br />
oluşturulan anlatı metinlerinde “bir şeyi anlatmak için çok sık başvurulan bir<br />
yöntem”dir (Chion, 2003: 210). Chion’a göre davranışların, karakterlerin, durumların<br />
arasında karşıtlıklar yaratarak seyircinin bunları daha iyi değerlendirmesi sağlanır.<br />
Böylece filmde yeni kişilikler, birbirine koşut ya da birbirini tamamlayan durumlar<br />
yaratılabilir, bu karşıtlıkların temel işlevi, bir özelliği belirginleştirmektir.<br />
Belirginleşmesi istenen durum, olay ya da kişi arasındaki koşutluğun yanı sıra ortak<br />
26
özelliklere de ihtiyaç vardır. “Kişilerin aralarındaki ortak özellikler ne denli çoksa,<br />
belli durumlar karşısında aralarındaki davranış ayrılıkları o denli başarılı gösterilir”<br />
Chion, karşıtlıklar kurmanın, senaryonun tüm özellikleri için geçerli bir yöntem<br />
olduğunu söylemektedir. Buna göre; mekânlar, düşünceler, sahnelerin ritmi, türlü<br />
senaryo teknikleri, dramatik ögeler, vb. durumlarda karşıtlıklar kurulabilir. (2003:<br />
211).<br />
Karşıtlık; sinema ve tiyatroda özellikle karakter tanıtımında, kişilikleri<br />
iletimde kullanılır. Olaylar her iki sanat dalı içinde farklı ve karşıt kahramanlar<br />
arasında ilerler. Temel işlevi bir özelliği belirginleştirmek olan “karşıtlık anlatımın<br />
iyi açıklanması ve kesinlik kazanması için etkili bir yol”dur. […] “Doğanın<br />
temelinde aydınlık ve karanlık, kış ve yaz, doğum ve ölüm gibi karşıtlıklar var<br />
oldukça, insan ilişkilerinde de karşıtlık hep olacak; kişi ise kaçınılmaz bir biçimde<br />
kendini çatışmalar dizisi içinde bulacaktır” (Akyürek, 2009: 188). Karşıtlık <strong>kullanımı</strong><br />
durum, olay, değer, mekân ya da kişiler üzerinden farklı şekillerde tasarlanabilir.<br />
Ancak kişi-karşıt kişi <strong>kullanımı</strong>nda birkaç özelliği bir arada vermek mümkündür.<br />
Popüler anlatılarda “çatışma” unsuru soyut ve somut olmak üzere<br />
iki farklı düzlemde görülür. Soyut düzlem, çatışmanın kavramsal<br />
yönünü belirtir ve “iyi-kötü”, “zengin-yoksul” gibi ikililiklerle ifade<br />
edilebilir. Çatışmanın bir de karakterlerin eylemleri ile senaryonun<br />
her bölümünde ortaya çıkan olay/durumlarla ortaya konan somut<br />
yönü vardır (Çelenk, Z., 2007: 59).<br />
Avrupa Yakası, toplumun büyük bir kesiminin alışık olmadığı, durum ve<br />
olayları ekrana taşıma açısından diğer durum komedilerinden farklıdır. Dizide,<br />
Fatoş’un kendinden yaşça ve eğitim düzeyi kendisinden daha düşük biri ile<br />
beraberliği, Bülent Bey’in kadınlara zaifiyetini her yerde rahatlıkla sergilemesi,<br />
27
karısının bu durumun farkında olması ve her seferinde affetmesi, Burhan’ın evli<br />
olmadıkları halde Makbule ve ailesi ile aynı evde yaşaması gibi benzer pek çok<br />
örnekle karşılaşılmaktadır.<br />
Avrupa Yakası, karakter sayısındaki çokluk, karakterlerin renkliliği ve<br />
toplumun tasvip etmediği durumları konu alması açısından, durum komedisinin<br />
bütün sınırlarını zorlamış ve komedyanın yaban haline bir dönüş yapmıştır<br />
diyebiliriz.<br />
Dilber Hala tarafından istenmeyen <strong>modern</strong> gelin adayı Aslı’nın, ideal gelin<br />
adayı Meryem’in gerçek yüzünün ortaya çıkması ile Dilber Hala karşısındaki zaferi,<br />
diziye dâhil olduğu günden beri terbiyeli ev kızı Makbule’nin evlilik öncesinde bir<br />
başkasına aşık olması ve kaçamakları, Meryem’in evlilik dışı hamileliği <strong>geleneksel</strong>in<br />
<strong>modern</strong> karşısındaki yenilgileri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine evin “<strong>geleneksel</strong>”<br />
bakış açısına sahip oğlu Volkan’ın -arkadaşlarının zoruyla da olsa- ahlaki olmayan<br />
işlere bulaşması, etik değerlerinin zayıflığı, Osman’ın tipik <strong>geleneksel</strong> bir adam<br />
olarak lanse edilmesi ancak sürekli yanlış ve karanlık işlerle anılması da <strong>geleneksel</strong><br />
olanın zaafiyetleri ve yenilgileridir ki dizinin son bölümde Osman’ın tutuklandığı<br />
görülmektedir.<br />
Durum komedilerinin, popüler beğeni, eğlence anlayışı ve tüketim<br />
yaklaşımları içinde televizyonla tanıştığı günden bu yana kendi içinde bir evrim<br />
geçirdiğini söylemek mümkündür. Türün içerik oluşumu kültürel kodlara ve farklı<br />
espri anlayışlarına bağlı olarak şekillenmektedir.<br />
28
1.3. Modern ve Geleneksel Karşıtlığı<br />
Geleneksel ve <strong>modern</strong> temsilin, Türkiye’de Doğulu-Batılı, Güneyli-Kuzeyli,<br />
eğitimli-eğitimsiz, şehirli-köylü gibi karşıtlıkları da barındırdığını ya da duruma göre<br />
bu karşıtlıklara atıfta bulunduğunu söylemek mümkündür. Doğu ve Batı<br />
karşılaştırmasında Gürbilek, Peyami Safa’nın “Şark-Garp Münakaşasına Bir<br />
Bakış”ta Avrupa’nın “emsalsiz bir fikir makinesi” ya da bir fikir sanayisi olduğunu,<br />
karşısında ise bütün hikmetiyle ruh diyarı dişi Asya’nın durduğunu söylediğini<br />
aktarmaktadır. “Batı madde, Doğu ruhtur. Batı fikir, Doğu ruhtur. Batı akıl, Doğu<br />
yine ruhtur” (2007: 90). Burada <strong>modern</strong> karşılığını; Batılı, şehirli, eğitimli, güneyli<br />
olarak bulurken, <strong>geleneksel</strong> ise; Doğulu, Kuzeyli, eğitimsiz ya da köylü olarak<br />
bulmaktadır.<br />
Örneğin, Türkiye’deki Batılı tipi, bir halk dili olan Türkçe’ye<br />
kendini daha yakın bulurken ve bizzat bu dilin aktif bir<br />
geliştiricisiyken, Doğulu tipi esasen bir saray dili olan esoterik<br />
Osmanlıca’yı özler ve ona özenir. […] Doğulu Türk’ü büyüleyen<br />
nihaî kaynak Kâbe iken, Batılı Türk’ü büyüleyen de doğrudan<br />
doğruya Batı, Batı’nın metropolleri ve bu metropollerin anıtürünleridir<br />
(Ekşigil, 1997).<br />
Bu karşıtlıklarda olumlu göndermelerin Batıya yöneltilmiş olmasını Ekşigil,<br />
“[b]atının kendi imajını geliştirmek için yarattığı bir kurgu ya da ‘oryantalizm’in bir<br />
tuzağı” şeklinde yorumlamaktadır. Ancak Türkiye her iki karşıtlığı, avantajları ve<br />
dezavantajları ile yaşayan bir ülke olarak, çeşitli alanlarda bu karşıtlıklardan herhangi<br />
birinde yoğunlaşabilmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin kendi koşulları içinde kesin<br />
tanmlamalar yapmak çok mümkün olamamaktadır.<br />
Küresel ile Yerel Arasında İstanbul’da Keyder, İstanbul’un geçirdiği hızlı<br />
değişimi anlatırken benzer biçimde bir Türkiye fotoğrafı çekmektedir. Keyder’e göre<br />
29
(2009), kentin görünümüne yansıyan mimari değişimler; gecekondulaşma ve<br />
uydukentler, yeni yaşam biçimleri ve kültürlerini yaratarak yeni bir şehir dinamiği<br />
yaratmıştır. Bu değişim sürecinde, işhanları, bankalar, tiyatrolar, oteller, büyük<br />
mağazalar, çok katlı apartmanların, <strong>modern</strong> yaşamın simgeleri olarak, mimari<br />
çevrenin hakim unsurları haline gelmesi bir tarafa, kentsel yenilenme projeleri ile<br />
yeni bir ürün keşfedilmiş ve piyasaya sürülmüştür. “1980’li yılların çok reklamı<br />
yapılmış bir dizi kentsel yenilenme projesi ile birlikte İstanbul, tüketim konusunda<br />
bir seyirlik gösteri haline” getirilmiştir (2009: 24-26 ).<br />
“Türk”, “Avrupalı”, “<strong>modern</strong>” olmanın anlamı, neyin “yerel”,<br />
neyin “küresel” olduğu gibi konular bu mimari çevre dolayımıyla<br />
tartışılır ve mücadele konusu olur. Küresel ve yerel olanın<br />
eşzamanlı olarak (yeniden) biçimlenmesi bu binalar çevresindeki<br />
söylemsel ve maddi pratik üzerinde yoğunlaşır. Bu binalar bazen<br />
“Türk”tür, bazen “Avrupalı”, bazen “Levanten”; 12 bazen<br />
“bizim”dir, bazen “öteki”dir, ötekinindir (2009: 57).<br />
Küresel popüler kültür akımları tüketimin, gösterilerin yelpazesini genişletmekte,<br />
ama çoğu insan bu akımların biçimlendirilmesine katılma olanaklarından yoksun<br />
kalmaktadır. Kentin etrafındaki gecekondulaşmanın yanı sıra bugün şehrin içindeki<br />
orta sınıf yerleşimlerinin hem kalitesi yükselmiş hem de kentin coğrafyası içindeki<br />
yeri değişmiştir. Kentin mekânsal farklılaşmasında köklü bir değişiklik meydana<br />
gelmiştir. Küresel lüks konut modellerinin etkisiyle yeni konut biçimleri,<br />
küreselleşmiş orta sınıfa ideal yerleşim biçimi gibi görünen güvenlik kapılı sitelerde<br />
villalar gündeme gelmiştir (Keyder, 2009: 52).<br />
12 Levanten; (Fr. Levantin) Osmanlı Döneminde özellikle Tanzimat sonrasında büyük liman<br />
kentlerinde yoğunlaşan ve ticaretle uğraşan, Müslüman olmayan azınlıklara verilen isim. Ortadoğulu,<br />
Yakındoğulu, Doğu Akdeniz ülkelerinden olan (Güncel Türkçe Sözlük, tdk). (ing. Levantin) Doğu<br />
Akdeniz ülkelerinde yerleşen ve ticari etkinliklerde bulunan Avrupa kökenli kişiler (BSTS / İktisat<br />
Terimleri Sözlüğü, 2004).<br />
30
Gerçekte taraflar küresel ile yerel, Batı ile Doğu arasında hatları belirgin bir<br />
tartışmaya tutuşamayacak kadar iç içe geçmiş ve kendi içinde bölünmüştür. Namuslu<br />
yaşamı koruma çabası kentte bugün toplumsal dayanışma, sosyal adalet hakimiyet<br />
olarak adlandırılırken aslında bu çaba kendini, ezme ilişkilerini sürdüren bir kültürel<br />
gelenekçilikte bulmaktadır (Keyder, 2009: 52).<br />
Çeşitli kültürlerin birbirine karıştığı bütün kozmopolit kentler gibi, İstanbul<br />
da bir örneklikten ziyade tezatların diyarıdır. Birbirinden ayrı düşen toplumsal<br />
grupların ve kültürlerin bir arada varolduğu bir çoğulluktur. Nüfusunun dörtte üçü<br />
başka yerde doğmuş bir göçmenler kentidir. İstanbullu sözcüğü, günlük deneyimle<br />
zaten “bilinen” ve bu yüzden söylenmeden anlaşılan bir dizi ayrıcalığı, seçkinliği,<br />
yetkinliği aynı anda hem yoğunlaştıran, hem de çağrıştıran bir terimdir. Sayısız ve<br />
sürekli yer değiştiren bir kültürel hiyerarşiler metropolünde İstanbullu sözcüğü<br />
seçkin kültür ile halk kültürü arasındaki sınırda nöbet beklemektedir (2009: 117).<br />
İstanbul’da yaşanan değişimleri Keyder şöyle özetlemektedir:<br />
Tüketici mallarında ve hizmetlerde bir çeşitlenme yaşanıyor,<br />
toplumun kaymağı ile geri kalanı arasındaki tüketim olanakları<br />
eşitsizliği, göze batacak kadar belirginleşiyordu. İki bölmeli bir<br />
toplum ortaya çıkıyor, hayat tarzları ve tüketim kalıpları mekân<br />
içinde birbirinden ayrıştırılabildiği ölçüde aralarındaki mesafe<br />
büyüyordu. Konut alanları da bu kopuşu yansıtıyordu:<br />
Küreselleşmeciler için inşa edilen yeni siteler pahalıydı, dışarıdan<br />
giriş kontrol altındaydı, peyzaj çalışması yapılmıştı. Gecekondu<br />
bölgeleri ise, özellikle kente yeni gelenler için mantar gibi<br />
artıyordu. Restoranlar, gece klüpleri, konser salonları, sergi<br />
mekânları, sınıfların kültürünün tüketim dolayımıyla yeniden<br />
tanımlandığı bir sürece katkıda bulunuyordu (2009: 35).<br />
Bu değişimin iki tarafı vardır ve bu temel çatışma noktasını oluşturmaktadır.<br />
İstanbullu olanlar ve İstanbul’a gelenler. Bu noktada -özellikle kentli-taşralı<br />
31
karşıtlığında- “göç” ve göçün yarattığı sosyo-kültürel etkiler, değişimler ve yeni<br />
oluşumlar da belirgin bir yer tutmaktadır. Çünkü göç, “emeğin, sermayenin ve<br />
pazarın yer değiştirmesi”nin (Tekeli’den aktaran Yıldırmaz, 2010: 440) yanı sıra<br />
kültürel anlamda da yeni sonuçlar doğurmuştur. Keyder, ünlü bir İstanbullu aileden<br />
gelen bir büyüğün bu değişim hakkındaki görüşlerini aktarırken aslında ciddi bir<br />
çatışmanın ve ikiye bölünmüşlüğün altını çizmektedir:<br />
İstanbul, 1950’li yıllarda, Fatih Sultan Mehmed’in zaferinden beş<br />
yüz yıl sonra yeniden fethedildi. Anadolu’nun işgali altında kaldı.<br />
Buraya uyum sağlamak yerine bu insanlar benim şehrime kendi<br />
medeniyetlerini getirdiler. Eminim ki bunların hiçbiri hayatlarında<br />
bir kere bile bir sergiye gitmemişlerdir. Bütün düşündükleri bir<br />
yazlık alabilmek için yeterli parayı biriktirmektir. Lahmacun<br />
yiyenler memleketi olduk. Elli sene önce İstanbul’da lahmacunun<br />
ne olduğunu bilmezdik, bilsek bile pizza derdik ona (2009: 50).<br />
Çalışmada kelimenin güncel anlamı kullanılsa da günceli anlamak ve<br />
toplumsal-sosyal dönüşümleri değerlendirebilmek için kelimenin köklerine de<br />
bakılmış, “gelenek” ile “<strong>modern</strong>” in neden ve nasıl karşı karşıya kaldığı ve bunun<br />
gülmeceye nasıl yansıdığı ve Türkiye’nin koşulları ele alınmıştır.<br />
Kendi özgün koşullarıyla birlikte Türkiye’de “<strong>modern</strong>leşme”nin yarattığı<br />
etkileri anlamak için “<strong>modern</strong>leşme kuramı”na da bakmak gerekmektedir. “Batılı<br />
olmayan toplumlardaki değişim süreçlerini açıklamak amacıyla geliştirilen<br />
<strong>modern</strong>leşme kuramı; her şeyden önce, “<strong>modern</strong>” ve “<strong>geleneksel</strong>” olarak nitelenen<br />
iki toplum tipinin karşılaştırılmasına dayanmaktadır” (Köker, 2009; ). “Öteki”<br />
kavramı bu noktada karşımıza çıkmaktadır. “Modern” <strong>geleneksel</strong> için, “<strong>geleneksel</strong>”<br />
<strong>modern</strong> için “öteki”dir.<br />
Modern toplum; yüksek oranda sanayileşme ve kentleşme, yatay ve<br />
dikey sosyal hareketlilik, yüksek okuryazar oranı, kitlelerin<br />
32
yönetime katılması, siyasal gücün geniş gruplara yayılması, etkinyaygın<br />
iletişim olanakları, sosyal ve siyasal yapıda kurumsallaşma,<br />
demokratik ve laik yönetim, kültürel çoğulculuk, düşünce-ifade<br />
örgütlenme özgürlüğü, insanı bağımsız birey olarak görme anlayışı<br />
gibi temel özelliklere sahiptir (Köker’den aktaran Törenli, 2004:<br />
13).<br />
Modernleşme teorisi hem <strong>modern</strong> hem de <strong>geleneksel</strong> toplumları<br />
istikrarlı ve entegre toplumlar olarak kavramsallaştırırken,<br />
<strong>modern</strong>leşen toplumlarda gelenek ile <strong>modern</strong>lik arasındaki<br />
gerilimlerin ve çatışmaların kaçınılmaz olarak istikrarsızlık<br />
yarattığını vurgulamaktadır (Huntington’dan aktaran Kaya, 2006:<br />
64 ).<br />
“Değişim” <strong>modern</strong> toplum ve <strong>geleneksel</strong> toplum arasındaki temel ayrılma<br />
noktalarından birini oluşturmaktadır. Tekeli “<strong>geleneksel</strong> toplumda değişme<br />
istenilen bir şey değildir” derken, toplumun insanın özgür olarak kendisini<br />
gerçekleştirmesini değil, yaşamını <strong>geleneksel</strong> kalıplara göre sürdürmesini<br />
beklediğinin de altını çizmiştir (2009: 80).<br />
Modernlik ve geleneği radikal zıtlıklar olarak gören, “[m]odernlik bir Batı<br />
projesidir” (Giddens, 1991: 174); “[m]odernleşme modelleri Batılı modellerdir”<br />
(Turner, 1999: 4) (aktaran Kaya, 2006: 65) diyen <strong>modern</strong>leşme teorisyenlerine karşı,<br />
medeniyetsel yaklaşımlar yeni bakış açılarını ortaya koymuştur. Tarihsel farklılığa<br />
vurgu yapan “geç <strong>modern</strong>lik” kavramı farklı <strong>modern</strong>liklere dikkat çekmektedir. “Batı<br />
<strong>modern</strong>liğine alternatif olarak tek bir <strong>modern</strong>lik yoktur, fakat çoğul geç <strong>modern</strong>likler<br />
söz konusudur; örneğin Rusya, Çin, Japonya ve Türkiye” (Kaya, 2006: 65).<br />
“Türk <strong>modern</strong>lik projesi Kemalizm, bir anlamda Osmanlı İmparatorluğu’nun<br />
Batı’nın yükselişine verdiği tepkilerin bir sonucu olarak düşünülebilir. Türk<br />
<strong>modern</strong>liğinin başlangıcı Tanzimat’ın başlangıç tarihi olan 1839 olarak ele alınabilir”<br />
(Kaya, 2006: 88). Türkiye’nin <strong>modern</strong>leşme sancıları, <strong>geleneksel</strong> bir toplumun kendi<br />
33
<strong>modern</strong>liğini üretebilmesi, her toplumda olduğu gibi kendine özgü koşullar içinde<br />
gerçekleşmiştir. Doğu-Batı, gelişmiş-az gelişmiş gibi karşıtlıklar çerçevesinde devam<br />
eden süreç 1980’lere kadar uzamış, 1980’lerde bir dönüm noktasına gelmiştir.<br />
1980’lerde Türkiye’de ilk kez Kemalist “yüksek” kültürün dışında bir “aşağı”<br />
kültür patlaması yaşanmıştır, kitlelerin umut ve özlemleri de ilk kez bu kadar yoğun<br />
biçimde kültür endüstrisinin nüfuz alanına girmiştir. Tüketme özgürlüğünü, teni ve<br />
iştahı [...]1980’ler “özel hayat” kavramı ile tanıştırmıştır. Gürbilek’e göre 1980’ler<br />
insanlara “o güne kadar feragat ettiği, ertelediği şeyleri; kurumsuzluğun verebileceği<br />
serbestliği, o zamana kadar bir misyon adına bastırdığı her şeyi” vaat ediyordu:<br />
Özel hayatı olabileceğini, çekinmeden taşralı olduğunu<br />
söyleyebilmeyi, İbrahim Tatlıses’i utanıp sıkılmadan<br />
dinleyebilmeyi, imkânlar dünyasından yararlanabilmek için yüksek<br />
kültürden olmak gerekmediğini (Gürbilek, 1993: 14).<br />
Modernleşme süreçlerinin ve toplumsal değişimin yarattığı çelişkilerin<br />
güncel yaşamda hissedilmeye başlanması ve kente göç sürecinde yoğunlaşması<br />
kurmaca dünyada da kendini göstermiştir. Modern-<strong>geleneksel</strong> <strong>karşıtlığının</strong><br />
kurmaca dünyada kendisini hissettirmesi 1960’lara dek uzanmaktadır. Abisel,<br />
sonraki yıllarda da <strong>geleneksel</strong> ile <strong>modern</strong> arasındaki çelişkinin neredeyse bütün<br />
filmsel anlatıların temel çatışma eksenini oluşturduğunu belirtmektedir Abisel, bu<br />
anlatılarda kırsal ortamın, <strong>geleneksel</strong> olanın net bir biçimde temsil edilmesine<br />
olanak verdiğini belirtirken, <strong>modern</strong> olanın ise bir yandan doktor, öğretmen,<br />
mühendisle öte yandan kamyon, biçer döver ve plastik kovayla simgelenerek<br />
“hayatı kolaylaştıran yenilikler” şeklinde ele alındığını söylemektedir (2005: 240).<br />
Kentler, yeniliğin, <strong>modern</strong>liğin simgesi olmuştur. Kırsal dünya açısından<br />
34
akıldığında devlet, <strong>modern</strong>likten yana iken kent açısından bakıldığında ise<br />
yoksulluğun neden olduğu sorunlar ortaya çıkmakta ve toplumsal ilişkiler, kurallar<br />
çeşitlenmektedir. Abisel, sınıfsal çelişkilerin neden olduğu çatışmaların kurmaca<br />
dünyada varsıl-yoksul karşıtlığına indirgendiğini de belirtmektedir: “Geleneksel<br />
<strong>modern</strong> bağlamında ortaya çıkan bu karşıtlık, “yoksul ama geleneklerine bağlı, iyi<br />
ve mutlu” ile “varsıl ama yozlaşmış, kötü ve mutsuz” ayrımının yapılmasına<br />
olanak vermektedir (2005: 242).<br />
Kentlilik ve kent sorunları 1980’lerden sonraki anlatılarda daha da<br />
çeşitlenerek ekrana taşınmıştır. Ancak “dizilerdeki sınıf çatışmasız ve dostane<br />
yaşayıp birbiriyle evlenen zengin-yoksul ilişkisi söylemi, bir başka deyişle<br />
zenginleri sempatik sunma söylemi, bizzat dizilerde de 2000 yılından sonra<br />
başlamıştır” (Dağtaş, 2009: 117).<br />
Mahallelilik ya da geniş aile dayanışmasına dayalı cemaatçilik<br />
anlatısı; zengin ve yoksulun sınıf çatışması olmaksızın ve<br />
kaynaşarak bir arada yaşadığı anlatısı ve lüks yaşam tarzı anlatısı,<br />
2000 yılından bu yana yaygın televizyonların ana-yayın kuşağında<br />
yayınlanan dizilerin tektipleşmiş anlatılarıdır (Dağtaş, 2009: 100).<br />
Zengin-yoksul karşıtlığında artık bir uyum yakalanmış ve <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong><br />
karşıtlığında bugün sadece kentli ya da taşralı tanımıyla yetinilmeyen, yaşam<br />
tarzları, tüketim alışkanlıkları, rolleri ile birbirinden farklılık gösteren çok sayıda<br />
ayrım yapma fırsatı doğmuştur.<br />
35
1.3.1 Gülmecede “Modern”in Temsili<br />
“Modern” kelimesi Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük’te 13 “çağdaş”, “çağcıl”<br />
olarak tanımlanmakta ve genellikle bir şeyin yeni ve güncel olduğunu ifade etmek<br />
için kullanılmaktadır. Modern kelimesi çoğu zaman 18. yüzyılda ortaya çıkan bir<br />
dünya görüşü olan; <strong>modern</strong>ite ve bu görüşe paralel olarak gelişen sanatsal ve kültürel<br />
bir hareket olan “<strong>modern</strong>izm” ile karıştırılmaktadır.<br />
Berman’a göre, “<strong>modern</strong> olmak, bizlere serüven, güç, coşku, gelişme,<br />
kendimizi ve dünyayı dönüştürme olanakları vaat eden ama bir yandan da sahip<br />
olduğumuz her şeyi, bildiğimiz her şeyi, olduğumuz her şeyi yok etmekle tehdit eden<br />
bir ortamda bulmaktır kendimizi” (1994: 11). “Modern, yeninin ya da yakın zamanın<br />
eş anlamlısı”dır. Abel Jeanniere’e göre Ortaçağ ve Rönesans’ın ardından <strong>modern</strong><br />
zamanlar gelmektedir. Gündelik yaşamda ve kültürde modaya uygun tutumlara<br />
“<strong>modern</strong>” denir. Modern, radikal bir değişimden sonra ortaya çıkanı adlandırmakta<br />
ve insana olduğu kadar çevresine de uygulanmaktadır. Modernite ise önce insanı<br />
sonra insanın dünyasını etkilemektedir, burada işleyen mantık; yeni bir mantık ve<br />
yeni bir dünya görüşünün mantığıdır. Moderniteye geçişin; bilimsel, siyasal, kültürel<br />
ve teknik-endüstriyel olmak üzere dört devrim tarafından belirlendiğini söyleyen<br />
Jeanniere, bu devrimlerin aynı zamanda (eş zamanlı) olmayabileceğinin de altını<br />
çizmektedir. Bu durumda “bir alanda devrim yaşanırken diğerinde yaşanmayabilir”.<br />
Yani birey bu noktada bir alanda tutucu iken diğerinde <strong>modern</strong> olabilmektedir (1994:<br />
15-16).<br />
13 Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük, www.tdk.gov.tr<br />
36
Scott Lash “Modernite mi, Modernizm mi? Weber ve Günümüz Toplumsal<br />
Teorisi” (1994) başlıklı yazısında; <strong>modern</strong>itenin genellikle 16. ve 17. yüzyıllarda<br />
başladığının kabul edildiğini söylerken, <strong>modern</strong>izmin ise sanat alanında 19. yüzyılın<br />
sonunda başlayan bir paradigma değişikliği olduğuna dikkat çekmektedir. Lash,<br />
sadece sanatların değil günümüz toplumsal pratiklerinin de <strong>modern</strong>izm bazında ele<br />
alınması gerektiğini belirtmektedir. Lash’a göre, “içinde yaşadığımız dönem<br />
“<strong>modern</strong>” ya da <strong>modern</strong>ite olarak değil, <strong>modern</strong>izm bazında anlaşılmalıdır” (1994:<br />
47). “Modernizm en basit tanımıyla Aydınlanma ve Sanayi Devrimi’nden ilham alan,<br />
geçmişle karşıtlık ilişkisi içinde konumlanan ekonomik, sosyal, teknolojik ve zihinsel<br />
düzeyde meydana gelen yenileşme ve gelişme hareketleridir” (B. Arık (edt.) Karakoç<br />
E. 2009:5). Bu çalışmada, <strong>modern</strong> derken, “1980”lerin ilk yıllarından itibaren<br />
<strong>modern</strong>izmin daha özgül doğası ve önemi kastedilmektedir<br />
Köker, <strong>modern</strong> toplumda varolduğu düşünülen “<strong>modern</strong> insanı”, Alex<br />
Inkeles’in formülasyonuyla aktarmaktadır. Buna göre; “<strong>modern</strong> insan”, yeni<br />
deneyimlere hazır, yenilik ve değişime açık, yalnız kendi çevresinde değil, onun<br />
dışında da birçok sorunlar ve konular hakkında kanaatlar edinme ve taşıma<br />
eğilimindedir. Geçmişten çok, bugüne ve geleceğe yöneliktir. Bilim ve teknolojiye<br />
daha çok inanç duyar (2009).<br />
Modern insan tanımına uygun bir kesimin varlığı Türkiye’de özellikle<br />
1980’den sonra siyasi, ekonomik ve kültürel alanda yaşanan dönüşümle<br />
gerçekleşmiştir. 1980’ler, Gürbilek’in saptamasıyla “daha çok ‘taşra 14 ’ olarak<br />
adlandırılabilecek bir yaşantının bugüne kadar <strong>modern</strong> kültürel kimlikler içinde<br />
14 Gürbilek, burada ‘taşra’ kavramıyla yalnızca büyük şehrin dışını değil, bu toplumun <strong>modern</strong><br />
olabilmek için bugüne kadar dışarıda bırakmak zorunda kaldığı her şeyi kastettiğini belirtmektedir.<br />
(Gürbilek, 1993: 111).<br />
37
astırılarak var olabilmiş, kendini onlara tabii kılmış yaşantıların geri dönüşüydü”.<br />
Bir özgürlük vaadi olan bu durum 80’lerin ayırtedici özelliğiydi ve “taşraya kendi<br />
kimliğini koruyarak da büyük şehir hayatına eklemlenebileceği” umudunu veriyordu<br />
(1993: 111).<br />
Günlük hayata da yansıyan bu değişim ve dönüşüm süreci bir yandan kendi<br />
yeni kesimlerini yaratırken bir yandan ülkeyi sonraki yıllarda giderek artan bir<br />
şekilde herkesi saracak olan bir kavramla; tüketimle tanıştırmıştır. Bali bu durumu<br />
kısaca, “Türkiye’nin tüketim kültürüyle tanışması” şeklinde özetlemektedir:<br />
Kredi kartları ve taksitli satış kampanyalarının yaygınlaşmasıyla<br />
birlikte ilk bakışta erişilmez, ulaşılmaz ve ‘lüks’ görünen ürünler<br />
zaman içinde orta sınıflar için de erişilebilir hale geldi (Bali, 2009:<br />
350).<br />
1980’lerle başlayan değişim süreci doksanlı yıllarda daha da büyümüş ve<br />
<strong>modern</strong>leşme yolunda –tüketimin özel bir yer edindiği– hızlı bir koşu başlamıştır.<br />
Bali’ye göre, bir yandan tüketim toplumu olma yönünde ciddi bir kararlılık<br />
gösteriliyor, diğer yandan “geçiş döneminin yarattığı dinamizmle karışık kaos içinde<br />
sıradanlıktan kurtulup seçkinler sınıfına terfi etmeye çalışan genç bir kitle”<br />
doğuyordu. Bu genç kitlenin seçkinleşme özlemini besleyen en önemli araç ise ilk<br />
örneklerine seksenli yıllarda rastlanan basındı. Bali’ye göre basın kitlelere üst<br />
düzeyde bir yaşam tarzını sürekli hatırlatma görevini üstlenmişti (Bali, 2009: 58).<br />
Keyif odaklı yeni yaşam tarzında, yeni hayatlarda, alışveriş merkezleri önemli bir yer<br />
tutuyordu, çünkü alışveriş merkezleri <strong>modern</strong> olmanın işareti kabul ediliyordu:<br />
Toplumun tüketim, eğlence ve seyir ihtiyaçlarını karşılamak üzere<br />
ard arda açılmaya başlayan büyük alışveriş merkezleri Türkiye’nin<br />
<strong>modern</strong>leşme yolunda emin adımlarla ilerlediğini tescil eden<br />
anıtlardı. Bu gelişmeye paralel olarak semt pazarı ve hiper market<br />
‘tüketicisi’ haline dönüştü ve toplumsal statüsünü yükseltti. Keyif,<br />
38
lüks ve teknoloji ürünlerinin satın alınması, <strong>modern</strong> ve kentli<br />
olmanın en belirgin unsurlarıydı (Bali, 2009: 351).<br />
Yaşanan bu değişim ve dönüşüm sürecinde, belli bir kesimin gelir düzeyi<br />
artmış, buna göre “yeni sınıflar” oluşmuş, tüketici çeşitlenmiş, beğeniler değişmiştir.<br />
Ailelerinden ayrılıp yalnız yaşamaya başlayan gençler, iş<br />
dünyasında daha büyük bir yer edinen, ekonomik açıdan<br />
özgürlüklerine kavuşan kadınlar. Bu yeni sınıf, markalı hazır giyim<br />
ürünleri satın alıyor, kaliteli lokantalarda yemek yiyor, konser<br />
izliyor, geziyor ve reklamlar da öncelikle gelir düzeyi daha yüksek<br />
olan bu yeni grupları hedefliyor. Sokaklarda veya havaalanlarında<br />
aceleyle yürüyen, koşan, devamlı hareket içinde, dinamik, kentli,<br />
genç insanlar (Bali, 2009: 351-352).<br />
Bali, Şimşek’in Yeni Orta Sınıf’ta yaptığı tespitlere paralel, yeni bir sınıftan<br />
sözetmektedir: “Toplumsal piramidin üst katmanlarında yer alan iş adamları ile<br />
finans, medya ve iletişim sektörlerinin yönetici ve çalışanlarından” oluşan bu sınıf,<br />
“gündüzleri geç saatlere kadar iş merkezleri ve Medya Tower’larda çalışan,<br />
akşamları ve hafta sonları kentin şık ve bohem semtlerinin eğlence ve yemek<br />
mekânlarının müdavimleri arasında yer alan”, her türlü konforu kullanan yeni<br />
aristokratlardır (Bali, 2009: 361-362).<br />
Yeni orta sınıf kavramı, soyluluk ve ekonomik gücün belirleyiciliği bir kenara<br />
özellikle “eğitim” konusu ile yakından ilişkilendirilmiştir. 19. yüzyılda toplumun üst<br />
sınıflarına ait olan “yüksek öğrenim” imkânı, 20. yüzyılda alt ve orta sınıflara kadar<br />
inmiş, bunun sonuncunda alt–orta sınıf çocuklarından eğitim yoluyla, beyaz yakalı<br />
(eğitimli ofis) çalışanlar, “yeni orta sınıf" oluşmuştur. Geleneksel orta sınıfın yerini,<br />
yeni bir orta sınıf almıştır. Geleneksel orta sınıfın tersine, yeni orta sınıfın<br />
toplumdaki statüsü giderek artmıştır. Üstelik, bu prestij artışı, gelir artışı ile olduğu<br />
39
kadar, tüketim biçimlerinin değişmesiyle de bağlantılanmış, mekân tercihleri de<br />
yaşam şekilleri de <strong>geleneksel</strong> orta sınıftan farklılaşmıştır.<br />
Yeni orta sınıf mensupları; işlevler, etkinlikler, insanlar arasında net sınır<br />
çizebilmek için işyerinde ve evde sınıflandırma, farklılaştırma, hudut belirleme ve<br />
kategorileri birbirinden ayırmaya büyük önem vermekte, kalabalık mekânlarda sık<br />
sık karşılaştıkları zorluk ve rahatsızlıklar konusunda özellikle duyarlılık<br />
göstermektedir.<br />
Neoliberalizm sonrası finans-borsa ve bankacılık en parlak iş alanları haline<br />
gelmiştir. “Bilgi işlem (IT), bankacılık, finans, medya, reklamcılık, halkla ilişkiler,<br />
turizm, yeme-içme, eğlence sektörleri hem yeni orta sınıf için istihdam alanları hem<br />
de en ‘şık’ vitrin” olmuştur (Şimşek, 2005: 33). Buradan hareketle iyi isimli bir<br />
üniversitenin lisan bilen mensubu olmak ve ihracat, bankacılık, finans, halkla ilişkiler<br />
alanında kariyer yapmak yükselen bir değer haline gelmiştir. Türkiye’de geçmişin<br />
prestijli mesleği mühendislik yerini işletme-finans ve borsacılığa bırakmıştır.<br />
Şimşek, yeni orta sınıfın, çalışkanlık, girişimcilik, iş bitiricilik yönlerinin yanında,<br />
kadın-erkek ilişkileri, yabancı kültüre bakışları, eşcinsellik, din gibi konularda<br />
<strong>geleneksel</strong> sağ akımlara göre daha esnek bir kültürel yüzey sergilediğine dikkat<br />
çekmektedir (Şimşek, 2005: 35).<br />
Yeni orta sınıf genel özelliklerine bakıldığında Bali’nin “yeni Türk insanı”<br />
profili de birbirine benzemektedir. Buna göre “yeni Türk insanı”; İstanbul’da<br />
yaşayan, iyi eğitim almış, yüksek öğrenimini Amerika’da yapmış, Amerikan<br />
kültürünü iyi tanıyan, evrensel ve yerel değerleri aynı anda benimseyen bir profilden<br />
oluşmaktadır. Bali; bu özelliklere uyan kişilerin köşe yazarları tarafından “toplumun<br />
40
ol modelleri” olarak hep ön plana çıkarıldığına ve geleceğin Türk insanı olarak<br />
sunulduğuna dikkat çekmektedir (Bali, 2009: 319-320).<br />
Genç ve güzel insanlar. Hem davranışları, hem fizikleri, kılık ve<br />
kıyafetleriyle gelişmiş ülkelerden hiç de geri kalmayan, birçok<br />
alanda öne dahi geçen yeni Türkler… Yeni Türk insanının portresi,<br />
günümüz kentli elitlerinin portresidir (Bali, 2009: 320).<br />
Yerli durum komedilerinde <strong>modern</strong>i temsil eden karakterler özellikle son<br />
dönem yapımlarında yeni Türk insanı portresine uygun olarak tariflenmektedir.<br />
Eğitimli, bakımlı, varlıklı ve görgülü olma gibi temel özelliklerin yanı sıra dış<br />
görünümünün de iyi olması dikkati çekmektedir. Modern olan, yenilikçidir, zamana<br />
ayak uydurur, teknolojiyi kullanır ya da teknolojiye ilgi duyar, dünyayla entegredir,<br />
evrensel değerlere inanır, iş dünyasında profesyonel yaklaşımlar sergiler, dış<br />
görünüşüne önem verir, trendleri takip eder, bireysel istek ve ihtiyaçları rahatlıkla<br />
dile getirir ve tercihlerini açıklıkla ortaya koyar. Modern karakterler, ana hatları ile<br />
bu özellikleri taşır, taşımaması halinde de idealize şekliyle bu özelikler tanımlanır.<br />
Yerli ya da yabancı durum komedilerinde, gündelik yaşam konu alındığından,<br />
ister istemez her durum komedisi kendi dönemindeki sorunları, değişimleri ve güncel<br />
olayları ekrana taşır. Bu anlamda <strong>modern</strong>in kendi içindeki tanımında da dönemlere<br />
göre radikal olmasa da değişimler gözlenmektedir.<br />
Kaynanalar dizisinde Hakmen ailesi <strong>modern</strong>i temsil etmektedir. Yüksek<br />
eğitimli, varlıklı bir aile olan Hakmenlerde anne Tijen Hakmen, ön planda ve baskın<br />
karakterdir. Kocası Timur Hakmen, top sakalı ve şık giyimiyle beyefendi biridir.<br />
Ancak eşinin baskın karakteri altında ezilen yapısı ile “kılıbık” 15 olarak tanımlanır.<br />
15 Kılıbık kavramı, Kaynanalar dizisi ile Türkiye’nin gündemine girmiştir.<br />
41
Arkeolog oğulları, iyi yetiştirilmiş, kibar ve kültürlüdür. Tijen Hakmen, tercihlerinde<br />
hassas, seçimlerinde bilinçli ve bakımlı bir kadındır. Titizliği ve sinirlendiği zaman<br />
çıkardığı abartılı “niiiiiiiiiii” sesiyle dikkati çekmektedir. Evden ayrılan gelininin geri<br />
dönmesi için oğluna cesaret verirken “Tijen Hakmen’in oğlu olduğunu göster ona”<br />
demekte ve kendine olan özgüvenini ortaya koymaktadır. Kendi ayakları üzerinde<br />
durabilen, güçlü, akıllı ve bilgili bir anne profili çizmektedir.<br />
Kuruntu Ailesi’nde de şehirli bir aile ile karşılaşırız. Kuruntu ailesi şehirde<br />
yaşayan ve kent değerlerini bilen görgülü bir memur ailesidir. Dizinin jeneriğindeki<br />
gemi figürü içine bütün aile yerleştirilmiş, bu jenerikle İstanbul ve şehirlilik vurgusu<br />
yapılmıştır. Fötr şapka ve pardesüsü ile Hüsnü Kuruntu, tipik bir memur portresi<br />
çizmektedir. Dizinin jeneriğindeki üst üste yığılmış kutular da alışveriş tutkusuna<br />
dikkati çekmektedir.<br />
Türsel özelliklerine göre bakıldığında pek çok kişi tarafından gerçek anlamda<br />
ilk yerli dizi olarak da kabul edilen (Çelenk, Z., 2007: 53) 1994 TRT yapımı Gülşen<br />
Abi ise <strong>modern</strong> zaman sorunlarının Güzin Abla olarak değil, Gülşen Abi olarak<br />
dinlendiği bir dizidir. Can Barslan’ın yazdığı ve Haluk Bilginer’in başrolünü<br />
oynadığı dizide, <strong>modern</strong> zaman kavramları absürd bir şekilde ekrana taşınmıştır.<br />
Reklamcılık bunlardan biridir. Abidin, her işadamının mutlaka reklamı düşünmesi<br />
gerektiğinden ve reklamın öneminden sözetmektedir.<br />
Tatlı Hayat 16 ise <strong>modern</strong> dünyanın kavramları ile bizi tanıştırmaktadır. Tatlı<br />
Hayat, kuru temizlemeden zengin olan ve bu zenginlikle “sınıf atlayan” İhsan ve<br />
Sevinç’in hikayesini ekrana getirmiştir. Bir gecekondudan İstanbul’un lüks bir<br />
16 Tatlı Hayat, 1975-1985 yılları arasında Amerika CBS Televizyonu’nda yayınlanan The Jeffersons<br />
adlı komedi dizisinden uyarlanmıştır.<br />
42
semtinde lüks bir siteye taşınan İhsan ve Sevinç, özlem duydukları “tatlı hayata”<br />
kavuşmuşlardır. Girişimci ruha sahip İhsan’ın para kazanma hırsını komik bir şekilde<br />
ortaya koyan diziyle izleyici, borsa, hisse senetleri, arsa değerleri vb. kavramlarla da<br />
sık sık karşılaşmıştır. Dizide, 2000 sonrası yeni yaşam biçimleri, yeni iş ve sosyal<br />
statü anlayışı, toplumsal değişimlere de vurgu yapılmaktadır.<br />
Bizim Evin Halleri’nde ise daha orta halli bir ailenin günlük yaşamları ekrana<br />
taşınmıştır. Evin kızları üzerinden ağırlıklı olarak özel hayatların işlendiği dizi,<br />
gelenek ve otorite arasında sıkışan genç kızların yaşadıkları zorlukları esprili bir dille<br />
anlatırken, geçerli olan <strong>modern</strong> ilişki biçimlerine dikkati çekmektedir.<br />
Çocuklar Duymasın’da ise belirgin bir <strong>modern</strong> kadın, <strong>geleneksel</strong> erkek<br />
vurgusu vardır. Dizinin temel çatışması kadın-erkek arasındadır. Karakter<br />
karşıtlığına dayanan bu durum “<strong>modern</strong>” olanın temsilinde Meltem karakterini ön<br />
plana çıkarır. Kadın erkek arasında kurulan temel karşıtlık ise <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong><br />
ayrımına dayanır ve burada kadın <strong>modern</strong> olanı temsil etmektedir (Özsoy, 2005:<br />
284).<br />
Son dönemin <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> karşıtlığına en belirgin örnek olarak 2010<br />
yapımı Türk Malı’nı gösterebiliriz. Şafak Sezer (Erman Kuzu) ve Binnur Kaya<br />
(Abiye Kuzu), Kuzu Ailesi olarak iki çocuklu <strong>geleneksel</strong> bir aileyi, Bekir Aksoy<br />
(Volkan) ve Devin Özgür Çınar (Seval) da henüz evli genç bir çift olarak <strong>modern</strong><br />
aileyi canlandırmaktadır. Volkan ve Seval, iyi eğitimli, kariyer basamaklarını<br />
tırmanan, zevkli döşenmiş evleri ve mesafeli ilişkileri ile <strong>modern</strong> bir aile portresi<br />
çizerler. Aile, akraba ve komşuluk ilişkilerinin sınırlı bir çerçevede yürütüldüğü bu<br />
43
ilişki biçimi, Kuzu ailesinin hayatlarına girmesiyle alt üst olur. Kuzu ailesi, genç<br />
çiftin tüm tahammül sınırlarını zorlamaktadır.<br />
Kaynanalar’la başlayan ve bugüne uzanan çizgide yerli durum komedilerinin,<br />
genel söylemleri ve konuları itibariyle değişim gösterdiğini söylemek mümkündür.<br />
Konular, aile ve komşuluk ilişkilerinden, ikili ilişkilere kaymış ve <strong>modern</strong><br />
karakterlerin sayısı artmıştır.<br />
Modern temsilinde mekânlardaki sadelik dikkatleri çekmektedir. Duvarlar<br />
renklenmiş, evlere özel aydınlatmalar girmiştir. Dantel örtüler kalkmış ve şık biblolar<br />
evlerin başköşelerine yerleşmiştir. Koltuklar, desensiz, düz renk, kontrast ya da<br />
çizgilidir. Genç bir çizginin hakim olduğu bu tarzda, konfor önemlidir. Daktilo<br />
bilgisayara, evin başköşesinde yer alan tüplü televizyon, plazmaya dönüşmüştür.<br />
İlişki biçimlerinde bireysel yaşam, özel hayat, kişisel tercihler önem<br />
kazanmıştır. Kişisel kararların kolaylıkla alındığı ilişki biçiminde, anne babanın<br />
çocuklar ve diğer aile sakinleri üzerindeki otoritesi azalmıştır. Sorunlar daha bireysel<br />
ve spesifiktir çözüm noktalarında da bireyler yalnızdır.<br />
Modern temsilde, kadınlık-erkeklik konumlandırmalarında eşitlikçi bir<br />
yaklaşım dikkati çekmekte hatta kadınlar pek çok yapımda ön planda ve belirleyici<br />
konumdadır. Kadının aktif bir çalışma hayatı ve sosyal yaşamı vardır. Kadının bu<br />
konumsal değişikliği, yerli durum komedilerinde anlatı yapısını güçlendiren renkli<br />
karakterlerin eklemlenmesi fırsatını doğurmuştur. Bu kişiler gerçek hayatta da<br />
karşılaştığımız şekilde ya evin maaşlı çalışanı ya da anneanne, babaanne gibi evin<br />
büyüğüdür. Çoğunlukla <strong>geleneksel</strong> bir kimlik yüklenen bu kişiler üzerinden pek çok<br />
dizide (Tatlı Hayat, Çocuklar Duymasın, Dadı, Bez Bebek vb.) komedi üretilmiştir.<br />
44
Yardımcı kadın olmasa da ev işlerinde becerikliliği ve kendini eve adaması<br />
ile Makbule Avrupa Yakası’nın renkli yardımcı karakterlerinden biridir. Modern tip<br />
olarak ilk dikkati çeken kişi Cem’dir. Cem’in ideal damat adayı, Aslı’nın hayalindeki<br />
erkek ve “beyaz Türk” olarak sunulma sebeplerinden biri de Amerika’da eğitim<br />
görmüş olması ve iyi bir aileden gelmesidir. Fiziksel özellikleri ve düzgün giyimiyle<br />
özellikle kadınların ilgisini çeken Cem üzerinden, <strong>modern</strong> dünyanın geçerli<br />
kurallarına, yeni yaşam tarzlarına dair göndermeler yapılmıştır. Bali, “Batılı bir<br />
yaşam tarzına ayak uydurmak isteyen ve Özal’lı yıllarda servete kavuşan yeni kesim,<br />
yeni yaşam tarzının daha çok simgesel yanıyla ilgilenmiştir” derken dizinin ilerleyen<br />
bölümlerinde Selin, Kubilay ve Şahika karakterleri üzerinden daha da<br />
keskinleştirilecek bu durumu doğrulamaktadır.<br />
Lüks araba sahibi olmak, markalı kıyafetler giymek, sık sık<br />
yurtdışına seyahate çıkmak, pahalı ve markalı saat ve mücevhere<br />
sahip olmak gibi toplumsal statü simgeleri bu kesim tarafından<br />
çabucak benimsendi (Bali, 2009: 321).<br />
Dizide, “moda ikonası” Şahika’nın aklına estiği bir anda alışveriş için<br />
günübirliğine Milano’ya gitmesi, Kubilay’ın sosyete dergilerinde boy göstermesi,<br />
Selin’in marka merakı, Fatoş’un ise güzellik kavramını hayatının merkezine alması<br />
bu durumun açık bir göstergesi olarak sunulmaktadır.<br />
45
1.3.2 Gülmecede Gelenekselin Temsili<br />
Gelenek kelimesi Türkçe Sözlük’te 17 “bir toplumda, bir toplulukta eskiden<br />
kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü<br />
olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar, anane, tradisyon”<br />
olarak tanımlanmaktadır. Sözlüklerde kavram, geçmiş yaşam biçimlerinin içinde<br />
yaşanılan ana taşındığı maddi ve manevi değerler bütünü olarak geçmektedir. Ancak<br />
dini göndermesi olan bir başka bakış açısıyla da “zengin ve kutsal değerler içeren bir<br />
bütün” olarak da kullanılmaktadır.<br />
Geleneğe yönelik bir başka yaklaşım ise “post<strong>modern</strong>ist” süreçte geleneğe<br />
dönüş bağlamında “aletsel, işlevsel kullanım” yönüyle “geleneğin, bir anlamlar<br />
birikimi” olarak ele alınmasıdır. Gelenek, kendisinden her bakımdan yararlanmaya<br />
açık bir hinterland’tır. Bu bakış açısı, genellikle, geleneğin sanata yansıyan yönünü<br />
oluşturmaktadır.<br />
Modernleşme sürecinde <strong>geleneksel</strong>liğin mutlak bir reddine karşın<br />
post<strong>modern</strong>leşme ile birlikte <strong>geleneksel</strong> olandan yararlanma,<br />
<strong>geleneksel</strong> olanı pazara dahil etme ve iş yapış biçimini “küresel”<br />
ölçekte benimsetme anlayışının hakim olduğu, tartışmaya yer<br />
vermeyecek biçimde gözlenmektedir (Tellan, 2009: 75).<br />
“Modernleşme kuramı, Batı’nın 1960’lardaki ‘bugünü’nü idealleştirerek, bir<br />
anlamda dondurulmuş bir tarih felsefesi niteliğinde ortaya çıkmıştır (Köker, 2009:<br />
50). Türkiye, bu sancıları 1980’lerden sonra hissetmeye başlamıştır. Modenleşme<br />
kuramı’nda “esas olarak <strong>modern</strong> toplum tipinin ne olduğu ifade edilmiş, <strong>geleneksel</strong><br />
toplum ise bir tür ‘<strong>modern</strong> olmayan toplum’ biçiminde algılanmıştır” (Köker, 2009).<br />
17 Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük, www.tdk.gov.tr<br />
46
Geleneksel toplum, <strong>modern</strong> olmayanı ifade eden durağanlık, tarım<br />
sektörüne dayalı ekonomik yapı, ilkel düzeyde teknoloji, düşük<br />
düzeyde okuryazar oranı, düşük hayat standardı, yüz yüze ilişkilerin<br />
yoğun olduğu toplumsal yaşam, yasa ve kurallardan çok gelenek ve<br />
göreneklerin hakim olduğu bir yönetim yapısı gibi temel özelliklere<br />
sahiptir (Köker’den aktaran Törenli, 2004).<br />
Geleneği, <strong>modern</strong>itenin temel sorunu olarak tanımlayan Kahraman’a göre<br />
(2004) <strong>modern</strong>itenin gelenekle çatışma halinde olduğunu söylemek mümkündür<br />
ancak <strong>modern</strong> geleneğin belli bir biçimde aşılması irade ve sürecidir. Modern,<br />
<strong>geleneksel</strong> olanla estetik alanda ve belli bir dönem içinde belli bir çerçevede<br />
yaşanmış karşılıklı etkileşimdir. Türkiye gibi radikal toplumsal dönüşümler yaşamış<br />
toplumlarda “gelenek” kavramı daha da önem kazanmaktadır. Ancak “Türkiye,<br />
Batı’dakinin tersine <strong>modern</strong>i geleneğin içinde değil, geleneği <strong>modern</strong>in içinde<br />
tartışmıştır” (2004: 41).<br />
1950’lerde Türkiye’nin hızlı bir değişim geçirmesi, köyden kente göçlerin<br />
çoğalması ve göç edenlerin yeni bir hayat biçimine geçme zorunluluğu<br />
“<strong>geleneksel</strong>lik” meselesine başka bir boyut kazandırmıştır. Geleneksel değerler,<br />
sadece atalarımızdan kalan miras olarak değil, yeni yaşam biçimimizde ayakta<br />
kalmamıza yarayan güç unsurları olmuştur. Geleneklerimiz, <strong>geleneksel</strong> değerlerimiz,<br />
kültürel özellikleri, değerleri, inançları ve zihniyet yapıları <strong>geleneksel</strong> olan<br />
insanların, kentlerdeki sığınağı, tutunmaya çalıştıkları anlamlar dünyasını<br />
oluşturmuştur. Ne var ki;<br />
Geleneksel olan, sadece şehir bölgelerinde değil, bütün sosyal<br />
sistem bazında kendisini yeniden geliştirerek üretmenin imkânını<br />
kaybetmiştir. Geleneksel kültürüne sığınan insanlar bu kültürün<br />
beşeri zenginliğinin, anlamlar dünyasının kaybolmasıyla,<br />
47
yozlaşmasıyla folklorik bir değere indirgenmesiyle iç içe<br />
yaşamaktadır (Bilgin, 2010: 294-295).<br />
Türkiye 1980’lerle gelen özgürlük ve ekonomik temelli açılımların ardından<br />
büyük bir dönüşüm geçirmiştir. Burjuvazi ilk kez bu tarihlerde devletten kopmuş,<br />
piyasa ekonomisi kendini büyütme olanağı bulmuş, kent kültürü yeniden keşfedilmiş,<br />
yemek kültürü konuşulur olmuş ve Osmanlı mutfağı hatırlanmış, antika<br />
koleksiyonculuğu üzerinden geçmişle yeniden bağ kurulmaya başlanmıştır. Yani,<br />
Türkiye <strong>geleneksel</strong>den <strong>modern</strong>e değil, <strong>modern</strong>den geleneğe geçmektedir (Kahraman,<br />
2004: 55).<br />
Türkiye’nin yaşadığı bu dönüşümler, televizyon dizilerine yansımış, konu,<br />
mekân ve karakter zenginliği yaratmıştır. Dizilerde gelenek meselesi <strong>modern</strong> ile<br />
karşı karşıya getirilerek işlenmiş ve çatışmaların büyük bir bölümü bu çerçevede<br />
kurulmuş karşıtlıklar üzerinden oluşturulmuştur. Geleneksel olanın, <strong>modern</strong> olanla<br />
karşı karşıya getirilmesi üzerinden Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve kültürel<br />
dönüşümünde yaşanan sancılar anlatılmıştır. Son dönemde yapılmış çok sayıda yerli<br />
yapımda, İstanbul’un hızlı ve yorucu hayatı, <strong>geleneksel</strong> aile hayatı ile karşı<br />
karşıyadır. İş dünyasının entrikaları ile <strong>geleneksel</strong> değerler arasında kalan çok sayıda<br />
karakter yaratılmıştır.<br />
Yerli yapımlara, özellikle televizyon dizilerine dikkat çeken bu sürecin 2002<br />
yapımı Abdullah Oğuz ve Çağan Irmak’ın yönetmenliğini yaptıkları Asmalı Konak<br />
ile başladığını söylemek mümkündür. Asmalı Konak, <strong>modern</strong> bir ailenin kızı Bahar<br />
ile <strong>geleneksel</strong> bir ailenin oğlu Seymen’in aşk hikayesi etrafında şekillenmiştir.<br />
Seymen karakteri <strong>modern</strong> dünyanın iyi eğitimli ağasıdır. Bahar ise gelenekçi bir aile<br />
48
ortamında yerleşik düzeni bozan hatta zaman zaman kafa tutan <strong>modern</strong> bir<br />
karakterdir. Gelenekseli sorgulayan yanı ile ön plana çıkan Asmalı Konak, bu<br />
dönüşümün bir parçası olabileceği gibi, dönüşümün kendisinden de etkilenmiştir.<br />
“Geleneksel-<strong>modern</strong>” karşıtlığından beslenen dramaların yanısıra<br />
komedilerde de benzer bir durumdan sözedebiliriz. Durum komedileri çerçevesinden<br />
bakıldığında, bu karşıtlığı daha çarpıcı bir biçimde görmek mümkündür. Günümüz<br />
aile yapısı, bireysel ilişkiler, ortak tüketim davranışları, toplumsal kaygılar ve sorun<br />
çözme yaklaşımları ekseninde yazılan senaryolarda yaratılan tiplemeler, bize<br />
“<strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong>” karşıtlığında yaşadığımız çatışma ve bocalamalar hakkında<br />
kolayca fikir verebilmektedir.<br />
Gülmecede <strong>geleneksel</strong> olan, toplumun alışık olduğu ve dolayısıyla da kolay<br />
sahiplendiği bir durum ya da karakterden oluşmaktadır. Geleneksel karakterler,<br />
genellikle dizideki <strong>modern</strong> karakterler tarafından eleştirilir ve ancak dizi sonundaki<br />
tavır, çoğu zaman <strong>geleneksel</strong> olandan yana olur. Yerli durum komedileri arasında en<br />
eski kabul edebileceğimiz ve uzun süre devam eden Kaynanalar, <strong>geleneksel</strong><br />
değerlerin açık ve güzel temsil edildiği dizilerden biridir. Dizinin baş kahramanı Nuri<br />
Kantar, <strong>geleneksel</strong> bir iş adamıdır ve <strong>modern</strong> değerlerin temsilcisi dünürlerine karşın<br />
her türlü çözümü üreten adamdır. Herkes ona akıl danışır, herkes ondan yardım ister.<br />
Nuri Kantar’ın her şeye hakim olan bu duruşu, ev halkında da korkuyla karışık saygı<br />
yaratmıştır. Öyle ki Nuriye Kantar, yanlış ilaç verdiği için bayılan dünürü Tijen<br />
Hakmen’i uyandırmaya çalışmak yerine Nuri Kantar’ın bu duruma ne diyeceğini<br />
merak etmekte ve kendisine kızmasından çekinmektedir.<br />
49
En Son Babalar Duyar’da da benzer şekilde hakim bir <strong>geleneksel</strong> baba figürü<br />
vardır. Ailede olan biten her şeyi “en son duyan tutumlu ve tutucu” baba figürü,<br />
<strong>modern</strong> hayatın sunduğu fırsatları değerlendirmek isteyen çocukları ile çatışma<br />
yaşamaktadır. Buradaki baba figürü atölyesinde yeni üretim teknikleri kullanmak<br />
istemeyen, yeniliğe karşı, teknoloji ile arası çok iyi olmayan bir baba figürüdür ki<br />
babanın atölyede gösterdiği bu tutucu tavır, evde çocukları ve eşine karşı olan<br />
davranışları için de geçerlidir. Atölyesindeki <strong>geleneksel</strong> üretim altyapısını<br />
değiştirmek istememesi babanın değişime olan direncinin sembolüdür. Aynı şekilde<br />
kredi kartı kullanmak istememesi, bankadan kredi çekme ve yatırım yapma konusuna<br />
sıcak bakmaması da aynı tutumun örnekleridir. Anne karakteri ise benzer pek çok<br />
yerli durum komedisinde gözlendiği şekilde arabulucu ve anlayışlı anne olarak,<br />
<strong>geleneksel</strong> anne figürü ile örtüşmektedir. Anne, çocuklarının ihtiyaçları ile ilgilenen,<br />
gizli gizli biriktirdiği mutfak paralarından onlara zor durumlarında harçlık veren,<br />
hatalarının üzerini kapatan ve krizleri tatlı diliyle geçiştirmeye çalışan, yeri<br />
geldiğinde kızıp bağıran ama anne sıcaklığını hiç eksik etmeyen, kilolu, sempatik<br />
tipik bir annedir.<br />
En Son Babalar Duyar’da evin tutucu babası Mehmet Usta ile çocukları<br />
arasındaki uçurum jenerik şarkısında da özetlenmiştir. “Babam ve biz ayrı<br />
dünyalardayız” cümlesiyle katı ve kuralcı baba ile çocuklar arasındaki görüş ve<br />
tutum farklılıklarına dikkat çekilmiştir. Dizide <strong>geleneksel</strong> baba figürü dışında genel<br />
söylemde de <strong>geleneksel</strong>lik vardır. Annenin kızlarını evlendirme çabası, komşuların<br />
evin kızlarına hayırlı kısmet araştırmaları, eşlerin kendilerine yardım etmemelerinden<br />
şikayet eden ev kadınları ilk bakışta göze çarpan <strong>geleneksel</strong> unsurlardır. Dizide her<br />
ne kadar çocuklar ve komşular <strong>modern</strong> olana özense de, sonunda “biz böyle<br />
50
mutluyuz” mesajı verilmektedir. Mütevazi hayatlarından ve mutlu ailelerinden<br />
şikayetleri yoktur.<br />
2001 yapımı Tatlı Hayat’ta Haluk Bilginer’in canlandırdığı İhsan karakteri,<br />
yerli durum komedilerinde sıkça rastladığımız karakterlerden farklıdır. Konusu ve<br />
atipik karakterleri ile izleyiciyi şaşırtan dizide, <strong>geleneksel</strong> ve mütevazi<br />
yaşamlarından sıkılmış, zengin hayata alışmaya çalışan bir çiftin şaşkınlıkları konu<br />
alınmıştır. Burada <strong>geleneksel</strong> olan, biraz fakir, biraz çağdışı gösterilse de dizinin ana<br />
karakterlerinden olan Sevinç, sık sık eski hayatındaki fakir ama sevgi dolu günlere<br />
özlemini dile getirmektedir. Sevinç dizinin <strong>geleneksel</strong> yüzüdür. Öyle ki evlerine<br />
hizmetçi alınması kararına bile “gerek yok, kendi işimi kendim yapabilirim”<br />
düşüncesiyle karşı çıkmış ancak lüks hayata alışmaya çalışan İhsan’ın ısrarlarıyla<br />
kabul etmek zorunda kalmıştır. Sevinç, değişime karşı tedirgin, dostcanlısı,<br />
yardımsever ve konukseverdir.<br />
Gülmecede <strong>geleneksel</strong> olanın ortak ifade ediliş biçiminde genellikle kırsal<br />
alana ya da demode olmaya gönderme yapıldığını söyleyebiliriz. Bu demodelik<br />
sadece dış görünüşe değil, davranış biçimi ve ilişkilere de yansımıştır. Geleneksel<br />
ilişki biçiminde sözel kültür hakimiyeti vardır. Söz vermek, sözünde durmak<br />
önemlidir. Yardımlaşma ve komşuluk değerlidir. Yardıma ihtiyacı olana el uzatmak,<br />
maddi manevi onun yanında olmak, <strong>geleneksel</strong> ilişki biçimininde belirgin bir<br />
özelliktir. Bireyler çoğu zaman akrabalık ilişkileriyle tanımlanır. Pek çok <strong>gülmecede</strong><br />
bu <strong>geleneksel</strong> bağın bir göstergesi olarak şehirde yaşayan ancak <strong>geleneksel</strong><br />
değerlerinden kopmamış ailenin köyden gelen akrabasına rastlarız. Geleneksel<br />
yaklaşım, bir olay ya da sorun karşısında da, gereken önemin verilmemesi ya da<br />
gereksiz özen gösterilmesi gibi iki farklı şekilde kendini gösterir. Her iki durumda<br />
51
abartılıdır. Biri vurdumduymaz küçümseyici haliyle olayın ciddiyetini kavramaya<br />
engel olurken diğeri de gereksiz evhamla durumu zorlaştırıp, kontrolünü güçleştirir.<br />
Kadınlık erkeklik konumlandırmalarında kadın <strong>geleneksel</strong> çerçevesinden<br />
dışarı çıkmamaktadır. Evin içine hakim, ev işlerine ve çocuklarına kendini adamış,<br />
evin dışındaki konulara fazla karışmayan bir pozisyondadır. Erkek eve gelir getirici<br />
ana faaliyetleri üstlenmiştir. Erkekler, evin reisi konumunda gözükse bile altan alta<br />
evi idare eden kadındır.<br />
Geleneksellik vurgusu yapılan karakterlerin kıyafet seçimlerinde de klişe<br />
yaklaşımlara rastlamak mümkündür. Orta halli bir memuru çoğu <strong>gülmecede</strong> renksiz<br />
süveteri, elinde gazetesi, okuma gözlükleri ve ayağında terliği ile görürüz.<br />
Mekân <strong>kullanımı</strong> da ekonomik ve kültürel anlamda önemli bir rehberdir. Evin<br />
ya da işyerinin aksesuar <strong>kullanımı</strong>ndan, mobilya tercihine kadar her şeyiyle ipucu<br />
verir. Kimi yapımlarda şark köşesi <strong>geleneksel</strong>lik göstergesi olurken, kimi yapımlarda<br />
eski model koltuklar ya da sedir onun yerini alır. Dantel örtüler, reprodüksiyonlar ya<br />
da duvar halıları görülür. Ancak duvar halısı çoğu zaman eğitim düzeyinin ve<br />
ekonomik durumun düşük olduğu <strong>geleneksel</strong> ailelerin sembolü olarak kullanılır.<br />
Avrupa Yakası’nda Adana’nın en varlıklı ailelerinden olan Dilber Koçarslanlı’nın<br />
evinde şark köşesi kurulmuş, ancak duvar halısı ve sedir, kapıcılık yapan Aksoylar’ın<br />
evinde görülen figürler olmuştur.<br />
52
İKİNCİ BÖLÜM<br />
2. YERLİ DURUM KOMEDİLERİNDE MODERN-GELENEKSEL<br />
KARŞITLIĞI: AVRUPA YAKASI<br />
2.1. Yerli durum Komedilerinde Modern ve Geleneksel<br />
Türkiye’nin televizyon tarihindeki ilk uzun süre yayında kalan yerli durum<br />
komedisi 1974 yapımı Kaynanalar’dır. Türkiye’nin toplumsal yapısındaki<br />
hareketliliğin ekrana yansıdığı bu dönem, komedinin televizyondaki tür arayışlarını<br />
da sürdürdüğü bir dönemdir.<br />
Tekin Akmansoy’un yazıp başrolünü oynadığı Kaynanalar, “ayrı kültürden<br />
gelen iki ailenin ilişkilerini ve çelişkilerini” (Konduk’tan aktaran Turam, 1996: 256)<br />
sergiler. Kaynanalar, klasik anlamda bir durum komedisi olmamakla birlikte türün<br />
birçok özelliğini de barındırmaktadır. Daha sonra ekranlara gelecek pek çok durum<br />
komedisi gibi Kaynanalar’da da temel karşıtlık aile üzerine kurulmuştur ki ilk<br />
bakışta görgülü-görgüsüz, kentli-köylü, eğitimli-eğitimsiz olmak üzere pek çok iç içe<br />
geçmiş karşıtlığı birlikte görürüz. Kantar ailesinin günlük hikayelerinden oluşan<br />
Kaynanalar’da temel olarak <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> karşıtlığı karşımıza çıkmaktadır.<br />
Kaynanalar, “durum komedisinin çok kullanılan bu ikiliğini, gelenek ile <strong>modern</strong><br />
çatışmasını, komedisinin eksenine almaktadır” (Mutlu, 1991:274). Öykü; Nuri-<br />
Nuriye Kantar ile dünürleri Tijen-Timur Hakmen çiftleri arasında geçen iğneleyici<br />
diyaloglar etrafında gelişmiştir.<br />
Ankara’ya yerleşmiş Kayserili bir tüccar olan Nuri Kantar’ın kızı ile avukat<br />
Timur Hakmen’in oğlu’nun evlenmesi Kantar ailesi (Nuri-Nuriye Kantar) ile<br />
53
Hakmen ailesi (Timur-Tijen Hakmen) arasında “dünürlük ilişkisi” başlatmış ve<br />
böylece birbirinden kültürel açıdan farklı iki aile bir araya gelmiştir. Her iki aile de<br />
aralarındaki kültürel farklılıklarına rağmen çocukları için biraradadır ve birbirlerine<br />
alışmak zorundadırlar. Ailenin büyümesi evlilik bağları ile gerçekleşmiştir ve<br />
Hakmenler ile Kantarlar arasında <strong>geleneksel</strong> anlamda bir aile bağı kurulmuştur.<br />
Kaynanalar’da Kantar ailesi <strong>geleneksel</strong>i, Hakmen ailesi ise <strong>modern</strong>liği temsil<br />
etmektedir. Bu evlilik, <strong>modern</strong> ile <strong>geleneksel</strong>in evliliğidir.<br />
Kantarlar ve Hakmenler arasında kurulan ilişki, aslında <strong>geleneksel</strong><br />
değerlerle <strong>modern</strong> değerler arasındaki ilişkinin alt yapısını<br />
oluşturuyor. Dizide <strong>geleneksel</strong> olandan yana bir tavır alınıyor.<br />
Gelenekçi aile oldukça gerçekçi biçimde çizilirken, <strong>modern</strong> aile<br />
iyice gülünçleştirilerek betimleniyor (Mutlu, 1991: 274-275) .<br />
Dizide, Nuriye Kantar ve Tijen Hakmen’in her ikisi de ev hanımıdır. Ancak<br />
Nuriye Kantar -evde hizmetçi olduğu halde- ev işi yapmakta, kocasının her zaman<br />
yanında ama hep arka planda görünmektedir. Tijen Hakmen ise hep dışarıda ve ön<br />
plandadır. Tijen, Nuriye Kantar’ın tam tersine, kocasının her dediğini yapan değil,<br />
her dediğini kocasına yaptıran bir kadındır ve karaktere bu anlamda negatif özellikler<br />
yüklenmiştir. Gelenekselden yana tavır alındığının dizide çok açık örnekleri<br />
bulunmaktadır. Mutlu bu durumu genel olarak şöyle özetlemektedir:<br />
Nuriye Kantar ne zaman Tijen Hakmen’e özenip ya da onun aklına<br />
kanıp bir şeyler yapmaya kalksa, sonunda işleri yüzüne<br />
bulaştırmakta, üstelik Nuri Kantar da bu olayları örnek göstererek<br />
<strong>geleneksel</strong> olanın doğruluğu, haklılığı üstüne bir söylev<br />
vermektedir. Timur Hakmen’in abartılı kılıbıklığıyla dizide egemen<br />
erkek ideolojisine “işte <strong>modern</strong>lik” diyerek göz kırpılmaktadır<br />
(1991: 275).<br />
54
Kaynanalar’dan sonra ekranlara gelen 1983 yapımı Kuruntu Ailesi’nde<br />
seyirci “çekirdek aile” olan bir memur ailesi ile tanışmıştır. Başrollerini Gazanfer<br />
Özcan ve Gönül Ülkü Özcan’ın oynadığı, yönetmenliğini Uğur Erkır'ın üstlendiği<br />
Kuruntu Ailesi, TRT'de üç yıla yakın bir süre yayınlanmış ve kült diziler arasına<br />
girmiştir. Dizi, “dış çekimleri yok denecek kadar az ev içinde geçen bol lafa dayalı”<br />
(Turam, 1996: 257) anlatı yapısı ve diyalog seçimleri ile daha fazla durum komedisi<br />
özelliği taşımaktadır.<br />
Hüsnü Kuruntu’nun memur oluşu dizide bir kentlilik vurgusu yaratmıştır.<br />
Emekli maaşı ile kirada oturan Kuruntu Ailesi, daha kentli, daha görgülü bir ailedir.<br />
Dizinin ana gülmece unsuru kuruntulu, beceriksiz halleriyle baba Hüsnü<br />
Kuruntu’dur. Kuruntu Ailesi’ndeki baba figürü Avrupa Yakası’ndaki baba figürü ile<br />
çok benzer özellikler göstermektedir ki her iki rolü de Gazanfer Özcan<br />
canlandırmaktadır. Hüsniye Kuruntu ise, her zaman kocasını destekleyen ideal ev<br />
hanımıdır. Kaynanalar’da Nuriye Kantar’ın kocasının her dediğini yapması onu cahil<br />
gösterirken, Kuruntu Ailesi’nde Hüsniye Kuruntu’nun kocasının kararlarını<br />
desteklemesi onu değerli kılmıştır. Gelenek ve görenekleri önemseyen, kent<br />
değerlerini bilen bir aile olarak Kuruntu Ailesi kendi döneminde “kentli-<strong>geleneksel</strong>”<br />
bir ailedir.<br />
Kaynanalar’daki köy-kent çatışması Kuruntu Ailesi’nde aile içine taşınmıştır.<br />
Özellikle baba Hüsnü Kuruntu ile çocuklar arasında sık sık çatışmalar<br />
yaşanmaktadır. Bu çatışmaların odağında, otoriter baba figürü ile <strong>geleneksel</strong> babanın<br />
<strong>modern</strong> çocukları yer almaktadır.<br />
55
Kuruntu Ailesi, iyi ve doğru olmayı kentlilik vurguları ile aktarırken Perihan<br />
Abla’da bu vurgular biraz daha taşra etkileri taşımaktadır. Perihan Abla gerek<br />
karakterlerin özellikleri, gerek mekânlar, gerekse konusu itibari ile <strong>geleneksel</strong><br />
değerlerin yoğun hissedildiği, yoğun yaşandığı bir dizi olma özelliğine sahiptir.<br />
Buradaki karşıtlık daha çok varsıl-yoksul şeklinde karşımıza çıkmaktadır.<br />
Aile figürünün tüm mahalle üzerinden işlendiği Perihan Abla 1990’lı yılların<br />
en popüler dizilerinden biri olarak anılmaktadır. Perran Kutman’ın canlandırdığı<br />
“Perihan Abla” karakteri, televizyon dünyasının yarattığı en sevilen karakterlerden<br />
biri olmuştur. Perihan Abla, abla olmasına rağmen kardeşlerine karşı annelik rolünü,<br />
Şevket ise evli olmamalarına rağmen sevilen enişte ve babanın boşluğunu dolduran<br />
otorite rolünü üstlenmiştir. Perihan Abla’nın otoriter ve girişken yapısına karşın<br />
Şevket’in pasif ve çekingen tavrı dizinin en belirgin karşıtlığı olarak verilmiştir.<br />
Kuruntu Ailesi’ndeki çekirdek aile kavramı, çatışmalarını büyüterek, Perihan<br />
Abla’dan sonra yayına giren 1989 yapımı Bizimkiler dizisinde de kendini<br />
göstermektedir. 14 yıl boyunca ekranda kalmış olan Bizimkiler, yöneticisinden<br />
kapıcısına kadar bir apartmanda oturan, 7 farklı ailenin gündelik yaşamını, iş ve<br />
ilişkilerini konu almaktadır. Bizimkiler’de karşıtlık ağırlıklı olarak dizinin temel<br />
karakterlerinden Şevket ve Şükrü arasındaki ilişkide karşımıza çıkmıştır. Birbirinden<br />
tamamen zıt özelliklere sahip bu iki kardeş üzerinden, dürüst-düzenbaz, saf-işini<br />
bilen, kurallara uyan-kuralları işine geldiği gibi kullanan, vefalı-vefasız gibi daha çok<br />
iç dünyamıza dönük, kişilik özelliklerimize dönük karşıtlıklar yaratılmıştır. Şevket-<br />
Şükrü çatışması dizinin pek çok noktada taşıyıcısı olmuştur. Dizi,<br />
iyice çözülmekte olan, en azından kentli orta-sınıf yaşam biçimi için<br />
tamamen geçmişte kalmış <strong>geleneksel</strong> aile yapısını niteleyen<br />
56
hiyerarşik ilişkiler örüntüsünün bir unsurunu, yani saygı ve<br />
çekinmeyle birlikte sevgiyle de örülen ağabey-kardeş ilişkisini,<br />
kentli orta-sınıfta anımsatarak duygusal bir etki yaratmakta, diğer<br />
yandan da bu ilişkinin günümüz koşullarında neden olduğu<br />
kaçınılmaz çelişkilerle de gülmece üretmektedir (Mutlu, 1991: 287).<br />
Bizimkiler’de, orta sınıf bir ailenin sorunlarıyla boğuşan Şükrü (Erdal<br />
Özyağcılar) ve Nazan (Ayşe Sarıkaya), her türlü ayrıntıyı titizlikle takip eden<br />
yönetici Sabri (Mehmet Akan), çıkarcı ve duruma göre ağız değiştirebilen<br />
muhasebeci Ergun (Erdinç Dinçer), İstanbul’da düzen tutturmaya çalışan Kapıcı<br />
Cafer (Ercan Yazgan) gibi Türkiye’nin hemen her kesitinden insan ve olayları<br />
görmek mümkündür. Bu noktada dizi dönemin yükselen değerlerinin, sorunlarının ve<br />
açmazlarının da bir yansıması olmuştur. Turam, Bizimkiler dizisi için, “orta sınıf aile<br />
yaşamından kesitler veren ve büyük olaylara, gerilimlere, entrikalara başvurmadan<br />
son derece yalın anlatımla ve de güldürerek içimizden birilerini sergilediğini”<br />
söylemektedir (1996: 258). Kaynanalar ve Kuruntu Ailesi’ndeki erkek egemen<br />
dünya, Bizimkiler’de değişmiş, dizide gösterilen ideal aile tanımında, kararlar ortak<br />
alınmaya başlanmıştır. Ailede eşit söz hakkı, çalışan kadın kavramları güçlenerek<br />
karşımıza çıkmıştır.<br />
Perihan Abla’dakine benzer bir mahalleli duygusu anlatı yapısındaki<br />
farklılığa rağmen Bir Demet Tiyatro’da da yer almaktadır. Bir tiyatro oyunu olarak<br />
sahneye konan Bir Demet Tiyatro (1995‐2002), başta Mükremin Çıtır (Yılmaz<br />
Erdoğan) ve Feriştah / Orkide/ Züleyha / Lütfiye Çıtır (Demet Akbağ) olmak üzere<br />
Berkant (Tirbüşon) / Midyat (Serhat Özcan) karakterleri ile dikkatleri çekmiş, aile<br />
kavramından çok, şehrin arka sokaklarındaki insanların hayatları üzerine<br />
odaklanmıştır. Bir Demet Tiyatro’da, şehirli ve varlıklı olmak, baş karakterler<br />
tarafından kimi zaman özenilen, kimi zaman eleştirilen, kimi zaman bir tepki olarak<br />
57
eğenilmeyen bir durum olarak ortaya konmuş, olaylar bu durumun etrafında<br />
geliştirilmiştir. Bir Demet Tiyatro’da, yukarıda söylenen komedi dizilerinden farklı<br />
olarak, izleyici süpriz ve bölünmüş kimliklerle tanışmıştır.<br />
Bir Demet Tiyatro’da köyden kente göçün sonucu olarak tam kentleşemeyen<br />
ancak kent değerlerini çok kısa sürede sahiplenen ve daha iyi, daha lüks, daha rahat<br />
yeni bir hayata özenen insanlarla karşılaşmaktayız. Lütfiye Çıtır ve Asuman<br />
karakterlerinde belirgin olarak görülen bu durum, yer yer Anadolu delikanlısı, kenar<br />
mahalle ağabeyi Mükremin Çıtır’da da rastlanmaktadır. Geldiği kültür ile içinde<br />
yaşadığı ya da etrafında gördüğü kültürler arasında sıkışan bu karakterler, zaman<br />
zaman kendilerini kendilerinden beklenmeyen cümlelerle ifade etmektedir.<br />
2000’li yıllara gelindiğinde, yerli durum komedilerinde, konular daha spesifik<br />
hale gelmiş, karşıtlıklar ayrıntılar üzerinden yapılmaya başlanmıştır. Bunda aile<br />
figürünün odak noktadan çıkıp, biraz daha bireysel konulara eğilmenin etkisi<br />
olmuştur. 2002 yapımı Bizim Evin Halleri aşk, sevgi, dostluk, dayanışma gibi her yaş<br />
grubuna hitap eden konularıyla ekranlara taşınmıştır. Beyhan Saran (Nemide), Meral<br />
Niron (Sakız), Ergun Uçucu (Sadık Ali), Nusret Çetinel (Şadan), Emel Göksu<br />
(Fincan), Şebnem Gürsoy (Rikkat)’un başrollerde oynadıkları dizide, genç kuşak pek<br />
çok oyuncu da rol almıştır.<br />
Bizim Evin Halleri, aile dizilerinden farklı olarak, ailenin birlikteliği,<br />
biraradalığı ya da aile sorunlarını bir kenara bırakıp, aynı ev içinde yaşayan<br />
insanların da birey olduğunu bize hatırlatmış, bireyin iç dünyasına girmiştir.<br />
2000’lerin kendi kültürel dinamikleri içerisinde, bireylerin dünyalarında neler olup<br />
bittiğini ekrana sıcak, samimi bir dille taşımayı başarmıştır.<br />
58
En Son Babalar Duyar’da, 2002 yapımı dizide her ne kadar geçim sıkıntısı<br />
çeken bir orta sınıf aile odakta olsa da, baba figürünün yalnızlaştığı, değişen dünyaya<br />
ayak uyduramadığı, çocuklarıyla aynı dili konuşamadığı görülmektedir. Çocukların<br />
büyümesiyle oluşan sorunlar, aile içi iletişim problemleri, çocukların hayallerinin ön<br />
planda olduğu dizide <strong>modern</strong>-<strong>geleneksel</strong> karşıtlığı çarpıcı bir şekilde karşımıza<br />
çıkmaktadır. Dizideki baba, <strong>geleneksel</strong> yaklaşımda bir karakterdir. Babanın,<br />
<strong>geleneksel</strong> duruşu, ailenin geçiminin sağlandığı torna tezgahını hiçbir şekilde<br />
yenilemek ya da değiştirmek istememesi ile ortaya konmaktadır. Geleneksel duruşlu<br />
baba, oğlunun işi büyütmek, <strong>modern</strong> yöntemler kullanmak için yaptığı her türlü<br />
öneriye de kapalıdır. Burada da baba-oğul, <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> ikiliği olarak<br />
sunulmuştur. En Son Babalar Duyar’ da ise toplumsal yapımızda varolan ama çok<br />
dile getirilmeyen bir durum ortaya çıkmaktadır: Baba otoritesinin zayıflaması.<br />
Başrollerini Ayşegük Atik (Şükran Yalçın), Ali Erkazan (Mehmet), Arzu Balkan<br />
(İpek), Ali Sunal (Mustafa), Levent Ülgen (Kadir) ve Hatice Aslan’ın (Hülya)<br />
oynadıkları dizi, farklı çatışmalardan beslenmektedir. Çatışma, çoğu zaman tutumlu,<br />
dürüst, çalışkan, tipik orta sınıf baba ile üç kağıtçı, kısa yoldan para kazanma<br />
derdinde olan, tembel damat arasında yaşansa da, gelenekçi baba ile yenilikçi oğul,<br />
fırıldak damat ile saf-iyi niyetli eş arasında da görülmektedir. Dizide ayrıca<br />
ekonomik durumu parlak ancak bunu görgüsüzce her fırsatta ortaya koyan<br />
komşularla da varlık-yokluk, görgülü-görgüsüz çatışması yaratılmıştır. Dikkate değer<br />
bir başka unsur da değişen dünyaya ve onun dayattıklarına direnen babanın, kızları<br />
ve çocuklarıyla arasında bir denge kurmaya çalışan eşine karşısındaki konumudur.<br />
Televizyonun kurmaca dünyasında 30 yıl önce “ideal baba” olabilecek bir karakter,<br />
2000’li yıllarda “huysuz-geri kalmış” ihtiyar olarak algılanabilmektedir. Kısaca, En<br />
59
Son Babalar Duyar, 2000’lerden sonra yükselen değerler, gençlerin yaşadıkları iç<br />
çatışmalar, varlık-yokluk dengeleri vb. konularda günümüz sorunlarına değinen bir<br />
dizidir diyebiliriz.<br />
Benzer şekilde <strong>geleneksel</strong> baba figürünün <strong>modern</strong> aile üyeleriyle çatıştığı<br />
2002 yapımı Çocuklar Duymasın, durum komedileri arasında, çocuk kavramı<br />
üzerinde durması açısından diğer dizilerden ayrılmaktadır. Başrollerini Tamer<br />
Karadağlı (Haluk), Pınar Altuğ (Meltem), Furkan Kızılay (Havuç Emre), Ayşecan<br />
Tatari’nin (Duygu) paylaştığı dizi, günümüz aile yapıları ve bakış açılarını tüm<br />
açıklığı ile sergilemektedir. Dizi; aralarındaki büyük aşka rağmen sürekli tartışan ve<br />
bu tartışmaları çocuklarından gizlemeye çalışan bir karı-kocanın sahte mutluluk<br />
oyununu anlatmaktadır. Dizide, Haluk, kentli görünümüne rağman feodal bir yapıya<br />
sahip koca, Meltem ise kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bir iş kadınıdır.<br />
Senaryosunu Birol Güven’in yazdığı, Raşit Çelikezer’in yönettiği dizide günümüz iş<br />
yaşamına dair ipuçları da yer almaktadır. Meltem karakteri ile çalışan anne figürü ön<br />
plana çıkmış, ailede çocuk bakımından yemek yapmaya kadar her konuda eşit iş<br />
bölümünden söz edilir olmuştur.<br />
Geleneksel-<strong>modern</strong> çatışmasını Çocuklar Duymasın’da da çok net bir<br />
biçimde görmek mümkündür. Dizide, <strong>modern</strong> hayatta geçerli terimlerin,<br />
toplumumuzun lakap takma özelliği ile birleşmesi sonucu “light erkek” ve “dominant<br />
teyze" tiplemeleri gibi yeni tip lakaplarla tanışmak, 2000’li yılların değerleri ile<br />
karşılaşmak mümkündür.<br />
2008 yapımı Canım Ailem’deki yeni aile tipi de eklenebilir. Canım Ailem’de<br />
anne-baba-çocuklardan oluşan tipik aile kavramı dışında, yeni aile anlayışı üzerinde<br />
60
durulmaktadır. İzleyici, kızkardeş, arkadaş, yeğen vb. akrabalık bağları ile oluşan iki<br />
farklı aile ile tanışmaktadır. Üç kız kardeşin yaşadığı evde büyük abla anne rolüne<br />
soyunmuşken, uzak denizlerden gelip ortada kalan yeğenlerine sahip çıkmak üzere<br />
yerleşik hayata geçen Samim, hem anne, hem baba rolünü üstlenmiştir.<br />
Farklı ve çok sayıda mekân <strong>kullanımı</strong>na (dış mekân <strong>kullanımı</strong>) bakıldığında,<br />
tipik bir durum komedisi olmayan Canım Ailem’de de; büyük şehirde birbirlerine<br />
tutunan, birbirlerinden güç alan insanları bir arada tutan bütünleştirici unsurun “aile”<br />
kavramı olduğunu söylemek mümkündür.<br />
Kendine özgü anlatım dili ve senaryosu ile sıra dışı bir durum komedisi de<br />
2009 yapımı Geniş Aile’dir. Geniş Aile’de evin yurtdışı görmüş, görece kibar<br />
sorumsuz ve serseri oğlu Cevahir (Ufuk Özkan), mahallenin kabadayısı karayağız,<br />
eğitimsiz, kaba Koyu Bilal (Fırat Tanış) ile karşı karşıya gelmektedir. Dizinin temel<br />
çatışması varsıl-yoksul, kentli-kırsal özellikler taşıyan iki farklı karakterin aynı kıza<br />
aşık olmasıdır. Geniş Aile’de üç kardeş, anne ve baba (Rasim Öztekin), Geniş<br />
Aile’nin dedesi (Halit Akçatepe), babaannesi (Tanju Tuncel) ahşap eski bir İstanbul<br />
evinde birlikte yaşamaktadır. Evin kızı Nazan’ın Mürsel (İlker Ayrık) ile<br />
nişanlanmasıyla aile giderek genişlemiştir. Son dönem durum komedilerine<br />
bakıldığında, olaylar her ne kadar aile üzerinden işlense de Geniş Aile’de kişilerin<br />
gerek tiplemeler ve gerek aile ile kurdukları bağlar açısından daha bireysel bir hava<br />
gözlemlemek mümkündür. Aile bir aradadır ancak ağırlıklı olarak bireysel tercihler<br />
ve eğilimlerin üzerinde durulmaktadır. Bu durumun günümüz ailelerindeki iletişim<br />
biçimini yansıttığını da söylemek mümkündür. Benzer bir bakış açısıyla Geniş<br />
Aile’deki “aile” kavramı da farklılaştırılmış bir ailedir. İlk aile komedilerinde<br />
toplumun <strong>geleneksel</strong> değer yargıları nedeniyle –büyük aileler, anneanne, büyükbaba-<br />
61
torunlar, anne-baba bir arada otururken, bugün benzer ailelerin ekonomik koşullar<br />
nedeniyle bir arada oturduğunu gözlemlemek mümkündür.<br />
2.2. Avrupa Yakası’nda Modern ve Geleneksel<br />
Avrupa Yakası, aynı adlı bir dergi etrafında yaşanan olayları anlatmaktadır.<br />
Avrupa Yakası <strong>geleneksel</strong> bir aile ve <strong>modern</strong> bir sevgili arasında kalan Aslı’yı ve<br />
onun çevresinde yaşanan olay ve kişileri konu almaktadır. Havalı Nişantaşı hayatına<br />
ait olmaya çalışan Aslı, çalıştığı moda dergisini ve yaptığı işi fazlasıyla<br />
önemsemektedir. Dizinin başında, Aslı tam bir “beyaz Türk” olan Cem’e aşık olmuş<br />
ve uzun bir süre onunla beraber olmanın hayalini kurmuştur. Bu ilişki önce evlilik,<br />
daha sonra boşanma ve son bölümde de yeniden evlilikle noktalanmıştır. İlişkinin<br />
iniş çıkışı, Aslı’nın <strong>modern</strong> bir erkek olan Cem ile kentli ancak <strong>geleneksel</strong> değerlere<br />
önem veren ailesi arasındaki denge kurma çabasının da bir yansıması olarak<br />
görülebilir.<br />
2004 yapımı olan ve altı sezon boyunca ekranda kalan dizide, Gazanfer<br />
Özcan, Hümeyra, Binnur Kaya, Ata Demirer, Rutkay Aziz, Peker Açıkalın ve Gülse<br />
Birsel gibi çok sayıda ünlü rol almıştır. Canlandırdığı renkli karakterden dolayı çok<br />
sayıda oyuncu da dizi ile ünlenmiştir. Dizinin popüler isimlerden 18 oluşan uzun bir<br />
de konuk oyuncu listesi bulunmaktadır. Oyuncuların popülerliği diziye olan ilginin<br />
artmasına da katkı sağlamıştır.<br />
Tezin bu bölümde araştırmanın kapsamı, çerçevesi ve türü üzerinde<br />
durulacak, araştırma sonuçları ve bu sonuçların yorumlarına yer verilecektir.<br />
Araştırmada eleştirel metin analizi yapılmıştır. 190 bölüm yayınlanan dizinin genel<br />
18 Bkz. Ek 5: Dizide Rol Alan Ünlüler ve Konuklar<br />
62
özelliklerinin açık bir şekilde görülebileceği ilk 5 bölümü ile değerlendirme<br />
açısından daha sağlıklı veriler elde edebileceğimiz son 25 bölüm olmak üzere,<br />
toplam 30 bölüm üzerinde çalışılmış, diğer bölümlerinden de genel izlemeler<br />
yapılmıştır. Ayrıca dizi karakterlerinin popülaritelerinin artması ile reklam ve yeni<br />
projelerde yer almaları gibi sonuçları değerlendirmek üzere gazete ve internet<br />
haberleri de gözden geçirilmiştir.<br />
Avrupa Yakası’nın zengin ve atipik karakterleriyle ön plana çıktığını<br />
söylemek mümkündür. Karakterler, farklı özellikleri, alışkanlıkları, farklı yaşam<br />
biçimleri ve tarzlarını da diziye taşımaktadır. David Chaney (1996), yaşam tarzı ve<br />
yaşam biçimi kavramlarının farklı anlamlar taşıdığını ifade ederken <strong>modern</strong> hayatta<br />
bu kavramların ne gibi karşılıkları olduğunu da açıklamaktadır. David Chaney’nin<br />
Yaşam Tarzları kitabındaki “yaşam tarzı” ve “yaşam biçimi” arasındaki farkı ortaya<br />
koyan görüşleri (1996), tez çalışmasında; kimlik kurguları ağırlık noktasında<br />
<strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> karşıtlığını tanımlamada yol gösterici olmuş, yeni orta sınıf<br />
üzerinden <strong>modern</strong>in tanımını kolaylaştırmıştır. Bu bağlamda karakterlerin özellikleri,<br />
konu ve karakter zenginliği, mekân seçimi, dizinin genel özellikleri (dekor, sahne<br />
düzenleme, kostüm vb.) noktalarında da detaylı inceleme yapılmıştır. Dizi,<br />
birbirinden farklı ve tipik özelliklere sahip karakterlerinin yanı sıra, “<strong>geleneksel</strong>” ve<br />
“<strong>modern</strong>” kavramlarına örnek olacak zengin olay-karakter zinciriyle çalışmaya<br />
sağlam bir zemin sunmuştur.<br />
Çalışmada benimsenen eleştirel metin analizi doğrultusunda dizideki <strong>modern</strong><br />
<strong>geleneksel</strong> karşıtlığı, karakterler, mekân, komşuluk, aile ve ikili ilişkiler, dil<br />
<strong>kullanımı</strong> ve alışkanlıklar üzerinden incelenmiştir. Karakterlerin genel özellikleri,<br />
63
konuşma biçimi, kıyafeti, ilişkileri, tüketim alışkanlıkları ve tercihleri bakımından<br />
ele alınmıştır.<br />
Kaynanalar’dan başlayarak uzun yıllar aile etrafında şekillenen yerli yapım<br />
durum komedileri, yakın zamanda arkadaşlık ve iş ilişkilerini de konu almaya<br />
başlamıştır. Ancak Avrupa Yakası, gerek ele aldığı konular gerek karakterler<br />
açısından diğer yerli yapımlardan ayrılmaktadır. Avrupa Yakası’nın “<strong>geleneksel</strong>”e<br />
önceki dizilere kıyasla daha mesafeli bir duruşu olduğunu söylemek mümkündür.<br />
Avrupa Yakası’nda, sık sık karşımıza çıkan İstanbulluluk vurgusu dizinin<br />
temel çatışma unsurlarından birini oluşturmaktadır. Makbule’nin ailesinin Burhan’ı<br />
beğenmemesi, Tevfik Kral’ın İstanbullu olmasa da ilk gençlik yıllarından itibaren<br />
İstanbul’da büyümesinin ve İstanbul terbiyesi almasının vurgulanması, “Nişantaşı<br />
Cumhuriyeti”nden sözedilirken kastedilenin gerçek İstanbulluluk olması bu durumun<br />
yansımalarıdır. Dizinin ikinci bölümündeki ünlü resim eleştirmeni Reha Saydam’ın<br />
“Nişantaşı Cumhuriyeti” dışına çıkmamış olması da bu konuya açık bir örnektir.<br />
Yaprak’ın Aslı’nın boş evindeki sergisine gelenlerin, Volkan, Tacettin ve Sertaç’ı<br />
futbol maçı seyrederken görmeleri ve bunu serginin bir parçası zannetmeleri de<br />
“İstanbullular” ve “İstanbul’a sonradan gelenler” arasındaki uçurumun da çarpıcı ve<br />
komik bir ifadesidir.<br />
Dizinin son sezonunda karşılaştığımız Şahika karakterinin lahmacun sevgisi,<br />
Keyder’in eski bir İstanbullu’dan aktardığı -“lahmacun yiyenler memleketi olduk”-<br />
yorumuna denk düşmektedir. Dizide, Koçarslanlı ailesi -Osman ve Dilber Hala’yı da<br />
içine alarak- Anadolulu zengin bir ailedir ve Türkiye’nin ondördüncü zenginidir. Son<br />
zamanlarda İstanbul’da ciddi yatırımlar yapmış ve işleri daha da büyütmüştür.<br />
64
İstanbul, Anadolulular tarafından fethedilmiştir. Bu ailenin varislerinden olan Şahika<br />
Koçarslanlı zenginliğin verdiği gücün etkisiyle kaba ve rahat davranışlar<br />
sergilemekte ve bunu abartılı bir şekilde yapmaktadır.<br />
Modern ve <strong>geleneksel</strong> kavramları Avrupa Yakası’nda, Avrupa Yakası adlı bir<br />
dergi üzerinden anlatılmakta ve gerek dergi çalışanları, gerekse çalışanların yakın<br />
çevreleri üzerinden karşı karşıya getirilmektedir. Bu noktada öncelikle “<strong>modern</strong>”<br />
hayatın vitrini olan dergi anlayışının kökenlerine inmek gerekmektedir.<br />
İkinci Dünya Savaşı sonrasında ilk örneklerinin Amerika’da görüldüğü ve<br />
oradan dünyaya yayılan Life gibi dergiler, ilerleyen yıllarda orta sınıf hayat tarzı<br />
oluşturmada belirleyici olmuşlardır. Bir yandan film yıldızlarının ve ünlü insanların<br />
hayatlarının model olarak gösterildiği, bir yandan kadının ev merkezli tanımlandığı,<br />
tutumlu olmanın kutsandığı “hayat tarzı” dergileri, 70’li yılların sonuna kadar orta<br />
sınıfların takip ettiği süreli yayınlar olmuştur. Bu yayıncılık anlayışının Türkiye’deki<br />
örneği ise, Hayat, Ses dergileridir.<br />
1985 yılında yayına başlayan Sabah gazetesi hedef kitlesini “yeni orta sınıf”<br />
olarak belirlemiştir. Yeni orta sınıfı daha başarıyla yakalayacak olan gazeteler ise<br />
sonraki yıllarda yayınlanan Yeniyüzyıl ve Radikal gazeteleridir. Sabah gazetesi ilk<br />
çıktığında yeni dönemin yeni vitrinin özlemlerini, yaşam tarzını, stratejilerini çizme<br />
yönünden bir ilk olmuştur. Yeni dönemin yükselen yeni değerleri ise lüks araba<br />
sahibi olmak, yurt dışına seyahate gitmek gibi bir zamanlar sadece çok varlıklı bir<br />
kesimin tekelinde olan ama seksenli yıllarda orta sınıfın da erişmeye çalıştığı bir<br />
yaşam tarzıdır. “Bir lokma, bir hırka yeter” felsefesi anlamını yitirmiş, yetinmemek<br />
yeni yükselen değer haline gelmiştir. Teknolojiye yakınlık, kozmopolitlik, ince<br />
65
eğeni “kentlilik” vurgularıdır ve bu vurguların gazete sayfasına taşınması artık bir<br />
gerekliliktir. “Gusto Style” hazırlamak, hedef kitlesini “yeni orta sınıf” olarak<br />
belirleyen, yükselen değerlerin -tüketim, bireycilik, kentlilik- kutsandığı bir anlayışla<br />
yayın yapan Sabah gazetesinin işi olmuştur.<br />
Doksanların ortasında yayına başlayan Yeniyüzyıl ve Radikal gazetesi,<br />
üniversiteli, eğitimli, laik, liberal, entelektüel ve iyi yaşamayı seven, yüksek gelirli,<br />
kendilerini <strong>geleneksel</strong> orta sınıflardan farklılaştırma hevesi olan profesyonel bir<br />
kesimi hedeflemiştir. Yeni orta sınıfın en otantik gazetesi sayabileceğimiz Radikal’<br />
in en dikkate değer yönü kent vurgusu olmuştur. Özellikle hafta sonu eklerinde<br />
yoğunlaşan bu vurgu, kentin bazı “soylulaştırılmış” bölgelerini “yeme-içme ve<br />
eğlence cennetleri” olarak tanıtmıştır.<br />
Yeni orta sınıfın kültürel yüzeyinin “üretilmesi” ve “yeniden üretilmesi” de<br />
doksanlı yıllarda somutlaşan yeni gazeteci kimliği ile beslenecektir. Geçmişin<br />
politik, misyon sahibi ve mütevazi köşe yazarı, yerini, hazcı, apolitik, alaycı, iyi<br />
yemekten, iyi mekândan anlayan, özel hayatını okuyucuları ile paylaşan, seçkinciliği<br />
vurgulayan yeni pazar tipine bırakmıştır. Yaşanan bu köklü değişimde “gazeteci-<br />
patron”ların yerini “sermaye sahibi gazeteci olmayan gazete patronları”nın almış<br />
olmasının da etkisi büyük olmuştur (Şimşek, 2005: 75-76).<br />
90’lı yıllarda dergi okuru olarak, <strong>geleneksel</strong> orta sınıf yerini, yeni orta sınıfa<br />
bırakmıştır. Kentli olmayı önemseyen, markalara ve iyi yaşamaya, yemeye içmeye<br />
düşkün, cinselliği “dobra dobra” konuşan ve yaşamaya çalışan, iyi kazanma planları<br />
olan “genç profesyonelleri” hedefleyen ve kendilerini “<strong>geleneksel</strong> orta sınıflardan”<br />
66
ironik bir dışlayıcılıkla ayırmayı sürekli vurgulayan bu dergiler, 90’lı yılların kültürel<br />
yüzeyinin “göze batan” unsurları olacaktır.<br />
Bu dergilerden Erkekçe ile Aktüel arasındaki temel fark “şehir” yaşantısı<br />
olmuştur. 90’lara gelindiğinde yeni “şehir” yeni orta sınıfa göre değişmeye başlamış,<br />
yine aynı dönemde İstiklal Caddesi İstanbul burjuvazisinin “küresel kent” hayaliyle<br />
el ele, trafikten ve yoksullardan “arınıp” New Yorker bir atmosfere kavuşmaya<br />
başlamıştır. Yeni orta sınıfın “itirafçılığı” ve samimiyeti <strong>geleneksel</strong> orta sınıfın<br />
“saklayıcılığından” çok farklı bir kültürel yüzeydir (Şimşek, 2005: 60).<br />
Avrupa Yakası, kentli kadının dergisidir. Aslı’nın tanımlamasıyla “rafine” bir<br />
dergidir ve moda, sanat, müzik, kent yaşamı gibi konuları ele alır. “30 soruda doğru<br />
erkeği bulun” vb. testler ve fazla popülist isimler dergide yer alamaz. Derginin bir<br />
çizgisi ve bu çizgiyi takip eden bir hedef kitlesi vardır. Avrupa Yakası, yeni orta<br />
sınıfın geçerli değerlerinin, Gusto Style’ın bir yansımasıdır.<br />
Avrupa Yakası, çizgi üstü bir yaşam tarzını, yeni orta sınıfın ilgi alanlarını ve<br />
özellikle ekonomik özgürlüğü olan kentli kadının seçimlerini ele almaktadır. Dergi<br />
çalışanlarının da dergi içeriğine dönük bir yaşam tarzına özenmeleri ve<br />
özendirilmeleri de dizinin sürükleyici unsurlarından biri olmuştur. Avrupa Yakası<br />
tüketim kültürünü besleyen kaynaklardan biri olarak medya ve medya ilişkilerine ve<br />
yeni orta sınıf davranış-düşünce biçimine dair ipuçları da vermektedir. Bu noktada<br />
dergi sahipliği ve dergide çalışan profiller üzerinden de bazı mesajların verildiğini<br />
görmek mümkündür.<br />
Avrupa Yakası dergisinin sahibi -yer yer hisse satışı olsa da- dizi boyunca<br />
Saadettin Bey’dir. Derginin editörü Fatoş ve başyazarı Aslı’dır. Cem dergide genel<br />
67
müdür, Burhan Altıntop ise idare müdürüdür. Önce Şeyhsuvar, sonra Tanrıverdi<br />
derginin taşradan gelip şehirde kendini geliştirmeye çalışan akıllı ve gözüaçık<br />
ofisboy’larıdır. Saadettin Bey’in derginin sahibi olarak, dergi için çok önemli ve<br />
hayati bir kararı -hedef kitle üzerinde değişiklik kararını- derginin üst düzey<br />
çalışanları ile paylaşmadan alması da medyada yaşanan benzer sorunlara bir<br />
göndermedir. Hedef kitlesi kadınlar olan dergi, Sadettin Bey’in kendi kendine aldığı<br />
bir kararla erkek-kadın hedef kitleye dönüşmüştür. Saadettin Bey, derginin erkekler<br />
tarafından da satın alınmasını istediğini ve içeriklerinin de buna göre hazırlanması<br />
gerektiği yönündeki tercihini ortaya koyarken kapağa da Gizem Deniz’i koyma<br />
önerisini getirmiştir. Derginin kapak resminde seksi model Gizem Deniz’in fotoğrafı<br />
Aslı, Yaprak ve Fatoş için utanç sebebi iken Şehysuvar için dergiyi satın alma<br />
nedenidir. Burada <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> ya da kentli-taşralı yaklaşımının yanı sıra<br />
kadın-erkek bakış açısı da kendini göstermektedir. Saadettin Bey de tipik erkek<br />
bakışı ile konunun satacağını düşünmüş ve kapakta özellikle Gizem Deniz resminin<br />
olmasını istemiştir.<br />
Birinci sezonda Saadettin Bey’in kızı Selin’in -Türkçe problemlerine rağmen-<br />
köşe yazarı olma hevesi, emektar bir çalışan olan Aslı’nın senelerce hayalini kurduğu<br />
odaya Selin’in kolayca gelip oturması, son sezonda Şahika karakterinin “paramla<br />
döverim sizi beee” diyerek bağırması, derginin orta yerinde lahmacun yemesi, ağzı<br />
dolu dolu konuşması ve aşırı özgüvenli hali medyada yaşanan benzer örneklerin<br />
farklı yüzlerdeki ifadesidir. Derginin el değiştirmesi de, Türkiye’deki ekonomi<br />
dinamiklerinin bir göstergesidir. Dikkatle okunduğunda tüm bu durumlar, kültür<br />
düzeyi yansımaları ve ekonomik gerekçelendirmeleri ile gerçek bir Türkiye<br />
yansımasıdır.<br />
68
Elinden piposu hiç düşmeyen Saadettin Bey, tüm zamanların patronudur.<br />
Dergiye giriş ve çıkışlarda daktilo hareketi yaparak “çalışın çalışın” klişesi ile diziye<br />
damgasını vurmuştur. Sadettin Bey, derginin içeriğine müdahale eden, talepte<br />
bulunan tek sahip olmakla birlikte dergi için alınması gereken kritik kararları da alan<br />
tek kişidir.<br />
Dizinin birinci sezonundan sonuna kadar Avrupa Yakası’nın sahibi olan<br />
Saadettin Bey’in aldığı kritik kararlardan bir tanesi de, derginin bir bölüm hissesini<br />
satmak olmuştur. Dergi hisseleri farklı dönemlerde farklı kişilere satılmıştır. Diğer<br />
patronlar dergiye sadece sohbet için gelip giderken, Saadettin elinde piposuyla sık<br />
sık gelip derginin her sorunuyla ilgilenmekte ve genellikle kendi lehine kararlar<br />
almaktadır. Sosyete sayfalarından dergi patronluğuna soyunan Kubilay Peynircioğlu<br />
ise genç kuşak patronların temsilcisidir. Dizide “Playboy Kubi” olarak da bilinen<br />
Kubilay, kendine has bir dil kullanarak dikkatleri çekmiştir. Kendini, “seni ağlarken<br />
gördüm” yerine “çok ağlar gördüm seni” gibi cümlelerle ifade etmektdir. İstanbul’un<br />
zengin ailelerinden birinin oğlu olan Kubilay’ın, jet sosyete dergilerinde resimleri<br />
yayınlanmaktadır. Sadettin Bey’in kızı Selin ile dizinin başında kısa bir beraberliği<br />
olmuş, bunu Yaprak’la uzun süreli bir ilişki takip etmiştir. Kubilay Peynircioğlu,<br />
dergiye sık sık gelip gitmesine rağmen içeriğine karışmamıştır.<br />
Kendi ifadesiyle moda ikonası Şahika Koçarslanlı; herşeyi parasıyla satın<br />
alabileceğini düşünen ve bunu sık sık vurgulayan biridir. Şahika, İstanbul’un en<br />
zengin ailelerinden birinin kızı ve tam bir sonradan görmedir. Tipik hareketleri ve<br />
sözleri vardır. Türkçe’yi Şahika da Kubilay gibi kendine has bir şekilde<br />
kullanmaktadır. “Bebişim”, “takiple beni”, “paramla döverim”, “gerizekâlının<br />
başkanı” “salon kadını çizgimden çıktım ha!” gibi argo kelime ve deyimler, gelip<br />
69
giden agresif haller ve tavırlar sergilemektedir. Tüm bu özellikleri yanında özünde<br />
iyi, duygulu biridir. Şahika da, Bülent Bey gibi dergiye vakit geçirmek için gelip<br />
giden biridir. Dergi ekibinin patronu değil, daha çok arkadaşı gibidir ancak hoşnut<br />
olmadığı bir durum ortaya çıktığında “patron” olduğunu hatırlatmaktan geri<br />
kalmamaktadır.<br />
Gerçek bir salon adamı ve diplomat erken emeklisi Bülent Onaran, gerek<br />
kendi gerek babasının mesleğinden dolayı dünyanın her yerini gezip görmüş çapkın<br />
bir beyefendidir. İtalya’daki zengin dayısından kalan 2 milyon doları nasıl<br />
değerlendireceğini bilemediği bir sırada dergiye ortak olmuştur. Dergi, Bülent<br />
Onaran için bir sohbet ortamı, “güzel kadınlarla” muhabbet edebileceği eğlenceli bir<br />
mekândır. Bülent Onaran, ciddi hiçbir konuyla ilgilenmez. Gezilecek şık mekânlar,<br />
güzel kadınlar, farklı lezzetler ve şarap en çok ilgilendiği konulardır.<br />
Bülent Onaran, dizide, farklı ülkelerin mutfak ve kültürleri hakkındaki<br />
bilgileri, kendine olan özeni ve zevkleri ile İstanbulluluk vurgusu taşımaktadır.<br />
2.3 Karşıtlıkların Kurulma Biçimleri<br />
Avrupa Yakası, karşıtlıklar bakımından bizi yeni kavramlar ve durumlarla<br />
tanıştırmaktadır. Dizide, eski-yeni, moda-demode, görgülü-görgüsüz, kültürlü-<br />
kültürsüz, entelektüel-sığ, ya da soylu-köylü, şehirli-taşralı, paralı-parasız, ünlü-<br />
ünsüz, yetenekli-yeteneksiz, evcil-özgür, işkadını-evkadını, evli-bekar, iş sahibi-işsiz<br />
ve akıllı-akılsız gibi birbirinden farklı ve zengin bir yelpazede birçok karşıtlık bir<br />
araya getirilmiştir. Bu karşıtlıklar arasında taşralı-kentli, eğitimli-eğitimsiz, bakımlı-<br />
bakımsız, yetenekli-yeteneksiz, kültürlü-kültürsüz gibi karşıtlar görülen en belirgin<br />
olanlarıdır. Bunun yanı sıra Batılı-Doğulu ya da denk düşen tam ifadesi ile <strong>modern</strong>-<br />
70
<strong>geleneksel</strong> karşıtlığı ele alınmıştır. Ancak burada <strong>modern</strong>-<strong>geleneksel</strong> kavramları aile<br />
ilişkileri, komşuluk ilişkileri, sorun çözme yaklaşımları, mekân <strong>kullanımı</strong>, dil<br />
<strong>kullanımı</strong> ve tüketim alışkanlıkları gibi temel bazı başlıklar altında incelenmiştir.<br />
2.3.1 Aile İlişkileri<br />
“Aile” kavramı durum komedilerinin en önemli kavramıdır. Tüm olaylar aile<br />
etrafında düğümlenmekte ve çözülmektedir. Avrupa Yakası’nda kavram olarak ön<br />
planda olmamasına rağmen farklı farklı özelliklere sahip çeşitli ailelerle de<br />
tanışmaktayız. Avrupa Yakası, tipik bir durum komedisi olmamasının yanı sıra, aile<br />
kavramının işlenişi açısından da tipik durum komedilerinden farklılıklar<br />
göstermektedir. Dizinin ideal ailesi Sütçüoğlu ailesidir. Koçarslanlı ailesi<br />
topraksoylu, <strong>geleneksel</strong> bir ailedir. Aksoy ailesi, tipik kapıcı ailesi iken, Onaranlar<br />
her biri ayrı bir birey olarak hareket eden birbirinden bağımsız üç kişilik bireyler<br />
topluluğudur ve tipik anlamda aile özellikleri taşımazlar. Fazlasıyla bir Avrupalılık<br />
vurgusu vardır ancak bu vurgu daha çok Onaranların yurtdışındaki yaşam<br />
deneyimlerinden kaynaklanmaktadır.<br />
Sütçüoğlu Ailesi: 1944’ten beri sütlü muhallebi ile geçinen eski ve köklü bir ailedir.<br />
Baba Tahsin Bey, anne İffet Hanım, dizinin en görmüş geçirmiş, en sıcak iki<br />
karakteridir. Alışkanlıklarına ve tercihlerine bakıldığında üst-orta sınıf bir aile ile<br />
karşı karşıya kalmaktayız. Tahsin Bey dizinin birinci bölümün de “en sevdiğim şey,<br />
nizam, intizam” derken binanın dış görünüşünün tek tip olması için tüm dairelere<br />
aynı model saksı almış ve hepsinin kırmızı çiçek ekmesini planlamış, bunu da bir<br />
yazı ile apartmana bildirmiştir. Tahsin Bey’in binanın dışı için planladığı bu durum<br />
onun daha çok evin dışı ile ilgilendiğini, evin düzenini sağladığını vurgulamaktadır.<br />
71
Benzer şekilde kahvaltı masasındaki reçel yeme usulünü kontrol etmeye çalışan İffet<br />
Hanım’ın da aynı nizam ve intizamı evin içinde sağlamaya çalıştığını görürüz.<br />
Geleneksel Türk tipi orta sınıf aile özelliği sergileyen Sütçüoğlu ailesi, bir yandan da<br />
varlıklı, köklü ve görgülü bir aile kimliğini taşımaktadır.<br />
Sütçüoğlu Ailesi’ni Türkiye’ye benzetmek mümkündür. Hem Doğulu, hem Batılı,<br />
hem <strong>geleneksel</strong> hem <strong>modern</strong>, hem varlıklı hem değil, hem tutucu hem değil yani tam<br />
bir sentezdir. Bu sentezin açık sonucunu ailenin çocukları olan ve dizinin baş<br />
karakterlerinden Volkan Sütçüoğlu’nun “<strong>geleneksel</strong>” ve kızkardeşi Aslı<br />
Sütçüoğlu’nun da “<strong>modern</strong>” olması yansıtmaktadır.<br />
Koçarslanlı Ailesi: Köken itibari ile Adanalı olan Koçarslanlı ailesi, İstanbul’un en<br />
zengin aileleri arasındadır. Dizide sık sık Osman Koçarslanlı’nın karanlık işler<br />
yaptığı ima edilmektedir. Şahika Koçarslanlı da kendini “moda ikonası” ilan<br />
etmektedir. Şahika’nın kafası atınca “paramla döverim sizi” klişesi dizide “sonradan<br />
görme”liğin açık bir ifadesi olmuştur. Dilber Koçarslanlı ise diziye sonradan girmiş<br />
ancak yerel ağzı ve <strong>geleneksel</strong> tavırları ile kısa sürede izleyici tarafından sevilmiştir.<br />
Avrupa Yakası’nın birinci sezon izleyici kitlesi ile son sezon izleyici kitlesi arasında<br />
Dilber Hala ve benzeri yerel kahramanlar nedeniyle farklılıklar gözlendiğini de<br />
söylemek mümkündür.<br />
Onaran Ailesi: Sedef, Bülent ve Cem’den oluşmaktadır. Onaran ailesi, sıradışı ve<br />
herkesin kendi hayatını, kendi tercihlerini yaşadığı üç kişilik birlikteliktir. Dizide<br />
Onaranlara dair herhangi bir aile vurgusu, aile birlikteliği görülmez. Onaranlar, aile<br />
olmaları gereken zamanda bile, aile özelliği gösterememekte ve sanki zorunlu<br />
72
şartların bir araya getirdiği kişiler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bülent ve Sedef,<br />
yurtdışı deneyimleri ile Avrupai bir çift olmuşlardır.<br />
Aksoy Ailesi: En büyük akşam eğlencelerinin “televizyon karşısında çekirdek<br />
yemek” olduğu Aksoy ailesi, benzer ailelerin yaşadığı sıkıntıları dile getiren gerçekçi<br />
bir kapıcı ailesidir. Aksoy ailesi, büyük şehirde çok sınırlı imkânlarla tutunmaya<br />
çalışan fakir bir ailedir. Sabit Aksoy, her fırsatı değerlendirmeye çalışan tipik tutucu<br />
bir babadır. Annenin hiçbir etkisi yoktur ve anne, dizide de evde olduğu gibi fazlaca<br />
varlık gösteremez. Nilay ve Hacer Aksoy’un erkek arkadaşları ile yaşadığı<br />
ilişkilerdeki sıkıntılar, aile baskısı, dönem dönem ailesinden utanmaları da aldıkları<br />
kültürün yansımalarıdır.<br />
2.3.2 Komşuluk İlişkileri<br />
Avrupa Yakası’ında komşuluk ilişkileri geri planda kalmıştır. Dizi komşuluk<br />
ilişkilerine çok az yer vermesi ile de benzerlerinden ayrılmaktadır. Dizide yok<br />
denecek kadar az görülen komşuluk ilişkilerinin de tarz değiştirdiği gözlenmiştir.<br />
Komşuluk, ailecek oturmaya gitme, birbirine yardım etme şeklinden çıkmış, arkadaş<br />
ziyareti ya da ayaküstü uğrama şekline dönüşmüştür. Selin’in sık sık Volkan’a<br />
gelmesi, Makbule’nin kendini beğendirmek için sürekli pasta, börek, zeytinyağlı vb.<br />
yiyecekler yaparak Burhan’ın kapısını çalması, Dilber Hala’nın Tahsin Bey’e ilgi<br />
duymasından dolayı her fırsatta kendini Sütçüoğlu evine atması komşuluk<br />
ilişkilerindeki bu değişimin basit göstergeleri olmuştur.<br />
2.3.3 Sorun Çözme Yaklaşımları<br />
Avrupa Yakası’nda karakterlerin sorunlar karşısında takındıkları tavır ve<br />
tercih ettikleri çözüm yolları da bir kimlik vurgusu yaratmaktadır. Bu noktada daha<br />
73
çok yaşam tarzını, eğitim-kültür düzeyini yansıtan ve bakış açısı ortaya koyan bir<br />
karşıtlıklar zinciri ile karşılaşmaktayız. Bu karşıtlıklar zinciri “Taşralı-İstanbullu”<br />
tanımları etrafında toplanmıştır. 188. bölüm’deki Dilber Hala -Tevfik Kral arasındaki<br />
yöneticilik yarışı bu karşıtlığı belirgin bir biçimde ortaya koymaktadır.<br />
Yöneticilik için aday olan Dilber Hanım, Meryem ile birlikte apartman<br />
sakinlerini dolaşıp Adana’nın isotu, bulguru, şalgam suyu ve meşhur rakı vb. erzak<br />
dağıtmakta, dağıtırken de oy istemektedir. Bu sırada fonda “büyüksün sen Dilber<br />
Hala, yöneticisin sen Dilber Hala” seçim şarkısı duyulmaktadır. Dilber Hala,<br />
belediyeden izin alınarak yapılması gereken balkon kapatma durumunu, serbest ve<br />
keyfi bir durum olarak algılamakta ve bunu da “herkes balkonunu kapatabilecek<br />
gadasını aldığım, apartmana özgürlük gelecek” cümleleriyle ortaya koymaktadır.<br />
Yine kendi parası ile yaptırdığı asansör için kullanım önceliği beklemekte ve<br />
polemiğe girildiği ilk anda “parasını ben verdim” diyerek böbürlenmektedir.<br />
Dilber Hala’nın apartman üzerinden “şehirleşme ve mimari doku”<br />
konusundaki yerel duruşu karşısında, Tevfik Kral’ın ve Tahsin Sütçüoğlu’nun<br />
“nizam, düzen” vurgularıyla dikkatlerimizi çeken şehirli duruşu vardır.<br />
Kentlilik vurgusu -daha önce de belirtildiği üzere- dizinin en temel<br />
vurgularından biridir. Bu vurgu, Türkiye’nin özellikle köyden kente göç ile başlayan<br />
sosyal değişimlerinden sonra daha fazla önem kazanmıştır. Göçün etkisiyle, Türkiye,<br />
yeni bir durum, yeni bir sınıf ve yeni bir yaşam tarzı ile tanışmıştır. Göçün yarattığı<br />
sosyal hareketlilik ne köylü, ne kentli “arada” ve “sıkışmış” bir bir toplum<br />
yaratmıştır. Düşünce yapısı, dünyayı algılayışı, kıyafeti ve alışkanlıkları ile köylü<br />
ama köyden uzak, yaşadığı yer, zorunluluklar ve tutunmak zorunda olduğu yaşam<br />
74
alanı kent ama kentin içine girememiş “arada” bir sınıf yaratılmıştır. Dizide bu sınıfı<br />
Aksoy ailesi temsil etse de, soyluluk özentileri ile Burhan, varlıklı ama şehir<br />
kültüründen uzak haliyle Dilber Hala, kıt kanaat geçinen ve çocuklarını<br />
imkânsızlıklar içinde büyütmeye çalışan İzzet, yetiştiği kültür ve aksanıyla<br />
Tanrıverdi, dünyaya bakışı ve Karadeniz’in tüm yerelliğini taşıyan Dursun da bu<br />
sınıfın birer temsilcileri olmuştur.<br />
Tevfik Kral ise “apartmanı gecekondu yapacak”, “seçim rüşveti vermiyoruz<br />
biz” “bahçemizi bir kafeye verecek giren çıkan belli olmaz artık” diyerek rakibini<br />
eleştirmektedir. Şehirlilik-taşralılık vurgusu sorun çözme yaklaşımlarında da kendini<br />
göstermektedir.<br />
2.3.4 Kadınlık-Erkeklik Konumları<br />
Dizinin genelinde kadın erkek ilişkileri <strong>modern</strong>-<strong>geleneksel</strong> şeklinde ayrılmaktadır.<br />
Kadın-erkek ilişkileri dizinin önemli bir ağırlığını oluşturmaktadır.<br />
Aslı-Cem: Cem, Aslı’nın hayal ettiği bir erkek tipidir. Yurtdışında eğitim almış,<br />
ekonomik durumu yerinde, yakışıklı-bakımlı ve nazik bir adamdır. Aslı Cem’e ilk<br />
görüşte aşık olmuş ancak sonra inatlaşılmıştır. Evliliğe kadar giden ilişkide her şey<br />
rutine binince ayrılmışlardır. Arada Osman ile beraber olan Aslı, bu ilişki bitince<br />
tekrar Cem’e dönmüştür. Aslı ve Cem’in dünyaları ortaktır. Aynı dili<br />
konuşmaktadırlar.<br />
Geleneksel-<strong>modern</strong> çatışmasının cinsel kimlik rolleri başta olmak<br />
üzere toplumsal rollerle bağlantılı farklı bir tezahürü de Aslı-<br />
Cem’in ilişkisidir. Evlilik ya da (üstü örtük biçimde de olsa)<br />
cinsellik söz konusu olduğunda Aslı Cem’e göre hep daha<br />
<strong>geleneksel</strong> tarafı temsil eder; ancak “namus” söz konusu olduğunda<br />
<strong>geleneksel</strong> tepkiler gösteren kişi Cem’dir (Çelenk, Z., 2007: 87) .<br />
75
Aslı-Osman: Dizide Volkan’ın deyimiyle “çakma Polat Alemdar”, “Sicilyalı” gibi<br />
lakapları olan Osman tam bir maço’dur. Zengin, güçlü ama <strong>geleneksel</strong> tarzı olan bir<br />
adamdır. Aslı’yı yönetmeye ve yönlendirmeye çalışmaktadır. Farklı hayat görüşleri<br />
yüzünden sık sık tartışmaktadırlar. Osman Aslı’nın çevresi ile olan ilişkilerine,<br />
kıyafetine müdahale etmektedir. Geleneksel beklentileri olsa da Aslı’nın durumunun<br />
farkındadır ve kendince anlayışla karşılamaktadır (Osman’ın ifadesiyle: […] bi yere<br />
kadar!).<br />
Aslı’nın Cem ile olan ilişkisi, Osman ile olan ilişkisinden farklıdır. Aslı<br />
baskın ve otoriter bir karakter sergilese de Cem ile kurduğu eşit düzeydeki ilişkiyi<br />
Osman’la kuramamaktadır. Cem, Aslı’nın hayalindeki erkektir, Osman ise çevrenin<br />
zoru ve “deneyelim” düşüncesiyle kabul ettiği biridir. Ancak Aslı tüm mücadele ve<br />
kavgasına rağmen Osman’la “racona ters” düşen hiçbir durumdan istediği sonucu<br />
alamaz.<br />
Aslı’nın Cem ile olan ilişkisinde ilişkiye sadece Aslı-Cem yön verirken,<br />
Aslı’nın Osman ile olan ilişkisine başta Dilber Hala olmak üzere aile bireyleri de<br />
karışmaktadır. Aynı durumu Osman ve Meryem ilişkisinde de gözlemlemek<br />
mümkündür. Yöresel ağzı, tipik hareketleri ve aksi tavırları ile dikkatleri çeken<br />
<strong>geleneksel</strong>, zengin görmüş geçirmiş bir kadın olan Dilber Hala, hiç evlenmemiştir ve<br />
yeğeni Osman için hayal ettiği, <strong>geleneksel</strong> tarzda bir gelindir. Amacına ulaşmak için<br />
türlü numaralar çevirmekten kaçınmayan Dilber Hala, <strong>modern</strong> bir iş kadını olan<br />
Aslı’yı hiç sevmemekte ve onu Osman’dan ayırmak için çeşitli oyunlar kurmaktadır.<br />
76
Geleneksel-<strong>modern</strong> ayrımı burada da açık bir biçimde kendini<br />
göstermektedir.<br />
Osman-Meryem: Meryem diziye girdiği andan itibaren halası Dilber Hanım’ın<br />
Osman’a düşündüğü ideal gelin adayıdır. Her fırsatta Meryem’in güzelliğinden,<br />
hanımlığından ve ne kadar mükemmel bir gelin adayı olduğundan sözedilmektedir.<br />
Meryem de önceleri Adana’da Osman’ın yolunu gözlerken sonra Dilber Hala’nın<br />
yanına yerleşmiş ve bir süre sonra da duygu sömürülerine başlamıştır. Plan<br />
işlemektedir. Hatta Aslı’ya kadın-erkek ilişkileri konusunda öğüt bile vermektedir:<br />
“Erkeğin atına silahına, içkisine, kumarına bir de hovardalığına<br />
karşılmaz derler. Biz büyüklerimizden öyle öğrendik. Yerinin ayrı<br />
olduğunu bilen kadın duyar, bilir ama unutur. Size de gelecekte eğer<br />
yaşarsanız ilişkilerinizde bunu tavsiye ederim”.<br />
Dizide sık sık Aslı-Meryem kıyaslaması yapılmaktadır. Dizinin son<br />
bölümünde Aslı’ya sinirlendiği bir anda aynı kıyaslamayı Osman da yapmaktadır:<br />
“Kafam anlaştı. Saygıda kusur etmiyor, geleneğe göreneğe bağlı. Ben de sıkıldım<br />
çok bilmişlerden”. Ancak Osman ve Meryem ilişkisinin hızlanmasındaki asıl sebep<br />
Meryem’in hamile oluşu ve Osman’ı oyuna getirmesidir. Dilber Hala’nın çabaları ve<br />
Meryem’in kurnazlıkları sonuç vermiştir. Osman’la Meryem yüzük takmıştır.<br />
İkili ilişkilerdeki <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> karşıtlığına en çarpıcı örnek; Dilber Hala<br />
ile Aslı’nın karşılaştıkları sahnedir. Sahnenin belli başlı diyaloglarında “dul bir<br />
kadının” hor görülmesi, görücü usulü ile evlilik, gelinlik etme, erkeğin egemen<br />
duruşu ve bölge halkının kadına bakışının yansıması ile karşı karşıya kalmaktayız.<br />
77
— Dilber Hala: Akıllı benim oğlum. […] Dul kadını alıp na’pacan?<br />
Koçarslanlı ailesine yakışıyor mu hiç? Kullan at oğlum, kullan at. Sana<br />
Meryem’i alaciiik ya!<br />
— Osman: Ya ben Meryem’e karşı bir şey hissetmiyorum ki!<br />
— Dilber Hala: Bir elleri var… Böyle hamur açmışsın gibi böyle boğuk<br />
boğuk. Her bir parnağına bir fındık oturtursun.<br />
İlk karşılaşmada, Dilber Hala, Aslı’yı görünce beğenmemiş ve elini öptürmeye<br />
çalışmıştır. Aslı’ya bakarak; “Pek de sıskaymış. Sıskalar da sinsi olur derler” diye<br />
kendi kendine konuşur. Yemek tercihleri de bu ayrımın bir göstergesidir: Dilber Hala<br />
köfte yerken Aslı “teşekkür ederim kahvem var” demektedir. Geleneksel karakter<br />
“köfte” yi tercih ederken, “<strong>modern</strong>” karakter kağıt bardak içinde yanında taşıdığı<br />
“kahve” yi tercih etmiştir.<br />
Dilber Hala Aslı’ya:<br />
— Bak kızım biz bunlara yüksük taktık, kızın anasına babasına söz verdik,<br />
derken Aslı’da:<br />
— Biz de yüzük taktık, dediğinde<br />
— Sen dulsun, karşılığını almıştır.<br />
Dilber Hala onca çabaya Osman’ı vazgeçiremeyince “Benim oğlum aptal, benim<br />
oğlum aptal. […] Koy koyun oğlum, boy boy boyun oğlum. El kızı almış yuları da<br />
takmış” demektedir.<br />
Makbule-Burhan: Burhan dizinin en değişken kimliğe sahip karakteridir. Arada<br />
kalmışlığın, sıkışmışlığın, kimliğini kaybetmişliğin sembolüdür. Özentileri olan,<br />
78
“mış gibi” 19 lerle yaşayan bir adamdır. Dergideki “idare müdürü” olma görevi<br />
neredeyse hayatının anlamıdır. Cimriliğine sürekli bir kılıf uydurarak yaşayan biridir.<br />
Zengin bir hayata özlem duymaktadır. Önceleri Makbule’den kaçan Burhan,<br />
Makbule’nin zengin olduğunu öğrenince parası için onunla evlenmeye razı<br />
olmaktadır.<br />
Makbule, biraz safça ama tipik bir ‘iyi aile kızı’ örneğidir. İyi bir aile terbiyesi almış,<br />
evine bağlı, ev işlerinde hünerli, eşine sadık, kendini eşine-evine adayan bir tiptir.<br />
Hizmet etmekten hoşlanmakta ve lezzetli yemekler, mezeler, kekler, börekler<br />
yapmaktadır. En büyük hayali evlenip yuva kurmak olan Makbule, günün birinde<br />
tesadüfen bir mutfak ürünleri programı sunmaya başladığında farkında olmadığı<br />
yetenekleri ile tanışır. Kimsenin ciddiye almadığı Makbule’nin -evdeki işlerin<br />
aksamasıyla- özellikle Burhan tarafından kıymeti anlaşılmıştır. Modern ve anlayışlı<br />
eş kılıfı ile dolaşan Burhan, sözde çalışma hayatına desteğini, gerçeklerle yüzyüze<br />
kalıp kendine bakamayınca gerçek yüzünü ortaya çıkarmıştır:<br />
— Gel lan buraya. Ben kariyer kadını falan istemiyorum. Bundan sonra evde<br />
oturacaksın, ütü yapacaksın, bana bakacaksın. Hiçbir yere gitmeyeceksin.<br />
Maçoyum, ayıyım ve hiçbir yere gitmiyorsun.<br />
Makbule de, Burhan’ın “evine dön”, “bana bak” çağrılarını “benim zaten en zevkli<br />
kariyerim sizsiniz Burhan Bey. Şimdi çeşit çeşit yemekler yaparım. Hep bu günü<br />
bekledim” diyerek büyük bir memnuniyet ve hasretle karşılamıştır. Makbule bu<br />
tutumu ile her ne kadar farklı yeteneklere sahipse de ev kadını olmayı seçmekte ve<br />
kendi içinde tutarlı bir davranış sergilemektedir.<br />
19 Burada “mış gibi” derken Avrupa Yakası dizisindeki Burhan karakterinin soylu olmadığı halde<br />
soyluymuş gibi, zengin olmadığı halde zenginmiş gibi “özenti” davranışlarılarını kasdediyorum.<br />
79
Fatoş-Tanrıverdi: Fatoş dizinin en seksi kadınıdır. Dekolte kıyafetleri ve bakımlı<br />
halleri bir yana, dizide sürekli ilişkileri ile gündemdedir. Masasındaki ayna ile<br />
neredeyse yapışık bir halde yaşamaktadır. Sürekli ilişkiler hakkında kafa<br />
yormaktadır. Neredeyse oğlu yaşında sevgilileri olan Fatoş, Tanrıverdi ile<br />
aralarındaki yaş ve kültür farkı nedeniyle sürekli tereddüt ve tedirginlik<br />
yaşamaktadır. Fatoş, <strong>modern</strong> değer yargıları olan bir İstanbul kadını, Tanrıverdi ise<br />
Anadolu’dan gelip kendini geliştirmeye çalışan, Anadolu Rock’la ilgilenen ve şiveli<br />
konuşan bir delikanlıdır. Çift, sık sık çatışma yaşamaktadır. Fatoş-Tanrıverdi<br />
ilişkisiyle tanımlanan bu çatışma aslında Anadoluluk-İstanbulluluk çatışmasıdır.<br />
İstanbulluluk, Fatoş karakterinde, yalnız yaşayan, kariyer sahibi, cinselliği serbestçe<br />
yaşayabilen, hayatın tadını çıkarmaya bakan, pahalı kıyafetler, lüks restoranlar,<br />
kişisel bakımın her türlü ayrıntılarına hâkim ve gereğini yapan varlıklı bir kadın<br />
olarak tanımlanmıştır.<br />
Fatoş’un kimliğinde temsil edilen bu yeni kadın tipinin izlerini yerli<br />
anlatılarda sürmek çok da mümkün değildir. Serbestliği, görmüş<br />
geçirmişliği ve cinsel cazibesi ile Fatoş, yer yer Türk sinemasının<br />
vamp kadınlarını anımsatsa da bu kadınların trajik kaderini<br />
paylaşmaz; olduğu kişi için özür dilemek ya da herhangi bir bedel<br />
ödemek zorunda değildir (Çelenk, Z., 2007, 88) .<br />
Tanrıverdi ise zekâsı, yeteneği ve çabası ile Anadolu’dan gelip İstanbul’da<br />
tutunmaya çalışan ve kent değerlerini büyük ölçüde benimseyen biridir. Fatoş’la<br />
ilişkisinde Fatoş’un bilgisi ve kültürü altında ezilmektedir. Fatoş ve Tanrıverdi<br />
ilişkisi dizinin tüm karşıtlıklar içinden fazla iniş çıkışların yaşandığı ve uyumun<br />
yakalandığı bir ilişkidir.<br />
80
Şahika-Volkan: Zengin ama kaba Şahika ile ünlü olma hayalleriyle yaşayan<br />
Volkan’ın aşkı, dizinin en tutkulu aşkıdır. Şahika’nın zenginliği altında ezilen<br />
Volkan, bir yandan bu zenginlikten hoşlanmakta bir yandan da bunu erkeklik<br />
gururuna yedirememektedir. Volkan’ın yazlığa gideceği açıklaması üzerine<br />
Şahika’nın “ben nerede kalacağım orda” demesi ve Volkan’ın “misafir odasında<br />
kalırsın” cevabı üzerine “olmadı ben tekneyle geliyim” yorumu, Volkan’ın Şahika’ya<br />
pahalı hediye alma kaygıları bu ilişkideki ekonomik dengesizlik vurgusunu ön plana<br />
çıkarmaktadır.<br />
Varlık-yokluk <strong>karşıtlığının</strong> açık bir biçimde yaşandığı bu ilişkide daha çok ekonomik<br />
dengesizlik üzerinde durulmuştur. Benzer bir sıkıntı Makbule-İzzet, Selin-Volkan,<br />
Kubilay-Yaprak ilişkisinde de görülmektedir.<br />
2. 3. 5 Mekân<br />
Avrupa Yakası’nda mekân <strong>kullanımı</strong> gelir düzeyi, yaşam tarzı, tercih ve<br />
geçmiş yaşamların bir göstergesi olarak kurgulanmıştır. Tanrıverdi’nin öğrenci evi,<br />
Burhan’ın dağınık odası, İfot’un her zaman temiz ve düzenli evi, Dilber Hala’nın<br />
şark köşesi en belirgin örneklerdir. Modern hayat sembolü olan havuzlu vila<br />
konusunun da benzer çerçevede yaşam biçimi ve ekonomik durum göstergesi olarak<br />
diziye taşındığını görmek mümkündür. Dizinin gerçek kentli karakteri olan Hariciye<br />
emeklisi Bülent Onaran’a, dayısından kalan 2 milyon doları değerlendirme<br />
noktasında, yine dizinin kentli, “beyaz atlı prensi” olan Cem’in aklına ilk gelen, lüks,<br />
havuzlu bir siteden kendine ve babasına iki adet villa satın almak olmuştur. Cem dizi<br />
boyunca hem evlerden hem de aklındaki ideal yaşam biçiminden sözetmektedir.<br />
81
Avrupa Yakası’nda mekânlar dizinin genel konseptiyle örtüşen ve temsil ettiği<br />
kültür-gelir düzeyini yansıtan mekânlar olarak seçilmiştir.<br />
Avrupa Yakası Ofisi: Dergi ofisi <strong>modern</strong>, minimalist, renkli ve şık bir ofistir. Açık<br />
ofis şeklinde düzenlenmiş bu şık ofiste çayocağı da <strong>modern</strong> bir formda açık ofisin<br />
içine yerleştirilmiştir. Ofiste statü göstergesi sayılan kapalı bir idareci odası vardır ki<br />
bu odanın sahibi zaman zaman değişmektedir. Odayı bir zaman genel müdür olarak<br />
Cem, bir zaman idare müdürü olarak Burhan kullanmıştır. Ofisteki toplantıların da<br />
genelde Aslı’nın ya da Fatoş’un masasının etrafında ve yarı oturarak yarı ayakta<br />
yapıldığı dikkati çekmektedir. Masalarda herkesin ilgi alanını sergileyen objeler<br />
görürüz ki en belirgin olanı Fatoş’un masasındaki aynadır.<br />
Sütçüoğlu Muhallebicisi: Dizinin tüm sezonlarında Sütçüoğlu Muhallebicisi Volkan<br />
ve arkadaşlarının uğrak yeridir. Muhallebici çoğunlukla dizinin ikinci sahnesinde<br />
karşımıza çıkmaktadır. İlk sezonlarda Volkan’ı bu muhallebicinin önünde Tacettin<br />
ve Sertaç’la ünlü olma planları kurarken son sezonlarda Sacit, Sertaç, İzzet ve<br />
Dursun’la yeni iş fikirleri, yeni iş planları üzerinde konuşurken görürüz. Volkan’ın<br />
ya da Sacit’in aşk acısı çektikleri dönemlerde yer yer bir meyhane havası da verilen<br />
muhallebici, sıcak bir sohbet ortamıdır. Tahsin Bey’in babadan kalma alışkanlık ve<br />
muhallebiye vanilya koymamak gibi prensiplerle ayakta kalan işletme, aynı zamanda<br />
Volkan’ın sürekli yeni lezzetler denediği bir fırsat yeridir.<br />
Sütçüoğlu Muhallebicisi, bir kente değer katan -özel lezzet ve özel mekânlar gibi-<br />
Nişantaşı’na değer katan özel bir mekândır. Bu anlamda Avrupa Yakası dergi ofisi<br />
“<strong>modern</strong> değerlerin” mekânı iken, Sütçüoğlu Muhallebicisi de “<strong>geleneksel</strong>” olanın<br />
sergilendiği bir mekândır.<br />
82
Sütçüoğlu Malikânesi: İffet Hanım’ın zevkine göre döşenmiş ev, bakımlı ve süslü<br />
bir evdir. Genel olarak dizinin ilk ve son sahnesi Sütçüoğlu malikânesinde<br />
geçmektedir. Sütçüoğlu malikânesi, olayların başladığı ve çözüldüğü mekân olarak<br />
karşımıza çıkmaktadır. Seramik tablolar, gümüş objeler bölünmüş salon ve küçük bir<br />
kitaplık belli bir oturmuş zevkin temsilcileridir. Dizinin ilk sezonunda İffet Hanım’ı<br />
sık sık temizlik yaparken, son sezonda ise Makbule’yi sofra kurarken ya da<br />
kaldırırken gördüğümüz bu mekân “evcil” vurgular içermektedir. Aslı ve Volkan da<br />
ya koltukta ya da sofrada görülmektedir. Baba Tahsin ise kendine ait baba<br />
koltuğundadır. Televizyon ise bir eğlence aracından çok “dünyadan haber alma”,<br />
“olup biteni öğrenme” aracı olarak işlev görmektedir.<br />
Dilber Hala’nın Evi: Genel yapısı Sütçüoğlu malikânesine benzese de, salondaki<br />
şark köşesi, ortamın bütün havasına bir yerellik katmıştır. Burada Dilber Hala’yı sık<br />
sık yeğeni Osman ile derteşirken ya da Meryem ile plan kurarken görmekteyiz.<br />
Aksoyların Kapıcı Dairesi: Türkiye’deki toplumsal dönüşümün, köyden kente<br />
göçün, kıt kanaat geçinmenin temel vugularından biridir “kapıcı dairesi” motifi. Bu<br />
motif Avrupa Yakası dizisinde de tüm klişeleri ile yerini almış, Gaffur tiplemesiyle<br />
de hit olmuştur.<br />
Aksoyların kapıcı dairesi iki gözlü tipik bir kapıcı dairesidir. Sedir, sedirin ortasında<br />
ayaklarını uzatmış oturan Hediye genel bir “kapıcı karısı” profili ile karşımıza<br />
çıkmaktadır. Dizinin ortalarında ise Gaffur’u çizgili pijamalarıyla dans ederken<br />
görmek Avrupa Yakası’na damga vuran sahne ve mekânlar arasında yerini almıştır.<br />
Kapıcı dairesi, yetmezliğin, fakirliğin, lumpenliğin göstergesidir. Piknik tüpü, kapı<br />
83
arkasındaki ot süpürge ve televizyon karşısında yenen çekirdek, çizgili pijamalar ise<br />
bu sahnenin tamamlayıcılarıdır.<br />
Burhan’ın Evi: Burhan’ın evi, ruhundaki çatışmaların bir yansımasıdır.<br />
Özentilerinin, sahip olduklarının ve olmak istediklerinin açık bir ifadesidir. Salonu<br />
(dekorasyon dergilerinde bolca gördüğümüz) bordodan özenilmiş kırmızı renge<br />
boyanmıştır. Duvarda kendi portresi ve üzerinde dantel örtüsü bulunmaktadır. Leopar<br />
desenli, rengârenk ve üst üste bindirilmiş garip objelerle dolu bu ev, tam bir<br />
‘buhran’dır. Burhan’ın karşı daireye Aslı’ların evine taşınması ile orada kendisine<br />
ayrılan oda da aynı özellik ve zevksizliği görmek mümkün olmuştur.<br />
Cem’in Evi: Dizide tam bir “beyaz Türk” 20 olarak tanımlanan Cem’in evi zevkle<br />
döşenmiş, her türlü ayrıntısı özel seçilmiş, <strong>modern</strong>, sade, uyumlu bir evdir.<br />
Dekorasyon, spor ve rahat koltuklar, düz ve gösterişsiz halılar ve loş bir<br />
ışıklandırmanın yanı sıra özenle seçilmiş soyut objeler ve tablolarla tamamlanmıştır.<br />
Tanrıverdi ve Arkadaşlarının Bekâr Evi: Gri, lekeli, kirli duvarları, yerdeki<br />
yatağı, plastik gardrobu ve ortalığa saçılmış kıyafetlerle tam bir bekâr evidir.<br />
Merdivenlerin karanlık, soğuk ve kirli oluşu, evin genel görünümü “ekonomik<br />
sıkıntıları olan bir bekâr evi” duygusu vermekte ve bir sosyal statü göstergesi olarak<br />
tanımlanmaktadır. 188. bölümde Fatoş’un merdivenleri çıkarken her seferinde;<br />
20 Beyaz Türk; İstanbul’da toplumsal eliti oluşturan dar bir kesimi ifade etmek için kullanılan bir<br />
terimdir. Son dönemde çok kullanılmış ve tartışma yaratmıştır. Amerika’da “White, Anglo-Sakson,<br />
Protestan” sözcüklerinin baş harflerinin kısaltılmışını ifade eden kesim (WASP), gerçek yönetici eliti<br />
oluşturur. Kimine göre “Beyaz Türk” terimi de buradan hareketle üretilmiştir. Ancak, eski Türklerde<br />
de sosyal sınıf ayrımlarının çok net olduğu hatta boyların ve soyların “Ak kemik budunu”, “Kara<br />
kemik budunu” olarak net bir biçimde ayrıldığı bilinmektedir. Ak budun, varlıklı bey ailelerini, Kara<br />
budun, yoksul ve dağınık halk topluluklarını simgelemekteydi. (bkz. Çalışkan, 2010). “Göktürk<br />
yazıtlarında halk tabakasına “kara kamıg budun” yani “kara kemikli millet” denirdi. “Ak kemikliler”<br />
ise hiç şüphe yok ki beyler ve kağanlardı” (Türkdoğan, 1988: 218). “Türkiye’de bazen Batılı tipine<br />
atfen “Beyaz Türkler”, Doğulu tipine atfen de “Kara Türkler” terimi kullanılır” (bkz. Ekşigil, 1997,<br />
Sayı.102).<br />
84
— Çok sıkıldım hayattan… Platese mi başlasam… Sürekli buraya gel bu<br />
pis kokulu merdivenlerden çık… Bu çocuk bu evden taşınmayacak mı?<br />
Daha ne kadar geleceğim bu eve! Kaç yaşındayım şu halime bak.<br />
Ekonomik durumlar, geçmişlerimiz, zevklerimiz, paylaştığımız ne var<br />
ki... Aynı işyerinde olmasak hala bu ilişki sürer miydi? Belki de çok<br />
doğru bir ilişki değil.<br />
cümleleriyle gerek yaş, gerek ekonomik durum ve gerekse alışık olduğu standartlar<br />
bağlamında ilişkiyi sorgulaması statülerin çatışmasının bir yansımasıdır.<br />
Aynı statü çatışmasına Şahika’nın Volkan’a gelirken çıktığı merdivenlerde tanık<br />
oluruz. “Bu apartman ne kokuyor böyle yaa” cümlesiyle Şahika’nın<br />
memnuniyetsizliği bir süre sonra varlık-yokluk çatışmasına dönmektedir. Statü<br />
çatışmasına bir de varlık-yokluk çatışması eklenmektedir.<br />
2.3.6 Dil Kullanımı<br />
Şahika: Bu apartmanın asansörü yok bizim evde bile asansör var<br />
belki de Volkan’la birbirimize uygun değiliz. Ekonomik<br />
parametreler ilişkide sorun olur mu acaba nereye gidiyor ki bu<br />
ilişki […] ayrılmalı mıyım acaba?<br />
Gülmece yaratma konusunda “dil <strong>kullanımı</strong>” oldukça belirleyici ve belirgin<br />
bir unsurdur. Dil vurgusu üzerinden gülmece yapılması dilin <strong>kullanımı</strong> açısından da<br />
etkili sonuçlar doğurmaktadır. Avrupa Yakası’nda özellikle sıra dışı karakterlerde<br />
gözlenen “kendi dilini yaratma” durumu, popüler kültür ürünü olan durum<br />
komedisinde “dilin bozulması” gibi bir durumu da yaratmaktadır. Dili bozarak<br />
üretilen espriler bu çerçevede dillere pelesenk olmuştur. Şahika’nın “geri zekâlının<br />
başkanı”, “takiple beni”, “çüşşş” ifadelerinin yanısra Selin’in “oha falan oldum<br />
yani”, Kubilay’ın “çok ağlar gördüm seni” vb. cümlelerin kısa sürede özellikle genç<br />
85
hedef kitle tarafından kullanıldığı gözlenmiştir. Okuma oranının düştüğü ve günlük<br />
(ortalama 300 kelime) sınırlı sayıda kelime ile konuşan bir toplumda özellikle orta<br />
sınıf ve alt orta sınıfta dilde fakirleşme ve bozulma riski ile karşı karşıya<br />
kalmaktayız.<br />
Dil <strong>kullanımı</strong> konusundaki bir başka ilgi çekici nokta, dizinin jeneriğinde<br />
kendini göstermektedir. Jenerik şarkısı dizinin bir çeşit özeti gibidir. Anadolu’yu<br />
geride bırakıp İstanbul’a gelen, baba otoritesi ve kızının mürvet hayalini kuran<br />
<strong>geleneksel</strong> anne figürü, ünlü olmak isteyen bir abi ve kariyer takıntılı bir genç kızın<br />
hikayesi “yeni bir uslupla” (kariyeri fullemek, gençliği sollamak, Anadolu’dan kopup<br />
gelmek şeklinde) ekrana taşınmıştır 21 .<br />
Avrupa Yakası’nda farklı statü ve özelliklere sahip karakterler, kendilerine<br />
özgü dil <strong>kullanımı</strong>yla da dikkat çekmektedir. Karşıtlıklar kendini bu noktada<br />
göstermekte ancak diğer alanlardan farklı olarak “dil <strong>kullanımı</strong>” sadece sosyal statü<br />
ya da eğitim düzeyi olarak değil, kişisel özelliklere dayanan zekâ göstergesi olarak<br />
da karşımıza çıkmaktadır. Burada eğitimsiz görülen ve çaycılık yapan ilk sezonda<br />
“Şehsuvar” sonra “Tanrıverdi” nin zekâsı ve kıvraklığının, yurtdışında eğitim<br />
görmüş, ideal erkek Cem’den daha parlak olduğu gerçeği ile karşı karşıya<br />
kalmaktayız.<br />
Playboy Kubilay: “Çok ağlar gördüm sizi”, “biri bizi durdursun canım<br />
ahaha”, “çok paralı gördüm kendimi” vb. cümleleri sıkça kullanmaktadır ve<br />
cümleleri kısaltarak oluşturduğu kendine özgü bir dille kendini ifade etmektedir.<br />
21 Bkz. Ek 7: Jenerik Müziği Sözleri<br />
86
Dilber Hala: “Bizim oralarda bir laf vardır” diye başlar ve her seferinde<br />
duruma uygun bir atasözü kullanır. “Neden beni ezikluyosun?” “sıskalarda<br />
sinsi olur dirler”, “nassın, iyisin?”, “dipbik gibisin maşallah”, “ben lafımı<br />
ortaya korum, begenen alır geder, begenmeyen bırakır kaçar”, “terazi var tartı<br />
var, her işin bir vaktı var”, “çekticeği damarı kuruyasıca”, “uyh tıkandım”,<br />
“terledim haa” gibi yöresel tanımlamaları ile ünlüdür. Dilber Hala<br />
karakterinin dil konusundaki zenginliği sonucunda “Dilber Hala Sözlüğü” 22<br />
bile oluşturulmuş, dilden dile dolaşmış, facebook’ta özel sayfası açılmış, fan<br />
klüpleri kurulmuştur.<br />
Dizinin senaristi Gülse Birsel, diziye yeni katılan, ancak kısa sürede büyük<br />
ilgi gören Dilber Hala’nın bu sözlüğünü köşesinde okuyucuları ile paylaşmış ve<br />
Dilber Hala Sözlüğü’ne yer vermiştir. Birsel;<br />
Artık herkesin Dilber hala gibi konuşuyor olduğu gerçeği ve<br />
halanın popülaritesi gözden kaçacak gibi değil. Adanalıların<br />
favorisi Dilber'in kullandığı yöreye özgü kelime ve deyimler<br />
müthiş merak uyandırıyor. Bu vesileyle bir sözlük vermek bir nevi<br />
görevim diye düşünüyorum (Birsel, 2008)<br />
diyerek, karakterin yarattığı etkiye dikkat çekmiştir.<br />
Makbule: Saf hallerini ve eğitim düzeyini kelimeleri, atasözlerini sürekli<br />
yanlış kullanması ve “farz-ı misal” diye başlayan cümleleri ile ortaya<br />
koymaktadır. “Tebi tebi”, “akaaabinde”, “gözlerinlen yidi beni, yidi”, “eşek<br />
Sudan’dan gelene kadar döver”, “kardeşceyizim” gibi kelimeleri bozarak ya<br />
da yanlış kullanarak sahiplendiği ve sıkça kullandığı ifadeler vardır.<br />
22 Bkz. Ek 6: Dilber Hala Sözlüğü<br />
87
Şahika: “Takiple beni”, “paramla döverim seni kızım”, “salon kadını<br />
çizgimden çıktım haaa!”, “gerizekalının başkanı”, “kenarın dilberi”,<br />
“şaşırdıımmm”, “ben senin gibi paçozları donumda sallarım be!”, “kalitemi<br />
bozdurdunuz be!” gibi sık sık kullandığı atipik cümleleri ve dağınık bir<br />
konuşma tarzı vardır.<br />
Volkan: Küfürlü ve argo konuşmaları ile dikkati çekmektedir. “Ne diyorsun<br />
lan kısa metraj” “orjinaliz lan biz”, “lan uzun”, “Cem devesi, kakalak”, “red<br />
Sonjam benim”, “Allah belanı versin Sertaç” “ulan Sertaç öfkem büyük<br />
olacak” gibi ifadeler kullanmaktadır ve cümleleri tehditkârdır.<br />
Aslı: Aslı <strong>modern</strong>-<strong>geleneksel</strong> arasındaki ince çizgide gidip gelirken “yemek<br />
yapmam, yapanı da sevmem” cümlesiyle evcimenlikten uzak olduğunu<br />
vurgulamakta ve iş kadını rolünü ön plana çıkarmaktadır. “Ben de seni<br />
babama söylerim” cümlesiyle de hala evin küçük kızı olduğu, sorumluluk<br />
almak istemediği duygusunu vermektedir.<br />
Cem: Kızgınken bile aşırı yüksek sesle bağırmaz. Taleplerini rica ile belirtir.<br />
“Bana deve demeyin yaa Burhan bey” cümlesinde olduğu gibi kızgın olduğu<br />
zamanlarda bile son derece kibardır. Dizinin ilerleyen bölümlerinde o da<br />
kendini kaptırıp bazı kavga sahnelerinde ve özellikle kıskançlık durumlarında<br />
“tipik bir erkek tavrı olarak” kabalaşmaktadır. “Ben de istiyorum Aslı’yı hadi<br />
bakalım!” gibi cümleler kurarak meydan okumaktadır.<br />
Sertaç: Diyaloglar genelde “ne dersin abi” “yapsak mı ha!” “abi bu işin<br />
ucunda iyi para varmış öyle diolla” vb. kısa yoldan para kazanma üzerine<br />
88
kuruludur. “Abi proje var. Bilmem sıcak bakar mısın? cümlesiyle başlayan<br />
diyaloglarda sürekli bir “proje” yapma telaşı vardır.<br />
Burhan: “Ben de zengin çocuğuyum, ben de üniversite mezunuyum, ben de<br />
Nişantaşı’nda oturuyorum, beni de alsaaaza aranızaaaaa” cümlesiyle<br />
dışlanmışlığını çok açık bir biçimde ifade etmektedir. “Nişantaşı’nın zengin<br />
yakuşuklusu” cümlesiyle zenginliğe ve yakışıklılığa duyduğu özlemi dile<br />
getirmektedir. Sürekli siyasi konularla ilgilenen Burhan, “ya benim dikkatimi<br />
çeken bir konu oldu, bu ülke insanı iyice manyaklaştı haa” gibi genel<br />
konulara da yorum yapmakta ve “tutunmanın”, “kabullenilmenin ve onay<br />
görmenin” bir yolunu aramaktadır.<br />
2.3.7 Tüketim Alışkanlıkları<br />
Featherstone’a göre “mal ve hizmetlerin kullanım şekilleri” ile oluşan yaşam<br />
tarzları “bireyselliği, kendini ifade etmeyi ve uslupçu bir özbilinci çağrıştırır. Bir<br />
kimsenin bedeni, giysileri, konuşması, boş zamanı kullanması, yiyecek ve içecek<br />
tercihleri, ev, otomobil, tatil seçimleri vb.” bireyselliğin işaretleridir (2005: 140).<br />
Televizyon dizilerinde tüketim alışkanlıkları daha çok yaşam tarzı ile<br />
ilişkilendirilmiş ve belli klişelerle ifade edilmiştir. Kentlilik ve zenginlik, havuzlu<br />
villada oturmak, soyluluk konak ya da sarayda yaşamak, köylülük ya da taşralılık,<br />
gecekonduda oturmak ya da aksanlı konuşmak şeklinde sembolize edilmiştir. Durum<br />
komedilerinde ise tüketim alışkanlıkları espri konusu olabildiği gibi, kişilik<br />
özelliklerine de abartılı bir şekilde yansımıştır.<br />
Durum komedilerinde “tüketim” kavramını önce Türkiye’nin köyden kente<br />
göç aldığı ve kentlinin para sahibi tüccarlarla tanışmaya başladığı bir dönemin<br />
89
yansımalarını barındıran Kaynanalar’da sonradan görmeliğin bir sonucu olarak<br />
görürüz. Bunu kentli bir aile olan Kuruntu Ailesi izler. Kuruntu Ailesi’nde ise daha<br />
çok tutumluluğa vurgu yapılmakta, ailenin babası olan Hüsnü Kuruntu, çocuklarını<br />
sürekli tutumlu olmaya çağırmaktadır. Türkiye’nin tek katlı evlerden apartmanlara<br />
geçtiği bir dönemin yansımalarını, çatışmalarını aktaran Bizimkiler’de “tüketim”<br />
varlık-yokluk meselesi olarak ele alınmıştır. Avrupa Yakası’nda ise tüketim bugünkü<br />
anlamıyla tüketmek ve daha çok tüketmek şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Sadettin<br />
Bey’in şımarık kızı Selin’in, Koçarslanlı ailesinin varisi Şahika’nın marka<br />
düşkünlüğü, alışveriş için sabah Paris’e gidip öğleden sonra dönmesi, beğendiği bir<br />
ayakkabı ya da elbise modelinin her rengini alması, Fatoş’un tüm enerjisini ve<br />
parasını güzelliği için harcaması dizideki en belirgin tüketim ifadeleridir. Şahika’nın<br />
kıskançlık ve yarışmacı kişilikle karışık bir ruh hali içinde beğendiği bir elbiseyi<br />
mağazalardan toplatması tüketim arzusunun diziye yansıyan en çarpıcı örneğidir.<br />
Günümüz toplumunu değerlendirirken tüketim ve bolluk kavramlarına dikkati<br />
çeken Baudrillard, bu iki kavramın “insan türünün ekolojisinde bir tür temel<br />
dönüşüm oluşturduğunu” belirtmektedir. Nesnelerin, hizmetlerin, maddi malların<br />
çoğaltılmasıyla oluşturulmuş akıl almaz bir tüketim ve bolluk gerçekliği ile karşı<br />
karşıya olduğumuzun da altını çizmektedir. Baudrillard’a göre, bolluk içindeki<br />
insanlar artık, tüm zamanlarda olduğu gibi başka insanlar tarafından değil, nesneler<br />
tarafından kuşatılmıştır. Nesneler çağında, nesnelerin ritmine, onların hiç kesintisiz<br />
art arda gelişine göre yaşadığımızı belirten Baudrillard, nesnelerin sık sık<br />
değişkenliğine de dikkat çekmektedir:<br />
Geçmiş uygarlıkların tümünde dayanıklı nesneler, araçlar veya<br />
binalar kuşaklarca insandan daha uzun yaşamışken, bugün onların<br />
doğmasını, gelişmesini ve ölmesini izleyen bizleriz (2008: 16).<br />
90
Baudrillard’a göre, bugün nesnelerin çok azı onlardan söz eden bir nesneler<br />
bağlamı olmaksızın kendi başına sunulmaktadır. Bu yüzden tüketicinin nesneyle<br />
ilişkisi değişmiştir. Tüketici sağladığı özel fayda bağlamında bir nesneye değil,<br />
bütünsel anlamı bağlamında bir nesneler kümesine yönelir. Çamaşır makinesi,<br />
buzdolabı, bulaşık makinesi vb. toplu halde, her birinin alet olarak tek tek sahip<br />
olduğundan farklı bir anlama sahiptir. Vitrin, reklam, üretici firma ve burada temel<br />
rol oynayan marka parçalanmaz bir bütün, bir zincir gibi bu anlamın tutarlı kolektif<br />
vizyonunu dayatır (2008: 18).<br />
Modernizm, Otomobil Kültürü ve Reklam kitabında Aygün Cengiz, tüketimi,<br />
bir toplum yaratan toplumsal ilişki; tüketimciliği ise bir yaşam biçimi olarak<br />
tanımlamaktadır. Aygün Cengiz, toplumun satın alma ve tüketme ilişkileri etrafında<br />
örgütlendiğine dikkat çekerken bu durumun <strong>modern</strong> yaşam biçiminin evrensel<br />
mantığı olduğunu söylemekte ve toplumsal yaşamın, bireyler arasındaki ilişkilerin<br />
gelişmişlik düzeyinin, üretim ve tüketim oranlarıyla belirlenen bir durum olduğuna<br />
vurgu yapmaktadır (2009).<br />
Tüketim olgusu, toplumsal ve bireysel kimlik oluşumunun simgesel bir<br />
biçimde gerçekleştiği bir süreç haline gelmiş, tüketilenin yalnızca nesnelerin<br />
olmadığı “düşüncelerin de tüketildiği” (Bocock’tan aktaran Cengiz, 2009: 41), bir<br />
eksiklik için duyulan arzu üzerine kurulu bir süreç haline dönüşmüştür.<br />
Tüketim fikirlerin, televizyon ve reklamlardaki görüntülerin<br />
tüketilmesi anlamını içerir. Sembolik anlamlar <strong>modern</strong> tüketiciyi,<br />
giysilerini, otomobillerini, disklerini, önceden kaydedilmiş video<br />
kasetlerini ve ev eşyalarını alırken etkiler (…) Tüketim malları,<br />
insanların, kimlik duygularını, tüketim kalıpları içindeki<br />
91
sembollerin <strong>kullanımı</strong> aracılığıyla oluşturdukları yöntemin<br />
parçalarıdır (Bocock’tan aktaran Cengiz, 2009: 41).<br />
Tez çalışmasının öznesi olan “yeni orta sınıf”ın en belirgin özelliği ciddi<br />
tüketici olmaları ve en çok kullandığı mekânların “alışveriş merkezleri” olmasıdır.<br />
Alışveriş merkezleri, alışverişin “kutsandığı” <strong>modern</strong> zaman mekânlarıdır ve bugün<br />
artık neredeyse tüketimin sembolü olmuştur. Yeni bir kıyafet, pahalı bir marka,<br />
kitapçı, oyuncakçı hepsi oradadır. Yapılan alışverişlerin, <strong>geleneksel</strong> açıdan<br />
bakıldığında “olmayan komşularımıza ayıp olur” düşüncesiyle sohbet konusu<br />
yapılmaması ve yapılmasının da “ayıp” karşılanması sözkonusu iken, bugün aldığını<br />
göstermek, hava atmak çok sıradan bir hal almış, paylaşım olarak kabul edilmiş ve<br />
yaşamımızın doğal bir parçası olmuştur. Bu durum televizyon dizilerindeki<br />
karakterlere zıtlıklar temelinde yansımaktadır. Huysuz, geri kalmış, tutucu baba ya<br />
da evin büyüğü rollerindeki karakterlerin belirgin özellikleri arasında “alışverişi<br />
eleştirme” özelliğini saymak mümkündür. Bu durumun tersi de “evin şımarık kızı,<br />
işyerindeki <strong>modern</strong> kadının belirgin özelliği ise pahalı markaları tercih etmesi,<br />
modayı takip etmesi, yeni mekânlara takılması, yeni açılan alışveriş merkezinden<br />
mutlaka haberdar olması” şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Baudrillard (2008: 19),<br />
alışveriş merkezleri’ni bolluğun ve hesaplamanın sentezi olarak görmektedir.<br />
Çünkü; alışveriş merkezleri tüketim etkinliklerinin sentezlendiği<br />
mekânlardır; alışveriş, nesnelerle flört, aylak gezinti vb. alışveriş<br />
merkezleri, mal kategorilerini yan yana dizmez, göstergelerin<br />
alaşımını uygulamaktadır. Kültür merkezi alışveriş merkezinin<br />
bütünleyici parçasını oluşturmaktadır. Böylece, metaların kendileri<br />
de kültürelleşir. Bu durum yeni bir yaşam tarzı, yeni bir yaşam<br />
sanatı, günümüzün modası ve benzeri pek çok kavramla<br />
tanımlanabilmektedir. Hoş bir alışveriş yapabilmek, aynı<br />
havalandırmalı mekânda kocalar ve çocuklarla bir film seyrederken<br />
besin maddelerini, apartman ya da yazlık için gerekli nesneleri,<br />
giysileri, çiçekleri, en son çıkan romanı oracıkta tek bir seferde<br />
92
satın alabilmek, oracıkta hep birlikte yemek yiyebilmek…vb. Kafe,<br />
sinema, oditoryum, incik boncukçular, giysiler ve diğer pek çok şey<br />
alışveriş merkezindedir. Bu noktada sadece ürün satışına değil,<br />
beyinselleştirilerek sunulan alternatiflerin sonuçlarına da bakmak<br />
gerekir. Zekâ ve insan sıcaklığı taşıyan bu yeni tarza bakarken tam<br />
bir kent görmek mümkündür (2008: 20).<br />
Tüketim, çağdaş toplumun kendisi üstüne bir söz, toplumumuzun kendisiyle<br />
konuşma tarzıdır. Bir anlamda tüketim toplumumuzun tek nesnel gerçekliği tüketim<br />
fikridir. Reklam tüketim toplumunun, tüketim fikrinin zafer şarkısıdır. Yaşadığımız<br />
çağ, günlük beslenme ihtiyacının dışında prestij harcamalarının da hep birlikte<br />
“tüketmek” olarak adlandırıldığı ilk çağdır. Tüketimi, televizyon, reklamlar, kitle<br />
iletişim araçları, ünlüler, sanatçılar besliyor (Baudrillard, 2008: 256).<br />
Hayranlık ve onun gibi olma isteğinin tetiklediği bu beslenmenin doğal<br />
sonucu tüketimin artması olarak karşımıza çıkmaktadır. Son dönemlerin en çok<br />
izlenen ve tartışılan dizilerinden birisi sayabileceğimiz Aşk-ı Memnu’da Bihter<br />
karakterinin giydiği kıyafetlerin, piyasada Bihter’in adıyla satılması, dizilerde<br />
gördüğümüz tarihi konakların yeniden popüler olması, gidilen mekânların<br />
kalabalıklara boğulması bu durumun yalın bir göstergesidir. Ayrıca dizi<br />
karakterlerinin reklamlarda oynaması da bu durumun bir başka yönde genişleyen<br />
ekonomisini oluşturmaktadır. Avrupa Yakası dizisindeki (Binnur Kaya) Dilber Hala<br />
karakterinin D-Smart reklamlarında oynayarak aynı esprili yaklaşımları sergilemesi,<br />
(Beren Saat) Bihter’in dizideki seksi halini Rexona reklamlarına taşıması, Tanrıverdi<br />
ve Gülse Birsel’in Turkcell reklamlarında oynaması da bu duruma verilebilecek<br />
güncel örneklerdendir ve “popüler modayı” oluşturmaktadır.<br />
93
Baudrillard’a göre “popüler moda” başlangıçta sadece elit bir kesim için<br />
yaratılmıştı. Ancak ilerleyen süreçte moda herkesin, her kesimin olmuştur. Tüketim<br />
mallarının yeni üreticileri pazarı genişletip, malları çoğaltarak ortalama tüketiciye<br />
ulaştırmış ve pazarlamıştır. Böylece çok büyük karlar elde edilmiştir. Moda,<br />
reklamcılık ve diğer pazarlama tekniklerinin ticarileştirilmesi ortalama tüketici<br />
gruplarının oluşturulması sürecinde çok önemli rol oynamıştır (2008: 26).<br />
Tüketimdeki artış, ürün çeşitliliği ve aynılaştırmadan uzaklaşıp daha<br />
özgürlükçü yaklaşımlar Türkiye’de özellikle 1970’lerin ikinci yarısında kendini<br />
göstermiştir. Kozmetik, moda, müzik ve elektrikli ev aletleri tüketim anlayışını<br />
körükleyen alanlar olmuştur. Tunç’un ifadesiyle “kadınlar televizyon dizilerinde<br />
gördükleri saç modelleriyle kuaföre koşmuş” ya da ünlü şarkıcıları model almıştır.<br />
İyi aile kızları daha klasik ve sıradan olanı, asi ve yenilik arayışında olanlar ise<br />
yeniyi tercih etmişlerdir. Tunç, bu dönemin genel karakteristiğini özetlerken moda<br />
konusuna ve televizyon dizilerinin toplum üzerindeki yaygın etkisine de dikkat<br />
çekmiştir:<br />
Orta sınıflarda giysiler, mümkün olduğunca uzun kullanılır, her yıl<br />
gardırop yenilenmez, çoraplar onarılır, sökükler dikilir, aslında onur<br />
kırıcı olduğu bilinse de çocuklara yamalı giymenin değil, kirli<br />
giymenin, yırtık giymenin ayıp olduğu öğretilirdi. Orta sınıf için<br />
temiz ve derli toplu giyinmek önemliydi. Evlerde günlük giysi ve<br />
dışarı giysisi ayrımı vardı. Günlük giysilerin de temiz olması şarttı.<br />
Televizyon’da Pasaklı Sally adlı bir dizi yayınlanıyor, üstüne başına<br />
dikkat etmeyenlere Pasaklı Sally deniyordu. Ütüsüz giymek söz<br />
konusu bile değildi (2009:138).<br />
Orta sınıfa mensup kadınların büyük çoğunluğu ana hatlarıyla<br />
modaya uymaya dikkat ederdi. Yaşlıların, hayattan kopmuş<br />
insanların modaya uymamaları anlayışla karşılanır, yaslı, kederli<br />
insanların canlı bir moda takipçisi olmaları da tuhaf bulunurdu.<br />
Moda o yıllardan beri büyük değişimler geçirdi. Bireyselleşme ve<br />
özgürleşme moda izleyicisini böldü. Oysa o yıllarda herkesin kendi<br />
tarzını yaratması beklenmez hatta genel geçer bir moda anlayışının<br />
94
dışına fazlaca çıkılmazdı.[…] Moda bir yılda geçip gitmezdi. Birkaç<br />
yıl ana çizgiler korunur, böylece “tutumluluk” çağı insanlarının<br />
yaptırdıkları giysileri eskitecek kadar giyebilmesine zaman tanınırdı<br />
(2009: 138).<br />
Türkiye o zamanlar her markanın bulunduğu bir tüketim cenneti<br />
değildi (2009: 164) .<br />
Ancak zamanla moda sadece giyim konusunda değil, pek çok alanda kendini<br />
kolayca gösterecek zemini yakalamıştır. Modanın toplumsal hayattaki bu hakimiyeti<br />
lüks peşinde koşma noktasına taşınmıştır. McKendrick; insanların eskiden<br />
“gereksinim”lerini satın alırlarken, bugün “toplumsal rekabetin ustaca <strong>kullanımı</strong>yla”<br />
“lüks peşinde koşmaya” başladıklarını söylemektedir (McKendrick’ten aktaran<br />
Chaney, 1996: 26). Bugünün koşullarında, moda kimine göre bu lüks grubunda iken<br />
kimine göre özellikle “yeni orta sınıfın” yaşam biçiminin doğal bir parçasıdır.<br />
Avrupa Yakası’nın son sezonunda diziye giren ve kısa sürede abartılı<br />
tavırlarıyla dikkati çeken Şahika karakteri üzerinden “moda” konusu dizide sık sık<br />
işlenmiş, Kubilay karakteri ile “metroseksüel”lik gündeme getirilmiş, Fatoş’un<br />
pahalı zevkleri, Selin’in alışveriş ve marka merakı ile “moda” sürekli gündemde<br />
tutulmuştur. Avrupa Yakası’nın bir moda dergisi olduğu da dikkatlerden<br />
kaçmamalıdır.<br />
Eskinin ayrıcalıklı elitlerinin en önemli lüksü yeni orta sınıfın artık<br />
kendileri için de uygun olduğunu düşünmeye başladığı, boş<br />
zamanlar ve boş zamanları dolduran eğlencelerden alınan<br />
zevklerdi. Modernizmin ilk dönemlerinin Avrupa’sında görülen<br />
halk temsilleri ve şenlikler (bkz. Burke 1978) yavaş yavaş yerlerini<br />
ticari olarak desteklenen tiyatro, müzik, dans, spor vs.’ye bıraktı<br />
(Chaney, 1999: 26).<br />
95
Featherstone (aktaran Chaney, 1999: 35) “tüketici kültürü” ile ilgili olarak üç<br />
tip yaklaşım tanımlamaktadır. Birinci yaklaşım, tüketimciliğe kapitalist dönemin özel<br />
bir modeli ya da evresi olarak bakmaktadır. İkincisi malların <strong>kullanımı</strong> ile statünün<br />
şeklini tanımlamanın yolları arasındaki ilişkilere dayanan daha sosyolojik bir<br />
yaklaşımdır. Ve üçüncüsü, tüketici uygulamalarının yaratıcılığı yani tüketimin<br />
estetiği ile ilgilenen yaklaşımdır.<br />
Kör Ayna, Kayıp Şark’ta Gürbilek (2007), Ann Douglas’ın tüketim toplumu<br />
hakkındaki görüşlerini aktarırken, kadın-edebiyat ve tüketim arasındaki bağın altını<br />
çizmektedir:<br />
Ann Douglas, The Feminization of Amerikan Culture’da roman<br />
okumanın Amerika’nın tüketim toplumu olma yönünde köklü bir<br />
değişim geçirdiği 19. yüzyıl sonunda tüketici kadının ana<br />
simgelerinden biri olduğundan bu dönemde roman okumanın aylak<br />
kadınların ve efemineleşmiş erkeklerin işi olduğundan söz eder.<br />
Kültürün ‘kadınsılaştığı’ bir dönemdir bu. Ama bunu iki anlamıyla<br />
birlikte anlamak gerekir: Edebiyatın, bir kitle iletişim aracına<br />
dönüştüğü daha ticari bir kültürün geliştiği bu yıllar kadınların daha<br />
fazla okumaya başladığı yıllardır; kadınların edebiyata<br />
yönelmesiyle daha popüler daha hafif türlerin öne çıktığı da<br />
doğrudur ama aynı dönemde kadınlığın tanımı da yapılmış,<br />
kadınsılık bir yandan duygusallık, öbür yandan moda ve gösterişçi<br />
tüketimle sınırlanmıştır. […] Tarımın endüstrileşmesiyle de<br />
kadınların evdeki rollerinde radikal bir değişim yaşanmış, ev<br />
kadınları üretici konumdan tüketici konuma geçmişlerdir. Katı,<br />
soğuk ve duygusuz, mesafeli ve ticari kafalı erkeğe karşı<br />
duyguların alanını artık kadın temsil edecektir (35).<br />
Kadınlara o günün koşullarında tüketim bağlamında yüklenen bu misyonun<br />
fazlaca değişmediğini gözlemlemek mümkündür. Avrupa Yakası’nın bir moda<br />
dergisi olması, “<strong>modern</strong>” olarak belirlenen karakterlerin hepsinin modaya değer<br />
vermesi, eğlenmek için gittikleri mekânların prestij meselesi haline gelmesi ve<br />
özenle seçilmesi de bu anlamda dikkati çekmekte, “gösterişçi tüketim”le kadının<br />
96
kurduğu ilişkiyi yansıtmaktadır. Edebiyata da yansıyan bu durum, özellikle<br />
Tanzimattan sonra, “geleneklerimizden uzaklaşıp uzaklaşmadığımız, köklerimizden<br />
kopup kopmadığımız, değerlerimizi yitirip yitirmediğimiz” konularında da<br />
sorgulamalar yaratmıştır. Modernleşmenin bozulmaya, yozlaşmaya yol açtığı<br />
düşüncesi ile <strong>modern</strong>leşme çabalarına sıcak bakanlara Batı heveslisi, züppe vb.<br />
yakıştırmalar yapılmıştır. Doğu-Batı çatışmasına bir de “yeni dünyalar keşfetmek<br />
isteyen kahramanların yaşadığı ikilemler” eklenmiş, bu kaygılar 1980’lere dek<br />
sürmüştür (Gürbilek, 2007). 1980’lerdeki dönüşüm ve tüketimin her alanda<br />
sıcaklığını hissettirmesi, toplumun dikkatini ve algısını da farklı işlemiştir.<br />
Baudrillard için salt bir ekonomik kavram olmayan tüketim, kültürel boyutta<br />
özellikle medyalar, cinsellik ve beden açısından yansımaları olan ve bir boş zaman<br />
olgusu olarak incelenen bir kavram olmuştur (Kahraman, 2004: 87).<br />
Tüketimin beslenmesi konusunda medyanın da önemli roller üstlendiğini<br />
belirten Kahraman’a göre, medya kapitalist sistemin gereklerini yerine getirmiştir:<br />
Türkiye’nin tüketim kültürüyle tanıştığı 1980’lerde, Star-1<br />
televizyonu başta olmak üzere benzeri yayın organları; bireyi<br />
üretimden koparmak, medyanın boyunduruğu altında tutmak,<br />
kısacası, klasik kapitalist sistemin gereklerini yerine getirmek<br />
yönünde çok işlevsel olmuştur (2004: 89).<br />
Tüketim konusu “yeni kimlikler” ve “değerler” ile ilişki içerisindedir. Bu<br />
noktada “göç”ün yarattığı yeni kimlikler, kent varoşlarının yeni insanları, kentin bu<br />
hareketlilikten etkilenen “eskileri”, aidiyet ihtiyacı ile kurulan hemşeri derneklerinin<br />
yarattığı toplumsal roller, cemaatler ve dinsel söylemler “tüketim” bağlamında yeni<br />
ufuklar açmışlardır.<br />
Türkiye toplumu’nun 1980 sonrasında kendisine olan güveni artmış,<br />
toplum sivilleşmiştir. Kendine has bir dil, kendine özgü bir mimari,<br />
97
ir yaşama biçimi, bir müzik geliştirmiştir. Öte yandan popüler<br />
kültür, bütünüyle kendi haline bırakılmıştır. […] Susurluk ve<br />
benzeri güven sarsıcı olaylar ise yeni bir toplum yeni bir yurttaş<br />
bilincinin güçlenmesine aracı olmuştur. Toplum, özellikle kültürel<br />
üretiminde devletin dayatmasını gereksinmemekte, aksine onu<br />
aşmaktadır. Bu gelişmelerin yarattığı en temel sonuç <strong>modern</strong>ite’nin<br />
Türkiye’de de sonunun gelmesidir. 2000’li yıllarda “Türk kimliği”<br />
kavramı yeni bir anlam, içerik ve nitelik kazanmıştır (Kahraman,<br />
2004: 122).<br />
Türkiye’nin dönüşümünde ciddi etkileri olan “tüketim” yerli dizilerde<br />
genellikle zenginlik ve varlıkla ilişkilendirilse de geri planda kültürel-sosyolojik<br />
etkiler de görülür. “Tüketim” maddi-manevi ihtiyaçların karşılanması noktasında<br />
gelir düzeyi, kültür seviyesi, alışkanlıklarımız, tercihlerimiz, cinsiyetimiz vb. pek çok<br />
değişkene bağlı olarak sonuçlandırılır. Avrupa Yakası’nda tüketim meselesi bu<br />
değişkenlere de gönderme yapan bir bakış açısıyla ele alınmıştır. Sadece varlık-<br />
yoklukla değil aynı zamanda kültür, zevk ve beğeni ile de ilişkilendirlmiştir. Dizinin<br />
başında Yaprak’ın sanat eserlerini Aslı’nın evinde sergilemesi için gelen<br />
sanatseverlerin tükettikleri ile futbol seyretmek üzere salonun (galerinin) ortasına<br />
kurulan Volkan ve arkadaşlarının tükettikleri arasındaki uçurum bu durumun çarpıcı<br />
bir örneğidir. Ya da Burhan’ın sadece “bedava” olduğu için alkol bağımlısıyım<br />
diyerek akşam Sertaç’ın barına gitmesi ve sürekli “bedava alkol” alması ile para<br />
vermek zorunda kalınca bir anda alkol bağımlısı olmadığını hatırlaması ile Sütçüoğlu<br />
muhallebicisine gelen müşterinin para verip satın aldığı muhallebiyi tüketmesi de<br />
tüketimdeki değişkenleri ortaya koymak açısından ilginç örneklerdir. Tüketim,<br />
başlıbaşına bir şeyi para vererek almak değil, tercihlerimizi ve ihtiyaçlarımızı<br />
belirleyen kimliğimizle tamamlanan ve sonuçlanan bir eylemdir diyebiliriz.<br />
98
Avrupa Yakası dergisinin bir moda dergisi olması, başlı başına düz tüketimin<br />
beslendiği bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeni trendler, son moda kıyafet<br />
ve ayakkabılar, yeni mekânlar ve yeni yaşam tarzları Avrupa Yakası’nın konularını<br />
dolayısıyla dizinin konularını oluşturmaktadır. Dergide yer alacak konuların seçimi<br />
bir yana, dergide çalışanların özellikle kadın karekterlerin yaşam biçimleri ve<br />
alışkanlıkları “tüketim davranışları” ve sosyo-ekonomik varlıklar açısından<br />
bakıldığında önemli bir yer tutmaktadır.<br />
Dizinin ilk sezonunda Kubilay Peynircioğlu’nun Selin’e, ilişkinin ilk<br />
evrelerinde hediye ettiği “auamarin” yüzük, Fatoş’a göre çok değerli ve pahalı iken,<br />
Selin’e göre 3000 dolardan başlayan fiyatıyla normaldir. Dizinin tüm sezonlarında<br />
yer yer farklı durum ve olaylar karşısında gördüğümüz “alış-veriş” ve “moda”<br />
yaklaşımları alım gücü ile sınırlandırılmış ve farklılaştırılmıştır. Günümüzde herkese<br />
her fırsatın kapısının -alım gücüne bağlı olarak- açılabileceğini ve insanların<br />
birbirlerini bu güce göre değerlendirdiğini, kategorize ettiklerini söylemek<br />
mümkündür. Günlük yaşantımızda gerçekte olmadığı gibi davranan, mış gibi yapan<br />
ve ileri boyutlarda kimlik bunalımı yaşayan bir profille sık sık karşılaşmak da bu<br />
durumun doğal sonucunun göstergeleridir. Dizide de benzer örnekler görülmektedir:<br />
- Burhan’ın yalıyı, alıcı gibi görmeye gitmesi,<br />
- Makbule’nin annesinin Dursun’u “nişan yemeklerini bizim muhallebici<br />
yapacak ama sen herkese beş yıldızlı otelde yaptırdılar diyeceksin” diyerek<br />
sıkıştırması,<br />
99
- Makbule’nin gündelikçi Aysel Teyze’nin diktiği nişan elbisesi için<br />
Dursun’u “soran olursa Yıldırım Mayruk’a diktirdiler diyeceksin tamam mı?”<br />
diyerek tembihlemesi,<br />
- Dergi grubunun “ikinci el” kıyafetleri ve tarzları sevmedikleri halde moda<br />
gereği sahiplenişleri<br />
189. bölümde “ikinci el” modasına oldukça geniş yer verilmiştir. Fatoş,<br />
Yaprak ve Şahika’nın bu modanın peşinde koşması tam bir “tüketim çılgınlığı”dır.<br />
Gerek fiyatı ve gerekse sevmedikleri halde aldıkları kıyafetler, üzerlerinde<br />
hissettikleri “moda baskısı” nın açıklamasıdır.<br />
Şahika’nın ikinci el modasının etkisiyle, kıyafetlerini ikinci el bir dükkândan<br />
almasının açıklaması yine bu baskıdır. Geleneksel ve taşralı bir aileden gelen<br />
Şahika’nın geldiği kültür koşullarında -her ne kadar Türkiye’nin ondördüncü zengini<br />
olsa da- ikinci el alması mümkün değilken hatta acınası ve zavallı bir durum iken,<br />
satıcının bu türü “retro vıntage” olarak pazarlaması konuya açıklık getirmektedir.<br />
Şahika’nın -karakter özellikleri düşüldüğünde de- bu alışverişi “bu ne be! Paçoz,<br />
bitli” gibi ifadelerle karşılaması beklenirken, satıcının “vintage 23 ” açıklamasından<br />
sonra durum değişmektedir. Açıklamayı memnuniyetle karşılayan Şahika “böyle<br />
söyleyince daha bir havalı oluyor” cümlesiyle yaptığı işin moda dünyasında bir yeri<br />
olduğunu öğrenerek rahatlamaktadır. Farklı algı ve kültür düzeylerinin yapılan<br />
alışverişe, tüketime yansıması noktasında Yaprak’ın aynı mekâna dergi fotoğrafları<br />
için kıyafet almaya geldiğinde, Şahika’nın denemekte olduğu elbiseyi görür görmez<br />
23 Vintage; ikinci el kıyafetlerin değerlendirilerek yeniden satışa sunulması, eski moda.<br />
100
verdiği tepkide kendini göstermektdir. Çünkü Şahika’nın sonradan görme zevki<br />
burada da ortaya çıkmıştır:<br />
— Yaprak: Şahika o üzerindeki elbiseyi hemen çıkarıyorsun.<br />
— Şahika: Neden ?<br />
— Yaprak: Çok klasik ve kişiliksiz. Şu balon etekli elbiseyi giyiyorsun<br />
altına da şu balerin ayakkabıları…<br />
— Şahika: Balerin pabuçları boyumu kısıyo yaaaa!<br />
— Yaprak: Balon etek altına balerin pabuçları giyilir kural budur.<br />
Yaprak moda konusundaki derin bilgilerini ve detayları arkadaşlarının alış-verişini<br />
yönlendirmek için kullanırken şehirli bir zevke sahip Fatoş’a da müdahale<br />
etmektedir.<br />
— Yaprak: Fatoş o elindeki takımı almayı düşünmüyorsun değil mi?<br />
— Fatoş: Düşünmüyor muyum?<br />
— Yaprak: Sen şunu alıyorsun. Çünkü senin tarzın İtalyan tarzı bu da çok<br />
ünlü bir İtalyan modacının çok ünlü bir koleksiyonunun çok değerli<br />
parçası […] Bunu giyince de topuz yap saçını.<br />
— Fatoş: Topuz mu?<br />
Yaprak, arkadaşlarının alışverişine aşırı müdahale ettiğinin farkına vararak,<br />
kendini bir açıklama yapmak zorunda hissetmiştir. Tam bir “şehirli” tam bir<br />
“İstanbullu” açıklaması yapan Yaprak, aslında -konuyla ilgili olarak- kendi varlığının<br />
açıklamasını yapmaktadır:<br />
— Lütfen, bana güvenmeniz lazım. Ben moda editörüyüm. Moda<br />
konusunda bilinçlenmeniz için çalışıyorum.<br />
101
İkinci el alışveriş, <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> karşıtlığında önemli bir noktadır. Farklı<br />
algı ve bakış açılarını karşı karşıya getirmekte, bu bakış açılarındaki değişim ve<br />
dönüşümleri sembolize etmektedir. İkinci el alışveriş, yeniden yorumlama, yeniden<br />
pazara sürülme noktasında tam bir reklam ve pazarlama başarısıdır.<br />
Dizide bu duruma da ayrı bir vurgu yapılmıştır: Yaprak, Fatoş ve Şahika<br />
ellerinde alışveriş paketleriyle giderken Sütçüoğlu Muhallebicisi’nin önünde her<br />
zamanki zengin olma ve yeni iş fikirleri üzerinde konuşmakta olan Volkan, Tacettin,<br />
Sertaç ve İzzet’le karşılaşırlar. Kızların ikinci el alışveriş yaptıklarını öğrendiklerinde<br />
Tacettin’in “bitpazarı gibi mi” sorusuna az önce öğrendiği yarım yamalak bilgiyle<br />
Şahika’dan gelen yanıt dönüşümün ifadesidir: “Retro. Ünlü tasarımcıların eski<br />
kıyafetleri.” Açıklamaya Fatoş devam eder: “Piyasadaki eski ama stil sahibi<br />
kıyafetleri toplayıp satıyorlar. Şimdi çok moda.”<br />
Volkan ve arkadaşları için durum sadece “yeni bir iş fikri”dir. Dizinin<br />
ilerleyen sahnelerinde Nişandan dolayı gardrobunu yenileyen Makbule’nin tüm<br />
kıyafetleri Volkan tarafından gizlece toplanarak satışa götürülecektir. Burada, gelir,<br />
kültür düzeyi bir yana “erkek” ve “kadın” bakış açısı da bir karşıtlık unsuru olarak<br />
karşımıza çıkmaktadır.<br />
“Tüketim” açısından bakıldığında bir başka çarpıcı bir örnekle 188. bölümde<br />
karşılaşmaktayız. Burada reklamlar aracılığıyla hayatımıza giren, ihtiyaç olarak<br />
tanımlanan, yeni eğlence ya da serbest zaman geçirme olarak formüle edilen cep<br />
telefonu ve cep telefonu üzerinden yapılan çeşitli iletişim uygulamalarının ikili<br />
ilişkilerimize de yeni bir anlayış getirdiğini görmekteyiz. Üç yıldır internet ortamında<br />
102
sürekli görüşen iki arkadaş (Tanrıverdi-Sami) kafede buluştuklarında konuşacak bir<br />
şey bulamazlar.<br />
— Tanrıverdi: O sadece sigortacı çocuk değil benim kankam… Biz bu<br />
çocukla cep telefonundan e-posta olsun, sms olsun hep bağlantıdayız…<br />
10 dakka, 15 dakka her gün bağlantımız var. Telefonla ne bileyim<br />
internet şakaları, güzel kız resimleri filan… Böyle bir dostluğumuz<br />
var. Yıllardır görüşelim görüşelim diyoruz bir türlü kısmet olmadı…<br />
Dur serseriye ben mail atayım…<br />
Hayal kırıklığı yaşayan Sami “bizim bu arkadaşlığımız sanal mıymış yani” diye<br />
sorduğunda duruma Tanrıverdi açıklık getirmektedir: Bunun face’i var, maili var<br />
[…] askerlik arkadaşlığı gibi bir şey “internet arkadaşlığı”. Tanrıverdi’nin “internet<br />
arkadaşlığı” olarak tanımladığı bu ilişki, yeni bir ilişki, yeni bir arkadaşlık<br />
anlayışının doğuşunu haber vermektedir. Tükenen diyalogların, sıcaklığın yerini<br />
“sanal ortamda geliştirilmiş bir arkadaşlık” türü, yeni bir ilişki almaktadır. Burada,<br />
son dönemde hızla güçlenen sosyal medya ağının yeni iletişim kanalı olma<br />
yönündeki ipuçları görülmektedir.<br />
Kısaca özetlemek gerekirse; Kaynanalar ile başlayan ve bugüne dek uzanan<br />
çizgide, durum komedilerinin karakter ayrıştırması ilk yıllarda daha net sınırlarla<br />
yapılabilmiştir. Takip eden yıllarda netlik bozulmuş, karakterler çeşitlenmiş, renkli<br />
karakterler iç içe geçen özellikleri ile dizilerde yer almıştır.<br />
İlk örneklerde zengin-fakir, iyi-kötü, güzel-çirkin, mutlu-mutsuz şeklinde<br />
daha net konabilen çatışma unsurları, özellikle son dönem durum komedilerinde<br />
şehirli-bilgili, şehirli-az bilgili, şehirli-varlıklı, bilgisiz, şehirli, orta halli-bilgili,<br />
taşralı-teknolojiden uzak, gecekondulu-teknolojiye hakim vb. şeklinde geniş bir<br />
yelpazede yaratılmış, farklı türlerde kimlik kurguları yapılabilmiştir.<br />
103
90’lardan sonra dikkatleri çeken “yenilik”çi yaklaşımlar önceleri sadece<br />
karakter, mekân gibi standart alanlarda gözlenirken, teknolojinin gelişmesi,<br />
ucuzlaması ile program formatlarına ve farklı iletişim mecralarına da yansımıştır.<br />
Dizilerin kendilerine ait web sayfalarının yapılması, izleyici ile bu sayfalar üzerinden<br />
sürekli iletişim kurulması, oyuncuların bu sayfalardaki programlar aracılığıyla<br />
oylanması popüler bir anlatı olan durum komedilerin yenilikçi yöntemlerle tüketime<br />
katkıda bulunmasına imkân sağlamaktadır. Dizilerin satınalınabilmesi ya da herhangi<br />
bir dizi promosyonunun sipariş edilebilmesi de tüketime katkı olarak yorumlanabilir.<br />
Yeni iletişim mecraları toplumun <strong>geleneksel</strong> bazı alışkanlıklarını da<br />
etkilemiştir. Bu noktada “ailecek oturup televizyon seyretme” alışkanlığının<br />
bireyselleştiğini söylemek mümkündür. Bugün artık, “genç” ya da bilgisayar<br />
okuryazarı bir hedef kitle, sevdiği karakteri internetten oylamakta, görüş ve<br />
yorumlarını yazabilmekte, dizide gördüğü kıyafetleri internetten sipariş etmektedir.<br />
Dizi oyuncularının çoğu zaman dizide canlandırdığı karakterle televizyon<br />
reklamlarına çıkması ise, dizide yaratılan “değer”in yeniden sunulmasıdır.<br />
Son dönemlerde yapılan durum komedilerinin içeriklerine bakıldığında genç<br />
bir jargonun kullanıldığı, genç bir kitlenin ilgisini çekebilecek içeriklere yer<br />
verildiği, özel hayat ve tercihler noktasına kaydığı görülmektedir. Bu noktada, durum<br />
komedilerinin, tüketici bir kitle ile bağ kurduğunu ve “tüketim”i desteklediğini<br />
söyleyebiliriz.<br />
Televizyonda, komedi programları arasında son dönemde Çok Güzel<br />
Hareketler Bunlar, Komedi Dükkânı gibi özgün yeni formatlar da görmek<br />
mümkündür. Özellikle gençler tarafından ilgi gören bu formatlar doğaçlama<br />
104
yeteneğine dayalı sahne performansları üzerine kurulmuştur. Bu yeni formatlar kendi<br />
yeni yıldızlarını, kendi jargonunu ve fan sayfalarını da oluşturmuştur. Facebook,<br />
Youtube gibi sosyal medya paylaşımlarının bulunduğu bu programların, kendine ait<br />
web sayfası üzerinden aktif olarak sürekli izleyicilerle iletişim halinde<br />
olunabilmektedir. Sosyal medya, bireylere, kendilerini sanal ortamda ifade edebilme,<br />
düşündüklerini özgürce yazabilme, herhangi bir içeriğin aynı anda ve üstelik çok kısa<br />
süre içinde trend belirleme gibi işlevsel bir paylaşım alanı yaratmıştır.<br />
2.3.8 Karakter Karşıtlıkları<br />
Mutlu’ya göre, “komedi, denetlenmesi, evcilleştirilmesi en zor dramatik<br />
türlerden biridir” ve “televizyon, komediyi, <strong>geleneksel</strong>cilik ve değişmeye karşıtlık<br />
değerlerini eksenine alan anlam haritalarıyla formüle edebilmiştir” (1991: 288) .<br />
Mutlu, Berman’ın öne sürdüğü gibi “televizyon durum komedilerinin özsel<br />
güldürü unsurunu, toplumsal değişme ile gelenek arasındaki çatışma<br />
oluşturmaktadır” (1991: 288) derken toplumun ortak kabul etme sınırları içine alınan<br />
yeniliklerin çoğu kez bu türün anlatılarıyla ekrana getirildiğine de dikkat<br />
çekmektedir. Geleneksel-<strong>modern</strong> karşıtlığı türün genel özellikleri içinde yer alan bir<br />
anlatı meselesidir ve “<strong>geleneksel</strong> değerlerce uyumlu bir biçimde kurulmuş dünyaya<br />
ilişkin anlamları özendirecek formel özelliklerle kurulmaktadır” (Mutlu, 1991: 289).<br />
Gelenekseli yükselten bu anlatı metinleri içinde, özellikle Türkiye’deki ilk<br />
durum komedisi örneklerine bakıldığında, karakterlerin güçlü yönlerinin abartılarak<br />
“gülmece” yaratıldığını gözlemlemek mümkündür. Karakterin güçlü yanı genellikle<br />
sahip olduğu kişilik özelliği üzerinden seçilmekte ve işlenmektedir.<br />
105
Günümüz koşullarında bireyin birden fazla kimliği, günlük hayatta üstlendiği<br />
pek çok rolü olduğunu gözlemlemek mümkündür. “The Question of Culturel<br />
Identity” (“Kültürel Kimlik Meselesi”, 1992) adlı makalesinde (multiple identity)<br />
“çoklu kimlik” kavramını ele alan Stuart Hall, aydınlanma, sosyolojik ve post<strong>modern</strong><br />
olmak üzere üç tür “özne”nin varolduğunu, yani kimliğin üç açıdan<br />
incelenebileceğini öne sürmektedir. (The enlightenment subject) “Aydınlanma<br />
öznesi”, mantık, bilgi ve bilinç çerçevesinde hareket etmekte ve bu öznede kimlik,<br />
kişiliğin merkezine oturmaktadır: Yani bir insanın çekirdek kimliği doğuştan gelir,<br />
zaman içinde gelişir ama özünde değişmez. “Sosyolojik özne” (the sociological<br />
subject) nin çekirdek kimliği ise; kendi akıl, bilgi, görgü ve değer yargılarıyla değil,<br />
parçası olduğu “kültür”le ilişkilidir ve diğer insanlarla olan ilişkileri sonucu oluşur.<br />
“Post<strong>modern</strong> özne” (the post<strong>modern</strong> subject) ise çoklu kimlik kuramına dayanır.<br />
Buna göre, insan içinde birbirinden farklı, kimi zaman birbirine zıt birden fazla<br />
kimliği barındırır (Hall’dan aktaran Satılmış, 2009: 338-339).<br />
Birey, kendisini özdeşleştirdiği kimlik tanımlamalarını duruma ve konuma<br />
göre sürekli değiştirmektedir.<br />
Hayatın getirdiği karmaşa ve bireyin günlük hayatında farklı rolleri<br />
(“apartman sakini,” “arkadaş,” “çalışan,” “ebeveyn,” “eş,”<br />
“tüketici,” “yönetici” vs.) oynaması gerekliliği, pek çok “kişilik”i<br />
olduğu kadar “kimlik”i de beraberinde getirmektedir. Bu tür<br />
kimlikler dört ana alt kimlik olarak sınıflandırılabilir: Bireyin<br />
kendisini, ailesi; yaşadığı coğrafya (bölge, kent, yer); ait olduğu ırk<br />
ya da etnik köken ve inandığı dinle tanımladığı kimlikler (Satılmış,<br />
2009: 337).<br />
Avrupa Yakası’nda karşımıza çıkan karakterlerin de bu çerçevede olaylara ve<br />
konulara göre farklı kimlikleri sahiplendiğini ve ön plana çıkardığını ya da<br />
106
gizlediğini görmek mümkündür. Ancak bu çalışmada sözü edilen “kimlik kurguları”<br />
daha önce yapılmış çalışmalar ve kimlik tanımlarının yanı sıra <strong>modern</strong> hayatın<br />
koşuşturması ve karmaşası içinde oluşan yeni dinamikleri de barındırmaktadır. Bu<br />
çerçevede yeni tanımlamalar yapmak ya da tanımlamalara ipucu olabilecek noktalara<br />
dikkat çekmek gerekmektedir. Avrupa Yakası, karakterleri gerek üstlendiği roller,<br />
gerek toplumsal statüleri ve gerekse arada kalmışlık meselesi nedeniyle kimi zaman<br />
birbiriyle çelişen, kimi zaman zıtlıkların uyumuyla komik bir hal alan zengin bir<br />
yelpaze sunmaktadır.<br />
Dizi, karakter zenginliği bir yana anlatı yapısında da “<strong>geleneksel</strong>”in değil<br />
<strong>modern</strong>in kutsanması anlamında da farklılık yaratmayı başarmıştır. Avrupa Yakası,<br />
kentli-taşralı, <strong>modern</strong>-<strong>geleneksel</strong>, <strong>geleneksel</strong>-taşralı, <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong>, <strong>modern</strong> gibi<br />
farklılaştırılmış ve bütünleştirilmiş değerlerle yeni tipleme yaratma şansı<br />
yakalamıştır.<br />
Yaşam tarzı ile somutlaşan bu değerlerin kişinin alış-veriş yapabilme<br />
kabiliyeti, çevre etkisi, üstlendiği rol ya da roller, yetiştiği ortam vb. değişkenlerle<br />
şekillendiğini söylemek mümkündür.<br />
Avrupa Yakası genel olarak, öteden beri kentte yaşayan ve kent değerlerini<br />
bilen, kente sonradan taşınmış ama kent değerlerinden yoksun ve öteden beri kentte<br />
yaşayan ama kent değerlerini benimsemeyen bir dizi “kentlilik” çizgisi etrafında<br />
şekillenmiştir.<br />
Dizinin temel karakterleri arasında daha belirgin bir şekilde görülen kentlilik<br />
çizgisi, kentli ve kentli olmaya çalışan şeklindeki temel karşıtlıktan beslenmektedir.<br />
İstanbul’un ünlü Sütçüoğlu Muhallebicisi’nin sahibi, sakin ve kendi halinde<br />
107
emeklilik hayatı süren Tahsin Bey, gelenek ve göreneklerine bağlı, aile değerlerine<br />
önem veren, görmüş geçirmiş bir kentli olarak, çocuklarını da kent değerlerine göre<br />
yetiştirmiştir. Dizinin son sezonunda ağırlık kazanan ana karakteri Dilber Hala da<br />
geleneklerine bağlı, varlıklı bir ailenin taşra temsilcisidir. Tahsin Bey kentli-<br />
<strong>geleneksel</strong> bir çizgide dururken Dilber Hala taşralı-<strong>geleneksel</strong> bir çizginin<br />
temsilcisidir. Usul, adap bilen, iki çocuğunu da savurganlık, sorumsuzluk ve gereksiz<br />
harcama alışkanlıkları nedeniyle eleştiren İstanbul beyefendisi Tahsin Bey’in<br />
karşısında, gücünü istediğini elde etmek amacıyla kullanan Dilber Hala karakteri<br />
vardır. Her iki karakter arasındaki ahlak anlayışı farklılığı da dikkat çekmektedir.<br />
Sık sık “ben namusun kitabını yazmış, duvara asmışım, arada imza günleri<br />
düzenliyorum” diyerek ne kadar namuslu bir kadın olduğuna vurgu yapan Dilber<br />
Hala, eski aşığı Azim karşısında farklılaşmaktadır. Yanında çalışan Nilay’a<br />
televizyonu emanet ederken “öpüşmeli bölümler çıkarsa bakma kanalı değiştir”<br />
uyarısında bulunan, Bülent Onaran’ı rahat tavırları ve açıklığı nedeniyle “arsız”<br />
“fırıldak” ilan eden Dilber Hala, (175. bölüm), Azim’i görünce konum<br />
değiştirmektedir (178. bölüm). Dizideki genç kızları ilişkilerinden dolayı eleştiren<br />
Dilber Hala’nın kendisi bu durum karşısında eleştiri konusu olacak davranışlarda<br />
bulunmaktadır.<br />
Dilber Hala, Azim’i “Beyefendi Adana’dan akrabam” diye tanıtmaktadır.<br />
Azim ile Dilber birbirlerine kur yapıp karşılıklı atışmaktadır:<br />
— Azim: 20, 25, 32 yaşlarında pambik işçisi, mart sıpası, çulsuz, anası<br />
sarımsak, babası soğan dediler vermediler. Bak Adana’da kendi<br />
fabrikamı kurdum. Tekstil işiyle uğraşıyorum. Her şeyim var. Ama bir<br />
Dilber’im yok. […] Arpayı biçemedim su soğuk içemedim ben<br />
kendimden geçtim de bu yardan geçemedim.<br />
108
— Dilber: Kapı dibinde testi, kemer belimi kesti, hiçbir derdim yok iken,<br />
yarim belimi kesti…<br />
— Azim: 6 karı boşadım hiçbiriyle mesut olamadım. Seni almadan hiçbir<br />
yere gitmem.<br />
Azim’in gizlice Dilber Hala’yı ziyarete gelmesi, evinde kalması ve bunu<br />
gizlemek için çevreye türlü yalanların söylenmesi Dilber Hala’yı eleştiri konusu<br />
yapmakta ve kendisiyle çelişir bir hale getirmektedir. Dilber Hala kendi içinde bir<br />
çatışma yaşamaktadır. “Soykası batasıca, defol giiiiit. Gözüm görmesin seni” vb.<br />
cümlelerle Dilber Hala, Azim’i kendinden uzaklaştırmaya çalışmakta, bir yandan da<br />
“terledim vallaha!” sözleriyle bu ilişkiyi hala unutamadığını açığa vermektedir.<br />
Dilber Hala gibi aşırı gelenekçi ve namuslu bir kadın için bir yanda<br />
yaşanamamış bir gençlik aşkı ve onu yaşayacak fırsat, diğer yanda konu-komşuya<br />
karşı ne deneceği meselesi bulunmaktadır. Bu durum sadece Dilber Hala’nın kendi iç<br />
çelişkileri değil, aynı zamanda <strong>geleneksel</strong> olanın ahlak anlayışını da ortaya<br />
koymakta, gizlilik altında gayri meşru bir ilişkinin yaşanabilmesi gibi ciddi bir<br />
çatışmayı da içinde barındırmaktadır. Bu durum dizide <strong>geleneksel</strong>in, taşralının iç<br />
çatışması ya da zayıf yönü olarak da değerlendirilebilmektdir.<br />
Dizinin ilerleyen bölümlerinde Dilber Hala’nın, Tahsin Bey’e iltifatlar<br />
yağdırması ve onu beğendiğini ifade eden cümleler sarfetmesi karşısında Tahsin<br />
Bey’in utangaçlığı ve duyduğu rahatsızlık da ahlakçı davranış noktasında dikkate<br />
değerdir.<br />
Özellikle birinci sezonda dizide ağırlıklı rolü olan İffet Sütçüoğlu ise ana<br />
karakterler arasında kentli-<strong>geleneksel</strong> bir çizgide durmaktadır. Bakımlı, evine bağlı,<br />
becerikli, düzenli, <strong>geleneksel</strong> değerlere sahip bir ev hanımı olan İffet Hanım (İfot),<br />
109
naif bir kadındır. Dilber Hala’nın etrafındaki insanları yönlendirme ve yönetme<br />
konusundaki otoriter tavrı, İffet Hanım’da görülmemektedir. İffet Hanım, daha çok<br />
evi ve evi halkı ile ilgilenmektedir. Misafirlerin ağırlanması ve evin genel düzeninin<br />
sağlanması önceliğiyle alışveriş yapmakta, hem kendinin hem evin görünümüne<br />
önem vermektedir. Evin bütün düzeninden sorumlu İffet Hanım, kent değerlerini<br />
sahiplenmiş eski bir İstanbul hanımefendisidir. İffet Hanım, 18 yaşında evlenmiş ve<br />
evin tüm sorumluluğunu üstlenmiştir biraz da bu nedenle Aslı’nın 33 yaşında hala<br />
evlenmemiş olmasına üzülmekte ve evlilik için geç kaldığını sık sık dile<br />
getirmektedir. Hiç çalışma yaşamına girmemiş olan İffet Hanım, bu konuda herhangi<br />
bir çaba göstermemiş, kadının evde oturup çocuklarına bakmasını, ailenin düzenini<br />
sağlamasını başlıca görev kabul etmiştir. Çalışan kadın olmadığı hatta hiç çalışma<br />
yaşamına girmediği için eleştirilmiş ve bu durumdan rahatsızlık duymuştur. Beşinci<br />
bölümde Tahsin Bey’in;<br />
— İfo’cum, öyle deme. O piyasaya girmek kolay mı zannediyorsun. Senin<br />
o işlere aklın ermez. Hayatın boyunca çalışmadın ki<br />
ya da<br />
— Hayır iş hayatını bilmezsin anacım. Para kazanmak kolay mı? Elinin<br />
hamuru ile bu işlere karışma. Kadın malı kapı mandalı<br />
cümlelerinin yanısıra Aslı’nın;<br />
— Annecim ama sen de hayatında bir işe girip para kazandın mı?<br />
Kazanmadın. Ekmek aslanın ağzında.<br />
cümleleriyle getirdiği eleştiriler İfot’un kendini “gene ikinci sınıf vatandaş oldum”<br />
şeklinde ifade etmesine neden olmaktadır. Ancak, günün birinde Azamet Yenge’nin<br />
eve gelip kendi parasını kazanma çabaları hatta kendisine söylediği “genel müdür”<br />
110
olma fikri hoşuna gitmiştir. Bu durum kadının yerinin ve pozisyonunun sorgulandığı<br />
bir dönemin işaretidir.<br />
Dizinin anne, baba ya da aile büyüğü kategorisinde <strong>geleneksel</strong> davranış<br />
biçimini benimsemeyen özgün haliyle Bülent Onaran, Tahsin ve Dilber Hala’dan bu<br />
noktada ayrılmakta ve kentli-<strong>modern</strong> bir çizgide durmaktadır. Bülent Onaran dizinin<br />
kendi içinde en tutarlı karakterlerinden biridir. Emekli bir hariciyeci olan ve varlıklı-<br />
iyi bir aileden gelen Onaran, alışık olduğumuz bir baba figürü değildir. Kendine,<br />
kıyafetine, yediğine içtiğine son derece düşkün, bilinçli ve zevkleri gelişmiş, görmüş-<br />
geçirmiş bir beyefendidir. Yurtdışında çeşitli ülkelerde görev yapmasının da getirdiği<br />
avantajlarla farklı kültürleri tanımaktadır. Dünyanın neresinde ne yenir, ne içilir<br />
hangi ülkenin özelliği nedir vb. konularda görgü-bilgi sahibidir. Bülent Onaran’ın en<br />
büyük zaafı kadınlardır. Dizide bu özelliği ile dikkati çeken hatta oğlunun (Cem)<br />
mazbut hayatına karşın hareketli bir yaşamı olan orta yaş üzeri bir çapkındır. Mesleği<br />
ve üstün zevkleri ile snob olması beklenen Bülent Onaran’ın insanlarla kolay iletişim<br />
kurduğu, hayatı dalgaya aldığı, sohbeti-muhabbeti sevdiği görülmektedir. Dilber<br />
Hala ile taban tabana zıt olmalarına rağmen yine de bir ilişki geliştirebilmiştir. Esprili<br />
bir dille takılma, Dilber Hala’nın utanacağı türden cümlelerle üzerine gitme gibi<br />
farklı bir iletişim yöntemi benimsemiştir.<br />
Bülent Onaran ile Dilber Hala’nın dostlukları, <strong>modern</strong> ile <strong>geleneksel</strong>in, taşra<br />
ile kentin, tabu ile özgür fikrin buluşması, bir çeşit ahengi ya da karşılıklı “anlayış”la<br />
ortak bir dil geliştirmenin mümkün olduğu vurgusunun temsilcisidir. Her iki<br />
karakterin kırılma noktaları bu zıtlıkların buluşma noktası olarak karşımıza<br />
çıkmaktadır. Bu durum Osman ile Aslı’nın zıt karakter ve yaşam tercihlerine rağmen<br />
bir arada olabilirliği ile de desteklenmektedir.<br />
111
Dizinin altı sezon boyunca taşıyıcı oyuncularından Volkan ve Aslı ise şehirde<br />
ve aynı koşullarda yetişmiş olmalarına rağmen benimsedikleri ve sahiplendikleri<br />
değerler anlamında <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> karşıtlığına ve öteki olma durumuna iyi bir<br />
örnektir. Gelenekçi ve statükocu Volkan Sütçüoğlu, tipik bir Doğulu karakteri<br />
canlandırırken, <strong>geleneksel</strong> tavır ve davranış kalıplarına karşı tepkili Aslı Sütçüoğlu<br />
ise <strong>modern</strong> ve kentli bir kadındır. İyi eğitimli, bakımlı, ekonomik özgürlüğü olan,<br />
kariyer sahibi Aslı’ya karşılık Volkan üniversiteyi bitirememiş, arayışları olan<br />
biridir. Aslı ile Volkan arasındaki karşıtlık durumu dış görünüşlerine de yansımıştır.<br />
Aslı sarısışın ve Volkan’ın deyimiyle sıska iken, Volkan obez ve esmerdir. Volkan<br />
arabesk-fantezi müzik dinlerken, Aslı arabesk müzikten nefret eder. Aslı’nın tüketim<br />
tercihleri de oldukça seçici ve <strong>modern</strong>dir. Kaliteli yerlerde yemek, kaliteli giyinmek<br />
Aslı için önemlidir. Prestijli işlere imza atmak isteyen Aslı’ya karşılık Volkan’ın en<br />
büyük hayali kaset yapıp, köşeyi dönmektir. Volkan’ın sık sık en yakın arkadaşı<br />
Sertaç’ın proje fikirleri nedeniyle başı belaya girmektedir. Ara ara isyan eden<br />
Volkan, kendi kararlarını vermekten ve tek başına ayakta durmaktan acizdir. Aile<br />
baskısından kurtulamamış, hala aile desteğine ihtiyaç duymaktadır. Volkan,<br />
büyümek ve sorumluluk almak istememekte hatta 179. bölüm’de, sorumluluk almak<br />
yerine “evin oğlu” olmayı tercih ettiğini söylemektedir:<br />
— Geç geldiğimde birileri fırça atsın, içki içtiğim zaman başıma<br />
kalksınlar, getirdiğim kızlara birileri laf soksun ben evin oğlu olmak<br />
istiyorum. […] Ben bunları istiyorum yaaaa.<br />
Selin, Yaprak ve Şahika olmak üzere üçü de birbirinden farklı kadınlarla<br />
beraber olan Volkan, üçüyle de evlenip-yuva kurmayı hayal etmiş ancak hiçbiri onun<br />
hayal ettiği “evinin kadını” olamamıştır. Benzer bir hayalle peşinden gittiği kadın ise<br />
112
“dansöz” çıkmıştır. Volkan’ın hayalinin dizi boyunca gerçekleşememesi üstü örtük<br />
bir şekilde “evinin kadını, çocuklarının anası olacak bir kadın modeli, günümüz<br />
dünyasında gerçekçi değildir” mesajını da vermektedir.<br />
Volkan karakteri de bütününe bakıldığında “bölünmüş kimlik” örneği<br />
olabilmektedir. Volkan, geldiği kültür ve aile terbiyesi, kent değerleri ile arkadaşlık<br />
ettiği kişiler ve onların geldiği kültürlerin etkileri arasında sıkışıp kalmıştır. İyi bir<br />
ailede, kent değerleri ile büyümüş Volkan, arabesk-fantezi müzik dinlemektedir.<br />
Volkan’ın çelişkileri bunlarla da kalmamaktadır. Volkan bir yandan terbiyeli-temiz<br />
bir aile kızıyla evlilik hayali kurarken, diğer yandan Şahika, Yaprak, Selin gibi havalı<br />
kızlarla beraber olmaktadır. Ünlü olmak, kaset yapmak, para kazanmak isterken,<br />
babasından devraldığı aile muhallebicisini işletmektedir. Volkan asıl çelişkiyi<br />
muhallebiciyi sevmesine, arkadaşları ile orada sade, sıcak bir hayat sürmesine<br />
rağmen oradan kurtulmanın yollarını arama noktasında yaşamaktadır. Benzer bir<br />
sıkışmışlık duygusu, kız arkadaşlarıyla olan ilişkilerinde de gözlenmektedir. 177.<br />
bölümde Makbule’ye bağıran Burhan’a karşı, Makbule’yi savunurken söylediği<br />
sözler Volkan’ın ilişkiler konusundaki görüşlerinin özeti gibidir:<br />
— Bağırma lan Makbule ablaya. Bu zamanda böyle helal süt emmiş kız<br />
bulmak kolay mı? Bi bak ya. Sevgilisine bağlı, duygusal, sevecen,<br />
neşeli, esprili, insan be! Etrafındaki kızlara bi bak Burhan. Valla<br />
adamın göğsünü açıp ciğerini çıkarırlar.<br />
Doğu-Batı değerleri arasında, İstanbul’un yeni dinamikleri içinde, şöhret<br />
olmaya, düzen tutturmaya çalışan Volkan, toplumun alışık olduğu bir ahlak ve ilişki<br />
anlayışına sahiptir.<br />
113
Volkan’ın zıt özelliklerine sahip Aslı ile yaşadığı çatışma, dizinin temel<br />
çatışmalarından biri olsa da sıkışmışlık ve arada kalmışlık noktasında<br />
buluşmaktadırlar. Volkan’ın yaşadığı çelişkilerin bir benzerini Aslı’da yaşamaktadır.<br />
Aslı’nın -zaman zaman espri konusu olan- Cem ve Osman gibi birbirine taban tabana<br />
zıt iki karakterle beraber olması, arada kalmışlığın bir sembolüdür. Modernden yana<br />
tercih kullanan Aslı’nın <strong>geleneksel</strong> olana da istemese de boyun eğdiği durumlar<br />
dikkati çekmektedir. Aslı bir yandan evden çıkmak için ailesinden izin almaya<br />
çalışmakta -hatta gizli gizli evden kaçıp eğlenceye gider- diğer yandan <strong>modern</strong>,<br />
ekonomik özgürlüğü olan kadın kimliğiyle, <strong>geleneksel</strong> değerlere isyan etmektedir.<br />
Bu anlamda, güçlü kadın kimliğine rağmen, dizinin en tipik, en vurucu “arada<br />
kalmışlığı-sıkışmışlığı” en iyi temsil eden karakteri Aslı’dır. Ailenin değişen<br />
yapısına da tepki gösteren Aslı, aslında üstlendiği sorumluluk karşısında ne<br />
yapacağını bilmez bir halde içine düştüğü bunalımı 179. bölüm’de Volkan’la yaptığı<br />
bir konuşmada özetlemektedir:<br />
[…] Güzel. 3 gün öncesine kadar annesi babası tesadüfen şehir<br />
dışına gitmiş, burada böyle özgürlüğün tadını çıkaran evin genç<br />
kızıydım. Şimdi ne olduğumu bilmiyorum. Saçma sapan bir şey<br />
oldum. Başımızda büyükler olmadığı için evin genç kızı değilim,<br />
dışarıda çalışıp kendi evini tutmuş kendi parasını kazanan iş kadını<br />
değilim, evinin yerini bilen güzel ev kadını, evli bir kadın değilim.<br />
Neyim ben ya? Böyle havada sallanan bi’şey oldum. Ben biz<br />
napıyoruz şimdi burada böyle? Napıyoruz? Aynı evde dört kişi. […]<br />
Neyiz biz aile miyiz? Aile şöyle bi şey değil midir: İki tane büyük<br />
daha sıkıcı daha yaşlı kural koyucu insan, iki tane de böyle zıpır<br />
kuralları yıkmaya çalışan, aile böyle bir şey değil midir? Biz neyiz<br />
şimdi? Dört tane 30 yaşlarında bir miktar zıpır bir miktar sıkıcı. […]<br />
Böyle bir aile evin içinde. Neyiz biz ya na’pıyoruz burada?<br />
Aslı’nın bu isyanında genç kızlık, çalışan kadın, ev kadını olmak üzere<br />
“kadınlık durumu” ve “aile” kavramının Aslı’nın kafasındaki tanımı yer almaktadır.<br />
114
Geleneksel-<strong>modern</strong> karşıtlığında diğeri için öteki olan iki karakter Osman<br />
Koçarslanlı ile Cem Onaran’dır. Birbirine taban tabana zıt bu iki karakterin tek ortak<br />
noktası Aslı ile olan beraberlikleridir. Osman Koçarslanlı, gelenekçi bakış açısıyla<br />
Volkan’ın daha kolay benimsediği ve anlaştığı biridir. Osman, Adanalı bir ailenin<br />
temsilcisidir. Taşra sermayesi ve onun yarattığı değerlerin taşıyıcısıdır. Osman<br />
Koçarslanlı, Anadolu sermayesi ile büyümüş ve işlerini İstanbul’a taşıyarak<br />
Türkiye’nin ondördüncü zengini olmuş bir ailenin oğludur.<br />
Osman, iyi eğitimli, şehir adabını bilen bir işadamı olmasına rağmen<br />
sahiplendiği ve temsil ettiği değerler açısından bakıldığında <strong>geleneksel</strong>dir. Cem ise,<br />
iyi okullarda okumuş, belli standartlarda yetişmiş, beğeni düzeyi yüksek, kibar, zarif<br />
biri ve dış görünüşe önem verir. Geleneksel yaklaşımlara uzak, iyi niyetli bir kent<br />
beyefendisi olan Cem, zevkleri ve dünyayı algılama biçimi ile gerçek anlamda bir<br />
kentlidir. Aslı için ideal bir sevgili hatta ideal bir koca adayıdır. Ancak Cem’in<br />
zerafeti ve yaklaşımları Volkan’a uzaktır ve yapmacık gelir. Volkan, cebinde sürekli<br />
silah taşıyan Osman’a bile kendini daha yakın hissetmektedir. Osman’ın silah<br />
taşıması ve dizide ara sıra sözü edilen mafya durumu, zaman zaman espri konusu<br />
olmaktadır. Osman, kimi zaman “Sicilyalı” dır kimi zaman “Polat Alemdar”. İçkisi,<br />
kumarı ve biraz da hovardalığı vardır. Futbol merakı, sanatın herhangi bir alanıyla<br />
ilgilenmemesi, kadına bakış açısı ile tam bir “erkek adam” dır. Osman kent yaşamını<br />
bilmesine rağmen ideal anlamda kentin gerektirdiklerini değil, kentin arka<br />
sokaklarının gerektirdiklerini sahiplenmiştir. Bu yanıyla bakıldığında Osman da<br />
dizinin arada kalmış karakterlerinden biridir.<br />
115
Cem karakteri üzerinden Cem-Cem’in babası, Cem-Osman, Cem-Volkan ve<br />
Cem-Aslı arasında pek çok farklı çatışma noktaları yaratılmıştır. Dizinin en uyumlu<br />
ve kentli karakterlerinden biri olan Cem üzerinden bu kadar çatışmanın yaratılmış<br />
olması da dikkate değerdir. Ancak burada Bülent Bey’in çapkınlığı ile Cem’in kendi<br />
halindeliği, Osman’ın kaba-gelenekçi-tutuculuğu ile Cem’in <strong>modern</strong>, kibar yanı<br />
çatışmaktadır. Volkan’ın dünya görüşü, zevkleri, tutucu ve baskıcı tavrı ile Cem’in<br />
naifliği ikinci bir çatışma alanıdır. İdeal olanın Cem olduğu noktasında<br />
buluşulmaktadır. Aslı’nın Cem ile olan çatışması ise kadın-erkek ilişkilerindeki<br />
çatışmadır. Hatta Aslı’yı Osman’dan kıskanma noktasında erkeklik duyguları ağır<br />
basarak kaba kuvvete bile başvuracak noktaya gelebilmektedir.<br />
Karakterlerin çoğunda görülen çatışma, Cem de görülmez. Cem’in duruşu,<br />
eğitimi, hayata bakışı ve yaşam tarzı kendi içinde oldukça tutarlıdır. Kendi içinde<br />
tutarlı ve gerçek anlamda şehirli bir kadın olan Fatoş ise dizinin en özgün<br />
karakterlerinden biridir. 40’lı yaşlarda, seksi görünümlü, kariyer sahibi, bağımsız bir<br />
kadın olan Fatoş, yalnız yaşamaktadır. Hayatın çeşitli renklerini ve yönlerini<br />
yaşamayı seven, rahatına düşkün renkli bir karakterdir.<br />
Dizide sürekli ayna karşısında kendine bakan, makyajını, süsünü kontrol eden<br />
bir kadın olarak sunulan Fatoş’un zekâsına ve yaptığı işe dair gerçek mesaj, Aslı<br />
üzerinden verilmektedir. Aslı’nın Fatoş’un yaptığı işe hakkını verememesi ve<br />
Fatoş’un kolay görünen zor bir işi sorunsuzca yürütmesi aslında Fatoş’un çizdiği<br />
imajın bizi yanılttığı yönündedir. Fatoş’un ameliyat olması ve yerine dizinin “zeki-<br />
akıllı” kadını olarak lanse edilen Aslı’nın bakması izleyici açısından iki beklentiyi<br />
süprizle sonlandırmıştır: İzleyici Aslı’nın yaşadığı bu deneyimde, Fatoş’un, sadece<br />
aynaya bakmadığını, dergide olan biteni süzgecinden geçirerek, patrona çalışanı,<br />
116
çalışana patronu -üstelik birbirlerine cephe almadan ve sonuca dönük olarak-<br />
koruduğunu, her iki taraf arasında denge kurduğunu fark etmiştir. Üstelik bunu<br />
yaparken, bir yandan ekibi çalıştırmakta, bir yandan onlara arkadaşlık etmektedir. Bu<br />
noktada günlük hayatta da karşımıza çıkan çoğu zaman bilinip bilinmeden eleştirilen<br />
benzer kadınlara bir övgü ve hakkını teslim etme durumu göze çarpmaktadır.<br />
Fatoş, serbestliği, görmüş geçirmişliği, üst düzey tanıdıklardan oluşan<br />
çevresi, kendine özeni, yeniliklerin takipçisi olması gibi Batılı pek çok özelliği ile<br />
tam bir Nişantaşı kadını olarak resmedilmektedir. Fatoş, cinsellik konusunda da rahat<br />
davranan, istediği ilişkiyi serbestçe yaşayan bir kadın olarak, iş yaşamının yanında,<br />
hayatın diğer alanlarında da başarılı olmak için çabalayan bir kadındır. Fatoş, dizide<br />
daha çok bu yönüyle özellikle “hayattan zevk alma”, “hayatın tadını çıkarma”,<br />
“gereksiz şeyleri dert etmeme” yönüyle gündeme gelmektedir. Burada da -kadının<br />
özgür seçimlerini yaşamasının güzelliği- mesajları verilmektedir.<br />
Cem gibi Fatoş da, sıkışmışlık ya da bölünmüşlük gibi bir kimlik sorunu<br />
yaşamamaktadır. Derginin moda editörü olan Yaprak ise kent yaşamından kır<br />
yaşamına dönüşün simgesidir. Sağlıklı yaşam ve doğal ürünler üzerinde kafa yoran,<br />
Yaprak da dizinin aradakalmış karakterleri arasındadır. Ancak Yaprak diğer<br />
karakterlerden Doğu-Batı değerlerini “gelenek-görenek” anlamında değil daha çok<br />
spiritüel anlamda taşıması noktasında ayrılır. İyi aile terbiyesi almış biraz safça biri<br />
olan Yaprak, modayı, trendleri yakından takip etmekte ve sıra dışı tarzı ile dikkat<br />
çekmektedir. Kahve falına bakmakta, yoga yapmaktadır. Aynı zamanda vejeteryan<br />
olan Yaprak, sağlıklı beslenme konusuna özen göstermekte, yeşil çay içmektedir.<br />
Pozitif enerjiye inanmakta ve bunu çevresindekilere de uygulamaktadır. Hayatı<br />
algılayışı enerjiler üzerindendir. Hayat biçimi, tavır ve davranışlarında Doğu-Batı<br />
117
çatışması yaşayan Yaprak da zaman zaman “bölünmüş kimlik” özellikleri<br />
sergilemektedir. Çelişkileri vardır. Modern bir kadın olmasına rağmen maço<br />
erkeklerden hoşlanmaktadır. Geldiği kültür ona “itaat etmeyi” öğretmiştir ki zaman<br />
zaman bazı olaylar karşısında kendini “istemese de yapmak zorunda” hisseder:<br />
— Nefret ediyorum, küçülüyorum böyle aşşağlık bir şey oluyorum. Öyle<br />
yetiştirdiler ama maskot gibi… Yaprak, Ali Amca’na kek yap. Gül<br />
Teyze’ne şarkı söyle. Sebahat Abla’nın negatif elektriğini al. Böyle<br />
büyüdüm ben. Büyüklere hizmet için yetiştirildim. Yaşlı geyşası gibi ve<br />
artık bundan kurtulmak istiyorum (183. bölüm).<br />
diyerek bu durumdan memnuniyetsizliğini açıklamaktadır.<br />
Ötekilik duygusunu dizide en belirgin ve farklı şekiller farklı ruh halleriyle<br />
hissettiren karakter Burhan Altıntop karakteridir. Derginin idare müdürü olan Burhan<br />
için idare müdürlüğü, hayatta sahip olduğu, tutunduğu en önemli roldür. Burhan, her<br />
fırsatta idare müdürlüğü görevini çok önemsediğini belli etmekte, kendini tanıtırken<br />
“idare müdürü” olduğunu mutlaka vurgulamaktadır. Burhan, dizinin en karmaşık, en<br />
darmadağın, en aklı karışık ve hatta en zavallı karakteridir. Özentileri arasında<br />
kaybolmuş, kimliksiz bu adam, başkalarının sahip olduklarına kendi de sahipmiş gibi<br />
davranarak kendine has bir varolma biçimi yaratmıştır. Burhan karakterinin çok<br />
belirgin bir biçimde soyluluk takıntısı vardır ve her fırsatta bunu sergilemektedir.<br />
Kendini İngiliz asilzadeleri ile bir araya getirmekte, kendi de gerçek olmadığını<br />
bildiği halde köklerinin saraydan geldiğine dair açıklamalarda bulunmaktadır:<br />
— Ben bazıları gibi göçebe kültüründen gelmiyorum. Ben bir yere<br />
gittiğim zaman üç günde olsa, üç ayda olsa gardrobum olsun, özel<br />
hatıralarım olsun, özel eşyalarım olsun hepsi yanımda olur. […]<br />
— Sıradan bir İngiliz vatandaşı tipi olabilir ben de Osman Koçarslanlı<br />
kadar bütçem de olmayabilir ama yüksek öğrenimime kimse laf<br />
edemez (183. bölüm).<br />
118
Burhan Altıntop, dizideki diğer karakterler tarafından sevilmemektedir. Bu<br />
durumu, Burhan’ın, ait olmadığı ortamlara kendini zorla davet ettirmesi, bu<br />
ortamlara davetsiz gitmesi, para vermeden başkalarının sağladığı fırsatlar üzerinden<br />
“bedava bir hayat” yaşamaya çalışması, Makbule’yi beğenmezken zengin olduğunu<br />
öğrenmesi üzerine birdenbire sevmesi, iyi görüntüsü altında kötülük yapabilme<br />
kapasitesine sahip olması gibi nedenlerle açıklamak mümkündür. Burhan tüm bu<br />
olumsuzluklara rağmen yine de varolmayı başarmıştır.<br />
Burhan Altıntop, kimi zaman temizlik hastası, kimi zaman hastalık hastası,<br />
kimi zaman alkol bağımlısıdır. Seks konusunda zaafiyetleri olan ama bakir bir<br />
adamdır. Rahatlıkla sözlü tacizde bulunabilmekte, anlamlı anlamsız dokunmaları<br />
olabilmektedir. Duygusaldır. Sürekli pohpohlanmak ve sevilmek isteyen “zavallı”<br />
biridir. Kendini olmadığı gibi göstermeye çalışmakta, kendi de zaman zaman bu<br />
zavallı haliyle yüzleşmektedir.<br />
Karakterin en belirgin özelliklerinden biri de otorite ile olan problemidir.<br />
Güçlü karşısında sinen ve gücü kendi ele geçirdiği anda canavarlaşacak kadar kötü<br />
olabilen biridir. Soylu ve varlıklı bir hayata özenen Burhan, maddi olanaksızlıklar<br />
içinde yaşamakta, Makbule ile olan beraberliğini de onun sahip olduğu mal varlığı<br />
üzerine kurmaktadır. Tokat’tan gelerek İstanbul’da her türlü kılığa her türlü ortama<br />
girmeye çalışan, hezeyanlar içindeki Burhan, Avrupa Yakası’nın en dikkat çekici, en<br />
“buhranlı” en “bulanık” karakterlerinden biridir.<br />
Taşradan gelen, gelenekçi bir bakış açısına sahip ancak şehirli hatta<br />
“kentsoylu” olmaya özenen Burhan Altıntop ile kentin arka sokaklarında yaşayan,<br />
<strong>geleneksel</strong> değerlere bağlı İzzet arasında da fark vardır. Dizinin ideal ev kadını<br />
119
Makbule’nin birlikte olduğu bu iki erkek tiplemesinde varlık-yokluk karşıtlığından<br />
çok üsluplarındaki karşıtlık dikkati çekmektedir. Her iki erkek için de Makbule’nin<br />
sahip olduğu mal varlığı cazip ise de İzzet Makbule’yi kendi sefil hayatına ortak<br />
etmiş, Burhan ise Makbule’nin ailesi ile yaşamayı tercih etmiştir. İzzet parası<br />
olmadığı halde kazanmanın türlü yollarını denerken Burhan, mirasa ortak olmanın<br />
hesaplarını yapmaktadır. İzzet deri ceketi, kaytan bıyıkları, kaba tavırları ile tam bir<br />
maço erkek iken, Burhan kırılganlığı ile dikkat çekmektedir. İzzet, kentin arka<br />
sokaklarında kötü koşullarda çocukları ile birlikte yaşarken Makbule İzzet’e kapılıp<br />
onunla kaçmış ancak yaşadığı “sefil hayata” dayanamayıp evine geri dönmüştür.<br />
Makbule’nin <strong>geleneksel</strong>-varlıklı duruşu İzzet’in <strong>geleneksel</strong>-yoksul duruşu ile<br />
çatışmıştır. Benzer koşullarda ya da kentin varoşlarında yaşayan her kentli için<br />
yükselme hayali İzzet için de mevcuttur. İzzet de bulduğu ilk fırsatta kendini bir üst<br />
statüye çekmek için çaba harcamaktadır.<br />
Dizinin başından beri ne iş yaptığı belli olmayan “serbest meslek”<br />
tanımlamalarıyla geçiştirilen İzzet’in, tanımlı ilk işi “emlakçılık” olarak karşımıza<br />
çıkmaktadır. Bu noktada Türkiye’de emlakçılık yapan çok büyük bir kesimin benzer<br />
niteliklere sahip olduğuna da dikkat çekilmiştir. İzzet, fırsatını yakaladığında fikir<br />
veren, iş geliştiren, adam çalıştıran işadamı İzzet olmaktadır. Sütçüoğlu<br />
Muhallebicisi’nin önünde Volkan ve Tacettin ile durum değerlendirmesi yaparken,<br />
yeni statüsünü gururla paylaşmaktadır:<br />
— Fikir benim sadece… Ben çiçekleri toplayacak ergen elemanları<br />
organize eder komisyonumu alırım. Emlakçıyım ben portfolyomu<br />
bırakamam… Burhan sen kimsin de beni cepten arıyorsun (176.<br />
bölüm).<br />
120
Ötekilik ilişkisinde dizinin belirgin bir şekilde karşı karşıya kalan bir başka<br />
unsuru da <strong>modern</strong> gelin adayı Aslı ile <strong>geleneksel</strong> gelin adayı Meryem’dir. Meryem,<br />
taşralı-<strong>geleneksel</strong> çizgide biridir. Adana’dan Nişantaşı’na gelmiş, cilveli, işini bilen<br />
taşralı bir kadındır. Aslı ise özgür tercihleri olan biri olarak Dilber Hala tarafından<br />
Osman’a uygun görülmemekte ve hiçbir şekilde tasvip edilmemektedir. Dilber<br />
Hala’nın diziye girdiği günden beri Osman’a yakıştırdığı gelin adayı Meryem’dir.<br />
Meryem bir yandan “ideal tip” rolünü oynamakta, bir yandan da bu idealizmle hiç<br />
ilgisi olmayan “gerçek” kişiliğini ortaya koymaktadır. Meryem, ideal gelin adayı<br />
olarak, namuslu, becerikli, terbiyeli, güzelller güzeli olarak sunulmuş ancak,<br />
Meryem’in içinden cilveli, plancı, sivri dilli bir kadın çıkmıştır. Kendisine biçilen<br />
kıyafet ile bedeni arasında ciddi bir çatışma yaşayan Meryem, ikiyüzlülüğün de<br />
sembolü olmuştur. Meryem, kendisine başından beri destek olan ve övgüler yağdıran<br />
Dilber Hala’yı, Osman’ı ele geçirdiği ilk anda safdışı bırakabilecek kadar işini bilen<br />
bir karakterdir. Osman’a Aslı’yı sürekli kötüleyen Dilber Hala, Meryem’in hiç<br />
beklenmedik davranışlarından sonra “esas dışı başka içi başka olan başkalarıymış”<br />
diyerek Aslı’dan özür dilemekte ve Meryem’in gerçek yüzünü tanımlamaktadır.<br />
Dizide, Meryem karakterinde taşranın saf ve iyi yanının bozulduğunun,<br />
<strong>geleneksel</strong> olanın içinin boşaltıldığının sinyalleri verilmektedir.<br />
Avrupa Yakası’nın zengin karakter yelpazesinin en renkli, en sıra dışı<br />
karakterlerinden biri de Şahika’dır. Şahika adıyla da ilişkili bir biçimde, gücün,<br />
paranın, heybetin insanlar üzerindeki etkisinin hissettirildiği bir karakterdir.<br />
Geleneksel-kentli bir çizgide duran Şahika Koçarslanlı, zengin, güçlü, takıntılı,<br />
dengesiz, alaycı ve aşırı özgüvenlidir. Esprili ve frapandır. Parasına güvenen<br />
121
“paramla döverim seni” diyebilecek kadar rahat ve görgüsüzdür. Fiziksel açıklarını<br />
parasına güvenerek kapatan, lükse ve alışverişe düşkün bir kadındır. Türkçe’yi<br />
bozarak ve kendine ait bir ukalalıkla konuşmaktadır.<br />
Geldiği kültür ile, sosyal çevresi arasında bir uçurum olan Şahika, sıkışmışlık<br />
duygusunun dizide en fazla hissedildiği karakteridir. Bir yanda sahip olduğu eğitim-<br />
kültür düzeyi, bir yanda ekonomik varlıkları, bir diğer yanda içinden geldiği gibi<br />
davranma rahatlığı ve görgüsüzlük Şahika’yı “garip” bir ruh haliyle karşımıza<br />
çıkarmaktadır. İstanbul’un bu alengirli haline alışamayan Şahika’nın durumuna, 180.<br />
bölümde meslek isimleri konusunda yaşanan kaos üzerinden örnekler verilmiştir.<br />
Tezgahtar; satış elemanı, koruma; güvenlik görevlisi, editör; yayın<br />
yönetmeni, masöz; fizyoterapist, sekreter; yönetici asistanı olmuştur. Aşağı yukarı<br />
aynı işleri daha profesyonelce yapan, yaptığı işin eğitimini almış yeni bir profil<br />
vardır artık İstanbul’da. Üstelik eskiden küçümsenen bazı işlerin de aslında bugün<br />
popüler olması, gözde meslekler arasına girmesi gibi yeni bir durum daha söz<br />
konusudur.<br />
Bu yeni durum, yeni yaşam tarzları, İstanbul’un yeni düzeni içinde fazlasıyla<br />
önemsenmektedir. Fatoş tarafından “insanların isimleri gibi mesleklerini ve titrlerini<br />
doğru öğrenip söylemen lazım Şahika. Saygısızlık ediyorsun” şeklinde uyarılan<br />
Şahika, bu sefer de muhallebiciye “süt ürünleri yöneticisi” gibi bir isim uydurunca<br />
komik duruma düşmekte ve bir türlü bu yeni duruma ayak uyduramayarak sinir krizi<br />
geçirmektedir:<br />
122
— Aaa sallandırmayın suratınızı be… Fatoş’a editör denir mi denmez mi<br />
diye Sadettin’i arıyorum. Sadettin’in sekreteri açıyor. Sekreteri misiniz<br />
diyorum. Hayır asistanıyım diyor …<br />
Karikatürize edilmiş bu durum Şahika üzerinden, benzerlerine verilmiş bir ders<br />
olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
Gelenekselin eleştirilmesi noktasında Meryem karakteri önemli bir yer<br />
tutmaktadır. Dizinin son bölümünde Aslı’nın Cem’le tekrar evlenmesi, Osman’ın<br />
tutuklanması, Burhan’ın kaçması gibi olaylar da <strong>modern</strong>in <strong>geleneksel</strong>e karşı zaferi<br />
şeklinde yorumlanabilir. Avrupa Yakası bu noktada komedi anlatılarındaki<br />
<strong>geleneksel</strong>den yana tutumu benimsememiş ve ezberi bozmuştur. Ezberi bozan<br />
sıradışı uslup ve Gaffur, Burhan, Dilber Hala, Şahika gibi sıradışı karakterler, dizinin<br />
benzerlerinden ayrılmasına yardımcı olan unsurlardır.<br />
123
SONUÇ<br />
“Gülmecede Modern-Geleneksel Karşıtlığının Kullanımı: Avrupa Yakası<br />
Örneği” adlı bu çalışmada, gülmeceyi yaratan temel unsur olarak “karşıtlık” kavramı<br />
çerçevesinde “<strong>modern</strong>-<strong>geleneksel</strong>” kavramları incelenmiş, bu kavramlardan<br />
bakılarak oluşturulan kimlik kurguları ve bu kurguların oluşumunun tüketim, aile,<br />
komşuluk ilişkileri, sorun çözme yaklaşımları, dil <strong>kullanımı</strong>, mekân <strong>kullanımı</strong> gibi<br />
ana unsurlarda kendini nasıl gösterdiğine bakılmıştır. Değişen toplumsal ve kültürel<br />
yapının hareketliliği ve karmaşasının yansıdığı dizide, karakterler üzerinden Türkiye<br />
tespiti yapılmaya çalışılmıştır.<br />
Kentlilik vurgusunun ağır bastığı dizide, yaşam tarzları, dil <strong>kullanımı</strong>, tüketim<br />
alışkanlıkları ve ilgi alanları göz önüne alındığında, taşradan gelmiş ve taşralı<br />
özelliklerinden sıyrılamamış kentte yaşayan ama kent değerlerinden uzak kimlikleri;<br />
“kentli-taşralı”, kentte yaşayan ve kentlilik değerlerini benimsemiş kimlikleri;<br />
“kentli-<strong>modern</strong>”, kentte yaşayan, kentlilik değerlerini bilen benimseyen ama<br />
<strong>geleneksel</strong> değerlerine sıkı sıkıya bağlı kimlikleri ise; “kentli-<strong>geleneksel</strong>” şeklinde<br />
kategorize etmek mümkün olmuştur. Burada amaç yeni bir kuramsal kategorizasyon<br />
yapmak değil, Türkiye’nin değişen dinamikleri içinde, kimi zaman uzlaşan kimi<br />
zaman çatışan bir uslupla kendini vareden yaşam tarzlarına ve bu tarzların çokluğuna<br />
dikkat çekmektir. Kendi özgün koşullarına bağlı olarak ayrışan, zenginleşen yaşam<br />
tarzlarımızın “gülmece” formunda nasıl işlendiğine bakmak, altı sezon izleyiciyi<br />
sürekleyen özgün bir durum komedisinin “<strong>geleneksel</strong>”i tartışması, eleştirmesi<br />
noktalarında nasıl bir “farklılık” yarattığını ortaya koymaktır.<br />
Poetika’da sözü edilen komedyadan bugüne, karşıtlıklar her dönemin kendine<br />
has koşulları üzerinden oluşturulmuştur.<br />
124
Günlük hayatta yaşadığımız durumlar, televizyonun “ikonik göstergeler”<br />
sistemi içinde yeniden sunuma girmektedir. Bir kıyafet, bir davranış, bir cümle ya da<br />
üslup bir form içinde bize ulaşmaktadır. Gündelik olanın konu edildiği “durum<br />
komedileri”, televizyonun diğer formatlarından farklı olarak ailemizden, bizden<br />
birilerini özellikle de yan komşumuzu temsil etmektedir. Ancak bu temsiller<br />
Türkiye’nin <strong>modern</strong>leşme yolculuğunda çok açık biçimde bir çizgiyi –toplumsal<br />
hayattaki değişim çizgisini- takip etmiştir. Türkiye’nin ilk durum komedisi olarak<br />
kabul edebileceğimiz Kaynanalar (1974), köyden kente göçün sonuçlarını, 70’li<br />
yılların havasını kentli-köylü karşıtlığı üzerinden anlatmıştır. Burada, komedinin<br />
genel tutumu “<strong>geleneksel</strong> olandan yana”dır. Kentli Hakmen ailesi özellikle Tijen<br />
Hakmen, burnu büyük, sevimsiz ve biraz da “gülünç”tür. Kantarlar ise “sonradan<br />
görme” zenginleri sembolize etmektedir.<br />
Kuruntu Ailesi’nde 1980 sonrası Türkiye’nin yaşadığı dışa açılımın etkileri<br />
hissedilmektedir. Kuruntu Ailesi kentli bir ailenin etrafında şekillenmiştir.<br />
Takip eden yıllarda yapılan diziler özellikle 90’lı yıllarla birlikte biraz daha<br />
bireylerin iç dünyalarına dönüktür. 2000’li yıllar durum komedilerinde yeni<br />
formatları ve zenginleşen içerikleri beraberinde getirmiştir. 2000’lerde kentlilik, özel<br />
hayat, alternatif yaşam biçimleri, farklılaştırılmış aileler gibi konuların çoğaldığı<br />
gözlenmektedir. Kaynanalar’dan bugüne “<strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong>” <strong>karşıtlığının</strong> işlendiği<br />
durum komedilerinde özellikle son yıllarda yapılan yerli yapımlarda yeni yaşam<br />
biçimleri, yeni tiplemeler ve yeni usluplarla karşı karşıya kalmaktayız. Bugüne kadar<br />
köy-kent ikilemi ile açıklanagelen durum artık değişmiş sadece bu iki zıt kavramla<br />
açıklanamayacak kadar zenginleşmiştir.<br />
125
Orta sınıf aile hayatının ekranda olduğu durum komedileri arasında, <strong>modern</strong><br />
Türkiye’nin seçkinci yüzünü ekrana taşıyan Avrupa Yakası, benzerlerinden hemen<br />
ayrılmaktadır. Bir yanda gerçek anlamda İstanbul kültürü almış ancak geleneklerine<br />
bağlı bir aile, bir yanda bu ailenin hem Doğu hem Batı değerlerini benimsemiş<br />
çocukları, diğer yanda Anadolu’dan gelip İstanbul’a hızlıca adapte olmuş karakterler,<br />
Nişantaşı kültürü içinde tam bir şehir hayatı yaşayan özgür kadınlar, bu kadınların<br />
karşısında Nişantaşı’nda varlıklı ama <strong>geleneksel</strong> çizgiden ayrılmamış bir Makbule,<br />
bütün bir kaosu içinde barındıran Burhan ve dizinin son sezonunun kahramanları<br />
olan Türkiye’nin 14. büyük zengini, Anadolu sermayesinin temsilcisi Koçarslanlı<br />
ailesi, son dönemde yükselen değerlerin bir simgesi olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
Zengin karakter yelpazesi ile dikkati çeken dizide, sözkonusu karakterlern günlük<br />
hayatta üstlendikleri roller de çarpıcı bir şekilde işlenmiştir. Çalışmanın odağında yer<br />
alan “<strong>modern</strong>-<strong>geleneksel</strong> karşıtlığı ve buradan beslenerek oluşturulan kimlik kurguları”nın<br />
Avrupa Yakası’ndaki karakterlerde -günlük yaşamımızda olduğu gibi- çalışan, arkadaş, aile<br />
bireyi, eş vb. çok sayıda rol üstlendikleri görülmektedir. Her bir rol özellikle iş hayatındaki<br />
kişiler için biraz daha fazla sorumluluk, biraz daha durum ve ortama göre hareket etme<br />
ihtiyacı anlamına gelmektedir. Öte yandan bazı karakterler, üstlendikleri roller bir yana<br />
belirgin kişilik özellikleri ve hayattaki tercihleri ile ön plana çıkmaktadır. Yaprak’ın<br />
“doğanın enerjilerine” yoğunlaşması, Şahika’nın “alışverişe” odaklanması, Aslı’nın “biraz<br />
asi biraz evcil haliyle arada kalmışlığı”, Burhan’ın diziye damgasını vuran “soyluluk<br />
özentileri” ve Dilber Hala’nın “namus” kavramıyla özdeşleştirilmesi her bir karaktere<br />
yüklenen anlama da dikkat çekmektedir. Bu durum içinde yaşadığımız dönemin bir özelliği<br />
olarak “farklılık” ve “bireysellik” vurgusu yapmaktadır. Bu vurgular bize -karakterlerin<br />
sahip oldukları eğitim- kültür düzeyi, hayatı algılayış biçimi ve sorun çözme yaklaşımları<br />
göz önüne alındığında- “<strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong>”, “<strong>geleneksel</strong>-taşralı”, “kentli-<strong>geleneksel</strong>”,<br />
126
“kentli-taşralı”, “Doğulu-Batılı” gibi ayrıştırmalar yapma imkânı sunmuştur. Sınıf<br />
kavramından çok, alım gücüne, yaşadığı ortama-hayat biçimine bağlı olarak benzer<br />
ayrıştırmalar yapmak mümkündür.<br />
“Bireysellik” vurgularının ağır bastığı dizide aile kavramı ikinci plandadır.<br />
Dikkat “aile” kavramında değil, “birey”in kendisindedir. Birey, ya bağımsız bir halde<br />
ya da bir ailenin, bir düzenin parçası şeklindedir. Avrupa Yakası’nda her ne kadar<br />
Sütçüoğlu ailesi, (Kral ailesi, diziye son sezon dahil olmuş ve Sütçüoğlu ailesinin<br />
yerini almıştır) Koçarslanlı ailesi, Aksoy ailesi ve Onaranlar olmak üzere temelde<br />
dört aile yapısı yer alsa da, olaylar aile bireyleri üzerinde odaklanır.<br />
Sütçüoğlu Apartmanı ve Sütçüoğlu Muhallebicisi dizinin ana mekânlarıdır ve<br />
genellikle ilk sahne Aslı ile Volkan’ın yaşadıkları evde geçmektedir. Evin bibloları,<br />
koltukları, yeşil fonlu duvardaki aksesuarları seyirci için altı sezon sonra bile aynıdır.<br />
İkinci sahne genellikle muhallebici ya da dergi ofisidir. Az da olsa sokak, Dilber<br />
Hala’nın evi, Burhan’ın evi, İzzet’in evi, Tanrıverdi’nin evi, kapıcı dairesi, Soho<br />
restaurant gibi mekânlar, diziye hareket getirmekte ve yaşam tarzları, ekonomik<br />
düzey göstergeleri olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
Dizide altını çizmemiz gereken bir diğer unsur “tüketim” kavramının alım<br />
gücü ile doğrudan ilgili olduğunun vurgulanmasıdır. Bu konuda birinci sezonda<br />
Selin, son sezonda Şahika ve her sezon Fatoş adres gösterilmiştir. Selin ve Şahika<br />
varlıklı kadınlarken, Fatoş ekonomik özgürlüğü olan, yalnız yaşayan bir kadındır.<br />
Fatoş’taki “özgür”lük vurgusu ikili ilişkilerinde de sık sık gündeme gelmiştir.<br />
İkili ilişkilerdeki genel yaklaşımlar, dil <strong>kullanımı</strong>, sorun çözme yaklaşımları,<br />
tüketim alışkanlıkları düşünüldüğünde Avrupa Yakası’nda günümüzün değişen<br />
127
sosyal yapısı, kent ve kentliliğin dayattıkları, kendini, kimliğini tanımlamakta güçlük<br />
çeken “insan portreleri” ile karşı karşıya kalmaktayız. Avrupa Yakası bize gülmece<br />
çerçevesinde üstelik gülmecenin tüm unsurlarını kullanarak Türkiye’nin değişen<br />
dinamiklerini göstermektedir.<br />
Avrupa Yakası, içeriğine taşıdığı metinler ve karakterler göz önüne<br />
alındığında tam bir “Türkiye karmasıdır” diyebiliriz. Sadece aile ve komşuluk<br />
ilişkileri etrafında şekillenen geçmiş yılların durum komedileri ele alındığında iş<br />
hayatı, kadın-erkek ilişkisi, yaşam tercihleri, moda, ikili ilişkiler, para kazanma<br />
yolları gibi yeni konu ve yeni tiplemeler bize önümüzdeki yıllarda yaşayacaklarımız<br />
hakkında da fikir vermektedir.<br />
Ekonomik krizler, internet <strong>kullanımı</strong>yla her yerde her türlü bilgiye kolayca<br />
ulaşmanın getirdiği şeffaflık ve siyasal gelişmelerin ardından dünyadaki dengeler<br />
değişmektedir. Araştırmacılar “tek bir dünya” dan sözetmekte ve bu dünyanın hangi<br />
din, dil, ırk ve milliyetten olursa olsun “ortak değer”ler etrafında birleştiğini<br />
söylemektedir. Ekonomide, sosyal hayatta, siyasette, medyada ve entelektüeller<br />
dünyasında adeta bir dönüşüm yaşanmaktadır. Güç kaybeden seçkinlerin yanıbaşında<br />
yeni bir seçkinler grubu yükselmekte, yeni satın alma gücü, yeni bir tüketim alanı<br />
yaratmaktadır. Pareto’nun “seçkinlerin dolaşımı” 24 teorisinin Türkiye’deki<br />
yansımaları tartışılmaktadır. Anadolu’nun güç kazandığı, “unutulmuş”, “devletten<br />
yardım bekleyen”, “çaresiz” ve <strong>geleneksel</strong> iş yöntemleri ile ayakta durmaya çalışan<br />
esnafı, çiftçisi, işçisi ve işadamı kendi çözüm yollarını, kendi çıkar yollarını bulmaya<br />
24 Seçkinlerin Dolaşımı: Vilfredo Pareto, (İtalyan sosyolog ve ekonomist) Seçkinlerin Yükselişi ve<br />
Düşüşü adlı eserinde tarihi bir “sınıflar çatışması” olarak gören Marx’tan farklı olarak tarih, belirli<br />
sınıflar adına hareket eden seçkinlerin iktidarı ele geçirmesi, sürdürmesi ve sonunda güçten düşüp<br />
başka bir sınıfın temsilcisi olan başka bir elit gruba terk etmesi şeklinde işleyen bir yapı olarak<br />
şablonlaştırır. (Pareto, 2010: 50-51)<br />
128
ve uygulamaya çalışmaktadır. Anadolu’nun enerjisi, dinamizmi ve istekliliği ile yeni<br />
ve itici bir güç oluşmaktadır.<br />
Orta sınıf değil “yeni orta sınıf” tan sözedilmekte ve yeni orta sınıf trend<br />
belirleyici olarak yerini almakta, “post<strong>modern</strong> toplum” tanımına göre sınıflardan<br />
değil, tüketimden alım gücünden ve bunun kültüre yansımalarından sözedilmektedir.<br />
Sınırların kalmadığı ve her şeyin fazlasıyla iç içe geçtiği bir dönemde Avrupa Yakası<br />
dönüşüm sürecindeki Türkiye’nin bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir<br />
yanıyla köylü-bir yanıyla kentli, bir yanıyla Doğulu, bir yanıyla Batılı, bir yanıyla<br />
<strong>geleneksel</strong>, bir yanıyla <strong>modern</strong> Türkiye profili: Sıkışmış ve arada kalmış. Bu<br />
sıkışmışlık duygusu kendi kültürünü, kendi yaşam biçimini, kendi yaşam pratiklerini<br />
oluşturan bir “profil” yaratmıştır. Bir yanıyla bakıldığında eleştirilen, çatışma yaratan<br />
bu durum diğer bir yanıyla bakıldığında, kendi içinde bir uyum, bir uzlaşma noktası<br />
yaratmış ve yaratmaya devam etmektedir.<br />
129
KAYNAKÇA<br />
ABİSEL, Nilgün (2005). Türk Sineması Üzerine Yazılar. Ankara: Phoenix Yayınevi.<br />
AKYÜREK, Feridun (2004). Senaryo Yazarı Olmak. 8. Basım. İstanbul: MediaCat<br />
Kitapları.<br />
ARİSTOTELES (2008). Poetika. Rifat Samih (Çev.) 3. Basım. İstanbul: Can<br />
Yayınları.<br />
AYGÜN CENGİZ, Serpil (2009). Modernizm, Otomobil Kültürü ve Reklam. Ankara:<br />
Ütopya Yayınevi.<br />
BAUDRILLARD Jean (2004). Tüketim Toplumu. 2. Baskı. İstanbul: Ayrıntı<br />
Yayınları.<br />
BALİ, Rıfat N. (2009). Tarz-ı Hayattan Life Style’a. 8. Baskı. İstanbul: İletişim<br />
Yayınları.<br />
BERGSON, Henri (2006), Komiğin Anlamı Üstüne Deneme, Yaşar Avunç, (Çev.)<br />
2. Baskı. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.<br />
BERMAN, Marshall (1994), Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, Ümit Altuğ, B. Peker,<br />
(Çev.) İstanbul: İletişim Yayıncılık<br />
B.ARIK, İnsan ve Toplumu Birarada Düşünmedikçe Popüler Kültürü Tartışamayız,<br />
KARAKOÇ, E. (Edt) Medya ve Popüler Kültür, (1-29), Ankara: Literatürk Nüve<br />
Kültür Merkezi Yayınları (2009).<br />
BİLGİN, Vedat (2010). Türkiye’de Değişimin Dinamikleri. 3. Baskı. Ankara: Binyıl<br />
Yayınevi.<br />
BİRSEL, Gülse (2008) “Gülse Birsel’den Dilber Hala sözlüğü” Star 10 Kasım<br />
2008.<br />
BÜYÜK TÜRKÇE SÖZLÜK, İktisat Terimleri Sözlüğü, (2004)<br />
CHANEY, David (1996). Yaşam Tarzları. İ. Kutluk, (Çev.). Ankara: Dost Yayınları.<br />
CHION, Michel (2003). Bir Senaryo Yazmak. Nedret Tanyolaç Öztokat (Çev.).<br />
İstanbul: Agora Kitaplığı.<br />
ÇAM, Şerife (2001). TV Komedilerinde Toplumsal Farklılığın Kuruluşu: Bir Demet<br />
Tiyatro Örneği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: A.Ü. Sosyal Bilimler<br />
Enstitüsü<br />
130
ÇELENK, Sevilay (2005). Televizyon Temsil Kültür: 90’lı Yıllarda Sosyokültürel<br />
İklim ve Televizyon İçerikleri. Ankara: Ütopya Yayınevi.<br />
ÇELENK, Zehra (2007). Yerli Durum Komedilerinde Sürdürülebilirlik Problemi:<br />
Avrupa Yakası Örneği. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: A.Ü. Sosyal<br />
Bilimler Enstitüsü.<br />
ÇİĞDEM, Ahmet (2002). Modernleşme ve Batıcılık. Modern Türkiye’de Siyasi<br />
Düşünce. Cilt 3. İstanbul: İletişim Yayıncılık.<br />
DAĞDAŞ, Banu ve Erdal DAĞDAŞ, (2009). Medya, Tüketim Kültürü ve Yaşam<br />
Tarzları. Ankara: Ütopya Yayınevi.<br />
DAĞDAŞ, Banu (2009). Reklam Kültür Toplum. Ankara: Ütopya Yayınları.<br />
EKŞİGİL, Adnan ( 1997). “Kimlik Bunalımı”nın Edebiyatı ile Bilimi Arasında<br />
Türkiye. Birikim Dergisi, Sayı 102 www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazi<br />
FEATHERSTONE, Mike (1991). Post<strong>modern</strong>izm ve Tüketim Kültürü. Mehmet<br />
Küçük, (çev.), 2. Basım. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.<br />
GÜRBİLEK, Nurdan (2007). Kör Ayna Kayıp Şark. 2. Basım. İstanbul: Metis<br />
Yayınları.<br />
GÜRBİLEK, Nurdan (1993). Vitrinde Yaşamak. 2. Basım. İstanbul: Metis Yayınları.<br />
KAHRAMAN, Hasan Bülent (2004). Post<strong>modern</strong>ite ile Modernite Arasında Türkiye.<br />
2. Basım. İstanbul: Everest Yayınları.<br />
KAYA, İbrahim (2006). Sosyal Teori ve Geç Modernlikler Türk Deneyimi. Ankara:<br />
İmge Kitabevi.<br />
KEYDER, Çağlar (2009). İstanbul Küresel ile Yerel Arasında. 3. Basım. İstanbul:<br />
Metis Yayınları.<br />
KÖKER, Levent (2009). Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi. 11. Baskı. Ankara:<br />
İletişim Yayınları.<br />
LASH, Scott (1994), “Modernite mi Modernizm mi? Weber ve Günümüz Toplumsal<br />
Teorisi”, Modernite Versus Post<strong>modern</strong>ite, Der. ve Çev.: KÜÇÜK, Mehmet, 2.<br />
Baskı. Ankara: Vadi Yayınları. s.47.<br />
MARDİN, Şerif (1997). Türk Modernleşmesi. 5. Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları.<br />
MUTLU, Erol (1991). Televizyonu Anlamak. Ankara: Gündoğan Yayınları.<br />
MİLLER, William (2009). Senaryo Yazımı Sinema ve Televizyon İçin. İstanbul:<br />
Hayalbaz Kitap<br />
131
NUTKU, Özdemir (2001). Dram Sanatı. 4. Baskı. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.<br />
ÖZAKMAN, Turgut (2009). Oyun ve Senaryo Yazma Tekniği. 5. Basım. İstanbul:<br />
Bilgi Yayınevi.<br />
ÖZSOY, Aydan (2005). Popüler Kültür Ürünü Olarak Durum Komedileri:<br />
“Çocuklar Duymasın” Örneğinde Aile Söylemi. Yayınlanmamış Doktora Tezi,<br />
Ankara. A. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü.<br />
PARETO, Vilfredo (2010). “Seçkinlerin Yükşelişi ve Düşüşü”. Mediacat, (185): 50-<br />
51.<br />
SATILMIŞ, Demet (2009). “35,5 ya da Karşıyakalı Olmak: Kimlik Oluşumunda<br />
Aidiyet Ekseni”, Kimlikler Lütfen Türkiye Cumhuriyeti’nde Kültürel Kimlik Arayışı<br />
ve Temsili. Gönül PULTAR (Der.) Ankara: ODTÜ Yayıncılık, s. 337.<br />
SEYLER, Athene, HAGGARD Stephen (2003). Komedi Sanatı. Suat Taşer<br />
(Çev.). İstanbul: Papirüs Yayınevi.<br />
ŞENER, Sevda (2007). Yaşamın Kırılma Noktasında Dram Sanatı. Ankara: Dost<br />
Kitabevi Yayınları.<br />
ŞENER, Sevda (2010). Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi.Ankara: Dost Kitabevi<br />
Yayınları.<br />
ŞİMŞEK, Ali (2005). Yeni Orta Sınıf. İstanbul. L&M Yayınları.<br />
TANIA, Modleski (1998). Eğlence İncelemeleri. Nurdan Gürbilek, (Çev.).<br />
İstanbul: Metis Yayınları.<br />
TEKELİ, İlhan (2009). Modernizm, Modernite ve Türkiye’nin Kent Planlama Tarihi.<br />
İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.<br />
TÖRENLİ, Nurcan (2004). Enformasyon Toplumu ve Küreselleşme Sürecinde<br />
Türkiye. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.<br />
TUNÇ, Ayfer (2009). Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek. İstanbul: Can Sanat<br />
Yayınları.<br />
TURAM, Emir (1996). “2000’li Yıllara Doğru” Türkiye’de TV. İstanbul: Altın<br />
Kitaplar.<br />
TÜRK DİL KURUMU, Türkçe Sözlük, www.tdk.gov.tr<br />
TÜRKDOĞAN, Orhan (1988). “Sosyal Hareketlerin Sosyolojisi”. Ankara: Kültür ve<br />
Turizm Bakanlığı Yayınları no. 858.<br />
132
YANIKLAR, Cengiz (2010). Post<strong>modern</strong>ist Antipati: Post<strong>modern</strong>ist Sınıf(sızlık)<br />
Yaklaşımlarına Eleştirel Bir Bakış, SBF Dergisi, Ankara Üniversitesi Basımevi, Sayı<br />
65 (1) Ocak-Mart 2010.<br />
YILDIRMAZ, Sinan (Der: ŞEN, Besime, Doğan Ali Ekber) (2010). Tarih,<br />
Sınıflar ve Kent. Ankara: Dipnot Yayınları.<br />
JEANNIERE, Abel (1994), “Modernite Nedir?” Modernite Versus<br />
Post<strong>modern</strong>ite, Der. KÜÇÜK, Mehmet, Çev: Nilgün Tutal-Küçük, 2. Baskı.<br />
Ankara: Vadi Yayınları, s.15.<br />
133
EK 1: DİZİ ( AVRUPA YAKASI ) ÖZETİ<br />
Yapımcılığını Sinan Çetin’in yönetmenliğini Jale Atabey Özberk’in<br />
üstlendiği ve senaryosunu Gülse Birsel’in yazdığı Avrupa Yakası, Avrupa Yakası adlı<br />
bir dergide çalışan bir grubun ve bu grubun çevresindeki insanların yaşamlarından<br />
kesitler sunan bir durum komedisidir. Geleneksel ve <strong>modern</strong> karakterlerin, durum ve<br />
olayların karşıtlığından faydalanılarak üretilmiş zengin bir içeriğe sahiptir.<br />
Sütçüoğlu ailesi dizinin temel ailesidir. Sütçüoğlu ailesinin Aslı ve Volkan<br />
adında iki yetişkin çocukları vardır. Aslı ve Volkan zıt karakterde iki kardeştir. Aslı<br />
aile terbiyesi almış, geleneklere göre yetiştirilse de <strong>modern</strong> yanı ağır basan,<br />
yurtdışında eğitim görmüş, aklı başında, hedefleri olan, zeki bir dergicidir. Volkan<br />
ise babadan kalan muhallebici dükkânını işletmekte, ancak müziğe olan tutkusundan<br />
hiç vazgeçmemekte ve sürekli ünlü olma hayalleri kurmakta, hatta planlar<br />
yapmaktadır. İffet (Üfot) aile terbiyesi almış iyi ve titiz bir annedir. Tahsin ise sürekli<br />
çocuklarına tutumlu olmayı öğreten bir İstanbul Beyefendisidir. Babadan kalma<br />
muhallebici dükkânı Tahsin Bey’in en büyük tutkusudur. Tahsin Bey, ilkeleri ile<br />
ayakta tuttuğu bu dükkânı çocuklarına özellikle oğlu Volkan’a aynı ilkelerle devam<br />
ettirmesi konusunda öğütler vermektedir.<br />
Makbule ve Sacit Gaziantep’ten gelen ve amcalarının evinde kalan<br />
kuzenlerdir. Makbule dizinin en evcimen karakteridir. Makbule’nin bütün hayatı ev<br />
işleri ile geçmiştir. Ev işlerinde oldukça becerikli biri olan Makbule, biraz safçadır.<br />
Kelimeleri sürekli yanlış telaffuz eder, bazen de anlama güçlüğü çekmektedir. Sacit<br />
ise, sorumsuz ve çok rahat yalan söyleyebilen, güvenilmez biridir. Hamiyet ve<br />
134
Tevfik Kral ise Sacit ve Makbule’nin Gaziantep’teki anne-babalarıdır. Katı ve<br />
kuralcıdırlar. Son sezonda geçici olarak İstanbul’a taşınırlar.<br />
Dizinin en dikkat çeken karakteri Burhan’dır. Burhan yan dairedeki kiracıdır.<br />
Özentileri yüzünden kendini bulamamış, zayıf biridir. “Sıkışmış, arada kalmış” bir<br />
karakterdir. Statü meraklısıdır. Varlıklı olduğunu öğrenmeden önce yüz vermediği<br />
Makbule ile varlıklı olduğunu öğrendiği zaman evliliğe kadar ileri gidebilecek<br />
birisidir. Burhan aynı zaman da dergide idare müdürüdür ve kendini bu sıfatla<br />
tanımlamaktadır. Avrupa Yakası Dergisi çalışanları da, güzellik düşkünü editör<br />
Fatoş, moda editörü Yaprak, önce müdür sonra fotoğrafçı sonra tekrar müdür olan<br />
Cem, idare müdürü Burhan Bey, ofisboy olarak ilk sezonlarda Şehsuvar, sonraki<br />
sezonlarda Tanrıverdi dizinin temel taşıyıcı karakterlerindendir. Son sezonda Şahika<br />
ve Osman Koçarslanlı diziye eklenmiş ardından Gaziantep’ten İstanbul’a taşınan<br />
Dilber Hala karakteri gelmiştir. Şahika ve Dilber Hala karakterleri dizinin en özgün<br />
karakterlerindendir. Dilber Koçarslanlı <strong>geleneksel</strong> ve otoriter bir Anadolu kadınıdır.<br />
Yeğeni Osman için köyden beğendiği Meryem’i gelin adayı olarak sahiplenir ve<br />
Osman ile Meryem’in aralarını yapmak üzere türlü oyunlar çevirir. Şahika ise<br />
varlıklı, modaya düşkün, tipik haraketleri olan bir “sonradan görme”dir.<br />
Dizi, genel olarak Sütçüoğlu Ailesi’nin evi, muhallebici ve dergi olmak üzere<br />
üç ana mekânda geçmektedir. Bu mekânlara Burhan’ın evi, son sezonda Dilber<br />
Halanın evi, kapıcı Aksoylar’ın evi, kafe de eklenebilir. Ancak karakterlerin bir<br />
arada oldukları ve dizinin büyük bir bölümünün geçtiği mekân daha çok dergidir.<br />
Dergi, başından beri işadamı Sadettin Bey’in olsa da dönem dönem hisse satışları ile<br />
ortaklık almış bu durum “yan öyküler kurma”nın bir unsuru olmuştur.<br />
135
Canlandırdığı renkli karakterden dolayı çok sayıda oyuncu da dizi ile<br />
ünlenmiştir. Dizinin popüler isimlerden 25 oluşan uzun bir de konuk oyuncu listesi<br />
bulunmaktadır. Oyuncuların popülerliği diziye olan ilginin artmasına da katkı<br />
sağlamıştır.<br />
25 Bkz. Ek 5: Konuk Oyuncu Listesi<br />
136
EK 2: DİZİ KARAKTERLERİ<br />
Karakter Karakter Özellikleri<br />
Aslı<br />
Sütçüoğlu<br />
Volkan<br />
Sütçüoğlu<br />
İffet<br />
Sütçüoğlu<br />
Tahsin<br />
Sütçüoğlu<br />
Hamiyet<br />
Kral<br />
Tevfik Kral<br />
Geleneksel bir aile eğitimi almış ama kendi seçimi <strong>modern</strong>den<br />
yana olmuştur. Bu nedenle zaman zaman kendiyle çelişen<br />
durumlarla karşılaşır. Arada kalmış sıkışmış bir karakter. /<br />
Yenilikçi / İstanbul’da büyümüş/ Doğulu-Batılı /Modern<br />
Kent değerlerini bilen ancak yetiştirildiği <strong>geleneksel</strong> tarzı<br />
benimsemiş / Yeniliklere karşı işine geldiği gibi davranabilen /<br />
İstanbul’da büyümüş / Kentli-Geleneksel<br />
Kentte, <strong>geleneksel</strong> değerlerle yetişmiş, çocuklarını da bu değerlere<br />
göre yetiştirmeye çalışan, görgülü, titiz bir karakter / Bursa’da<br />
büyümüş, İstanbul’a yerleşmiş / Kentli-Geleneksel<br />
Kentte, <strong>geleneksel</strong> değerlerle yetişmiş, çocuklarını da bu değerlere<br />
göre yetiştirmeye çalışan, görgülü, titiz bir karakter / Dededen<br />
kalma muhallebiciyi aynı prensiplerle devam ettirmeye ve<br />
yaşatmaya çalışan, <strong>geleneksel</strong> değerlere, aile bağlarına önem veren<br />
bir karakter / Yeniliklere karşı dirençli / İstanbul’da yetişmiş /<br />
Kentli-Geleneksel<br />
Geleneksel değerlere bağlı bir şekilde yetişmiş, görgülü, kent<br />
değerlerini bilen bir kadın / Gaziantep’te büyümüş / Kentli-<br />
Geleneksel<br />
Geleneksel değerlere bağlı bir şekilde yetişmiş, görgülü, kent<br />
değerlerini bilen, <strong>modern</strong> bir karakter / Geleneksel-Kentli<br />
Sacit Kral Kent değerlerini bilen ancak <strong>geleneksel</strong> değerleri benimsemiş,<br />
hileye yatkın bir karakter / Geleneksel-Kentli<br />
Makbule<br />
Kral<br />
Dilber<br />
Koçarslanlı<br />
Şahika<br />
Koçarslanlı<br />
Geleneksel, görgülü / Gaziantep’te büyümüş / Yeniliklere kapalı /<br />
Geleneksel-Kentli<br />
Adana’da varlıklı bir aileden geliyor. Geleneklere aşırı bağlı ve<br />
bunu her fırsatta vurguluyor/ Yeniliklere karşı dirençli /<br />
Geleneksel-Taşralı<br />
Adanalı varlıklı bir ailenin kızı. Geleneksel değerler ve kent<br />
değerleri arasında kalmış, kent yaşamının sunduğu cazibelere<br />
kapılan, paranın gücünün kendisine sağladıklarının farkında olan<br />
kaba ama iyi yürekli sıkışmış bir karakter / Geleneksel-Kentli<br />
Osman Varlıklı bir ailenin İstanbul’daki mirasçısı. İyi eğitimli, kent<br />
değerlerini bilen ancak <strong>geleneksel</strong> değerlerle yetişmiş ve bu<br />
137
Koçarslanlı değerleri benimsemiş bir Anadolu delikanlısı / Yeniliklere dirençli<br />
/ Geleneksel-Kentli<br />
Meryem Taşrada, Anadolu geleneklerine göre yetişmiş, yetiştiği değerleri<br />
pazarlık konusu yapabilen, kurnaz bir karakter / Geleneksel-<br />
Taşralı<br />
Sedef<br />
Onaran<br />
Bülent<br />
Onaran<br />
Cem<br />
Onaran<br />
Yaprak<br />
İzmirli<br />
Kent değerleriyle yetişmiş <strong>modern</strong> bir kadın / Kentli-Modern<br />
Avrupa kültürü almış, <strong>modern</strong>, batılı ve birey olma özellikleri ile<br />
ön plana çıkmış bir karakter / Baba olmaktan çok Bülent olmak,<br />
sadık eş olmaktan çok hayatın tadını çıkarmaya bakan ve güzel<br />
kadınlara olan zafiyetini her fırsatta yaşayan bağımsız bir karakter<br />
/ Yeniliklere açık / Batılı-Kentli-Modern<br />
İyi eğitimli, <strong>geleneksel</strong> değerlerden uzak yetişmiş, Batı<br />
değerlerini benimsemiş <strong>modern</strong> bir karakter/ Yenilikçi / Batılı-<br />
Kentli-Modern<br />
“İyi aile çocuğu” olarak <strong>geleneksel</strong> değerlerle büyümekle birlikte,<br />
kendi bilinçli seçimleri <strong>modern</strong>’den yana olan bir karakter. Son<br />
dönemin modası olan “yeşil hayat”, “spiritüel” yaklaşımlar bilinçli<br />
seçimlerdir. Doğu ve Batı değerlerini bilinçli olarak ve tercih ettiği<br />
şekilde yaşar / Doğulu-Batılı-Modern<br />
Fatoş Batı değerlerini benimsemiş, <strong>geleneksel</strong> olanla dalga geçen, birey<br />
olma özellikleri ön plana çıkan, ekonomik özgürlüğü olan, kendi<br />
hayatını yaşayan <strong>modern</strong> bir kadın / Yenilikçi / Batılı-Modern<br />
Tanrıverdi Taşradan büyük şehre gelmiş, yeniliklere hızlı adapte olan, çabuk<br />
öğrenen ve hızlı gelişen bir karakter. Geleneksel değerlerle<br />
büyümüş ancak kent hayatına özeniyor. / Yeniliklere hızlı<br />
adaptasyon / Taşralı-Modern<br />
Burhan<br />
Altıntop<br />
Sabit<br />
Aksoy<br />
Soyluluk takıntılı, arada kalmış, ezik bir tip. Ne kentli, ne köylü.<br />
Ne görgülü, ne görgüsüz. Özentilerle dolu bir karakter. Dizide<br />
Burhan’ın sahip olmadığı ama olmak istediklerine karşı duyduğu<br />
arzu ve özentilere vurgu yapılmıştır. Yenilikçi / Kentli-Taşralı<br />
Taşradan İstanbul’a gelmiş, şehir hayatını eleştiren, mutsuz bir<br />
karakter. Anadolu geleneklerine bağlı ve kızlarını da bu<br />
geleneklere göre yetiştirmeye çalışan tutucu bir baba. Kızların<br />
“kent değerlerine” olan özentisi, Sabit Efendi ile dizideki bir diğer<br />
çatışma unsurudur / Taşralı-Geleneksel<br />
İzzet Kentin varoşlarında <strong>geleneksel</strong> değerlere sahip, büyük şehirde zor<br />
koşullarda yaşayan bir karakter / Geleneksel-Kentli<br />
138
EK 3: DİZİ KÜNYESİ<br />
OYUNCU<br />
GAZANFER<br />
ÖZCAN<br />
1.<br />
SEZON<br />
(2004)<br />
SEZONLAR<br />
2.<br />
SEZON<br />
(2004-<br />
2005)<br />
3.<br />
SEZON<br />
(2005-<br />
2006)<br />
4.<br />
SEZON<br />
(2006-<br />
2007)<br />
SÜTÇÜOĞLU REZİDANSI<br />
5.<br />
SEZON<br />
(2007-<br />
2008)<br />
TAHSİN SÜTÇÜOĞLU<br />
HÜMEYRA İFFET SÜTÇÜOĞLU<br />
GÜLSE<br />
BİRSEL<br />
ATA<br />
DEMİRER<br />
HASİBE<br />
EREN<br />
TOLGA<br />
ÇEVİK<br />
ENGİN<br />
GÜNAYDIN<br />
MÜŞFİK<br />
KENTER<br />
GÖNÜL<br />
ÜLKÜ<br />
LEVENT<br />
ÜZÜMCÜ<br />
ŞENAY<br />
VOLKAN SÜTÇÜOĞLU<br />
ASLI SÜTÇÜOĞLU<br />
MAKBULE KIRAL<br />
SACİT KIRAL<br />
BURHAN ALTINTOP<br />
AVRUPA YAKASI DERGİ OFİSİ<br />
CEM ONARAN<br />
139<br />
FATOŞ<br />
6. SEZON<br />
(2008-<br />
2009)<br />
VOLKAN/AZİM/<br />
KIBRISLI<br />
NADİR<br />
TEVFİK KIRAL<br />
HAMİYET<br />
KIRAL
GÜRLER<br />
YILDIRIM<br />
ÖCEK<br />
HALE<br />
CANEROĞLU<br />
BÜLENT<br />
POLAT<br />
ŞEHSUVAR<br />
EVRİM AKIN SELİN<br />
VURAL<br />
ÇELİK<br />
SADETTİN YEREBAKAN<br />
YAPRAK İZMİRLİ<br />
KUBİLAY PEYNİRCİOĞLU<br />
SARP APAK TANRIVERDİ<br />
BİNNUR<br />
KAYA<br />
VEYSEL<br />
DİKER<br />
YAVUZ<br />
SEÇKİN<br />
TİMUR<br />
ACAR<br />
ÖMÜR<br />
ARPACI<br />
PEKER<br />
AÇIKALIN<br />
CELAL<br />
BELGİL<br />
SÜTÇÜOĞLU MUHALLEBİCİSİ<br />
TACETTİN<br />
SERTAÇ<br />
SÜTÇÜOĞLU APARTMANI<br />
GAFFUR<br />
AKSOY<br />
SABİT<br />
AKSOY<br />
140<br />
ŞAHİKA<br />
İZZET<br />
DURSUN
ŞENSEL<br />
UYKAL<br />
BİHTER<br />
ÖZDEMİR<br />
ECE CAN<br />
GÜMECİ<br />
BİNNUR<br />
KAYA<br />
HEDİYE<br />
AKSOY<br />
NİLAY<br />
AKSOY<br />
ZEYNEP HACER<br />
AKSOY<br />
GÜRGEN ÖZ CESUR<br />
RUTKAY<br />
AZİZ<br />
SUNA<br />
KESKİN<br />
DİDEM<br />
EROL<br />
HAKAN<br />
YILMAZ<br />
VURAL<br />
ÇELİK<br />
VICTORIA<br />
DİĞER KARAKTERLER<br />
GÜLENAY<br />
Kaynak: http: //tr.wikipedia.org/wiki/Avrupa Yakası<br />
141<br />
BÜLENT ONARAN<br />
SEDEF ONARAN<br />
OSMAN<br />
DİLBER HALA
EK 4: AVRUPA YAKASI'NIN YILDIZLAŞTIRDIĞI İSİMLER<br />
Vural Çelik<br />
Dizideki “Kubilay” tiplemesi ile yıldızı parlamış, son<br />
dönemde yapılan başarılı sinema projelerinden biri olan<br />
"Bayrampaşa Ben Fazla Kalmayacağım"da başrol<br />
üstlenmiştir.<br />
Timur Acar<br />
"Derici İzzet" karakteriyle dikkatleri çekmiş, önemli bir<br />
kampanyanın reklam yıldızı olmuştur.<br />
Hasibe Eren<br />
"Makbule" tiplemesiyle oyunculuk kariyerine parlak bir<br />
halka eklemiştir.<br />
Binnur Kaya<br />
Avrupa Yakası'ndaki "Şahika" ve Dilber Hala gibi iki<br />
önemli karakteri başarı ile canlandırarak reklamlarda<br />
oynamış, karakterin başarısı nedeniyle D-Smart reklam<br />
filmlerinde de dizideki “Dilber Hala” karakteriyle rol<br />
almıştır.<br />
Sarp Apak<br />
Dizinin baş karakterlerinden "Tanrıverdi" rolünü<br />
canlandırmış, kısa sürede sinema ve reklam sektörünün<br />
aranan isimlerinden biri olmuştur. Dizideki başarılı<br />
performansının ardından TURKCELL, işteCell reklam<br />
filmlerinde rol almıştır.<br />
Engin Günaydın<br />
"Burhan Altıntop" karakteri ile dizinin "olmazsa olmazı"<br />
haline gelmiş, reklam filmlerinin yıldızı olmuştur.<br />
142
Tolga Çevik<br />
Avrupa Yakası'ndaki performansı ile Komedi Dükkânı<br />
adlı özgün güldürü formatında görev almış, bu<br />
doğaçlama mizah programı, televizyon kanallarının da<br />
ilgisini çekmiştir.<br />
Levent Üzümcü<br />
Avrupa Yakası, Üzümcü’ye sinemada başrol oynama<br />
fırsatı getirmiştir.<br />
Evrim Akın<br />
"Selin" karakterini canlandıran Evrim Akın da şöhretler<br />
arasındaki yerini almıştır.<br />
Bülent Polat<br />
Bülent Polat da gerçek sıçramasını Avrupa Yakası’ndaki<br />
Şehsuvar (Şesu) rolüyle yapmıştır.<br />
Peker Açıkalın<br />
Başarılı bir tiyatro ve sinema oyuncusu iken "Gaffur"<br />
karakteri ile adeta bir fenomene dönüşmüş, Gaffur<br />
dizinin en çok sevilen ve ses getiren karakterlerinden biri<br />
olmuştur.<br />
Ata Demirer<br />
Ata Demirer “Korsan TV" ve sahne şovlarıyla adından<br />
söz ettirmiş, ancak gerçek yükselişini Avrupa Yakası<br />
dizisindeki "Volkan" karakteri ile yapmıştır.<br />
Kaynak: Vatan / http: //www.cur-cuna.com/tr/kultursanat/televizyon/tele0022.html Yüksel Aytuğ<br />
143
EK 5: DİZİDE ROL ALAN ÜNLÜLER ve KONUKLAR<br />
• Şenay Kösem: Ece<br />
• İrfan Hakan Avcı: Orhun<br />
• Esra Soybelli<br />
• Nur Tüzün<br />
• Seçil Mutlu<br />
• Yıldız Asyalı: Burhan Altıntop'un sevgilisi<br />
• Cenk Durmazel: Konuk Oyuncu<br />
• Nedim Doğan: Tacettin'in Babası Hüseyin Antepli<br />
• Mustafa Turan: Müşteri<br />
• Öner Erkan: Fatoş'un sevgililerinden<br />
• Erdal Cindoruk: Fatoş'un sevgililerinden Ergün<br />
• Dolunay Soysert: Melike<br />
• Yeliz Yeşilmen: Konuk Oyuncu<br />
• Yelda Baskın<br />
• Selen Görgüzel<br />
• Deniz Orakçı<br />
• Halil Kumova<br />
• Nurhan Damcıoğlu: Azamet Yenge<br />
• Nuri Alço: Mafya<br />
• Coşkun Göğen: Coşkun Göğen<br />
• Zihni Göktay: Eski günlere özlem duyan amca<br />
• Deniz Seki: Deniz Seki<br />
144
• Tanyeli: Tanyeli<br />
• Hıncal Uluç: Hıncal Uluç<br />
• Şenay Akay: Şenay Akay<br />
• Tolga Han: Dans hocası<br />
• Seyfettin Dursunoğlu: Süheyla<br />
• Hepsi: Hepsi<br />
• Tunç Yıldırm: Fatoş'un eski kocası<br />
• Vatan Şaşmaz: Sunucu<br />
• Savaş Ay: Savaş Ay<br />
• Yetkin Dikinciler<br />
• Salih Kalyon: Enişte<br />
• Cengiz Küçükayvaz: Resepsiyonist<br />
• Mert Asutay<br />
• Emre Altuğ: Emre Altuğ<br />
• Nil Karaibrahimgil: Nil Karaibrahimgil<br />
• Mahir İpek: Cem'in arkadaşı<br />
• Erkin Koray: Erkin Koray<br />
• Ajda Pekkan: Ajda Pekkan<br />
• Keremcem: Keremcem<br />
• Sezgi Mengi: Alican<br />
• Çiçek Dilligil: Naile<br />
• Tuna Arman: Bülent'in sevgilisi<br />
• Doğa Rutkay: Doğa Rutkay<br />
• Serdar Ortaç: Serdar Ortaç<br />
145
• Nükhet Duru: Nükhet Duru<br />
• Demet Akalın: Demet Akalın<br />
• Murat Boz: Murat Boz<br />
• Pamela Spence: Pamela Spence<br />
• Nil Burak: Nil Burak<br />
• Özgür Çevik: Manav<br />
• Ümit Besen: Ümit Besen<br />
• Çağla Şikel: Melek<br />
• Acun Ilıcalı: Acun Ilıcalı<br />
• İclal Aydın: Sunucu<br />
• Tuna Kiremitçi: Tuna Kiremitçi<br />
• Sezen Aksu: Sezen Aksu: Tahsin'in arkadaşı<br />
• Aşkın Şenol<br />
• Volkan Ünal<br />
• Fadik Sevin Atasoy<br />
• Görkem Gürsoy: Osman ve Şahika'nın koruması Çetin<br />
• Deniz Çakır<br />
• Turgay Tanülkü<br />
• Ateşböceği Ercan<br />
• Serhan Arslan<br />
• Ece Sükan: Şahika'nın arkadaşı<br />
• Deniz Özerman: Volkan'ın okul arkadaşı<br />
• Aziz Özuysal<br />
• Server Mutlu<br />
146
• Ayten Uncuoğlu: Fatoş'un teyzesi Ayten Hanım<br />
• Cem Davran: Eczacı: Makbule’nin arkadaşı<br />
• Cem Yılmaz<br />
• Emel Sayın: Emel Sayın<br />
147
EK 6: DİLBER HALA SÖZLÜĞÜ<br />
• Hoşşik: Yalaka, karaktersiz, ukala<br />
• Dinelmek: Ayakta kalmak<br />
• Banadura: Domates<br />
• Gındırık: Aralık<br />
• Gıllik, gıllicik: Küçük, küçücük<br />
• Sası: Tatsız, yavan<br />
• Zebil gibi: Çok, gereğinden fazla<br />
• Hatın kız: Hanım kız<br />
• Booy boy: Eyvaah eyvah<br />
• Bahele: Bak hele<br />
• Çekticeği damar kurusun: Çektiği damar, soy, kurusun<br />
• Soykası batasıca: Soyu sopu batasıca<br />
• Zaar: Zahir, herhalde, öyle görünüyor ki<br />
• Kele: Ayol<br />
• Cıvır: Diri, genç<br />
• Avel: Aptal<br />
• Cibilliyet: Geçmiş<br />
• Bici bici: Adana'ya özgü, nişasta, gül suyu ve buzla yapılan bir tatlı<br />
• Gadasını almak: Derdini, belasını almak<br />
• Zumzuk: Yumruk<br />
• İri ufak, bit yavşak: Tüm komşular, çevredeki değerli değersiz herkes<br />
148
EK 7: AVRUPA YAKASI JENERİK MÜZİĞİ<br />
Anadolu'dan kop gel düzgit<br />
Ankara'yı geç sağdan<br />
Bursa'nın biraz yukarısı<br />
Altunizade'den sonra<br />
Köprünün hemen aşağısı<br />
Avrupa Yakası<br />
...<br />
Babamın otoritesini, geç!<br />
Annemin damat takıntısı,<br />
Abimin şöhret sevdası,<br />
Gençliği solla<br />
Kariyeri fulle<br />
Çayını da demle son durak<br />
Avrupa Yakası, Avrupa Yakası<br />
Avrupa Yakası. Aşkımın son hatırası. Sağolun. Sağolun<br />
149
ÖZET<br />
“Gülmecede Modern-Geleneksel Karşıtlığının Kullanımı: Avrupa Yakası<br />
Örneği” adlı bu tezde, temel bir karşıtlık olan <strong>modern</strong>-<strong>geleneksel</strong> <strong>karşıtlığının</strong>,<br />
<strong>modern</strong> Türkiye’de hangi noktalarda yaşandığı ve bunun durum komedilerinde ne<br />
şekilde temsil edildiği üzerinde çalışılmıştır. Geleneksel kavramı, alışageldiğimiz<br />
davranış biçimlerimizi, değerlerimizi tanımlarken, <strong>modern</strong> kavramı değişen, gelişen,<br />
ayrışan, çeşitlenen yanımızı kastetmektedir. Bu iki kavram birbirini hem beslemekte<br />
hem de çatışmaktadır. Çalışmada, herhangi birini benimseyen kimliklerin yanısıra<br />
her iki kavramı da benimseyen, bir yandan değişime ayak uydurmaya çalışırken, bir<br />
yandan alışık olduğu değerlerden kopamayan ve bunun yarattığı çelişkilerle sıkışıp<br />
kalan kimliklere dikkat çekilmiştir.<br />
Çalışmanın temel varsayımı, <strong>modern</strong>leşme sürecinde toplumdaki<br />
karşıtlıkların çoğaldığı, zenginleştiği ve bunun televizyon türlerini özellikle gündelik<br />
yaşama ayna tutan durum komedilerini beslediğidir. Tezde, <strong>modern</strong>leşmenin<br />
etkisiyle oluşan yeni yaşam tarzlarının, tüketim alışkanlıklarının, ilişkilerin<br />
kimliğimizi nasıl etkilediği ve bunun göstergeleri üzerinde çalışılmıştır. Karakterlerin<br />
zenginliği, farklılığı ve durum komedilerinde az rastlanan <strong>geleneksel</strong>in<br />
eleştirilmesiyle Avrupa Yakası örneği tercih edilmiştir. Tezde, eleştirel bir metin<br />
analizi yöntemiyle <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> temel <strong>karşıtlığının</strong> süreç içerisinde<br />
detaylandığını, çeşitlendiğini, zenginleştiğini söylemek mümkün olmuştur. Bu<br />
noktada dizideki kimlikleri kentli, kentli-<strong>geleneksel</strong>, kentli-taşralı, <strong>geleneksel</strong>-taşralı,<br />
Batılı, <strong>modern</strong> şeklinde kategorize etme şansı doğmuştur.<br />
150
ABSTRACT<br />
“The use of <strong>modern</strong>-traditional contrast in situational comedies: Avrupa<br />
Yakası” thesis, emphasizes on the main contrast which is <strong>modern</strong>-traditional contrast,<br />
and at which points in <strong>modern</strong> Turkey it is seen and how this contrast is reflected on<br />
to situational comedies. The concept of traditional, defines the familiar behavior<br />
pattern and values, the concept of <strong>modern</strong> implies our changing, evolving,<br />
discriminating, diversifying sides. These concepts both feed off each other and are<br />
also in conflict. This thesis, not only embraces one identity but also draws attention<br />
to the stuck identities that are formed with conflicts, trying to keep up with changes<br />
or clinging on to familiar values.<br />
The hypothesis is that, during the process of <strong>modern</strong>ization, contrasts rise and<br />
this feeds television especially situational comedies by reflecting the current agenda.<br />
The thesis states, the new life styles that are formed with the effect of <strong>modern</strong>ization,<br />
consumer habits, the effect of relations on our character and indicators. The<br />
preference was Avrupa Yakası because of the richness and variety of the characters<br />
and that it is a rare situational comedy that criticizes on tradition. It is safe to say that<br />
with a critical copy research method, the contrast of traditional-<strong>modern</strong> is detailed,<br />
diversified and enriched. At this point, it is possible to categorize the identities of the<br />
series as, urban, urban-traditional, urban-provincial, traditional-provincial, Western,<br />
<strong>modern</strong>.<br />
151