30.07.2013 Views

gülmecede modern-geleneksel karşıtlığının kullanımı: “avrupa ...

gülmecede modern-geleneksel karşıtlığının kullanımı: “avrupa ...

gülmecede modern-geleneksel karşıtlığının kullanımı: “avrupa ...

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

T.C.<br />

ANKARA ÜNİVERSİTESİ<br />

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ<br />

RADYO TELEVİZYON SİNEMA ANABİLİM DALI<br />

GÜLMECEDE MODERN-GELENEKSEL KARŞITLIĞININ<br />

KULLANIMI: “AVRUPA YAKASI” ÖRNEĞİ<br />

Yüksek Lisans Tezi<br />

Hazırlayan<br />

Sibel ÇELİK SÖZER<br />

Ankara-2010


T.C.<br />

ANKARA ÜNİVERSİTESİ<br />

SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ<br />

RADYO TELEVİZYON SİNEMA ANABİLİM DALI<br />

GÜLMECEDE MODERN-GELENEKSEL KARŞITLIĞININ<br />

KULLANIMI: “AVRUPA YAKASI” ÖRNEĞİ<br />

Yüksek Lisans Tezi<br />

Sibel ÇELİK SÖZER<br />

Tez Danışmanı<br />

Doç. Dr. SEVİLAY ÇELENK<br />

Ankara-2010


İÇİNDEKİLER<br />

GİRİŞ………………………………………………………….......................................1<br />

1. BÖLÜM<br />

1. GÜLMECE VE GÜLMECENİN TEMEL UNSURLARI …………....…..............10<br />

1.1. Komedide Anlatı Yapısı ..................................…….……………......….........15<br />

1.2. Gülmecede Karşıtlıkların Kurulması....................................……...................23<br />

1.3. Modern ve Geleneksel Karşıtlığı.....................................................................29<br />

1.3.1. Gülmecede “Modern”in” Temsili....................................................................36<br />

1.3.2. Gülmecede “Geleneksel”in Temsili................................................................46<br />

2. YERLİ DURUM KOMEDİLERİNDE MODERN-GELENEKSEL<br />

KARŞITLIĞI: AVRUPA YAKASI.........................................................................53<br />

2.1. Yerli Durum Komedilerinde Modern ve Geleneksel ……………….……....….53<br />

2.2. Avrupa Yakası’nda Modern ve Geleneksel .........................................................62<br />

2.3. Karşıtlıkların Kurulma Biçimleri ……………….…………………...…...……70<br />

2.3.1 Aile İlişkileri..................................................................................................71<br />

2.3.2 Komşuluk İlişkileri.........................................................................................73<br />

2.3.3 Sorun Çözme Yaklaşımları.............................................................................73<br />

2.3.4 Kadınlık-Erkeklik Konumları.........................................................................75<br />

2. 3.5 Mekân..............................................................................................................81<br />

2.3.6. Dil Kullanımı..................................................................................................85


2.3.7 Tüketim Alışkanlıkları…………………………………………...….…...89<br />

2.3.8. Karakter Karşıtlıkları ………………………………………......………105<br />

SONUÇ……………………………………………………………..…………..…….....124<br />

KAYNAKÇA……………………………………………………………….….….…....130<br />

EKLER…………………………………………………………………….….…….…134<br />

ÖZET ……………………………………………………………………….….……...150<br />

ABSTRACT…………………………………………………………….…….…….…151


GÜLMECEDE MODERN-GELENEKSEL<br />

KARŞITLIĞININ KULLANIMI:<br />

“AVRUPA YAKASI” ÖRNEĞİ<br />

GİRİŞ<br />

Dramadaki anlatı metinleri karşıtlıklardan beslenir. Komedya ve tragedya gibi<br />

en eski anlatı türlerinde genel olarak kentsoylu-topraksoylu, varlıklı-yoksul, eğitimli-<br />

cahil, zeki-saf gibi karşıtlıklar kullanılmıştır. Televizyondaki anlatı metinlerinde ise<br />

benzer bir şekilde varlıklı-yoksul, eğitimli-cahil, zeki-saf, köylü-kentli gibi<br />

karşıtlıklıklara yer verilmektedir. Bu karşıtlıkların yanı sıra daha genel bir<br />

çerçeveden <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> <strong>karşıtlığının</strong> temel karşıtlıklardan biri olduğu da<br />

görülmektedir. Yerli dizi yayınındaki artış bu tür, kolayca kurulabilen karşıtlıkların<br />

da <strong>kullanımı</strong>nda bir çoğalma ile sonuçlanmıştır. Yerli dizilerin birçoğunda, bir yanda<br />

töre, ağa ya da büyük aile gibi <strong>geleneksel</strong> figürler, diğer yanda yalnızlaşmış bireyin,<br />

çekirdek ailenin “<strong>modern</strong> hayat”ının temsilleri görülmektedir. Televizyon<br />

dizilerinde, çiftlikte yaşayan ve her şeyi yöneten yaşlı kuşakla, şehrin hızlı temposu<br />

ve iş dünyası arasında mekik dokuyan genç kuşak karşıtlıkları, onların yaşam<br />

biçimlerindeki ve algılarındaki farklılıklar birbirine benzer şekilde işlenmiştir.<br />

Durum komedilerinde (sit-com) ise lüks hayat, çekirdek aile, kent yaşamı gibi daha<br />

çok şehir hayatına yönelik konu ve mekânlar yer almaktadır. Gerek durum<br />

1


komedilerinde, gerekse dramalarda, yerli yapımlar <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> karşıtlığından<br />

beslenmektedir.<br />

Geleneksel-<strong>modern</strong> karşıtlığı Türkiye’nin kendine özgü koşullarında diğer<br />

ülkelerden farklı olarak Doğu-Batı karşıtlığını da karşımıza çıkarmaktadır. Bu durum<br />

bir yandan başta kültürel olmak üzere bir zenginliğe işaret ederken, diğer yandan da<br />

“sıkışmışlığa” ve “arada kalmışlığa” vurgu yapmaktadır. Burada “sıkışmışlık” ve<br />

“arada kalmışlık” kavramları, <strong>modern</strong> yaşama geçiş sürecindeki hızlı dönüşümden<br />

etkilenen ve gerek ekonomik, gerekse kültürel anlamda dönüşümü tam sağlayamayan<br />

bir kesim için, yani <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> arasında kalan kesim için kullanılmaktadır.<br />

Tanzimatla başladığı kabul gören Batılılaşma süreci, Cumhuriyetin kurulması<br />

ile hız kazanmış ve yukarıdan aşağıya Türkiye’nin toplum yaşamında günümüze<br />

kadar süren yeniliklere yol açmıştır. Yeniliklerin benimsenmesi ve hayata geçirilmesi<br />

noktasında Türkiye bu süreci tıpkı İran, Rusya ve Japonya gibi kültürel köklerinden<br />

güç alarak kendi koşulları içerisinde deneyimlemiştir. Bu toplumlar, “[b]atılılaştıkça<br />

kendilerini ve kendilerini ifade eden geleneklerini üretmişler” ve gelenekçiliğin<br />

anlaşılmasında karşıtlık ya da uzlaşma olarak Batıcılık 1 kavramına da ihtiyaç<br />

duymuşlardır. “Türk Batılılaşması, Osmanlı olarak kalmayı, Türk olarak kalmayı,<br />

Müslüman olarak kalmayı talep etmiştir” (Çiğdem, 2002:69). Ancak Türk<br />

Batılılaşması, bir yanda Osmanlı <strong>modern</strong>leşmesinin kazanımları, bir yanda örf, adet,<br />

gelenekler, bir yanda İslamcılık ve diğer yanda da “Türklük” ve Türkiye<br />

Cumhuriyeti’nin yapılanması gibi birçok değişkeni ve tartışmayı içinde<br />

barındırmaktadır. Tartışmalar, “Türk başkalığı” etrafında kurulmaktadır. “Başkalık”,<br />

1 “Batıcılık: Osmanlı İmparatorluğu’nda başlayıp Cumhuriyet Türkiyesi’nde yeni boyutlar kazanan,<br />

Batı Avrupa’nın toplumsal ve fikirsel bileşimini erişilmesi gereken bir hedef olarak gören yaklaşım”<br />

(Mardin, 1997: 9).<br />

2


ir taraftan “öteki” olma, diğer taraftan “kendisi olarak kalma” iddiasını içinde<br />

barındırır. Batı medeniyetinin algılanması noktasında Orhan Türkdoğan’ın<br />

yorumuyla, milli değerlerini gündeme getirecek aydın kadrolarla “köklerinden<br />

kopmadan geleceğe sarılmak” yerine, “dış kaynaklı önerme, inanç ve normlar<br />

düzeninin ithal edilmesi” durumu yaşanmış ve bu durum, aydınlarımızı Doğu-Batı<br />

sentezi yapabilecek kilit noktadan alıkoyarak, taklitçi bir yapı doğurmuştur (Çiğdem,<br />

2002: 80).<br />

Hala özgünlüğünü koruyan bir Batılılaşma yorumu da Batılılaşma-kapitalizm<br />

ilişkisi ve Batılılaşmanın yarattığı hayal kırıklığı üzerinedir: “Batılılaşmanın<br />

yaratması umulan toplumsal dönüşüm başarısız kaldıkça, bu dönüşüme ilişkin<br />

ideolojik, kültürel ve politik vurgu ağırlık kazanır. Batılılaşma ideolojisi giderek bir<br />

hâkim sınıf söylemi olarak somutlaşır ve vaat ettiği özgürleştirici misyonunu yitirir”<br />

(Çiğdem, 2002: 75).<br />

Batı ile <strong>modern</strong>lik arasında tarihsel ve medeniyetsel bir denklik olduğu kabul<br />

görmektedir. Ancak <strong>modern</strong>leşme süreci sadece “batılılaşma” olarak<br />

anlaşılmamalıdır. Tarihsel, kültürel ve medeniyetlere özgü bağlamlar, özgün<br />

<strong>modern</strong>likler yaratabilmektedir. Türkiye bu anlamda Batı ve Doğu’ya karşı<br />

konumlanmış “tekil” bir örnektir (Kaya, 2006: 9-11). Doğu’dan bakınca Batı’nın<br />

imajı, Batı’dan bakınca Doğu’nun imajıdır. Bir taraftan Avrupalı İslam, diğer<br />

taraftan Ortadoğu’daki <strong>modern</strong>leştirici bağlamdır (Kaya, 2006: 28). Türk deneyimini<br />

Doğu-Batı karşıtlığı olarak açıklamaya çalışmak yetersiz kalacaktır. İslamiyet,<br />

geleneklere bağlılık, çok kültürlülük, coğrafi ve stratejik konum gibi temel unsurlara<br />

bağlı olarak özgül koşullara sahip Türkiye, <strong>modern</strong>leşme sürecinde kendi<br />

dinamiklerini de geliştirmiştir. Toplumsal hayattaki yansımaları öncelikle, köyden<br />

3


kente göç, teknolojinin yaygın <strong>kullanımı</strong>, hızlı nüfus artışı, gelir dağılımındaki<br />

uçurumun artması vb. durumlarla kendini göstermiştir. İlerleyen süreçlerde kırsal<br />

nüfus azalmış, orta sınıf yerine yeni orta sınıftan 2 sözedilmeye başlanmıştır. Kitle<br />

iletişim araçları ile desteklenen yeni yaşam biçimlerine uyum sağlama yeteneği<br />

yükselen değer olmuştur. Alışveriş yapmak, “marka giymek”, belli mekânlara<br />

gitmek, vitrine yansımayan kültürel birikimlerden daha önemli gözükmektedir.<br />

Herşeye kolayca ulaşılabilen bu dönemde, alışveriş merkezlerinin hayatlarımızın da<br />

merkezi haline gelmesi kültürel bir karmaşa yaratmıştır. Alışveriş alışkanlıkları,<br />

yaşam biçimleri, ilişkiler alım gücü tarafından belirlenir ve tanımlanır hale gelmiştir.<br />

Türkiye’de 1980 sonrasında yaşanan dönüşüm, toplum hayatında “post<strong>modern</strong>” bir<br />

görünümün de belirginleşmesine yol açmıştır. Post<strong>modern</strong> toplum olarak tarif edilen<br />

toplum yapısında benzer özellikler göze çarpmaktadır. 3<br />

Toplum hayatındaki bu dönüşümler, televizyon yayınlarına da yansımıştır.<br />

Ticari yayıncılığın başlaması ve kısa sürede sayılarının artması ile televizyonlarda<br />

prodüksiyon ihtiyacı doğmuştur. Bu ihtiyaç yerli yapımlarla giderilmeye çalışılmış,<br />

Anadolu’nun kültürel zenginliği ile beslenen çok sayıda yapım (dizi, durum<br />

komedisi) üretilmiştir. Çelenk’e göre, “televizyon draması bu anlamda Türk<br />

toplumsal-kültürel yaşamının en belirgin eğilimi olan ‘sentez’ üretme formunu<br />

yeniden inşa etmektedir” (2005: 305). Bir tarafta Batılı yaşam tarzı üzerine kurulu<br />

durum komedileri, diğer tarafta “otorite” kabul edilen gelenekçi kahramanlar yer<br />

2<br />

“Yeni Orta Sınıf: Alt-orta sınıf çocuklarından eğitim yoluyla oluşan bir sınıf. Beyaz yakalı<br />

çalışanlar” (Şimşek, 2005: 13)<br />

3<br />

“Post<strong>modern</strong> Toplum: Toplumsal cinsiyet, yaş, etnisite ve kültür dahil bir dizi boyutlarıyla birlikte<br />

sosyal yapının son derece karmaşık hale gelmesi ve kronik olarak parçalanması nedeniyle sosyal<br />

sınıfların artık önemli olmadığı bir toplumdur. Bu toplumda sosyal ayrımlara ilişkin odak noktası<br />

toplumsal üretim alanından tüketime ve kültüre doğru bir kaymayı içermektedir” (Yanıklar, 2010:<br />

211).<br />

4


almıştır. “Geleneksel taşra yaşamı ve toplumsal ilişkilerini tanımlama biçimiyle,<br />

bütün Anadolu’yu ya da Anadolu insanını ‘otantik öteki’ olarak konumlayarak<br />

seyirlik hale getiren yeni bir anlatısal trend” (Çelenk, 2005: 310) doğmuştur. Asmalı<br />

Konak bu trendin en kabul gören ürünüdür.<br />

Çalışmaya konu olan Avrupa Yakası, <strong>modern</strong> hayata geçişten sonraki Türkiye<br />

manzaralarını etkili ve belirgin bir biçimde ve farklı bir söylemle ortaya koyması<br />

bakımından önemli bir örnektir 4 . Komedinin doğasında varolan sınır-ötesi olma<br />

durumu, televizyonda evcilleşerek sıradanlaşsa da (Mutlu, 1991: 230) Avrupa<br />

Yakası’nda tekrar kendi çizgisine doğru yaklaşmıştır. Avrupa Yakası’nı bu anlamda<br />

komedi dizileri içinde alışıldık olanı kıran bir yapım olarak kabul etmek mümkündür.<br />

Gülmeceye dair en eski tanım Aristoteles’in Poetika’sında yer almaktadır.<br />

Aristoteles, Antik Tiyatro’nun iki dramatik türü olarak komedya ve tragedyadan<br />

sözederken tragedyada yer alanları ortalamanın iyisi, komedyadakileri ise<br />

ortalamanın altı olarak tanımlamaktadır. Ortalamanın altı, her zaman kötü olan değil<br />

ama her zaman gülünç olandır. Aristoteles’e göre gülmece, soylu olmayan ve kusurlu<br />

olan üzerinden yaratılmaktadır (Şener, 2007: 129). Antik çağ eleştirmenlerine göre<br />

komedya, günlük hayatın bir yansımasıdır. Televizyonda gülmece ise önce kısa<br />

skeçler ardından durum komedileri ile kendini var etmiştir. Komedyanın asiliği<br />

durum komedisinde evcilleşse de, komedinin zıtlıklardan beslenmesi yabani ve evcil<br />

olanı bir arada tutmaktadır (Mutlu, 1991: 230). Durum komedileri de komedya gibi<br />

günlük olayları anlatmaktadır. Zıtlıklardan beslenerek, günlük olayların etrafında<br />

şekillenen durum komedileri <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong>, eski-yeni, zeki-aptal, evli-bekâr<br />

4 Avrupa Yakası öykü ve karakter ayrıntıları için bkz. Ek 1<br />

5


gibi pek çok karşıtlığı bir araya getirerek gülmece yaratmaktadır. Bu durum<br />

dönemlere ve kültürlere göre sürekli değişkenlik göstermektedir.<br />

Aile hayatı etrafında şekillenen durum komedileri özellikle 80’lerden sonra<br />

bireysel sorunlara, ikili ilişkilere eğilmiş ve insanların iç dünyalarını yansıtmaya<br />

özen göstermeye başlamıştır. Durum komedilerinde alışık olduğumuz aile ya da<br />

komşuluk ilişkileri de Avrupa Yakası ile farklı bir bakış açısı kazanmıştır. Avrupa<br />

Yakası, giderek çeşitlenen toplum kesimlerini, içinde bulunduğu şekliyle ekrana<br />

taşımıştır: Dergi yayını üzerinden işlenen iş ilişkileri, dergi çalışanları üzerinden<br />

işlenen ilgi alanları, hobi ya da bireysel tercihler, ikili ilişkilerdeki yaklaşımlar vb.<br />

<strong>modern</strong> hayattaki ilişkilerde gözlenen yeni durumlar dizide bir arada işlenmiştir.<br />

Geniş yelpazedeki karakter zenginliği ve <strong>geleneksel</strong> olanı değil, “<strong>modern</strong>” olanı<br />

merkeze alması ile benzerlerinden ayrışmaktadır. Avrupa Yakası, <strong>modern</strong>i<br />

yükseltirken, arada kalmış, sıkışmış insan portrelerine de yer vermiştir.<br />

“Gülmecede Modern-Geleneksel Karşıtlığının Kullanımı: Avrupa Yakası<br />

Örneği” adlı bu çalışmada, durum komedilerinde karşıtlıkların <strong>kullanımı</strong> noktasında<br />

<strong>geleneksel</strong> ve <strong>modern</strong> tartışılmaktadır. Çalışmada, <strong>geleneksel</strong> ile <strong>modern</strong> tarifinin bu<br />

iki karşıtlıktan beslenen komedi türü veya komedinin farklı alt türlerinde nasıl<br />

üretildiği, Türkiye’deki durum komedilerinde ya da gülmece hikâyelerde bu iki<br />

kavramın nasıl karşı karşıya getirildiği, orta sınıf, yeni orta sınıf yaşam biçimlerinin<br />

durum komedilerinde nasıl temsil edildiği, anlatının çatışma-uzlaşma noktalarının<br />

neler olduğu üzerinde durulmaktadır.<br />

Çalışmada, Türkiye’nin <strong>modern</strong>leşme sürecinde -özellikle 1980 sonrası-<br />

<strong>geleneksel</strong> ve <strong>modern</strong>in nasıl ve hangi değerler üzerinden ayrıştırıldığı, <strong>geleneksel</strong>-<br />

6


<strong>modern</strong> kimlik kurgularının ne olduğu sorularına yanıt aranmaktadır. Türkiye’de,<br />

sosyo-kültürel ve ekonomik değişimlerin türe nasıl yansıdığı konusunda da bir izlek<br />

oluşturulmaya gayret edilen çalışmada; yaşanan değişimlerin televizyon dizilerine<br />

hangi karakterler aracılığıyla aktarıldığına da dikkat çekilmektedir.<br />

Tezin temel kavramları; <strong>geleneksel</strong>, <strong>modern</strong>, yaşam tarzı, yaşam biçimi,<br />

tüketim kültürü, popüler kültür, orta sınıf, yeni orta sınıf, tartışma odağı ise<br />

“<strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> kimlik kurguları”dır. Tezde “<strong>geleneksel</strong>” sözcüğü; klasik<br />

davranış kalıpları, toplumsal olarak sahip olunan yaygın değer yargıları, örf ve<br />

adetleri, “<strong>modern</strong>” sözcüğü ise; özellikle 1990’lı yıllardan sonra benimsenen yeni<br />

yaşam biçimlerini ifade etmek üzere kullanılmaktadır. Yeni orta sınıf ve yeni yaşam<br />

biçimleri, bu yaşam biçimleri içindeki standartlar ve davranış kalıpları, <strong>modern</strong><br />

dünyanın zorunlulukları olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeni orta sınıf; gelir seviyesi<br />

yüksek, eğitimli, yenilikleri takip eden bir grubu, bir kesimi temsil etmektedir. Yeni<br />

yaşam biçimleri daha genel anlamda bakıldığında tüketim kültürünün yarattığı<br />

sonuçlar olarak da yorumlanabilir.<br />

Çalışmada, Avrupa Yakası örneği, anlatı yapısındaki özgünlüğü, karakter<br />

zenginliği ve işlediği konulardaki farklılığı nedeniyle tercih edilmiş ve dizinin<br />

toplumsal alanda yaşanan dönüşümün dinamiklerini en iyi yansıtan durum komedisi<br />

olduğu düşünülmüştür. Dizi, farklı ekonomik ve kültürel düzeyden insanları, ilgi<br />

alanları, beğenileri, alışkanlıkları hayata bakışları ile ekrana taşımaktadır.<br />

Durum komedileri arasında gerek konuları gerek karakter zenginliği ve gerekse<br />

<strong>modern</strong>in yanında duruşu ile farklılık gösteren bir örnek olarak değerlendirilen<br />

Avrupa Yakası, odağa Nişantaşı hayatını almıştır. Dizide, Avrupa Yakası adlı bir<br />

moda dergisi çalışanlarının (İstanbullu ve/veya İstanbul’da yaşayan) yaşam biçimleri<br />

7


ve tercihleri konu edilmiştir. Dizide, sık sık kentli-taşralı, kentli-<strong>geleneksel</strong>, <strong>modern</strong>-<br />

<strong>geleneksel</strong> vb. karşıtlıklar kullanılmıştır. Bu çalışma ile değişen toplumsal yapının,<br />

kültürel algının, popüler bir tür olan durum komedilerine nasıl aktarıldığına<br />

bakılarak, “<strong>modern</strong>” olduğu kabul edilen değerlerin durum komedilerinde ne şekilde<br />

temsil edildiği incelenmiştir. Toplumsal dinamiklerin değişmesi ile ortaya çıkan yeni<br />

“orta sınıf” ve arada kalmış, sıkışmış kimlikler çalışmanın dikkat çektiği önemli bir<br />

konudur.<br />

“Gülmecede Modern-Geleneksel Karşıtlığının Kullanımı: Avrupa Yakası<br />

Örneği” başlıklı bu tez “<strong>modern</strong>” ve “<strong>geleneksel</strong>”e ilişkin kurguyu ve bu karşıtlığın<br />

kullanılma biçimlerini çözümleyebilmek amacıyla, iki bölümden oluşmaktadır. Tezin<br />

birinci bölümünde yapılan tartışma ışığında geliştirilmiş kavramsal kategorilere<br />

dayanarak, eleştirel bir metin analizi gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. 2004-2009<br />

yılları arasında yüz doksan dokuz bölüm yayınlanan Avrupa Yakası’nda, otuz<br />

bölümden oluşan bir örneklem üzerinde çalışılmıştır. İki bölümden oluşan tezde,<br />

örneklemi oluştururken karakterlerin ve dizinin tipik örneklerinin sergilendiği,<br />

karakteristik özelliklerin yoğun bir şekilde işlendiği ilk beş bölüm ve hikâyenin<br />

geldiği son noktayı görmek anlamında da son yirmi beş bölüm incelenmiştir. Dizinin<br />

farklı dönemlerinden rastgele izlemelerle de tespitler güçlendirilmeye çalışılmıştır.<br />

Çalışmanın birinci bölümünde gülmece kavramı üzerinde durulmuştur.<br />

Gülmece yaratmanın temel unsuru olan çatışma, türün özellikleri ve türün<br />

televizyona yansıyan yüzü olarak durum komedisi ve Türkiye’de ilk örnekler<br />

değerlendirilmiştir. Toplumsal algılamanın değişkenliği ve gündelik hayatta yaşanan<br />

gelişmelerin yansıması noktasında, karşıtlık konusu önem kazanmıştır. Çalışmanın<br />

bu bölümünde <strong>modern</strong> ve <strong>geleneksel</strong> kavramları üzerinde durulmuş, yükselen<br />

8


değerler, <strong>modern</strong> ve <strong>geleneksel</strong>in tanımı ve bu tanımların dizideki temsillerine<br />

bakılmıştır.<br />

Çalışmanın ikinci bölümünde ise <strong>modern</strong>-<strong>geleneksel</strong> karşıtlığı ve <strong>modern</strong>-<br />

<strong>geleneksel</strong> kimlik kurguları ele alınmıştır. Avrupa Yakası örneğinde, <strong>geleneksel</strong>-<br />

<strong>modern</strong> karşıtlığı aile, tüketim alışkanlıkları, sorun çözme yaklaşımları, kadınlık-<br />

erkeklik konumları, aile-komşuluk ilişkileri, dil ve mekân <strong>kullanımı</strong> bağlamında<br />

incelenmiştir. Karakter özellikleri (tüketim alışkanlıkları, yaşam biçimleri vb.) ve<br />

karakterlerin üstlendikleri roller üzerinde durulmuştur.<br />

9


BİRİNCİ BÖLÜM<br />

1.GÜLMECE VE GÜLMECENİN TEMEL UNSURLARI<br />

Komedya, komik olanı barındırır ve tiyatronun bilinen en eski türlerinden<br />

biridir (Nutku, 2001: 57). Komedya, Yunanca’da halk, cümbüş, curcuna anlamına<br />

gelen “comos” ile ezgi anlamına gelen “oidia” sözcüklerinin birleşiminden<br />

doğmuştur. Poetika’da Aristoteles Antik tiyatronun iki dramatik türü olan tragedya<br />

ile komedyayı karşılaştırırken, “komedya ortalamadan daha kötüleri, tragedya ise<br />

ortalamadan daha iyi olan karakterleri yansılamak ister” demekte ve komedyanın<br />

“kötü olan her şeyi değil, gülünç olanı yani soylu olmayanı yansıladığını”<br />

belirtmektedir. Poetika bu bakımdan gülünç olanı, soylu olmayışa ve kusura<br />

dayandırmaktadır (Nutku, 2001: 57).<br />

Komedya, […] aşağı karakterli insanların taklididir. Ne var ki<br />

kötülüğün tümünden değil, yalnızca gülünç olanından sözeder; bu<br />

da çirkinliğin yalnızca bir bölümüdür. Çünkü gülünç olmak<br />

kusurdur; çirkinliktir, ama ne acı ne de zarar getirir insana.<br />

Komedya maskesi bunu çok iyi simgeler: Çirkin ve biçimsizdir ama<br />

herhangi bir acı belirtisi yoktur bu yüzde (Aristoteles, 2008: 30).<br />

Antik ve Ortaçağ klasik akım eleştirmenlerine göre komedya;<br />

yaşama ayna tutar, günlük yaşam biçimini yansıtır. Oyun kişileri,<br />

toplumun yapısını, bu yapıda yer alan belli başlı grupları, giysileri,<br />

tavırları, davranışları, konuşma biçimleri ile temsil eden tiplerdir<br />

(Şener, 2007: 129).<br />

Şener (2003: 84), gülüncü doğuran kötülüğü, ölümü içermeyen, acı<br />

vermeyen, sadece kusurlu ve çirkin olan bir kötülük olarak tarif etmekte ve<br />

komedyanın zarar vermeyen bir eksikliği, çirkinliği konu aldığını söylemektedir.<br />

10


Komik olan gülme eylemini de beraberinde getirmektedir. Bergson’a göre,<br />

gülme, doğada değil, insandadır. Yani, “insan bedeninin çeşitli durumları, jest ve<br />

devinimleri, bu bedeni bize basit bir makine olarak düşündürttüğü ölçüde gülünçtür”<br />

(2006: 23). Şener’e göre, insanoğlunun hangi durumlarda nelere ve niçin güldüğü<br />

konularında çeşitli açıklamalar yapılmışsa da genellikle gülme, “toplumsal<br />

cezalandırma” ve “bireysel rahatlama gösteren doğal tepki” olarak açıklanagelmiştir.<br />

Komedyanın ritüel kökenini dikkate alarak gülmenin “yenileme”, “canlılık,<br />

kıvraklık, özgürlük” kazandırma işlevlerini de saymak mümkündür (2007: 130).<br />

Nutku, De Re Publica’da Cicero’nun komedyayı “güncel yaşamın yansıması,<br />

törelerin görünüşü, gerçeğin aynası” olarak tanımladığını ve bu tanımın komedyanın<br />

bugüne dek yapılan en önemli tanım olduğunu belirtmektedir. Ortaçağ incelemecisi<br />

Aelius Donatus’un De Comaedia et Tragaedia (Komedya ve Tragedya Üzerine) adlı<br />

yapıtındaki “toplumsal-kişisel görenek ve gelenekleri işleyen tür” olarak yapılan<br />

komedya tanımının da bundan etkilendiğinin altını çizmektedir. Nutku, Cicero’nun<br />

komedya için belirlediği uygun tiplerin; huysuzlar, evhamlılar, kuşkulular,<br />

böbürlenenler ve budalaların, Donatus’ta orta sınıf halk olarak daha genel bir<br />

tanımlama ile ifade edildiğine de dikkat çekmektedir. Buna göre “komedya halkın<br />

dramıdır” (2001: 60-61).<br />

Tiyatro tarihi boyunca komedyanın geçirdiği evrimi belirten bir<br />

sıralama yapıldığında, Antik komedya (Eski komedya, Orta<br />

komedya, Yeni komedya evreleri ile), Klasik komedya, Romantik<br />

komedya ve Modern komedya kümelerinden sözedebiliriz. Ayrıca<br />

komedyanın, Töre komedyası, Karakter komedyası, Durum<br />

komedyası, Dolantı komedyası, Tartışma komedyası, Salon<br />

komedyası gibi farklı amaçları ve kurgulama yöntemleri olan alt<br />

türleri vardır (Şener, 2007: 130).<br />

11


Gülünç olanı gözler önüne seren komedyada Nutku’ya göre gülünç<br />

olmanın aşamaları vardır ve bu aşamalar “düşünce ve kapalı mizahla gelişen<br />

komedya, karakter özellikleri ve kara mizahla gelişen komedya, söz komiğine<br />

dayanılarak geliştirilen komedya, dolantı ve gülünç durumlarla geliştirilen<br />

komedya, patırtı, kütürtü, dayak, sopa ile geliştirilen dış hareketlere dayandırılan<br />

komedya ve son olarak da gülünç öge olarak en çok açık saçıklığı kullanan kalın<br />

çizgili komedya” (2001: 62) olarak sıralanmıştır.<br />

Komedi, anlatılar evreninin ele avuca sığmayan, haşarı çocuğudur.<br />

Neyi ne zaman söyleyeceği, üstelik nasıl bir hınzırlıkla söyleyeceği<br />

pek kestirilesi değildir. İnsanal varoluşumuzun koşulları saydığımız<br />

düzen, incelik, saygı, sevgi, kurallar, görenekler, gelenekler, tüm<br />

bunlar hakgetiredir komedide; çünkü komedi böylesi<br />

düzgünlüklerle, sürekliliklerle, uyumlarla dalaşmak için vardır<br />

(Mutlu, 1991: 228).<br />

Mutlu, sınır-ötesini yaşam alanı olarak benimseyen komedinin, aklın değil,<br />

arzuların, yasaların değil, yasa-kırıcıların yanında olduğunu söylerken bu durumun<br />

değişkenliğinin altını çizmiş, arzuların egemen olduğu bir dönemde de aklın<br />

yanına geçebileceğini belirtmiştir. Bu durumun komedinin doğasının bir<br />

zorunluluğu olduğunu söyleyen Mutlu, “çünkü komedi karşıtlıktır” demektedir<br />

(1991: 229). Dolayısıyla temel gücünü karşıtlıktan alan komedi çerçevesinde<br />

yaratılan tüm eserler (tiyatro oyunu, durum komedisi metinleri, sinema filmleri<br />

vb.) anlatılarına referans olacak karşıtlıkları da üretmek zorundadır. Karşıtlıklar,<br />

eserin yaratıldığı dönemin özelliklerine göre değişkenlik göstermektedir. Tiyatro<br />

tarihinin ilk eserlerinde iyi-kötü, soylu-köylü, güzel-çirkin gibi temel kavramlar<br />

söz konusu iken bugün yaratılan metin ve senaryolarda çevreci-duyarsız, mesleki<br />

12


uzmanlığı olan-olmayan, trend takip eden-etmeyen, teknolojiye düşkün-<br />

teknolojiden uzak gibi daha spesifik karşıtlıklar görmek mümkündür.<br />

Komedya, insanın nasıl davrandığını gösterir. Bu davranışlar da çoğu kez<br />

toplumsal ölçütlere, törelere, göreneklere ve eğilimlere bir tepkidir. Bu nedenle<br />

komedya içinde bulunduğu çağa ve topluma göre değişir. Belli bir dönemde gülünç<br />

olan şeyler, bir başka dönemde gülünç olmayabilir (Nutku, 2001: 64).<br />

Gülmece yaratma noktasında değişkenlik meselesinin gerek tiyatroda gerek<br />

televizyonda altını çizmek gerekmektedir. Değişen toplumsal ve kültürel yapılara<br />

bağlı olarak insanoğlunun komik olan anlayışı da değişmektedir. Nutku, kişiyi<br />

aksiyon içinde gösteren, gülünç durum ve konuşmalarla geliştiren komedyada<br />

seyircinin güldüğü kişiyi kendisi ile değil, tanıdığı biri ile özdeşleştirdiğini<br />

belirtmektedir (2001: 61-62). Yani, seyirci, yakın çevresinde gördüğü, tanıdığı,<br />

bildiği insanlara benzettiği “gibi birilerine” gülmektedir. Bu nedenle kültürel<br />

değişimler, güldüklerimizin de niteliğini değiştirebilmektedir. Benzer şekilde Miller<br />

da komedide özdeşleşmenin az olduğunu söylemektedir (2009: 210).<br />

Seyler, komediyi “bozulmuş gerçeklik” olarak tanımlamakta (2003: 8) ve<br />

komedinin üzerinde bir gözlemin yapılacağı başka bir zihnin, yani seyircinin<br />

işbirliğine ihtiyaç duyduğunu söylemektedir. Bergson da doğallığı bozulmuş her<br />

düşünce ve davranışta komik bir yan bulabileceğimize dikkati çekmektedir (2003).<br />

Miller “komedi bizim saçma davranışlarımızın aynasıdır” diyerek komedinin insanın<br />

kusurlu olma karşısındaki bilinçle başladığına dikkati çekmektedir. Miller’e göre<br />

komedi zayıf yönlerimizi rahat, hoşgörülü bir tarzda göstermeye çalışır ve bize<br />

üstünlük duygusu verir. Kendimizi komik olandan üstün hissederiz ve komedilerde<br />

13


çoğunlukla karakterlere güleriz. Karakterin bir olaydan kılpayı kurtuluşu, karakterin<br />

aptalca hareketlerde bulunması, karakterin seyircinin bildiği konuları sonradan<br />

öğrenmesi ve şaşkınlık geçirmesi, kazalar, aksilikler, yanlış anlamalar gibi<br />

durumlarla komedi yaratılır. Miller, komedi tekniklerini sayarken öncelikle abartı,<br />

saçmalık, uyumsuzluk, komik yapılanma, bindirme 5 , tersine hareket 6 , anımsatma,<br />

geciktirme 7 , tekrarlanan espri, yanlış anlama, espriler, tek replikli espriler, kelime<br />

oyunu, satire, cinsel mizah, hakaret, kendini beğenmişin havasını bozmak ve üçlü<br />

kural 8 gibi tekniklerden sözetmektedir (2009: 218).<br />

Miller’e göre, komedi kültürümüzün ve toplumumuzun değer yargılarını<br />

yıkmakta ve çoğunlukla geleneklere karşı durmaktadır. Komedi, doğası gereği<br />

değerler karşısında kaba ve saygısızdır (2009: 211). Mutlu’nun deyimiyle “haşarı” ve<br />

“anarşist”tir. Komedinin kökünde ne var sorusuna Seyler ve Haggard’in verdiği yanıt<br />

bu anarşist olma durumunu desteklemektedir. “Komedinin kökünde ne var?<br />

Söyleyelim, şunlar var: Dengesizlik, bozma, gereğinden fazla ya da gereğinden az<br />

gösterme, bir de sürpriz. Bütün bunlar ancak başka bir şeye göredir. O şey de<br />

gerçektir” (2003: 15). Yani komedi gerçeğe göre değişen durumlarla yaratılmaktadır.<br />

Çalışmamızın konusunu oluşturan Avrupa Yakası, toplumun çeşitli<br />

kesimlerinin yaşadığı değişimleri, değişim taleplerini ve güncel tiplemeleri izleyici<br />

ile buluşturan bir durum komedisidir. Modern-<strong>geleneksel</strong> karşıtlığını kullanarak<br />

işlediği toplumsal değişimi, komedi çerçevesinden sunmaktadır. Avrupa Yakası,<br />

5 Bindirme: Vurucu repliğin arkasından gelen ikinci güçlü replikle seyirciyi kahkahaya boğmak,<br />

birinci repliğin aldığı tepki azalırken, seyirciyi ikinci bir espriyle yakalamak (Miller, 2009: 222).<br />

6 Tersine Hareket: Gelişen bir beklenti ya da tutarlı bir eylemde görülen ani değişim (Miller, 2009:<br />

222).<br />

7 Geciktirme: Bir espri ya da vurucu repliğe hazırlanırken, bunun kısa ya da uzun bir aradan sonra<br />

gerçekleşmesidir (Miller, 2009: 226).<br />

8 Üçlü Kural: Genellikle iki hazırlık repliğini bir vurucu repliğin (hepsi üç replik) izlemesi ve etki<br />

yaratmasıdır (Miller, 2009: 224).<br />

14


farklı profilleri ekrana taşıyarak ve alışılmışın dışında <strong>modern</strong>den yana bir tavrı<br />

benimseyerek özgün bir yaklaşım sergilemektedir. Dizi, televizyonun temsiller<br />

dünyasında, son dönemin arada kalmış profillerine yer verirken, toplumun bir<br />

zamanlar güldüğü, klişeleşmiş kalıpları da hatırlatarak “gülme hafızamızı” 9<br />

tazelemektedir.<br />

1.1. Komedide Anlatı Yapısı<br />

Tiyatronun komedyası, televizyonda durum komedisi olarak kendini<br />

bulmuştur. Teatral köklerinden kopmayan durum komedilerinde de alt türler<br />

açısından bakıldığında benzer bir çeşitlilik görmek mümkündür. Ayrıca tiyatroda<br />

olduğu gibi seyirciye karşı oynama duygusu vermek için durum komedilerinde de<br />

uygun yerde gülen ve alkışlayan bir izleyici kitlesinin varlığı hatırlatılmaktadır.<br />

Gülmecenin tiyatrodan televizyona uzanan gerçek anlamdaki ilk örneği 15 Ekim<br />

1951’de yayınlanmaya başlayan I Love Lucy 10 adlı televizyon dizisidir. I Love Lucy<br />

anlatı yapısı ve seyircinin önünde oynanması nedeniyle komedyaya benzese de, film<br />

tekniğinin kullanıldığı ilk durum komedisidir. “Gülmeceyi ön plana çıkarıp,<br />

didaklikten olabildiğince uzak, ahlakçılık taslamamaya çalışan yapısı” ile I Love<br />

Lucy kısa zamanda taklitlerini üretmiştir (Mutlu, 1991: 237-238). “Durum<br />

komedisinin <strong>geleneksel</strong> evcilliğinin tutsağı Lucy Ricardo’nun kontrolden çıkmış bir<br />

halde evcillikten ve evin içindeki halinden kurtulmaya çalışması ve bunu yüzüne<br />

gözüne bulaştırmasıyla komiklik yaratılan (Modleski, 1998: 122) I Love Lucy’de,<br />

olaylar her seferinde benzer şekillerde tekrarlanır.<br />

9 Gülme Hafızası: Geçmişte güldüklerimizi hatırlama, eskiden güldüğümüz her ne varsa onlara<br />

ulaşmak için, zihnin bu anlamda çalıştırılması kastedilmektedir.<br />

10 Dizinin uyarlaması Türkiye’de Sen Harikasın ismiyle yayınlanmıştır. I Love Lucy “durum<br />

komedisinde kadınların edilgenleştirilmesi” nin de önemli bir örneğidir (Modleski, 1998: 115)<br />

15


Televizyon komedilerini Steve Neal ve Frank Krutnik (1994) öykülemeci<br />

(narrative) ve öykülemesiz (non-narrative) komedi biçimleri olarak ikiye<br />

ayırmaktadır. Öyküleme mantığına göre yazılan televizyon komedileri serim, düğüm,<br />

çözüm bölümünden oluşurken, öykülemesiz televizyon komedileri çoğunlukla<br />

eğlence amaçlı sahneleme özelliği taşımaktadır. Klasik öyküleme komedilerinde<br />

neden-sonuç ilişkisinden ziyade, yanlış anlamaların açıklığa kavuşması, tesadüfler ve<br />

olağandışı olaylarla çözüme gidilmektedir. Öykülemeci televizyon komedilerinin en<br />

belirgin örneği sit-com yani durum komedileridir (aktaran Çam, 2001: 76-77).<br />

Durum komedisi; önceden düşünülmüş belirlenmiş bir zaman dilimi<br />

içinde incelik ve ustalıkla çözüme bağlanan bir çatışma ya da sorun<br />

üzerinde odaklanır. Bu “çatışma-çözüm” modeli tüm sorunların<br />

varolan düzen içinde çözülebileceğini ima eder. Bu bakımdan<br />

durum komedileri, diğer televizyon anlatı biçimleri gibi -ve kimi<br />

Marxist ve eleştirel yorumcuların iddialarının tersine- “halkın<br />

afyonlu ilacı” değil, halkın “etkin bir öğretmeni ve eğiticisi” olmaya<br />

çalışır (Kellner’den aktaran Mutlu, 1991: 231).<br />

Bu noktada sorumluluk üstlenen komedi, kendi doğallığından uzaklaşmakta,<br />

televizyonun doğasından kaynaklanan zorunluluklar sonucunda uysallaşmış bir tür<br />

olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönüşüm halkın yaygın duygularına cevap vermek,<br />

popüler olmak gibi kaygılara da bağlı olarak bazı gereklilikleri yerine getirmek<br />

zorundadır. İzler kitleye benzeyen karakterler yaratmak, olaylar dizisini dramatize<br />

etmek, yaşantımızı nasıl sürdüreceğimizi anlatmak gibi zorunluluklardır bunlar ve bu<br />

komedinin doğasındaki vahşiliğin, yabanlığın tam tersine düzen yanlısı, ahlakçı bir<br />

tavırdır (Mutlu, 1991: 232-234).<br />

Durum komedilerinin anlatı yapısı, değişmezlik hali, mutlu son ve gündelik<br />

konuların işlenmesinin yanı sıra, karakter seçimi, mekân <strong>kullanımı</strong> ve biçimsel yapı<br />

16


gibi temel başlıklar altında ve bir bütünlük içinde ele alınabilir. Her senaryo<br />

yapısında karşımıza çıkan çatışma ve bu çatışmaları oluşturan karşıtlıklar ise diğer<br />

anlatı metinlerinde olduğu gibi durum komedilerinde de “olmazsa olmaz”lar<br />

arasındadır.<br />

Genellikle karakterlerin değişmezlik hali üzerine kurulan durum<br />

komedilerinde, karakter seçimi önemlidir. Karakter ne kadar sevilirse komedinin<br />

başarısı da o oranda artar. Değişmezlik halinde, karakterler, başlarına gelen olaylar<br />

yüzünden değişim geçirmezler. Karakter özelliği –çok özel durumlar ya da senaryoda<br />

bilinçli bir tercih dışında– dizinin başında ne ise sonunda da odur.<br />

Avrupa Yakası genel olarak bu değişmezlik ilkesine uymaktadır. Ancak<br />

dizinin en <strong>geleneksel</strong> iki karakteri olan Dilber Hala ve Meryem’in sonradan ortaya<br />

çıkan ikili-ilişkiler konusundaki yaklaşımları, bu durumdan ayrılmakta ve bu iki<br />

karakter özelinde izleyicinin gözündeki namus algısı değişkenlik göstermektedir.<br />

Yine dizinin başından beri <strong>geleneksel</strong> ve evcimen bir karakter olan Makbule’nin<br />

sonradan iş hayatına girmesi -göründüğü kadar ev kadını olma isteği ve beceriksizlik<br />

içinde olmadığına- dair bir işarettir. Makbule, sonunda yine ev hayatını tercih etse de<br />

kendisindeki potansiyeli ortaya çıkarmıştır. Avrupa Yakası’nda bu durumu<br />

<strong>geleneksel</strong> karakterlerin <strong>modern</strong>in karşısındaki yenilgisi olarak düşünmek<br />

mümkündür.<br />

Mutlu son, durum komedilerinin vazgeçilmezidir. Bu durum, dizinin başında<br />

sakin bir hava varken olayların birden karışması, dağılması ve sonra normale<br />

dönmesi (karışma, dağılma, uzlaşma) şeklinde kendini gösterir.<br />

17


Mintz’in de belirttiği gibi, tipik durum komedisi örgüsü, normal<br />

ortamın döngüsel olarak stres ve değişim tehdidi altında kalması ve<br />

final itibariyle her şeyin yeniden rayına oturması üzerine kuruludur.<br />

Durum komedisi “durum normal statükosu” ile açılır. Ardından,<br />

kişilerin veya grupların olağan huzurlarını kaçıracak bir dizi olay<br />

gerçekleşir ve sonunda her şey Newcomb’un “normalliğe dönüş”<br />

şeklinde adlandırdığı gibi, yeniden düzgün bir hal alır (Çelenk, Z.,<br />

2007: 33).<br />

Genel olarak tüm bölümlerde olduğu gibi son bölümde de “mutlu son”la<br />

noktalanan Avrupa Yakası, Burhan’ın düğünden kaçması ve Osman’ın tutuklanması<br />

gibi iki süprizi de izleyiciye yaşatarak, durum komedilerinin başat özelliklerinden<br />

biri olan mutlu son çizgisinden de biraz uzaklaşmıştır.<br />

Durum komedilerinde, gündelik tiplemelerin tipik ve atipik özelliklerinin<br />

abartılı bir şekilde ekrana taşınarak, renkli ve ilginç karakterler yaratılır. Karakter<br />

seçimi dizinin hem sürekliliği hem de izlenebilirliği açısından önemli bir unsurdur.<br />

İzleyici durum komedileriyle en çok, tanıyıp benimsediği<br />

karakterler aracılığıyla ilişki kurar, bu yüzden de karakterlere karşı<br />

kendisini rahat hissetmesi ve onlarla yeterli miktarda bağ<br />

kurabilmesi önemlidir. Gülmece unsuru da en az durumlar kadar,<br />

karakterlerin bir takım karmaşık durumları yaratmaya elverişli<br />

kişilik özelliklerinden kaynaklanır (Çelenk, Z., 2007: 37).<br />

Avrupa Yakası karakter seçimi konusunda, renkli ve zengin bir durum<br />

komedisidir. Alışık olduğumuz karakterler, yeni bir anlayış ve yeni bir tarz içinde<br />

karşımıza çıkmaktadır. Geleneksel ve aksi bir hala tiplemesi pek çok dizide yer<br />

alırken, Avrupa Yakası’ndaki Dilber Hala’nın gerek dış görünüşü gerekse kullandığı<br />

dil, olaylar karşısındaki pratik çözümleri ve kendine has zekâsı izleyiciyi<br />

şaşırtmaktadır. Bu şaşkınlık izleyicinin karaktere bağlanmasına yardımcı olmaktadır.<br />

Şahika tiplemesi ise yeni Anadolu zengini, lüks içinde yaşayan ve paranın verdiği<br />

18


gücü sonuna kadar kullanan, atipik tavırlarıyla daha önce benzerini görmediğimiz bir<br />

tiplemedir. Dizide Burhan seçkinliğe özenen bir karakter olarak geçirdiği<br />

buhranlarla, Fatoş, Türkiye’nin komedi dizilerinde az rastlanan zeki, özgür, seksi<br />

kadın imajıyla benzer durum komedilerindeki tiplemelerden hemen ayrıştırılabilir.<br />

Dizinin diğer tiplemelerindeki zenginlik de Avrupa Yakası’nın güçlü yanlarından<br />

biridir.<br />

Özellikle 1980’ler sonrası serbestleşme ve 2000’lerden sonraki hızlı<br />

tüketimin etkilerinin görüldüğü, kendi içinde çelişkiler yaşayan, sıkışmış, arada<br />

kalmış karakterlerin bu anlatı yapısını güçlendirdiğini, beslediğini söylemek<br />

mümkündür. Avrupa Yakası’nın sıra dışılığına, geniş yelpazesinde her kesimden<br />

insan ve hayat olmasına rağmen, dizinin son sezonunda Dilber Hala, Meryem,<br />

Osman, Şahika gibi karakterlerin ağırlıklı olarak görüldüğü de dikkatlerden<br />

kaçmamalıdır.<br />

Durum komedilerinin bir başka özelliği olan gündelik konular işlemesi,<br />

Nişantaşı Cumhuriyeti 11 ’nde yaşanan gündelik olaylar çerçevesinde Avrupa<br />

Yakası’nda da karşımıza çıkmaktadır. Genellikle kolay baş edebileceğimiz<br />

durumlarla karşılaştığımız olaylar zincirinde, bir olay dizinin tek bölümü içinde<br />

sonlanır ve bir sonraki bölüme sarkmaz. Bu noktada Avrupa Yakası’nda, özellikle<br />

son dönemde farklı bir yaklaşım izlenmiştir. Bir önceki bölümün son sahnesi ya da<br />

durum devamının işlendiği olaylar konu edilmiştir. Makbule ile Burhan’ın evlilik<br />

hazırlıkları, uzun süre hazırlığı yapılan diyaloglarda öngörülen Osman ile Meryem’in<br />

11 Nişantaşı Cumhuriyeti; Avrupa Yakası dizisinde kullanılan bir ifadedir ve Nişantaşı’nın her şeyiyle<br />

kendine has bir semt olduğunu, bu semtten hiç dışarı çıkmayanlar olduğunu ifade etmek için<br />

kullanılmaktadır.<br />

19


irlikteliği, Aslı’nın Cem ile ikinci kez birleşmesi ve tekrar evliliğe giden yolun son<br />

bölümde noktalanması durum devamına verebileceğimiz birkaç örnekten biridir.<br />

Türkiye’de ortalama süresi bir saati bulan durum komedilerinde, sabit kamera<br />

ve açılar bize durağanlık hissi vermektedir. Ayrıca mekân <strong>kullanımı</strong> da oldukça<br />

sınırlıdır. Çelenk, Feuer’in durum komedilerinin kısa tarihi içinde evrimleşip belli<br />

yapısal dönüşümlerden geçerek, “serial” biçimine doğru kaydığı görüşünü<br />

aktarırken, 1990’ların en popüler dizisi Friends’i örnek göstermektedir (2007: 35).<br />

Friends, bir sezona yayılan aşk öyküsünü pembe dizi niteliğinde başarıyla işlemiştir.<br />

Pek çok yerli durum komedisinde de seriale yakın anlatı yapısı görmek mümkündür.<br />

Ancak “ülkemizde Batı tarzı durum komedilerinin format ve anlatı özelliklerine<br />

bütünüyle uyan bir komedi programından söz etmek mümkün değildir” (Özsoy,<br />

2005: 137).<br />

Avrupa Yakası, dizi arasına alınan reklam kuşaklarının uzunluğu ve bölüm<br />

sayısının fazlalığı nedeniyle, biçimsel yapıda bazı zorunlu değişimler göstermiştir.<br />

Konu devamlılığının yanı sıra, özellikle son iki sezonda dış mekân <strong>kullanımı</strong>nda artış<br />

gözlenmiştir. Durum komedilerinin klasik yapısı dışında renkli, içeriğine uygun, şık<br />

mekânlarda geçen olaylar ve ilişkiler dizisi Avrupa Yakası’nın kendine özgü anlatı<br />

yapısının oluşmasında önemli yer tutmaktadır. Dizinin bir moda dergisinde geçmesi,<br />

karakterlerin zengin kimlikleri, Sütçüoğlu muhallebicisi, Burhan’ın “post<strong>modern</strong>”<br />

garip zevksizlik ifadesi karmaşık evi, Cem’in şık ve zevkli döşenmiş evi,<br />

Tanrıverdi’nin mütevazı evi, kapıcının hiçbir ayrıntısı atlanmamış dairesi, SoHo,<br />

kafe vb. mekânlar gibi dizide pek çok mekân görünmektedir. Bu da 199 bölümden<br />

oluşan bir dizi için sürdürülebilirlik açısından önemli bir dayanak noktası olmuştur.<br />

Dizinin ilk bölümlerinde “Nişantaşı Cumhuriyeti”nden dışarı çıkmayan insanların,<br />

20


Şahika ve Osman gibi İstanbul’un en zengin aileleriyle Nişantaşı’nı paylaşmaları,<br />

Türkiye’nin değişen yapısını da sergilemektedir. Son dönemde iş dünyasındaki taşra<br />

sermayesi hakimiyeti, diziye de hakim olmuştur.<br />

Avrupa Yakası’nda bir komedi unsuru olarak ikonlaşmış popüler imgelerden<br />

de faydalanılmıştır. Görsel göstergelerin, ikonik göstergeler olduğunu belirten Hall’a<br />

göre; televizyondaki bu temsiller sadece gerçek maddi dünyada zaten mevcut olan<br />

şeyleri kodlayan ya da onları yansıtan bir süreç değil, tam da bu anlamlandırma<br />

sürecine anlam üreterek ve anlamların değişimine olanak sağlayan -katılımcı- bir<br />

süreçtir. Televizyonda dil ve anlam kültüre bağlıdır ve ikonlaştırma aracılığıyla hem<br />

anlam üretilmekte hem de üretilen anlamlar yeniden dolaşıma girmektedir. Kısacası;<br />

“anlamlandırma sistemi olmadan kimlik edinemez, ortak yaşam dünyası kuramayız”<br />

(Çelenk, 2005: 81-82). Avrupa Yakası, <strong>geleneksel</strong> ve <strong>modern</strong> karşıtlığı noktasında,<br />

günlük hayatta karşılığı olan, tanıdık karakterleri yeni bir kimlikle karşımıza<br />

çıkarmaktadır. Bu kimlik kimi zaman yan komşumuz kimi zaman da bir film<br />

kahramanı ya da ona özenen biri olabilmektedir. Geleneksel bir tipleme olan<br />

Osman’ın -belinde silahla dolaşması, karanlık işlere bulaşması nedeniyle- Kurtlar<br />

Vadisi’nin ana karakterlerinden biri olan “çakma Polat Alemdar” olarak<br />

tanımlanması, Dilber Hala’nın Dilber Hala karakteri ile, televizyon reklamlarına<br />

çıkması yaratılan “ortak yaşam” dünyasının bir sonucudur.<br />

Televizyonun temsil yeteneğini, basit bir yansıtma süreci olarak<br />

değil, yoğun göstergeler aracılığıyla, ayrıntılarda kurulan ve<br />

kültürün uzlaşı ve kodlarının üretimine katılan bir süreç olarak<br />

anlamak gerekir (Çelenk, 2005: 84).<br />

21


Fatoş’u seksi kadın yapan sadece dekolte kıyafetleri değil, cilveli tavırları,<br />

Osman’ı <strong>geleneksel</strong> yapan elindeki tesbihin yanı sıra, kullandığı dil ve uslup, Bülent<br />

Bey’i salon adamı yapan düzgün giyiminin yanı sıra anlattığı yurtdışı hikayeleri, ses<br />

tonu, ağdalı konuşması ve kendine olan özeni, Burhan’ı zavallı ve kimliksiz yapan<br />

ise kıyafetine de yansıyan dağınık halidir. Kıyafetleri, kullandıkları dil, tepki ve<br />

tercihleri ile tüm bu karakterler, toplumda karşılığı olan yapıları temsil etmekte,<br />

onların yaşam koşullarına ve tercihlerine gönderme yapmaktadır. Bu durumu Çelenk<br />

(2005), bir örnekle açıklamaktadır:<br />

Türkiye’deki toplumsal ve ekonomik göstergeler bakımından orta<br />

ya da alt tabakadan insanların öykülerinin anlatıldığı yerli<br />

dramalarda kadın karakterlerin pek çoğu el örgüsü, önden düğmeli<br />

koyu renk yelekler giyerler. Bu tarz yelekler, televizyonun ikonik<br />

gösterge sistemi içinde, bir ev giysisi olmanın ötesinde bir anlama<br />

sahiptirler. Bu yelekler, merkezi bir ısıtma sistemi olmayan ve<br />

yalnızca oturma odası gibi ortak kullanım mekânlarının ısıtılabildiği<br />

sobalı evlerde yaşayan kadınların yoğun olarak kullandıkları<br />

gündelik giysilerdir.[…] örgü bir yelek, Türkiye kadın toplumunun<br />

büyük bir kısmının ekonomik olanaklar tarafından uzun bir süreç<br />

içinde belirlenmiş yaşam kültürü ve giyim tarzını uzlaşımlara uygun<br />

biçimde yeniden kuran ve üreten bir göstergedir. Her yanı eşit<br />

olarak ısıtılma olanağına sahip bir konakta yalnızca evde çalışan<br />

kadınların bu giysiyi kullanmaları ise çok sayıda insan çalıştıracak<br />

konuma sahip ayrıcalıklı bir kadın zümrenin, çalıştırdıkları<br />

kadınlarla olan farklılıklarını basit biçimde kuran gösterenlerden<br />

biri olarak da işlev görür (84).<br />

Avrupa Yakası’nda, Çelenk’in örgü yelek figürü üzerinden anlattığı bu<br />

durumun çeşitli örneklerini görmek mümkündür. Fatoş’un kişisel bakımı<br />

önemsemesi ve kadınsı yanına masasında duran ayna ile, Makbule’nin evcimen<br />

haline permalı saçları ve konuşma tarzıyla, Tanrıverdi’nin şehirde tutunma<br />

çabalarına aksanıyla, Sertaç’ın köşe dönmeci haline gözlerindeki ifade, kafa<br />

hareketleri ve seçtiği kelimelerle, Osman’ın kabadayı haline sürekli siyah takım<br />

22


tercihi ve belindeki silahla, Dilber Hala’nın gelenekçi yanına sık sık kullandığı<br />

atasözleri ile dikkat çekilmiştir.<br />

Avrupa Yakası, 2000’li yılların yaşam biçimleri bağlamında geniş bir<br />

yelpazede farklı tiplemeler ve statülerle bizi karşı karşıya getirmektedir. Dizideki,<br />

karakterlerde toplumun sahiplendiği klişelerin yanı sıra yaşanan toplumsal-kültürel<br />

dönüşümün etkileri de gözlemlenebilmektedir. Avrupa Yakası, toplumun her türlü<br />

kültür kodlarını içinde taşıyan tipik ve atipik karakterleriyle dikkatleri çekmiştir.<br />

1.2. Gülmecede Karşıtlıkların Kurulması<br />

Anlatılar evreni içindeki “haşarı” çocuk komedi (Mutlu, 1991) “düzgünlük,<br />

süreklilik ve uyumla” sürekli bir çatışma ve uğraşma halindedir. Sınırlarımızı zorlar<br />

yıkıcı, kavgacı ve anarşisttir (1991: 228) .<br />

Mutlu, “komedi karşıtlıktır” derken, bu karşıtlığın duruma göre<br />

değişkenliğinin de altını çizmektedir. Doğallıktan beslenen komedinin, ders vermek<br />

gibi bir amacı olmadığını, aklın değil arzunun, yasanın değil, yasa kırıcının yanında<br />

durduğunu ancak hakim olan arzu ve yasasızlık olunca komedinin karşı tarafa<br />

geçebileceğini söylemektedir (1991: 229). Nutku’nun komedya için söylediği<br />

“değişkenlik” Mutlu’da televizyonun “başat” türlerinden biri olan durum<br />

komedilerinde de kendini göstermektedir.<br />

“İdeal” dünyadan çok, “fiili” dünyayla denklikleri olan bir tür olarak komedi,<br />

törel olanı değil törelere karşı olanı kutsar, kendi kendini üretir, kendi kendini<br />

tanımlar (Berman’dan aktaran Mutlu, 1991: 230).<br />

23


Düzene karşı duruşu ve arzuları kutsayan yapısı ile isyankar ruhlu komedi,<br />

törellikle kuşatıldığı zaman törel komedi, duygusallık alanına hapsedildiği zaman<br />

“sentimantal” komedi türüne dönüşür. Ancak esas olan komedinin yaban doğasıdır.<br />

Komedinin yaban ve evcil unsurları yanyanadır. Komedi türü televizyona aktarıldığı<br />

zaman ister istemez evcilleştirilmiş olacaktır (1991: 230).<br />

Televizyon komediyi <strong>geleneksel</strong>cilik ve değişmeye karşıtlık<br />

değerlerini eksenine alan anlam haritalarıyla formüle etmiştir.<br />

Televizyonun güldürüleri varolanın sınırları içinde yer alan, bu<br />

sınırları sıkı sıkıya tanımlayıp pekiştiren durumlardan,<br />

karşıtlıklardan türetilmiş gülütlerle örülür (Mutlu, 1991: 230-231).<br />

Komedinin sınırları kırmak, -izleyiciyi şaşırtmak, zaman zaman onun canını<br />

sıkmak, bildik gündelik olaylara yeni ve farklı bir bakış açısı sağlamak- için<br />

varolmasına karşılık durum komedisinin gülmecesi sınırlar içinde tutulur. Formülleri<br />

derli toplu ve ılımlıdır (Sklar’den aktaran Mutlu, 1991: 231).<br />

Durum komedisi; “eskilerin ünlü komedilerinin ve onların dünya görüşlerinin<br />

daraltılmış, aile ve problem komedisi haline indirgenmiş biçimidir” (Berman’dan<br />

aktaran Mutlu, 1991: 231).<br />

Değişen toplumsal yapılar ve koşullara, eğlence ve televizyon türleri içindeki<br />

tercihlere göre durum komedilerinin, kendi içinde alt türlere ayrıldığı<br />

gözlenmektedir. Horace Newcomb, tür ayrımı yaparken durum komedisi ve evcil<br />

komedi (aile komedisi) şeklinde iki ayrımdan sözetmektedirler. Newcomb’a göre,<br />

durum komedileri, gücünü mizahtan alırken, evcil komedi, insani değerlere ve sıcak<br />

ev atmosferine dayanır. Televizyon komedileri konusundaki tür ve alt tür ayrımları<br />

konusunda farklı görüşler vardır. Kimine göre durum komedisinin yapısal kurallarına<br />

uyan evcil komedileri ayrı bir tür olarak görmeye gerek yokken, kimine göre evcil<br />

24


komediler “bekar ebeveyn”, “erkek-bekar ebeveyn”, “zeki-aptal”, “erkek-kadın”, “ev<br />

komedileri” şeklinde ayrılabilir. Durum komedileri ise John Bryant’a göre; ev,<br />

erkek-kadın, ebeveyn-çocuk, bekar-adam, bekar-kadın, profesyonel/askeri, etnik,<br />

hick, fantezi, kasaba (mahalle, topluluk odaklı) ve parodiler şeklinde on iki alt<br />

kategoriye ayrılır. Rick Mintz’e göre ise aile, çocuk, çift, bilim-kurgu, kırsal yaşam,<br />

azınlık ve kariyer olmak üzere yedi temel güldürü kategorisinden sözedebiliriz<br />

(aktaran Çelenk, Z., 2007: 26-27).<br />

Mutlu, durum komedilerinin “kurulu düzen” değerlerinin savunucusu işlevini<br />

yüklemekle birlikte, komedyanın kontrolü zor doğası, televizyon türüne aykırı bazı<br />

unsurların sızmasına yol açtığının da altını çizmektedir. Kellner, bu iki karşıt özelliği<br />

komedinin “özgürleştirimci” kahkaha biçimi ve “uzlaşımcı” kahkaha biçimi olarak<br />

formüle eder ve bu iki özellik yan yana dursa da sonunda biri diğerine mutlaka üstün<br />

gelir (Kellner’den aktaran Mutlu, 1991: 234). Ancak genelde üstün gelen “uzlaşımcı”<br />

kahkaha biçimidir. Çünkü durum komedilerinde anlatı yapısı “mutluluk” üzerine inşa<br />

edilmiştir. Durum komedilerinde çoğunlukla “mutlu sorunları olan mutlu insanlar”<br />

görürüz (Gitlin’den aktaran Mutlu, 1991: 235).<br />

Televizyonun “iffetli” dünyasına tartışmalı konuları getiren,<br />

ırklararası evlilik, iktidarsızlık, çocuk aldırma, boşanma gibi ekran<br />

tabularını yıkan, tüm bu “uzlaşımcı” ve uysallaştırılmış<br />

karakterlerine karşın yine durum komedisidir. Bu belki, komedinin<br />

hırçın doğasının zaman zaman denetimden kurtulması sayesindedir;<br />

belki de büyük bir olasılıkla, durum komedisinin bu tür konuları<br />

hoşgörülebilirlik sınırları içinde (gülmece unsuru olarak)<br />

paketleyebilme, diğer anlatı türlerinden farklı olarak bu konuları<br />

olabildiğince evcilleştirebilme yetisindendir (1991: 235).<br />

25


Durum komedileri, anlatı metinlerinde karşıtlıklardan en fazla beslenen<br />

türlerden biridir. Karşıtlıkların oluşturduğu çatışmalar, <strong>geleneksel</strong> anlatı metinlerinde<br />

başlama noktasını oluşturmaktadır. “Dramatik sanatın temeli çatışmadır” (Özakman,<br />

2009: 185). Özakman, çatışmayı, “güçlü bir amacın, düşüncenin, beklentinin ya da<br />

bir işin önüne engel çıkarma” olarak tanımlar ve harekete dayalı çatışmanın yanında<br />

psikolojik, düşünsel çatışma türlerine dikkat çeker ve çatışma türlerini kişi temelli on<br />

başlık altında toplar (2009: 185). Miller, Antik Yunan’dan beri gelenek haline gelen<br />

yükselen dramatik eğriden sözederken bu eğrinin basit dramatik öykü taslağını<br />

oluşturduğunu söyler. Bu eğriye göre başlangıçta bir çatışma vardır. Çatışma, doruk<br />

noktaya çıkana kadar gerilim ve merak dolu bir gelişim izler. Çatışmanın çözülmesi<br />

ile öykü biter (2009: 25). Buradan da anlaşılacağı gibi çatışma, dramatik anlatının<br />

temelidir ve “iki güç arasındaki zıtlığı ve çözümün kuşkulu olduğunu betimler. Bu<br />

belirsizlik öyküye olan ilgimizin sürekliliğini sağlar. İlgimizi yakalar ve çatışmanın<br />

nasıl çözüme ulaşacağını bilmek istememizi sağlar” (2009: 28). Miller, kişiye karşı<br />

kişi, kişiye karşı grup, kişiye karşı doğal güç, kişinin kendi kendisine ya da değer<br />

yargılarına karşı olma durumu gibi zıtlıklar ağından sözeder. Bunlar arasında kolayca<br />

çözülemeyecek olan karmaşık kültürel ve sosyal çatışmalar da yer almaktadır.<br />

Karşıtlık, bir anlatım biçimidir. Tiyatroda, sinema ya da televizyon için<br />

oluşturulan anlatı metinlerinde “bir şeyi anlatmak için çok sık başvurulan bir<br />

yöntem”dir (Chion, 2003: 210). Chion’a göre davranışların, karakterlerin, durumların<br />

arasında karşıtlıklar yaratarak seyircinin bunları daha iyi değerlendirmesi sağlanır.<br />

Böylece filmde yeni kişilikler, birbirine koşut ya da birbirini tamamlayan durumlar<br />

yaratılabilir, bu karşıtlıkların temel işlevi, bir özelliği belirginleştirmektir.<br />

Belirginleşmesi istenen durum, olay ya da kişi arasındaki koşutluğun yanı sıra ortak<br />

26


özelliklere de ihtiyaç vardır. “Kişilerin aralarındaki ortak özellikler ne denli çoksa,<br />

belli durumlar karşısında aralarındaki davranış ayrılıkları o denli başarılı gösterilir”<br />

Chion, karşıtlıklar kurmanın, senaryonun tüm özellikleri için geçerli bir yöntem<br />

olduğunu söylemektedir. Buna göre; mekânlar, düşünceler, sahnelerin ritmi, türlü<br />

senaryo teknikleri, dramatik ögeler, vb. durumlarda karşıtlıklar kurulabilir. (2003:<br />

211).<br />

Karşıtlık; sinema ve tiyatroda özellikle karakter tanıtımında, kişilikleri<br />

iletimde kullanılır. Olaylar her iki sanat dalı içinde farklı ve karşıt kahramanlar<br />

arasında ilerler. Temel işlevi bir özelliği belirginleştirmek olan “karşıtlık anlatımın<br />

iyi açıklanması ve kesinlik kazanması için etkili bir yol”dur. […] “Doğanın<br />

temelinde aydınlık ve karanlık, kış ve yaz, doğum ve ölüm gibi karşıtlıklar var<br />

oldukça, insan ilişkilerinde de karşıtlık hep olacak; kişi ise kaçınılmaz bir biçimde<br />

kendini çatışmalar dizisi içinde bulacaktır” (Akyürek, 2009: 188). Karşıtlık <strong>kullanımı</strong><br />

durum, olay, değer, mekân ya da kişiler üzerinden farklı şekillerde tasarlanabilir.<br />

Ancak kişi-karşıt kişi <strong>kullanımı</strong>nda birkaç özelliği bir arada vermek mümkündür.<br />

Popüler anlatılarda “çatışma” unsuru soyut ve somut olmak üzere<br />

iki farklı düzlemde görülür. Soyut düzlem, çatışmanın kavramsal<br />

yönünü belirtir ve “iyi-kötü”, “zengin-yoksul” gibi ikililiklerle ifade<br />

edilebilir. Çatışmanın bir de karakterlerin eylemleri ile senaryonun<br />

her bölümünde ortaya çıkan olay/durumlarla ortaya konan somut<br />

yönü vardır (Çelenk, Z., 2007: 59).<br />

Avrupa Yakası, toplumun büyük bir kesiminin alışık olmadığı, durum ve<br />

olayları ekrana taşıma açısından diğer durum komedilerinden farklıdır. Dizide,<br />

Fatoş’un kendinden yaşça ve eğitim düzeyi kendisinden daha düşük biri ile<br />

beraberliği, Bülent Bey’in kadınlara zaifiyetini her yerde rahatlıkla sergilemesi,<br />

27


karısının bu durumun farkında olması ve her seferinde affetmesi, Burhan’ın evli<br />

olmadıkları halde Makbule ve ailesi ile aynı evde yaşaması gibi benzer pek çok<br />

örnekle karşılaşılmaktadır.<br />

Avrupa Yakası, karakter sayısındaki çokluk, karakterlerin renkliliği ve<br />

toplumun tasvip etmediği durumları konu alması açısından, durum komedisinin<br />

bütün sınırlarını zorlamış ve komedyanın yaban haline bir dönüş yapmıştır<br />

diyebiliriz.<br />

Dilber Hala tarafından istenmeyen <strong>modern</strong> gelin adayı Aslı’nın, ideal gelin<br />

adayı Meryem’in gerçek yüzünün ortaya çıkması ile Dilber Hala karşısındaki zaferi,<br />

diziye dâhil olduğu günden beri terbiyeli ev kızı Makbule’nin evlilik öncesinde bir<br />

başkasına aşık olması ve kaçamakları, Meryem’in evlilik dışı hamileliği <strong>geleneksel</strong>in<br />

<strong>modern</strong> karşısındaki yenilgileri olarak karşımıza çıkmaktadır. Yine evin “<strong>geleneksel</strong>”<br />

bakış açısına sahip oğlu Volkan’ın -arkadaşlarının zoruyla da olsa- ahlaki olmayan<br />

işlere bulaşması, etik değerlerinin zayıflığı, Osman’ın tipik <strong>geleneksel</strong> bir adam<br />

olarak lanse edilmesi ancak sürekli yanlış ve karanlık işlerle anılması da <strong>geleneksel</strong><br />

olanın zaafiyetleri ve yenilgileridir ki dizinin son bölümde Osman’ın tutuklandığı<br />

görülmektedir.<br />

Durum komedilerinin, popüler beğeni, eğlence anlayışı ve tüketim<br />

yaklaşımları içinde televizyonla tanıştığı günden bu yana kendi içinde bir evrim<br />

geçirdiğini söylemek mümkündür. Türün içerik oluşumu kültürel kodlara ve farklı<br />

espri anlayışlarına bağlı olarak şekillenmektedir.<br />

28


1.3. Modern ve Geleneksel Karşıtlığı<br />

Geleneksel ve <strong>modern</strong> temsilin, Türkiye’de Doğulu-Batılı, Güneyli-Kuzeyli,<br />

eğitimli-eğitimsiz, şehirli-köylü gibi karşıtlıkları da barındırdığını ya da duruma göre<br />

bu karşıtlıklara atıfta bulunduğunu söylemek mümkündür. Doğu ve Batı<br />

karşılaştırmasında Gürbilek, Peyami Safa’nın “Şark-Garp Münakaşasına Bir<br />

Bakış”ta Avrupa’nın “emsalsiz bir fikir makinesi” ya da bir fikir sanayisi olduğunu,<br />

karşısında ise bütün hikmetiyle ruh diyarı dişi Asya’nın durduğunu söylediğini<br />

aktarmaktadır. “Batı madde, Doğu ruhtur. Batı fikir, Doğu ruhtur. Batı akıl, Doğu<br />

yine ruhtur” (2007: 90). Burada <strong>modern</strong> karşılığını; Batılı, şehirli, eğitimli, güneyli<br />

olarak bulurken, <strong>geleneksel</strong> ise; Doğulu, Kuzeyli, eğitimsiz ya da köylü olarak<br />

bulmaktadır.<br />

Örneğin, Türkiye’deki Batılı tipi, bir halk dili olan Türkçe’ye<br />

kendini daha yakın bulurken ve bizzat bu dilin aktif bir<br />

geliştiricisiyken, Doğulu tipi esasen bir saray dili olan esoterik<br />

Osmanlıca’yı özler ve ona özenir. […] Doğulu Türk’ü büyüleyen<br />

nihaî kaynak Kâbe iken, Batılı Türk’ü büyüleyen de doğrudan<br />

doğruya Batı, Batı’nın metropolleri ve bu metropollerin anıtürünleridir<br />

(Ekşigil, 1997).<br />

Bu karşıtlıklarda olumlu göndermelerin Batıya yöneltilmiş olmasını Ekşigil,<br />

“[b]atının kendi imajını geliştirmek için yarattığı bir kurgu ya da ‘oryantalizm’in bir<br />

tuzağı” şeklinde yorumlamaktadır. Ancak Türkiye her iki karşıtlığı, avantajları ve<br />

dezavantajları ile yaşayan bir ülke olarak, çeşitli alanlarda bu karşıtlıklardan herhangi<br />

birinde yoğunlaşabilmektedir. Bu nedenle Türkiye’nin kendi koşulları içinde kesin<br />

tanmlamalar yapmak çok mümkün olamamaktadır.<br />

Küresel ile Yerel Arasında İstanbul’da Keyder, İstanbul’un geçirdiği hızlı<br />

değişimi anlatırken benzer biçimde bir Türkiye fotoğrafı çekmektedir. Keyder’e göre<br />

29


(2009), kentin görünümüne yansıyan mimari değişimler; gecekondulaşma ve<br />

uydukentler, yeni yaşam biçimleri ve kültürlerini yaratarak yeni bir şehir dinamiği<br />

yaratmıştır. Bu değişim sürecinde, işhanları, bankalar, tiyatrolar, oteller, büyük<br />

mağazalar, çok katlı apartmanların, <strong>modern</strong> yaşamın simgeleri olarak, mimari<br />

çevrenin hakim unsurları haline gelmesi bir tarafa, kentsel yenilenme projeleri ile<br />

yeni bir ürün keşfedilmiş ve piyasaya sürülmüştür. “1980’li yılların çok reklamı<br />

yapılmış bir dizi kentsel yenilenme projesi ile birlikte İstanbul, tüketim konusunda<br />

bir seyirlik gösteri haline” getirilmiştir (2009: 24-26 ).<br />

“Türk”, “Avrupalı”, “<strong>modern</strong>” olmanın anlamı, neyin “yerel”,<br />

neyin “küresel” olduğu gibi konular bu mimari çevre dolayımıyla<br />

tartışılır ve mücadele konusu olur. Küresel ve yerel olanın<br />

eşzamanlı olarak (yeniden) biçimlenmesi bu binalar çevresindeki<br />

söylemsel ve maddi pratik üzerinde yoğunlaşır. Bu binalar bazen<br />

“Türk”tür, bazen “Avrupalı”, bazen “Levanten”; 12 bazen<br />

“bizim”dir, bazen “öteki”dir, ötekinindir (2009: 57).<br />

Küresel popüler kültür akımları tüketimin, gösterilerin yelpazesini genişletmekte,<br />

ama çoğu insan bu akımların biçimlendirilmesine katılma olanaklarından yoksun<br />

kalmaktadır. Kentin etrafındaki gecekondulaşmanın yanı sıra bugün şehrin içindeki<br />

orta sınıf yerleşimlerinin hem kalitesi yükselmiş hem de kentin coğrafyası içindeki<br />

yeri değişmiştir. Kentin mekânsal farklılaşmasında köklü bir değişiklik meydana<br />

gelmiştir. Küresel lüks konut modellerinin etkisiyle yeni konut biçimleri,<br />

küreselleşmiş orta sınıfa ideal yerleşim biçimi gibi görünen güvenlik kapılı sitelerde<br />

villalar gündeme gelmiştir (Keyder, 2009: 52).<br />

12 Levanten; (Fr. Levantin) Osmanlı Döneminde özellikle Tanzimat sonrasında büyük liman<br />

kentlerinde yoğunlaşan ve ticaretle uğraşan, Müslüman olmayan azınlıklara verilen isim. Ortadoğulu,<br />

Yakındoğulu, Doğu Akdeniz ülkelerinden olan (Güncel Türkçe Sözlük, tdk). (ing. Levantin) Doğu<br />

Akdeniz ülkelerinde yerleşen ve ticari etkinliklerde bulunan Avrupa kökenli kişiler (BSTS / İktisat<br />

Terimleri Sözlüğü, 2004).<br />

30


Gerçekte taraflar küresel ile yerel, Batı ile Doğu arasında hatları belirgin bir<br />

tartışmaya tutuşamayacak kadar iç içe geçmiş ve kendi içinde bölünmüştür. Namuslu<br />

yaşamı koruma çabası kentte bugün toplumsal dayanışma, sosyal adalet hakimiyet<br />

olarak adlandırılırken aslında bu çaba kendini, ezme ilişkilerini sürdüren bir kültürel<br />

gelenekçilikte bulmaktadır (Keyder, 2009: 52).<br />

Çeşitli kültürlerin birbirine karıştığı bütün kozmopolit kentler gibi, İstanbul<br />

da bir örneklikten ziyade tezatların diyarıdır. Birbirinden ayrı düşen toplumsal<br />

grupların ve kültürlerin bir arada varolduğu bir çoğulluktur. Nüfusunun dörtte üçü<br />

başka yerde doğmuş bir göçmenler kentidir. İstanbullu sözcüğü, günlük deneyimle<br />

zaten “bilinen” ve bu yüzden söylenmeden anlaşılan bir dizi ayrıcalığı, seçkinliği,<br />

yetkinliği aynı anda hem yoğunlaştıran, hem de çağrıştıran bir terimdir. Sayısız ve<br />

sürekli yer değiştiren bir kültürel hiyerarşiler metropolünde İstanbullu sözcüğü<br />

seçkin kültür ile halk kültürü arasındaki sınırda nöbet beklemektedir (2009: 117).<br />

İstanbul’da yaşanan değişimleri Keyder şöyle özetlemektedir:<br />

Tüketici mallarında ve hizmetlerde bir çeşitlenme yaşanıyor,<br />

toplumun kaymağı ile geri kalanı arasındaki tüketim olanakları<br />

eşitsizliği, göze batacak kadar belirginleşiyordu. İki bölmeli bir<br />

toplum ortaya çıkıyor, hayat tarzları ve tüketim kalıpları mekân<br />

içinde birbirinden ayrıştırılabildiği ölçüde aralarındaki mesafe<br />

büyüyordu. Konut alanları da bu kopuşu yansıtıyordu:<br />

Küreselleşmeciler için inşa edilen yeni siteler pahalıydı, dışarıdan<br />

giriş kontrol altındaydı, peyzaj çalışması yapılmıştı. Gecekondu<br />

bölgeleri ise, özellikle kente yeni gelenler için mantar gibi<br />

artıyordu. Restoranlar, gece klüpleri, konser salonları, sergi<br />

mekânları, sınıfların kültürünün tüketim dolayımıyla yeniden<br />

tanımlandığı bir sürece katkıda bulunuyordu (2009: 35).<br />

Bu değişimin iki tarafı vardır ve bu temel çatışma noktasını oluşturmaktadır.<br />

İstanbullu olanlar ve İstanbul’a gelenler. Bu noktada -özellikle kentli-taşralı<br />

31


karşıtlığında- “göç” ve göçün yarattığı sosyo-kültürel etkiler, değişimler ve yeni<br />

oluşumlar da belirgin bir yer tutmaktadır. Çünkü göç, “emeğin, sermayenin ve<br />

pazarın yer değiştirmesi”nin (Tekeli’den aktaran Yıldırmaz, 2010: 440) yanı sıra<br />

kültürel anlamda da yeni sonuçlar doğurmuştur. Keyder, ünlü bir İstanbullu aileden<br />

gelen bir büyüğün bu değişim hakkındaki görüşlerini aktarırken aslında ciddi bir<br />

çatışmanın ve ikiye bölünmüşlüğün altını çizmektedir:<br />

İstanbul, 1950’li yıllarda, Fatih Sultan Mehmed’in zaferinden beş<br />

yüz yıl sonra yeniden fethedildi. Anadolu’nun işgali altında kaldı.<br />

Buraya uyum sağlamak yerine bu insanlar benim şehrime kendi<br />

medeniyetlerini getirdiler. Eminim ki bunların hiçbiri hayatlarında<br />

bir kere bile bir sergiye gitmemişlerdir. Bütün düşündükleri bir<br />

yazlık alabilmek için yeterli parayı biriktirmektir. Lahmacun<br />

yiyenler memleketi olduk. Elli sene önce İstanbul’da lahmacunun<br />

ne olduğunu bilmezdik, bilsek bile pizza derdik ona (2009: 50).<br />

Çalışmada kelimenin güncel anlamı kullanılsa da günceli anlamak ve<br />

toplumsal-sosyal dönüşümleri değerlendirebilmek için kelimenin köklerine de<br />

bakılmış, “gelenek” ile “<strong>modern</strong>” in neden ve nasıl karşı karşıya kaldığı ve bunun<br />

gülmeceye nasıl yansıdığı ve Türkiye’nin koşulları ele alınmıştır.<br />

Kendi özgün koşullarıyla birlikte Türkiye’de “<strong>modern</strong>leşme”nin yarattığı<br />

etkileri anlamak için “<strong>modern</strong>leşme kuramı”na da bakmak gerekmektedir. “Batılı<br />

olmayan toplumlardaki değişim süreçlerini açıklamak amacıyla geliştirilen<br />

<strong>modern</strong>leşme kuramı; her şeyden önce, “<strong>modern</strong>” ve “<strong>geleneksel</strong>” olarak nitelenen<br />

iki toplum tipinin karşılaştırılmasına dayanmaktadır” (Köker, 2009; ). “Öteki”<br />

kavramı bu noktada karşımıza çıkmaktadır. “Modern” <strong>geleneksel</strong> için, “<strong>geleneksel</strong>”<br />

<strong>modern</strong> için “öteki”dir.<br />

Modern toplum; yüksek oranda sanayileşme ve kentleşme, yatay ve<br />

dikey sosyal hareketlilik, yüksek okuryazar oranı, kitlelerin<br />

32


yönetime katılması, siyasal gücün geniş gruplara yayılması, etkinyaygın<br />

iletişim olanakları, sosyal ve siyasal yapıda kurumsallaşma,<br />

demokratik ve laik yönetim, kültürel çoğulculuk, düşünce-ifade<br />

örgütlenme özgürlüğü, insanı bağımsız birey olarak görme anlayışı<br />

gibi temel özelliklere sahiptir (Köker’den aktaran Törenli, 2004:<br />

13).<br />

Modernleşme teorisi hem <strong>modern</strong> hem de <strong>geleneksel</strong> toplumları<br />

istikrarlı ve entegre toplumlar olarak kavramsallaştırırken,<br />

<strong>modern</strong>leşen toplumlarda gelenek ile <strong>modern</strong>lik arasındaki<br />

gerilimlerin ve çatışmaların kaçınılmaz olarak istikrarsızlık<br />

yarattığını vurgulamaktadır (Huntington’dan aktaran Kaya, 2006:<br />

64 ).<br />

“Değişim” <strong>modern</strong> toplum ve <strong>geleneksel</strong> toplum arasındaki temel ayrılma<br />

noktalarından birini oluşturmaktadır. Tekeli “<strong>geleneksel</strong> toplumda değişme<br />

istenilen bir şey değildir” derken, toplumun insanın özgür olarak kendisini<br />

gerçekleştirmesini değil, yaşamını <strong>geleneksel</strong> kalıplara göre sürdürmesini<br />

beklediğinin de altını çizmiştir (2009: 80).<br />

Modernlik ve geleneği radikal zıtlıklar olarak gören, “[m]odernlik bir Batı<br />

projesidir” (Giddens, 1991: 174); “[m]odernleşme modelleri Batılı modellerdir”<br />

(Turner, 1999: 4) (aktaran Kaya, 2006: 65) diyen <strong>modern</strong>leşme teorisyenlerine karşı,<br />

medeniyetsel yaklaşımlar yeni bakış açılarını ortaya koymuştur. Tarihsel farklılığa<br />

vurgu yapan “geç <strong>modern</strong>lik” kavramı farklı <strong>modern</strong>liklere dikkat çekmektedir. “Batı<br />

<strong>modern</strong>liğine alternatif olarak tek bir <strong>modern</strong>lik yoktur, fakat çoğul geç <strong>modern</strong>likler<br />

söz konusudur; örneğin Rusya, Çin, Japonya ve Türkiye” (Kaya, 2006: 65).<br />

“Türk <strong>modern</strong>lik projesi Kemalizm, bir anlamda Osmanlı İmparatorluğu’nun<br />

Batı’nın yükselişine verdiği tepkilerin bir sonucu olarak düşünülebilir. Türk<br />

<strong>modern</strong>liğinin başlangıcı Tanzimat’ın başlangıç tarihi olan 1839 olarak ele alınabilir”<br />

(Kaya, 2006: 88). Türkiye’nin <strong>modern</strong>leşme sancıları, <strong>geleneksel</strong> bir toplumun kendi<br />

33


<strong>modern</strong>liğini üretebilmesi, her toplumda olduğu gibi kendine özgü koşullar içinde<br />

gerçekleşmiştir. Doğu-Batı, gelişmiş-az gelişmiş gibi karşıtlıklar çerçevesinde devam<br />

eden süreç 1980’lere kadar uzamış, 1980’lerde bir dönüm noktasına gelmiştir.<br />

1980’lerde Türkiye’de ilk kez Kemalist “yüksek” kültürün dışında bir “aşağı”<br />

kültür patlaması yaşanmıştır, kitlelerin umut ve özlemleri de ilk kez bu kadar yoğun<br />

biçimde kültür endüstrisinin nüfuz alanına girmiştir. Tüketme özgürlüğünü, teni ve<br />

iştahı [...]1980’ler “özel hayat” kavramı ile tanıştırmıştır. Gürbilek’e göre 1980’ler<br />

insanlara “o güne kadar feragat ettiği, ertelediği şeyleri; kurumsuzluğun verebileceği<br />

serbestliği, o zamana kadar bir misyon adına bastırdığı her şeyi” vaat ediyordu:<br />

Özel hayatı olabileceğini, çekinmeden taşralı olduğunu<br />

söyleyebilmeyi, İbrahim Tatlıses’i utanıp sıkılmadan<br />

dinleyebilmeyi, imkânlar dünyasından yararlanabilmek için yüksek<br />

kültürden olmak gerekmediğini (Gürbilek, 1993: 14).<br />

Modernleşme süreçlerinin ve toplumsal değişimin yarattığı çelişkilerin<br />

güncel yaşamda hissedilmeye başlanması ve kente göç sürecinde yoğunlaşması<br />

kurmaca dünyada da kendini göstermiştir. Modern-<strong>geleneksel</strong> <strong>karşıtlığının</strong><br />

kurmaca dünyada kendisini hissettirmesi 1960’lara dek uzanmaktadır. Abisel,<br />

sonraki yıllarda da <strong>geleneksel</strong> ile <strong>modern</strong> arasındaki çelişkinin neredeyse bütün<br />

filmsel anlatıların temel çatışma eksenini oluşturduğunu belirtmektedir Abisel, bu<br />

anlatılarda kırsal ortamın, <strong>geleneksel</strong> olanın net bir biçimde temsil edilmesine<br />

olanak verdiğini belirtirken, <strong>modern</strong> olanın ise bir yandan doktor, öğretmen,<br />

mühendisle öte yandan kamyon, biçer döver ve plastik kovayla simgelenerek<br />

“hayatı kolaylaştıran yenilikler” şeklinde ele alındığını söylemektedir (2005: 240).<br />

Kentler, yeniliğin, <strong>modern</strong>liğin simgesi olmuştur. Kırsal dünya açısından<br />

34


akıldığında devlet, <strong>modern</strong>likten yana iken kent açısından bakıldığında ise<br />

yoksulluğun neden olduğu sorunlar ortaya çıkmakta ve toplumsal ilişkiler, kurallar<br />

çeşitlenmektedir. Abisel, sınıfsal çelişkilerin neden olduğu çatışmaların kurmaca<br />

dünyada varsıl-yoksul karşıtlığına indirgendiğini de belirtmektedir: “Geleneksel<br />

<strong>modern</strong> bağlamında ortaya çıkan bu karşıtlık, “yoksul ama geleneklerine bağlı, iyi<br />

ve mutlu” ile “varsıl ama yozlaşmış, kötü ve mutsuz” ayrımının yapılmasına<br />

olanak vermektedir (2005: 242).<br />

Kentlilik ve kent sorunları 1980’lerden sonraki anlatılarda daha da<br />

çeşitlenerek ekrana taşınmıştır. Ancak “dizilerdeki sınıf çatışmasız ve dostane<br />

yaşayıp birbiriyle evlenen zengin-yoksul ilişkisi söylemi, bir başka deyişle<br />

zenginleri sempatik sunma söylemi, bizzat dizilerde de 2000 yılından sonra<br />

başlamıştır” (Dağtaş, 2009: 117).<br />

Mahallelilik ya da geniş aile dayanışmasına dayalı cemaatçilik<br />

anlatısı; zengin ve yoksulun sınıf çatışması olmaksızın ve<br />

kaynaşarak bir arada yaşadığı anlatısı ve lüks yaşam tarzı anlatısı,<br />

2000 yılından bu yana yaygın televizyonların ana-yayın kuşağında<br />

yayınlanan dizilerin tektipleşmiş anlatılarıdır (Dağtaş, 2009: 100).<br />

Zengin-yoksul karşıtlığında artık bir uyum yakalanmış ve <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong><br />

karşıtlığında bugün sadece kentli ya da taşralı tanımıyla yetinilmeyen, yaşam<br />

tarzları, tüketim alışkanlıkları, rolleri ile birbirinden farklılık gösteren çok sayıda<br />

ayrım yapma fırsatı doğmuştur.<br />

35


1.3.1 Gülmecede “Modern”in Temsili<br />

“Modern” kelimesi Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük’te 13 “çağdaş”, “çağcıl”<br />

olarak tanımlanmakta ve genellikle bir şeyin yeni ve güncel olduğunu ifade etmek<br />

için kullanılmaktadır. Modern kelimesi çoğu zaman 18. yüzyılda ortaya çıkan bir<br />

dünya görüşü olan; <strong>modern</strong>ite ve bu görüşe paralel olarak gelişen sanatsal ve kültürel<br />

bir hareket olan “<strong>modern</strong>izm” ile karıştırılmaktadır.<br />

Berman’a göre, “<strong>modern</strong> olmak, bizlere serüven, güç, coşku, gelişme,<br />

kendimizi ve dünyayı dönüştürme olanakları vaat eden ama bir yandan da sahip<br />

olduğumuz her şeyi, bildiğimiz her şeyi, olduğumuz her şeyi yok etmekle tehdit eden<br />

bir ortamda bulmaktır kendimizi” (1994: 11). “Modern, yeninin ya da yakın zamanın<br />

eş anlamlısı”dır. Abel Jeanniere’e göre Ortaçağ ve Rönesans’ın ardından <strong>modern</strong><br />

zamanlar gelmektedir. Gündelik yaşamda ve kültürde modaya uygun tutumlara<br />

“<strong>modern</strong>” denir. Modern, radikal bir değişimden sonra ortaya çıkanı adlandırmakta<br />

ve insana olduğu kadar çevresine de uygulanmaktadır. Modernite ise önce insanı<br />

sonra insanın dünyasını etkilemektedir, burada işleyen mantık; yeni bir mantık ve<br />

yeni bir dünya görüşünün mantığıdır. Moderniteye geçişin; bilimsel, siyasal, kültürel<br />

ve teknik-endüstriyel olmak üzere dört devrim tarafından belirlendiğini söyleyen<br />

Jeanniere, bu devrimlerin aynı zamanda (eş zamanlı) olmayabileceğinin de altını<br />

çizmektedir. Bu durumda “bir alanda devrim yaşanırken diğerinde yaşanmayabilir”.<br />

Yani birey bu noktada bir alanda tutucu iken diğerinde <strong>modern</strong> olabilmektedir (1994:<br />

15-16).<br />

13 Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük, www.tdk.gov.tr<br />

36


Scott Lash “Modernite mi, Modernizm mi? Weber ve Günümüz Toplumsal<br />

Teorisi” (1994) başlıklı yazısında; <strong>modern</strong>itenin genellikle 16. ve 17. yüzyıllarda<br />

başladığının kabul edildiğini söylerken, <strong>modern</strong>izmin ise sanat alanında 19. yüzyılın<br />

sonunda başlayan bir paradigma değişikliği olduğuna dikkat çekmektedir. Lash,<br />

sadece sanatların değil günümüz toplumsal pratiklerinin de <strong>modern</strong>izm bazında ele<br />

alınması gerektiğini belirtmektedir. Lash’a göre, “içinde yaşadığımız dönem<br />

“<strong>modern</strong>” ya da <strong>modern</strong>ite olarak değil, <strong>modern</strong>izm bazında anlaşılmalıdır” (1994:<br />

47). “Modernizm en basit tanımıyla Aydınlanma ve Sanayi Devrimi’nden ilham alan,<br />

geçmişle karşıtlık ilişkisi içinde konumlanan ekonomik, sosyal, teknolojik ve zihinsel<br />

düzeyde meydana gelen yenileşme ve gelişme hareketleridir” (B. Arık (edt.) Karakoç<br />

E. 2009:5). Bu çalışmada, <strong>modern</strong> derken, “1980”lerin ilk yıllarından itibaren<br />

<strong>modern</strong>izmin daha özgül doğası ve önemi kastedilmektedir<br />

Köker, <strong>modern</strong> toplumda varolduğu düşünülen “<strong>modern</strong> insanı”, Alex<br />

Inkeles’in formülasyonuyla aktarmaktadır. Buna göre; “<strong>modern</strong> insan”, yeni<br />

deneyimlere hazır, yenilik ve değişime açık, yalnız kendi çevresinde değil, onun<br />

dışında da birçok sorunlar ve konular hakkında kanaatlar edinme ve taşıma<br />

eğilimindedir. Geçmişten çok, bugüne ve geleceğe yöneliktir. Bilim ve teknolojiye<br />

daha çok inanç duyar (2009).<br />

Modern insan tanımına uygun bir kesimin varlığı Türkiye’de özellikle<br />

1980’den sonra siyasi, ekonomik ve kültürel alanda yaşanan dönüşümle<br />

gerçekleşmiştir. 1980’ler, Gürbilek’in saptamasıyla “daha çok ‘taşra 14 ’ olarak<br />

adlandırılabilecek bir yaşantının bugüne kadar <strong>modern</strong> kültürel kimlikler içinde<br />

14 Gürbilek, burada ‘taşra’ kavramıyla yalnızca büyük şehrin dışını değil, bu toplumun <strong>modern</strong><br />

olabilmek için bugüne kadar dışarıda bırakmak zorunda kaldığı her şeyi kastettiğini belirtmektedir.<br />

(Gürbilek, 1993: 111).<br />

37


astırılarak var olabilmiş, kendini onlara tabii kılmış yaşantıların geri dönüşüydü”.<br />

Bir özgürlük vaadi olan bu durum 80’lerin ayırtedici özelliğiydi ve “taşraya kendi<br />

kimliğini koruyarak da büyük şehir hayatına eklemlenebileceği” umudunu veriyordu<br />

(1993: 111).<br />

Günlük hayata da yansıyan bu değişim ve dönüşüm süreci bir yandan kendi<br />

yeni kesimlerini yaratırken bir yandan ülkeyi sonraki yıllarda giderek artan bir<br />

şekilde herkesi saracak olan bir kavramla; tüketimle tanıştırmıştır. Bali bu durumu<br />

kısaca, “Türkiye’nin tüketim kültürüyle tanışması” şeklinde özetlemektedir:<br />

Kredi kartları ve taksitli satış kampanyalarının yaygınlaşmasıyla<br />

birlikte ilk bakışta erişilmez, ulaşılmaz ve ‘lüks’ görünen ürünler<br />

zaman içinde orta sınıflar için de erişilebilir hale geldi (Bali, 2009:<br />

350).<br />

1980’lerle başlayan değişim süreci doksanlı yıllarda daha da büyümüş ve<br />

<strong>modern</strong>leşme yolunda –tüketimin özel bir yer edindiği– hızlı bir koşu başlamıştır.<br />

Bali’ye göre, bir yandan tüketim toplumu olma yönünde ciddi bir kararlılık<br />

gösteriliyor, diğer yandan “geçiş döneminin yarattığı dinamizmle karışık kaos içinde<br />

sıradanlıktan kurtulup seçkinler sınıfına terfi etmeye çalışan genç bir kitle”<br />

doğuyordu. Bu genç kitlenin seçkinleşme özlemini besleyen en önemli araç ise ilk<br />

örneklerine seksenli yıllarda rastlanan basındı. Bali’ye göre basın kitlelere üst<br />

düzeyde bir yaşam tarzını sürekli hatırlatma görevini üstlenmişti (Bali, 2009: 58).<br />

Keyif odaklı yeni yaşam tarzında, yeni hayatlarda, alışveriş merkezleri önemli bir yer<br />

tutuyordu, çünkü alışveriş merkezleri <strong>modern</strong> olmanın işareti kabul ediliyordu:<br />

Toplumun tüketim, eğlence ve seyir ihtiyaçlarını karşılamak üzere<br />

ard arda açılmaya başlayan büyük alışveriş merkezleri Türkiye’nin<br />

<strong>modern</strong>leşme yolunda emin adımlarla ilerlediğini tescil eden<br />

anıtlardı. Bu gelişmeye paralel olarak semt pazarı ve hiper market<br />

‘tüketicisi’ haline dönüştü ve toplumsal statüsünü yükseltti. Keyif,<br />

38


lüks ve teknoloji ürünlerinin satın alınması, <strong>modern</strong> ve kentli<br />

olmanın en belirgin unsurlarıydı (Bali, 2009: 351).<br />

Yaşanan bu değişim ve dönüşüm sürecinde, belli bir kesimin gelir düzeyi<br />

artmış, buna göre “yeni sınıflar” oluşmuş, tüketici çeşitlenmiş, beğeniler değişmiştir.<br />

Ailelerinden ayrılıp yalnız yaşamaya başlayan gençler, iş<br />

dünyasında daha büyük bir yer edinen, ekonomik açıdan<br />

özgürlüklerine kavuşan kadınlar. Bu yeni sınıf, markalı hazır giyim<br />

ürünleri satın alıyor, kaliteli lokantalarda yemek yiyor, konser<br />

izliyor, geziyor ve reklamlar da öncelikle gelir düzeyi daha yüksek<br />

olan bu yeni grupları hedefliyor. Sokaklarda veya havaalanlarında<br />

aceleyle yürüyen, koşan, devamlı hareket içinde, dinamik, kentli,<br />

genç insanlar (Bali, 2009: 351-352).<br />

Bali, Şimşek’in Yeni Orta Sınıf’ta yaptığı tespitlere paralel, yeni bir sınıftan<br />

sözetmektedir: “Toplumsal piramidin üst katmanlarında yer alan iş adamları ile<br />

finans, medya ve iletişim sektörlerinin yönetici ve çalışanlarından” oluşan bu sınıf,<br />

“gündüzleri geç saatlere kadar iş merkezleri ve Medya Tower’larda çalışan,<br />

akşamları ve hafta sonları kentin şık ve bohem semtlerinin eğlence ve yemek<br />

mekânlarının müdavimleri arasında yer alan”, her türlü konforu kullanan yeni<br />

aristokratlardır (Bali, 2009: 361-362).<br />

Yeni orta sınıf kavramı, soyluluk ve ekonomik gücün belirleyiciliği bir kenara<br />

özellikle “eğitim” konusu ile yakından ilişkilendirilmiştir. 19. yüzyılda toplumun üst<br />

sınıflarına ait olan “yüksek öğrenim” imkânı, 20. yüzyılda alt ve orta sınıflara kadar<br />

inmiş, bunun sonuncunda alt–orta sınıf çocuklarından eğitim yoluyla, beyaz yakalı<br />

(eğitimli ofis) çalışanlar, “yeni orta sınıf" oluşmuştur. Geleneksel orta sınıfın yerini,<br />

yeni bir orta sınıf almıştır. Geleneksel orta sınıfın tersine, yeni orta sınıfın<br />

toplumdaki statüsü giderek artmıştır. Üstelik, bu prestij artışı, gelir artışı ile olduğu<br />

39


kadar, tüketim biçimlerinin değişmesiyle de bağlantılanmış, mekân tercihleri de<br />

yaşam şekilleri de <strong>geleneksel</strong> orta sınıftan farklılaşmıştır.<br />

Yeni orta sınıf mensupları; işlevler, etkinlikler, insanlar arasında net sınır<br />

çizebilmek için işyerinde ve evde sınıflandırma, farklılaştırma, hudut belirleme ve<br />

kategorileri birbirinden ayırmaya büyük önem vermekte, kalabalık mekânlarda sık<br />

sık karşılaştıkları zorluk ve rahatsızlıklar konusunda özellikle duyarlılık<br />

göstermektedir.<br />

Neoliberalizm sonrası finans-borsa ve bankacılık en parlak iş alanları haline<br />

gelmiştir. “Bilgi işlem (IT), bankacılık, finans, medya, reklamcılık, halkla ilişkiler,<br />

turizm, yeme-içme, eğlence sektörleri hem yeni orta sınıf için istihdam alanları hem<br />

de en ‘şık’ vitrin” olmuştur (Şimşek, 2005: 33). Buradan hareketle iyi isimli bir<br />

üniversitenin lisan bilen mensubu olmak ve ihracat, bankacılık, finans, halkla ilişkiler<br />

alanında kariyer yapmak yükselen bir değer haline gelmiştir. Türkiye’de geçmişin<br />

prestijli mesleği mühendislik yerini işletme-finans ve borsacılığa bırakmıştır.<br />

Şimşek, yeni orta sınıfın, çalışkanlık, girişimcilik, iş bitiricilik yönlerinin yanında,<br />

kadın-erkek ilişkileri, yabancı kültüre bakışları, eşcinsellik, din gibi konularda<br />

<strong>geleneksel</strong> sağ akımlara göre daha esnek bir kültürel yüzey sergilediğine dikkat<br />

çekmektedir (Şimşek, 2005: 35).<br />

Yeni orta sınıf genel özelliklerine bakıldığında Bali’nin “yeni Türk insanı”<br />

profili de birbirine benzemektedir. Buna göre “yeni Türk insanı”; İstanbul’da<br />

yaşayan, iyi eğitim almış, yüksek öğrenimini Amerika’da yapmış, Amerikan<br />

kültürünü iyi tanıyan, evrensel ve yerel değerleri aynı anda benimseyen bir profilden<br />

oluşmaktadır. Bali; bu özelliklere uyan kişilerin köşe yazarları tarafından “toplumun<br />

40


ol modelleri” olarak hep ön plana çıkarıldığına ve geleceğin Türk insanı olarak<br />

sunulduğuna dikkat çekmektedir (Bali, 2009: 319-320).<br />

Genç ve güzel insanlar. Hem davranışları, hem fizikleri, kılık ve<br />

kıyafetleriyle gelişmiş ülkelerden hiç de geri kalmayan, birçok<br />

alanda öne dahi geçen yeni Türkler… Yeni Türk insanının portresi,<br />

günümüz kentli elitlerinin portresidir (Bali, 2009: 320).<br />

Yerli durum komedilerinde <strong>modern</strong>i temsil eden karakterler özellikle son<br />

dönem yapımlarında yeni Türk insanı portresine uygun olarak tariflenmektedir.<br />

Eğitimli, bakımlı, varlıklı ve görgülü olma gibi temel özelliklerin yanı sıra dış<br />

görünümünün de iyi olması dikkati çekmektedir. Modern olan, yenilikçidir, zamana<br />

ayak uydurur, teknolojiyi kullanır ya da teknolojiye ilgi duyar, dünyayla entegredir,<br />

evrensel değerlere inanır, iş dünyasında profesyonel yaklaşımlar sergiler, dış<br />

görünüşüne önem verir, trendleri takip eder, bireysel istek ve ihtiyaçları rahatlıkla<br />

dile getirir ve tercihlerini açıklıkla ortaya koyar. Modern karakterler, ana hatları ile<br />

bu özellikleri taşır, taşımaması halinde de idealize şekliyle bu özelikler tanımlanır.<br />

Yerli ya da yabancı durum komedilerinde, gündelik yaşam konu alındığından,<br />

ister istemez her durum komedisi kendi dönemindeki sorunları, değişimleri ve güncel<br />

olayları ekrana taşır. Bu anlamda <strong>modern</strong>in kendi içindeki tanımında da dönemlere<br />

göre radikal olmasa da değişimler gözlenmektedir.<br />

Kaynanalar dizisinde Hakmen ailesi <strong>modern</strong>i temsil etmektedir. Yüksek<br />

eğitimli, varlıklı bir aile olan Hakmenlerde anne Tijen Hakmen, ön planda ve baskın<br />

karakterdir. Kocası Timur Hakmen, top sakalı ve şık giyimiyle beyefendi biridir.<br />

Ancak eşinin baskın karakteri altında ezilen yapısı ile “kılıbık” 15 olarak tanımlanır.<br />

15 Kılıbık kavramı, Kaynanalar dizisi ile Türkiye’nin gündemine girmiştir.<br />

41


Arkeolog oğulları, iyi yetiştirilmiş, kibar ve kültürlüdür. Tijen Hakmen, tercihlerinde<br />

hassas, seçimlerinde bilinçli ve bakımlı bir kadındır. Titizliği ve sinirlendiği zaman<br />

çıkardığı abartılı “niiiiiiiiiii” sesiyle dikkati çekmektedir. Evden ayrılan gelininin geri<br />

dönmesi için oğluna cesaret verirken “Tijen Hakmen’in oğlu olduğunu göster ona”<br />

demekte ve kendine olan özgüvenini ortaya koymaktadır. Kendi ayakları üzerinde<br />

durabilen, güçlü, akıllı ve bilgili bir anne profili çizmektedir.<br />

Kuruntu Ailesi’nde de şehirli bir aile ile karşılaşırız. Kuruntu ailesi şehirde<br />

yaşayan ve kent değerlerini bilen görgülü bir memur ailesidir. Dizinin jeneriğindeki<br />

gemi figürü içine bütün aile yerleştirilmiş, bu jenerikle İstanbul ve şehirlilik vurgusu<br />

yapılmıştır. Fötr şapka ve pardesüsü ile Hüsnü Kuruntu, tipik bir memur portresi<br />

çizmektedir. Dizinin jeneriğindeki üst üste yığılmış kutular da alışveriş tutkusuna<br />

dikkati çekmektedir.<br />

Türsel özelliklerine göre bakıldığında pek çok kişi tarafından gerçek anlamda<br />

ilk yerli dizi olarak da kabul edilen (Çelenk, Z., 2007: 53) 1994 TRT yapımı Gülşen<br />

Abi ise <strong>modern</strong> zaman sorunlarının Güzin Abla olarak değil, Gülşen Abi olarak<br />

dinlendiği bir dizidir. Can Barslan’ın yazdığı ve Haluk Bilginer’in başrolünü<br />

oynadığı dizide, <strong>modern</strong> zaman kavramları absürd bir şekilde ekrana taşınmıştır.<br />

Reklamcılık bunlardan biridir. Abidin, her işadamının mutlaka reklamı düşünmesi<br />

gerektiğinden ve reklamın öneminden sözetmektedir.<br />

Tatlı Hayat 16 ise <strong>modern</strong> dünyanın kavramları ile bizi tanıştırmaktadır. Tatlı<br />

Hayat, kuru temizlemeden zengin olan ve bu zenginlikle “sınıf atlayan” İhsan ve<br />

Sevinç’in hikayesini ekrana getirmiştir. Bir gecekondudan İstanbul’un lüks bir<br />

16 Tatlı Hayat, 1975-1985 yılları arasında Amerika CBS Televizyonu’nda yayınlanan The Jeffersons<br />

adlı komedi dizisinden uyarlanmıştır.<br />

42


semtinde lüks bir siteye taşınan İhsan ve Sevinç, özlem duydukları “tatlı hayata”<br />

kavuşmuşlardır. Girişimci ruha sahip İhsan’ın para kazanma hırsını komik bir şekilde<br />

ortaya koyan diziyle izleyici, borsa, hisse senetleri, arsa değerleri vb. kavramlarla da<br />

sık sık karşılaşmıştır. Dizide, 2000 sonrası yeni yaşam biçimleri, yeni iş ve sosyal<br />

statü anlayışı, toplumsal değişimlere de vurgu yapılmaktadır.<br />

Bizim Evin Halleri’nde ise daha orta halli bir ailenin günlük yaşamları ekrana<br />

taşınmıştır. Evin kızları üzerinden ağırlıklı olarak özel hayatların işlendiği dizi,<br />

gelenek ve otorite arasında sıkışan genç kızların yaşadıkları zorlukları esprili bir dille<br />

anlatırken, geçerli olan <strong>modern</strong> ilişki biçimlerine dikkati çekmektedir.<br />

Çocuklar Duymasın’da ise belirgin bir <strong>modern</strong> kadın, <strong>geleneksel</strong> erkek<br />

vurgusu vardır. Dizinin temel çatışması kadın-erkek arasındadır. Karakter<br />

karşıtlığına dayanan bu durum “<strong>modern</strong>” olanın temsilinde Meltem karakterini ön<br />

plana çıkarır. Kadın erkek arasında kurulan temel karşıtlık ise <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong><br />

ayrımına dayanır ve burada kadın <strong>modern</strong> olanı temsil etmektedir (Özsoy, 2005:<br />

284).<br />

Son dönemin <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> karşıtlığına en belirgin örnek olarak 2010<br />

yapımı Türk Malı’nı gösterebiliriz. Şafak Sezer (Erman Kuzu) ve Binnur Kaya<br />

(Abiye Kuzu), Kuzu Ailesi olarak iki çocuklu <strong>geleneksel</strong> bir aileyi, Bekir Aksoy<br />

(Volkan) ve Devin Özgür Çınar (Seval) da henüz evli genç bir çift olarak <strong>modern</strong><br />

aileyi canlandırmaktadır. Volkan ve Seval, iyi eğitimli, kariyer basamaklarını<br />

tırmanan, zevkli döşenmiş evleri ve mesafeli ilişkileri ile <strong>modern</strong> bir aile portresi<br />

çizerler. Aile, akraba ve komşuluk ilişkilerinin sınırlı bir çerçevede yürütüldüğü bu<br />

43


ilişki biçimi, Kuzu ailesinin hayatlarına girmesiyle alt üst olur. Kuzu ailesi, genç<br />

çiftin tüm tahammül sınırlarını zorlamaktadır.<br />

Kaynanalar’la başlayan ve bugüne uzanan çizgide yerli durum komedilerinin,<br />

genel söylemleri ve konuları itibariyle değişim gösterdiğini söylemek mümkündür.<br />

Konular, aile ve komşuluk ilişkilerinden, ikili ilişkilere kaymış ve <strong>modern</strong><br />

karakterlerin sayısı artmıştır.<br />

Modern temsilinde mekânlardaki sadelik dikkatleri çekmektedir. Duvarlar<br />

renklenmiş, evlere özel aydınlatmalar girmiştir. Dantel örtüler kalkmış ve şık biblolar<br />

evlerin başköşelerine yerleşmiştir. Koltuklar, desensiz, düz renk, kontrast ya da<br />

çizgilidir. Genç bir çizginin hakim olduğu bu tarzda, konfor önemlidir. Daktilo<br />

bilgisayara, evin başköşesinde yer alan tüplü televizyon, plazmaya dönüşmüştür.<br />

İlişki biçimlerinde bireysel yaşam, özel hayat, kişisel tercihler önem<br />

kazanmıştır. Kişisel kararların kolaylıkla alındığı ilişki biçiminde, anne babanın<br />

çocuklar ve diğer aile sakinleri üzerindeki otoritesi azalmıştır. Sorunlar daha bireysel<br />

ve spesifiktir çözüm noktalarında da bireyler yalnızdır.<br />

Modern temsilde, kadınlık-erkeklik konumlandırmalarında eşitlikçi bir<br />

yaklaşım dikkati çekmekte hatta kadınlar pek çok yapımda ön planda ve belirleyici<br />

konumdadır. Kadının aktif bir çalışma hayatı ve sosyal yaşamı vardır. Kadının bu<br />

konumsal değişikliği, yerli durum komedilerinde anlatı yapısını güçlendiren renkli<br />

karakterlerin eklemlenmesi fırsatını doğurmuştur. Bu kişiler gerçek hayatta da<br />

karşılaştığımız şekilde ya evin maaşlı çalışanı ya da anneanne, babaanne gibi evin<br />

büyüğüdür. Çoğunlukla <strong>geleneksel</strong> bir kimlik yüklenen bu kişiler üzerinden pek çok<br />

dizide (Tatlı Hayat, Çocuklar Duymasın, Dadı, Bez Bebek vb.) komedi üretilmiştir.<br />

44


Yardımcı kadın olmasa da ev işlerinde becerikliliği ve kendini eve adaması<br />

ile Makbule Avrupa Yakası’nın renkli yardımcı karakterlerinden biridir. Modern tip<br />

olarak ilk dikkati çeken kişi Cem’dir. Cem’in ideal damat adayı, Aslı’nın hayalindeki<br />

erkek ve “beyaz Türk” olarak sunulma sebeplerinden biri de Amerika’da eğitim<br />

görmüş olması ve iyi bir aileden gelmesidir. Fiziksel özellikleri ve düzgün giyimiyle<br />

özellikle kadınların ilgisini çeken Cem üzerinden, <strong>modern</strong> dünyanın geçerli<br />

kurallarına, yeni yaşam tarzlarına dair göndermeler yapılmıştır. Bali, “Batılı bir<br />

yaşam tarzına ayak uydurmak isteyen ve Özal’lı yıllarda servete kavuşan yeni kesim,<br />

yeni yaşam tarzının daha çok simgesel yanıyla ilgilenmiştir” derken dizinin ilerleyen<br />

bölümlerinde Selin, Kubilay ve Şahika karakterleri üzerinden daha da<br />

keskinleştirilecek bu durumu doğrulamaktadır.<br />

Lüks araba sahibi olmak, markalı kıyafetler giymek, sık sık<br />

yurtdışına seyahate çıkmak, pahalı ve markalı saat ve mücevhere<br />

sahip olmak gibi toplumsal statü simgeleri bu kesim tarafından<br />

çabucak benimsendi (Bali, 2009: 321).<br />

Dizide, “moda ikonası” Şahika’nın aklına estiği bir anda alışveriş için<br />

günübirliğine Milano’ya gitmesi, Kubilay’ın sosyete dergilerinde boy göstermesi,<br />

Selin’in marka merakı, Fatoş’un ise güzellik kavramını hayatının merkezine alması<br />

bu durumun açık bir göstergesi olarak sunulmaktadır.<br />

45


1.3.2 Gülmecede Gelenekselin Temsili<br />

Gelenek kelimesi Türkçe Sözlük’te 17 “bir toplumda, bir toplulukta eskiden<br />

kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuşaktan kuşağa iletilen, yaptırım gücü<br />

olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar, anane, tradisyon”<br />

olarak tanımlanmaktadır. Sözlüklerde kavram, geçmiş yaşam biçimlerinin içinde<br />

yaşanılan ana taşındığı maddi ve manevi değerler bütünü olarak geçmektedir. Ancak<br />

dini göndermesi olan bir başka bakış açısıyla da “zengin ve kutsal değerler içeren bir<br />

bütün” olarak da kullanılmaktadır.<br />

Geleneğe yönelik bir başka yaklaşım ise “post<strong>modern</strong>ist” süreçte geleneğe<br />

dönüş bağlamında “aletsel, işlevsel kullanım” yönüyle “geleneğin, bir anlamlar<br />

birikimi” olarak ele alınmasıdır. Gelenek, kendisinden her bakımdan yararlanmaya<br />

açık bir hinterland’tır. Bu bakış açısı, genellikle, geleneğin sanata yansıyan yönünü<br />

oluşturmaktadır.<br />

Modernleşme sürecinde <strong>geleneksel</strong>liğin mutlak bir reddine karşın<br />

post<strong>modern</strong>leşme ile birlikte <strong>geleneksel</strong> olandan yararlanma,<br />

<strong>geleneksel</strong> olanı pazara dahil etme ve iş yapış biçimini “küresel”<br />

ölçekte benimsetme anlayışının hakim olduğu, tartışmaya yer<br />

vermeyecek biçimde gözlenmektedir (Tellan, 2009: 75).<br />

“Modernleşme kuramı, Batı’nın 1960’lardaki ‘bugünü’nü idealleştirerek, bir<br />

anlamda dondurulmuş bir tarih felsefesi niteliğinde ortaya çıkmıştır (Köker, 2009:<br />

50). Türkiye, bu sancıları 1980’lerden sonra hissetmeye başlamıştır. Modenleşme<br />

kuramı’nda “esas olarak <strong>modern</strong> toplum tipinin ne olduğu ifade edilmiş, <strong>geleneksel</strong><br />

toplum ise bir tür ‘<strong>modern</strong> olmayan toplum’ biçiminde algılanmıştır” (Köker, 2009).<br />

17 Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlük, www.tdk.gov.tr<br />

46


Geleneksel toplum, <strong>modern</strong> olmayanı ifade eden durağanlık, tarım<br />

sektörüne dayalı ekonomik yapı, ilkel düzeyde teknoloji, düşük<br />

düzeyde okuryazar oranı, düşük hayat standardı, yüz yüze ilişkilerin<br />

yoğun olduğu toplumsal yaşam, yasa ve kurallardan çok gelenek ve<br />

göreneklerin hakim olduğu bir yönetim yapısı gibi temel özelliklere<br />

sahiptir (Köker’den aktaran Törenli, 2004).<br />

Geleneği, <strong>modern</strong>itenin temel sorunu olarak tanımlayan Kahraman’a göre<br />

(2004) <strong>modern</strong>itenin gelenekle çatışma halinde olduğunu söylemek mümkündür<br />

ancak <strong>modern</strong> geleneğin belli bir biçimde aşılması irade ve sürecidir. Modern,<br />

<strong>geleneksel</strong> olanla estetik alanda ve belli bir dönem içinde belli bir çerçevede<br />

yaşanmış karşılıklı etkileşimdir. Türkiye gibi radikal toplumsal dönüşümler yaşamış<br />

toplumlarda “gelenek” kavramı daha da önem kazanmaktadır. Ancak “Türkiye,<br />

Batı’dakinin tersine <strong>modern</strong>i geleneğin içinde değil, geleneği <strong>modern</strong>in içinde<br />

tartışmıştır” (2004: 41).<br />

1950’lerde Türkiye’nin hızlı bir değişim geçirmesi, köyden kente göçlerin<br />

çoğalması ve göç edenlerin yeni bir hayat biçimine geçme zorunluluğu<br />

“<strong>geleneksel</strong>lik” meselesine başka bir boyut kazandırmıştır. Geleneksel değerler,<br />

sadece atalarımızdan kalan miras olarak değil, yeni yaşam biçimimizde ayakta<br />

kalmamıza yarayan güç unsurları olmuştur. Geleneklerimiz, <strong>geleneksel</strong> değerlerimiz,<br />

kültürel özellikleri, değerleri, inançları ve zihniyet yapıları <strong>geleneksel</strong> olan<br />

insanların, kentlerdeki sığınağı, tutunmaya çalıştıkları anlamlar dünyasını<br />

oluşturmuştur. Ne var ki;<br />

Geleneksel olan, sadece şehir bölgelerinde değil, bütün sosyal<br />

sistem bazında kendisini yeniden geliştirerek üretmenin imkânını<br />

kaybetmiştir. Geleneksel kültürüne sığınan insanlar bu kültürün<br />

beşeri zenginliğinin, anlamlar dünyasının kaybolmasıyla,<br />

47


yozlaşmasıyla folklorik bir değere indirgenmesiyle iç içe<br />

yaşamaktadır (Bilgin, 2010: 294-295).<br />

Türkiye 1980’lerle gelen özgürlük ve ekonomik temelli açılımların ardından<br />

büyük bir dönüşüm geçirmiştir. Burjuvazi ilk kez bu tarihlerde devletten kopmuş,<br />

piyasa ekonomisi kendini büyütme olanağı bulmuş, kent kültürü yeniden keşfedilmiş,<br />

yemek kültürü konuşulur olmuş ve Osmanlı mutfağı hatırlanmış, antika<br />

koleksiyonculuğu üzerinden geçmişle yeniden bağ kurulmaya başlanmıştır. Yani,<br />

Türkiye <strong>geleneksel</strong>den <strong>modern</strong>e değil, <strong>modern</strong>den geleneğe geçmektedir (Kahraman,<br />

2004: 55).<br />

Türkiye’nin yaşadığı bu dönüşümler, televizyon dizilerine yansımış, konu,<br />

mekân ve karakter zenginliği yaratmıştır. Dizilerde gelenek meselesi <strong>modern</strong> ile<br />

karşı karşıya getirilerek işlenmiş ve çatışmaların büyük bir bölümü bu çerçevede<br />

kurulmuş karşıtlıklar üzerinden oluşturulmuştur. Geleneksel olanın, <strong>modern</strong> olanla<br />

karşı karşıya getirilmesi üzerinden Türkiye’nin ekonomik, sosyal ve kültürel<br />

dönüşümünde yaşanan sancılar anlatılmıştır. Son dönemde yapılmış çok sayıda yerli<br />

yapımda, İstanbul’un hızlı ve yorucu hayatı, <strong>geleneksel</strong> aile hayatı ile karşı<br />

karşıyadır. İş dünyasının entrikaları ile <strong>geleneksel</strong> değerler arasında kalan çok sayıda<br />

karakter yaratılmıştır.<br />

Yerli yapımlara, özellikle televizyon dizilerine dikkat çeken bu sürecin 2002<br />

yapımı Abdullah Oğuz ve Çağan Irmak’ın yönetmenliğini yaptıkları Asmalı Konak<br />

ile başladığını söylemek mümkündür. Asmalı Konak, <strong>modern</strong> bir ailenin kızı Bahar<br />

ile <strong>geleneksel</strong> bir ailenin oğlu Seymen’in aşk hikayesi etrafında şekillenmiştir.<br />

Seymen karakteri <strong>modern</strong> dünyanın iyi eğitimli ağasıdır. Bahar ise gelenekçi bir aile<br />

48


ortamında yerleşik düzeni bozan hatta zaman zaman kafa tutan <strong>modern</strong> bir<br />

karakterdir. Gelenekseli sorgulayan yanı ile ön plana çıkan Asmalı Konak, bu<br />

dönüşümün bir parçası olabileceği gibi, dönüşümün kendisinden de etkilenmiştir.<br />

“Geleneksel-<strong>modern</strong>” karşıtlığından beslenen dramaların yanısıra<br />

komedilerde de benzer bir durumdan sözedebiliriz. Durum komedileri çerçevesinden<br />

bakıldığında, bu karşıtlığı daha çarpıcı bir biçimde görmek mümkündür. Günümüz<br />

aile yapısı, bireysel ilişkiler, ortak tüketim davranışları, toplumsal kaygılar ve sorun<br />

çözme yaklaşımları ekseninde yazılan senaryolarda yaratılan tiplemeler, bize<br />

“<strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong>” karşıtlığında yaşadığımız çatışma ve bocalamalar hakkında<br />

kolayca fikir verebilmektedir.<br />

Gülmecede <strong>geleneksel</strong> olan, toplumun alışık olduğu ve dolayısıyla da kolay<br />

sahiplendiği bir durum ya da karakterden oluşmaktadır. Geleneksel karakterler,<br />

genellikle dizideki <strong>modern</strong> karakterler tarafından eleştirilir ve ancak dizi sonundaki<br />

tavır, çoğu zaman <strong>geleneksel</strong> olandan yana olur. Yerli durum komedileri arasında en<br />

eski kabul edebileceğimiz ve uzun süre devam eden Kaynanalar, <strong>geleneksel</strong><br />

değerlerin açık ve güzel temsil edildiği dizilerden biridir. Dizinin baş kahramanı Nuri<br />

Kantar, <strong>geleneksel</strong> bir iş adamıdır ve <strong>modern</strong> değerlerin temsilcisi dünürlerine karşın<br />

her türlü çözümü üreten adamdır. Herkes ona akıl danışır, herkes ondan yardım ister.<br />

Nuri Kantar’ın her şeye hakim olan bu duruşu, ev halkında da korkuyla karışık saygı<br />

yaratmıştır. Öyle ki Nuriye Kantar, yanlış ilaç verdiği için bayılan dünürü Tijen<br />

Hakmen’i uyandırmaya çalışmak yerine Nuri Kantar’ın bu duruma ne diyeceğini<br />

merak etmekte ve kendisine kızmasından çekinmektedir.<br />

49


En Son Babalar Duyar’da da benzer şekilde hakim bir <strong>geleneksel</strong> baba figürü<br />

vardır. Ailede olan biten her şeyi “en son duyan tutumlu ve tutucu” baba figürü,<br />

<strong>modern</strong> hayatın sunduğu fırsatları değerlendirmek isteyen çocukları ile çatışma<br />

yaşamaktadır. Buradaki baba figürü atölyesinde yeni üretim teknikleri kullanmak<br />

istemeyen, yeniliğe karşı, teknoloji ile arası çok iyi olmayan bir baba figürüdür ki<br />

babanın atölyede gösterdiği bu tutucu tavır, evde çocukları ve eşine karşı olan<br />

davranışları için de geçerlidir. Atölyesindeki <strong>geleneksel</strong> üretim altyapısını<br />

değiştirmek istememesi babanın değişime olan direncinin sembolüdür. Aynı şekilde<br />

kredi kartı kullanmak istememesi, bankadan kredi çekme ve yatırım yapma konusuna<br />

sıcak bakmaması da aynı tutumun örnekleridir. Anne karakteri ise benzer pek çok<br />

yerli durum komedisinde gözlendiği şekilde arabulucu ve anlayışlı anne olarak,<br />

<strong>geleneksel</strong> anne figürü ile örtüşmektedir. Anne, çocuklarının ihtiyaçları ile ilgilenen,<br />

gizli gizli biriktirdiği mutfak paralarından onlara zor durumlarında harçlık veren,<br />

hatalarının üzerini kapatan ve krizleri tatlı diliyle geçiştirmeye çalışan, yeri<br />

geldiğinde kızıp bağıran ama anne sıcaklığını hiç eksik etmeyen, kilolu, sempatik<br />

tipik bir annedir.<br />

En Son Babalar Duyar’da evin tutucu babası Mehmet Usta ile çocukları<br />

arasındaki uçurum jenerik şarkısında da özetlenmiştir. “Babam ve biz ayrı<br />

dünyalardayız” cümlesiyle katı ve kuralcı baba ile çocuklar arasındaki görüş ve<br />

tutum farklılıklarına dikkat çekilmiştir. Dizide <strong>geleneksel</strong> baba figürü dışında genel<br />

söylemde de <strong>geleneksel</strong>lik vardır. Annenin kızlarını evlendirme çabası, komşuların<br />

evin kızlarına hayırlı kısmet araştırmaları, eşlerin kendilerine yardım etmemelerinden<br />

şikayet eden ev kadınları ilk bakışta göze çarpan <strong>geleneksel</strong> unsurlardır. Dizide her<br />

ne kadar çocuklar ve komşular <strong>modern</strong> olana özense de, sonunda “biz böyle<br />

50


mutluyuz” mesajı verilmektedir. Mütevazi hayatlarından ve mutlu ailelerinden<br />

şikayetleri yoktur.<br />

2001 yapımı Tatlı Hayat’ta Haluk Bilginer’in canlandırdığı İhsan karakteri,<br />

yerli durum komedilerinde sıkça rastladığımız karakterlerden farklıdır. Konusu ve<br />

atipik karakterleri ile izleyiciyi şaşırtan dizide, <strong>geleneksel</strong> ve mütevazi<br />

yaşamlarından sıkılmış, zengin hayata alışmaya çalışan bir çiftin şaşkınlıkları konu<br />

alınmıştır. Burada <strong>geleneksel</strong> olan, biraz fakir, biraz çağdışı gösterilse de dizinin ana<br />

karakterlerinden olan Sevinç, sık sık eski hayatındaki fakir ama sevgi dolu günlere<br />

özlemini dile getirmektedir. Sevinç dizinin <strong>geleneksel</strong> yüzüdür. Öyle ki evlerine<br />

hizmetçi alınması kararına bile “gerek yok, kendi işimi kendim yapabilirim”<br />

düşüncesiyle karşı çıkmış ancak lüks hayata alışmaya çalışan İhsan’ın ısrarlarıyla<br />

kabul etmek zorunda kalmıştır. Sevinç, değişime karşı tedirgin, dostcanlısı,<br />

yardımsever ve konukseverdir.<br />

Gülmecede <strong>geleneksel</strong> olanın ortak ifade ediliş biçiminde genellikle kırsal<br />

alana ya da demode olmaya gönderme yapıldığını söyleyebiliriz. Bu demodelik<br />

sadece dış görünüşe değil, davranış biçimi ve ilişkilere de yansımıştır. Geleneksel<br />

ilişki biçiminde sözel kültür hakimiyeti vardır. Söz vermek, sözünde durmak<br />

önemlidir. Yardımlaşma ve komşuluk değerlidir. Yardıma ihtiyacı olana el uzatmak,<br />

maddi manevi onun yanında olmak, <strong>geleneksel</strong> ilişki biçimininde belirgin bir<br />

özelliktir. Bireyler çoğu zaman akrabalık ilişkileriyle tanımlanır. Pek çok <strong>gülmecede</strong><br />

bu <strong>geleneksel</strong> bağın bir göstergesi olarak şehirde yaşayan ancak <strong>geleneksel</strong><br />

değerlerinden kopmamış ailenin köyden gelen akrabasına rastlarız. Geleneksel<br />

yaklaşım, bir olay ya da sorun karşısında da, gereken önemin verilmemesi ya da<br />

gereksiz özen gösterilmesi gibi iki farklı şekilde kendini gösterir. Her iki durumda<br />

51


abartılıdır. Biri vurdumduymaz küçümseyici haliyle olayın ciddiyetini kavramaya<br />

engel olurken diğeri de gereksiz evhamla durumu zorlaştırıp, kontrolünü güçleştirir.<br />

Kadınlık erkeklik konumlandırmalarında kadın <strong>geleneksel</strong> çerçevesinden<br />

dışarı çıkmamaktadır. Evin içine hakim, ev işlerine ve çocuklarına kendini adamış,<br />

evin dışındaki konulara fazla karışmayan bir pozisyondadır. Erkek eve gelir getirici<br />

ana faaliyetleri üstlenmiştir. Erkekler, evin reisi konumunda gözükse bile altan alta<br />

evi idare eden kadındır.<br />

Geleneksellik vurgusu yapılan karakterlerin kıyafet seçimlerinde de klişe<br />

yaklaşımlara rastlamak mümkündür. Orta halli bir memuru çoğu <strong>gülmecede</strong> renksiz<br />

süveteri, elinde gazetesi, okuma gözlükleri ve ayağında terliği ile görürüz.<br />

Mekân <strong>kullanımı</strong> da ekonomik ve kültürel anlamda önemli bir rehberdir. Evin<br />

ya da işyerinin aksesuar <strong>kullanımı</strong>ndan, mobilya tercihine kadar her şeyiyle ipucu<br />

verir. Kimi yapımlarda şark köşesi <strong>geleneksel</strong>lik göstergesi olurken, kimi yapımlarda<br />

eski model koltuklar ya da sedir onun yerini alır. Dantel örtüler, reprodüksiyonlar ya<br />

da duvar halıları görülür. Ancak duvar halısı çoğu zaman eğitim düzeyinin ve<br />

ekonomik durumun düşük olduğu <strong>geleneksel</strong> ailelerin sembolü olarak kullanılır.<br />

Avrupa Yakası’nda Adana’nın en varlıklı ailelerinden olan Dilber Koçarslanlı’nın<br />

evinde şark köşesi kurulmuş, ancak duvar halısı ve sedir, kapıcılık yapan Aksoylar’ın<br />

evinde görülen figürler olmuştur.<br />

52


İKİNCİ BÖLÜM<br />

2. YERLİ DURUM KOMEDİLERİNDE MODERN-GELENEKSEL<br />

KARŞITLIĞI: AVRUPA YAKASI<br />

2.1. Yerli durum Komedilerinde Modern ve Geleneksel<br />

Türkiye’nin televizyon tarihindeki ilk uzun süre yayında kalan yerli durum<br />

komedisi 1974 yapımı Kaynanalar’dır. Türkiye’nin toplumsal yapısındaki<br />

hareketliliğin ekrana yansıdığı bu dönem, komedinin televizyondaki tür arayışlarını<br />

da sürdürdüğü bir dönemdir.<br />

Tekin Akmansoy’un yazıp başrolünü oynadığı Kaynanalar, “ayrı kültürden<br />

gelen iki ailenin ilişkilerini ve çelişkilerini” (Konduk’tan aktaran Turam, 1996: 256)<br />

sergiler. Kaynanalar, klasik anlamda bir durum komedisi olmamakla birlikte türün<br />

birçok özelliğini de barındırmaktadır. Daha sonra ekranlara gelecek pek çok durum<br />

komedisi gibi Kaynanalar’da da temel karşıtlık aile üzerine kurulmuştur ki ilk<br />

bakışta görgülü-görgüsüz, kentli-köylü, eğitimli-eğitimsiz olmak üzere pek çok iç içe<br />

geçmiş karşıtlığı birlikte görürüz. Kantar ailesinin günlük hikayelerinden oluşan<br />

Kaynanalar’da temel olarak <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> karşıtlığı karşımıza çıkmaktadır.<br />

Kaynanalar, “durum komedisinin çok kullanılan bu ikiliğini, gelenek ile <strong>modern</strong><br />

çatışmasını, komedisinin eksenine almaktadır” (Mutlu, 1991:274). Öykü; Nuri-<br />

Nuriye Kantar ile dünürleri Tijen-Timur Hakmen çiftleri arasında geçen iğneleyici<br />

diyaloglar etrafında gelişmiştir.<br />

Ankara’ya yerleşmiş Kayserili bir tüccar olan Nuri Kantar’ın kızı ile avukat<br />

Timur Hakmen’in oğlu’nun evlenmesi Kantar ailesi (Nuri-Nuriye Kantar) ile<br />

53


Hakmen ailesi (Timur-Tijen Hakmen) arasında “dünürlük ilişkisi” başlatmış ve<br />

böylece birbirinden kültürel açıdan farklı iki aile bir araya gelmiştir. Her iki aile de<br />

aralarındaki kültürel farklılıklarına rağmen çocukları için biraradadır ve birbirlerine<br />

alışmak zorundadırlar. Ailenin büyümesi evlilik bağları ile gerçekleşmiştir ve<br />

Hakmenler ile Kantarlar arasında <strong>geleneksel</strong> anlamda bir aile bağı kurulmuştur.<br />

Kaynanalar’da Kantar ailesi <strong>geleneksel</strong>i, Hakmen ailesi ise <strong>modern</strong>liği temsil<br />

etmektedir. Bu evlilik, <strong>modern</strong> ile <strong>geleneksel</strong>in evliliğidir.<br />

Kantarlar ve Hakmenler arasında kurulan ilişki, aslında <strong>geleneksel</strong><br />

değerlerle <strong>modern</strong> değerler arasındaki ilişkinin alt yapısını<br />

oluşturuyor. Dizide <strong>geleneksel</strong> olandan yana bir tavır alınıyor.<br />

Gelenekçi aile oldukça gerçekçi biçimde çizilirken, <strong>modern</strong> aile<br />

iyice gülünçleştirilerek betimleniyor (Mutlu, 1991: 274-275) .<br />

Dizide, Nuriye Kantar ve Tijen Hakmen’in her ikisi de ev hanımıdır. Ancak<br />

Nuriye Kantar -evde hizmetçi olduğu halde- ev işi yapmakta, kocasının her zaman<br />

yanında ama hep arka planda görünmektedir. Tijen Hakmen ise hep dışarıda ve ön<br />

plandadır. Tijen, Nuriye Kantar’ın tam tersine, kocasının her dediğini yapan değil,<br />

her dediğini kocasına yaptıran bir kadındır ve karaktere bu anlamda negatif özellikler<br />

yüklenmiştir. Gelenekselden yana tavır alındığının dizide çok açık örnekleri<br />

bulunmaktadır. Mutlu bu durumu genel olarak şöyle özetlemektedir:<br />

Nuriye Kantar ne zaman Tijen Hakmen’e özenip ya da onun aklına<br />

kanıp bir şeyler yapmaya kalksa, sonunda işleri yüzüne<br />

bulaştırmakta, üstelik Nuri Kantar da bu olayları örnek göstererek<br />

<strong>geleneksel</strong> olanın doğruluğu, haklılığı üstüne bir söylev<br />

vermektedir. Timur Hakmen’in abartılı kılıbıklığıyla dizide egemen<br />

erkek ideolojisine “işte <strong>modern</strong>lik” diyerek göz kırpılmaktadır<br />

(1991: 275).<br />

54


Kaynanalar’dan sonra ekranlara gelen 1983 yapımı Kuruntu Ailesi’nde<br />

seyirci “çekirdek aile” olan bir memur ailesi ile tanışmıştır. Başrollerini Gazanfer<br />

Özcan ve Gönül Ülkü Özcan’ın oynadığı, yönetmenliğini Uğur Erkır'ın üstlendiği<br />

Kuruntu Ailesi, TRT'de üç yıla yakın bir süre yayınlanmış ve kült diziler arasına<br />

girmiştir. Dizi, “dış çekimleri yok denecek kadar az ev içinde geçen bol lafa dayalı”<br />

(Turam, 1996: 257) anlatı yapısı ve diyalog seçimleri ile daha fazla durum komedisi<br />

özelliği taşımaktadır.<br />

Hüsnü Kuruntu’nun memur oluşu dizide bir kentlilik vurgusu yaratmıştır.<br />

Emekli maaşı ile kirada oturan Kuruntu Ailesi, daha kentli, daha görgülü bir ailedir.<br />

Dizinin ana gülmece unsuru kuruntulu, beceriksiz halleriyle baba Hüsnü<br />

Kuruntu’dur. Kuruntu Ailesi’ndeki baba figürü Avrupa Yakası’ndaki baba figürü ile<br />

çok benzer özellikler göstermektedir ki her iki rolü de Gazanfer Özcan<br />

canlandırmaktadır. Hüsniye Kuruntu ise, her zaman kocasını destekleyen ideal ev<br />

hanımıdır. Kaynanalar’da Nuriye Kantar’ın kocasının her dediğini yapması onu cahil<br />

gösterirken, Kuruntu Ailesi’nde Hüsniye Kuruntu’nun kocasının kararlarını<br />

desteklemesi onu değerli kılmıştır. Gelenek ve görenekleri önemseyen, kent<br />

değerlerini bilen bir aile olarak Kuruntu Ailesi kendi döneminde “kentli-<strong>geleneksel</strong>”<br />

bir ailedir.<br />

Kaynanalar’daki köy-kent çatışması Kuruntu Ailesi’nde aile içine taşınmıştır.<br />

Özellikle baba Hüsnü Kuruntu ile çocuklar arasında sık sık çatışmalar<br />

yaşanmaktadır. Bu çatışmaların odağında, otoriter baba figürü ile <strong>geleneksel</strong> babanın<br />

<strong>modern</strong> çocukları yer almaktadır.<br />

55


Kuruntu Ailesi, iyi ve doğru olmayı kentlilik vurguları ile aktarırken Perihan<br />

Abla’da bu vurgular biraz daha taşra etkileri taşımaktadır. Perihan Abla gerek<br />

karakterlerin özellikleri, gerek mekânlar, gerekse konusu itibari ile <strong>geleneksel</strong><br />

değerlerin yoğun hissedildiği, yoğun yaşandığı bir dizi olma özelliğine sahiptir.<br />

Buradaki karşıtlık daha çok varsıl-yoksul şeklinde karşımıza çıkmaktadır.<br />

Aile figürünün tüm mahalle üzerinden işlendiği Perihan Abla 1990’lı yılların<br />

en popüler dizilerinden biri olarak anılmaktadır. Perran Kutman’ın canlandırdığı<br />

“Perihan Abla” karakteri, televizyon dünyasının yarattığı en sevilen karakterlerden<br />

biri olmuştur. Perihan Abla, abla olmasına rağmen kardeşlerine karşı annelik rolünü,<br />

Şevket ise evli olmamalarına rağmen sevilen enişte ve babanın boşluğunu dolduran<br />

otorite rolünü üstlenmiştir. Perihan Abla’nın otoriter ve girişken yapısına karşın<br />

Şevket’in pasif ve çekingen tavrı dizinin en belirgin karşıtlığı olarak verilmiştir.<br />

Kuruntu Ailesi’ndeki çekirdek aile kavramı, çatışmalarını büyüterek, Perihan<br />

Abla’dan sonra yayına giren 1989 yapımı Bizimkiler dizisinde de kendini<br />

göstermektedir. 14 yıl boyunca ekranda kalmış olan Bizimkiler, yöneticisinden<br />

kapıcısına kadar bir apartmanda oturan, 7 farklı ailenin gündelik yaşamını, iş ve<br />

ilişkilerini konu almaktadır. Bizimkiler’de karşıtlık ağırlıklı olarak dizinin temel<br />

karakterlerinden Şevket ve Şükrü arasındaki ilişkide karşımıza çıkmıştır. Birbirinden<br />

tamamen zıt özelliklere sahip bu iki kardeş üzerinden, dürüst-düzenbaz, saf-işini<br />

bilen, kurallara uyan-kuralları işine geldiği gibi kullanan, vefalı-vefasız gibi daha çok<br />

iç dünyamıza dönük, kişilik özelliklerimize dönük karşıtlıklar yaratılmıştır. Şevket-<br />

Şükrü çatışması dizinin pek çok noktada taşıyıcısı olmuştur. Dizi,<br />

iyice çözülmekte olan, en azından kentli orta-sınıf yaşam biçimi için<br />

tamamen geçmişte kalmış <strong>geleneksel</strong> aile yapısını niteleyen<br />

56


hiyerarşik ilişkiler örüntüsünün bir unsurunu, yani saygı ve<br />

çekinmeyle birlikte sevgiyle de örülen ağabey-kardeş ilişkisini,<br />

kentli orta-sınıfta anımsatarak duygusal bir etki yaratmakta, diğer<br />

yandan da bu ilişkinin günümüz koşullarında neden olduğu<br />

kaçınılmaz çelişkilerle de gülmece üretmektedir (Mutlu, 1991: 287).<br />

Bizimkiler’de, orta sınıf bir ailenin sorunlarıyla boğuşan Şükrü (Erdal<br />

Özyağcılar) ve Nazan (Ayşe Sarıkaya), her türlü ayrıntıyı titizlikle takip eden<br />

yönetici Sabri (Mehmet Akan), çıkarcı ve duruma göre ağız değiştirebilen<br />

muhasebeci Ergun (Erdinç Dinçer), İstanbul’da düzen tutturmaya çalışan Kapıcı<br />

Cafer (Ercan Yazgan) gibi Türkiye’nin hemen her kesitinden insan ve olayları<br />

görmek mümkündür. Bu noktada dizi dönemin yükselen değerlerinin, sorunlarının ve<br />

açmazlarının da bir yansıması olmuştur. Turam, Bizimkiler dizisi için, “orta sınıf aile<br />

yaşamından kesitler veren ve büyük olaylara, gerilimlere, entrikalara başvurmadan<br />

son derece yalın anlatımla ve de güldürerek içimizden birilerini sergilediğini”<br />

söylemektedir (1996: 258). Kaynanalar ve Kuruntu Ailesi’ndeki erkek egemen<br />

dünya, Bizimkiler’de değişmiş, dizide gösterilen ideal aile tanımında, kararlar ortak<br />

alınmaya başlanmıştır. Ailede eşit söz hakkı, çalışan kadın kavramları güçlenerek<br />

karşımıza çıkmıştır.<br />

Perihan Abla’dakine benzer bir mahalleli duygusu anlatı yapısındaki<br />

farklılığa rağmen Bir Demet Tiyatro’da da yer almaktadır. Bir tiyatro oyunu olarak<br />

sahneye konan Bir Demet Tiyatro (1995‐2002), başta Mükremin Çıtır (Yılmaz<br />

Erdoğan) ve Feriştah / Orkide/ Züleyha / Lütfiye Çıtır (Demet Akbağ) olmak üzere<br />

Berkant (Tirbüşon) / Midyat (Serhat Özcan) karakterleri ile dikkatleri çekmiş, aile<br />

kavramından çok, şehrin arka sokaklarındaki insanların hayatları üzerine<br />

odaklanmıştır. Bir Demet Tiyatro’da, şehirli ve varlıklı olmak, baş karakterler<br />

tarafından kimi zaman özenilen, kimi zaman eleştirilen, kimi zaman bir tepki olarak<br />

57


eğenilmeyen bir durum olarak ortaya konmuş, olaylar bu durumun etrafında<br />

geliştirilmiştir. Bir Demet Tiyatro’da, yukarıda söylenen komedi dizilerinden farklı<br />

olarak, izleyici süpriz ve bölünmüş kimliklerle tanışmıştır.<br />

Bir Demet Tiyatro’da köyden kente göçün sonucu olarak tam kentleşemeyen<br />

ancak kent değerlerini çok kısa sürede sahiplenen ve daha iyi, daha lüks, daha rahat<br />

yeni bir hayata özenen insanlarla karşılaşmaktayız. Lütfiye Çıtır ve Asuman<br />

karakterlerinde belirgin olarak görülen bu durum, yer yer Anadolu delikanlısı, kenar<br />

mahalle ağabeyi Mükremin Çıtır’da da rastlanmaktadır. Geldiği kültür ile içinde<br />

yaşadığı ya da etrafında gördüğü kültürler arasında sıkışan bu karakterler, zaman<br />

zaman kendilerini kendilerinden beklenmeyen cümlelerle ifade etmektedir.<br />

2000’li yıllara gelindiğinde, yerli durum komedilerinde, konular daha spesifik<br />

hale gelmiş, karşıtlıklar ayrıntılar üzerinden yapılmaya başlanmıştır. Bunda aile<br />

figürünün odak noktadan çıkıp, biraz daha bireysel konulara eğilmenin etkisi<br />

olmuştur. 2002 yapımı Bizim Evin Halleri aşk, sevgi, dostluk, dayanışma gibi her yaş<br />

grubuna hitap eden konularıyla ekranlara taşınmıştır. Beyhan Saran (Nemide), Meral<br />

Niron (Sakız), Ergun Uçucu (Sadık Ali), Nusret Çetinel (Şadan), Emel Göksu<br />

(Fincan), Şebnem Gürsoy (Rikkat)’un başrollerde oynadıkları dizide, genç kuşak pek<br />

çok oyuncu da rol almıştır.<br />

Bizim Evin Halleri, aile dizilerinden farklı olarak, ailenin birlikteliği,<br />

biraradalığı ya da aile sorunlarını bir kenara bırakıp, aynı ev içinde yaşayan<br />

insanların da birey olduğunu bize hatırlatmış, bireyin iç dünyasına girmiştir.<br />

2000’lerin kendi kültürel dinamikleri içerisinde, bireylerin dünyalarında neler olup<br />

bittiğini ekrana sıcak, samimi bir dille taşımayı başarmıştır.<br />

58


En Son Babalar Duyar’da, 2002 yapımı dizide her ne kadar geçim sıkıntısı<br />

çeken bir orta sınıf aile odakta olsa da, baba figürünün yalnızlaştığı, değişen dünyaya<br />

ayak uyduramadığı, çocuklarıyla aynı dili konuşamadığı görülmektedir. Çocukların<br />

büyümesiyle oluşan sorunlar, aile içi iletişim problemleri, çocukların hayallerinin ön<br />

planda olduğu dizide <strong>modern</strong>-<strong>geleneksel</strong> karşıtlığı çarpıcı bir şekilde karşımıza<br />

çıkmaktadır. Dizideki baba, <strong>geleneksel</strong> yaklaşımda bir karakterdir. Babanın,<br />

<strong>geleneksel</strong> duruşu, ailenin geçiminin sağlandığı torna tezgahını hiçbir şekilde<br />

yenilemek ya da değiştirmek istememesi ile ortaya konmaktadır. Geleneksel duruşlu<br />

baba, oğlunun işi büyütmek, <strong>modern</strong> yöntemler kullanmak için yaptığı her türlü<br />

öneriye de kapalıdır. Burada da baba-oğul, <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> ikiliği olarak<br />

sunulmuştur. En Son Babalar Duyar’ da ise toplumsal yapımızda varolan ama çok<br />

dile getirilmeyen bir durum ortaya çıkmaktadır: Baba otoritesinin zayıflaması.<br />

Başrollerini Ayşegük Atik (Şükran Yalçın), Ali Erkazan (Mehmet), Arzu Balkan<br />

(İpek), Ali Sunal (Mustafa), Levent Ülgen (Kadir) ve Hatice Aslan’ın (Hülya)<br />

oynadıkları dizi, farklı çatışmalardan beslenmektedir. Çatışma, çoğu zaman tutumlu,<br />

dürüst, çalışkan, tipik orta sınıf baba ile üç kağıtçı, kısa yoldan para kazanma<br />

derdinde olan, tembel damat arasında yaşansa da, gelenekçi baba ile yenilikçi oğul,<br />

fırıldak damat ile saf-iyi niyetli eş arasında da görülmektedir. Dizide ayrıca<br />

ekonomik durumu parlak ancak bunu görgüsüzce her fırsatta ortaya koyan<br />

komşularla da varlık-yokluk, görgülü-görgüsüz çatışması yaratılmıştır. Dikkate değer<br />

bir başka unsur da değişen dünyaya ve onun dayattıklarına direnen babanın, kızları<br />

ve çocuklarıyla arasında bir denge kurmaya çalışan eşine karşısındaki konumudur.<br />

Televizyonun kurmaca dünyasında 30 yıl önce “ideal baba” olabilecek bir karakter,<br />

2000’li yıllarda “huysuz-geri kalmış” ihtiyar olarak algılanabilmektedir. Kısaca, En<br />

59


Son Babalar Duyar, 2000’lerden sonra yükselen değerler, gençlerin yaşadıkları iç<br />

çatışmalar, varlık-yokluk dengeleri vb. konularda günümüz sorunlarına değinen bir<br />

dizidir diyebiliriz.<br />

Benzer şekilde <strong>geleneksel</strong> baba figürünün <strong>modern</strong> aile üyeleriyle çatıştığı<br />

2002 yapımı Çocuklar Duymasın, durum komedileri arasında, çocuk kavramı<br />

üzerinde durması açısından diğer dizilerden ayrılmaktadır. Başrollerini Tamer<br />

Karadağlı (Haluk), Pınar Altuğ (Meltem), Furkan Kızılay (Havuç Emre), Ayşecan<br />

Tatari’nin (Duygu) paylaştığı dizi, günümüz aile yapıları ve bakış açılarını tüm<br />

açıklığı ile sergilemektedir. Dizi; aralarındaki büyük aşka rağmen sürekli tartışan ve<br />

bu tartışmaları çocuklarından gizlemeye çalışan bir karı-kocanın sahte mutluluk<br />

oyununu anlatmaktadır. Dizide, Haluk, kentli görünümüne rağman feodal bir yapıya<br />

sahip koca, Meltem ise kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bir iş kadınıdır.<br />

Senaryosunu Birol Güven’in yazdığı, Raşit Çelikezer’in yönettiği dizide günümüz iş<br />

yaşamına dair ipuçları da yer almaktadır. Meltem karakteri ile çalışan anne figürü ön<br />

plana çıkmış, ailede çocuk bakımından yemek yapmaya kadar her konuda eşit iş<br />

bölümünden söz edilir olmuştur.<br />

Geleneksel-<strong>modern</strong> çatışmasını Çocuklar Duymasın’da da çok net bir<br />

biçimde görmek mümkündür. Dizide, <strong>modern</strong> hayatta geçerli terimlerin,<br />

toplumumuzun lakap takma özelliği ile birleşmesi sonucu “light erkek” ve “dominant<br />

teyze" tiplemeleri gibi yeni tip lakaplarla tanışmak, 2000’li yılların değerleri ile<br />

karşılaşmak mümkündür.<br />

2008 yapımı Canım Ailem’deki yeni aile tipi de eklenebilir. Canım Ailem’de<br />

anne-baba-çocuklardan oluşan tipik aile kavramı dışında, yeni aile anlayışı üzerinde<br />

60


durulmaktadır. İzleyici, kızkardeş, arkadaş, yeğen vb. akrabalık bağları ile oluşan iki<br />

farklı aile ile tanışmaktadır. Üç kız kardeşin yaşadığı evde büyük abla anne rolüne<br />

soyunmuşken, uzak denizlerden gelip ortada kalan yeğenlerine sahip çıkmak üzere<br />

yerleşik hayata geçen Samim, hem anne, hem baba rolünü üstlenmiştir.<br />

Farklı ve çok sayıda mekân <strong>kullanımı</strong>na (dış mekân <strong>kullanımı</strong>) bakıldığında,<br />

tipik bir durum komedisi olmayan Canım Ailem’de de; büyük şehirde birbirlerine<br />

tutunan, birbirlerinden güç alan insanları bir arada tutan bütünleştirici unsurun “aile”<br />

kavramı olduğunu söylemek mümkündür.<br />

Kendine özgü anlatım dili ve senaryosu ile sıra dışı bir durum komedisi de<br />

2009 yapımı Geniş Aile’dir. Geniş Aile’de evin yurtdışı görmüş, görece kibar<br />

sorumsuz ve serseri oğlu Cevahir (Ufuk Özkan), mahallenin kabadayısı karayağız,<br />

eğitimsiz, kaba Koyu Bilal (Fırat Tanış) ile karşı karşıya gelmektedir. Dizinin temel<br />

çatışması varsıl-yoksul, kentli-kırsal özellikler taşıyan iki farklı karakterin aynı kıza<br />

aşık olmasıdır. Geniş Aile’de üç kardeş, anne ve baba (Rasim Öztekin), Geniş<br />

Aile’nin dedesi (Halit Akçatepe), babaannesi (Tanju Tuncel) ahşap eski bir İstanbul<br />

evinde birlikte yaşamaktadır. Evin kızı Nazan’ın Mürsel (İlker Ayrık) ile<br />

nişanlanmasıyla aile giderek genişlemiştir. Son dönem durum komedilerine<br />

bakıldığında, olaylar her ne kadar aile üzerinden işlense de Geniş Aile’de kişilerin<br />

gerek tiplemeler ve gerek aile ile kurdukları bağlar açısından daha bireysel bir hava<br />

gözlemlemek mümkündür. Aile bir aradadır ancak ağırlıklı olarak bireysel tercihler<br />

ve eğilimlerin üzerinde durulmaktadır. Bu durumun günümüz ailelerindeki iletişim<br />

biçimini yansıttığını da söylemek mümkündür. Benzer bir bakış açısıyla Geniş<br />

Aile’deki “aile” kavramı da farklılaştırılmış bir ailedir. İlk aile komedilerinde<br />

toplumun <strong>geleneksel</strong> değer yargıları nedeniyle –büyük aileler, anneanne, büyükbaba-<br />

61


torunlar, anne-baba bir arada otururken, bugün benzer ailelerin ekonomik koşullar<br />

nedeniyle bir arada oturduğunu gözlemlemek mümkündür.<br />

2.2. Avrupa Yakası’nda Modern ve Geleneksel<br />

Avrupa Yakası, aynı adlı bir dergi etrafında yaşanan olayları anlatmaktadır.<br />

Avrupa Yakası <strong>geleneksel</strong> bir aile ve <strong>modern</strong> bir sevgili arasında kalan Aslı’yı ve<br />

onun çevresinde yaşanan olay ve kişileri konu almaktadır. Havalı Nişantaşı hayatına<br />

ait olmaya çalışan Aslı, çalıştığı moda dergisini ve yaptığı işi fazlasıyla<br />

önemsemektedir. Dizinin başında, Aslı tam bir “beyaz Türk” olan Cem’e aşık olmuş<br />

ve uzun bir süre onunla beraber olmanın hayalini kurmuştur. Bu ilişki önce evlilik,<br />

daha sonra boşanma ve son bölümde de yeniden evlilikle noktalanmıştır. İlişkinin<br />

iniş çıkışı, Aslı’nın <strong>modern</strong> bir erkek olan Cem ile kentli ancak <strong>geleneksel</strong> değerlere<br />

önem veren ailesi arasındaki denge kurma çabasının da bir yansıması olarak<br />

görülebilir.<br />

2004 yapımı olan ve altı sezon boyunca ekranda kalan dizide, Gazanfer<br />

Özcan, Hümeyra, Binnur Kaya, Ata Demirer, Rutkay Aziz, Peker Açıkalın ve Gülse<br />

Birsel gibi çok sayıda ünlü rol almıştır. Canlandırdığı renkli karakterden dolayı çok<br />

sayıda oyuncu da dizi ile ünlenmiştir. Dizinin popüler isimlerden 18 oluşan uzun bir<br />

de konuk oyuncu listesi bulunmaktadır. Oyuncuların popülerliği diziye olan ilginin<br />

artmasına da katkı sağlamıştır.<br />

Tezin bu bölümde araştırmanın kapsamı, çerçevesi ve türü üzerinde<br />

durulacak, araştırma sonuçları ve bu sonuçların yorumlarına yer verilecektir.<br />

Araştırmada eleştirel metin analizi yapılmıştır. 190 bölüm yayınlanan dizinin genel<br />

18 Bkz. Ek 5: Dizide Rol Alan Ünlüler ve Konuklar<br />

62


özelliklerinin açık bir şekilde görülebileceği ilk 5 bölümü ile değerlendirme<br />

açısından daha sağlıklı veriler elde edebileceğimiz son 25 bölüm olmak üzere,<br />

toplam 30 bölüm üzerinde çalışılmış, diğer bölümlerinden de genel izlemeler<br />

yapılmıştır. Ayrıca dizi karakterlerinin popülaritelerinin artması ile reklam ve yeni<br />

projelerde yer almaları gibi sonuçları değerlendirmek üzere gazete ve internet<br />

haberleri de gözden geçirilmiştir.<br />

Avrupa Yakası’nın zengin ve atipik karakterleriyle ön plana çıktığını<br />

söylemek mümkündür. Karakterler, farklı özellikleri, alışkanlıkları, farklı yaşam<br />

biçimleri ve tarzlarını da diziye taşımaktadır. David Chaney (1996), yaşam tarzı ve<br />

yaşam biçimi kavramlarının farklı anlamlar taşıdığını ifade ederken <strong>modern</strong> hayatta<br />

bu kavramların ne gibi karşılıkları olduğunu da açıklamaktadır. David Chaney’nin<br />

Yaşam Tarzları kitabındaki “yaşam tarzı” ve “yaşam biçimi” arasındaki farkı ortaya<br />

koyan görüşleri (1996), tez çalışmasında; kimlik kurguları ağırlık noktasında<br />

<strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> karşıtlığını tanımlamada yol gösterici olmuş, yeni orta sınıf<br />

üzerinden <strong>modern</strong>in tanımını kolaylaştırmıştır. Bu bağlamda karakterlerin özellikleri,<br />

konu ve karakter zenginliği, mekân seçimi, dizinin genel özellikleri (dekor, sahne<br />

düzenleme, kostüm vb.) noktalarında da detaylı inceleme yapılmıştır. Dizi,<br />

birbirinden farklı ve tipik özelliklere sahip karakterlerinin yanı sıra, “<strong>geleneksel</strong>” ve<br />

“<strong>modern</strong>” kavramlarına örnek olacak zengin olay-karakter zinciriyle çalışmaya<br />

sağlam bir zemin sunmuştur.<br />

Çalışmada benimsenen eleştirel metin analizi doğrultusunda dizideki <strong>modern</strong><br />

<strong>geleneksel</strong> karşıtlığı, karakterler, mekân, komşuluk, aile ve ikili ilişkiler, dil<br />

<strong>kullanımı</strong> ve alışkanlıklar üzerinden incelenmiştir. Karakterlerin genel özellikleri,<br />

63


konuşma biçimi, kıyafeti, ilişkileri, tüketim alışkanlıkları ve tercihleri bakımından<br />

ele alınmıştır.<br />

Kaynanalar’dan başlayarak uzun yıllar aile etrafında şekillenen yerli yapım<br />

durum komedileri, yakın zamanda arkadaşlık ve iş ilişkilerini de konu almaya<br />

başlamıştır. Ancak Avrupa Yakası, gerek ele aldığı konular gerek karakterler<br />

açısından diğer yerli yapımlardan ayrılmaktadır. Avrupa Yakası’nın “<strong>geleneksel</strong>”e<br />

önceki dizilere kıyasla daha mesafeli bir duruşu olduğunu söylemek mümkündür.<br />

Avrupa Yakası’nda, sık sık karşımıza çıkan İstanbulluluk vurgusu dizinin<br />

temel çatışma unsurlarından birini oluşturmaktadır. Makbule’nin ailesinin Burhan’ı<br />

beğenmemesi, Tevfik Kral’ın İstanbullu olmasa da ilk gençlik yıllarından itibaren<br />

İstanbul’da büyümesinin ve İstanbul terbiyesi almasının vurgulanması, “Nişantaşı<br />

Cumhuriyeti”nden sözedilirken kastedilenin gerçek İstanbulluluk olması bu durumun<br />

yansımalarıdır. Dizinin ikinci bölümündeki ünlü resim eleştirmeni Reha Saydam’ın<br />

“Nişantaşı Cumhuriyeti” dışına çıkmamış olması da bu konuya açık bir örnektir.<br />

Yaprak’ın Aslı’nın boş evindeki sergisine gelenlerin, Volkan, Tacettin ve Sertaç’ı<br />

futbol maçı seyrederken görmeleri ve bunu serginin bir parçası zannetmeleri de<br />

“İstanbullular” ve “İstanbul’a sonradan gelenler” arasındaki uçurumun da çarpıcı ve<br />

komik bir ifadesidir.<br />

Dizinin son sezonunda karşılaştığımız Şahika karakterinin lahmacun sevgisi,<br />

Keyder’in eski bir İstanbullu’dan aktardığı -“lahmacun yiyenler memleketi olduk”-<br />

yorumuna denk düşmektedir. Dizide, Koçarslanlı ailesi -Osman ve Dilber Hala’yı da<br />

içine alarak- Anadolulu zengin bir ailedir ve Türkiye’nin ondördüncü zenginidir. Son<br />

zamanlarda İstanbul’da ciddi yatırımlar yapmış ve işleri daha da büyütmüştür.<br />

64


İstanbul, Anadolulular tarafından fethedilmiştir. Bu ailenin varislerinden olan Şahika<br />

Koçarslanlı zenginliğin verdiği gücün etkisiyle kaba ve rahat davranışlar<br />

sergilemekte ve bunu abartılı bir şekilde yapmaktadır.<br />

Modern ve <strong>geleneksel</strong> kavramları Avrupa Yakası’nda, Avrupa Yakası adlı bir<br />

dergi üzerinden anlatılmakta ve gerek dergi çalışanları, gerekse çalışanların yakın<br />

çevreleri üzerinden karşı karşıya getirilmektedir. Bu noktada öncelikle “<strong>modern</strong>”<br />

hayatın vitrini olan dergi anlayışının kökenlerine inmek gerekmektedir.<br />

İkinci Dünya Savaşı sonrasında ilk örneklerinin Amerika’da görüldüğü ve<br />

oradan dünyaya yayılan Life gibi dergiler, ilerleyen yıllarda orta sınıf hayat tarzı<br />

oluşturmada belirleyici olmuşlardır. Bir yandan film yıldızlarının ve ünlü insanların<br />

hayatlarının model olarak gösterildiği, bir yandan kadının ev merkezli tanımlandığı,<br />

tutumlu olmanın kutsandığı “hayat tarzı” dergileri, 70’li yılların sonuna kadar orta<br />

sınıfların takip ettiği süreli yayınlar olmuştur. Bu yayıncılık anlayışının Türkiye’deki<br />

örneği ise, Hayat, Ses dergileridir.<br />

1985 yılında yayına başlayan Sabah gazetesi hedef kitlesini “yeni orta sınıf”<br />

olarak belirlemiştir. Yeni orta sınıfı daha başarıyla yakalayacak olan gazeteler ise<br />

sonraki yıllarda yayınlanan Yeniyüzyıl ve Radikal gazeteleridir. Sabah gazetesi ilk<br />

çıktığında yeni dönemin yeni vitrinin özlemlerini, yaşam tarzını, stratejilerini çizme<br />

yönünden bir ilk olmuştur. Yeni dönemin yükselen yeni değerleri ise lüks araba<br />

sahibi olmak, yurt dışına seyahate gitmek gibi bir zamanlar sadece çok varlıklı bir<br />

kesimin tekelinde olan ama seksenli yıllarda orta sınıfın da erişmeye çalıştığı bir<br />

yaşam tarzıdır. “Bir lokma, bir hırka yeter” felsefesi anlamını yitirmiş, yetinmemek<br />

yeni yükselen değer haline gelmiştir. Teknolojiye yakınlık, kozmopolitlik, ince<br />

65


eğeni “kentlilik” vurgularıdır ve bu vurguların gazete sayfasına taşınması artık bir<br />

gerekliliktir. “Gusto Style” hazırlamak, hedef kitlesini “yeni orta sınıf” olarak<br />

belirleyen, yükselen değerlerin -tüketim, bireycilik, kentlilik- kutsandığı bir anlayışla<br />

yayın yapan Sabah gazetesinin işi olmuştur.<br />

Doksanların ortasında yayına başlayan Yeniyüzyıl ve Radikal gazetesi,<br />

üniversiteli, eğitimli, laik, liberal, entelektüel ve iyi yaşamayı seven, yüksek gelirli,<br />

kendilerini <strong>geleneksel</strong> orta sınıflardan farklılaştırma hevesi olan profesyonel bir<br />

kesimi hedeflemiştir. Yeni orta sınıfın en otantik gazetesi sayabileceğimiz Radikal’<br />

in en dikkate değer yönü kent vurgusu olmuştur. Özellikle hafta sonu eklerinde<br />

yoğunlaşan bu vurgu, kentin bazı “soylulaştırılmış” bölgelerini “yeme-içme ve<br />

eğlence cennetleri” olarak tanıtmıştır.<br />

Yeni orta sınıfın kültürel yüzeyinin “üretilmesi” ve “yeniden üretilmesi” de<br />

doksanlı yıllarda somutlaşan yeni gazeteci kimliği ile beslenecektir. Geçmişin<br />

politik, misyon sahibi ve mütevazi köşe yazarı, yerini, hazcı, apolitik, alaycı, iyi<br />

yemekten, iyi mekândan anlayan, özel hayatını okuyucuları ile paylaşan, seçkinciliği<br />

vurgulayan yeni pazar tipine bırakmıştır. Yaşanan bu köklü değişimde “gazeteci-<br />

patron”ların yerini “sermaye sahibi gazeteci olmayan gazete patronları”nın almış<br />

olmasının da etkisi büyük olmuştur (Şimşek, 2005: 75-76).<br />

90’lı yıllarda dergi okuru olarak, <strong>geleneksel</strong> orta sınıf yerini, yeni orta sınıfa<br />

bırakmıştır. Kentli olmayı önemseyen, markalara ve iyi yaşamaya, yemeye içmeye<br />

düşkün, cinselliği “dobra dobra” konuşan ve yaşamaya çalışan, iyi kazanma planları<br />

olan “genç profesyonelleri” hedefleyen ve kendilerini “<strong>geleneksel</strong> orta sınıflardan”<br />

66


ironik bir dışlayıcılıkla ayırmayı sürekli vurgulayan bu dergiler, 90’lı yılların kültürel<br />

yüzeyinin “göze batan” unsurları olacaktır.<br />

Bu dergilerden Erkekçe ile Aktüel arasındaki temel fark “şehir” yaşantısı<br />

olmuştur. 90’lara gelindiğinde yeni “şehir” yeni orta sınıfa göre değişmeye başlamış,<br />

yine aynı dönemde İstiklal Caddesi İstanbul burjuvazisinin “küresel kent” hayaliyle<br />

el ele, trafikten ve yoksullardan “arınıp” New Yorker bir atmosfere kavuşmaya<br />

başlamıştır. Yeni orta sınıfın “itirafçılığı” ve samimiyeti <strong>geleneksel</strong> orta sınıfın<br />

“saklayıcılığından” çok farklı bir kültürel yüzeydir (Şimşek, 2005: 60).<br />

Avrupa Yakası, kentli kadının dergisidir. Aslı’nın tanımlamasıyla “rafine” bir<br />

dergidir ve moda, sanat, müzik, kent yaşamı gibi konuları ele alır. “30 soruda doğru<br />

erkeği bulun” vb. testler ve fazla popülist isimler dergide yer alamaz. Derginin bir<br />

çizgisi ve bu çizgiyi takip eden bir hedef kitlesi vardır. Avrupa Yakası, yeni orta<br />

sınıfın geçerli değerlerinin, Gusto Style’ın bir yansımasıdır.<br />

Avrupa Yakası, çizgi üstü bir yaşam tarzını, yeni orta sınıfın ilgi alanlarını ve<br />

özellikle ekonomik özgürlüğü olan kentli kadının seçimlerini ele almaktadır. Dergi<br />

çalışanlarının da dergi içeriğine dönük bir yaşam tarzına özenmeleri ve<br />

özendirilmeleri de dizinin sürükleyici unsurlarından biri olmuştur. Avrupa Yakası<br />

tüketim kültürünü besleyen kaynaklardan biri olarak medya ve medya ilişkilerine ve<br />

yeni orta sınıf davranış-düşünce biçimine dair ipuçları da vermektedir. Bu noktada<br />

dergi sahipliği ve dergide çalışan profiller üzerinden de bazı mesajların verildiğini<br />

görmek mümkündür.<br />

Avrupa Yakası dergisinin sahibi -yer yer hisse satışı olsa da- dizi boyunca<br />

Saadettin Bey’dir. Derginin editörü Fatoş ve başyazarı Aslı’dır. Cem dergide genel<br />

67


müdür, Burhan Altıntop ise idare müdürüdür. Önce Şeyhsuvar, sonra Tanrıverdi<br />

derginin taşradan gelip şehirde kendini geliştirmeye çalışan akıllı ve gözüaçık<br />

ofisboy’larıdır. Saadettin Bey’in derginin sahibi olarak, dergi için çok önemli ve<br />

hayati bir kararı -hedef kitle üzerinde değişiklik kararını- derginin üst düzey<br />

çalışanları ile paylaşmadan alması da medyada yaşanan benzer sorunlara bir<br />

göndermedir. Hedef kitlesi kadınlar olan dergi, Sadettin Bey’in kendi kendine aldığı<br />

bir kararla erkek-kadın hedef kitleye dönüşmüştür. Saadettin Bey, derginin erkekler<br />

tarafından da satın alınmasını istediğini ve içeriklerinin de buna göre hazırlanması<br />

gerektiği yönündeki tercihini ortaya koyarken kapağa da Gizem Deniz’i koyma<br />

önerisini getirmiştir. Derginin kapak resminde seksi model Gizem Deniz’in fotoğrafı<br />

Aslı, Yaprak ve Fatoş için utanç sebebi iken Şehysuvar için dergiyi satın alma<br />

nedenidir. Burada <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> ya da kentli-taşralı yaklaşımının yanı sıra<br />

kadın-erkek bakış açısı da kendini göstermektedir. Saadettin Bey de tipik erkek<br />

bakışı ile konunun satacağını düşünmüş ve kapakta özellikle Gizem Deniz resminin<br />

olmasını istemiştir.<br />

Birinci sezonda Saadettin Bey’in kızı Selin’in -Türkçe problemlerine rağmen-<br />

köşe yazarı olma hevesi, emektar bir çalışan olan Aslı’nın senelerce hayalini kurduğu<br />

odaya Selin’in kolayca gelip oturması, son sezonda Şahika karakterinin “paramla<br />

döverim sizi beee” diyerek bağırması, derginin orta yerinde lahmacun yemesi, ağzı<br />

dolu dolu konuşması ve aşırı özgüvenli hali medyada yaşanan benzer örneklerin<br />

farklı yüzlerdeki ifadesidir. Derginin el değiştirmesi de, Türkiye’deki ekonomi<br />

dinamiklerinin bir göstergesidir. Dikkatle okunduğunda tüm bu durumlar, kültür<br />

düzeyi yansımaları ve ekonomik gerekçelendirmeleri ile gerçek bir Türkiye<br />

yansımasıdır.<br />

68


Elinden piposu hiç düşmeyen Saadettin Bey, tüm zamanların patronudur.<br />

Dergiye giriş ve çıkışlarda daktilo hareketi yaparak “çalışın çalışın” klişesi ile diziye<br />

damgasını vurmuştur. Sadettin Bey, derginin içeriğine müdahale eden, talepte<br />

bulunan tek sahip olmakla birlikte dergi için alınması gereken kritik kararları da alan<br />

tek kişidir.<br />

Dizinin birinci sezonundan sonuna kadar Avrupa Yakası’nın sahibi olan<br />

Saadettin Bey’in aldığı kritik kararlardan bir tanesi de, derginin bir bölüm hissesini<br />

satmak olmuştur. Dergi hisseleri farklı dönemlerde farklı kişilere satılmıştır. Diğer<br />

patronlar dergiye sadece sohbet için gelip giderken, Saadettin elinde piposuyla sık<br />

sık gelip derginin her sorunuyla ilgilenmekte ve genellikle kendi lehine kararlar<br />

almaktadır. Sosyete sayfalarından dergi patronluğuna soyunan Kubilay Peynircioğlu<br />

ise genç kuşak patronların temsilcisidir. Dizide “Playboy Kubi” olarak da bilinen<br />

Kubilay, kendine has bir dil kullanarak dikkatleri çekmiştir. Kendini, “seni ağlarken<br />

gördüm” yerine “çok ağlar gördüm seni” gibi cümlelerle ifade etmektdir. İstanbul’un<br />

zengin ailelerinden birinin oğlu olan Kubilay’ın, jet sosyete dergilerinde resimleri<br />

yayınlanmaktadır. Sadettin Bey’in kızı Selin ile dizinin başında kısa bir beraberliği<br />

olmuş, bunu Yaprak’la uzun süreli bir ilişki takip etmiştir. Kubilay Peynircioğlu,<br />

dergiye sık sık gelip gitmesine rağmen içeriğine karışmamıştır.<br />

Kendi ifadesiyle moda ikonası Şahika Koçarslanlı; herşeyi parasıyla satın<br />

alabileceğini düşünen ve bunu sık sık vurgulayan biridir. Şahika, İstanbul’un en<br />

zengin ailelerinden birinin kızı ve tam bir sonradan görmedir. Tipik hareketleri ve<br />

sözleri vardır. Türkçe’yi Şahika da Kubilay gibi kendine has bir şekilde<br />

kullanmaktadır. “Bebişim”, “takiple beni”, “paramla döverim”, “gerizekâlının<br />

başkanı” “salon kadını çizgimden çıktım ha!” gibi argo kelime ve deyimler, gelip<br />

69


giden agresif haller ve tavırlar sergilemektedir. Tüm bu özellikleri yanında özünde<br />

iyi, duygulu biridir. Şahika da, Bülent Bey gibi dergiye vakit geçirmek için gelip<br />

giden biridir. Dergi ekibinin patronu değil, daha çok arkadaşı gibidir ancak hoşnut<br />

olmadığı bir durum ortaya çıktığında “patron” olduğunu hatırlatmaktan geri<br />

kalmamaktadır.<br />

Gerçek bir salon adamı ve diplomat erken emeklisi Bülent Onaran, gerek<br />

kendi gerek babasının mesleğinden dolayı dünyanın her yerini gezip görmüş çapkın<br />

bir beyefendidir. İtalya’daki zengin dayısından kalan 2 milyon doları nasıl<br />

değerlendireceğini bilemediği bir sırada dergiye ortak olmuştur. Dergi, Bülent<br />

Onaran için bir sohbet ortamı, “güzel kadınlarla” muhabbet edebileceği eğlenceli bir<br />

mekândır. Bülent Onaran, ciddi hiçbir konuyla ilgilenmez. Gezilecek şık mekânlar,<br />

güzel kadınlar, farklı lezzetler ve şarap en çok ilgilendiği konulardır.<br />

Bülent Onaran, dizide, farklı ülkelerin mutfak ve kültürleri hakkındaki<br />

bilgileri, kendine olan özeni ve zevkleri ile İstanbulluluk vurgusu taşımaktadır.<br />

2.3 Karşıtlıkların Kurulma Biçimleri<br />

Avrupa Yakası, karşıtlıklar bakımından bizi yeni kavramlar ve durumlarla<br />

tanıştırmaktadır. Dizide, eski-yeni, moda-demode, görgülü-görgüsüz, kültürlü-<br />

kültürsüz, entelektüel-sığ, ya da soylu-köylü, şehirli-taşralı, paralı-parasız, ünlü-<br />

ünsüz, yetenekli-yeteneksiz, evcil-özgür, işkadını-evkadını, evli-bekar, iş sahibi-işsiz<br />

ve akıllı-akılsız gibi birbirinden farklı ve zengin bir yelpazede birçok karşıtlık bir<br />

araya getirilmiştir. Bu karşıtlıklar arasında taşralı-kentli, eğitimli-eğitimsiz, bakımlı-<br />

bakımsız, yetenekli-yeteneksiz, kültürlü-kültürsüz gibi karşıtlar görülen en belirgin<br />

olanlarıdır. Bunun yanı sıra Batılı-Doğulu ya da denk düşen tam ifadesi ile <strong>modern</strong>-<br />

70


<strong>geleneksel</strong> karşıtlığı ele alınmıştır. Ancak burada <strong>modern</strong>-<strong>geleneksel</strong> kavramları aile<br />

ilişkileri, komşuluk ilişkileri, sorun çözme yaklaşımları, mekân <strong>kullanımı</strong>, dil<br />

<strong>kullanımı</strong> ve tüketim alışkanlıkları gibi temel bazı başlıklar altında incelenmiştir.<br />

2.3.1 Aile İlişkileri<br />

“Aile” kavramı durum komedilerinin en önemli kavramıdır. Tüm olaylar aile<br />

etrafında düğümlenmekte ve çözülmektedir. Avrupa Yakası’nda kavram olarak ön<br />

planda olmamasına rağmen farklı farklı özelliklere sahip çeşitli ailelerle de<br />

tanışmaktayız. Avrupa Yakası, tipik bir durum komedisi olmamasının yanı sıra, aile<br />

kavramının işlenişi açısından da tipik durum komedilerinden farklılıklar<br />

göstermektedir. Dizinin ideal ailesi Sütçüoğlu ailesidir. Koçarslanlı ailesi<br />

topraksoylu, <strong>geleneksel</strong> bir ailedir. Aksoy ailesi, tipik kapıcı ailesi iken, Onaranlar<br />

her biri ayrı bir birey olarak hareket eden birbirinden bağımsız üç kişilik bireyler<br />

topluluğudur ve tipik anlamda aile özellikleri taşımazlar. Fazlasıyla bir Avrupalılık<br />

vurgusu vardır ancak bu vurgu daha çok Onaranların yurtdışındaki yaşam<br />

deneyimlerinden kaynaklanmaktadır.<br />

Sütçüoğlu Ailesi: 1944’ten beri sütlü muhallebi ile geçinen eski ve köklü bir ailedir.<br />

Baba Tahsin Bey, anne İffet Hanım, dizinin en görmüş geçirmiş, en sıcak iki<br />

karakteridir. Alışkanlıklarına ve tercihlerine bakıldığında üst-orta sınıf bir aile ile<br />

karşı karşıya kalmaktayız. Tahsin Bey dizinin birinci bölümün de “en sevdiğim şey,<br />

nizam, intizam” derken binanın dış görünüşünün tek tip olması için tüm dairelere<br />

aynı model saksı almış ve hepsinin kırmızı çiçek ekmesini planlamış, bunu da bir<br />

yazı ile apartmana bildirmiştir. Tahsin Bey’in binanın dışı için planladığı bu durum<br />

onun daha çok evin dışı ile ilgilendiğini, evin düzenini sağladığını vurgulamaktadır.<br />

71


Benzer şekilde kahvaltı masasındaki reçel yeme usulünü kontrol etmeye çalışan İffet<br />

Hanım’ın da aynı nizam ve intizamı evin içinde sağlamaya çalıştığını görürüz.<br />

Geleneksel Türk tipi orta sınıf aile özelliği sergileyen Sütçüoğlu ailesi, bir yandan da<br />

varlıklı, köklü ve görgülü bir aile kimliğini taşımaktadır.<br />

Sütçüoğlu Ailesi’ni Türkiye’ye benzetmek mümkündür. Hem Doğulu, hem Batılı,<br />

hem <strong>geleneksel</strong> hem <strong>modern</strong>, hem varlıklı hem değil, hem tutucu hem değil yani tam<br />

bir sentezdir. Bu sentezin açık sonucunu ailenin çocukları olan ve dizinin baş<br />

karakterlerinden Volkan Sütçüoğlu’nun “<strong>geleneksel</strong>” ve kızkardeşi Aslı<br />

Sütçüoğlu’nun da “<strong>modern</strong>” olması yansıtmaktadır.<br />

Koçarslanlı Ailesi: Köken itibari ile Adanalı olan Koçarslanlı ailesi, İstanbul’un en<br />

zengin aileleri arasındadır. Dizide sık sık Osman Koçarslanlı’nın karanlık işler<br />

yaptığı ima edilmektedir. Şahika Koçarslanlı da kendini “moda ikonası” ilan<br />

etmektedir. Şahika’nın kafası atınca “paramla döverim sizi” klişesi dizide “sonradan<br />

görme”liğin açık bir ifadesi olmuştur. Dilber Koçarslanlı ise diziye sonradan girmiş<br />

ancak yerel ağzı ve <strong>geleneksel</strong> tavırları ile kısa sürede izleyici tarafından sevilmiştir.<br />

Avrupa Yakası’nın birinci sezon izleyici kitlesi ile son sezon izleyici kitlesi arasında<br />

Dilber Hala ve benzeri yerel kahramanlar nedeniyle farklılıklar gözlendiğini de<br />

söylemek mümkündür.<br />

Onaran Ailesi: Sedef, Bülent ve Cem’den oluşmaktadır. Onaran ailesi, sıradışı ve<br />

herkesin kendi hayatını, kendi tercihlerini yaşadığı üç kişilik birlikteliktir. Dizide<br />

Onaranlara dair herhangi bir aile vurgusu, aile birlikteliği görülmez. Onaranlar, aile<br />

olmaları gereken zamanda bile, aile özelliği gösterememekte ve sanki zorunlu<br />

72


şartların bir araya getirdiği kişiler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bülent ve Sedef,<br />

yurtdışı deneyimleri ile Avrupai bir çift olmuşlardır.<br />

Aksoy Ailesi: En büyük akşam eğlencelerinin “televizyon karşısında çekirdek<br />

yemek” olduğu Aksoy ailesi, benzer ailelerin yaşadığı sıkıntıları dile getiren gerçekçi<br />

bir kapıcı ailesidir. Aksoy ailesi, büyük şehirde çok sınırlı imkânlarla tutunmaya<br />

çalışan fakir bir ailedir. Sabit Aksoy, her fırsatı değerlendirmeye çalışan tipik tutucu<br />

bir babadır. Annenin hiçbir etkisi yoktur ve anne, dizide de evde olduğu gibi fazlaca<br />

varlık gösteremez. Nilay ve Hacer Aksoy’un erkek arkadaşları ile yaşadığı<br />

ilişkilerdeki sıkıntılar, aile baskısı, dönem dönem ailesinden utanmaları da aldıkları<br />

kültürün yansımalarıdır.<br />

2.3.2 Komşuluk İlişkileri<br />

Avrupa Yakası’ında komşuluk ilişkileri geri planda kalmıştır. Dizi komşuluk<br />

ilişkilerine çok az yer vermesi ile de benzerlerinden ayrılmaktadır. Dizide yok<br />

denecek kadar az görülen komşuluk ilişkilerinin de tarz değiştirdiği gözlenmiştir.<br />

Komşuluk, ailecek oturmaya gitme, birbirine yardım etme şeklinden çıkmış, arkadaş<br />

ziyareti ya da ayaküstü uğrama şekline dönüşmüştür. Selin’in sık sık Volkan’a<br />

gelmesi, Makbule’nin kendini beğendirmek için sürekli pasta, börek, zeytinyağlı vb.<br />

yiyecekler yaparak Burhan’ın kapısını çalması, Dilber Hala’nın Tahsin Bey’e ilgi<br />

duymasından dolayı her fırsatta kendini Sütçüoğlu evine atması komşuluk<br />

ilişkilerindeki bu değişimin basit göstergeleri olmuştur.<br />

2.3.3 Sorun Çözme Yaklaşımları<br />

Avrupa Yakası’nda karakterlerin sorunlar karşısında takındıkları tavır ve<br />

tercih ettikleri çözüm yolları da bir kimlik vurgusu yaratmaktadır. Bu noktada daha<br />

73


çok yaşam tarzını, eğitim-kültür düzeyini yansıtan ve bakış açısı ortaya koyan bir<br />

karşıtlıklar zinciri ile karşılaşmaktayız. Bu karşıtlıklar zinciri “Taşralı-İstanbullu”<br />

tanımları etrafında toplanmıştır. 188. bölüm’deki Dilber Hala -Tevfik Kral arasındaki<br />

yöneticilik yarışı bu karşıtlığı belirgin bir biçimde ortaya koymaktadır.<br />

Yöneticilik için aday olan Dilber Hanım, Meryem ile birlikte apartman<br />

sakinlerini dolaşıp Adana’nın isotu, bulguru, şalgam suyu ve meşhur rakı vb. erzak<br />

dağıtmakta, dağıtırken de oy istemektedir. Bu sırada fonda “büyüksün sen Dilber<br />

Hala, yöneticisin sen Dilber Hala” seçim şarkısı duyulmaktadır. Dilber Hala,<br />

belediyeden izin alınarak yapılması gereken balkon kapatma durumunu, serbest ve<br />

keyfi bir durum olarak algılamakta ve bunu da “herkes balkonunu kapatabilecek<br />

gadasını aldığım, apartmana özgürlük gelecek” cümleleriyle ortaya koymaktadır.<br />

Yine kendi parası ile yaptırdığı asansör için kullanım önceliği beklemekte ve<br />

polemiğe girildiği ilk anda “parasını ben verdim” diyerek böbürlenmektedir.<br />

Dilber Hala’nın apartman üzerinden “şehirleşme ve mimari doku”<br />

konusundaki yerel duruşu karşısında, Tevfik Kral’ın ve Tahsin Sütçüoğlu’nun<br />

“nizam, düzen” vurgularıyla dikkatlerimizi çeken şehirli duruşu vardır.<br />

Kentlilik vurgusu -daha önce de belirtildiği üzere- dizinin en temel<br />

vurgularından biridir. Bu vurgu, Türkiye’nin özellikle köyden kente göç ile başlayan<br />

sosyal değişimlerinden sonra daha fazla önem kazanmıştır. Göçün etkisiyle, Türkiye,<br />

yeni bir durum, yeni bir sınıf ve yeni bir yaşam tarzı ile tanışmıştır. Göçün yarattığı<br />

sosyal hareketlilik ne köylü, ne kentli “arada” ve “sıkışmış” bir bir toplum<br />

yaratmıştır. Düşünce yapısı, dünyayı algılayışı, kıyafeti ve alışkanlıkları ile köylü<br />

ama köyden uzak, yaşadığı yer, zorunluluklar ve tutunmak zorunda olduğu yaşam<br />

74


alanı kent ama kentin içine girememiş “arada” bir sınıf yaratılmıştır. Dizide bu sınıfı<br />

Aksoy ailesi temsil etse de, soyluluk özentileri ile Burhan, varlıklı ama şehir<br />

kültüründen uzak haliyle Dilber Hala, kıt kanaat geçinen ve çocuklarını<br />

imkânsızlıklar içinde büyütmeye çalışan İzzet, yetiştiği kültür ve aksanıyla<br />

Tanrıverdi, dünyaya bakışı ve Karadeniz’in tüm yerelliğini taşıyan Dursun da bu<br />

sınıfın birer temsilcileri olmuştur.<br />

Tevfik Kral ise “apartmanı gecekondu yapacak”, “seçim rüşveti vermiyoruz<br />

biz” “bahçemizi bir kafeye verecek giren çıkan belli olmaz artık” diyerek rakibini<br />

eleştirmektedir. Şehirlilik-taşralılık vurgusu sorun çözme yaklaşımlarında da kendini<br />

göstermektedir.<br />

2.3.4 Kadınlık-Erkeklik Konumları<br />

Dizinin genelinde kadın erkek ilişkileri <strong>modern</strong>-<strong>geleneksel</strong> şeklinde ayrılmaktadır.<br />

Kadın-erkek ilişkileri dizinin önemli bir ağırlığını oluşturmaktadır.<br />

Aslı-Cem: Cem, Aslı’nın hayal ettiği bir erkek tipidir. Yurtdışında eğitim almış,<br />

ekonomik durumu yerinde, yakışıklı-bakımlı ve nazik bir adamdır. Aslı Cem’e ilk<br />

görüşte aşık olmuş ancak sonra inatlaşılmıştır. Evliliğe kadar giden ilişkide her şey<br />

rutine binince ayrılmışlardır. Arada Osman ile beraber olan Aslı, bu ilişki bitince<br />

tekrar Cem’e dönmüştür. Aslı ve Cem’in dünyaları ortaktır. Aynı dili<br />

konuşmaktadırlar.<br />

Geleneksel-<strong>modern</strong> çatışmasının cinsel kimlik rolleri başta olmak<br />

üzere toplumsal rollerle bağlantılı farklı bir tezahürü de Aslı-<br />

Cem’in ilişkisidir. Evlilik ya da (üstü örtük biçimde de olsa)<br />

cinsellik söz konusu olduğunda Aslı Cem’e göre hep daha<br />

<strong>geleneksel</strong> tarafı temsil eder; ancak “namus” söz konusu olduğunda<br />

<strong>geleneksel</strong> tepkiler gösteren kişi Cem’dir (Çelenk, Z., 2007: 87) .<br />

75


Aslı-Osman: Dizide Volkan’ın deyimiyle “çakma Polat Alemdar”, “Sicilyalı” gibi<br />

lakapları olan Osman tam bir maço’dur. Zengin, güçlü ama <strong>geleneksel</strong> tarzı olan bir<br />

adamdır. Aslı’yı yönetmeye ve yönlendirmeye çalışmaktadır. Farklı hayat görüşleri<br />

yüzünden sık sık tartışmaktadırlar. Osman Aslı’nın çevresi ile olan ilişkilerine,<br />

kıyafetine müdahale etmektedir. Geleneksel beklentileri olsa da Aslı’nın durumunun<br />

farkındadır ve kendince anlayışla karşılamaktadır (Osman’ın ifadesiyle: […] bi yere<br />

kadar!).<br />

Aslı’nın Cem ile olan ilişkisi, Osman ile olan ilişkisinden farklıdır. Aslı<br />

baskın ve otoriter bir karakter sergilese de Cem ile kurduğu eşit düzeydeki ilişkiyi<br />

Osman’la kuramamaktadır. Cem, Aslı’nın hayalindeki erkektir, Osman ise çevrenin<br />

zoru ve “deneyelim” düşüncesiyle kabul ettiği biridir. Ancak Aslı tüm mücadele ve<br />

kavgasına rağmen Osman’la “racona ters” düşen hiçbir durumdan istediği sonucu<br />

alamaz.<br />

Aslı’nın Cem ile olan ilişkisinde ilişkiye sadece Aslı-Cem yön verirken,<br />

Aslı’nın Osman ile olan ilişkisine başta Dilber Hala olmak üzere aile bireyleri de<br />

karışmaktadır. Aynı durumu Osman ve Meryem ilişkisinde de gözlemlemek<br />

mümkündür. Yöresel ağzı, tipik hareketleri ve aksi tavırları ile dikkatleri çeken<br />

<strong>geleneksel</strong>, zengin görmüş geçirmiş bir kadın olan Dilber Hala, hiç evlenmemiştir ve<br />

yeğeni Osman için hayal ettiği, <strong>geleneksel</strong> tarzda bir gelindir. Amacına ulaşmak için<br />

türlü numaralar çevirmekten kaçınmayan Dilber Hala, <strong>modern</strong> bir iş kadını olan<br />

Aslı’yı hiç sevmemekte ve onu Osman’dan ayırmak için çeşitli oyunlar kurmaktadır.<br />

76


Geleneksel-<strong>modern</strong> ayrımı burada da açık bir biçimde kendini<br />

göstermektedir.<br />

Osman-Meryem: Meryem diziye girdiği andan itibaren halası Dilber Hanım’ın<br />

Osman’a düşündüğü ideal gelin adayıdır. Her fırsatta Meryem’in güzelliğinden,<br />

hanımlığından ve ne kadar mükemmel bir gelin adayı olduğundan sözedilmektedir.<br />

Meryem de önceleri Adana’da Osman’ın yolunu gözlerken sonra Dilber Hala’nın<br />

yanına yerleşmiş ve bir süre sonra da duygu sömürülerine başlamıştır. Plan<br />

işlemektedir. Hatta Aslı’ya kadın-erkek ilişkileri konusunda öğüt bile vermektedir:<br />

“Erkeğin atına silahına, içkisine, kumarına bir de hovardalığına<br />

karşılmaz derler. Biz büyüklerimizden öyle öğrendik. Yerinin ayrı<br />

olduğunu bilen kadın duyar, bilir ama unutur. Size de gelecekte eğer<br />

yaşarsanız ilişkilerinizde bunu tavsiye ederim”.<br />

Dizide sık sık Aslı-Meryem kıyaslaması yapılmaktadır. Dizinin son<br />

bölümünde Aslı’ya sinirlendiği bir anda aynı kıyaslamayı Osman da yapmaktadır:<br />

“Kafam anlaştı. Saygıda kusur etmiyor, geleneğe göreneğe bağlı. Ben de sıkıldım<br />

çok bilmişlerden”. Ancak Osman ve Meryem ilişkisinin hızlanmasındaki asıl sebep<br />

Meryem’in hamile oluşu ve Osman’ı oyuna getirmesidir. Dilber Hala’nın çabaları ve<br />

Meryem’in kurnazlıkları sonuç vermiştir. Osman’la Meryem yüzük takmıştır.<br />

İkili ilişkilerdeki <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> karşıtlığına en çarpıcı örnek; Dilber Hala<br />

ile Aslı’nın karşılaştıkları sahnedir. Sahnenin belli başlı diyaloglarında “dul bir<br />

kadının” hor görülmesi, görücü usulü ile evlilik, gelinlik etme, erkeğin egemen<br />

duruşu ve bölge halkının kadına bakışının yansıması ile karşı karşıya kalmaktayız.<br />

77


— Dilber Hala: Akıllı benim oğlum. […] Dul kadını alıp na’pacan?<br />

Koçarslanlı ailesine yakışıyor mu hiç? Kullan at oğlum, kullan at. Sana<br />

Meryem’i alaciiik ya!<br />

— Osman: Ya ben Meryem’e karşı bir şey hissetmiyorum ki!<br />

— Dilber Hala: Bir elleri var… Böyle hamur açmışsın gibi böyle boğuk<br />

boğuk. Her bir parnağına bir fındık oturtursun.<br />

İlk karşılaşmada, Dilber Hala, Aslı’yı görünce beğenmemiş ve elini öptürmeye<br />

çalışmıştır. Aslı’ya bakarak; “Pek de sıskaymış. Sıskalar da sinsi olur derler” diye<br />

kendi kendine konuşur. Yemek tercihleri de bu ayrımın bir göstergesidir: Dilber Hala<br />

köfte yerken Aslı “teşekkür ederim kahvem var” demektedir. Geleneksel karakter<br />

“köfte” yi tercih ederken, “<strong>modern</strong>” karakter kağıt bardak içinde yanında taşıdığı<br />

“kahve” yi tercih etmiştir.<br />

Dilber Hala Aslı’ya:<br />

— Bak kızım biz bunlara yüksük taktık, kızın anasına babasına söz verdik,<br />

derken Aslı’da:<br />

— Biz de yüzük taktık, dediğinde<br />

— Sen dulsun, karşılığını almıştır.<br />

Dilber Hala onca çabaya Osman’ı vazgeçiremeyince “Benim oğlum aptal, benim<br />

oğlum aptal. […] Koy koyun oğlum, boy boy boyun oğlum. El kızı almış yuları da<br />

takmış” demektedir.<br />

Makbule-Burhan: Burhan dizinin en değişken kimliğe sahip karakteridir. Arada<br />

kalmışlığın, sıkışmışlığın, kimliğini kaybetmişliğin sembolüdür. Özentileri olan,<br />

78


“mış gibi” 19 lerle yaşayan bir adamdır. Dergideki “idare müdürü” olma görevi<br />

neredeyse hayatının anlamıdır. Cimriliğine sürekli bir kılıf uydurarak yaşayan biridir.<br />

Zengin bir hayata özlem duymaktadır. Önceleri Makbule’den kaçan Burhan,<br />

Makbule’nin zengin olduğunu öğrenince parası için onunla evlenmeye razı<br />

olmaktadır.<br />

Makbule, biraz safça ama tipik bir ‘iyi aile kızı’ örneğidir. İyi bir aile terbiyesi almış,<br />

evine bağlı, ev işlerinde hünerli, eşine sadık, kendini eşine-evine adayan bir tiptir.<br />

Hizmet etmekten hoşlanmakta ve lezzetli yemekler, mezeler, kekler, börekler<br />

yapmaktadır. En büyük hayali evlenip yuva kurmak olan Makbule, günün birinde<br />

tesadüfen bir mutfak ürünleri programı sunmaya başladığında farkında olmadığı<br />

yetenekleri ile tanışır. Kimsenin ciddiye almadığı Makbule’nin -evdeki işlerin<br />

aksamasıyla- özellikle Burhan tarafından kıymeti anlaşılmıştır. Modern ve anlayışlı<br />

eş kılıfı ile dolaşan Burhan, sözde çalışma hayatına desteğini, gerçeklerle yüzyüze<br />

kalıp kendine bakamayınca gerçek yüzünü ortaya çıkarmıştır:<br />

— Gel lan buraya. Ben kariyer kadını falan istemiyorum. Bundan sonra evde<br />

oturacaksın, ütü yapacaksın, bana bakacaksın. Hiçbir yere gitmeyeceksin.<br />

Maçoyum, ayıyım ve hiçbir yere gitmiyorsun.<br />

Makbule de, Burhan’ın “evine dön”, “bana bak” çağrılarını “benim zaten en zevkli<br />

kariyerim sizsiniz Burhan Bey. Şimdi çeşit çeşit yemekler yaparım. Hep bu günü<br />

bekledim” diyerek büyük bir memnuniyet ve hasretle karşılamıştır. Makbule bu<br />

tutumu ile her ne kadar farklı yeteneklere sahipse de ev kadını olmayı seçmekte ve<br />

kendi içinde tutarlı bir davranış sergilemektedir.<br />

19 Burada “mış gibi” derken Avrupa Yakası dizisindeki Burhan karakterinin soylu olmadığı halde<br />

soyluymuş gibi, zengin olmadığı halde zenginmiş gibi “özenti” davranışlarılarını kasdediyorum.<br />

79


Fatoş-Tanrıverdi: Fatoş dizinin en seksi kadınıdır. Dekolte kıyafetleri ve bakımlı<br />

halleri bir yana, dizide sürekli ilişkileri ile gündemdedir. Masasındaki ayna ile<br />

neredeyse yapışık bir halde yaşamaktadır. Sürekli ilişkiler hakkında kafa<br />

yormaktadır. Neredeyse oğlu yaşında sevgilileri olan Fatoş, Tanrıverdi ile<br />

aralarındaki yaş ve kültür farkı nedeniyle sürekli tereddüt ve tedirginlik<br />

yaşamaktadır. Fatoş, <strong>modern</strong> değer yargıları olan bir İstanbul kadını, Tanrıverdi ise<br />

Anadolu’dan gelip kendini geliştirmeye çalışan, Anadolu Rock’la ilgilenen ve şiveli<br />

konuşan bir delikanlıdır. Çift, sık sık çatışma yaşamaktadır. Fatoş-Tanrıverdi<br />

ilişkisiyle tanımlanan bu çatışma aslında Anadoluluk-İstanbulluluk çatışmasıdır.<br />

İstanbulluluk, Fatoş karakterinde, yalnız yaşayan, kariyer sahibi, cinselliği serbestçe<br />

yaşayabilen, hayatın tadını çıkarmaya bakan, pahalı kıyafetler, lüks restoranlar,<br />

kişisel bakımın her türlü ayrıntılarına hâkim ve gereğini yapan varlıklı bir kadın<br />

olarak tanımlanmıştır.<br />

Fatoş’un kimliğinde temsil edilen bu yeni kadın tipinin izlerini yerli<br />

anlatılarda sürmek çok da mümkün değildir. Serbestliği, görmüş<br />

geçirmişliği ve cinsel cazibesi ile Fatoş, yer yer Türk sinemasının<br />

vamp kadınlarını anımsatsa da bu kadınların trajik kaderini<br />

paylaşmaz; olduğu kişi için özür dilemek ya da herhangi bir bedel<br />

ödemek zorunda değildir (Çelenk, Z., 2007, 88) .<br />

Tanrıverdi ise zekâsı, yeteneği ve çabası ile Anadolu’dan gelip İstanbul’da<br />

tutunmaya çalışan ve kent değerlerini büyük ölçüde benimseyen biridir. Fatoş’la<br />

ilişkisinde Fatoş’un bilgisi ve kültürü altında ezilmektedir. Fatoş ve Tanrıverdi<br />

ilişkisi dizinin tüm karşıtlıklar içinden fazla iniş çıkışların yaşandığı ve uyumun<br />

yakalandığı bir ilişkidir.<br />

80


Şahika-Volkan: Zengin ama kaba Şahika ile ünlü olma hayalleriyle yaşayan<br />

Volkan’ın aşkı, dizinin en tutkulu aşkıdır. Şahika’nın zenginliği altında ezilen<br />

Volkan, bir yandan bu zenginlikten hoşlanmakta bir yandan da bunu erkeklik<br />

gururuna yedirememektedir. Volkan’ın yazlığa gideceği açıklaması üzerine<br />

Şahika’nın “ben nerede kalacağım orda” demesi ve Volkan’ın “misafir odasında<br />

kalırsın” cevabı üzerine “olmadı ben tekneyle geliyim” yorumu, Volkan’ın Şahika’ya<br />

pahalı hediye alma kaygıları bu ilişkideki ekonomik dengesizlik vurgusunu ön plana<br />

çıkarmaktadır.<br />

Varlık-yokluk <strong>karşıtlığının</strong> açık bir biçimde yaşandığı bu ilişkide daha çok ekonomik<br />

dengesizlik üzerinde durulmuştur. Benzer bir sıkıntı Makbule-İzzet, Selin-Volkan,<br />

Kubilay-Yaprak ilişkisinde de görülmektedir.<br />

2. 3. 5 Mekân<br />

Avrupa Yakası’nda mekân <strong>kullanımı</strong> gelir düzeyi, yaşam tarzı, tercih ve<br />

geçmiş yaşamların bir göstergesi olarak kurgulanmıştır. Tanrıverdi’nin öğrenci evi,<br />

Burhan’ın dağınık odası, İfot’un her zaman temiz ve düzenli evi, Dilber Hala’nın<br />

şark köşesi en belirgin örneklerdir. Modern hayat sembolü olan havuzlu vila<br />

konusunun da benzer çerçevede yaşam biçimi ve ekonomik durum göstergesi olarak<br />

diziye taşındığını görmek mümkündür. Dizinin gerçek kentli karakteri olan Hariciye<br />

emeklisi Bülent Onaran’a, dayısından kalan 2 milyon doları değerlendirme<br />

noktasında, yine dizinin kentli, “beyaz atlı prensi” olan Cem’in aklına ilk gelen, lüks,<br />

havuzlu bir siteden kendine ve babasına iki adet villa satın almak olmuştur. Cem dizi<br />

boyunca hem evlerden hem de aklındaki ideal yaşam biçiminden sözetmektedir.<br />

81


Avrupa Yakası’nda mekânlar dizinin genel konseptiyle örtüşen ve temsil ettiği<br />

kültür-gelir düzeyini yansıtan mekânlar olarak seçilmiştir.<br />

Avrupa Yakası Ofisi: Dergi ofisi <strong>modern</strong>, minimalist, renkli ve şık bir ofistir. Açık<br />

ofis şeklinde düzenlenmiş bu şık ofiste çayocağı da <strong>modern</strong> bir formda açık ofisin<br />

içine yerleştirilmiştir. Ofiste statü göstergesi sayılan kapalı bir idareci odası vardır ki<br />

bu odanın sahibi zaman zaman değişmektedir. Odayı bir zaman genel müdür olarak<br />

Cem, bir zaman idare müdürü olarak Burhan kullanmıştır. Ofisteki toplantıların da<br />

genelde Aslı’nın ya da Fatoş’un masasının etrafında ve yarı oturarak yarı ayakta<br />

yapıldığı dikkati çekmektedir. Masalarda herkesin ilgi alanını sergileyen objeler<br />

görürüz ki en belirgin olanı Fatoş’un masasındaki aynadır.<br />

Sütçüoğlu Muhallebicisi: Dizinin tüm sezonlarında Sütçüoğlu Muhallebicisi Volkan<br />

ve arkadaşlarının uğrak yeridir. Muhallebici çoğunlukla dizinin ikinci sahnesinde<br />

karşımıza çıkmaktadır. İlk sezonlarda Volkan’ı bu muhallebicinin önünde Tacettin<br />

ve Sertaç’la ünlü olma planları kurarken son sezonlarda Sacit, Sertaç, İzzet ve<br />

Dursun’la yeni iş fikirleri, yeni iş planları üzerinde konuşurken görürüz. Volkan’ın<br />

ya da Sacit’in aşk acısı çektikleri dönemlerde yer yer bir meyhane havası da verilen<br />

muhallebici, sıcak bir sohbet ortamıdır. Tahsin Bey’in babadan kalma alışkanlık ve<br />

muhallebiye vanilya koymamak gibi prensiplerle ayakta kalan işletme, aynı zamanda<br />

Volkan’ın sürekli yeni lezzetler denediği bir fırsat yeridir.<br />

Sütçüoğlu Muhallebicisi, bir kente değer katan -özel lezzet ve özel mekânlar gibi-<br />

Nişantaşı’na değer katan özel bir mekândır. Bu anlamda Avrupa Yakası dergi ofisi<br />

“<strong>modern</strong> değerlerin” mekânı iken, Sütçüoğlu Muhallebicisi de “<strong>geleneksel</strong>” olanın<br />

sergilendiği bir mekândır.<br />

82


Sütçüoğlu Malikânesi: İffet Hanım’ın zevkine göre döşenmiş ev, bakımlı ve süslü<br />

bir evdir. Genel olarak dizinin ilk ve son sahnesi Sütçüoğlu malikânesinde<br />

geçmektedir. Sütçüoğlu malikânesi, olayların başladığı ve çözüldüğü mekân olarak<br />

karşımıza çıkmaktadır. Seramik tablolar, gümüş objeler bölünmüş salon ve küçük bir<br />

kitaplık belli bir oturmuş zevkin temsilcileridir. Dizinin ilk sezonunda İffet Hanım’ı<br />

sık sık temizlik yaparken, son sezonda ise Makbule’yi sofra kurarken ya da<br />

kaldırırken gördüğümüz bu mekân “evcil” vurgular içermektedir. Aslı ve Volkan da<br />

ya koltukta ya da sofrada görülmektedir. Baba Tahsin ise kendine ait baba<br />

koltuğundadır. Televizyon ise bir eğlence aracından çok “dünyadan haber alma”,<br />

“olup biteni öğrenme” aracı olarak işlev görmektedir.<br />

Dilber Hala’nın Evi: Genel yapısı Sütçüoğlu malikânesine benzese de, salondaki<br />

şark köşesi, ortamın bütün havasına bir yerellik katmıştır. Burada Dilber Hala’yı sık<br />

sık yeğeni Osman ile derteşirken ya da Meryem ile plan kurarken görmekteyiz.<br />

Aksoyların Kapıcı Dairesi: Türkiye’deki toplumsal dönüşümün, köyden kente<br />

göçün, kıt kanaat geçinmenin temel vugularından biridir “kapıcı dairesi” motifi. Bu<br />

motif Avrupa Yakası dizisinde de tüm klişeleri ile yerini almış, Gaffur tiplemesiyle<br />

de hit olmuştur.<br />

Aksoyların kapıcı dairesi iki gözlü tipik bir kapıcı dairesidir. Sedir, sedirin ortasında<br />

ayaklarını uzatmış oturan Hediye genel bir “kapıcı karısı” profili ile karşımıza<br />

çıkmaktadır. Dizinin ortalarında ise Gaffur’u çizgili pijamalarıyla dans ederken<br />

görmek Avrupa Yakası’na damga vuran sahne ve mekânlar arasında yerini almıştır.<br />

Kapıcı dairesi, yetmezliğin, fakirliğin, lumpenliğin göstergesidir. Piknik tüpü, kapı<br />

83


arkasındaki ot süpürge ve televizyon karşısında yenen çekirdek, çizgili pijamalar ise<br />

bu sahnenin tamamlayıcılarıdır.<br />

Burhan’ın Evi: Burhan’ın evi, ruhundaki çatışmaların bir yansımasıdır.<br />

Özentilerinin, sahip olduklarının ve olmak istediklerinin açık bir ifadesidir. Salonu<br />

(dekorasyon dergilerinde bolca gördüğümüz) bordodan özenilmiş kırmızı renge<br />

boyanmıştır. Duvarda kendi portresi ve üzerinde dantel örtüsü bulunmaktadır. Leopar<br />

desenli, rengârenk ve üst üste bindirilmiş garip objelerle dolu bu ev, tam bir<br />

‘buhran’dır. Burhan’ın karşı daireye Aslı’ların evine taşınması ile orada kendisine<br />

ayrılan oda da aynı özellik ve zevksizliği görmek mümkün olmuştur.<br />

Cem’in Evi: Dizide tam bir “beyaz Türk” 20 olarak tanımlanan Cem’in evi zevkle<br />

döşenmiş, her türlü ayrıntısı özel seçilmiş, <strong>modern</strong>, sade, uyumlu bir evdir.<br />

Dekorasyon, spor ve rahat koltuklar, düz ve gösterişsiz halılar ve loş bir<br />

ışıklandırmanın yanı sıra özenle seçilmiş soyut objeler ve tablolarla tamamlanmıştır.<br />

Tanrıverdi ve Arkadaşlarının Bekâr Evi: Gri, lekeli, kirli duvarları, yerdeki<br />

yatağı, plastik gardrobu ve ortalığa saçılmış kıyafetlerle tam bir bekâr evidir.<br />

Merdivenlerin karanlık, soğuk ve kirli oluşu, evin genel görünümü “ekonomik<br />

sıkıntıları olan bir bekâr evi” duygusu vermekte ve bir sosyal statü göstergesi olarak<br />

tanımlanmaktadır. 188. bölümde Fatoş’un merdivenleri çıkarken her seferinde;<br />

20 Beyaz Türk; İstanbul’da toplumsal eliti oluşturan dar bir kesimi ifade etmek için kullanılan bir<br />

terimdir. Son dönemde çok kullanılmış ve tartışma yaratmıştır. Amerika’da “White, Anglo-Sakson,<br />

Protestan” sözcüklerinin baş harflerinin kısaltılmışını ifade eden kesim (WASP), gerçek yönetici eliti<br />

oluşturur. Kimine göre “Beyaz Türk” terimi de buradan hareketle üretilmiştir. Ancak, eski Türklerde<br />

de sosyal sınıf ayrımlarının çok net olduğu hatta boyların ve soyların “Ak kemik budunu”, “Kara<br />

kemik budunu” olarak net bir biçimde ayrıldığı bilinmektedir. Ak budun, varlıklı bey ailelerini, Kara<br />

budun, yoksul ve dağınık halk topluluklarını simgelemekteydi. (bkz. Çalışkan, 2010). “Göktürk<br />

yazıtlarında halk tabakasına “kara kamıg budun” yani “kara kemikli millet” denirdi. “Ak kemikliler”<br />

ise hiç şüphe yok ki beyler ve kağanlardı” (Türkdoğan, 1988: 218). “Türkiye’de bazen Batılı tipine<br />

atfen “Beyaz Türkler”, Doğulu tipine atfen de “Kara Türkler” terimi kullanılır” (bkz. Ekşigil, 1997,<br />

Sayı.102).<br />

84


— Çok sıkıldım hayattan… Platese mi başlasam… Sürekli buraya gel bu<br />

pis kokulu merdivenlerden çık… Bu çocuk bu evden taşınmayacak mı?<br />

Daha ne kadar geleceğim bu eve! Kaç yaşındayım şu halime bak.<br />

Ekonomik durumlar, geçmişlerimiz, zevklerimiz, paylaştığımız ne var<br />

ki... Aynı işyerinde olmasak hala bu ilişki sürer miydi? Belki de çok<br />

doğru bir ilişki değil.<br />

cümleleriyle gerek yaş, gerek ekonomik durum ve gerekse alışık olduğu standartlar<br />

bağlamında ilişkiyi sorgulaması statülerin çatışmasının bir yansımasıdır.<br />

Aynı statü çatışmasına Şahika’nın Volkan’a gelirken çıktığı merdivenlerde tanık<br />

oluruz. “Bu apartman ne kokuyor böyle yaa” cümlesiyle Şahika’nın<br />

memnuniyetsizliği bir süre sonra varlık-yokluk çatışmasına dönmektedir. Statü<br />

çatışmasına bir de varlık-yokluk çatışması eklenmektedir.<br />

2.3.6 Dil Kullanımı<br />

Şahika: Bu apartmanın asansörü yok bizim evde bile asansör var<br />

belki de Volkan’la birbirimize uygun değiliz. Ekonomik<br />

parametreler ilişkide sorun olur mu acaba nereye gidiyor ki bu<br />

ilişki […] ayrılmalı mıyım acaba?<br />

Gülmece yaratma konusunda “dil <strong>kullanımı</strong>” oldukça belirleyici ve belirgin<br />

bir unsurdur. Dil vurgusu üzerinden gülmece yapılması dilin <strong>kullanımı</strong> açısından da<br />

etkili sonuçlar doğurmaktadır. Avrupa Yakası’nda özellikle sıra dışı karakterlerde<br />

gözlenen “kendi dilini yaratma” durumu, popüler kültür ürünü olan durum<br />

komedisinde “dilin bozulması” gibi bir durumu da yaratmaktadır. Dili bozarak<br />

üretilen espriler bu çerçevede dillere pelesenk olmuştur. Şahika’nın “geri zekâlının<br />

başkanı”, “takiple beni”, “çüşşş” ifadelerinin yanısra Selin’in “oha falan oldum<br />

yani”, Kubilay’ın “çok ağlar gördüm seni” vb. cümlelerin kısa sürede özellikle genç<br />

85


hedef kitle tarafından kullanıldığı gözlenmiştir. Okuma oranının düştüğü ve günlük<br />

(ortalama 300 kelime) sınırlı sayıda kelime ile konuşan bir toplumda özellikle orta<br />

sınıf ve alt orta sınıfta dilde fakirleşme ve bozulma riski ile karşı karşıya<br />

kalmaktayız.<br />

Dil <strong>kullanımı</strong> konusundaki bir başka ilgi çekici nokta, dizinin jeneriğinde<br />

kendini göstermektedir. Jenerik şarkısı dizinin bir çeşit özeti gibidir. Anadolu’yu<br />

geride bırakıp İstanbul’a gelen, baba otoritesi ve kızının mürvet hayalini kuran<br />

<strong>geleneksel</strong> anne figürü, ünlü olmak isteyen bir abi ve kariyer takıntılı bir genç kızın<br />

hikayesi “yeni bir uslupla” (kariyeri fullemek, gençliği sollamak, Anadolu’dan kopup<br />

gelmek şeklinde) ekrana taşınmıştır 21 .<br />

Avrupa Yakası’nda farklı statü ve özelliklere sahip karakterler, kendilerine<br />

özgü dil <strong>kullanımı</strong>yla da dikkat çekmektedir. Karşıtlıklar kendini bu noktada<br />

göstermekte ancak diğer alanlardan farklı olarak “dil <strong>kullanımı</strong>” sadece sosyal statü<br />

ya da eğitim düzeyi olarak değil, kişisel özelliklere dayanan zekâ göstergesi olarak<br />

da karşımıza çıkmaktadır. Burada eğitimsiz görülen ve çaycılık yapan ilk sezonda<br />

“Şehsuvar” sonra “Tanrıverdi” nin zekâsı ve kıvraklığının, yurtdışında eğitim<br />

görmüş, ideal erkek Cem’den daha parlak olduğu gerçeği ile karşı karşıya<br />

kalmaktayız.<br />

Playboy Kubilay: “Çok ağlar gördüm sizi”, “biri bizi durdursun canım<br />

ahaha”, “çok paralı gördüm kendimi” vb. cümleleri sıkça kullanmaktadır ve<br />

cümleleri kısaltarak oluşturduğu kendine özgü bir dille kendini ifade etmektedir.<br />

21 Bkz. Ek 7: Jenerik Müziği Sözleri<br />

86


Dilber Hala: “Bizim oralarda bir laf vardır” diye başlar ve her seferinde<br />

duruma uygun bir atasözü kullanır. “Neden beni ezikluyosun?” “sıskalarda<br />

sinsi olur dirler”, “nassın, iyisin?”, “dipbik gibisin maşallah”, “ben lafımı<br />

ortaya korum, begenen alır geder, begenmeyen bırakır kaçar”, “terazi var tartı<br />

var, her işin bir vaktı var”, “çekticeği damarı kuruyasıca”, “uyh tıkandım”,<br />

“terledim haa” gibi yöresel tanımlamaları ile ünlüdür. Dilber Hala<br />

karakterinin dil konusundaki zenginliği sonucunda “Dilber Hala Sözlüğü” 22<br />

bile oluşturulmuş, dilden dile dolaşmış, facebook’ta özel sayfası açılmış, fan<br />

klüpleri kurulmuştur.<br />

Dizinin senaristi Gülse Birsel, diziye yeni katılan, ancak kısa sürede büyük<br />

ilgi gören Dilber Hala’nın bu sözlüğünü köşesinde okuyucuları ile paylaşmış ve<br />

Dilber Hala Sözlüğü’ne yer vermiştir. Birsel;<br />

Artık herkesin Dilber hala gibi konuşuyor olduğu gerçeği ve<br />

halanın popülaritesi gözden kaçacak gibi değil. Adanalıların<br />

favorisi Dilber'in kullandığı yöreye özgü kelime ve deyimler<br />

müthiş merak uyandırıyor. Bu vesileyle bir sözlük vermek bir nevi<br />

görevim diye düşünüyorum (Birsel, 2008)<br />

diyerek, karakterin yarattığı etkiye dikkat çekmiştir.<br />

Makbule: Saf hallerini ve eğitim düzeyini kelimeleri, atasözlerini sürekli<br />

yanlış kullanması ve “farz-ı misal” diye başlayan cümleleri ile ortaya<br />

koymaktadır. “Tebi tebi”, “akaaabinde”, “gözlerinlen yidi beni, yidi”, “eşek<br />

Sudan’dan gelene kadar döver”, “kardeşceyizim” gibi kelimeleri bozarak ya<br />

da yanlış kullanarak sahiplendiği ve sıkça kullandığı ifadeler vardır.<br />

22 Bkz. Ek 6: Dilber Hala Sözlüğü<br />

87


Şahika: “Takiple beni”, “paramla döverim seni kızım”, “salon kadını<br />

çizgimden çıktım haaa!”, “gerizekalının başkanı”, “kenarın dilberi”,<br />

“şaşırdıımmm”, “ben senin gibi paçozları donumda sallarım be!”, “kalitemi<br />

bozdurdunuz be!” gibi sık sık kullandığı atipik cümleleri ve dağınık bir<br />

konuşma tarzı vardır.<br />

Volkan: Küfürlü ve argo konuşmaları ile dikkati çekmektedir. “Ne diyorsun<br />

lan kısa metraj” “orjinaliz lan biz”, “lan uzun”, “Cem devesi, kakalak”, “red<br />

Sonjam benim”, “Allah belanı versin Sertaç” “ulan Sertaç öfkem büyük<br />

olacak” gibi ifadeler kullanmaktadır ve cümleleri tehditkârdır.<br />

Aslı: Aslı <strong>modern</strong>-<strong>geleneksel</strong> arasındaki ince çizgide gidip gelirken “yemek<br />

yapmam, yapanı da sevmem” cümlesiyle evcimenlikten uzak olduğunu<br />

vurgulamakta ve iş kadını rolünü ön plana çıkarmaktadır. “Ben de seni<br />

babama söylerim” cümlesiyle de hala evin küçük kızı olduğu, sorumluluk<br />

almak istemediği duygusunu vermektedir.<br />

Cem: Kızgınken bile aşırı yüksek sesle bağırmaz. Taleplerini rica ile belirtir.<br />

“Bana deve demeyin yaa Burhan bey” cümlesinde olduğu gibi kızgın olduğu<br />

zamanlarda bile son derece kibardır. Dizinin ilerleyen bölümlerinde o da<br />

kendini kaptırıp bazı kavga sahnelerinde ve özellikle kıskançlık durumlarında<br />

“tipik bir erkek tavrı olarak” kabalaşmaktadır. “Ben de istiyorum Aslı’yı hadi<br />

bakalım!” gibi cümleler kurarak meydan okumaktadır.<br />

Sertaç: Diyaloglar genelde “ne dersin abi” “yapsak mı ha!” “abi bu işin<br />

ucunda iyi para varmış öyle diolla” vb. kısa yoldan para kazanma üzerine<br />

88


kuruludur. “Abi proje var. Bilmem sıcak bakar mısın? cümlesiyle başlayan<br />

diyaloglarda sürekli bir “proje” yapma telaşı vardır.<br />

Burhan: “Ben de zengin çocuğuyum, ben de üniversite mezunuyum, ben de<br />

Nişantaşı’nda oturuyorum, beni de alsaaaza aranızaaaaa” cümlesiyle<br />

dışlanmışlığını çok açık bir biçimde ifade etmektedir. “Nişantaşı’nın zengin<br />

yakuşuklusu” cümlesiyle zenginliğe ve yakışıklılığa duyduğu özlemi dile<br />

getirmektedir. Sürekli siyasi konularla ilgilenen Burhan, “ya benim dikkatimi<br />

çeken bir konu oldu, bu ülke insanı iyice manyaklaştı haa” gibi genel<br />

konulara da yorum yapmakta ve “tutunmanın”, “kabullenilmenin ve onay<br />

görmenin” bir yolunu aramaktadır.<br />

2.3.7 Tüketim Alışkanlıkları<br />

Featherstone’a göre “mal ve hizmetlerin kullanım şekilleri” ile oluşan yaşam<br />

tarzları “bireyselliği, kendini ifade etmeyi ve uslupçu bir özbilinci çağrıştırır. Bir<br />

kimsenin bedeni, giysileri, konuşması, boş zamanı kullanması, yiyecek ve içecek<br />

tercihleri, ev, otomobil, tatil seçimleri vb.” bireyselliğin işaretleridir (2005: 140).<br />

Televizyon dizilerinde tüketim alışkanlıkları daha çok yaşam tarzı ile<br />

ilişkilendirilmiş ve belli klişelerle ifade edilmiştir. Kentlilik ve zenginlik, havuzlu<br />

villada oturmak, soyluluk konak ya da sarayda yaşamak, köylülük ya da taşralılık,<br />

gecekonduda oturmak ya da aksanlı konuşmak şeklinde sembolize edilmiştir. Durum<br />

komedilerinde ise tüketim alışkanlıkları espri konusu olabildiği gibi, kişilik<br />

özelliklerine de abartılı bir şekilde yansımıştır.<br />

Durum komedilerinde “tüketim” kavramını önce Türkiye’nin köyden kente<br />

göç aldığı ve kentlinin para sahibi tüccarlarla tanışmaya başladığı bir dönemin<br />

89


yansımalarını barındıran Kaynanalar’da sonradan görmeliğin bir sonucu olarak<br />

görürüz. Bunu kentli bir aile olan Kuruntu Ailesi izler. Kuruntu Ailesi’nde ise daha<br />

çok tutumluluğa vurgu yapılmakta, ailenin babası olan Hüsnü Kuruntu, çocuklarını<br />

sürekli tutumlu olmaya çağırmaktadır. Türkiye’nin tek katlı evlerden apartmanlara<br />

geçtiği bir dönemin yansımalarını, çatışmalarını aktaran Bizimkiler’de “tüketim”<br />

varlık-yokluk meselesi olarak ele alınmıştır. Avrupa Yakası’nda ise tüketim bugünkü<br />

anlamıyla tüketmek ve daha çok tüketmek şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Sadettin<br />

Bey’in şımarık kızı Selin’in, Koçarslanlı ailesinin varisi Şahika’nın marka<br />

düşkünlüğü, alışveriş için sabah Paris’e gidip öğleden sonra dönmesi, beğendiği bir<br />

ayakkabı ya da elbise modelinin her rengini alması, Fatoş’un tüm enerjisini ve<br />

parasını güzelliği için harcaması dizideki en belirgin tüketim ifadeleridir. Şahika’nın<br />

kıskançlık ve yarışmacı kişilikle karışık bir ruh hali içinde beğendiği bir elbiseyi<br />

mağazalardan toplatması tüketim arzusunun diziye yansıyan en çarpıcı örneğidir.<br />

Günümüz toplumunu değerlendirirken tüketim ve bolluk kavramlarına dikkati<br />

çeken Baudrillard, bu iki kavramın “insan türünün ekolojisinde bir tür temel<br />

dönüşüm oluşturduğunu” belirtmektedir. Nesnelerin, hizmetlerin, maddi malların<br />

çoğaltılmasıyla oluşturulmuş akıl almaz bir tüketim ve bolluk gerçekliği ile karşı<br />

karşıya olduğumuzun da altını çizmektedir. Baudrillard’a göre, bolluk içindeki<br />

insanlar artık, tüm zamanlarda olduğu gibi başka insanlar tarafından değil, nesneler<br />

tarafından kuşatılmıştır. Nesneler çağında, nesnelerin ritmine, onların hiç kesintisiz<br />

art arda gelişine göre yaşadığımızı belirten Baudrillard, nesnelerin sık sık<br />

değişkenliğine de dikkat çekmektedir:<br />

Geçmiş uygarlıkların tümünde dayanıklı nesneler, araçlar veya<br />

binalar kuşaklarca insandan daha uzun yaşamışken, bugün onların<br />

doğmasını, gelişmesini ve ölmesini izleyen bizleriz (2008: 16).<br />

90


Baudrillard’a göre, bugün nesnelerin çok azı onlardan söz eden bir nesneler<br />

bağlamı olmaksızın kendi başına sunulmaktadır. Bu yüzden tüketicinin nesneyle<br />

ilişkisi değişmiştir. Tüketici sağladığı özel fayda bağlamında bir nesneye değil,<br />

bütünsel anlamı bağlamında bir nesneler kümesine yönelir. Çamaşır makinesi,<br />

buzdolabı, bulaşık makinesi vb. toplu halde, her birinin alet olarak tek tek sahip<br />

olduğundan farklı bir anlama sahiptir. Vitrin, reklam, üretici firma ve burada temel<br />

rol oynayan marka parçalanmaz bir bütün, bir zincir gibi bu anlamın tutarlı kolektif<br />

vizyonunu dayatır (2008: 18).<br />

Modernizm, Otomobil Kültürü ve Reklam kitabında Aygün Cengiz, tüketimi,<br />

bir toplum yaratan toplumsal ilişki; tüketimciliği ise bir yaşam biçimi olarak<br />

tanımlamaktadır. Aygün Cengiz, toplumun satın alma ve tüketme ilişkileri etrafında<br />

örgütlendiğine dikkat çekerken bu durumun <strong>modern</strong> yaşam biçiminin evrensel<br />

mantığı olduğunu söylemekte ve toplumsal yaşamın, bireyler arasındaki ilişkilerin<br />

gelişmişlik düzeyinin, üretim ve tüketim oranlarıyla belirlenen bir durum olduğuna<br />

vurgu yapmaktadır (2009).<br />

Tüketim olgusu, toplumsal ve bireysel kimlik oluşumunun simgesel bir<br />

biçimde gerçekleştiği bir süreç haline gelmiş, tüketilenin yalnızca nesnelerin<br />

olmadığı “düşüncelerin de tüketildiği” (Bocock’tan aktaran Cengiz, 2009: 41), bir<br />

eksiklik için duyulan arzu üzerine kurulu bir süreç haline dönüşmüştür.<br />

Tüketim fikirlerin, televizyon ve reklamlardaki görüntülerin<br />

tüketilmesi anlamını içerir. Sembolik anlamlar <strong>modern</strong> tüketiciyi,<br />

giysilerini, otomobillerini, disklerini, önceden kaydedilmiş video<br />

kasetlerini ve ev eşyalarını alırken etkiler (…) Tüketim malları,<br />

insanların, kimlik duygularını, tüketim kalıpları içindeki<br />

91


sembollerin <strong>kullanımı</strong> aracılığıyla oluşturdukları yöntemin<br />

parçalarıdır (Bocock’tan aktaran Cengiz, 2009: 41).<br />

Tez çalışmasının öznesi olan “yeni orta sınıf”ın en belirgin özelliği ciddi<br />

tüketici olmaları ve en çok kullandığı mekânların “alışveriş merkezleri” olmasıdır.<br />

Alışveriş merkezleri, alışverişin “kutsandığı” <strong>modern</strong> zaman mekânlarıdır ve bugün<br />

artık neredeyse tüketimin sembolü olmuştur. Yeni bir kıyafet, pahalı bir marka,<br />

kitapçı, oyuncakçı hepsi oradadır. Yapılan alışverişlerin, <strong>geleneksel</strong> açıdan<br />

bakıldığında “olmayan komşularımıza ayıp olur” düşüncesiyle sohbet konusu<br />

yapılmaması ve yapılmasının da “ayıp” karşılanması sözkonusu iken, bugün aldığını<br />

göstermek, hava atmak çok sıradan bir hal almış, paylaşım olarak kabul edilmiş ve<br />

yaşamımızın doğal bir parçası olmuştur. Bu durum televizyon dizilerindeki<br />

karakterlere zıtlıklar temelinde yansımaktadır. Huysuz, geri kalmış, tutucu baba ya<br />

da evin büyüğü rollerindeki karakterlerin belirgin özellikleri arasında “alışverişi<br />

eleştirme” özelliğini saymak mümkündür. Bu durumun tersi de “evin şımarık kızı,<br />

işyerindeki <strong>modern</strong> kadının belirgin özelliği ise pahalı markaları tercih etmesi,<br />

modayı takip etmesi, yeni mekânlara takılması, yeni açılan alışveriş merkezinden<br />

mutlaka haberdar olması” şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Baudrillard (2008: 19),<br />

alışveriş merkezleri’ni bolluğun ve hesaplamanın sentezi olarak görmektedir.<br />

Çünkü; alışveriş merkezleri tüketim etkinliklerinin sentezlendiği<br />

mekânlardır; alışveriş, nesnelerle flört, aylak gezinti vb. alışveriş<br />

merkezleri, mal kategorilerini yan yana dizmez, göstergelerin<br />

alaşımını uygulamaktadır. Kültür merkezi alışveriş merkezinin<br />

bütünleyici parçasını oluşturmaktadır. Böylece, metaların kendileri<br />

de kültürelleşir. Bu durum yeni bir yaşam tarzı, yeni bir yaşam<br />

sanatı, günümüzün modası ve benzeri pek çok kavramla<br />

tanımlanabilmektedir. Hoş bir alışveriş yapabilmek, aynı<br />

havalandırmalı mekânda kocalar ve çocuklarla bir film seyrederken<br />

besin maddelerini, apartman ya da yazlık için gerekli nesneleri,<br />

giysileri, çiçekleri, en son çıkan romanı oracıkta tek bir seferde<br />

92


satın alabilmek, oracıkta hep birlikte yemek yiyebilmek…vb. Kafe,<br />

sinema, oditoryum, incik boncukçular, giysiler ve diğer pek çok şey<br />

alışveriş merkezindedir. Bu noktada sadece ürün satışına değil,<br />

beyinselleştirilerek sunulan alternatiflerin sonuçlarına da bakmak<br />

gerekir. Zekâ ve insan sıcaklığı taşıyan bu yeni tarza bakarken tam<br />

bir kent görmek mümkündür (2008: 20).<br />

Tüketim, çağdaş toplumun kendisi üstüne bir söz, toplumumuzun kendisiyle<br />

konuşma tarzıdır. Bir anlamda tüketim toplumumuzun tek nesnel gerçekliği tüketim<br />

fikridir. Reklam tüketim toplumunun, tüketim fikrinin zafer şarkısıdır. Yaşadığımız<br />

çağ, günlük beslenme ihtiyacının dışında prestij harcamalarının da hep birlikte<br />

“tüketmek” olarak adlandırıldığı ilk çağdır. Tüketimi, televizyon, reklamlar, kitle<br />

iletişim araçları, ünlüler, sanatçılar besliyor (Baudrillard, 2008: 256).<br />

Hayranlık ve onun gibi olma isteğinin tetiklediği bu beslenmenin doğal<br />

sonucu tüketimin artması olarak karşımıza çıkmaktadır. Son dönemlerin en çok<br />

izlenen ve tartışılan dizilerinden birisi sayabileceğimiz Aşk-ı Memnu’da Bihter<br />

karakterinin giydiği kıyafetlerin, piyasada Bihter’in adıyla satılması, dizilerde<br />

gördüğümüz tarihi konakların yeniden popüler olması, gidilen mekânların<br />

kalabalıklara boğulması bu durumun yalın bir göstergesidir. Ayrıca dizi<br />

karakterlerinin reklamlarda oynaması da bu durumun bir başka yönde genişleyen<br />

ekonomisini oluşturmaktadır. Avrupa Yakası dizisindeki (Binnur Kaya) Dilber Hala<br />

karakterinin D-Smart reklamlarında oynayarak aynı esprili yaklaşımları sergilemesi,<br />

(Beren Saat) Bihter’in dizideki seksi halini Rexona reklamlarına taşıması, Tanrıverdi<br />

ve Gülse Birsel’in Turkcell reklamlarında oynaması da bu duruma verilebilecek<br />

güncel örneklerdendir ve “popüler modayı” oluşturmaktadır.<br />

93


Baudrillard’a göre “popüler moda” başlangıçta sadece elit bir kesim için<br />

yaratılmıştı. Ancak ilerleyen süreçte moda herkesin, her kesimin olmuştur. Tüketim<br />

mallarının yeni üreticileri pazarı genişletip, malları çoğaltarak ortalama tüketiciye<br />

ulaştırmış ve pazarlamıştır. Böylece çok büyük karlar elde edilmiştir. Moda,<br />

reklamcılık ve diğer pazarlama tekniklerinin ticarileştirilmesi ortalama tüketici<br />

gruplarının oluşturulması sürecinde çok önemli rol oynamıştır (2008: 26).<br />

Tüketimdeki artış, ürün çeşitliliği ve aynılaştırmadan uzaklaşıp daha<br />

özgürlükçü yaklaşımlar Türkiye’de özellikle 1970’lerin ikinci yarısında kendini<br />

göstermiştir. Kozmetik, moda, müzik ve elektrikli ev aletleri tüketim anlayışını<br />

körükleyen alanlar olmuştur. Tunç’un ifadesiyle “kadınlar televizyon dizilerinde<br />

gördükleri saç modelleriyle kuaföre koşmuş” ya da ünlü şarkıcıları model almıştır.<br />

İyi aile kızları daha klasik ve sıradan olanı, asi ve yenilik arayışında olanlar ise<br />

yeniyi tercih etmişlerdir. Tunç, bu dönemin genel karakteristiğini özetlerken moda<br />

konusuna ve televizyon dizilerinin toplum üzerindeki yaygın etkisine de dikkat<br />

çekmiştir:<br />

Orta sınıflarda giysiler, mümkün olduğunca uzun kullanılır, her yıl<br />

gardırop yenilenmez, çoraplar onarılır, sökükler dikilir, aslında onur<br />

kırıcı olduğu bilinse de çocuklara yamalı giymenin değil, kirli<br />

giymenin, yırtık giymenin ayıp olduğu öğretilirdi. Orta sınıf için<br />

temiz ve derli toplu giyinmek önemliydi. Evlerde günlük giysi ve<br />

dışarı giysisi ayrımı vardı. Günlük giysilerin de temiz olması şarttı.<br />

Televizyon’da Pasaklı Sally adlı bir dizi yayınlanıyor, üstüne başına<br />

dikkat etmeyenlere Pasaklı Sally deniyordu. Ütüsüz giymek söz<br />

konusu bile değildi (2009:138).<br />

Orta sınıfa mensup kadınların büyük çoğunluğu ana hatlarıyla<br />

modaya uymaya dikkat ederdi. Yaşlıların, hayattan kopmuş<br />

insanların modaya uymamaları anlayışla karşılanır, yaslı, kederli<br />

insanların canlı bir moda takipçisi olmaları da tuhaf bulunurdu.<br />

Moda o yıllardan beri büyük değişimler geçirdi. Bireyselleşme ve<br />

özgürleşme moda izleyicisini böldü. Oysa o yıllarda herkesin kendi<br />

tarzını yaratması beklenmez hatta genel geçer bir moda anlayışının<br />

94


dışına fazlaca çıkılmazdı.[…] Moda bir yılda geçip gitmezdi. Birkaç<br />

yıl ana çizgiler korunur, böylece “tutumluluk” çağı insanlarının<br />

yaptırdıkları giysileri eskitecek kadar giyebilmesine zaman tanınırdı<br />

(2009: 138).<br />

Türkiye o zamanlar her markanın bulunduğu bir tüketim cenneti<br />

değildi (2009: 164) .<br />

Ancak zamanla moda sadece giyim konusunda değil, pek çok alanda kendini<br />

kolayca gösterecek zemini yakalamıştır. Modanın toplumsal hayattaki bu hakimiyeti<br />

lüks peşinde koşma noktasına taşınmıştır. McKendrick; insanların eskiden<br />

“gereksinim”lerini satın alırlarken, bugün “toplumsal rekabetin ustaca <strong>kullanımı</strong>yla”<br />

“lüks peşinde koşmaya” başladıklarını söylemektedir (McKendrick’ten aktaran<br />

Chaney, 1996: 26). Bugünün koşullarında, moda kimine göre bu lüks grubunda iken<br />

kimine göre özellikle “yeni orta sınıfın” yaşam biçiminin doğal bir parçasıdır.<br />

Avrupa Yakası’nın son sezonunda diziye giren ve kısa sürede abartılı<br />

tavırlarıyla dikkati çeken Şahika karakteri üzerinden “moda” konusu dizide sık sık<br />

işlenmiş, Kubilay karakteri ile “metroseksüel”lik gündeme getirilmiş, Fatoş’un<br />

pahalı zevkleri, Selin’in alışveriş ve marka merakı ile “moda” sürekli gündemde<br />

tutulmuştur. Avrupa Yakası’nın bir moda dergisi olduğu da dikkatlerden<br />

kaçmamalıdır.<br />

Eskinin ayrıcalıklı elitlerinin en önemli lüksü yeni orta sınıfın artık<br />

kendileri için de uygun olduğunu düşünmeye başladığı, boş<br />

zamanlar ve boş zamanları dolduran eğlencelerden alınan<br />

zevklerdi. Modernizmin ilk dönemlerinin Avrupa’sında görülen<br />

halk temsilleri ve şenlikler (bkz. Burke 1978) yavaş yavaş yerlerini<br />

ticari olarak desteklenen tiyatro, müzik, dans, spor vs.’ye bıraktı<br />

(Chaney, 1999: 26).<br />

95


Featherstone (aktaran Chaney, 1999: 35) “tüketici kültürü” ile ilgili olarak üç<br />

tip yaklaşım tanımlamaktadır. Birinci yaklaşım, tüketimciliğe kapitalist dönemin özel<br />

bir modeli ya da evresi olarak bakmaktadır. İkincisi malların <strong>kullanımı</strong> ile statünün<br />

şeklini tanımlamanın yolları arasındaki ilişkilere dayanan daha sosyolojik bir<br />

yaklaşımdır. Ve üçüncüsü, tüketici uygulamalarının yaratıcılığı yani tüketimin<br />

estetiği ile ilgilenen yaklaşımdır.<br />

Kör Ayna, Kayıp Şark’ta Gürbilek (2007), Ann Douglas’ın tüketim toplumu<br />

hakkındaki görüşlerini aktarırken, kadın-edebiyat ve tüketim arasındaki bağın altını<br />

çizmektedir:<br />

Ann Douglas, The Feminization of Amerikan Culture’da roman<br />

okumanın Amerika’nın tüketim toplumu olma yönünde köklü bir<br />

değişim geçirdiği 19. yüzyıl sonunda tüketici kadının ana<br />

simgelerinden biri olduğundan bu dönemde roman okumanın aylak<br />

kadınların ve efemineleşmiş erkeklerin işi olduğundan söz eder.<br />

Kültürün ‘kadınsılaştığı’ bir dönemdir bu. Ama bunu iki anlamıyla<br />

birlikte anlamak gerekir: Edebiyatın, bir kitle iletişim aracına<br />

dönüştüğü daha ticari bir kültürün geliştiği bu yıllar kadınların daha<br />

fazla okumaya başladığı yıllardır; kadınların edebiyata<br />

yönelmesiyle daha popüler daha hafif türlerin öne çıktığı da<br />

doğrudur ama aynı dönemde kadınlığın tanımı da yapılmış,<br />

kadınsılık bir yandan duygusallık, öbür yandan moda ve gösterişçi<br />

tüketimle sınırlanmıştır. […] Tarımın endüstrileşmesiyle de<br />

kadınların evdeki rollerinde radikal bir değişim yaşanmış, ev<br />

kadınları üretici konumdan tüketici konuma geçmişlerdir. Katı,<br />

soğuk ve duygusuz, mesafeli ve ticari kafalı erkeğe karşı<br />

duyguların alanını artık kadın temsil edecektir (35).<br />

Kadınlara o günün koşullarında tüketim bağlamında yüklenen bu misyonun<br />

fazlaca değişmediğini gözlemlemek mümkündür. Avrupa Yakası’nın bir moda<br />

dergisi olması, “<strong>modern</strong>” olarak belirlenen karakterlerin hepsinin modaya değer<br />

vermesi, eğlenmek için gittikleri mekânların prestij meselesi haline gelmesi ve<br />

özenle seçilmesi de bu anlamda dikkati çekmekte, “gösterişçi tüketim”le kadının<br />

96


kurduğu ilişkiyi yansıtmaktadır. Edebiyata da yansıyan bu durum, özellikle<br />

Tanzimattan sonra, “geleneklerimizden uzaklaşıp uzaklaşmadığımız, köklerimizden<br />

kopup kopmadığımız, değerlerimizi yitirip yitirmediğimiz” konularında da<br />

sorgulamalar yaratmıştır. Modernleşmenin bozulmaya, yozlaşmaya yol açtığı<br />

düşüncesi ile <strong>modern</strong>leşme çabalarına sıcak bakanlara Batı heveslisi, züppe vb.<br />

yakıştırmalar yapılmıştır. Doğu-Batı çatışmasına bir de “yeni dünyalar keşfetmek<br />

isteyen kahramanların yaşadığı ikilemler” eklenmiş, bu kaygılar 1980’lere dek<br />

sürmüştür (Gürbilek, 2007). 1980’lerdeki dönüşüm ve tüketimin her alanda<br />

sıcaklığını hissettirmesi, toplumun dikkatini ve algısını da farklı işlemiştir.<br />

Baudrillard için salt bir ekonomik kavram olmayan tüketim, kültürel boyutta<br />

özellikle medyalar, cinsellik ve beden açısından yansımaları olan ve bir boş zaman<br />

olgusu olarak incelenen bir kavram olmuştur (Kahraman, 2004: 87).<br />

Tüketimin beslenmesi konusunda medyanın da önemli roller üstlendiğini<br />

belirten Kahraman’a göre, medya kapitalist sistemin gereklerini yerine getirmiştir:<br />

Türkiye’nin tüketim kültürüyle tanıştığı 1980’lerde, Star-1<br />

televizyonu başta olmak üzere benzeri yayın organları; bireyi<br />

üretimden koparmak, medyanın boyunduruğu altında tutmak,<br />

kısacası, klasik kapitalist sistemin gereklerini yerine getirmek<br />

yönünde çok işlevsel olmuştur (2004: 89).<br />

Tüketim konusu “yeni kimlikler” ve “değerler” ile ilişki içerisindedir. Bu<br />

noktada “göç”ün yarattığı yeni kimlikler, kent varoşlarının yeni insanları, kentin bu<br />

hareketlilikten etkilenen “eskileri”, aidiyet ihtiyacı ile kurulan hemşeri derneklerinin<br />

yarattığı toplumsal roller, cemaatler ve dinsel söylemler “tüketim” bağlamında yeni<br />

ufuklar açmışlardır.<br />

Türkiye toplumu’nun 1980 sonrasında kendisine olan güveni artmış,<br />

toplum sivilleşmiştir. Kendine has bir dil, kendine özgü bir mimari,<br />

97


ir yaşama biçimi, bir müzik geliştirmiştir. Öte yandan popüler<br />

kültür, bütünüyle kendi haline bırakılmıştır. […] Susurluk ve<br />

benzeri güven sarsıcı olaylar ise yeni bir toplum yeni bir yurttaş<br />

bilincinin güçlenmesine aracı olmuştur. Toplum, özellikle kültürel<br />

üretiminde devletin dayatmasını gereksinmemekte, aksine onu<br />

aşmaktadır. Bu gelişmelerin yarattığı en temel sonuç <strong>modern</strong>ite’nin<br />

Türkiye’de de sonunun gelmesidir. 2000’li yıllarda “Türk kimliği”<br />

kavramı yeni bir anlam, içerik ve nitelik kazanmıştır (Kahraman,<br />

2004: 122).<br />

Türkiye’nin dönüşümünde ciddi etkileri olan “tüketim” yerli dizilerde<br />

genellikle zenginlik ve varlıkla ilişkilendirilse de geri planda kültürel-sosyolojik<br />

etkiler de görülür. “Tüketim” maddi-manevi ihtiyaçların karşılanması noktasında<br />

gelir düzeyi, kültür seviyesi, alışkanlıklarımız, tercihlerimiz, cinsiyetimiz vb. pek çok<br />

değişkene bağlı olarak sonuçlandırılır. Avrupa Yakası’nda tüketim meselesi bu<br />

değişkenlere de gönderme yapan bir bakış açısıyla ele alınmıştır. Sadece varlık-<br />

yoklukla değil aynı zamanda kültür, zevk ve beğeni ile de ilişkilendirlmiştir. Dizinin<br />

başında Yaprak’ın sanat eserlerini Aslı’nın evinde sergilemesi için gelen<br />

sanatseverlerin tükettikleri ile futbol seyretmek üzere salonun (galerinin) ortasına<br />

kurulan Volkan ve arkadaşlarının tükettikleri arasındaki uçurum bu durumun çarpıcı<br />

bir örneğidir. Ya da Burhan’ın sadece “bedava” olduğu için alkol bağımlısıyım<br />

diyerek akşam Sertaç’ın barına gitmesi ve sürekli “bedava alkol” alması ile para<br />

vermek zorunda kalınca bir anda alkol bağımlısı olmadığını hatırlaması ile Sütçüoğlu<br />

muhallebicisine gelen müşterinin para verip satın aldığı muhallebiyi tüketmesi de<br />

tüketimdeki değişkenleri ortaya koymak açısından ilginç örneklerdir. Tüketim,<br />

başlıbaşına bir şeyi para vererek almak değil, tercihlerimizi ve ihtiyaçlarımızı<br />

belirleyen kimliğimizle tamamlanan ve sonuçlanan bir eylemdir diyebiliriz.<br />

98


Avrupa Yakası dergisinin bir moda dergisi olması, başlı başına düz tüketimin<br />

beslendiği bir durum olarak karşımıza çıkmaktadır. Yeni trendler, son moda kıyafet<br />

ve ayakkabılar, yeni mekânlar ve yeni yaşam tarzları Avrupa Yakası’nın konularını<br />

dolayısıyla dizinin konularını oluşturmaktadır. Dergide yer alacak konuların seçimi<br />

bir yana, dergide çalışanların özellikle kadın karekterlerin yaşam biçimleri ve<br />

alışkanlıkları “tüketim davranışları” ve sosyo-ekonomik varlıklar açısından<br />

bakıldığında önemli bir yer tutmaktadır.<br />

Dizinin ilk sezonunda Kubilay Peynircioğlu’nun Selin’e, ilişkinin ilk<br />

evrelerinde hediye ettiği “auamarin” yüzük, Fatoş’a göre çok değerli ve pahalı iken,<br />

Selin’e göre 3000 dolardan başlayan fiyatıyla normaldir. Dizinin tüm sezonlarında<br />

yer yer farklı durum ve olaylar karşısında gördüğümüz “alış-veriş” ve “moda”<br />

yaklaşımları alım gücü ile sınırlandırılmış ve farklılaştırılmıştır. Günümüzde herkese<br />

her fırsatın kapısının -alım gücüne bağlı olarak- açılabileceğini ve insanların<br />

birbirlerini bu güce göre değerlendirdiğini, kategorize ettiklerini söylemek<br />

mümkündür. Günlük yaşantımızda gerçekte olmadığı gibi davranan, mış gibi yapan<br />

ve ileri boyutlarda kimlik bunalımı yaşayan bir profille sık sık karşılaşmak da bu<br />

durumun doğal sonucunun göstergeleridir. Dizide de benzer örnekler görülmektedir:<br />

- Burhan’ın yalıyı, alıcı gibi görmeye gitmesi,<br />

- Makbule’nin annesinin Dursun’u “nişan yemeklerini bizim muhallebici<br />

yapacak ama sen herkese beş yıldızlı otelde yaptırdılar diyeceksin” diyerek<br />

sıkıştırması,<br />

99


- Makbule’nin gündelikçi Aysel Teyze’nin diktiği nişan elbisesi için<br />

Dursun’u “soran olursa Yıldırım Mayruk’a diktirdiler diyeceksin tamam mı?”<br />

diyerek tembihlemesi,<br />

- Dergi grubunun “ikinci el” kıyafetleri ve tarzları sevmedikleri halde moda<br />

gereği sahiplenişleri<br />

189. bölümde “ikinci el” modasına oldukça geniş yer verilmiştir. Fatoş,<br />

Yaprak ve Şahika’nın bu modanın peşinde koşması tam bir “tüketim çılgınlığı”dır.<br />

Gerek fiyatı ve gerekse sevmedikleri halde aldıkları kıyafetler, üzerlerinde<br />

hissettikleri “moda baskısı” nın açıklamasıdır.<br />

Şahika’nın ikinci el modasının etkisiyle, kıyafetlerini ikinci el bir dükkândan<br />

almasının açıklaması yine bu baskıdır. Geleneksel ve taşralı bir aileden gelen<br />

Şahika’nın geldiği kültür koşullarında -her ne kadar Türkiye’nin ondördüncü zengini<br />

olsa da- ikinci el alması mümkün değilken hatta acınası ve zavallı bir durum iken,<br />

satıcının bu türü “retro vıntage” olarak pazarlaması konuya açıklık getirmektedir.<br />

Şahika’nın -karakter özellikleri düşüldüğünde de- bu alışverişi “bu ne be! Paçoz,<br />

bitli” gibi ifadelerle karşılaması beklenirken, satıcının “vintage 23 ” açıklamasından<br />

sonra durum değişmektedir. Açıklamayı memnuniyetle karşılayan Şahika “böyle<br />

söyleyince daha bir havalı oluyor” cümlesiyle yaptığı işin moda dünyasında bir yeri<br />

olduğunu öğrenerek rahatlamaktadır. Farklı algı ve kültür düzeylerinin yapılan<br />

alışverişe, tüketime yansıması noktasında Yaprak’ın aynı mekâna dergi fotoğrafları<br />

için kıyafet almaya geldiğinde, Şahika’nın denemekte olduğu elbiseyi görür görmez<br />

23 Vintage; ikinci el kıyafetlerin değerlendirilerek yeniden satışa sunulması, eski moda.<br />

100


verdiği tepkide kendini göstermektdir. Çünkü Şahika’nın sonradan görme zevki<br />

burada da ortaya çıkmıştır:<br />

— Yaprak: Şahika o üzerindeki elbiseyi hemen çıkarıyorsun.<br />

— Şahika: Neden ?<br />

— Yaprak: Çok klasik ve kişiliksiz. Şu balon etekli elbiseyi giyiyorsun<br />

altına da şu balerin ayakkabıları…<br />

— Şahika: Balerin pabuçları boyumu kısıyo yaaaa!<br />

— Yaprak: Balon etek altına balerin pabuçları giyilir kural budur.<br />

Yaprak moda konusundaki derin bilgilerini ve detayları arkadaşlarının alış-verişini<br />

yönlendirmek için kullanırken şehirli bir zevke sahip Fatoş’a da müdahale<br />

etmektedir.<br />

— Yaprak: Fatoş o elindeki takımı almayı düşünmüyorsun değil mi?<br />

— Fatoş: Düşünmüyor muyum?<br />

— Yaprak: Sen şunu alıyorsun. Çünkü senin tarzın İtalyan tarzı bu da çok<br />

ünlü bir İtalyan modacının çok ünlü bir koleksiyonunun çok değerli<br />

parçası […] Bunu giyince de topuz yap saçını.<br />

— Fatoş: Topuz mu?<br />

Yaprak, arkadaşlarının alışverişine aşırı müdahale ettiğinin farkına vararak,<br />

kendini bir açıklama yapmak zorunda hissetmiştir. Tam bir “şehirli” tam bir<br />

“İstanbullu” açıklaması yapan Yaprak, aslında -konuyla ilgili olarak- kendi varlığının<br />

açıklamasını yapmaktadır:<br />

— Lütfen, bana güvenmeniz lazım. Ben moda editörüyüm. Moda<br />

konusunda bilinçlenmeniz için çalışıyorum.<br />

101


İkinci el alışveriş, <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> karşıtlığında önemli bir noktadır. Farklı<br />

algı ve bakış açılarını karşı karşıya getirmekte, bu bakış açılarındaki değişim ve<br />

dönüşümleri sembolize etmektedir. İkinci el alışveriş, yeniden yorumlama, yeniden<br />

pazara sürülme noktasında tam bir reklam ve pazarlama başarısıdır.<br />

Dizide bu duruma da ayrı bir vurgu yapılmıştır: Yaprak, Fatoş ve Şahika<br />

ellerinde alışveriş paketleriyle giderken Sütçüoğlu Muhallebicisi’nin önünde her<br />

zamanki zengin olma ve yeni iş fikirleri üzerinde konuşmakta olan Volkan, Tacettin,<br />

Sertaç ve İzzet’le karşılaşırlar. Kızların ikinci el alışveriş yaptıklarını öğrendiklerinde<br />

Tacettin’in “bitpazarı gibi mi” sorusuna az önce öğrendiği yarım yamalak bilgiyle<br />

Şahika’dan gelen yanıt dönüşümün ifadesidir: “Retro. Ünlü tasarımcıların eski<br />

kıyafetleri.” Açıklamaya Fatoş devam eder: “Piyasadaki eski ama stil sahibi<br />

kıyafetleri toplayıp satıyorlar. Şimdi çok moda.”<br />

Volkan ve arkadaşları için durum sadece “yeni bir iş fikri”dir. Dizinin<br />

ilerleyen sahnelerinde Nişandan dolayı gardrobunu yenileyen Makbule’nin tüm<br />

kıyafetleri Volkan tarafından gizlece toplanarak satışa götürülecektir. Burada, gelir,<br />

kültür düzeyi bir yana “erkek” ve “kadın” bakış açısı da bir karşıtlık unsuru olarak<br />

karşımıza çıkmaktadır.<br />

“Tüketim” açısından bakıldığında bir başka çarpıcı bir örnekle 188. bölümde<br />

karşılaşmaktayız. Burada reklamlar aracılığıyla hayatımıza giren, ihtiyaç olarak<br />

tanımlanan, yeni eğlence ya da serbest zaman geçirme olarak formüle edilen cep<br />

telefonu ve cep telefonu üzerinden yapılan çeşitli iletişim uygulamalarının ikili<br />

ilişkilerimize de yeni bir anlayış getirdiğini görmekteyiz. Üç yıldır internet ortamında<br />

102


sürekli görüşen iki arkadaş (Tanrıverdi-Sami) kafede buluştuklarında konuşacak bir<br />

şey bulamazlar.<br />

— Tanrıverdi: O sadece sigortacı çocuk değil benim kankam… Biz bu<br />

çocukla cep telefonundan e-posta olsun, sms olsun hep bağlantıdayız…<br />

10 dakka, 15 dakka her gün bağlantımız var. Telefonla ne bileyim<br />

internet şakaları, güzel kız resimleri filan… Böyle bir dostluğumuz<br />

var. Yıllardır görüşelim görüşelim diyoruz bir türlü kısmet olmadı…<br />

Dur serseriye ben mail atayım…<br />

Hayal kırıklığı yaşayan Sami “bizim bu arkadaşlığımız sanal mıymış yani” diye<br />

sorduğunda duruma Tanrıverdi açıklık getirmektedir: Bunun face’i var, maili var<br />

[…] askerlik arkadaşlığı gibi bir şey “internet arkadaşlığı”. Tanrıverdi’nin “internet<br />

arkadaşlığı” olarak tanımladığı bu ilişki, yeni bir ilişki, yeni bir arkadaşlık<br />

anlayışının doğuşunu haber vermektedir. Tükenen diyalogların, sıcaklığın yerini<br />

“sanal ortamda geliştirilmiş bir arkadaşlık” türü, yeni bir ilişki almaktadır. Burada,<br />

son dönemde hızla güçlenen sosyal medya ağının yeni iletişim kanalı olma<br />

yönündeki ipuçları görülmektedir.<br />

Kısaca özetlemek gerekirse; Kaynanalar ile başlayan ve bugüne dek uzanan<br />

çizgide, durum komedilerinin karakter ayrıştırması ilk yıllarda daha net sınırlarla<br />

yapılabilmiştir. Takip eden yıllarda netlik bozulmuş, karakterler çeşitlenmiş, renkli<br />

karakterler iç içe geçen özellikleri ile dizilerde yer almıştır.<br />

İlk örneklerde zengin-fakir, iyi-kötü, güzel-çirkin, mutlu-mutsuz şeklinde<br />

daha net konabilen çatışma unsurları, özellikle son dönem durum komedilerinde<br />

şehirli-bilgili, şehirli-az bilgili, şehirli-varlıklı, bilgisiz, şehirli, orta halli-bilgili,<br />

taşralı-teknolojiden uzak, gecekondulu-teknolojiye hakim vb. şeklinde geniş bir<br />

yelpazede yaratılmış, farklı türlerde kimlik kurguları yapılabilmiştir.<br />

103


90’lardan sonra dikkatleri çeken “yenilik”çi yaklaşımlar önceleri sadece<br />

karakter, mekân gibi standart alanlarda gözlenirken, teknolojinin gelişmesi,<br />

ucuzlaması ile program formatlarına ve farklı iletişim mecralarına da yansımıştır.<br />

Dizilerin kendilerine ait web sayfalarının yapılması, izleyici ile bu sayfalar üzerinden<br />

sürekli iletişim kurulması, oyuncuların bu sayfalardaki programlar aracılığıyla<br />

oylanması popüler bir anlatı olan durum komedilerin yenilikçi yöntemlerle tüketime<br />

katkıda bulunmasına imkân sağlamaktadır. Dizilerin satınalınabilmesi ya da herhangi<br />

bir dizi promosyonunun sipariş edilebilmesi de tüketime katkı olarak yorumlanabilir.<br />

Yeni iletişim mecraları toplumun <strong>geleneksel</strong> bazı alışkanlıklarını da<br />

etkilemiştir. Bu noktada “ailecek oturup televizyon seyretme” alışkanlığının<br />

bireyselleştiğini söylemek mümkündür. Bugün artık, “genç” ya da bilgisayar<br />

okuryazarı bir hedef kitle, sevdiği karakteri internetten oylamakta, görüş ve<br />

yorumlarını yazabilmekte, dizide gördüğü kıyafetleri internetten sipariş etmektedir.<br />

Dizi oyuncularının çoğu zaman dizide canlandırdığı karakterle televizyon<br />

reklamlarına çıkması ise, dizide yaratılan “değer”in yeniden sunulmasıdır.<br />

Son dönemlerde yapılan durum komedilerinin içeriklerine bakıldığında genç<br />

bir jargonun kullanıldığı, genç bir kitlenin ilgisini çekebilecek içeriklere yer<br />

verildiği, özel hayat ve tercihler noktasına kaydığı görülmektedir. Bu noktada, durum<br />

komedilerinin, tüketici bir kitle ile bağ kurduğunu ve “tüketim”i desteklediğini<br />

söyleyebiliriz.<br />

Televizyonda, komedi programları arasında son dönemde Çok Güzel<br />

Hareketler Bunlar, Komedi Dükkânı gibi özgün yeni formatlar da görmek<br />

mümkündür. Özellikle gençler tarafından ilgi gören bu formatlar doğaçlama<br />

104


yeteneğine dayalı sahne performansları üzerine kurulmuştur. Bu yeni formatlar kendi<br />

yeni yıldızlarını, kendi jargonunu ve fan sayfalarını da oluşturmuştur. Facebook,<br />

Youtube gibi sosyal medya paylaşımlarının bulunduğu bu programların, kendine ait<br />

web sayfası üzerinden aktif olarak sürekli izleyicilerle iletişim halinde<br />

olunabilmektedir. Sosyal medya, bireylere, kendilerini sanal ortamda ifade edebilme,<br />

düşündüklerini özgürce yazabilme, herhangi bir içeriğin aynı anda ve üstelik çok kısa<br />

süre içinde trend belirleme gibi işlevsel bir paylaşım alanı yaratmıştır.<br />

2.3.8 Karakter Karşıtlıkları<br />

Mutlu’ya göre, “komedi, denetlenmesi, evcilleştirilmesi en zor dramatik<br />

türlerden biridir” ve “televizyon, komediyi, <strong>geleneksel</strong>cilik ve değişmeye karşıtlık<br />

değerlerini eksenine alan anlam haritalarıyla formüle edebilmiştir” (1991: 288) .<br />

Mutlu, Berman’ın öne sürdüğü gibi “televizyon durum komedilerinin özsel<br />

güldürü unsurunu, toplumsal değişme ile gelenek arasındaki çatışma<br />

oluşturmaktadır” (1991: 288) derken toplumun ortak kabul etme sınırları içine alınan<br />

yeniliklerin çoğu kez bu türün anlatılarıyla ekrana getirildiğine de dikkat<br />

çekmektedir. Geleneksel-<strong>modern</strong> karşıtlığı türün genel özellikleri içinde yer alan bir<br />

anlatı meselesidir ve “<strong>geleneksel</strong> değerlerce uyumlu bir biçimde kurulmuş dünyaya<br />

ilişkin anlamları özendirecek formel özelliklerle kurulmaktadır” (Mutlu, 1991: 289).<br />

Gelenekseli yükselten bu anlatı metinleri içinde, özellikle Türkiye’deki ilk<br />

durum komedisi örneklerine bakıldığında, karakterlerin güçlü yönlerinin abartılarak<br />

“gülmece” yaratıldığını gözlemlemek mümkündür. Karakterin güçlü yanı genellikle<br />

sahip olduğu kişilik özelliği üzerinden seçilmekte ve işlenmektedir.<br />

105


Günümüz koşullarında bireyin birden fazla kimliği, günlük hayatta üstlendiği<br />

pek çok rolü olduğunu gözlemlemek mümkündür. “The Question of Culturel<br />

Identity” (“Kültürel Kimlik Meselesi”, 1992) adlı makalesinde (multiple identity)<br />

“çoklu kimlik” kavramını ele alan Stuart Hall, aydınlanma, sosyolojik ve post<strong>modern</strong><br />

olmak üzere üç tür “özne”nin varolduğunu, yani kimliğin üç açıdan<br />

incelenebileceğini öne sürmektedir. (The enlightenment subject) “Aydınlanma<br />

öznesi”, mantık, bilgi ve bilinç çerçevesinde hareket etmekte ve bu öznede kimlik,<br />

kişiliğin merkezine oturmaktadır: Yani bir insanın çekirdek kimliği doğuştan gelir,<br />

zaman içinde gelişir ama özünde değişmez. “Sosyolojik özne” (the sociological<br />

subject) nin çekirdek kimliği ise; kendi akıl, bilgi, görgü ve değer yargılarıyla değil,<br />

parçası olduğu “kültür”le ilişkilidir ve diğer insanlarla olan ilişkileri sonucu oluşur.<br />

“Post<strong>modern</strong> özne” (the post<strong>modern</strong> subject) ise çoklu kimlik kuramına dayanır.<br />

Buna göre, insan içinde birbirinden farklı, kimi zaman birbirine zıt birden fazla<br />

kimliği barındırır (Hall’dan aktaran Satılmış, 2009: 338-339).<br />

Birey, kendisini özdeşleştirdiği kimlik tanımlamalarını duruma ve konuma<br />

göre sürekli değiştirmektedir.<br />

Hayatın getirdiği karmaşa ve bireyin günlük hayatında farklı rolleri<br />

(“apartman sakini,” “arkadaş,” “çalışan,” “ebeveyn,” “eş,”<br />

“tüketici,” “yönetici” vs.) oynaması gerekliliği, pek çok “kişilik”i<br />

olduğu kadar “kimlik”i de beraberinde getirmektedir. Bu tür<br />

kimlikler dört ana alt kimlik olarak sınıflandırılabilir: Bireyin<br />

kendisini, ailesi; yaşadığı coğrafya (bölge, kent, yer); ait olduğu ırk<br />

ya da etnik köken ve inandığı dinle tanımladığı kimlikler (Satılmış,<br />

2009: 337).<br />

Avrupa Yakası’nda karşımıza çıkan karakterlerin de bu çerçevede olaylara ve<br />

konulara göre farklı kimlikleri sahiplendiğini ve ön plana çıkardığını ya da<br />

106


gizlediğini görmek mümkündür. Ancak bu çalışmada sözü edilen “kimlik kurguları”<br />

daha önce yapılmış çalışmalar ve kimlik tanımlarının yanı sıra <strong>modern</strong> hayatın<br />

koşuşturması ve karmaşası içinde oluşan yeni dinamikleri de barındırmaktadır. Bu<br />

çerçevede yeni tanımlamalar yapmak ya da tanımlamalara ipucu olabilecek noktalara<br />

dikkat çekmek gerekmektedir. Avrupa Yakası, karakterleri gerek üstlendiği roller,<br />

gerek toplumsal statüleri ve gerekse arada kalmışlık meselesi nedeniyle kimi zaman<br />

birbiriyle çelişen, kimi zaman zıtlıkların uyumuyla komik bir hal alan zengin bir<br />

yelpaze sunmaktadır.<br />

Dizi, karakter zenginliği bir yana anlatı yapısında da “<strong>geleneksel</strong>”in değil<br />

<strong>modern</strong>in kutsanması anlamında da farklılık yaratmayı başarmıştır. Avrupa Yakası,<br />

kentli-taşralı, <strong>modern</strong>-<strong>geleneksel</strong>, <strong>geleneksel</strong>-taşralı, <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong>, <strong>modern</strong> gibi<br />

farklılaştırılmış ve bütünleştirilmiş değerlerle yeni tipleme yaratma şansı<br />

yakalamıştır.<br />

Yaşam tarzı ile somutlaşan bu değerlerin kişinin alış-veriş yapabilme<br />

kabiliyeti, çevre etkisi, üstlendiği rol ya da roller, yetiştiği ortam vb. değişkenlerle<br />

şekillendiğini söylemek mümkündür.<br />

Avrupa Yakası genel olarak, öteden beri kentte yaşayan ve kent değerlerini<br />

bilen, kente sonradan taşınmış ama kent değerlerinden yoksun ve öteden beri kentte<br />

yaşayan ama kent değerlerini benimsemeyen bir dizi “kentlilik” çizgisi etrafında<br />

şekillenmiştir.<br />

Dizinin temel karakterleri arasında daha belirgin bir şekilde görülen kentlilik<br />

çizgisi, kentli ve kentli olmaya çalışan şeklindeki temel karşıtlıktan beslenmektedir.<br />

İstanbul’un ünlü Sütçüoğlu Muhallebicisi’nin sahibi, sakin ve kendi halinde<br />

107


emeklilik hayatı süren Tahsin Bey, gelenek ve göreneklerine bağlı, aile değerlerine<br />

önem veren, görmüş geçirmiş bir kentli olarak, çocuklarını da kent değerlerine göre<br />

yetiştirmiştir. Dizinin son sezonunda ağırlık kazanan ana karakteri Dilber Hala da<br />

geleneklerine bağlı, varlıklı bir ailenin taşra temsilcisidir. Tahsin Bey kentli-<br />

<strong>geleneksel</strong> bir çizgide dururken Dilber Hala taşralı-<strong>geleneksel</strong> bir çizginin<br />

temsilcisidir. Usul, adap bilen, iki çocuğunu da savurganlık, sorumsuzluk ve gereksiz<br />

harcama alışkanlıkları nedeniyle eleştiren İstanbul beyefendisi Tahsin Bey’in<br />

karşısında, gücünü istediğini elde etmek amacıyla kullanan Dilber Hala karakteri<br />

vardır. Her iki karakter arasındaki ahlak anlayışı farklılığı da dikkat çekmektedir.<br />

Sık sık “ben namusun kitabını yazmış, duvara asmışım, arada imza günleri<br />

düzenliyorum” diyerek ne kadar namuslu bir kadın olduğuna vurgu yapan Dilber<br />

Hala, eski aşığı Azim karşısında farklılaşmaktadır. Yanında çalışan Nilay’a<br />

televizyonu emanet ederken “öpüşmeli bölümler çıkarsa bakma kanalı değiştir”<br />

uyarısında bulunan, Bülent Onaran’ı rahat tavırları ve açıklığı nedeniyle “arsız”<br />

“fırıldak” ilan eden Dilber Hala, (175. bölüm), Azim’i görünce konum<br />

değiştirmektedir (178. bölüm). Dizideki genç kızları ilişkilerinden dolayı eleştiren<br />

Dilber Hala’nın kendisi bu durum karşısında eleştiri konusu olacak davranışlarda<br />

bulunmaktadır.<br />

Dilber Hala, Azim’i “Beyefendi Adana’dan akrabam” diye tanıtmaktadır.<br />

Azim ile Dilber birbirlerine kur yapıp karşılıklı atışmaktadır:<br />

— Azim: 20, 25, 32 yaşlarında pambik işçisi, mart sıpası, çulsuz, anası<br />

sarımsak, babası soğan dediler vermediler. Bak Adana’da kendi<br />

fabrikamı kurdum. Tekstil işiyle uğraşıyorum. Her şeyim var. Ama bir<br />

Dilber’im yok. […] Arpayı biçemedim su soğuk içemedim ben<br />

kendimden geçtim de bu yardan geçemedim.<br />

108


— Dilber: Kapı dibinde testi, kemer belimi kesti, hiçbir derdim yok iken,<br />

yarim belimi kesti…<br />

— Azim: 6 karı boşadım hiçbiriyle mesut olamadım. Seni almadan hiçbir<br />

yere gitmem.<br />

Azim’in gizlice Dilber Hala’yı ziyarete gelmesi, evinde kalması ve bunu<br />

gizlemek için çevreye türlü yalanların söylenmesi Dilber Hala’yı eleştiri konusu<br />

yapmakta ve kendisiyle çelişir bir hale getirmektedir. Dilber Hala kendi içinde bir<br />

çatışma yaşamaktadır. “Soykası batasıca, defol giiiiit. Gözüm görmesin seni” vb.<br />

cümlelerle Dilber Hala, Azim’i kendinden uzaklaştırmaya çalışmakta, bir yandan da<br />

“terledim vallaha!” sözleriyle bu ilişkiyi hala unutamadığını açığa vermektedir.<br />

Dilber Hala gibi aşırı gelenekçi ve namuslu bir kadın için bir yanda<br />

yaşanamamış bir gençlik aşkı ve onu yaşayacak fırsat, diğer yanda konu-komşuya<br />

karşı ne deneceği meselesi bulunmaktadır. Bu durum sadece Dilber Hala’nın kendi iç<br />

çelişkileri değil, aynı zamanda <strong>geleneksel</strong> olanın ahlak anlayışını da ortaya<br />

koymakta, gizlilik altında gayri meşru bir ilişkinin yaşanabilmesi gibi ciddi bir<br />

çatışmayı da içinde barındırmaktadır. Bu durum dizide <strong>geleneksel</strong>in, taşralının iç<br />

çatışması ya da zayıf yönü olarak da değerlendirilebilmektdir.<br />

Dizinin ilerleyen bölümlerinde Dilber Hala’nın, Tahsin Bey’e iltifatlar<br />

yağdırması ve onu beğendiğini ifade eden cümleler sarfetmesi karşısında Tahsin<br />

Bey’in utangaçlığı ve duyduğu rahatsızlık da ahlakçı davranış noktasında dikkate<br />

değerdir.<br />

Özellikle birinci sezonda dizide ağırlıklı rolü olan İffet Sütçüoğlu ise ana<br />

karakterler arasında kentli-<strong>geleneksel</strong> bir çizgide durmaktadır. Bakımlı, evine bağlı,<br />

becerikli, düzenli, <strong>geleneksel</strong> değerlere sahip bir ev hanımı olan İffet Hanım (İfot),<br />

109


naif bir kadındır. Dilber Hala’nın etrafındaki insanları yönlendirme ve yönetme<br />

konusundaki otoriter tavrı, İffet Hanım’da görülmemektedir. İffet Hanım, daha çok<br />

evi ve evi halkı ile ilgilenmektedir. Misafirlerin ağırlanması ve evin genel düzeninin<br />

sağlanması önceliğiyle alışveriş yapmakta, hem kendinin hem evin görünümüne<br />

önem vermektedir. Evin bütün düzeninden sorumlu İffet Hanım, kent değerlerini<br />

sahiplenmiş eski bir İstanbul hanımefendisidir. İffet Hanım, 18 yaşında evlenmiş ve<br />

evin tüm sorumluluğunu üstlenmiştir biraz da bu nedenle Aslı’nın 33 yaşında hala<br />

evlenmemiş olmasına üzülmekte ve evlilik için geç kaldığını sık sık dile<br />

getirmektedir. Hiç çalışma yaşamına girmemiş olan İffet Hanım, bu konuda herhangi<br />

bir çaba göstermemiş, kadının evde oturup çocuklarına bakmasını, ailenin düzenini<br />

sağlamasını başlıca görev kabul etmiştir. Çalışan kadın olmadığı hatta hiç çalışma<br />

yaşamına girmediği için eleştirilmiş ve bu durumdan rahatsızlık duymuştur. Beşinci<br />

bölümde Tahsin Bey’in;<br />

— İfo’cum, öyle deme. O piyasaya girmek kolay mı zannediyorsun. Senin<br />

o işlere aklın ermez. Hayatın boyunca çalışmadın ki<br />

ya da<br />

— Hayır iş hayatını bilmezsin anacım. Para kazanmak kolay mı? Elinin<br />

hamuru ile bu işlere karışma. Kadın malı kapı mandalı<br />

cümlelerinin yanısıra Aslı’nın;<br />

— Annecim ama sen de hayatında bir işe girip para kazandın mı?<br />

Kazanmadın. Ekmek aslanın ağzında.<br />

cümleleriyle getirdiği eleştiriler İfot’un kendini “gene ikinci sınıf vatandaş oldum”<br />

şeklinde ifade etmesine neden olmaktadır. Ancak, günün birinde Azamet Yenge’nin<br />

eve gelip kendi parasını kazanma çabaları hatta kendisine söylediği “genel müdür”<br />

110


olma fikri hoşuna gitmiştir. Bu durum kadının yerinin ve pozisyonunun sorgulandığı<br />

bir dönemin işaretidir.<br />

Dizinin anne, baba ya da aile büyüğü kategorisinde <strong>geleneksel</strong> davranış<br />

biçimini benimsemeyen özgün haliyle Bülent Onaran, Tahsin ve Dilber Hala’dan bu<br />

noktada ayrılmakta ve kentli-<strong>modern</strong> bir çizgide durmaktadır. Bülent Onaran dizinin<br />

kendi içinde en tutarlı karakterlerinden biridir. Emekli bir hariciyeci olan ve varlıklı-<br />

iyi bir aileden gelen Onaran, alışık olduğumuz bir baba figürü değildir. Kendine,<br />

kıyafetine, yediğine içtiğine son derece düşkün, bilinçli ve zevkleri gelişmiş, görmüş-<br />

geçirmiş bir beyefendidir. Yurtdışında çeşitli ülkelerde görev yapmasının da getirdiği<br />

avantajlarla farklı kültürleri tanımaktadır. Dünyanın neresinde ne yenir, ne içilir<br />

hangi ülkenin özelliği nedir vb. konularda görgü-bilgi sahibidir. Bülent Onaran’ın en<br />

büyük zaafı kadınlardır. Dizide bu özelliği ile dikkati çeken hatta oğlunun (Cem)<br />

mazbut hayatına karşın hareketli bir yaşamı olan orta yaş üzeri bir çapkındır. Mesleği<br />

ve üstün zevkleri ile snob olması beklenen Bülent Onaran’ın insanlarla kolay iletişim<br />

kurduğu, hayatı dalgaya aldığı, sohbeti-muhabbeti sevdiği görülmektedir. Dilber<br />

Hala ile taban tabana zıt olmalarına rağmen yine de bir ilişki geliştirebilmiştir. Esprili<br />

bir dille takılma, Dilber Hala’nın utanacağı türden cümlelerle üzerine gitme gibi<br />

farklı bir iletişim yöntemi benimsemiştir.<br />

Bülent Onaran ile Dilber Hala’nın dostlukları, <strong>modern</strong> ile <strong>geleneksel</strong>in, taşra<br />

ile kentin, tabu ile özgür fikrin buluşması, bir çeşit ahengi ya da karşılıklı “anlayış”la<br />

ortak bir dil geliştirmenin mümkün olduğu vurgusunun temsilcisidir. Her iki<br />

karakterin kırılma noktaları bu zıtlıkların buluşma noktası olarak karşımıza<br />

çıkmaktadır. Bu durum Osman ile Aslı’nın zıt karakter ve yaşam tercihlerine rağmen<br />

bir arada olabilirliği ile de desteklenmektedir.<br />

111


Dizinin altı sezon boyunca taşıyıcı oyuncularından Volkan ve Aslı ise şehirde<br />

ve aynı koşullarda yetişmiş olmalarına rağmen benimsedikleri ve sahiplendikleri<br />

değerler anlamında <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> karşıtlığına ve öteki olma durumuna iyi bir<br />

örnektir. Gelenekçi ve statükocu Volkan Sütçüoğlu, tipik bir Doğulu karakteri<br />

canlandırırken, <strong>geleneksel</strong> tavır ve davranış kalıplarına karşı tepkili Aslı Sütçüoğlu<br />

ise <strong>modern</strong> ve kentli bir kadındır. İyi eğitimli, bakımlı, ekonomik özgürlüğü olan,<br />

kariyer sahibi Aslı’ya karşılık Volkan üniversiteyi bitirememiş, arayışları olan<br />

biridir. Aslı ile Volkan arasındaki karşıtlık durumu dış görünüşlerine de yansımıştır.<br />

Aslı sarısışın ve Volkan’ın deyimiyle sıska iken, Volkan obez ve esmerdir. Volkan<br />

arabesk-fantezi müzik dinlerken, Aslı arabesk müzikten nefret eder. Aslı’nın tüketim<br />

tercihleri de oldukça seçici ve <strong>modern</strong>dir. Kaliteli yerlerde yemek, kaliteli giyinmek<br />

Aslı için önemlidir. Prestijli işlere imza atmak isteyen Aslı’ya karşılık Volkan’ın en<br />

büyük hayali kaset yapıp, köşeyi dönmektir. Volkan’ın sık sık en yakın arkadaşı<br />

Sertaç’ın proje fikirleri nedeniyle başı belaya girmektedir. Ara ara isyan eden<br />

Volkan, kendi kararlarını vermekten ve tek başına ayakta durmaktan acizdir. Aile<br />

baskısından kurtulamamış, hala aile desteğine ihtiyaç duymaktadır. Volkan,<br />

büyümek ve sorumluluk almak istememekte hatta 179. bölüm’de, sorumluluk almak<br />

yerine “evin oğlu” olmayı tercih ettiğini söylemektedir:<br />

— Geç geldiğimde birileri fırça atsın, içki içtiğim zaman başıma<br />

kalksınlar, getirdiğim kızlara birileri laf soksun ben evin oğlu olmak<br />

istiyorum. […] Ben bunları istiyorum yaaaa.<br />

Selin, Yaprak ve Şahika olmak üzere üçü de birbirinden farklı kadınlarla<br />

beraber olan Volkan, üçüyle de evlenip-yuva kurmayı hayal etmiş ancak hiçbiri onun<br />

hayal ettiği “evinin kadını” olamamıştır. Benzer bir hayalle peşinden gittiği kadın ise<br />

112


“dansöz” çıkmıştır. Volkan’ın hayalinin dizi boyunca gerçekleşememesi üstü örtük<br />

bir şekilde “evinin kadını, çocuklarının anası olacak bir kadın modeli, günümüz<br />

dünyasında gerçekçi değildir” mesajını da vermektedir.<br />

Volkan karakteri de bütününe bakıldığında “bölünmüş kimlik” örneği<br />

olabilmektedir. Volkan, geldiği kültür ve aile terbiyesi, kent değerleri ile arkadaşlık<br />

ettiği kişiler ve onların geldiği kültürlerin etkileri arasında sıkışıp kalmıştır. İyi bir<br />

ailede, kent değerleri ile büyümüş Volkan, arabesk-fantezi müzik dinlemektedir.<br />

Volkan’ın çelişkileri bunlarla da kalmamaktadır. Volkan bir yandan terbiyeli-temiz<br />

bir aile kızıyla evlilik hayali kurarken, diğer yandan Şahika, Yaprak, Selin gibi havalı<br />

kızlarla beraber olmaktadır. Ünlü olmak, kaset yapmak, para kazanmak isterken,<br />

babasından devraldığı aile muhallebicisini işletmektedir. Volkan asıl çelişkiyi<br />

muhallebiciyi sevmesine, arkadaşları ile orada sade, sıcak bir hayat sürmesine<br />

rağmen oradan kurtulmanın yollarını arama noktasında yaşamaktadır. Benzer bir<br />

sıkışmışlık duygusu, kız arkadaşlarıyla olan ilişkilerinde de gözlenmektedir. 177.<br />

bölümde Makbule’ye bağıran Burhan’a karşı, Makbule’yi savunurken söylediği<br />

sözler Volkan’ın ilişkiler konusundaki görüşlerinin özeti gibidir:<br />

— Bağırma lan Makbule ablaya. Bu zamanda böyle helal süt emmiş kız<br />

bulmak kolay mı? Bi bak ya. Sevgilisine bağlı, duygusal, sevecen,<br />

neşeli, esprili, insan be! Etrafındaki kızlara bi bak Burhan. Valla<br />

adamın göğsünü açıp ciğerini çıkarırlar.<br />

Doğu-Batı değerleri arasında, İstanbul’un yeni dinamikleri içinde, şöhret<br />

olmaya, düzen tutturmaya çalışan Volkan, toplumun alışık olduğu bir ahlak ve ilişki<br />

anlayışına sahiptir.<br />

113


Volkan’ın zıt özelliklerine sahip Aslı ile yaşadığı çatışma, dizinin temel<br />

çatışmalarından biri olsa da sıkışmışlık ve arada kalmışlık noktasında<br />

buluşmaktadırlar. Volkan’ın yaşadığı çelişkilerin bir benzerini Aslı’da yaşamaktadır.<br />

Aslı’nın -zaman zaman espri konusu olan- Cem ve Osman gibi birbirine taban tabana<br />

zıt iki karakterle beraber olması, arada kalmışlığın bir sembolüdür. Modernden yana<br />

tercih kullanan Aslı’nın <strong>geleneksel</strong> olana da istemese de boyun eğdiği durumlar<br />

dikkati çekmektedir. Aslı bir yandan evden çıkmak için ailesinden izin almaya<br />

çalışmakta -hatta gizli gizli evden kaçıp eğlenceye gider- diğer yandan <strong>modern</strong>,<br />

ekonomik özgürlüğü olan kadın kimliğiyle, <strong>geleneksel</strong> değerlere isyan etmektedir.<br />

Bu anlamda, güçlü kadın kimliğine rağmen, dizinin en tipik, en vurucu “arada<br />

kalmışlığı-sıkışmışlığı” en iyi temsil eden karakteri Aslı’dır. Ailenin değişen<br />

yapısına da tepki gösteren Aslı, aslında üstlendiği sorumluluk karşısında ne<br />

yapacağını bilmez bir halde içine düştüğü bunalımı 179. bölüm’de Volkan’la yaptığı<br />

bir konuşmada özetlemektedir:<br />

[…] Güzel. 3 gün öncesine kadar annesi babası tesadüfen şehir<br />

dışına gitmiş, burada böyle özgürlüğün tadını çıkaran evin genç<br />

kızıydım. Şimdi ne olduğumu bilmiyorum. Saçma sapan bir şey<br />

oldum. Başımızda büyükler olmadığı için evin genç kızı değilim,<br />

dışarıda çalışıp kendi evini tutmuş kendi parasını kazanan iş kadını<br />

değilim, evinin yerini bilen güzel ev kadını, evli bir kadın değilim.<br />

Neyim ben ya? Böyle havada sallanan bi’şey oldum. Ben biz<br />

napıyoruz şimdi burada böyle? Napıyoruz? Aynı evde dört kişi. […]<br />

Neyiz biz aile miyiz? Aile şöyle bi şey değil midir: İki tane büyük<br />

daha sıkıcı daha yaşlı kural koyucu insan, iki tane de böyle zıpır<br />

kuralları yıkmaya çalışan, aile böyle bir şey değil midir? Biz neyiz<br />

şimdi? Dört tane 30 yaşlarında bir miktar zıpır bir miktar sıkıcı. […]<br />

Böyle bir aile evin içinde. Neyiz biz ya na’pıyoruz burada?<br />

Aslı’nın bu isyanında genç kızlık, çalışan kadın, ev kadını olmak üzere<br />

“kadınlık durumu” ve “aile” kavramının Aslı’nın kafasındaki tanımı yer almaktadır.<br />

114


Geleneksel-<strong>modern</strong> karşıtlığında diğeri için öteki olan iki karakter Osman<br />

Koçarslanlı ile Cem Onaran’dır. Birbirine taban tabana zıt bu iki karakterin tek ortak<br />

noktası Aslı ile olan beraberlikleridir. Osman Koçarslanlı, gelenekçi bakış açısıyla<br />

Volkan’ın daha kolay benimsediği ve anlaştığı biridir. Osman, Adanalı bir ailenin<br />

temsilcisidir. Taşra sermayesi ve onun yarattığı değerlerin taşıyıcısıdır. Osman<br />

Koçarslanlı, Anadolu sermayesi ile büyümüş ve işlerini İstanbul’a taşıyarak<br />

Türkiye’nin ondördüncü zengini olmuş bir ailenin oğludur.<br />

Osman, iyi eğitimli, şehir adabını bilen bir işadamı olmasına rağmen<br />

sahiplendiği ve temsil ettiği değerler açısından bakıldığında <strong>geleneksel</strong>dir. Cem ise,<br />

iyi okullarda okumuş, belli standartlarda yetişmiş, beğeni düzeyi yüksek, kibar, zarif<br />

biri ve dış görünüşe önem verir. Geleneksel yaklaşımlara uzak, iyi niyetli bir kent<br />

beyefendisi olan Cem, zevkleri ve dünyayı algılama biçimi ile gerçek anlamda bir<br />

kentlidir. Aslı için ideal bir sevgili hatta ideal bir koca adayıdır. Ancak Cem’in<br />

zerafeti ve yaklaşımları Volkan’a uzaktır ve yapmacık gelir. Volkan, cebinde sürekli<br />

silah taşıyan Osman’a bile kendini daha yakın hissetmektedir. Osman’ın silah<br />

taşıması ve dizide ara sıra sözü edilen mafya durumu, zaman zaman espri konusu<br />

olmaktadır. Osman, kimi zaman “Sicilyalı” dır kimi zaman “Polat Alemdar”. İçkisi,<br />

kumarı ve biraz da hovardalığı vardır. Futbol merakı, sanatın herhangi bir alanıyla<br />

ilgilenmemesi, kadına bakış açısı ile tam bir “erkek adam” dır. Osman kent yaşamını<br />

bilmesine rağmen ideal anlamda kentin gerektirdiklerini değil, kentin arka<br />

sokaklarının gerektirdiklerini sahiplenmiştir. Bu yanıyla bakıldığında Osman da<br />

dizinin arada kalmış karakterlerinden biridir.<br />

115


Cem karakteri üzerinden Cem-Cem’in babası, Cem-Osman, Cem-Volkan ve<br />

Cem-Aslı arasında pek çok farklı çatışma noktaları yaratılmıştır. Dizinin en uyumlu<br />

ve kentli karakterlerinden biri olan Cem üzerinden bu kadar çatışmanın yaratılmış<br />

olması da dikkate değerdir. Ancak burada Bülent Bey’in çapkınlığı ile Cem’in kendi<br />

halindeliği, Osman’ın kaba-gelenekçi-tutuculuğu ile Cem’in <strong>modern</strong>, kibar yanı<br />

çatışmaktadır. Volkan’ın dünya görüşü, zevkleri, tutucu ve baskıcı tavrı ile Cem’in<br />

naifliği ikinci bir çatışma alanıdır. İdeal olanın Cem olduğu noktasında<br />

buluşulmaktadır. Aslı’nın Cem ile olan çatışması ise kadın-erkek ilişkilerindeki<br />

çatışmadır. Hatta Aslı’yı Osman’dan kıskanma noktasında erkeklik duyguları ağır<br />

basarak kaba kuvvete bile başvuracak noktaya gelebilmektedir.<br />

Karakterlerin çoğunda görülen çatışma, Cem de görülmez. Cem’in duruşu,<br />

eğitimi, hayata bakışı ve yaşam tarzı kendi içinde oldukça tutarlıdır. Kendi içinde<br />

tutarlı ve gerçek anlamda şehirli bir kadın olan Fatoş ise dizinin en özgün<br />

karakterlerinden biridir. 40’lı yaşlarda, seksi görünümlü, kariyer sahibi, bağımsız bir<br />

kadın olan Fatoş, yalnız yaşamaktadır. Hayatın çeşitli renklerini ve yönlerini<br />

yaşamayı seven, rahatına düşkün renkli bir karakterdir.<br />

Dizide sürekli ayna karşısında kendine bakan, makyajını, süsünü kontrol eden<br />

bir kadın olarak sunulan Fatoş’un zekâsına ve yaptığı işe dair gerçek mesaj, Aslı<br />

üzerinden verilmektedir. Aslı’nın Fatoş’un yaptığı işe hakkını verememesi ve<br />

Fatoş’un kolay görünen zor bir işi sorunsuzca yürütmesi aslında Fatoş’un çizdiği<br />

imajın bizi yanılttığı yönündedir. Fatoş’un ameliyat olması ve yerine dizinin “zeki-<br />

akıllı” kadını olarak lanse edilen Aslı’nın bakması izleyici açısından iki beklentiyi<br />

süprizle sonlandırmıştır: İzleyici Aslı’nın yaşadığı bu deneyimde, Fatoş’un, sadece<br />

aynaya bakmadığını, dergide olan biteni süzgecinden geçirerek, patrona çalışanı,<br />

116


çalışana patronu -üstelik birbirlerine cephe almadan ve sonuca dönük olarak-<br />

koruduğunu, her iki taraf arasında denge kurduğunu fark etmiştir. Üstelik bunu<br />

yaparken, bir yandan ekibi çalıştırmakta, bir yandan onlara arkadaşlık etmektedir. Bu<br />

noktada günlük hayatta da karşımıza çıkan çoğu zaman bilinip bilinmeden eleştirilen<br />

benzer kadınlara bir övgü ve hakkını teslim etme durumu göze çarpmaktadır.<br />

Fatoş, serbestliği, görmüş geçirmişliği, üst düzey tanıdıklardan oluşan<br />

çevresi, kendine özeni, yeniliklerin takipçisi olması gibi Batılı pek çok özelliği ile<br />

tam bir Nişantaşı kadını olarak resmedilmektedir. Fatoş, cinsellik konusunda da rahat<br />

davranan, istediği ilişkiyi serbestçe yaşayan bir kadın olarak, iş yaşamının yanında,<br />

hayatın diğer alanlarında da başarılı olmak için çabalayan bir kadındır. Fatoş, dizide<br />

daha çok bu yönüyle özellikle “hayattan zevk alma”, “hayatın tadını çıkarma”,<br />

“gereksiz şeyleri dert etmeme” yönüyle gündeme gelmektedir. Burada da -kadının<br />

özgür seçimlerini yaşamasının güzelliği- mesajları verilmektedir.<br />

Cem gibi Fatoş da, sıkışmışlık ya da bölünmüşlük gibi bir kimlik sorunu<br />

yaşamamaktadır. Derginin moda editörü olan Yaprak ise kent yaşamından kır<br />

yaşamına dönüşün simgesidir. Sağlıklı yaşam ve doğal ürünler üzerinde kafa yoran,<br />

Yaprak da dizinin aradakalmış karakterleri arasındadır. Ancak Yaprak diğer<br />

karakterlerden Doğu-Batı değerlerini “gelenek-görenek” anlamında değil daha çok<br />

spiritüel anlamda taşıması noktasında ayrılır. İyi aile terbiyesi almış biraz safça biri<br />

olan Yaprak, modayı, trendleri yakından takip etmekte ve sıra dışı tarzı ile dikkat<br />

çekmektedir. Kahve falına bakmakta, yoga yapmaktadır. Aynı zamanda vejeteryan<br />

olan Yaprak, sağlıklı beslenme konusuna özen göstermekte, yeşil çay içmektedir.<br />

Pozitif enerjiye inanmakta ve bunu çevresindekilere de uygulamaktadır. Hayatı<br />

algılayışı enerjiler üzerindendir. Hayat biçimi, tavır ve davranışlarında Doğu-Batı<br />

117


çatışması yaşayan Yaprak da zaman zaman “bölünmüş kimlik” özellikleri<br />

sergilemektedir. Çelişkileri vardır. Modern bir kadın olmasına rağmen maço<br />

erkeklerden hoşlanmaktadır. Geldiği kültür ona “itaat etmeyi” öğretmiştir ki zaman<br />

zaman bazı olaylar karşısında kendini “istemese de yapmak zorunda” hisseder:<br />

— Nefret ediyorum, küçülüyorum böyle aşşağlık bir şey oluyorum. Öyle<br />

yetiştirdiler ama maskot gibi… Yaprak, Ali Amca’na kek yap. Gül<br />

Teyze’ne şarkı söyle. Sebahat Abla’nın negatif elektriğini al. Böyle<br />

büyüdüm ben. Büyüklere hizmet için yetiştirildim. Yaşlı geyşası gibi ve<br />

artık bundan kurtulmak istiyorum (183. bölüm).<br />

diyerek bu durumdan memnuniyetsizliğini açıklamaktadır.<br />

Ötekilik duygusunu dizide en belirgin ve farklı şekiller farklı ruh halleriyle<br />

hissettiren karakter Burhan Altıntop karakteridir. Derginin idare müdürü olan Burhan<br />

için idare müdürlüğü, hayatta sahip olduğu, tutunduğu en önemli roldür. Burhan, her<br />

fırsatta idare müdürlüğü görevini çok önemsediğini belli etmekte, kendini tanıtırken<br />

“idare müdürü” olduğunu mutlaka vurgulamaktadır. Burhan, dizinin en karmaşık, en<br />

darmadağın, en aklı karışık ve hatta en zavallı karakteridir. Özentileri arasında<br />

kaybolmuş, kimliksiz bu adam, başkalarının sahip olduklarına kendi de sahipmiş gibi<br />

davranarak kendine has bir varolma biçimi yaratmıştır. Burhan karakterinin çok<br />

belirgin bir biçimde soyluluk takıntısı vardır ve her fırsatta bunu sergilemektedir.<br />

Kendini İngiliz asilzadeleri ile bir araya getirmekte, kendi de gerçek olmadığını<br />

bildiği halde köklerinin saraydan geldiğine dair açıklamalarda bulunmaktadır:<br />

— Ben bazıları gibi göçebe kültüründen gelmiyorum. Ben bir yere<br />

gittiğim zaman üç günde olsa, üç ayda olsa gardrobum olsun, özel<br />

hatıralarım olsun, özel eşyalarım olsun hepsi yanımda olur. […]<br />

— Sıradan bir İngiliz vatandaşı tipi olabilir ben de Osman Koçarslanlı<br />

kadar bütçem de olmayabilir ama yüksek öğrenimime kimse laf<br />

edemez (183. bölüm).<br />

118


Burhan Altıntop, dizideki diğer karakterler tarafından sevilmemektedir. Bu<br />

durumu, Burhan’ın, ait olmadığı ortamlara kendini zorla davet ettirmesi, bu<br />

ortamlara davetsiz gitmesi, para vermeden başkalarının sağladığı fırsatlar üzerinden<br />

“bedava bir hayat” yaşamaya çalışması, Makbule’yi beğenmezken zengin olduğunu<br />

öğrenmesi üzerine birdenbire sevmesi, iyi görüntüsü altında kötülük yapabilme<br />

kapasitesine sahip olması gibi nedenlerle açıklamak mümkündür. Burhan tüm bu<br />

olumsuzluklara rağmen yine de varolmayı başarmıştır.<br />

Burhan Altıntop, kimi zaman temizlik hastası, kimi zaman hastalık hastası,<br />

kimi zaman alkol bağımlısıdır. Seks konusunda zaafiyetleri olan ama bakir bir<br />

adamdır. Rahatlıkla sözlü tacizde bulunabilmekte, anlamlı anlamsız dokunmaları<br />

olabilmektedir. Duygusaldır. Sürekli pohpohlanmak ve sevilmek isteyen “zavallı”<br />

biridir. Kendini olmadığı gibi göstermeye çalışmakta, kendi de zaman zaman bu<br />

zavallı haliyle yüzleşmektedir.<br />

Karakterin en belirgin özelliklerinden biri de otorite ile olan problemidir.<br />

Güçlü karşısında sinen ve gücü kendi ele geçirdiği anda canavarlaşacak kadar kötü<br />

olabilen biridir. Soylu ve varlıklı bir hayata özenen Burhan, maddi olanaksızlıklar<br />

içinde yaşamakta, Makbule ile olan beraberliğini de onun sahip olduğu mal varlığı<br />

üzerine kurmaktadır. Tokat’tan gelerek İstanbul’da her türlü kılığa her türlü ortama<br />

girmeye çalışan, hezeyanlar içindeki Burhan, Avrupa Yakası’nın en dikkat çekici, en<br />

“buhranlı” en “bulanık” karakterlerinden biridir.<br />

Taşradan gelen, gelenekçi bir bakış açısına sahip ancak şehirli hatta<br />

“kentsoylu” olmaya özenen Burhan Altıntop ile kentin arka sokaklarında yaşayan,<br />

<strong>geleneksel</strong> değerlere bağlı İzzet arasında da fark vardır. Dizinin ideal ev kadını<br />

119


Makbule’nin birlikte olduğu bu iki erkek tiplemesinde varlık-yokluk karşıtlığından<br />

çok üsluplarındaki karşıtlık dikkati çekmektedir. Her iki erkek için de Makbule’nin<br />

sahip olduğu mal varlığı cazip ise de İzzet Makbule’yi kendi sefil hayatına ortak<br />

etmiş, Burhan ise Makbule’nin ailesi ile yaşamayı tercih etmiştir. İzzet parası<br />

olmadığı halde kazanmanın türlü yollarını denerken Burhan, mirasa ortak olmanın<br />

hesaplarını yapmaktadır. İzzet deri ceketi, kaytan bıyıkları, kaba tavırları ile tam bir<br />

maço erkek iken, Burhan kırılganlığı ile dikkat çekmektedir. İzzet, kentin arka<br />

sokaklarında kötü koşullarda çocukları ile birlikte yaşarken Makbule İzzet’e kapılıp<br />

onunla kaçmış ancak yaşadığı “sefil hayata” dayanamayıp evine geri dönmüştür.<br />

Makbule’nin <strong>geleneksel</strong>-varlıklı duruşu İzzet’in <strong>geleneksel</strong>-yoksul duruşu ile<br />

çatışmıştır. Benzer koşullarda ya da kentin varoşlarında yaşayan her kentli için<br />

yükselme hayali İzzet için de mevcuttur. İzzet de bulduğu ilk fırsatta kendini bir üst<br />

statüye çekmek için çaba harcamaktadır.<br />

Dizinin başından beri ne iş yaptığı belli olmayan “serbest meslek”<br />

tanımlamalarıyla geçiştirilen İzzet’in, tanımlı ilk işi “emlakçılık” olarak karşımıza<br />

çıkmaktadır. Bu noktada Türkiye’de emlakçılık yapan çok büyük bir kesimin benzer<br />

niteliklere sahip olduğuna da dikkat çekilmiştir. İzzet, fırsatını yakaladığında fikir<br />

veren, iş geliştiren, adam çalıştıran işadamı İzzet olmaktadır. Sütçüoğlu<br />

Muhallebicisi’nin önünde Volkan ve Tacettin ile durum değerlendirmesi yaparken,<br />

yeni statüsünü gururla paylaşmaktadır:<br />

— Fikir benim sadece… Ben çiçekleri toplayacak ergen elemanları<br />

organize eder komisyonumu alırım. Emlakçıyım ben portfolyomu<br />

bırakamam… Burhan sen kimsin de beni cepten arıyorsun (176.<br />

bölüm).<br />

120


Ötekilik ilişkisinde dizinin belirgin bir şekilde karşı karşıya kalan bir başka<br />

unsuru da <strong>modern</strong> gelin adayı Aslı ile <strong>geleneksel</strong> gelin adayı Meryem’dir. Meryem,<br />

taşralı-<strong>geleneksel</strong> çizgide biridir. Adana’dan Nişantaşı’na gelmiş, cilveli, işini bilen<br />

taşralı bir kadındır. Aslı ise özgür tercihleri olan biri olarak Dilber Hala tarafından<br />

Osman’a uygun görülmemekte ve hiçbir şekilde tasvip edilmemektedir. Dilber<br />

Hala’nın diziye girdiği günden beri Osman’a yakıştırdığı gelin adayı Meryem’dir.<br />

Meryem bir yandan “ideal tip” rolünü oynamakta, bir yandan da bu idealizmle hiç<br />

ilgisi olmayan “gerçek” kişiliğini ortaya koymaktadır. Meryem, ideal gelin adayı<br />

olarak, namuslu, becerikli, terbiyeli, güzelller güzeli olarak sunulmuş ancak,<br />

Meryem’in içinden cilveli, plancı, sivri dilli bir kadın çıkmıştır. Kendisine biçilen<br />

kıyafet ile bedeni arasında ciddi bir çatışma yaşayan Meryem, ikiyüzlülüğün de<br />

sembolü olmuştur. Meryem, kendisine başından beri destek olan ve övgüler yağdıran<br />

Dilber Hala’yı, Osman’ı ele geçirdiği ilk anda safdışı bırakabilecek kadar işini bilen<br />

bir karakterdir. Osman’a Aslı’yı sürekli kötüleyen Dilber Hala, Meryem’in hiç<br />

beklenmedik davranışlarından sonra “esas dışı başka içi başka olan başkalarıymış”<br />

diyerek Aslı’dan özür dilemekte ve Meryem’in gerçek yüzünü tanımlamaktadır.<br />

Dizide, Meryem karakterinde taşranın saf ve iyi yanının bozulduğunun,<br />

<strong>geleneksel</strong> olanın içinin boşaltıldığının sinyalleri verilmektedir.<br />

Avrupa Yakası’nın zengin karakter yelpazesinin en renkli, en sıra dışı<br />

karakterlerinden biri de Şahika’dır. Şahika adıyla da ilişkili bir biçimde, gücün,<br />

paranın, heybetin insanlar üzerindeki etkisinin hissettirildiği bir karakterdir.<br />

Geleneksel-kentli bir çizgide duran Şahika Koçarslanlı, zengin, güçlü, takıntılı,<br />

dengesiz, alaycı ve aşırı özgüvenlidir. Esprili ve frapandır. Parasına güvenen<br />

121


“paramla döverim seni” diyebilecek kadar rahat ve görgüsüzdür. Fiziksel açıklarını<br />

parasına güvenerek kapatan, lükse ve alışverişe düşkün bir kadındır. Türkçe’yi<br />

bozarak ve kendine ait bir ukalalıkla konuşmaktadır.<br />

Geldiği kültür ile, sosyal çevresi arasında bir uçurum olan Şahika, sıkışmışlık<br />

duygusunun dizide en fazla hissedildiği karakteridir. Bir yanda sahip olduğu eğitim-<br />

kültür düzeyi, bir yanda ekonomik varlıkları, bir diğer yanda içinden geldiği gibi<br />

davranma rahatlığı ve görgüsüzlük Şahika’yı “garip” bir ruh haliyle karşımıza<br />

çıkarmaktadır. İstanbul’un bu alengirli haline alışamayan Şahika’nın durumuna, 180.<br />

bölümde meslek isimleri konusunda yaşanan kaos üzerinden örnekler verilmiştir.<br />

Tezgahtar; satış elemanı, koruma; güvenlik görevlisi, editör; yayın<br />

yönetmeni, masöz; fizyoterapist, sekreter; yönetici asistanı olmuştur. Aşağı yukarı<br />

aynı işleri daha profesyonelce yapan, yaptığı işin eğitimini almış yeni bir profil<br />

vardır artık İstanbul’da. Üstelik eskiden küçümsenen bazı işlerin de aslında bugün<br />

popüler olması, gözde meslekler arasına girmesi gibi yeni bir durum daha söz<br />

konusudur.<br />

Bu yeni durum, yeni yaşam tarzları, İstanbul’un yeni düzeni içinde fazlasıyla<br />

önemsenmektedir. Fatoş tarafından “insanların isimleri gibi mesleklerini ve titrlerini<br />

doğru öğrenip söylemen lazım Şahika. Saygısızlık ediyorsun” şeklinde uyarılan<br />

Şahika, bu sefer de muhallebiciye “süt ürünleri yöneticisi” gibi bir isim uydurunca<br />

komik duruma düşmekte ve bir türlü bu yeni duruma ayak uyduramayarak sinir krizi<br />

geçirmektedir:<br />

122


— Aaa sallandırmayın suratınızı be… Fatoş’a editör denir mi denmez mi<br />

diye Sadettin’i arıyorum. Sadettin’in sekreteri açıyor. Sekreteri misiniz<br />

diyorum. Hayır asistanıyım diyor …<br />

Karikatürize edilmiş bu durum Şahika üzerinden, benzerlerine verilmiş bir ders<br />

olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

Gelenekselin eleştirilmesi noktasında Meryem karakteri önemli bir yer<br />

tutmaktadır. Dizinin son bölümünde Aslı’nın Cem’le tekrar evlenmesi, Osman’ın<br />

tutuklanması, Burhan’ın kaçması gibi olaylar da <strong>modern</strong>in <strong>geleneksel</strong>e karşı zaferi<br />

şeklinde yorumlanabilir. Avrupa Yakası bu noktada komedi anlatılarındaki<br />

<strong>geleneksel</strong>den yana tutumu benimsememiş ve ezberi bozmuştur. Ezberi bozan<br />

sıradışı uslup ve Gaffur, Burhan, Dilber Hala, Şahika gibi sıradışı karakterler, dizinin<br />

benzerlerinden ayrılmasına yardımcı olan unsurlardır.<br />

123


SONUÇ<br />

“Gülmecede Modern-Geleneksel Karşıtlığının Kullanımı: Avrupa Yakası<br />

Örneği” adlı bu çalışmada, gülmeceyi yaratan temel unsur olarak “karşıtlık” kavramı<br />

çerçevesinde “<strong>modern</strong>-<strong>geleneksel</strong>” kavramları incelenmiş, bu kavramlardan<br />

bakılarak oluşturulan kimlik kurguları ve bu kurguların oluşumunun tüketim, aile,<br />

komşuluk ilişkileri, sorun çözme yaklaşımları, dil <strong>kullanımı</strong>, mekân <strong>kullanımı</strong> gibi<br />

ana unsurlarda kendini nasıl gösterdiğine bakılmıştır. Değişen toplumsal ve kültürel<br />

yapının hareketliliği ve karmaşasının yansıdığı dizide, karakterler üzerinden Türkiye<br />

tespiti yapılmaya çalışılmıştır.<br />

Kentlilik vurgusunun ağır bastığı dizide, yaşam tarzları, dil <strong>kullanımı</strong>, tüketim<br />

alışkanlıkları ve ilgi alanları göz önüne alındığında, taşradan gelmiş ve taşralı<br />

özelliklerinden sıyrılamamış kentte yaşayan ama kent değerlerinden uzak kimlikleri;<br />

“kentli-taşralı”, kentte yaşayan ve kentlilik değerlerini benimsemiş kimlikleri;<br />

“kentli-<strong>modern</strong>”, kentte yaşayan, kentlilik değerlerini bilen benimseyen ama<br />

<strong>geleneksel</strong> değerlerine sıkı sıkıya bağlı kimlikleri ise; “kentli-<strong>geleneksel</strong>” şeklinde<br />

kategorize etmek mümkün olmuştur. Burada amaç yeni bir kuramsal kategorizasyon<br />

yapmak değil, Türkiye’nin değişen dinamikleri içinde, kimi zaman uzlaşan kimi<br />

zaman çatışan bir uslupla kendini vareden yaşam tarzlarına ve bu tarzların çokluğuna<br />

dikkat çekmektir. Kendi özgün koşullarına bağlı olarak ayrışan, zenginleşen yaşam<br />

tarzlarımızın “gülmece” formunda nasıl işlendiğine bakmak, altı sezon izleyiciyi<br />

sürekleyen özgün bir durum komedisinin “<strong>geleneksel</strong>”i tartışması, eleştirmesi<br />

noktalarında nasıl bir “farklılık” yarattığını ortaya koymaktır.<br />

Poetika’da sözü edilen komedyadan bugüne, karşıtlıklar her dönemin kendine<br />

has koşulları üzerinden oluşturulmuştur.<br />

124


Günlük hayatta yaşadığımız durumlar, televizyonun “ikonik göstergeler”<br />

sistemi içinde yeniden sunuma girmektedir. Bir kıyafet, bir davranış, bir cümle ya da<br />

üslup bir form içinde bize ulaşmaktadır. Gündelik olanın konu edildiği “durum<br />

komedileri”, televizyonun diğer formatlarından farklı olarak ailemizden, bizden<br />

birilerini özellikle de yan komşumuzu temsil etmektedir. Ancak bu temsiller<br />

Türkiye’nin <strong>modern</strong>leşme yolculuğunda çok açık biçimde bir çizgiyi –toplumsal<br />

hayattaki değişim çizgisini- takip etmiştir. Türkiye’nin ilk durum komedisi olarak<br />

kabul edebileceğimiz Kaynanalar (1974), köyden kente göçün sonuçlarını, 70’li<br />

yılların havasını kentli-köylü karşıtlığı üzerinden anlatmıştır. Burada, komedinin<br />

genel tutumu “<strong>geleneksel</strong> olandan yana”dır. Kentli Hakmen ailesi özellikle Tijen<br />

Hakmen, burnu büyük, sevimsiz ve biraz da “gülünç”tür. Kantarlar ise “sonradan<br />

görme” zenginleri sembolize etmektedir.<br />

Kuruntu Ailesi’nde 1980 sonrası Türkiye’nin yaşadığı dışa açılımın etkileri<br />

hissedilmektedir. Kuruntu Ailesi kentli bir ailenin etrafında şekillenmiştir.<br />

Takip eden yıllarda yapılan diziler özellikle 90’lı yıllarla birlikte biraz daha<br />

bireylerin iç dünyalarına dönüktür. 2000’li yıllar durum komedilerinde yeni<br />

formatları ve zenginleşen içerikleri beraberinde getirmiştir. 2000’lerde kentlilik, özel<br />

hayat, alternatif yaşam biçimleri, farklılaştırılmış aileler gibi konuların çoğaldığı<br />

gözlenmektedir. Kaynanalar’dan bugüne “<strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong>” <strong>karşıtlığının</strong> işlendiği<br />

durum komedilerinde özellikle son yıllarda yapılan yerli yapımlarda yeni yaşam<br />

biçimleri, yeni tiplemeler ve yeni usluplarla karşı karşıya kalmaktayız. Bugüne kadar<br />

köy-kent ikilemi ile açıklanagelen durum artık değişmiş sadece bu iki zıt kavramla<br />

açıklanamayacak kadar zenginleşmiştir.<br />

125


Orta sınıf aile hayatının ekranda olduğu durum komedileri arasında, <strong>modern</strong><br />

Türkiye’nin seçkinci yüzünü ekrana taşıyan Avrupa Yakası, benzerlerinden hemen<br />

ayrılmaktadır. Bir yanda gerçek anlamda İstanbul kültürü almış ancak geleneklerine<br />

bağlı bir aile, bir yanda bu ailenin hem Doğu hem Batı değerlerini benimsemiş<br />

çocukları, diğer yanda Anadolu’dan gelip İstanbul’a hızlıca adapte olmuş karakterler,<br />

Nişantaşı kültürü içinde tam bir şehir hayatı yaşayan özgür kadınlar, bu kadınların<br />

karşısında Nişantaşı’nda varlıklı ama <strong>geleneksel</strong> çizgiden ayrılmamış bir Makbule,<br />

bütün bir kaosu içinde barındıran Burhan ve dizinin son sezonunun kahramanları<br />

olan Türkiye’nin 14. büyük zengini, Anadolu sermayesinin temsilcisi Koçarslanlı<br />

ailesi, son dönemde yükselen değerlerin bir simgesi olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

Zengin karakter yelpazesi ile dikkati çeken dizide, sözkonusu karakterlern günlük<br />

hayatta üstlendikleri roller de çarpıcı bir şekilde işlenmiştir. Çalışmanın odağında yer<br />

alan “<strong>modern</strong>-<strong>geleneksel</strong> karşıtlığı ve buradan beslenerek oluşturulan kimlik kurguları”nın<br />

Avrupa Yakası’ndaki karakterlerde -günlük yaşamımızda olduğu gibi- çalışan, arkadaş, aile<br />

bireyi, eş vb. çok sayıda rol üstlendikleri görülmektedir. Her bir rol özellikle iş hayatındaki<br />

kişiler için biraz daha fazla sorumluluk, biraz daha durum ve ortama göre hareket etme<br />

ihtiyacı anlamına gelmektedir. Öte yandan bazı karakterler, üstlendikleri roller bir yana<br />

belirgin kişilik özellikleri ve hayattaki tercihleri ile ön plana çıkmaktadır. Yaprak’ın<br />

“doğanın enerjilerine” yoğunlaşması, Şahika’nın “alışverişe” odaklanması, Aslı’nın “biraz<br />

asi biraz evcil haliyle arada kalmışlığı”, Burhan’ın diziye damgasını vuran “soyluluk<br />

özentileri” ve Dilber Hala’nın “namus” kavramıyla özdeşleştirilmesi her bir karaktere<br />

yüklenen anlama da dikkat çekmektedir. Bu durum içinde yaşadığımız dönemin bir özelliği<br />

olarak “farklılık” ve “bireysellik” vurgusu yapmaktadır. Bu vurgular bize -karakterlerin<br />

sahip oldukları eğitim- kültür düzeyi, hayatı algılayış biçimi ve sorun çözme yaklaşımları<br />

göz önüne alındığında- “<strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong>”, “<strong>geleneksel</strong>-taşralı”, “kentli-<strong>geleneksel</strong>”,<br />

126


“kentli-taşralı”, “Doğulu-Batılı” gibi ayrıştırmalar yapma imkânı sunmuştur. Sınıf<br />

kavramından çok, alım gücüne, yaşadığı ortama-hayat biçimine bağlı olarak benzer<br />

ayrıştırmalar yapmak mümkündür.<br />

“Bireysellik” vurgularının ağır bastığı dizide aile kavramı ikinci plandadır.<br />

Dikkat “aile” kavramında değil, “birey”in kendisindedir. Birey, ya bağımsız bir halde<br />

ya da bir ailenin, bir düzenin parçası şeklindedir. Avrupa Yakası’nda her ne kadar<br />

Sütçüoğlu ailesi, (Kral ailesi, diziye son sezon dahil olmuş ve Sütçüoğlu ailesinin<br />

yerini almıştır) Koçarslanlı ailesi, Aksoy ailesi ve Onaranlar olmak üzere temelde<br />

dört aile yapısı yer alsa da, olaylar aile bireyleri üzerinde odaklanır.<br />

Sütçüoğlu Apartmanı ve Sütçüoğlu Muhallebicisi dizinin ana mekânlarıdır ve<br />

genellikle ilk sahne Aslı ile Volkan’ın yaşadıkları evde geçmektedir. Evin bibloları,<br />

koltukları, yeşil fonlu duvardaki aksesuarları seyirci için altı sezon sonra bile aynıdır.<br />

İkinci sahne genellikle muhallebici ya da dergi ofisidir. Az da olsa sokak, Dilber<br />

Hala’nın evi, Burhan’ın evi, İzzet’in evi, Tanrıverdi’nin evi, kapıcı dairesi, Soho<br />

restaurant gibi mekânlar, diziye hareket getirmekte ve yaşam tarzları, ekonomik<br />

düzey göstergeleri olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

Dizide altını çizmemiz gereken bir diğer unsur “tüketim” kavramının alım<br />

gücü ile doğrudan ilgili olduğunun vurgulanmasıdır. Bu konuda birinci sezonda<br />

Selin, son sezonda Şahika ve her sezon Fatoş adres gösterilmiştir. Selin ve Şahika<br />

varlıklı kadınlarken, Fatoş ekonomik özgürlüğü olan, yalnız yaşayan bir kadındır.<br />

Fatoş’taki “özgür”lük vurgusu ikili ilişkilerinde de sık sık gündeme gelmiştir.<br />

İkili ilişkilerdeki genel yaklaşımlar, dil <strong>kullanımı</strong>, sorun çözme yaklaşımları,<br />

tüketim alışkanlıkları düşünüldüğünde Avrupa Yakası’nda günümüzün değişen<br />

127


sosyal yapısı, kent ve kentliliğin dayattıkları, kendini, kimliğini tanımlamakta güçlük<br />

çeken “insan portreleri” ile karşı karşıya kalmaktayız. Avrupa Yakası bize gülmece<br />

çerçevesinde üstelik gülmecenin tüm unsurlarını kullanarak Türkiye’nin değişen<br />

dinamiklerini göstermektedir.<br />

Avrupa Yakası, içeriğine taşıdığı metinler ve karakterler göz önüne<br />

alındığında tam bir “Türkiye karmasıdır” diyebiliriz. Sadece aile ve komşuluk<br />

ilişkileri etrafında şekillenen geçmiş yılların durum komedileri ele alındığında iş<br />

hayatı, kadın-erkek ilişkisi, yaşam tercihleri, moda, ikili ilişkiler, para kazanma<br />

yolları gibi yeni konu ve yeni tiplemeler bize önümüzdeki yıllarda yaşayacaklarımız<br />

hakkında da fikir vermektedir.<br />

Ekonomik krizler, internet <strong>kullanımı</strong>yla her yerde her türlü bilgiye kolayca<br />

ulaşmanın getirdiği şeffaflık ve siyasal gelişmelerin ardından dünyadaki dengeler<br />

değişmektedir. Araştırmacılar “tek bir dünya” dan sözetmekte ve bu dünyanın hangi<br />

din, dil, ırk ve milliyetten olursa olsun “ortak değer”ler etrafında birleştiğini<br />

söylemektedir. Ekonomide, sosyal hayatta, siyasette, medyada ve entelektüeller<br />

dünyasında adeta bir dönüşüm yaşanmaktadır. Güç kaybeden seçkinlerin yanıbaşında<br />

yeni bir seçkinler grubu yükselmekte, yeni satın alma gücü, yeni bir tüketim alanı<br />

yaratmaktadır. Pareto’nun “seçkinlerin dolaşımı” 24 teorisinin Türkiye’deki<br />

yansımaları tartışılmaktadır. Anadolu’nun güç kazandığı, “unutulmuş”, “devletten<br />

yardım bekleyen”, “çaresiz” ve <strong>geleneksel</strong> iş yöntemleri ile ayakta durmaya çalışan<br />

esnafı, çiftçisi, işçisi ve işadamı kendi çözüm yollarını, kendi çıkar yollarını bulmaya<br />

24 Seçkinlerin Dolaşımı: Vilfredo Pareto, (İtalyan sosyolog ve ekonomist) Seçkinlerin Yükselişi ve<br />

Düşüşü adlı eserinde tarihi bir “sınıflar çatışması” olarak gören Marx’tan farklı olarak tarih, belirli<br />

sınıflar adına hareket eden seçkinlerin iktidarı ele geçirmesi, sürdürmesi ve sonunda güçten düşüp<br />

başka bir sınıfın temsilcisi olan başka bir elit gruba terk etmesi şeklinde işleyen bir yapı olarak<br />

şablonlaştırır. (Pareto, 2010: 50-51)<br />

128


ve uygulamaya çalışmaktadır. Anadolu’nun enerjisi, dinamizmi ve istekliliği ile yeni<br />

ve itici bir güç oluşmaktadır.<br />

Orta sınıf değil “yeni orta sınıf” tan sözedilmekte ve yeni orta sınıf trend<br />

belirleyici olarak yerini almakta, “post<strong>modern</strong> toplum” tanımına göre sınıflardan<br />

değil, tüketimden alım gücünden ve bunun kültüre yansımalarından sözedilmektedir.<br />

Sınırların kalmadığı ve her şeyin fazlasıyla iç içe geçtiği bir dönemde Avrupa Yakası<br />

dönüşüm sürecindeki Türkiye’nin bir yansıması olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir<br />

yanıyla köylü-bir yanıyla kentli, bir yanıyla Doğulu, bir yanıyla Batılı, bir yanıyla<br />

<strong>geleneksel</strong>, bir yanıyla <strong>modern</strong> Türkiye profili: Sıkışmış ve arada kalmış. Bu<br />

sıkışmışlık duygusu kendi kültürünü, kendi yaşam biçimini, kendi yaşam pratiklerini<br />

oluşturan bir “profil” yaratmıştır. Bir yanıyla bakıldığında eleştirilen, çatışma yaratan<br />

bu durum diğer bir yanıyla bakıldığında, kendi içinde bir uyum, bir uzlaşma noktası<br />

yaratmış ve yaratmaya devam etmektedir.<br />

129


KAYNAKÇA<br />

ABİSEL, Nilgün (2005). Türk Sineması Üzerine Yazılar. Ankara: Phoenix Yayınevi.<br />

AKYÜREK, Feridun (2004). Senaryo Yazarı Olmak. 8. Basım. İstanbul: MediaCat<br />

Kitapları.<br />

ARİSTOTELES (2008). Poetika. Rifat Samih (Çev.) 3. Basım. İstanbul: Can<br />

Yayınları.<br />

AYGÜN CENGİZ, Serpil (2009). Modernizm, Otomobil Kültürü ve Reklam. Ankara:<br />

Ütopya Yayınevi.<br />

BAUDRILLARD Jean (2004). Tüketim Toplumu. 2. Baskı. İstanbul: Ayrıntı<br />

Yayınları.<br />

BALİ, Rıfat N. (2009). Tarz-ı Hayattan Life Style’a. 8. Baskı. İstanbul: İletişim<br />

Yayınları.<br />

BERGSON, Henri (2006), Komiğin Anlamı Üstüne Deneme, Yaşar Avunç, (Çev.)<br />

2. Baskı. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.<br />

BERMAN, Marshall (1994), Katı Olan Her Şey Buharlaşıyor, Ümit Altuğ, B. Peker,<br />

(Çev.) İstanbul: İletişim Yayıncılık<br />

B.ARIK, İnsan ve Toplumu Birarada Düşünmedikçe Popüler Kültürü Tartışamayız,<br />

KARAKOÇ, E. (Edt) Medya ve Popüler Kültür, (1-29), Ankara: Literatürk Nüve<br />

Kültür Merkezi Yayınları (2009).<br />

BİLGİN, Vedat (2010). Türkiye’de Değişimin Dinamikleri. 3. Baskı. Ankara: Binyıl<br />

Yayınevi.<br />

BİRSEL, Gülse (2008) “Gülse Birsel’den Dilber Hala sözlüğü” Star 10 Kasım<br />

2008.<br />

BÜYÜK TÜRKÇE SÖZLÜK, İktisat Terimleri Sözlüğü, (2004)<br />

CHANEY, David (1996). Yaşam Tarzları. İ. Kutluk, (Çev.). Ankara: Dost Yayınları.<br />

CHION, Michel (2003). Bir Senaryo Yazmak. Nedret Tanyolaç Öztokat (Çev.).<br />

İstanbul: Agora Kitaplığı.<br />

ÇAM, Şerife (2001). TV Komedilerinde Toplumsal Farklılığın Kuruluşu: Bir Demet<br />

Tiyatro Örneği, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara: A.Ü. Sosyal Bilimler<br />

Enstitüsü<br />

130


ÇELENK, Sevilay (2005). Televizyon Temsil Kültür: 90’lı Yıllarda Sosyokültürel<br />

İklim ve Televizyon İçerikleri. Ankara: Ütopya Yayınevi.<br />

ÇELENK, Zehra (2007). Yerli Durum Komedilerinde Sürdürülebilirlik Problemi:<br />

Avrupa Yakası Örneği. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Ankara: A.Ü. Sosyal<br />

Bilimler Enstitüsü.<br />

ÇİĞDEM, Ahmet (2002). Modernleşme ve Batıcılık. Modern Türkiye’de Siyasi<br />

Düşünce. Cilt 3. İstanbul: İletişim Yayıncılık.<br />

DAĞDAŞ, Banu ve Erdal DAĞDAŞ, (2009). Medya, Tüketim Kültürü ve Yaşam<br />

Tarzları. Ankara: Ütopya Yayınevi.<br />

DAĞDAŞ, Banu (2009). Reklam Kültür Toplum. Ankara: Ütopya Yayınları.<br />

EKŞİGİL, Adnan ( 1997). “Kimlik Bunalımı”nın Edebiyatı ile Bilimi Arasında<br />

Türkiye. Birikim Dergisi, Sayı 102 www.birikimdergisi.com/birikim/dergiyazi<br />

FEATHERSTONE, Mike (1991). Post<strong>modern</strong>izm ve Tüketim Kültürü. Mehmet<br />

Küçük, (çev.), 2. Basım. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.<br />

GÜRBİLEK, Nurdan (2007). Kör Ayna Kayıp Şark. 2. Basım. İstanbul: Metis<br />

Yayınları.<br />

GÜRBİLEK, Nurdan (1993). Vitrinde Yaşamak. 2. Basım. İstanbul: Metis Yayınları.<br />

KAHRAMAN, Hasan Bülent (2004). Post<strong>modern</strong>ite ile Modernite Arasında Türkiye.<br />

2. Basım. İstanbul: Everest Yayınları.<br />

KAYA, İbrahim (2006). Sosyal Teori ve Geç Modernlikler Türk Deneyimi. Ankara:<br />

İmge Kitabevi.<br />

KEYDER, Çağlar (2009). İstanbul Küresel ile Yerel Arasında. 3. Basım. İstanbul:<br />

Metis Yayınları.<br />

KÖKER, Levent (2009). Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi. 11. Baskı. Ankara:<br />

İletişim Yayınları.<br />

LASH, Scott (1994), “Modernite mi Modernizm mi? Weber ve Günümüz Toplumsal<br />

Teorisi”, Modernite Versus Post<strong>modern</strong>ite, Der. ve Çev.: KÜÇÜK, Mehmet, 2.<br />

Baskı. Ankara: Vadi Yayınları. s.47.<br />

MARDİN, Şerif (1997). Türk Modernleşmesi. 5. Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları.<br />

MUTLU, Erol (1991). Televizyonu Anlamak. Ankara: Gündoğan Yayınları.<br />

MİLLER, William (2009). Senaryo Yazımı Sinema ve Televizyon İçin. İstanbul:<br />

Hayalbaz Kitap<br />

131


NUTKU, Özdemir (2001). Dram Sanatı. 4. Baskı. İstanbul: Kabalcı Yayınevi.<br />

ÖZAKMAN, Turgut (2009). Oyun ve Senaryo Yazma Tekniği. 5. Basım. İstanbul:<br />

Bilgi Yayınevi.<br />

ÖZSOY, Aydan (2005). Popüler Kültür Ürünü Olarak Durum Komedileri:<br />

“Çocuklar Duymasın” Örneğinde Aile Söylemi. Yayınlanmamış Doktora Tezi,<br />

Ankara. A. Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü.<br />

PARETO, Vilfredo (2010). “Seçkinlerin Yükşelişi ve Düşüşü”. Mediacat, (185): 50-<br />

51.<br />

SATILMIŞ, Demet (2009). “35,5 ya da Karşıyakalı Olmak: Kimlik Oluşumunda<br />

Aidiyet Ekseni”, Kimlikler Lütfen Türkiye Cumhuriyeti’nde Kültürel Kimlik Arayışı<br />

ve Temsili. Gönül PULTAR (Der.) Ankara: ODTÜ Yayıncılık, s. 337.<br />

SEYLER, Athene, HAGGARD Stephen (2003). Komedi Sanatı. Suat Taşer<br />

(Çev.). İstanbul: Papirüs Yayınevi.<br />

ŞENER, Sevda (2007). Yaşamın Kırılma Noktasında Dram Sanatı. Ankara: Dost<br />

Kitabevi Yayınları.<br />

ŞENER, Sevda (2010). Dünden Bugüne Tiyatro Düşüncesi.Ankara: Dost Kitabevi<br />

Yayınları.<br />

ŞİMŞEK, Ali (2005). Yeni Orta Sınıf. İstanbul. L&M Yayınları.<br />

TANIA, Modleski (1998). Eğlence İncelemeleri. Nurdan Gürbilek, (Çev.).<br />

İstanbul: Metis Yayınları.<br />

TEKELİ, İlhan (2009). Modernizm, Modernite ve Türkiye’nin Kent Planlama Tarihi.<br />

İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları.<br />

TÖRENLİ, Nurcan (2004). Enformasyon Toplumu ve Küreselleşme Sürecinde<br />

Türkiye. Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.<br />

TUNÇ, Ayfer (2009). Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek. İstanbul: Can Sanat<br />

Yayınları.<br />

TURAM, Emir (1996). “2000’li Yıllara Doğru” Türkiye’de TV. İstanbul: Altın<br />

Kitaplar.<br />

TÜRK DİL KURUMU, Türkçe Sözlük, www.tdk.gov.tr<br />

TÜRKDOĞAN, Orhan (1988). “Sosyal Hareketlerin Sosyolojisi”. Ankara: Kültür ve<br />

Turizm Bakanlığı Yayınları no. 858.<br />

132


YANIKLAR, Cengiz (2010). Post<strong>modern</strong>ist Antipati: Post<strong>modern</strong>ist Sınıf(sızlık)<br />

Yaklaşımlarına Eleştirel Bir Bakış, SBF Dergisi, Ankara Üniversitesi Basımevi, Sayı<br />

65 (1) Ocak-Mart 2010.<br />

YILDIRMAZ, Sinan (Der: ŞEN, Besime, Doğan Ali Ekber) (2010). Tarih,<br />

Sınıflar ve Kent. Ankara: Dipnot Yayınları.<br />

JEANNIERE, Abel (1994), “Modernite Nedir?” Modernite Versus<br />

Post<strong>modern</strong>ite, Der. KÜÇÜK, Mehmet, Çev: Nilgün Tutal-Küçük, 2. Baskı.<br />

Ankara: Vadi Yayınları, s.15.<br />

133


EK 1: DİZİ ( AVRUPA YAKASI ) ÖZETİ<br />

Yapımcılığını Sinan Çetin’in yönetmenliğini Jale Atabey Özberk’in<br />

üstlendiği ve senaryosunu Gülse Birsel’in yazdığı Avrupa Yakası, Avrupa Yakası adlı<br />

bir dergide çalışan bir grubun ve bu grubun çevresindeki insanların yaşamlarından<br />

kesitler sunan bir durum komedisidir. Geleneksel ve <strong>modern</strong> karakterlerin, durum ve<br />

olayların karşıtlığından faydalanılarak üretilmiş zengin bir içeriğe sahiptir.<br />

Sütçüoğlu ailesi dizinin temel ailesidir. Sütçüoğlu ailesinin Aslı ve Volkan<br />

adında iki yetişkin çocukları vardır. Aslı ve Volkan zıt karakterde iki kardeştir. Aslı<br />

aile terbiyesi almış, geleneklere göre yetiştirilse de <strong>modern</strong> yanı ağır basan,<br />

yurtdışında eğitim görmüş, aklı başında, hedefleri olan, zeki bir dergicidir. Volkan<br />

ise babadan kalan muhallebici dükkânını işletmekte, ancak müziğe olan tutkusundan<br />

hiç vazgeçmemekte ve sürekli ünlü olma hayalleri kurmakta, hatta planlar<br />

yapmaktadır. İffet (Üfot) aile terbiyesi almış iyi ve titiz bir annedir. Tahsin ise sürekli<br />

çocuklarına tutumlu olmayı öğreten bir İstanbul Beyefendisidir. Babadan kalma<br />

muhallebici dükkânı Tahsin Bey’in en büyük tutkusudur. Tahsin Bey, ilkeleri ile<br />

ayakta tuttuğu bu dükkânı çocuklarına özellikle oğlu Volkan’a aynı ilkelerle devam<br />

ettirmesi konusunda öğütler vermektedir.<br />

Makbule ve Sacit Gaziantep’ten gelen ve amcalarının evinde kalan<br />

kuzenlerdir. Makbule dizinin en evcimen karakteridir. Makbule’nin bütün hayatı ev<br />

işleri ile geçmiştir. Ev işlerinde oldukça becerikli biri olan Makbule, biraz safçadır.<br />

Kelimeleri sürekli yanlış telaffuz eder, bazen de anlama güçlüğü çekmektedir. Sacit<br />

ise, sorumsuz ve çok rahat yalan söyleyebilen, güvenilmez biridir. Hamiyet ve<br />

134


Tevfik Kral ise Sacit ve Makbule’nin Gaziantep’teki anne-babalarıdır. Katı ve<br />

kuralcıdırlar. Son sezonda geçici olarak İstanbul’a taşınırlar.<br />

Dizinin en dikkat çeken karakteri Burhan’dır. Burhan yan dairedeki kiracıdır.<br />

Özentileri yüzünden kendini bulamamış, zayıf biridir. “Sıkışmış, arada kalmış” bir<br />

karakterdir. Statü meraklısıdır. Varlıklı olduğunu öğrenmeden önce yüz vermediği<br />

Makbule ile varlıklı olduğunu öğrendiği zaman evliliğe kadar ileri gidebilecek<br />

birisidir. Burhan aynı zaman da dergide idare müdürüdür ve kendini bu sıfatla<br />

tanımlamaktadır. Avrupa Yakası Dergisi çalışanları da, güzellik düşkünü editör<br />

Fatoş, moda editörü Yaprak, önce müdür sonra fotoğrafçı sonra tekrar müdür olan<br />

Cem, idare müdürü Burhan Bey, ofisboy olarak ilk sezonlarda Şehsuvar, sonraki<br />

sezonlarda Tanrıverdi dizinin temel taşıyıcı karakterlerindendir. Son sezonda Şahika<br />

ve Osman Koçarslanlı diziye eklenmiş ardından Gaziantep’ten İstanbul’a taşınan<br />

Dilber Hala karakteri gelmiştir. Şahika ve Dilber Hala karakterleri dizinin en özgün<br />

karakterlerindendir. Dilber Koçarslanlı <strong>geleneksel</strong> ve otoriter bir Anadolu kadınıdır.<br />

Yeğeni Osman için köyden beğendiği Meryem’i gelin adayı olarak sahiplenir ve<br />

Osman ile Meryem’in aralarını yapmak üzere türlü oyunlar çevirir. Şahika ise<br />

varlıklı, modaya düşkün, tipik haraketleri olan bir “sonradan görme”dir.<br />

Dizi, genel olarak Sütçüoğlu Ailesi’nin evi, muhallebici ve dergi olmak üzere<br />

üç ana mekânda geçmektedir. Bu mekânlara Burhan’ın evi, son sezonda Dilber<br />

Halanın evi, kapıcı Aksoylar’ın evi, kafe de eklenebilir. Ancak karakterlerin bir<br />

arada oldukları ve dizinin büyük bir bölümünün geçtiği mekân daha çok dergidir.<br />

Dergi, başından beri işadamı Sadettin Bey’in olsa da dönem dönem hisse satışları ile<br />

ortaklık almış bu durum “yan öyküler kurma”nın bir unsuru olmuştur.<br />

135


Canlandırdığı renkli karakterden dolayı çok sayıda oyuncu da dizi ile<br />

ünlenmiştir. Dizinin popüler isimlerden 25 oluşan uzun bir de konuk oyuncu listesi<br />

bulunmaktadır. Oyuncuların popülerliği diziye olan ilginin artmasına da katkı<br />

sağlamıştır.<br />

25 Bkz. Ek 5: Konuk Oyuncu Listesi<br />

136


EK 2: DİZİ KARAKTERLERİ<br />

Karakter Karakter Özellikleri<br />

Aslı<br />

Sütçüoğlu<br />

Volkan<br />

Sütçüoğlu<br />

İffet<br />

Sütçüoğlu<br />

Tahsin<br />

Sütçüoğlu<br />

Hamiyet<br />

Kral<br />

Tevfik Kral<br />

Geleneksel bir aile eğitimi almış ama kendi seçimi <strong>modern</strong>den<br />

yana olmuştur. Bu nedenle zaman zaman kendiyle çelişen<br />

durumlarla karşılaşır. Arada kalmış sıkışmış bir karakter. /<br />

Yenilikçi / İstanbul’da büyümüş/ Doğulu-Batılı /Modern<br />

Kent değerlerini bilen ancak yetiştirildiği <strong>geleneksel</strong> tarzı<br />

benimsemiş / Yeniliklere karşı işine geldiği gibi davranabilen /<br />

İstanbul’da büyümüş / Kentli-Geleneksel<br />

Kentte, <strong>geleneksel</strong> değerlerle yetişmiş, çocuklarını da bu değerlere<br />

göre yetiştirmeye çalışan, görgülü, titiz bir karakter / Bursa’da<br />

büyümüş, İstanbul’a yerleşmiş / Kentli-Geleneksel<br />

Kentte, <strong>geleneksel</strong> değerlerle yetişmiş, çocuklarını da bu değerlere<br />

göre yetiştirmeye çalışan, görgülü, titiz bir karakter / Dededen<br />

kalma muhallebiciyi aynı prensiplerle devam ettirmeye ve<br />

yaşatmaya çalışan, <strong>geleneksel</strong> değerlere, aile bağlarına önem veren<br />

bir karakter / Yeniliklere karşı dirençli / İstanbul’da yetişmiş /<br />

Kentli-Geleneksel<br />

Geleneksel değerlere bağlı bir şekilde yetişmiş, görgülü, kent<br />

değerlerini bilen bir kadın / Gaziantep’te büyümüş / Kentli-<br />

Geleneksel<br />

Geleneksel değerlere bağlı bir şekilde yetişmiş, görgülü, kent<br />

değerlerini bilen, <strong>modern</strong> bir karakter / Geleneksel-Kentli<br />

Sacit Kral Kent değerlerini bilen ancak <strong>geleneksel</strong> değerleri benimsemiş,<br />

hileye yatkın bir karakter / Geleneksel-Kentli<br />

Makbule<br />

Kral<br />

Dilber<br />

Koçarslanlı<br />

Şahika<br />

Koçarslanlı<br />

Geleneksel, görgülü / Gaziantep’te büyümüş / Yeniliklere kapalı /<br />

Geleneksel-Kentli<br />

Adana’da varlıklı bir aileden geliyor. Geleneklere aşırı bağlı ve<br />

bunu her fırsatta vurguluyor/ Yeniliklere karşı dirençli /<br />

Geleneksel-Taşralı<br />

Adanalı varlıklı bir ailenin kızı. Geleneksel değerler ve kent<br />

değerleri arasında kalmış, kent yaşamının sunduğu cazibelere<br />

kapılan, paranın gücünün kendisine sağladıklarının farkında olan<br />

kaba ama iyi yürekli sıkışmış bir karakter / Geleneksel-Kentli<br />

Osman Varlıklı bir ailenin İstanbul’daki mirasçısı. İyi eğitimli, kent<br />

değerlerini bilen ancak <strong>geleneksel</strong> değerlerle yetişmiş ve bu<br />

137


Koçarslanlı değerleri benimsemiş bir Anadolu delikanlısı / Yeniliklere dirençli<br />

/ Geleneksel-Kentli<br />

Meryem Taşrada, Anadolu geleneklerine göre yetişmiş, yetiştiği değerleri<br />

pazarlık konusu yapabilen, kurnaz bir karakter / Geleneksel-<br />

Taşralı<br />

Sedef<br />

Onaran<br />

Bülent<br />

Onaran<br />

Cem<br />

Onaran<br />

Yaprak<br />

İzmirli<br />

Kent değerleriyle yetişmiş <strong>modern</strong> bir kadın / Kentli-Modern<br />

Avrupa kültürü almış, <strong>modern</strong>, batılı ve birey olma özellikleri ile<br />

ön plana çıkmış bir karakter / Baba olmaktan çok Bülent olmak,<br />

sadık eş olmaktan çok hayatın tadını çıkarmaya bakan ve güzel<br />

kadınlara olan zafiyetini her fırsatta yaşayan bağımsız bir karakter<br />

/ Yeniliklere açık / Batılı-Kentli-Modern<br />

İyi eğitimli, <strong>geleneksel</strong> değerlerden uzak yetişmiş, Batı<br />

değerlerini benimsemiş <strong>modern</strong> bir karakter/ Yenilikçi / Batılı-<br />

Kentli-Modern<br />

“İyi aile çocuğu” olarak <strong>geleneksel</strong> değerlerle büyümekle birlikte,<br />

kendi bilinçli seçimleri <strong>modern</strong>’den yana olan bir karakter. Son<br />

dönemin modası olan “yeşil hayat”, “spiritüel” yaklaşımlar bilinçli<br />

seçimlerdir. Doğu ve Batı değerlerini bilinçli olarak ve tercih ettiği<br />

şekilde yaşar / Doğulu-Batılı-Modern<br />

Fatoş Batı değerlerini benimsemiş, <strong>geleneksel</strong> olanla dalga geçen, birey<br />

olma özellikleri ön plana çıkan, ekonomik özgürlüğü olan, kendi<br />

hayatını yaşayan <strong>modern</strong> bir kadın / Yenilikçi / Batılı-Modern<br />

Tanrıverdi Taşradan büyük şehre gelmiş, yeniliklere hızlı adapte olan, çabuk<br />

öğrenen ve hızlı gelişen bir karakter. Geleneksel değerlerle<br />

büyümüş ancak kent hayatına özeniyor. / Yeniliklere hızlı<br />

adaptasyon / Taşralı-Modern<br />

Burhan<br />

Altıntop<br />

Sabit<br />

Aksoy<br />

Soyluluk takıntılı, arada kalmış, ezik bir tip. Ne kentli, ne köylü.<br />

Ne görgülü, ne görgüsüz. Özentilerle dolu bir karakter. Dizide<br />

Burhan’ın sahip olmadığı ama olmak istediklerine karşı duyduğu<br />

arzu ve özentilere vurgu yapılmıştır. Yenilikçi / Kentli-Taşralı<br />

Taşradan İstanbul’a gelmiş, şehir hayatını eleştiren, mutsuz bir<br />

karakter. Anadolu geleneklerine bağlı ve kızlarını da bu<br />

geleneklere göre yetiştirmeye çalışan tutucu bir baba. Kızların<br />

“kent değerlerine” olan özentisi, Sabit Efendi ile dizideki bir diğer<br />

çatışma unsurudur / Taşralı-Geleneksel<br />

İzzet Kentin varoşlarında <strong>geleneksel</strong> değerlere sahip, büyük şehirde zor<br />

koşullarda yaşayan bir karakter / Geleneksel-Kentli<br />

138


EK 3: DİZİ KÜNYESİ<br />

OYUNCU<br />

GAZANFER<br />

ÖZCAN<br />

1.<br />

SEZON<br />

(2004)<br />

SEZONLAR<br />

2.<br />

SEZON<br />

(2004-<br />

2005)<br />

3.<br />

SEZON<br />

(2005-<br />

2006)<br />

4.<br />

SEZON<br />

(2006-<br />

2007)<br />

SÜTÇÜOĞLU REZİDANSI<br />

5.<br />

SEZON<br />

(2007-<br />

2008)<br />

TAHSİN SÜTÇÜOĞLU<br />

HÜMEYRA İFFET SÜTÇÜOĞLU<br />

GÜLSE<br />

BİRSEL<br />

ATA<br />

DEMİRER<br />

HASİBE<br />

EREN<br />

TOLGA<br />

ÇEVİK<br />

ENGİN<br />

GÜNAYDIN<br />

MÜŞFİK<br />

KENTER<br />

GÖNÜL<br />

ÜLKÜ<br />

LEVENT<br />

ÜZÜMCÜ<br />

ŞENAY<br />

VOLKAN SÜTÇÜOĞLU<br />

ASLI SÜTÇÜOĞLU<br />

MAKBULE KIRAL<br />

SACİT KIRAL<br />

BURHAN ALTINTOP<br />

AVRUPA YAKASI DERGİ OFİSİ<br />

CEM ONARAN<br />

139<br />

FATOŞ<br />

6. SEZON<br />

(2008-<br />

2009)<br />

VOLKAN/AZİM/<br />

KIBRISLI<br />

NADİR<br />

TEVFİK KIRAL<br />

HAMİYET<br />

KIRAL


GÜRLER<br />

YILDIRIM<br />

ÖCEK<br />

HALE<br />

CANEROĞLU<br />

BÜLENT<br />

POLAT<br />

ŞEHSUVAR<br />

EVRİM AKIN SELİN<br />

VURAL<br />

ÇELİK<br />

SADETTİN YEREBAKAN<br />

YAPRAK İZMİRLİ<br />

KUBİLAY PEYNİRCİOĞLU<br />

SARP APAK TANRIVERDİ<br />

BİNNUR<br />

KAYA<br />

VEYSEL<br />

DİKER<br />

YAVUZ<br />

SEÇKİN<br />

TİMUR<br />

ACAR<br />

ÖMÜR<br />

ARPACI<br />

PEKER<br />

AÇIKALIN<br />

CELAL<br />

BELGİL<br />

SÜTÇÜOĞLU MUHALLEBİCİSİ<br />

TACETTİN<br />

SERTAÇ<br />

SÜTÇÜOĞLU APARTMANI<br />

GAFFUR<br />

AKSOY<br />

SABİT<br />

AKSOY<br />

140<br />

ŞAHİKA<br />

İZZET<br />

DURSUN


ŞENSEL<br />

UYKAL<br />

BİHTER<br />

ÖZDEMİR<br />

ECE CAN<br />

GÜMECİ<br />

BİNNUR<br />

KAYA<br />

HEDİYE<br />

AKSOY<br />

NİLAY<br />

AKSOY<br />

ZEYNEP HACER<br />

AKSOY<br />

GÜRGEN ÖZ CESUR<br />

RUTKAY<br />

AZİZ<br />

SUNA<br />

KESKİN<br />

DİDEM<br />

EROL<br />

HAKAN<br />

YILMAZ<br />

VURAL<br />

ÇELİK<br />

VICTORIA<br />

DİĞER KARAKTERLER<br />

GÜLENAY<br />

Kaynak: http: //tr.wikipedia.org/wiki/Avrupa Yakası<br />

141<br />

BÜLENT ONARAN<br />

SEDEF ONARAN<br />

OSMAN<br />

DİLBER HALA


EK 4: AVRUPA YAKASI'NIN YILDIZLAŞTIRDIĞI İSİMLER<br />

Vural Çelik<br />

Dizideki “Kubilay” tiplemesi ile yıldızı parlamış, son<br />

dönemde yapılan başarılı sinema projelerinden biri olan<br />

"Bayrampaşa Ben Fazla Kalmayacağım"da başrol<br />

üstlenmiştir.<br />

Timur Acar<br />

"Derici İzzet" karakteriyle dikkatleri çekmiş, önemli bir<br />

kampanyanın reklam yıldızı olmuştur.<br />

Hasibe Eren<br />

"Makbule" tiplemesiyle oyunculuk kariyerine parlak bir<br />

halka eklemiştir.<br />

Binnur Kaya<br />

Avrupa Yakası'ndaki "Şahika" ve Dilber Hala gibi iki<br />

önemli karakteri başarı ile canlandırarak reklamlarda<br />

oynamış, karakterin başarısı nedeniyle D-Smart reklam<br />

filmlerinde de dizideki “Dilber Hala” karakteriyle rol<br />

almıştır.<br />

Sarp Apak<br />

Dizinin baş karakterlerinden "Tanrıverdi" rolünü<br />

canlandırmış, kısa sürede sinema ve reklam sektörünün<br />

aranan isimlerinden biri olmuştur. Dizideki başarılı<br />

performansının ardından TURKCELL, işteCell reklam<br />

filmlerinde rol almıştır.<br />

Engin Günaydın<br />

"Burhan Altıntop" karakteri ile dizinin "olmazsa olmazı"<br />

haline gelmiş, reklam filmlerinin yıldızı olmuştur.<br />

142


Tolga Çevik<br />

Avrupa Yakası'ndaki performansı ile Komedi Dükkânı<br />

adlı özgün güldürü formatında görev almış, bu<br />

doğaçlama mizah programı, televizyon kanallarının da<br />

ilgisini çekmiştir.<br />

Levent Üzümcü<br />

Avrupa Yakası, Üzümcü’ye sinemada başrol oynama<br />

fırsatı getirmiştir.<br />

Evrim Akın<br />

"Selin" karakterini canlandıran Evrim Akın da şöhretler<br />

arasındaki yerini almıştır.<br />

Bülent Polat<br />

Bülent Polat da gerçek sıçramasını Avrupa Yakası’ndaki<br />

Şehsuvar (Şesu) rolüyle yapmıştır.<br />

Peker Açıkalın<br />

Başarılı bir tiyatro ve sinema oyuncusu iken "Gaffur"<br />

karakteri ile adeta bir fenomene dönüşmüş, Gaffur<br />

dizinin en çok sevilen ve ses getiren karakterlerinden biri<br />

olmuştur.<br />

Ata Demirer<br />

Ata Demirer “Korsan TV" ve sahne şovlarıyla adından<br />

söz ettirmiş, ancak gerçek yükselişini Avrupa Yakası<br />

dizisindeki "Volkan" karakteri ile yapmıştır.<br />

Kaynak: Vatan / http: //www.cur-cuna.com/tr/kultursanat/televizyon/tele0022.html Yüksel Aytuğ<br />

143


EK 5: DİZİDE ROL ALAN ÜNLÜLER ve KONUKLAR<br />

• Şenay Kösem: Ece<br />

• İrfan Hakan Avcı: Orhun<br />

• Esra Soybelli<br />

• Nur Tüzün<br />

• Seçil Mutlu<br />

• Yıldız Asyalı: Burhan Altıntop'un sevgilisi<br />

• Cenk Durmazel: Konuk Oyuncu<br />

• Nedim Doğan: Tacettin'in Babası Hüseyin Antepli<br />

• Mustafa Turan: Müşteri<br />

• Öner Erkan: Fatoş'un sevgililerinden<br />

• Erdal Cindoruk: Fatoş'un sevgililerinden Ergün<br />

• Dolunay Soysert: Melike<br />

• Yeliz Yeşilmen: Konuk Oyuncu<br />

• Yelda Baskın<br />

• Selen Görgüzel<br />

• Deniz Orakçı<br />

• Halil Kumova<br />

• Nurhan Damcıoğlu: Azamet Yenge<br />

• Nuri Alço: Mafya<br />

• Coşkun Göğen: Coşkun Göğen<br />

• Zihni Göktay: Eski günlere özlem duyan amca<br />

• Deniz Seki: Deniz Seki<br />

144


• Tanyeli: Tanyeli<br />

• Hıncal Uluç: Hıncal Uluç<br />

• Şenay Akay: Şenay Akay<br />

• Tolga Han: Dans hocası<br />

• Seyfettin Dursunoğlu: Süheyla<br />

• Hepsi: Hepsi<br />

• Tunç Yıldırm: Fatoş'un eski kocası<br />

• Vatan Şaşmaz: Sunucu<br />

• Savaş Ay: Savaş Ay<br />

• Yetkin Dikinciler<br />

• Salih Kalyon: Enişte<br />

• Cengiz Küçükayvaz: Resepsiyonist<br />

• Mert Asutay<br />

• Emre Altuğ: Emre Altuğ<br />

• Nil Karaibrahimgil: Nil Karaibrahimgil<br />

• Mahir İpek: Cem'in arkadaşı<br />

• Erkin Koray: Erkin Koray<br />

• Ajda Pekkan: Ajda Pekkan<br />

• Keremcem: Keremcem<br />

• Sezgi Mengi: Alican<br />

• Çiçek Dilligil: Naile<br />

• Tuna Arman: Bülent'in sevgilisi<br />

• Doğa Rutkay: Doğa Rutkay<br />

• Serdar Ortaç: Serdar Ortaç<br />

145


• Nükhet Duru: Nükhet Duru<br />

• Demet Akalın: Demet Akalın<br />

• Murat Boz: Murat Boz<br />

• Pamela Spence: Pamela Spence<br />

• Nil Burak: Nil Burak<br />

• Özgür Çevik: Manav<br />

• Ümit Besen: Ümit Besen<br />

• Çağla Şikel: Melek<br />

• Acun Ilıcalı: Acun Ilıcalı<br />

• İclal Aydın: Sunucu<br />

• Tuna Kiremitçi: Tuna Kiremitçi<br />

• Sezen Aksu: Sezen Aksu: Tahsin'in arkadaşı<br />

• Aşkın Şenol<br />

• Volkan Ünal<br />

• Fadik Sevin Atasoy<br />

• Görkem Gürsoy: Osman ve Şahika'nın koruması Çetin<br />

• Deniz Çakır<br />

• Turgay Tanülkü<br />

• Ateşböceği Ercan<br />

• Serhan Arslan<br />

• Ece Sükan: Şahika'nın arkadaşı<br />

• Deniz Özerman: Volkan'ın okul arkadaşı<br />

• Aziz Özuysal<br />

• Server Mutlu<br />

146


• Ayten Uncuoğlu: Fatoş'un teyzesi Ayten Hanım<br />

• Cem Davran: Eczacı: Makbule’nin arkadaşı<br />

• Cem Yılmaz<br />

• Emel Sayın: Emel Sayın<br />

147


EK 6: DİLBER HALA SÖZLÜĞÜ<br />

• Hoşşik: Yalaka, karaktersiz, ukala<br />

• Dinelmek: Ayakta kalmak<br />

• Banadura: Domates<br />

• Gındırık: Aralık<br />

• Gıllik, gıllicik: Küçük, küçücük<br />

• Sası: Tatsız, yavan<br />

• Zebil gibi: Çok, gereğinden fazla<br />

• Hatın kız: Hanım kız<br />

• Booy boy: Eyvaah eyvah<br />

• Bahele: Bak hele<br />

• Çekticeği damar kurusun: Çektiği damar, soy, kurusun<br />

• Soykası batasıca: Soyu sopu batasıca<br />

• Zaar: Zahir, herhalde, öyle görünüyor ki<br />

• Kele: Ayol<br />

• Cıvır: Diri, genç<br />

• Avel: Aptal<br />

• Cibilliyet: Geçmiş<br />

• Bici bici: Adana'ya özgü, nişasta, gül suyu ve buzla yapılan bir tatlı<br />

• Gadasını almak: Derdini, belasını almak<br />

• Zumzuk: Yumruk<br />

• İri ufak, bit yavşak: Tüm komşular, çevredeki değerli değersiz herkes<br />

148


EK 7: AVRUPA YAKASI JENERİK MÜZİĞİ<br />

Anadolu'dan kop gel düzgit<br />

Ankara'yı geç sağdan<br />

Bursa'nın biraz yukarısı<br />

Altunizade'den sonra<br />

Köprünün hemen aşağısı<br />

Avrupa Yakası<br />

...<br />

Babamın otoritesini, geç!<br />

Annemin damat takıntısı,<br />

Abimin şöhret sevdası,<br />

Gençliği solla<br />

Kariyeri fulle<br />

Çayını da demle son durak<br />

Avrupa Yakası, Avrupa Yakası<br />

Avrupa Yakası. Aşkımın son hatırası. Sağolun. Sağolun<br />

149


ÖZET<br />

“Gülmecede Modern-Geleneksel Karşıtlığının Kullanımı: Avrupa Yakası<br />

Örneği” adlı bu tezde, temel bir karşıtlık olan <strong>modern</strong>-<strong>geleneksel</strong> <strong>karşıtlığının</strong>,<br />

<strong>modern</strong> Türkiye’de hangi noktalarda yaşandığı ve bunun durum komedilerinde ne<br />

şekilde temsil edildiği üzerinde çalışılmıştır. Geleneksel kavramı, alışageldiğimiz<br />

davranış biçimlerimizi, değerlerimizi tanımlarken, <strong>modern</strong> kavramı değişen, gelişen,<br />

ayrışan, çeşitlenen yanımızı kastetmektedir. Bu iki kavram birbirini hem beslemekte<br />

hem de çatışmaktadır. Çalışmada, herhangi birini benimseyen kimliklerin yanısıra<br />

her iki kavramı da benimseyen, bir yandan değişime ayak uydurmaya çalışırken, bir<br />

yandan alışık olduğu değerlerden kopamayan ve bunun yarattığı çelişkilerle sıkışıp<br />

kalan kimliklere dikkat çekilmiştir.<br />

Çalışmanın temel varsayımı, <strong>modern</strong>leşme sürecinde toplumdaki<br />

karşıtlıkların çoğaldığı, zenginleştiği ve bunun televizyon türlerini özellikle gündelik<br />

yaşama ayna tutan durum komedilerini beslediğidir. Tezde, <strong>modern</strong>leşmenin<br />

etkisiyle oluşan yeni yaşam tarzlarının, tüketim alışkanlıklarının, ilişkilerin<br />

kimliğimizi nasıl etkilediği ve bunun göstergeleri üzerinde çalışılmıştır. Karakterlerin<br />

zenginliği, farklılığı ve durum komedilerinde az rastlanan <strong>geleneksel</strong>in<br />

eleştirilmesiyle Avrupa Yakası örneği tercih edilmiştir. Tezde, eleştirel bir metin<br />

analizi yöntemiyle <strong>geleneksel</strong>-<strong>modern</strong> temel <strong>karşıtlığının</strong> süreç içerisinde<br />

detaylandığını, çeşitlendiğini, zenginleştiğini söylemek mümkün olmuştur. Bu<br />

noktada dizideki kimlikleri kentli, kentli-<strong>geleneksel</strong>, kentli-taşralı, <strong>geleneksel</strong>-taşralı,<br />

Batılı, <strong>modern</strong> şeklinde kategorize etme şansı doğmuştur.<br />

150


ABSTRACT<br />

“The use of <strong>modern</strong>-traditional contrast in situational comedies: Avrupa<br />

Yakası” thesis, emphasizes on the main contrast which is <strong>modern</strong>-traditional contrast,<br />

and at which points in <strong>modern</strong> Turkey it is seen and how this contrast is reflected on<br />

to situational comedies. The concept of traditional, defines the familiar behavior<br />

pattern and values, the concept of <strong>modern</strong> implies our changing, evolving,<br />

discriminating, diversifying sides. These concepts both feed off each other and are<br />

also in conflict. This thesis, not only embraces one identity but also draws attention<br />

to the stuck identities that are formed with conflicts, trying to keep up with changes<br />

or clinging on to familiar values.<br />

The hypothesis is that, during the process of <strong>modern</strong>ization, contrasts rise and<br />

this feeds television especially situational comedies by reflecting the current agenda.<br />

The thesis states, the new life styles that are formed with the effect of <strong>modern</strong>ization,<br />

consumer habits, the effect of relations on our character and indicators. The<br />

preference was Avrupa Yakası because of the richness and variety of the characters<br />

and that it is a rare situational comedy that criticizes on tradition. It is safe to say that<br />

with a critical copy research method, the contrast of traditional-<strong>modern</strong> is detailed,<br />

diversified and enriched. At this point, it is possible to categorize the identities of the<br />

series as, urban, urban-traditional, urban-provincial, traditional-provincial, Western,<br />

<strong>modern</strong>.<br />

151

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!