Prof. Dr. Mehmet ÖZMEN - Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Mehmet ÖZMEN - Çukurova Üniversitesi Prof. Dr. Mehmet ÖZMEN - Çukurova Üniversitesi
sevabına:⌠5⌡/Maddi karşılık beklemeden sadece sevap kazanmak üzere./ “Kim bilir belki de iyi bir kısmet çıkarsa sevabına everecekler.” (HT-KAD)., “Komutan Yardımcısı - (Komutanın kulağına) Komutanım bi garip çocuk, ana babası nerde ölmüşler, hangi hastalıktan gitmişler kim bilir, köylü bakıyor sevabına, sanmam ki köprü yaksın!” (BE-Ç). → bak- {ilgilenmek}, ever-, tara- (saç), ver-. ║ su içir-. seyrek:⌠13⌡/{3. Uzun zaman aralıklarıyla, arada sırada, binde bir, nediren, bayramdan bayrama, bayramda seyranda., 4. Aralıklı olarak, aralıklı bir biçimde nadir, nadiren.}/ “Seyrek gelirdik buraya…” (TDK.-ÖÖ)., “Büyük kızı Ayşem ise seyrek görünür.” (ES-SUYK)., “Seyrek oturdu masaya” (TDK.-ÖÖ)., “Yaşlı roman kahramanlarına seyrek rastlanır.” (TY-YGY)., “Babaları bile onların yüzlerini seyrek görür oldu.” (MŞE-MA). → gel- [3], gör- [2], otur- [2], buluş-, görün-, rastlan-, uğra-, yap-. ║ görür ol-. ⇒ seyrek gelmek (bir yere). seyyanen: Ø sıcağı sıcağına:⌠11⌡/Hemen, anında, vakit geçirmeden./ “Ahmet Hâşim'in mayası, yakın takibi kolaylaştıracak türden bir alaşım ortaya koyar: Hazır, toptancı, oluşmuş yargıya pek yüz sürmediği için sıcağı sıcağına bakar, karar verir.” (EB-YU)., “Ali Rıza Bey, sıcağı sıcağına Muzafferle görüşemezse cesaretini kaybetmekten korkuyordu.” (RNG-YD)., “Çoğu olayı da sıcağı sıcağına yaşadınız.” (FA-SUYK)., “Onun için sıcağı sıcağına bizler hakkınca yazdıklarına da bir göz atalım da meraktan kurtulalım.” (İO-LBA)., “Gerçekten de sıcağı sıcağına ertesi akşam rahatsız etti.” (AN-AZDE)., “Sıcağı sıcağına almalıydı işi üzerine: Siz çocuğun Türkçesini hiç merak etmeyin!” (RI-KG). → bak-, görüş-*, yaşa-, yaz-. ║ fiyat sapta-, göz at-, haber ver-, haberdar et-, işi üzerine al-, karar alın-, karar ver-, rahatsız et- {ziyaret etmek}. sıcak sıcak:⌠27⌡/{1.Sıcak olarak. 2. soğutmadan tadı kaybolmadan.}/ “‘Bir çay olsa da içsek sıcak sıcak!’ dedi.” (RI-KG)., “Sıcak sıcak diki verdi ağzına tencereyi.” (AKB-BŞ)., “Sıcak sıcak, tüt babam tüt ediyordu, kalaylı, parıl parıl bir tasın içinde.” (YK-OD)., “Sıcak sıcak midemize otururdu bu zaten.” (Sİ-İGÇÖ2). ; //İçten, samimi ve hoş bir biçimde.// “Özün'ü öpmüştü sıcak sıcak.” (NM-TK)., “Sıcak sıcak solur güneş tepede, O öyle soludukça dayanılmaz. (OA-M)., “Bir kundak ol, sıcak sıcak sar bizi.” (AKB-BŞ)., “Ama gene de mesuttu, gene de içi sıcak sıcak dalgalanıyor, coşuyordu.” (TB-KA). /…/⌠19⌡→ iç-* [7], değ-, gel-, içir-, pişir-, taşı-, tüt-, yedir-. ║ ağzına dik-, gövdeye indir-, mideye otur-. ║ kapıp getir-. //…//⌠8⌡→ solu- [2], bak-, kaşın-, öp-, sar-, terle-. ║ içi dalgalan-. ⇒ sıcak sıcak içmek. sık:⌠138⌡/3. Kısa zaman aralıklarıyla, az aralıklarla./ “Bu saldırışlar o kadar sık oluyordu ki atlar durmaksızın çifte atmak zorunda kalıyorlardı.” (AS-YA)., “Betin de çok sık geldi New York'a, o ara.” (AK-AA)., “Ama çok da sık karşılaşmamıştı.” (ÜK-BDG)., “Herkes kendi yalnızlığı içinde, bir başka yabancıyla sık görüşebilir.” (DC-Yİİ)., “Bu durum, örneğin büyükanne ve büyükbaba tarafından büyütülmüş kişilerde olduğu gibi, gerçek otorite modelinden yoksun bir çocukluk geçirmiş olan ana-babalarda daha sık görülür.” (EG-İO)., “Filmde çok sık kullandık bunu.” (AD-Y)., “Bu 398
lafları o kadar sık duydum ki, beni etkilemiyor.” (AÜ-SG)., “Bu konuyu daha önce çok sık yazdım, söyledim.” (ASA-AK)., “Çok sık hastalanırdı.” (CK-BR)., “Son zamanlar sık gelip giderdi Mine'nin evine.” (AÜ-SG). ; /4. Aralıksız olarak, aralarında az aralık bırakarak./ “Öyle üst üste, öyle sık biter ki arasından yılan geçemez.” (YK-İM1). 3.⌠137⌡→ ol-* [15], gel-* [10], karşılaş-* [9], görüş-* [8], görül- [7], git-* [6], gör- [5], kullan- [5], duy- [3], rastlan-* [3], yokla- [3], değiş- [2], geç- [2], hastalan- [2], öksür- [2], rastla- [2], yaşan- [2], yaz- [2], acık-, ağla-, bak-, de-, duyul-, görün-*, göster-, götür-, gözlemlen-, hatırla-, in-, iste-, konuş-, konuşul-, kucakla-*, kullanıl-, öner-, solu-, söyle-, uğra-, üşüt-, yap- , yeğle-, yinelen-. ║ ziyaret et-* [2], ağza al-* {lafını etmek}, birlikte ol-, çözüm getir-, dansa kaldır-, ilâç alın-*, iştirak et-, kendini göster-, konu edin-, konuşma yapıl-, nefes al-, ortaya çık-, rüya gör-, su kesil-, tamir edil-, yanlışlık yap-, yer değiştir-. ║ gelip git- [2]. 4.⌠1⌡→ bit- {yetişmek}. ⇒ sık olmak, sık gelmek, sık karşılaşmak (görüşmek). sıkça:⌠18⌡/Oldukça sık./ “Bunu özellikle soracaktım. 'Savaşçı' sözü, şiirlerin başlıklarında da sıkça kullanılıyor Bizim şiirimizde 'kavga 'sözü de çok yaygındı 60’lı, 70’li yıllarda.” (AT-ST)., “Çünkü anneyim... gibi hitaplara sıkça rastlanmaktadır.” (LN-BD)., “Nihal artık sıkça odama geliyordu.” (BB-BBÇ)., “Yazı yazarken sıkça burnunu çekerdi.” (NE-GT)., “Belgeleri küçük bir not iliştirerek yollamıştım: ‘Umarım iyisindir...’ Seninle sıkça Nihal’den söz ediyorduk.” (BB-BBÇ)., “Kedilere yüz veren çok şairin tersine, o şiirlerinde kuşlara sıkça yem vermiştir.” (AA-ETY). → kullanıl- [2], rastlan- [2], gel-, gör-, karşılaşıl-, kullan-, vur-, yaz-. ║ burnunu çek-, göz kırpıştır-, söz et-, tanık ol-, vergi toplan-, yem ver-. sıkı:⌠103⌡/8. Sıkıca, iyice./ “Böyle bir duygudaşlık içinde gitgide daha sıkı sarılırlar birbirlerine. "Bu dans hiç bitmese," der gibidirler.” (AA-TO3)., “Elindeki kılıcı sıkı tuttu.” (YK-BE)., “Şimdi bana sıkı tutun İkimizcilliğe sarın” (ME-TŞ)., “Amma da sıkı bağlamışlar!” (GA-TO)., “Viyana'nın kalbur üstü artisleri ile müzik yapmakta, sıkı çalışmaktadır.” (NN-DM)., “Kadın kurtulmaya çalıştıkça, Reha'nın eli bileği daha sıkı kavrıyordu. - Kimsin? demişti.” (EA- DÖY)., “Sıkı giyindim Padişahım, üşümem.” (AA-İGA)., “Ben de ağzımı sıkı tuttum, kimseye bişey söylemedim.” (AN- ŞÇH)., “Canımızı daha da sıkma! Ben Haşlak'a sıkı tembih geçtim.” (GY-H2)., “‘Devriye gönderin çabuk!’ diye sıkı emir verdiler.” (FB-ID)., “O günlerde döviz işlemleri çok sıkı kontrol ediliyordu!” (SY-BECO). → sarıl- [17], tut- [15], tutun- [6], bağla- [5], çalış- [3], kavra- (yaka) [3], giyin- [2], sar- [2], söyle-* [2], tembihle- [2], yapış- [2], at-, bağlan-, bil-, davran-, dik-, doku-, duyur-, düğümlen-, gel-, giydir-*, izle-, izlen-, kapat-, kolla-, koru-, korun-*, kucakla-, ört-, örül-, sars-, yerleştir-. ║ ağzını tut- (ağzını/dilini) [4], emir ver- [3], gözünü yum- [2], tembih geç- [2], kendini tut-, komut ver-, kontrol edil-, pazarlık et-, talimat ver-, tembih et-, tertibat alın-*, zarar et-. ⇒ sıkı sarılmak, sıkı tutmak (tutunmak). sıkıca:⌠88⌡/Sıkı bir biçimde, iyice./ “Elimden sıkıca tutuyordu o.” (ÜA-TÖ)., “Bu nedenle kişi, dengesini sağlayan bu mekanizmalara sıkıca sarılır ve esneklikten yoksun davranışlar geliştirir.” (EG-İO)., “İplerle sıkıca bağlamışlardı.” (EÖ-P/S)., “Balkon kapılarını, camları sıkıca kapadım, ve neden bilmem, sokak kapısını da zincirledim.” 399
- Page 381 and 382: soluksuz kal-, soyu tüken-, sökü
- Page 383 and 384: astla-, sez-, sol-, sus-, tamamlan-
- Page 385 and 386: O oburca:⌠4⌡/1. Doymak bilmez b
- Page 387 and 388: oldum bittim:⌠20⌡/Oldum olası.
- Page 389 and 390: on parasız:⌠8⌡/2. Parası olma
- Page 391 and 392: → tüt- (duman) [2].║ içini ya
- Page 393 and 394: öğle vakti:⌠6⌡/Günün öğle
- Page 395 and 396: yavaşladı, sonra durdu…” (Aİ
- Page 397 and 398: ötede beride: Ø öteden beri:⌠6
- Page 399 and 400: kabul ettiler.” (FA-SUYK)., “D
- Page 401 and 402: gir-, hayal meyal hatırla-, hayran
- Page 403 and 404: P palas pandıras:⌠8⌡/1. Gereğ
- Page 405 and 406: parmak parmak:⌠1⌡/2. Parmaklaya
- Page 407 and 408: 3. ⌠298⌡→ sev-* [31], bil-* [
- Page 409 and 410: → git- [2], açıl- (kapı), dü
- Page 411 and 412: pisi pisine:⌠5⌡/Boş yere, boş
- Page 413 and 414: seç-, seçil-, seril-*, sırıt-,
- Page 415 and 416: evlen-*, görül- {anlaşılmak}, g
- Page 417 and 418: (tekerlek), döv-, duy-, düşünü
- Page 419 and 420: kalkacak sabahları bütün çocukl
- Page 421 and 422: sabırsızlıkla:⌠79⌡/Büyük b
- Page 423 and 424: sahi:⌠19⌡/Gerçekten, gerçek o
- Page 425 and 426: samimi:⌠16⌡ /3. İçli dışlı
- Page 427 and 428: saygısızca:⌠2⌡/2. Saygısız
- Page 429 and 430: sere serpe:⌠21⌡/Serbest, rahat
- Page 431: (içki vb.) [2], aç- (göz), aç-
- Page 435 and 436: kaybolur, giderdi.” (AN-MB)., “
- Page 437 and 438: peykesi üstüne serdiği ve kar gi
- Page 439 and 440: → davran [12], bak- [3], karşıl
- Page 441 and 442: → de- [7], bul- [6], başar- [4],
- Page 443 and 444: → dön- (-e, geri) [6], çık- (-
- Page 445 and 446: sürü sürü:⌠4⌡/Pek çok./
- Page 447 and 448: → dur-*, kurtul-, yık-. şaka yo
- Page 449 and 450: şarıl şarıl:⌠7⌡/Su veya ya
- Page 451 and 452: şiddetle:⌠165⌡/Güçlü {sert}
- Page 453 and 454: et-, ayağa kalk-, ayırt et-, baş
- Page 455 and 456: şimdi şimdi:⌠5⌡/Ancak çok ya
- Page 457 and 458: değildir.” (GY-R)., “Evet bu b
- Page 459 and 460: ta: Ø T taammüden:⌠1⌡/1. Bili
- Page 461 and 462: tak tak:⌠12⌡/2. ‘Tak’ sesi
- Page 463 and 464: ⇒ tamamen değişmek, (bir şeyde
- Page 465 and 466: taşımlık: Ø tatlı:⌠38⌡/4.
- Page 467 and 468: tek elden:⌠1⌡/Bir yerin veya bi
- Page 469 and 470: teklifsizce:⌠13⌡/Teklifsiz bir
- Page 471 and 472: 2.⌠16⌡→ çözül- (saç, dü
- Page 473 and 474: tereddütsüz:⌠17⌡/2. Kararlı
- Page 475 and 476: Ruslardan başka kimseyi göremeyin
- Page 477 and 478: → benze- [3], otur- {uymak} [2],
- Page 479 and 480: top top:⌠6⌡/Top biçiminde olar
- Page 481 and 482: U ucun ucun:⌠2⌡/1. Uç uca, ucu
sevabına:⌠5⌡/Maddi karşılık beklemeden sadece sevap kazanmak üzere./ “Kim bilir belki<br />
de iyi bir kısmet çıkarsa sevabına everecekler.” (HT-KAD)., “Komutan Yardımcısı - (Komutanın kulağına) Komutanım bi<br />
garip çocuk, ana babası nerde ölmüşler, hangi hastalıktan gitmişler kim bilir, köylü bakıyor sevabına, sanmam ki köprü<br />
yaksın!” (BE-Ç).<br />
→ bak- {ilgilenmek}, ever-, tara- (saç), ver-. ║ su içir-.<br />
seyrek:⌠13⌡/{3. Uzun zaman aralıklarıyla, arada sırada, binde bir, nediren,<br />
bayramdan bayrama, bayramda seyranda., 4. Aralıklı olarak, aralıklı bir biçimde nadir,<br />
nadiren.}/ “Seyrek gelirdik buraya…” (TDK.-ÖÖ)., “Büyük kızı Ayşem ise seyrek görünür.” (ES-SUYK)., “Seyrek<br />
oturdu masaya” (TDK.-ÖÖ)., “Yaşlı roman kahramanlarına seyrek rastlanır.” (TY-YGY)., “Babaları bile onların yüzlerini<br />
seyrek görür oldu.” (MŞE-MA).<br />
→ gel- [3], gör- [2], otur- [2], buluş-, görün-, rastlan-, uğra-, yap-. ║ görür ol-.<br />
⇒ seyrek gelmek (bir yere).<br />
seyyanen: Ø<br />
sıcağı sıcağına:⌠11⌡/Hemen, anında, vakit geçirmeden./ “Ahmet Hâşim'in mayası, yakın takibi<br />
kolaylaştıracak türden bir alaşım ortaya koyar: Hazır, toptancı, oluşmuş yargıya pek yüz sürmediği için sıcağı sıcağına<br />
bakar, karar verir.” (EB-YU)., “Ali Rıza Bey, sıcağı sıcağına Muzafferle görüşemezse cesaretini kaybetmekten korkuyordu.”<br />
(RNG-YD)., “Çoğu olayı da sıcağı sıcağına yaşadınız.” (FA-SUYK)., “Onun için sıcağı sıcağına bizler hakkınca<br />
yazdıklarına da bir göz atalım da meraktan kurtulalım.” (İO-LBA)., “Gerçekten de sıcağı sıcağına ertesi akşam rahatsız<br />
etti.” (AN-AZDE)., “Sıcağı sıcağına almalıydı işi üzerine: Siz çocuğun Türkçesini hiç merak etmeyin!” (RI-KG).<br />
→ bak-, görüş-*, yaşa-, yaz-. ║ fiyat sapta-, göz at-, haber ver-, haberdar et-, işi<br />
üzerine al-, karar alın-, karar ver-, rahatsız et- {ziyaret etmek}.<br />
sıcak sıcak:⌠27⌡/{1.Sıcak olarak. 2. soğutmadan tadı kaybolmadan.}/ “‘Bir çay olsa da<br />
içsek sıcak sıcak!’ dedi.” (RI-KG)., “Sıcak sıcak diki verdi ağzına tencereyi.” (AKB-BŞ)., “Sıcak sıcak, tüt babam tüt<br />
ediyordu, kalaylı, parıl parıl bir tasın içinde.” (YK-OD)., “Sıcak sıcak midemize otururdu bu zaten.” (Sİ-İGÇÖ2). ;<br />
//İçten, samimi ve hoş bir biçimde.// “Özün'ü öpmüştü sıcak sıcak.” (NM-TK)., “Sıcak sıcak solur güneş tepede,<br />
O öyle soludukça dayanılmaz. (OA-M)., “Bir kundak ol, sıcak sıcak sar bizi.” (AKB-BŞ)., “Ama gene de mesuttu, gene de içi<br />
sıcak sıcak dalgalanıyor, coşuyordu.” (TB-KA).<br />
/…/⌠19⌡→ iç-* [7], değ-, gel-, içir-, pişir-, taşı-, tüt-, yedir-. ║ ağzına dik-, gövdeye<br />
indir-, mideye otur-. ║ kapıp getir-.<br />
//…//⌠8⌡→ solu- [2], bak-, kaşın-, öp-, sar-, terle-. ║ içi dalgalan-.<br />
⇒ sıcak sıcak içmek.<br />
sık:⌠138⌡/3. Kısa zaman aralıklarıyla, az aralıklarla./ “Bu saldırışlar o kadar sık oluyordu ki<br />
atlar durmaksızın çifte atmak zorunda kalıyorlardı.” (AS-YA)., “Betin de çok sık geldi New York'a, o ara.” (AK-AA)., “Ama<br />
çok da sık karşılaşmamıştı.” (ÜK-BDG)., “Herkes kendi yalnızlığı içinde, bir başka yabancıyla sık görüşebilir.” (DC-Yİİ).,<br />
“Bu durum, örneğin büyükanne ve büyükbaba tarafından büyütülmüş kişilerde olduğu gibi, gerçek otorite modelinden yoksun<br />
bir çocukluk geçirmiş olan ana-babalarda daha sık görülür.” (EG-İO)., “Filmde çok sık kullandık bunu.” (AD-Y)., “Bu<br />
398