Prof. Dr. Mehmet ÖZMEN - Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Mehmet ÖZMEN - Çukurova Üniversitesi Prof. Dr. Mehmet ÖZMEN - Çukurova Üniversitesi
devam ediyordu: Biz, bataklığı dolduran kurbağalar gibi, mutlaka busessizliği bozmak istiyoruz...” (GY-H1)., “Nitekim öyle de olagelmişti.” (TB-KA). ; /3. O denli, o kadar, o derece./ “Bu renk ona öyle yaraşırdı ki...” (AA-TO3)., “Derken fiyatlar öyle yükseldi ki Müdür Bey, bir bin liralığı binikiyüz liraya mal etmeye başladık.” (AN-AZDE)., “Diğerleri de öyle düştü...” (FO-KSA)., “Öyle hoşuma gitti ki...” (TDK-KO)., “Herkes ağlamaktan öyle perişan olmuştu ki, kimse içeri girip Zübür Amcayı bikez daha goremiyordu.” (AN-AZDE)., “Kabuğumun içine öyle büzülüyorum ki gene.” (OK-AY)., “Baba, şimdi seni öyle seviyorum ki...” (TÖ-TO3). ; //Ardından, sonra.// “…istersen bir duş al, öyle git.” (ÇA-BAG)., “Beyefendi çay, beyefendi kahve?.. -Görelim de öyle içeriz...” (Mİ-DHB)., “Herifler iyi bir sarhoşlatıp öyle döveceğiz...” (AN-AZDE)., “-Ana temiz temiz bir öpeyim de öyle yatayım, dedi.” (TB-KA)., “Ağasının elçisi Kandahar'a iki konak kala, oğlan haber aldı, öyle sevindi ki, duru durağı yitirdi.” (KT-Gİ).. “O gece, öyle zengin oldum, öyle zengin oldum ki...” (AN- AZDE). 2. ⌠455⌡→ de-* [60], ol-* [60], san-* [39], yap-* [24], söyle-* [19], dur- [16], kal- [16], bak-* [14], düşün-* [11], iste-* [9], yaz- [7], git- {sürmek} [6], geç- [5], otur- [4], anlaşıl- [3], bil- [3], konuş- [3], yürü- [3], al-* [2], anla- [2], bekle- [2], bul- [2], çık-* {olmak} [2], göster- [2], incele- [2], vur- [2], yapıl- [2], ağla-, al-* {değerlendirmek}, alış-, ateşlen-*, ayarla-, bağır-, biçimlen-, çarp-, dal-, davran-, den-, dinle-, doğ-, dön-, duy-, es-, ez-, geçir-, gel-, getir-, gez-, görün-, görüş-, götür-, gözük-, gül-, gülümse-, hazırla-, iç-, inan-, kavra-, kaynaş-, kıskan-, kışkırt-, okun-*, öğret-, saklan-, say-, sayıl-, sınırla-, sulan-, şiş-, tertiplen-*, titre-, tutun-, unut-, uydur-, uyu-, yakıl-*, yaptır-, yaratıl-*, yaşa-, yat-, yazıl-*, ye-, yerleştir-, yorumla-, yozlaş-, yumul-. ║ zannet- [14], kalakal- [7], canı iste- [2], devam et- [2], hisset- [2], içinden doğ- [2], ağzından çık-, ayarı bozul-, birbirine karış-, canını kurtar-, elini öp-, göresi gel-, hâkim ol-, hareket et-, icabet et-, içinden gel-, kabul et-, kafası işle-, kendini kapat-, olagel-, oyun et-, sokağa çık-, ümit et-, üstüne al-, yararı dokun-, yorgun düş-. ║ durdum kal-, durup dur-, duruş dur-, esip dur-*, susmuş otur-, sallanıp dur-, oturup kal-. ║ donmuş kalmış. 3. ⌠19⌡→ sev- [5], kork- [2], sevin- [2], alış -, art-, büyü-, beğenil-, benimse-, büzül-, çıldır-, çoğal-, dal-, hoşlan-, içerle-, iste-, kok-, sev-, tepin-, yara-, yayıl-, yüksel-. ║ zengin ol- [3], diğeri düş-, dikkat et-, hoşuna git-, rahatsız et-, (fiyatlar) uslu dur-*, perişan ol-. //…// ⌠8⌡→ git- [3], başla-, döv-, götür-, iç-, yat-. ⇒ öyle demek (söylemek), öyle sanmak, öyle olmak, öyle düşünmek, öyle zannetmek, öyle kalakalmak. öylece:⌠605⌡/{1.O biçimde, tam öyle., 2. Öylelikle.}/ “Asırlardan beri öylece, ilk defa nereye konmuşsa orada duruyor.” (BRE-KY)., “ (İki eli öylece boşlukta kalakalır.)” (OA-KO)., “Alinin gözleri gökteydi. Öylece bakıyordu.” (YK-OD)., “Belki bir, belki iki saat öylece oturdular.” (CD-Oİ)., “Ama öylece yattı.” (FÇ-UV)., “Gövdesi uyuşmuş, ağzı kuru, elleri soğuk, öylece bekliyordu, Reis-i Cumhur Hazretlerinin, Dolmabahçe Sarayı'ndaki çalışma odasının kapısında sırtında muslin esvabı, boynunda annesinin bir dizi incisiyle...” (EA-DÖY)., “Elinde telefon öylece kalır.” (VT-BÖKDYO)., “Öylece sustular.” (NM-TÖ2)., “Başını yere eğmiş ve öylece kalakalmış.” (FE-Ç)., “Fakat şimdi toparlayamıyordu. Öylece Nemide'yi seyrediyor, kopuk kopuk konuşuyordu.” (SK-D)., “En bozuk şekliyle verdim, öylece 364
kabul ettiler.” (FA-SUYK)., “Dönmedi, duralamadı, öylece yürüyüp gitti.” (TY-AÖ)., “Bırakıp gitmişsin öylece her şeyi, sevmediğin halde dağınıklığın her türlüsünü.” (ŞY-1999). → dur- [132], kal- [110], bak- [54], otur- [39], bırak- [16], bekle- [15], yat- [15], dikil- [12], sus- [10], bırakıl- [5], dolaş- [5], tut- [5], düşün- [4], uzan- [4], dinle- [3], git- [3], yürü- [3], bekleş- [2], bul- [2], çık- [2], dal- [2], dön- [2], gömül- [2], in- [2], sürdür- [2], uyu- [2], yakala- [2], anla-, atlat-, at-, bakış-, başla-, beklet-, belir-, benimse-, bit-, buyur-, büyüle-, çırp-*, doldur-, gel-, gelin-, getir-, gezin-, gör-, iliş-, kabullen-, kaç-, kapan-, kararlaştır-, kımılda-*, koru-, koş-, koy-, kullanıl-, olgunlaş-, oyna-, öğren-, öl-*, serpil-, söyle-, süzül-, süz-, tanış-, tanıt-, taşın-, uzat-, yapıl-, yap-, yaralan-, yayıl-, yayınlan-, yen- {kazanmak}, yüksel-. ║ kalakal- [32], kabul et- [6], seyret- [4], bakakal- [3], kendini bırak- [2], (zihni) ak-, açık kal-, asılı kal-, cama vur- {yansımak}, çeşni oluş-, çeşni tattır-, çırılçıplak bırak-, dertop kal-, devam et-, düşünceye dal-, eli böğründe kal-, eli havada kal-, elinden al-, etrafını sar-, (göz) dikil-, gözlerinden sız-, havada asılı kal-, kafa tut-, kendine bağla-, ortaya çık-, taklit et-, (toplantı) dağıl-, taş kesil-, uyuyakal-, yerini al-, yola koyul-. ║ bırakıp git- [3], donup kal- [3], durup bak- [2], geçip git- [2], oturup kal- [2], akıp dur-, alıp götür-, bırakıp çekil-, bırakıp çık-, çırpınıp dur-, durup bekle-, katılıp kal-, kaykılıp kal-, sızıp kal-, silip götür-, susup otur-, sürüp git-, uzanıp kal-, yatıp uyu-, yürüyüp git-, yüzüstü bırakıp çık-. ║ artar durur, bak dur, bakar kalır, çekip ayırdı, çıkıp gider, çöker kalır, dikildi durdu, dikildi kaldı, dikilir kalır, dikilmiş kalmış, düşündü durdu, kurudu kaldı, oturdu kaldı. öylelikle:⌠3⌡/Bu biçimde, en sonunda./ “Öylelikle yüzünü görürüz!” (NC-SY)., “Bunlar da İngilizce öğrensin, öylelikle gelişsin, ilerlesin.” (OS-HT)., “Türkiye'deki toplantıları anlattım. öylelikle ben yazdım yazdım, kahvelerden bahsettim.” (FA-SUYK). → geliş-, gör-, ilerle-, yaz-. öylemesine: Ø öyle öyle:⌠1⌡/Böylece, yavaş yavaş./ “Resmin, müziğin, derken bakışların ve hayatın ve şiirin perspektifini de öyle öyle buldum.” (EA-DY). → bul-. öylesine:⌠475⌡/Aşırı bir biçimde, fazla, o kadar çok./ “Cinsel alanda her erkeğin akıl yoksulluğuna sürüklenebileceği gerçeğine hepimiz öylesine alışmışız ki, o yönde en inanılmaz söylentileri bile sorgusuz soruşuz doğal karşılamaya hazırız her zaman.” (RE-G)., “Ama, kadın konuşurken giysisindeki çiçeklerin ve tırnaklarındaki ojenin pembesinde boyanmış, yumuşacık görünen dudaklarının kıpırdayışına öylesine dalmıştı ki ne dediğini algılayamadı.” (HAG-AS)., “Çocuk kâğıttan uçaklarına öylesine dalmıştır ki, adamların geldiğini duymaz.” (AA-TO3)., “Çocukluğumun mutsuzluğu beni öylesine etkilemişti ki, yıllar yılı bunu yenmek, -sevgili, dost, arkadaş bir kocaya karşın- kişiliğimi pekiştirmek için çırpındım durdum.” (NM-TÖ2)., “İsmet Faşa Millî Şefliği öylesine benimsemiştir ki, ona kalsa, 365
- Page 347 and 348: → anlaşıl-* [9], atlat-* [5], g
- Page 349 and 350: *, kork-*, koy-*, kurtar-*, oku-*,
- Page 351 and 352: koşar adım:⌠21⌡/2. Hızlı ad
- Page 353 and 354: 1.⌠9⌡→ uyu- [2], boğuş-, ge
- Page 355 and 356: kürek kürek:⌠1⌡/Kürekler dol
- Page 357 and 358: → git-. lappadak: Ø larghetto:
- Page 359 and 360: maada: Ø M maaile:⌠3⌡/Ailece,
- Page 361 and 362: gel-, arkaya kal-, ayağa kalk-*, g
- Page 363 and 364: ve yerli Rumların zenginleriyle g
- Page 365 and 366: mesutça: Ø meşruten: Ø metazori
- Page 367 and 368: aşka bir biçimde dile getirmiş o
- Page 369 and 370: muttasıl dönüyor… uyuyamıyord
- Page 371 and 372: müştereken:⌠9⌡/Ortaklaşa, bi
- Page 373 and 374: N naçizane:⌠2⌡/1. Önemsiz bir
- Page 375 and 376: adayı?” (YK-KSİ)., “Nasıl ku
- Page 377 and 378: → söyle- [2], konuş-, ol-. ║
- Page 379 and 380: → ol-* [4], bak-, dokun-, mahzunl
- Page 381 and 382: soluksuz kal-, soyu tüken-, sökü
- Page 383 and 384: astla-, sez-, sol-, sus-, tamamlan-
- Page 385 and 386: O oburca:⌠4⌡/1. Doymak bilmez b
- Page 387 and 388: oldum bittim:⌠20⌡/Oldum olası.
- Page 389 and 390: on parasız:⌠8⌡/2. Parası olma
- Page 391 and 392: → tüt- (duman) [2].║ içini ya
- Page 393 and 394: öğle vakti:⌠6⌡/Günün öğle
- Page 395 and 396: yavaşladı, sonra durdu…” (Aİ
- Page 397: ötede beride: Ø öteden beri:⌠6
- Page 401 and 402: gir-, hayal meyal hatırla-, hayran
- Page 403 and 404: P palas pandıras:⌠8⌡/1. Gereğ
- Page 405 and 406: parmak parmak:⌠1⌡/2. Parmaklaya
- Page 407 and 408: 3. ⌠298⌡→ sev-* [31], bil-* [
- Page 409 and 410: → git- [2], açıl- (kapı), dü
- Page 411 and 412: pisi pisine:⌠5⌡/Boş yere, boş
- Page 413 and 414: seç-, seçil-, seril-*, sırıt-,
- Page 415 and 416: evlen-*, görül- {anlaşılmak}, g
- Page 417 and 418: (tekerlek), döv-, duy-, düşünü
- Page 419 and 420: kalkacak sabahları bütün çocukl
- Page 421 and 422: sabırsızlıkla:⌠79⌡/Büyük b
- Page 423 and 424: sahi:⌠19⌡/Gerçekten, gerçek o
- Page 425 and 426: samimi:⌠16⌡ /3. İçli dışlı
- Page 427 and 428: saygısızca:⌠2⌡/2. Saygısız
- Page 429 and 430: sere serpe:⌠21⌡/Serbest, rahat
- Page 431 and 432: (içki vb.) [2], aç- (göz), aç-
- Page 433 and 434: lafları o kadar sık duydum ki, be
- Page 435 and 436: kaybolur, giderdi.” (AN-MB)., “
- Page 437 and 438: peykesi üstüne serdiği ve kar gi
- Page 439 and 440: → davran [12], bak- [3], karşıl
- Page 441 and 442: → de- [7], bul- [6], başar- [4],
- Page 443 and 444: → dön- (-e, geri) [6], çık- (-
- Page 445 and 446: sürü sürü:⌠4⌡/Pek çok./
- Page 447 and 448: → dur-*, kurtul-, yık-. şaka yo
devam ediyordu: Biz, bataklığı dolduran kurbağalar gibi, mutlaka busessizliği bozmak istiyoruz...” (GY-H1)., “Nitekim öyle<br />
de olagelmişti.” (TB-KA). ; /3. O denli, o kadar, o derece./ “Bu renk ona öyle yaraşırdı ki...” (AA-TO3)., “Derken<br />
fiyatlar öyle yükseldi ki Müdür Bey, bir bin liralığı binikiyüz liraya mal etmeye başladık.” (AN-AZDE)., “Diğerleri de öyle<br />
düştü...” (FO-KSA)., “Öyle hoşuma gitti ki...” (TDK-KO)., “Herkes ağlamaktan öyle perişan olmuştu ki, kimse içeri girip<br />
Zübür Amcayı bikez daha goremiyordu.” (AN-AZDE)., “Kabuğumun içine öyle büzülüyorum ki gene.” (OK-AY)., “Baba,<br />
şimdi seni öyle seviyorum ki...” (TÖ-TO3). ; //Ardından, sonra.// “…istersen bir duş al, öyle git.” (ÇA-BAG).,<br />
“Beyefendi çay, beyefendi kahve?.. -Görelim de öyle içeriz...” (Mİ-DHB)., “Herifler iyi bir sarhoşlatıp öyle döveceğiz...”<br />
(AN-AZDE)., “-Ana temiz temiz bir öpeyim de öyle yatayım, dedi.” (TB-KA)., “Ağasının elçisi Kandahar'a iki konak kala,<br />
oğlan haber aldı, öyle sevindi ki, duru durağı yitirdi.” (KT-Gİ).. “O gece, öyle zengin oldum, öyle zengin oldum ki...” (AN-<br />
AZDE).<br />
2. ⌠455⌡→ de-* [60], ol-* [60], san-* [39], yap-* [24], söyle-* [19], dur- [16], kal- [16],<br />
bak-* [14], düşün-* [11], iste-* [9], yaz- [7], git- {sürmek} [6], geç- [5], otur- [4], anlaşıl- [3], bil-<br />
[3], konuş- [3], yürü- [3], al-* [2], anla- [2], bekle- [2], bul- [2], çık-* {olmak} [2], göster- [2],<br />
incele- [2], vur- [2], yapıl- [2], ağla-, al-* {değerlendirmek}, alış-, ateşlen-*, ayarla-, bağır-,<br />
biçimlen-, çarp-, dal-, davran-, den-, dinle-, doğ-, dön-, duy-, es-, ez-, geçir-, gel-, getir-, gez-,<br />
görün-, görüş-, götür-, gözük-, gül-, gülümse-, hazırla-, iç-, inan-, kavra-, kaynaş-, kıskan-,<br />
kışkırt-, okun-*, öğret-, saklan-, say-, sayıl-, sınırla-, sulan-, şiş-, tertiplen-*, titre-, tutun-,<br />
unut-, uydur-, uyu-, yakıl-*, yaptır-, yaratıl-*, yaşa-, yat-, yazıl-*, ye-, yerleştir-, yorumla-,<br />
yozlaş-, yumul-. ║ zannet- [14], kalakal- [7], canı iste- [2], devam et- [2], hisset- [2], içinden<br />
doğ- [2], ağzından çık-, ayarı bozul-, birbirine karış-, canını kurtar-, elini öp-, göresi gel-,<br />
hâkim ol-, hareket et-, icabet et-, içinden gel-, kabul et-, kafası işle-, kendini kapat-, olagel-,<br />
oyun et-, sokağa çık-, ümit et-, üstüne al-, yararı dokun-, yorgun düş-. ║ durdum kal-, durup<br />
dur-, duruş dur-, esip dur-*, susmuş otur-, sallanıp dur-, oturup kal-. ║ donmuş kalmış.<br />
3. ⌠19⌡→ sev- [5], kork- [2], sevin- [2], alış -, art-, büyü-, beğenil-, benimse-, büzül-,<br />
çıldır-, çoğal-, dal-, hoşlan-, içerle-, iste-, kok-, sev-, tepin-, yara-, yayıl-, yüksel-. ║ zengin<br />
ol- [3], diğeri düş-, dikkat et-, hoşuna git-, rahatsız et-, (fiyatlar) uslu dur-*, perişan ol-.<br />
//…// ⌠8⌡→ git- [3], başla-, döv-, götür-, iç-, yat-.<br />
⇒ öyle demek (söylemek), öyle sanmak, öyle olmak, öyle düşünmek, öyle<br />
zannetmek, öyle kalakalmak.<br />
öylece:⌠605⌡/{1.O biçimde, tam öyle., 2. Öylelikle.}/ “Asırlardan beri öylece, ilk defa nereye<br />
konmuşsa orada duruyor.” (BRE-KY)., “ (İki eli öylece boşlukta kalakalır.)” (OA-KO)., “Alinin gözleri gökteydi. Öylece<br />
bakıyordu.” (YK-OD)., “Belki bir, belki iki saat öylece oturdular.” (CD-Oİ)., “Ama öylece yattı.” (FÇ-UV)., “Gövdesi<br />
uyuşmuş, ağzı kuru, elleri soğuk, öylece bekliyordu, Reis-i Cumhur Hazretlerinin, Dolmabahçe Sarayı'ndaki çalışma<br />
odasının kapısında sırtında muslin esvabı, boynunda annesinin bir dizi incisiyle...” (EA-DÖY)., “Elinde telefon öylece<br />
kalır.” (VT-BÖKDYO)., “Öylece sustular.” (NM-TÖ2)., “Başını yere eğmiş ve öylece kalakalmış.” (FE-Ç)., “Fakat şimdi<br />
toparlayamıyordu. Öylece Nemide'yi seyrediyor, kopuk kopuk konuşuyordu.” (SK-D)., “En bozuk şekliyle verdim, öylece<br />
364