Prof. Dr. Mehmet ÖZMEN - Çukurova Üniversitesi
Prof. Dr. Mehmet ÖZMEN - Çukurova Üniversitesi Prof. Dr. Mehmet ÖZMEN - Çukurova Üniversitesi
çıkartarak hava aldırmak istedim.” (SB-HAY)., “Ne var ki, eğer bir insan oynadığı bu rollere kendisini fazlaca kaptırırsa, oynamakta olduğu rol ile kendi gerçek benliğini birbirinden ayırdedemez bir duruma gelir.” (EG-İO). → kaçır- (yemek) [3], yor- [2], üzül-* [2], abartıl-, duygulan-, duyul-, etkile-*, iç-, ilgilendir-*, kal-, kes-, küçümse-, önemse-*, sev-, sokul-, titre-, yorul-, yudumla-. ║ kendini kaptır- [2], ciddiye al-, dozu aş-, duygusallığa kapıl-, eli titre-*, gözü al-, gürültü et-, iltifat et-, masraf et-, merak çek-*, önem kazan-, (paspal) giyin-, saçını kabart-, tazyik et-, tuhafına git-, üstüne düş-, yadırgan-*, yanına sokul-, zaman al-*. ⇒ (yemek) fazlaca kaçırmak. fazladan:⌠10⌡/Alışılana ek olarak, alışılandan çok, bol bol, çok çok./“Kendi valizleri yetmeyeceği için fazladan bir de valiz almışlardı.” (HAG-AS)., “Çiftliği kıraç olmasa, ne demeye fazladan para versin.” (YK-OD)., “Kâtip, Mektupçu Bey'e, birkaç kere gittiyse de söz anlatamamış, fazladan terslenmişti.” (KT-Gİ). → al-* [3], ver- [2], alın-, ekle-, kal-, taşı-, terslen-. fazlasıyla:⌠42⌡/Olağandan, gerekenden çok, pek çok, ziyadesiyle./ “Halit Fahri, edebiyata borcunu fazlasıyla ödedi.” (BN-DY1)., “…..bireysel etkilerle açıklayamayacağımız bir olgudur, onu fazlasıyla aşar: toplumu ve bireyi etkisi altında tutan genel etkenlerden söz etmek gerekir.” (TY-YGY)., “Sözün kısası baba Mozart'ın reklam planı görevini fazlasıyla yapmış, bir çok zihinlerde gerçeğe aykırı bir Wolfgang Mozart imgesinin yaratılmasına yol açmıştır.” (NN-DM)., “Gerçek ve gerçeklik ondan öcünü fazlasıyla almıştı.” (MM-ÜAKO)., “Klasik numaralar kendilerini fazlasıyla ele verirler, ama hiç ölmezler.” (MM-ÜAKO). → öde- (borç vb.) [6], aş-, bil-, boyan- {makyaj yapmak}, değ-, etkilen-, ilgilendir-, karşılaş-*, ödet-, ödüllendir-, sıkıl-, şaşırt-, tut-, üşü-, yararlan-. ║ görevini yap- [2], acısını çıkar-, alıştır-, eksiğini tamamla-, görevini yerine getir-, gücünü aş-, güçlendir- (izlenim), hak et-, hak veril-, ihracatı art-, karşılık ver-, kendi dünyasına gömül-, kendini ele ver-, kendini kaptır-, moralini yükselt-, mutlu et-, nasibini al-, öc al-, pay al-, rahatsız ol-, yardımcı ol-. ⇒ (borç) fazlasıyla ödemek. fedaice: Ø fedakârca:⌠2⌡/2. Özverili olarak./ “Bir yandan Giustiniani ve komutasındaki Cenevizliler, öte yandan Guaçardi kardeşler ve komutalarmdaki Venedikliler kahramanca çarpışıyor, kenti en az Bizanslı askerler kadar fedakârca savunuyorlardı.” (NG-BKR)., “Vakti geldiği zaman ben ondan daha fedakârca ortaya atılırım...” (SA-K/S). → savun-. ║ ortaya atıl-. fehvasınca: Ø fellek fellek: Ø fellik fellik:⌠3⌡/Telaşla, heyacanla, koşarak, koşuşturarak, felek felek./“Şimdi bizi fellik fellik arıyorlardır.” (YK-İM1)., “Horali, İnce Memedi tuzağa düşürmek için fellik fellik arıyordu.” (YK-İM1). → ara- [3]. 214
fena:⌠80⌡/6. Çok./“…..öyle dinler gibi görünmeme fena bozuluyor.” (FA-SUYK)., “O yapsatçının şaklabanlıklarına katılmamı bekledi!.. Fena içerlemişti..” (EA-DÖY)., “Boğazım fena ağrıyordu, ağır bir grip geçiriyordum, ateşim vardı.” (MU-BDA)., “Güzinim, Bu sabah da mektubun geldi, fena alıştım mektuplarına…..” (GD-ADM)., “Sıkılıyorum artık, fena sıkılıyorum.” (EI-KA). → bozul- (moral) [9], içerle- [9], ağrı- [4], bat- [4], alış- [3], hırpala- [3], öfkelen- [3], acı- (ağrı) [2], dokun- (duygu) [2], kız- [2], sıkıl- [2], sıkış- [2], sızla- [2], sinirlen- [2], yorul- [2], az-, azarla-, bağır-, bunal-, çarp-, döv-, etkile-, gıdıklan-, gücen-, ıslan-, kay-, kork-, koy- {içerletmek}, payla-, sars-, sarsıl-, sıkıştır-, suçla-, terle-, terlet-, tutul-, uyu-, üşüt-, yan-, yor-. ║ canı sıkıl- [2], kalbini kır- [2], canı yan-, dişli çık-, eziyet et-, kafa kurcala-, kahret-, midesi bulan-, nefret et-, yağmur bas-. → (birini) fena etmek, (biri) fena olmak. ⇒ fena bozulmak, fena içerlemek. fena halde:⌠180⌡/Aşırı ölçüde, son derece, pek çok, adamakıllı./“Bu son düşüncesine fena halde kızdı. -Bir felaketle alay etmek bana yakışmaz.” (AHT-H)., “Bundan fena halde bozuldu; sevinçlerini kaybetti.” (AMD-O)., “Babaannesine birdenbire fena halde içerledi.” (OK-C)., “Tayibe hem kızmış hem de fena halde sıkılmıştı.” (AK-AA)., “Şaşırıyor fena halde.” (FÇ-UV)., “Bu vaziyet karşısında Mustafa Kemal fena halde sinirlenmiş.” (EK-DT..A)., “Fena hâlde canım sıkıldı, kalkıp bir kokakola içtim, mutfakta oyalandım.” (EI-KA)., “Bu kadın fena hâlde sinirine dokunuyordu.” (HEA-T)., “Bu bağıran kimdi, kimin fena halde canı yanmıştı ki yürekleri yerinden oynatan bu acı feryadı basmıştı.” (OCK-KE)., “Aylinler yan yana durduklarında birbirlerine hiç benzemiyorlardı, ama tarifleri fena halde kafa karıştırıyordu. ‘Hangi Aylin?’ diye sorana, Aylinlere ait hangi sıfat söylense işin içinden çıkılamıyordu.” (AK-AA). → bozul- (moral) [20], kız- [19], içerle- [8], sıkıl- [6], şaşır- [6], öfkelen- [5], sars- [5], azarla- [4], kızdır- [3], telaşlan- [3], acı- [2], boz- (moral) [2], çarp- [2], darıl- [2], duygulan- [2], kır- [2], kok- [2], kork- [2], sarsıl- [2], sinirlen- [2], yanıl- [2], aldatıl-, alış-, azarlan-, batır-, benzet-, bocala-, buna-, çoğal-, dışla-, döv-, eleştir-, gururlan-, haşla-, hırpala-, ıslan-, iç-, kıstır-, kızar-, korkut-, küçümse-, manyaklaş-, payla-, sarar-, sık-, sıkış-, sıkıştır-, sırıt-, sızla-, şaşırt-, tutul-, ürk-, üşüt-, üz-, üzül-, yadırga-, yoğunlaş-. ║ canı sıkıl- [8], (sinirine) dokun- [3], canı yan- [2], abayı yak-, aklına takıl-, aşık et-, âşık ol-, başı ağrı-, başını çarp-, birbirleriyle karıştır-, canı iste-, çaresiz kal-, çehresi bozul-, derde gir-, dişli çık-, faka bastır-, gözü ısır-, gücüme git-, halsiz düş-, ilgisini çek-, itici gel-, kadeh tokuştur-, kafa kurcala-, kafası karış-, kafası karıştır-, kafayı tak-, kahret-, kalbi sıkış-, kanına dokun-, karnı acık-, kayıp veril-, muazzep ol-, müteessir et-, müteessir ol-, onuruna dokun-, peşine düş-, pirelendir-, rahatsız ol-, tempo düşür-, tokat ye-. sıkılmak. ⇒ fena halde kızmak, fena halde bozulmak, fena halde içerlemek, fena halde canı ferah fahur: Ø 215
- Page 197 and 198: üyalardan uyanıl-, saat geç-, sa
- Page 199 and 200: → çalyaka etmek çamçak çamça
- Page 201 and 202: ⇒ çatır çatır yanmak. çatır
- Page 203 and 204: kapatıp çekilmişler..." Meyyale
- Page 205 and 206: → gör-* [3], yet-* [3], yetin-*
- Page 207 and 208: çoktan:⌠707⌡/Çok zaman önce,
- Page 209 and 210: dağ taş: Ø D daha:⌠43⌡/1. Ş
- Page 211 and 212: → atla- [9], konuş-, sıçra-.
- Page 213 and 214: dan dan: Ø dangadak: Ø dangalakç
- Page 215 and 216: Linlin geldi:"Camızı köfüne koy
- Page 217 and 218: ⇒ derhâl anlamak, derhâl cevap
- Page 219 and 220: TÖ2). → bul-, dur-, gir-, giyin-
- Page 221 and 222: → dilden dile dolaşmak. ⇒ dild
- Page 223 and 224: diz boyu: Ø diz dize:⌠17⌡/Dizl
- Page 225 and 226: doğrudan katılmadım.” (NG-BKR)
- Page 227 and 228: 1.⌠2⌡→ terle- [2]. 2.⌠4⌡
- Page 229 and 230: etti.” (BŞ-DKO). ; //Açığa vu
- Page 231 and 232: düğünsüz:⌠2⌡/2. Düğün ol
- Page 233 and 234: E ebediyen:⌠15⌡/1. Sonsuza kada
- Page 235 and 236: → anlat- [2], bil- [2], işit-* [
- Page 237 and 238: enikonu:⌠41⌡/İyiden iyiye, iyi
- Page 239 and 240: düşündü. - Çingene olamazlar.
- Page 241 and 242: erken:⌠121⌡/1. vaktinden önce,
- Page 243 and 244: esefle:⌠11⌡/Üzülerek, acınar
- Page 245 and 246: evvela:⌠36⌡/Önce, ilk önce, i
- Page 247: fakirce: Ø falsosuz: Ø faraza: Ø
- Page 251 and 252: 2.⌠1⌡→ boğul-. //…//⌠7
- Page 253 and 254: fi tarihinde:⌠7⌡/Oldukça eski
- Page 255 and 256: gayrı bu Türk milletiyle başa ç
- Page 257 and 258: yatağa uzan-, yatağını paylaş-
- Page 259 and 260: → gel- [21], başla- [6], gir- [4
- Page 261 and 262: 1.⌠1⌡→ izle-. 2.⌠1⌡→ g
- Page 263 and 264: gide gele:⌠4⌡/Aynın yere süre
- Page 265 and 266: olmayınca Hacer bazen gizlice veri
- Page 267 and 268: “Görünüşte klasik, aldatıcı
- Page 269 and 270: “Sonunda güçlükle başarırlar
- Page 271 and 272: → art- (sayı, değer vb.) [20],
- Page 273 and 274: [2], yolda kal-, küskün kal-, kap
- Page 275 and 276: → çök-. gürül gürül:⌠41
- Page 277 and 278: ⇒ güzel güzel konuşmak (anlatm
- Page 279 and 280: ⇒ ha bire konuşmak (demek). hadd
- Page 281 and 282: sallanıyor Yapraklar ağaçlarda
- Page 283 and 284: → gölgele- {engellemek}, götür
- Page 285 and 286: hant hant:⌠2⌡/‘Bir şeye aş
- Page 287 and 288: → haşla-. haşur huşur:⌠2⌡/
- Page 289 and 290: ⇒ hayranlıkla bakmak, hayrınlı
- Page 291 and 292: git-, (elini cebine) at-, (elini)
- Page 293 and 294: sesler birbirlerine geçen halkalar
- Page 295 and 296: yak-, (başını) çevir-, boynuna
- Page 297 and 298: hasapça:⌠5⌡/Hasaba göre, hesa
çıkartarak hava aldırmak istedim.” (SB-HAY)., “Ne var ki, eğer bir insan oynadığı bu rollere kendisini fazlaca kaptırırsa,<br />
oynamakta olduğu rol ile kendi gerçek benliğini birbirinden ayırdedemez bir duruma gelir.” (EG-İO).<br />
→ kaçır- (yemek) [3], yor- [2], üzül-* [2], abartıl-, duygulan-, duyul-, etkile-*, iç-,<br />
ilgilendir-*, kal-, kes-, küçümse-, önemse-*, sev-, sokul-, titre-, yorul-, yudumla-. ║ kendini<br />
kaptır- [2], ciddiye al-, dozu aş-, duygusallığa kapıl-, eli titre-*, gözü al-, gürültü et-, iltifat et-,<br />
masraf et-, merak çek-*, önem kazan-, (paspal) giyin-, saçını kabart-, tazyik et-, tuhafına git-,<br />
üstüne düş-, yadırgan-*, yanına sokul-, zaman al-*.<br />
⇒ (yemek) fazlaca kaçırmak.<br />
fazladan:⌠10⌡/Alışılana ek olarak, alışılandan çok, bol bol, çok çok./“Kendi valizleri<br />
yetmeyeceği için fazladan bir de valiz almışlardı.” (HAG-AS)., “Çiftliği kıraç olmasa, ne demeye fazladan para versin.”<br />
(YK-OD)., “Kâtip, Mektupçu Bey'e, birkaç kere gittiyse de söz anlatamamış, fazladan terslenmişti.” (KT-Gİ).<br />
→ al-* [3], ver- [2], alın-, ekle-, kal-, taşı-, terslen-.<br />
fazlasıyla:⌠42⌡/Olağandan, gerekenden çok, pek çok, ziyadesiyle./ “Halit Fahri, edebiyata<br />
borcunu fazlasıyla ödedi.” (BN-DY1)., “…..bireysel etkilerle açıklayamayacağımız bir olgudur, onu fazlasıyla aşar: toplumu<br />
ve bireyi etkisi altında tutan genel etkenlerden söz etmek gerekir.” (TY-YGY)., “Sözün kısası baba Mozart'ın reklam planı<br />
görevini fazlasıyla yapmış, bir çok zihinlerde gerçeğe aykırı bir Wolfgang Mozart imgesinin yaratılmasına yol açmıştır.”<br />
(NN-DM)., “Gerçek ve gerçeklik ondan öcünü fazlasıyla almıştı.” (MM-ÜAKO)., “Klasik numaralar kendilerini fazlasıyla<br />
ele verirler, ama hiç ölmezler.” (MM-ÜAKO).<br />
→ öde- (borç vb.) [6], aş-, bil-, boyan- {makyaj yapmak}, değ-, etkilen-, ilgilendir-,<br />
karşılaş-*, ödet-, ödüllendir-, sıkıl-, şaşırt-, tut-, üşü-, yararlan-. ║ görevini yap- [2], acısını<br />
çıkar-, alıştır-, eksiğini tamamla-, görevini yerine getir-, gücünü aş-, güçlendir- (izlenim), hak<br />
et-, hak veril-, ihracatı art-, karşılık ver-, kendi dünyasına gömül-, kendini ele ver-, kendini<br />
kaptır-, moralini yükselt-, mutlu et-, nasibini al-, öc al-, pay al-, rahatsız ol-, yardımcı ol-.<br />
⇒ (borç) fazlasıyla ödemek.<br />
fedaice: Ø<br />
fedakârca:⌠2⌡/2. Özverili olarak./ “Bir yandan Giustiniani ve komutasındaki Cenevizliler, öte yandan<br />
Guaçardi kardeşler ve komutalarmdaki Venedikliler kahramanca çarpışıyor, kenti en az Bizanslı askerler kadar fedakârca<br />
savunuyorlardı.” (NG-BKR)., “Vakti geldiği zaman ben ondan daha fedakârca ortaya atılırım...” (SA-K/S).<br />
→ savun-. ║ ortaya atıl-.<br />
fehvasınca: Ø<br />
fellek fellek: Ø<br />
fellik fellik:⌠3⌡/Telaşla, heyacanla, koşarak, koşuşturarak, felek felek./“Şimdi bizi fellik<br />
fellik arıyorlardır.” (YK-İM1)., “Horali, İnce Memedi tuzağa düşürmek için fellik fellik arıyordu.” (YK-İM1).<br />
→ ara- [3].<br />
214