20.06.2013 Views

Piri Sami Hz - Sohbetican

Piri Sami Hz - Sohbetican

Piri Sami Hz - Sohbetican

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

www.sohbetican.com


BİSMİLLÂHİRRAHMÂNİRRAHÎM<br />

www.sohbetican.com<br />

Ya Rabbi senin mübarek ismini anarak ve senin Rahmetine iltica ederek sözlerime<br />

başlarım. Ya Rabbi sana hamd eder, her işimde senden yardım dilerim.<br />

Bizleri rüşt ve kemâle ulaştıran Efendimiz Hazreti Muhammed'e (s.a.v.) ve Ashâb-ı Kirâm'a<br />

salat ve selâm olsun.<br />

Cenâb-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de buyuruyor ki; "Haberiniz olsun ki Allah'ın veli (kulları)<br />

için hiçbir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir. Onlar iman edip takvaya ermiş<br />

olanlardır. Dünya hayatlarında da ahiret (hayatında) da onlar için müjde vardır. Allah'ın<br />

sözlerinde asla değişme (imkânı) yoktur. Bu en büyük saadetin ta kendisidir.” (Yunus, 62-<br />

64.)<br />

Büyük İslâm âlimi <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin hayatını biraz olsun anlatabilmek ve<br />

onun yaşantısını, onun fikirlerini gelecek nesillere aktarabilmek gayesiyle hazırladığım bu<br />

kitabın, Erzincan'ın tasavvufı yapısına da ışık tutacağı kanaatindeyim. Büyük İslâm âlimi <strong>Piri</strong><br />

Sâmî (k.s.) Hazretlerini kırık dökük kelimelerle elbetteki anlatmak imkânsız. Ancak bir<br />

başlangıçtır. İbni Mesrük Tusi Hazretlerine sordular: Tasavvuf nedir? Buyurdu ki: "Tasavvuf;<br />

ayrılık kabil olan şeyden gönülleri temizlemek ve yine gönlü kendisinden ayırmak, kabil ve<br />

caiz olmayana bağlanmaktır."<br />

Aziz ve Celil olan Allah (c.c.) bir kudsî hadiste "Benim velilerim benim kubbelerim<br />

altında gizlidir. Onları benden başka kimse bilmez" Bazı insanlar vardır ki şeyh ve mürşidlere<br />

dil uzatırlar. Bu onlarda hastalık haline gelmiştir. Yazık çok yazık, onlar tasavvuf cihanına<br />

erme saadetinden çok uzaklar, onlar bir düşünseler çok şey kaybettiklerini anlayacaklar. Bir<br />

hikmet var ki binlerce, milyonlarca insan bir velinin arkasında gidiyorlar.<br />

Allahü Teâlâ (c.c.) buyuruyor ki; "Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve sadıklarla<br />

beraber olun" Hazreti Mevlânâ bir gün birini üzüntülsü gördü ve dedi ki; "Bütün gönül darlığı<br />

bu âleme gönül bağlamaktan gelir."<br />

Gönül kuşu her dala yuva yapacak olsa yuva yapacak yer kalmaz, gönlü öyle bir yere<br />

bağlayacaksın ki binlerce kıyamet kopsa sana yalnızlık derdi çökmesin. Sen onunla olunca o<br />

seninle olmaz mı?<br />

Erzincan, büyük İslâm âlimlerinin yaşadığı ve günümüzde de var olduğu bir yer evet bu<br />

günde var. Yeter ki gönlümüzdeki perdeyi kaldıralım, yüreğimize sevgiyi, acıyı, ağlamayı ve<br />

hepsinden önce merhameti koyalım. <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri bir sohbetlerinde buyuruyor<br />

ki; "Kimsenin kalbini kırmayınız, herkese hürmetle muamele ediniz, zira karşısındaki bir veli<br />

olabilir, böylece onların nazarına ve hikmetine kavuşursunuz. Evliyanın nazarı ve bakışı<br />

kimyadır. Eğer onu bunu incitmeyi huy ve tabiat edinirseniz bir gün bilmeden Allahü<br />

Teâlâ'nın (c.c.) sevdiklerinden birinin kalbini kırar üzersiniz de sonra perişan olursunuz.<br />

Nitekim Hadis-i Kudside ben kalpleri kırık olanların yanındayım buyuruldu. Bunun için her<br />

gördüğünü Hızır bil demişlerdir."<br />

İslâm dinine büyük hizmet eden, İslâm dininin dünyaya yayılmasında büyük emeği<br />

olan cihan devletinin yetiştirdiği biz fani insanların tarihimizden ve tarihimiz içerisinde<br />

yaşamış olan büyük İslâm âlimlerinin yaşantılarından alacağı çok önemli dersler var.<br />

Cihangir padişah Kanunî Sultan Süleyman Han Hdime'ye geldiğinde Karamanı Hazretlerinin<br />

mescidini büyütüp cami haline getirdi... Ve o camiye hafızlar, müezzin ve hatip tayin<br />

buyurdu. O sırada dergâhta vazife gören Cerrah Zade Çelebi Şiicâeddin Karamanı<br />

Hazretleri'nin yaptığı duvarı yıktırmayıp olduğu gibi bıraktı.<br />

Şeyh Karamanı, dergâhını ve mescidini büyütüp imar eden mimarın rüyasına girdi.<br />

Mimar Müslüman değildi ona;


www.sohbetican.com<br />

"Ey Usta dedi. Bizim camimizden evvel sen gönlünün imarına bak ve Müslüman ol. Bu<br />

hal ile ölürsen ebedî olarak ateş çukurunda kalırsın."<br />

Mimar uykudan uyanır uyanmaz kendini sokağa attı ve çığlığı bastı; "Ey Müslümanlar<br />

haberiniz olsun artık ben de Müslüman'ım ve adını Hidâyettir."01<br />

Ünal TUYGUN<br />

27.02.1997


Erzincan'da<br />

Tasavvuf ve Tarikatlar<br />

www.sohbetican.com<br />

Tasavvuf ve tarikatlar Osmanlı döneminde önemli bir yere sahiptir. Devlet idaresinde<br />

tarikatlar büyük rol oynamıştır. 1520'li yıllardan 1920'li yıllara kadar Erzincan Merkezinde<br />

Darül İlim Medresesi, Atabek Medresesi, İftiharüddun Medresesi, Nazmiye Medresesi,<br />

Pervane Medresesi, Toruntay Medresesi, Fahrettin Gazi Medresesi, Yeni Medrese<br />

Abdulkerim Medresesi, Ahmediye Medresesi mevcuttu. Yine söz konusu yıllarda Erzincan<br />

merkezinde Hane Zaviyesi, Tarhanten Zaviyesi, Kalanderhan zaviyesi, Pir Ömer Zaviyesi,<br />

Uğurlu Mehmet Bey Zaviyesi, Ürgen Şeyh Zaviyesi, Veled Bey Zaviyesi, Abdulkadir Geylanî<br />

Zaviyesi, Haydarihane Zaviyesi. Terzibaba Zaviyesi ve Tekkesi, Şeyh Abdurrahman Acar<br />

Tekkesi ve Şeyh Abdurrahman Güven Tekkesi.<br />

1400’lü yıllarda Erzincan'ın Üzümlü ilçesine bağlı Karakaya beldesi Halvet? tarikatının<br />

merkezidir. O dönemden günümüze kadar ilimizde bulunan tarikat isimleri; Mevlevîlik,<br />

Halvetîlik, Kadirîlik, Nakşibendîlik olup, Erzincan tarihinde yaşamış büyük İslâm âlimleri<br />

(ulema, şeyhler) şunlardır: Pir Muhammed Bahaddin Erzincanî Hazretleri, Pir Ahmet<br />

Erzincanî, Kadı Ahmet Erzincanî Hazretleri, Ömer Vecihüddün Erzincanî Hazretleri,<br />

Şerafettin Muhammed Erzincanî Hazretleri, Sadık Muhammet Erzincanî Hazretleri, Osman<br />

Abdul Muhsin Erzincanî Hazretleri, El Erzincanî Hızır Bin Mustafa Hazretleri, Erzincanî<br />

Osman Yusuf Hazretleri, Hüseyin Salih Al Erzincanî Hazretleri, Üveys Vefa Han Zade<br />

Hazretleri, El Erzincanî Mevlânâ Pirî Hazretleri, Es Seyyid Abdulgani El Frzincanî Hazretleri,<br />

İshak Rızayi Erzincanî Hazretleri, Frzincanî Muhammet Me'mun Abdulvahhab Hazretleri,<br />

Şeyh Abdurrahman Erzincanî Hazretleri, Eğinli Mehmet Efendi Hazretleri, Hacı Hafız<br />

Mehmet Efendi, Terzibaba Hazretleri, Şeyh Hacı Fehmi Hazretleri, Şeyh Hacı Rüştü Efendi,<br />

Şeyh Fevzi Efendi, Şeyh Muhammed Abdulbaki Hazretleri, Şeyh <strong>Piri</strong> Sâmî Hazretleri, Şeyh<br />

Muhammed Beşir Efendi, Şeyh Abdurrahman Güven Hazretleri, Şeyh Dede Paşa Efendi,<br />

Şeyh Abdurrahman Acar Efendi, Şeyh Mehmet Nayır Efendi, Şeyh Abdurrahim Reyhan<br />

Hazretleri.


GİRİŞ<br />

www.sohbetican.com<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri, Nakşibendi Tarikatının Halidiye koluna mensuptur.<br />

Nakşibendi Tarikatı Buharalı Muhammed Bahaüddin Nakşibendi (1218-1389) tarafından<br />

kurulmuştur. Bu tarikat 3 koldan <strong>Hz</strong>. Muhammed (s.a.v.) son bulur.<br />

1. Kol: <strong>Hz</strong>. Ali (k.v.), İmam Hüseyin (r.a.), Zeynel Abidin (k.s.), İmam Muhammed Bakır,<br />

Cafer Sâdık (k.s.)'dir.<br />

2. Kol: <strong>Hz</strong>. Ebu Bekir (r.a.) Selman Farisî (r.a.), Kasım B. Muhammet Cafer Sâdık, Ebu<br />

Yezit Bistami, Ebu Hasan Harkani, Ebu Ali Farimedi.<br />

3. Kol: <strong>Hz</strong>. Ali, Hasan Basri, Habib Acemi, Dâvud-ı Taî, Maruf Kerhi, Seriy Sakatı,<br />

Cüneyd-i Bağdadi, Ebu Ali Rudbari, Ebu Ali Kâtip, Ebu Osman Mağribi, Ebu Kasım Kürkani,<br />

Ebu Ali Ferimedi.<br />

Silsile, günümüze kadar böylece uzanmaktadır. Nakşibendilik Ahrariye, Cemiye,<br />

Kasaniye, Mazhariye. Muradiye, Müceddidiye, Naciye ve Halidiye kollarına ayrılmıştır.<br />

Nakşibendi tarikatının Halidiye kolu XIX. yy'da Ziyaeddin Halid (k.s.) <strong>Hz</strong>.'leri tarafından<br />

kurulmuş olup, Nakşibendi tarihinin en yaygın koludur.<br />

Halidi kolunun Erzincan kol başı Sâmî (k.s.) Hazretleri olup bu kol aşağıdaki sıraya göre<br />

devam etmiş, günümüze kadar ulaşmıştır.<br />

- Muhammed Sâmî-i Erzincanî (k.s.)<br />

- Muhammed Beşir-i Erzincanî (k.s.)<br />

- Dede Paşa Bayburdi (k.s.)<br />

- Abdurrahim Reyhan (k.s.)


AİLESİ<br />

www.sohbetican.com<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî Hazretleri Erzincan'ın Kırtıloğlu sülalesine mensuptur. Kırtıloğlu Mustafa<br />

Efendi'ye Osmanlı Devleti tarafından Sipahilik tımarı verilmiştir.<br />

Sülalenin Kırtıloğlu diye anılmasının sebebi Erzincan'ın batısında bulunan OĞLAKTEPE Köyü<br />

ile AYDOĞDU Köyü arasında KİRTİL Tımarı adıyla bir arazi olup o tımarın sahipleri<br />

olduklarından dolayıdır. Savaş zamanlarında hazırlık için belli bir miktar askerin giderleri<br />

karşılanmıştır.<br />

Sülalenin soy şeceresi tam olarak diğer sayfadadır. <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretlerinin Babası<br />

İbrahim Efendi medrese tahsili görmüş tarikat ehli bir zât olup aynı zamanda Erzincan<br />

merkez camilerinde imamlık yapmıştır.<br />

Sâmî (k.s.) <strong>Hz</strong>.'lerinin birinci hanımı vefat etmiş ve ikinci defa evlenmiştir. Birinci<br />

hanımının ismini tespit edemedik, ancak ikinci hanımının ismi Mine Hatıın'dur. Birinci<br />

hanımından Hacı Nusrettin Efendi ikinci hanımından Eşref, Selahaddin, Şeyhattin, Fahrettin.<br />

Muhlise. Halise dünyaya gelmiş olup çocuklarından hiçbiri hayatta değildir. Torunlarının bir<br />

bölümü hâlen hayattadır.


www.sohbetican.com


DOĞUMU VE ÇOCUKLUĞU<br />

www.sohbetican.com<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri 1847 yılında Erzincan'ın Selüke (Yeşilçay) Köyünde dünyaya<br />

teşrif buyurmuşlardır. Asıl adı Muhammed, ikinci adı <strong>Sami</strong>'dir.<br />

Dünyaya teşrif buyurduklarında birçok hâl zuhur etmiştir. Henüz memede iken bir gün<br />

Erzincan'da ay tutulur. Ayın tutulduğu gece mahalle halkı bir araya toplanarak dua ederler.<br />

İçlerinden biri der ki; "Helâl süt emmiş bir çocuk aya tutulursa ay açılır." Bu bilge zatın sözü<br />

üzerine mahalle halkı harekete geçer ve söz konusu çocuğu aramaya koyulur, Muhammed<br />

Sâmî (k.s.) Hazretleri'ni arar bulur, aya karşı tutarlar ve ay açılır.<br />

Diğer çocuklar gibi oyun oynamazdı, sessiz bir hali vardı. Yedi yaşında, bulunduğu<br />

mahalledeki tekkeye gider bir köşede konuşulanları dinlerdi.<br />

GENÇLİĞİ<br />

İlk derslerini Erzincan Müftüsü Kiremitçi zade Salih (k.s.) Efendi'den almıştır. Daha<br />

sonra Erzincan âlimlerinden Hacı Sâdık (k.s.) Efendinin tedris halkasından ilim tahsil ederek<br />

icazet almıştır.<br />

İlmini daha da geliştirmek amacıyla İstanbul'a giden <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri, Fatih<br />

Medresesi'nde tahsilini başarıyla bitirerek Erzincan'a dönmüştür.<br />

Yaşantısının tamamını İslâmiyet'i öğrenmek için geçiren <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri<br />

Erzincan'daki Kadiri şeyhlerinden Süleymaniyeli Şeyh Abdurrahman (k.s.) Efendiden yüce<br />

Kadiri tarikatı ve Gavslık makamıyla mükerrem olan aziz asırların kutbu Mevlânâ Şeyh<br />

Muhammed Vehbi Hayyat El Erzincanî (k.s.) Hazretlerinin birinci halifesi Şeyh Hacı Mustafa<br />

Fehmi(k.s.) Hazretleri'nden Nakşibendî tarikatını almış ve öğretmek tembihini almıştır.<br />

Vuslat sarayının gül bahçelerine yönelmiş mükemmel büyüklerden Erzincanlı Hacı<br />

Hafız Mustafa Rüştü (k.s.) Hazretleri'nden de ders almıştır.<br />

Şeyh Muhammed Vehbi Hayyat Hazretleri'nden tarikat almış bir zat "Ben <strong>Piri</strong> Sâmî<br />

Hazretleri büyük bir veli olacağını otuz beş sene önce keşfetmiştim. Bir vakit mahallemizin<br />

imamını değiştirmek gerekti hükümete müracaat ettik dediler ki; "Siz mahalle halkı olarak<br />

bir imam seçin, biz gerekeni yapalım." Bunun üzerine mahallenin önde gelenleri bir yere<br />

toplanıp uzun danışma ve tartışmalardan sonra <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri'ni seçip uygun<br />

buldular. Kendisinin fikrini almak maksadıyla ve onay cevabını almak üzere ben ve birkaç<br />

kişiyi gecenin yansında yanına gönderdiler. Gittiğimizde gördük ki bir keten tohumu yağı<br />

çırasının ışığı karşısında dersini çalışıyordu. Biz olup biteni anlattık, dedi ki; "'Ben imamlık<br />

edemem, pederime söyleyin kabul ederse onu götürün o hizmeti o görsün" cevabını garip<br />

karşılamadık, zira gecenin o vaktinde ders çalışması bizleri hayrete düşürmüştü.<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Tahsilim sırasında âlimlerden yaşlı ve<br />

salih bir zâtı ziyaretle duasını rica ettim. Dedi ki; "Oğlum benim duamdan ne gelir. Salih o ki<br />

herkesin duasını alsın. "Yani ET-TAHİYYAT'ta VE ÂLÂ İBADİLLAHİ-S SALİHİN" Allah'ın<br />

selâmı bize ve Allah'ın salih, iyi kullarına olsun manasındaki müminlerin dualarına dahil olan<br />

salihler zümresinden olmaya çalış."


www.sohbetican.com<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Hacı Fehmi (k.s.) Hazretleri derdi ki, ilim<br />

isteyen bir talebe hocasının huzurunda kitabını açıp nasıl ki satırlardaki ilmi tahsil ederse,<br />

mürid de mürşidinin huzurunda kendi kalp kitabına bakıp öylece huzur ilmini elde etmeye<br />

çalışmalıdır."<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri İstanbul'da Fatih Medresesi'nde okurken boş zamanlarında<br />

bir saat tamircisinin yanında çalışmış ve buradan aldığı parayla geçimini sağlamıştır.<br />

Flocasının ısrarı üzerine çok kısa bir süre Tekirdağ ilindeki bir camide imamlık yapmıştır.<br />

Fatih Medresesi'ni başarıyla bitiren <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri müderrislik icazetnamesini<br />

alarak Erzincan'a dönmüş ve Erzincan'ın Üzümlü ilçesine bağlı Karakaya Beldesinde bulunan<br />

<strong>Piri</strong> Mehmet Efendi Camisinde imamlığa başlamıştır.<br />

Karakaya Beldesi'nde bulunan (13 Mart 1992 depreminde yıkılmıştır) <strong>Piri</strong> Mehmet<br />

Efendi Camisinin aynı zamanda Vakıf Başkanlığını da yürüten <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri hafta<br />

sonları Erzincan iline gelerek Cami-i Kebir'de sohbet etmiştir.<br />

Karakaya Beldesi'nde imamlık yaptığı tek odalı ev Karakaya Belediyesi tarafından<br />

tamir edilmiş ve ziyarete açılacaktır. İmamlık yaptığı dönemde bir hâdise yaşayan <strong>Piri</strong> Sâmî<br />

(k.s.) Hazretleri imamlığı bırakarak Karakaya Beldesi'nden ayrılmıştır.<br />

•••


www.sohbetican.com<br />

PİRİ SÂMÎ HAZRETLERİNİN<br />

ABDURRAHMÂNİ TAGİ (TAHİ) HAZRETLERİYLE TANIŞMASI (1882)<br />

Karakaya Beldesi'ndeki imamlık görevinden ayrılan <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri bir süre<br />

memuriyet almıyor. Maddî durumundan dolayı hükümetten yeniden görev isteyen <strong>Piri</strong> Sâmî<br />

Hazretleri, Erzurum Rüştiyesinde dört yıl muallimlik yapıyor, Erzurum'dan daha sonra Hınıs<br />

İlçesi'ndeki medresede muallimlik görevine atanıyor. Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri ile<br />

ilk tanışması burada gerçekleşiyor. Bir gün Tahi (k.s.) Hazretleri, Hınıs'a teşrif buyuruyor. <strong>Piri</strong><br />

Sâmî Hazretleri birkaç arkadaşıyla ziyaretine gidiyor.<br />

PİRİ SÂMÎ (K.S.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Büyük Pir Şeyh Abdurrahman-ı Tahi<br />

(k.s.) Hazretlerini henüz görüp kalp arzusu ile bağlanmadan önce bir gün Hınıs'a teşrif<br />

ettiklerini söylediler. Bazı zatlarla beraber resmi bir surette ziyaretine gittik. Mübarek<br />

dizlerinin üzerine bir yastık alıp ona dayanarak oturuyordu. Biz içeri girince az bir miktar<br />

ayağa kalktı. Dillerini bilmediğim için tercümana dedim ki; Şeyh Efendi Hazretlerine arz et<br />

ki; "Kendi nefsini tanıyıp bilen Rabbini de bilir"mealindeki Hadis-i Şerifi tefsir buyursunlar,<br />

dinleyelim.<br />

Tercüman bu ricamı arz edince, buyurmuş ki; "Arapça mı, yoksa Farsça mı anlatayım.<br />

Dedim ki; 'Arapça anlatsınlar', bu Hadis-i Şerifi Arapça olarak tam bir araştırmacı ehliyetiyle<br />

açıklayarak tefsir buyurdu. Orada bulunan halifeleri büyük <strong>Piri</strong>n böyle sohbetine sebep<br />

olduğum için bana memnuniyetlerini açığa vurdular."<br />

Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri'nin sohbetinden büyük zevk alan <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.)<br />

Hazretleri Büyük İslâm âlimi Tahi (k.s.) Hazretlerine intisap eder.<br />

PİRİ SÂMÎ (K.S.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Teslim ve bağlanmak maksadıyla<br />

Hınıs'tan kalkıp HAZRETİ PİRİ ÂZAM'ın ziyaretine gittiğimde ev halkıyla bulunduklarından<br />

bazı hocalar ile çadırda biraz oturduk. O vakit Mübarek Ramazan olması münasebetiyle<br />

"Ramazan hilâlini görmek şer'i meselesini görüşüp tartışıyorlardı. Bu esnada dediler ki<br />

Hazret-i Pir geliyor." Hepimiz çadırdan kendilerini karşılamaya çıktık, sarığı gayet güzel<br />

sarılmış ve iki pamuk entari üzerine güzel bir kürk giymiş idi. Henüz olgunluk ve hakikatini<br />

tamamen anlamaksızın derhal zâtına âşık oldum.<br />

Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri'ni. köyü Nurşin'de (Güroymak İlçesi'nde) ilk kez<br />

ziyaret eden <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri görev yaptığı Hınıs'a geri döner. Ancak rahat değildir.<br />

PİRİ SÂMÎ HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Kendilerine teslim ve tarikata bütün kalbimle<br />

girdikten sonra bir müddet mübarek ziyaretlerine gidemedim, o kadar muhabbet ve arzum<br />

var di ki yanıyordum. Gece gündüz rahatım ortadan kalktı. Bir gün birkaç zat ile beraber<br />

Hınıs'tan kalkıp Nurşin'e (Güroymak) gittim. Bir çimenlik yerde Gavs-i Azam seyyid<br />

Sibgatullah (k.s.) Hazretlerinin memleketi ürünlerinden bir deri yastığa dayanmış, sohbet<br />

ediyordu. Beyaz çoraplı mübarek ayağını biraz uzatmış idi. Onun mübarek nurlu yüzünü<br />

görünce muhabbetim taştı, iradem elimden alındı. Hemen eğilip ayağını öptüm. Buyurdu ki;<br />

"Hay Hoca öyle bir mürid olmuş ki, artık ele kanaat etmiyor da ayak öpüyor."<br />

İkinci ziyaretinden sonra <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri tekrar görev yeri olan Hınıs'a döner.<br />

Tahi (k.s.) Hazretleri bir ay sonra Hınıs'a teşrif buyurur ve <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri şeyhinin<br />

ziyaretine gider.<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Birkaç memurla Abdurrahman-ı Tahi<br />

(k.s.) Hazretleri'nin ziyaretine gittik. Huzurunda emretmeksizin oturamazdım." Mübarek<br />

sarığını mübarek gözlerinin üzerine indirmiş, bülbiilî (coşkulu) bir sohbet ediyordu. Bana<br />

otur demedi. Konak sahibi Nusret Ağa mumun ucunu almak bahanesiyle şeyh hazretlerinin


www.sohbetican.com<br />

yanına yaklaşarak; "Erzincanlı Hoca ayakta kaldı, emret otursun" demesine rağmen hiç<br />

duymadı.<br />

Nusret Ağa tam üç defa oturmam hususunu Tahi (k.s.) Hazretleri'ne söylemesine<br />

rağmen bana otur denilmedi. Herkes oturup da beni ayakta bekletmesinden dolayı pek<br />

ziyade canım sıkıldı. Gönlümden türlü türlü vesveseler geçti. Kendi kendime dedim ki;<br />

"Acaba bu Şeyh'in yanına gelmeyenler hep cehenneme mi gidecek? Artık bir adamı bu kadar<br />

insanın içinde bunca sıkmak olur mu? Kısacası sohbet son buluncaya kadar bu gibi<br />

düşüncelerle tamiki saat kadar ayakta kaldım.<br />

Sohbet sonunda dağıldık, gönlüme bir şevk ve muhabbet meydana geldi. Evvelce<br />

gönlümden geçen düşünceler tamamıyla irade (istek) ve muhabbete dönüştü." Oturmam<br />

için sık sık ricada bulunan konak sahibi Nusret Ağa'ya Tahi (k.s.) Hazretleri sonradan<br />

buyurmuş ki: "Niçin bırakmazsınız ki kardeşlerimizi terbiye edelim. Hocanın oturması için<br />

niçin o kadar zorladın? Buranın halkı yanında onun kıymet ve itibarı vardır. Onda meydana<br />

gelmiş olan varlığını kırmak için böyle bir fırsat her zaman ele geçmezdi."


www.sohbetican.com<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ<br />

ABDURRAHMAN-I TAGİ (TAHİ) HAZRETLERİ DERGÂHINDA (1882)<br />

Gün geçtikçe şeyhine karşı muhabbeti artan <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri Hınıs'taki<br />

muallimlik görevinden istifa eder ve Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri'nin Nurşin<br />

(Güroymak) deki dergâhına gider.<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Memurluğu bırakarak Abdurrahman-ı<br />

Tahi (k.s.) Hazretleri terbiye dairesine girdiğimin başlangıcında bir odada meşgul<br />

oluyordum. Tahi (k.s.) Hazretleri'nin damadı Molla Hasan yanıma gelip öteden beriden söz<br />

açtı. Bana dedi ki; "Sen buraya niye geldin, senin ilmin mi yoktu amelin mi yoktu? Halbuki<br />

hepsi sende var, öyleyse buraya niye geldin?" Mademki buraya bir kere gelmişsin ne kadar<br />

kalmak niyetindesin? Sen memurluğu da bıraktın, buradan gittikten sonra ne yapacaksın?<br />

Dedim ki; "Allah aşkını, sevgisini öğrenmeye geldim, bu kapıya baş koydum, muhabbet<br />

tahsili için beş sene burada kalmaya niyet ettim."<br />

Molla Hasan dedi ki; "Bu niyetin çok ince bir niyettir, fakat beş senede maksadın yerine<br />

gelemezse ne yaparsın?"<br />

"Ne yapayım çıkar giderim. Ya köylerin birinde imamlık ederim, yahut gene bir<br />

memurluk elde eder çoluk çocuğumun geçimini sağlamaya bakarım."<br />

Molla Hasan belli etmediyse de konuşmam hoşuna gitmemişti.<br />

"İnşAllah maksadınız daha tez hasıl olur" diyerek yanımdan ayrıldı. Meğer<br />

Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri damadı vasıtasıyla beni imtihan ediyormuş.<br />

Molla Hasan beş-altı saat sonra bir daha yanıma gelerek dedi ki; "Sen diyorsun ki beş<br />

sene burada kalırım, maksadım yerine gelmez ise gene köylerin birinde imamlık ederim.<br />

Yahut yine memurluk alırım. Anlaşılan sen buraya yalnız gelmemişsin (Allah tektir, teki<br />

sever) bu yüce tarikat yalnızların işidir. Halbuki senin fikrinde başka şeyler var sen buraya<br />

yalnız gelmemişsin, boş yere bekleme eline bir şey geçmez. Vakit varken çık git işine bak.<br />

"Molla Hasan'ın bu sözleri üzerine halis (ihlaslı bir niyetle) elini öperek dedim ki; "Senin<br />

önünde dönüş yapıp tövbe ediyorum. Sen Türkçe biliyorsun, ara sıra buraya gel sohbet<br />

edelim. Ben o niyetimden döndüm. Bu kapıdan hiç ayrılmamaya niyet ettim."<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Tarikata girdiğimin başlangıcında huzura<br />

ne kadar dikkat ettimse de zihnimi huzura bağlayamadım. Tahi (k.s.) Hazretlerine dedim ki;<br />

"Efendim bu yüce tarikattan fayda almaya belli ki kabiliyetim yok. Müsaade buyur çıkıp<br />

gideyim."<br />

Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Nakşibendi tarikatında kabiliyet şart<br />

değil."<br />

Bunun üzerine uzun müddet bana Zuhurat kapısı açılmadı.<br />

Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Senin üzerinde kulların hakkı var. Bu<br />

haklar sana maneviyat kapılarının açılmasını engelliyor. Helâllik almalısın."<br />

Gerçekten de Hınıs'taki ağaların birinden bir iş dolayısıyla bir miktar para alınıştım.<br />

Hemen Hınıs'a hareket ettim. Para aldığım ağanın yanına gittim ve dedim ki; "Senin benden<br />

bu kadar alacağın var, bu parayı al ya da helâl et."<br />

Ağa ne parayı alırım, ne de helâl ederim. Benim bir güzel seccadem var. Niyet<br />

etmiştim <strong>Piri</strong> Tahi (k.s.) Hazretleri'nden bir müridine hediye etmeye. Eğer bu seccadeyi<br />

kabul edersen ben de hakkımı helâl ederim.<br />

Seccadeyi kabul ettim. O da hakkını helâl etti. Allah'a şükürler olsun ki (manevî)<br />

fetihler ortaya çıkmaya başladı.


www.sohbetican.com<br />

Nurşin (Güroymak) da konuşulan dil genelde Farsça ve Arapçanın karışımı bir dildir.<br />

Halkı Arapça ve Farsçayı da çok iyi konuşmaktadır. <strong>Piri</strong> Sâmî Hazretleri, Türkçeyi, Arapçayı<br />

çok iyi bilmektedir. Ancak konuşulan dili bilmemektedir. Oysa mürşidi Abdurrahman-ı Tahi<br />

(k.s.) Hazretleri sohbetlerini genellikle o dilde yapmaktadır. Buna rağmen <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.)<br />

Hazretleri sohbetlere katılmaktadır.<br />

PİRİ SÂMÎ HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Tarikatta yol alırken pek çok meşakkatler<br />

çektim. Halkın çoğunluğu Türkçeyi bilmezler. Yörenin dili genelde Farsçanın karışımı bir<br />

dildir. Tahi (k.s.) Hazretleri'nin her sohbetinde bulunuyordum. Sohbetinin neden ibaret<br />

olduğunu anlayamazdım. Fakat buna rağmen sohbet meclisinden pek çok feyiz ve<br />

muhabbet alırdım. Büyük Pir Hazretleri böyle sıkıldığımı bilip durumuma oldukça merhamet<br />

buyurmuş, bulunmadığım bir yerde demiş ki;<br />

"Hoca dilimizi anlamıyor, kilim arasında yatmaya alışmamışken, şimdi ahır içinde kilim<br />

arasında yatıyor."<br />

Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri <strong>Piri</strong> Sâmî Hazretlerine büyük ilgi gösteriyor ve<br />

yanında bulunan hocalara Erzincanlı hocayla yakından ilgilenmeleri talimatını veriyor, bir<br />

gün <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretlerini yanına çağıran Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Hoca sen<br />

halini söylemiyorsun, bir mürid üç günden fazla halini şeyhine söylemez ise müridden<br />

müridlik gider, şeyhten de şeyhlik gider." Kâtibi Molla Mustafa dedi ki; "Efendim Erzincanlı<br />

hoca dilimizi bilmez sıkıldığı için halini arz edemiyor, emrederseniz ben aracı olayım."<br />

Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Halini başkalarına açmamak şartıyla aracı ol."<br />

Molla Mustafa'nın vasıtasıyla Tahi (k.s.) Hazretlerine durumumu arz ediyordum. Bir<br />

gün Tahi (k.s.) Hazretleri benden bir kutu kibrit istedi. Kibritin konuşulduğu dilini<br />

bilmediğimden elime bir kibrit kutusunu alıp Arapça dedim ki; 'Kibrit işte budur, kutuda<br />

budur "Berid" Farsça kelimesi de malumlarınızdır." Ben işi anlayınca bu halimden dolayı Tahi<br />

(k.s.) Hazretleri sevinçlerini açığa vurdular.<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri'nin Dergâhında yirmi<br />

dört saatini Allah sevgisini öğrenmekle geçirir. Dillerini bilmediği halde sohbetleri dinler.<br />

Günlerce sohbetleri dinlemesine rağmen hiç konuşmaz. Bir gün sohbet bitiminde sohbette<br />

bulunan bazı müridler "Sen sohbetten hiç bir şey anlamıyorsun, boşuna gelip oturuyorsun",<br />

dediler. Bunun üzerine <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri; "Şeyhimiz az önceki sohbette şunları<br />

buyurdu" deyip herkesi hayrete düşürdü.<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri yirmi yedi gündür Tahi Hazretlerinin dergâhındadır ve çok<br />

büyük mesafeler kat etmiştir. Günün birinde dergâhta bulunan Seyyid İbrahim Efendi Tahi<br />

(k.s.) Hazretlerine "Efendim Erzincanlı hoca hiç konuşmuyor derdini de açmıyor. Tahi<br />

Hazretleri buyurdu ki; "Hoca yirmi yedi gündür halini söylüyor. Yirmi yedi senelik yolun<br />

bağlısı Seyyid İbrahim sen ki halini söylemiyorsun. Geçen geçti çık buradan git."<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Bir gece abdest alırken bana bir hâl oldu,<br />

yüzümü yıkıyorum öyle bir zanna kapılıyorum ki sanki Allah (c.c.)'ın yüzüne bakıyorum (haşa<br />

sunime haşa) gece yansı gittim Tahi Hazretleri'nin hizmetçisine dedim ki; "Efendime git arz<br />

et, Erzincaırlı hoca halini anlatacak." Tahi Hazretleri bir elinde keçe, bir elinde yastık dışarıya<br />

teşrif buyurdu, keçeyi bana verdi, yastığın üzerine kendi oturdu. Az önce yaşadığım olayı<br />

kendilerine arz ettim. Beni ziyadesiyle azarladı, payladı ve kötüledi. Buyurdu ki; "Kul nere<br />

Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) nere." Bunun üzerine o hâl benden yok oldu gitti.<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri, Tahi (k.s.) Hazretleri'nin dergâhında iyice pişmekte ve<br />

kemâle ermektedir. Elinde olmayan bazı hâller zuhur etmektedir. Yüreğindeki Allah (c.c.)<br />

sevgisi seller gibi coşmakta kabına sığmamaktadır.<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Tarikata bağlandığım ilk zamanlar bana<br />

bir hâl oldu ki her neyim varsa kim ister ise verirdim. Hatta saatimi bile verdim. Ama<br />

sonradan bana bir pişmanlık geldi ve şöyle düşündüm: "Benim verdiğim şu saate ihtiyacım


www.sohbetican.com<br />

var idi, niçin verdim? Ama sonradan aklımdan geçirdiklerimden dolayı pişman oldum ve<br />

Şeyh Ahmet Efendiye dedim ki: "Ben saati falan zata hediye ettim. Ancak sonradan<br />

aklımdan verdiğim için pişmanlık geçti. Ama ben saati hediye ettiğim için çok memnunum,<br />

o yaptığım hediye ve hibenin sevap ve faziletlerine noksanlık gelir mi? O da dedi ki getirmez,<br />

senin hediyen yerinde kalmış olur.<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Bir gün Molla Abdulhakim ile beraber<br />

Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri'nin hanımı Fatma Hatun'un kabrini ziyarete gittik.<br />

Orada bana bir hâl oldu. Tahi (k.s.) Hazretleri'ne durumu arz ettim. Buyurdu ki; "Hayır olsun<br />

bu senin halin değil yanında kim vardı? "Molla Abdulhakim vardı" dedim. Buyurdu ki; "O hâl<br />

onun hâlidir, ondan sana yansımıştır."<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleriyle<br />

birlikte Zerikan köyüne gittik, orada Molla Abdulhakim ile birlikte bir yerde misafir olduk.<br />

Molla Abdulhakim bana dedi ki; "Tahi (k.s.) Hazretlerinin halifesi Hacı Süleyman Efendi bu<br />

köy kabristanında yatmaktadır, kabrine git ve de ki (büyük Pir Hazretleri bana himmet etsin)<br />

dedim ki; "Kabirde böyle söylemekten ne çıkar?" cevaben dedi ki; "Sen git dediğim gibi yap,<br />

ben de Mushaf-i Şerifi (Kur'an-ı Kerim'i) alıp kabristana gittim. Kur'an okudum, sevabını<br />

ruhuna hediye eyledim ve şöyle dua ettim: "Hacı Süleyman Efendi ben garibim, fakirim,<br />

çaresizim, gerçi liyakatim ve hak ettiğim yoktur, fakat onların lütuf ve kerametleri çoktur.<br />

Tahi (k.s.) Hazretlerine rica et bana himmet etsin." Böyle niyaz ettikten sonra döndüm<br />

geldim, misafir olduğumuz evin sahibi dedi ki; "Tahi Hazretleri'ni davet ettim bizim evi<br />

şereflendirecekler", ikindi namazından sonra Tahi Hazretleri eve teşrif etti. Onu karşılamak<br />

için dışarı çıktık ki hizmetçisiyle beraber geliyor.<br />

Bana yaklaşınca elimi omzuma koyup buyurdu ki; "Hoca bugün sen Hacı Süleyman<br />

Efendiye benziyorsun." Elimi elime alarak, gel Hacı Süleyman Efendiye seni anlatalım.<br />

ABDURRAHMAN-I TAHİ (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Bu zat Bitlislidir. Hanesi<br />

Nurşin'de olup Nurşin'de keyifsizlenmiş. Biz o vakit bu köyde idik, hasta olduğu halde buraya<br />

çıktı geldi. Şu niyetle ki eğer vefat eder isem <strong>Piri</strong>min yanında vefat edeyim. Ve bir de, "Garip<br />

olarak gurbette ölen şehit olarak ölmüştür" mealindeki hadisi şerifin hükmünce garip olduğu<br />

halde ölüp şehitlik mertebesine ulaşayım, diye düşünmüştü.<br />

Can çekişme halinde bizim Şeyh Fethullah Efendiye danışmış ki; "Açıktan kelime-i<br />

tevhid okusam nisbetime zarar verir mi?" diye sorunca Şeyh Fethullah demiş ki; "Hayır zarar<br />

vermez, çünkü hadis-i şerifte ölmek üzere olanlarınıza lâ ilahe illAllah sözünü telkin ediniz"<br />

emri varid olmuştur. "Lâ ilahe illAllah işte şahit olunuz ben müminim."<br />

"Hadis-i Şerifte buyurulmuştur ki (son sözü Iâ ilahe illAllah olan Cennete girer) sen<br />

kelime-i tevhidi okuduktan sonra başka söz söyledin. Son sözün kelime-i tevhid olmadı."<br />

Tekrar lâ ilahe illAllah Muhammedun Resûlüllah (s.a.v.) demiş. Şeyh Fethullah Efendi (k.s.)<br />

demiş ki; "Hadis-i Şerifte Muhammedun Rasûlüllah belirtilmemiştir. Yine son sözün<br />

sayılmaz." Bunun üzerine, Lâ ilahe illAllah diyerek Cenâb-ı Allah (c.c.) huzuruna varmış ve<br />

artık başka söz söylemeksizin ruhunu teslim etmiştir.<br />

"Köyümden uzak eyledi ruhu canını teslim, kim ki garip olarak ölürse o şehit olarak<br />

ölmüştür."<br />

Adı geçen Hacı Süleyman Efendi son nefeslerini vermeye yakın Tahi (k.s.) Hazretleri<br />

yanına gelir ve Halifelerine buyurur ki; "Hacı Süleyman Efendinin ruhuna Cennet kokulan<br />

yayılıyor. Sakın cahillerden kimse yanına bırakmayınız, zira o güzel kokulara tahammül<br />

edemezler."<br />

1882 yılında Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretlerinin dergâhına giren <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.)<br />

Hazretleri Şeyhi Tahi (k.s.) Hazretlerine o kadar bağlanmıştır ki artık gözü hiç bir şey<br />

görmez. <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretlerini yanına çağıran Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Kimse


www.sohbetican.com<br />

sanmasın ki, bu huzuru oturarak ve istirahat ederek bulduk. Seni bir kere kırıp yapmak<br />

geliyor, yani bir sefere çıkmak icap ediyor.<br />

İstersen Erzincan'a git gel istersen de, ben Hizan'da Gavs-ı Azanı (k.s.) Hazretleri"nin<br />

ziyaretine gideceğim sen de benimle birlikte gel. Sâmî (k.s.) Hazretleri buyurdu ki "Efendim<br />

Hizan'a gelirim Erzincan'a gitmem." Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Pekâla gel ama dersen<br />

ki benim şeyhim oraya gider, gittiği dergâhta kendisine saygı gösterilir, k.ymet verilir öyle<br />

düşünme, biz o kapının hizmetkârıyız. Sen orda düşündüğün gibi olmadığımızı görünce<br />

düşün, bak ihlasına zarar gelir mi?" Sâmî (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Efendimin emirleri<br />

üzerine düşündüm ve kendilerine Erzincan'a giderim- dedim ve Erzincan'a gelerek birkaç<br />

gün kaldım.


HALİFE OLUŞU<br />

VE ERZİNCAN'A DÖNÜŞÜ<br />

(1882-1883)<br />

www.sohbetican.com<br />

1882 yılında mürşidi Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri'nin yanına giden <strong>Piri</strong> Sâmî<br />

(k.s.) Hazretleri 1883 yılında, yani bir yıl gibi kısa bir sürede halife olarak Erzincan'a dönüyor.<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri Halife oluşunu ve Erzincan'a dönüşünü şöyle anlatmaktadır:<br />

"Tahi (k.s.) Hazretleri beni halifesi kılarak Erzincan'a göndereceği vakit Hizan'da Gavs-ı<br />

Azamın mübarek türbesine götürüp hırka-i şeriften bir uğur ve bereket saymak maksadıyla<br />

kendi üzerinde bulunan entariyi çıkarıp orada bana giydirdi. "Erzincan'a gelmek için<br />

emrolunduğumda yola çıkacağım gün bana birçok tavsiyeler buyurdu. Kendisiyle<br />

vedalaştıktan sonra dışarıya çıkıp halifelerinden Hacı Yusuf Efendi'ye rica ettim ki; "Şu<br />

benim mendilimi al Tahi (k.s.) Hazretleri'nin cebine koy onun kendi mendilini de bana getir.<br />

Hacı Yusuf Efendi mübarek mendilini bana getirdi." Mübarek mendilini boynuma bağladım,<br />

tam kırgınlık ve düşkünlük içerisinde tekrar zâtının yanına vardım. Elini öptüm ve dedim ki;<br />

"Efendim her ne kadar ayrılıp gidiyorsam da bu kapının boynu sırmalı Kelpi'yim." Tahi (k.s.)<br />

Hazretleri buyurdu ki; "Bakın hoca ne diyor? Her ne kadar görünüşte ayrılıp gidiyorsam da<br />

manen gönlüm buraya bağlıdır."<br />

Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri'nin dergâhında kırk yedi tane icazetli hoca vardır.<br />

Birçoğu yıllardır dergâhta hizmet etmesine rağmen icazet alamamıştır. <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.)<br />

Hazretleri'nin bir yıl gibi kısa bir sürede icazet alarak Erzincan'a görevlendirilmesi dergâhta<br />

bulunan hocaları ve müridleri rahatsız etmiştir. Bu rahatsızlığın farkına varan Tahi (k.s.)<br />

Hazretleri orda bulunanlara buyurur ki; "Efendiler hocanın icazetini daha önceleri verecektik.<br />

Ancak sizlerin böyle rahatsız olacağınızı tahmin ettiğim için bu zamana kadar uzattım.<br />

Erzincanlı hoca buraya geldiğinde sobası temizlenmiş, kuru odunla doldurulmuş, önünde de<br />

tutuşturucu yerleştirilmiş duruyordu, ben sadece kibrit çaktım."<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin halife olması dergâhta rahatsızlık meydana getirmiştir.<br />

Dergâhta bulunan hocalar, "Efendim biz yıllardır buradayız, bizden birine verilseydi, daha iyi<br />

olmaz mıydı?" diyorlar. İtirazda bulunan müridlere Tahi (k.s.) Hazretleri buyuruyor ki;<br />

"Erzincanlı hocayla birlikte kabristanda falan zâtın türbesine gidiniz. Ne zuhur ederse gelip<br />

burada nakil ediniz, itiraz eden hocalar söz konusu türbeye <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleriyle<br />

birlikte gidiyor ve türbenin bulunduğu yerde meydana gelen hadiseyi Tahi (k.s.) Hazretlerine<br />

şöyle anlatıyorlar:<br />

Efendim Erzincanlı hocayla emredilen türbeye gittik ve o zâta teveccüh edince gördük<br />

ki bir ulu divan kurulmuş<br />

Resulullah Efendimiz yanında Hulefa-i Raşidin ve Sahabe efendilerimiz ile Şahı<br />

Nakşibend ve diğer Pirlerimiz oturmuşlar.<br />

Erzincanlı hocayı huzura getirdiler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in emir buyurması<br />

üzerine hocanın başına bir sarık sarılıp beline bir kuşak kuşatıldı ve eline bir asa verilerek dua<br />

buyrulup fatiha okundu. Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Oğlum, Peygamberimiz (s.a.v.)<br />

Efendimizin emrine muhaliflik olur mu? Hocanın halifeliğini kimlerin emrettiğini gördünüz.<br />

Bizim elimizde olsa halifeliği evlâtlarıma veririm.<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri Erzincan'a geleceği vakit Tahi (k.s.) Hazretleri tarafından yanına<br />

Cuma adında bir mürid görevlendiriliyor. Cuma, Erzincan'da <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin<br />

halifeliğini duyurmak ve zâtını insanlara anlatmakla mükelleftir.<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri geldiği ilk gün önceden imamlık yaptığı Karakaya Beldesi'nde<br />

kalmıştır. Daha sonra Erzincan'a dönen Sâmî (k.s.) Hazretlerinin yanında gelen Cuma adlı


www.sohbetican.com<br />

müridden kendisinden övgüyle bahsetmesinden dolayı rahatsız olmuş ve bu övgülere lâyık<br />

olmadığını, rahatsızlığını Tahi (k.s.) Hazretlerine bildirmiştir. Cevaben bir mektup yazan Tahi<br />

(k.s.) Hazretleri mektubunda buyuruyor ki; "Şüphesiz Cuma, Erzincan'da nisbeti ilan etmeye<br />

sebep olmuş, yani tarikata bağlılığını ve başkalarının da bağlanması gerektiğini<br />

duyurmuştur."<br />

1883 yılında Erzincan'a dönen <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri doğum yeri olan Selüke<br />

(Yeşilçay) Köyü'ne yerleşmiştir. Altı ay süreyle bu köyde ikamet etmiş ve tekke açmamıştır.<br />

Ancak birçok insan gelerek kendisine mürid olmuştur. O dönemde Erzincan'ın nüfusu elli üç<br />

bin dokuz yüz kırk yedidir ve birçok dergâh ve medrese mevcuttur. Bundan dolay da bazı<br />

endişeleri vardır. Tahi (k.s.) Hazretlerine aşağıdaki mektubu yazar:<br />

"Efendim beni Erzincan'a gönderdiniz, halbuki ben bîçareyim, fakirim, yalnızım,<br />

kimsesizim, Erzincan'da büyük âlimler var. Şeyhler de bulunuyor, her ne kadar nisbetleri<br />

yoksa da şöhretleri vardır. Burada nisbet neşri, (yani size bağlanmayı yayabileceğim) aklım<br />

kesmiyor."<br />

Mektuba cevaben Tahi (k.s.) Hazretleri şöyle buyuruyor; "Kişi yâr yolunda ceset olmalı,<br />

cansız olmalıdır. Yani Allah (c.c.) yolunda cesur ve yürekli olmalıdır, sen kimsesizim yalnızım<br />

diyorsun. Keşke yalnız olsan, yalnızlık pek hoştur. Yüce Allah (c.c.) yalnızları sever. Allah<br />

(c.c.) yalnızlarla beraberdir."


Abdurrahman-ı Tahi Hazretlerinin Halifeleri<br />

1. Şeyh Muhammed Sâmî (Erzincan)<br />

2. Şeyh İbrahim Çokresi<br />

3. Şeyh Mustafa (Bitlis)<br />

4. Şeyh Süleyman<br />

5. Şeyh Yusuf (Bitlis)<br />

6. Şeyh Fethullah (Verkanis)<br />

7. Şeyh Abdülhadi Çarçahi<br />

8. Şeyh İbrahim (Bulanık)<br />

9. Seyyid Tahir Abri<br />

10. Molla Ahmet Taşkesenli (Erzurum)<br />

11. Molla Abdullah (Hizan)<br />

12. Şeyh Abdullah (Nurşin)<br />

13. Şeyh Reşit (Nurşin)<br />

14. Seyyid İbrahim (Siirt) Zukayd<br />

15. Seyd Abdulkahhar (Siirt)<br />

16. Şeyh Abdulhakim (Siirt)<br />

17. Şeyh Abdulkadir Melekand (Hezan)<br />

18. Haceli Yusuf (Hınıs)<br />

www.sohbetican.com<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin Mürşidi Şeyh Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri'nin hayatını ve fikirlerini<br />

anlatan emekli Albay Mehmet ILDIRAR tarafından kaleme alınan İŞARETLER adlı kitapta Tahi (k.s.)<br />

Hazretleri'nin birinci halifesi olarak <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri gösterilmiştir. (Ümran Yayınları, s. 18).


KIRTILOĞLU DERGÂHI (1884)<br />

(PİRİ SÂMÎ HAZRETLERİ)<br />

www.sohbetican.com<br />

Tahi (k.s.) Hazretleri'nden icazet alan <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri Erzincan'da, dergâhını<br />

kurma kararı alır ve konuyu dedesine açar. Dedesi; "Allah yoluna tüm malım feda olsun sen<br />

insanlara hizmet etmek istiyorsun, arazimden bir bölümünü satarak senin dergâhı yapmana<br />

yardımcı olacağım" der ve bir bölüm arazisini satarak <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretlerine parasını<br />

verir. Bu parayla eski Erzincan (1939 depreminden önceki Erzincan'ın yerleşim yeri) da bir<br />

arazi satın alarak dergâhını kurar.<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin sohbetlerine akın akın insanlar gelir. Ancak <strong>Piri</strong> Sâmî<br />

(k.s.) Hazretlerinin ilminden ve ününden rahatsız olan bazı guruplar; "'O şeyhin dergâhına<br />

gitmeyiniz, gidenler deliriyor" gibi lâflar üretirler.<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin ününü Erzincan ve civarında duymayan kalmamıştır.<br />

Mürşidi Tahi (k.s.) Hazretleri'ne yazdığı bir mektupta "Bir ayda on beş köy tarikatımıza<br />

girmiştir. Haftada on beş kişi tarikatımıza girmektedir." Mektuptan da anlaşılacağı üzere <strong>Piri</strong><br />

Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin büyük bir kalabalık müridi vardır. Erzincan'daki hocalardan bazıları<br />

Sâmî (k.s.) Hazretleri'nden rahatsızlığı hat safhaya ulaşmış ve dördüncü kolordu komutanı<br />

Müşir Zeki Paşaya giderek "Efendim Şeyh Sâmî (k.s.) Efendi geldi geleli halkımızın huzuru<br />

kaçtı, ne hikmetse o dergâha gidenlere bir haller oluyor. Sizden ricamız Padişahımız<br />

Abdülhamit Hana bu durumu iletseniz."<br />

Hocaların şikâyetini Padişaha yazmaya niyetlenen Müşir Paşa gördüğü bir rüya üzerine<br />

niyetinden vazgeçer. Konuyla ilgili şu menkıbe anlatılmaktadır:<br />

"Müşir Paşa şikâyetin olduğu gece rüyasında <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretlerini kendisiyle<br />

konuşurken görür. Gece saat 3'te uyanarak yaverini çağırır ve arabasının hazırlanmasını<br />

emreder. Arabaya binerek Kırtıloğlu dergâhına Sâmî (k.s.) Hazretlerinin yanına gider,<br />

dergâhın kapısına vardığında <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretlerinin beklediğini görür ve şaşırır. Sâmî<br />

(k.s.) Hazretleri; "Hayırdır Paşam, gecenin bu saatinde nereye böyle?" der. Bunun üzerine<br />

Paşa "Bitmiyordun da gecenin bu saatinde kapıda ne beklersin?" der. Bu olaydan sonra<br />

paşanın Şeyh Efendiye karşı muhabbeti artar ve dergâha sıkça gidip gelir.<br />

Bir gün <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri paşaya buyurdu ki; "Dergâha her zaman gidip gelmek<br />

olmaz. Alemin nizamı bozulur, sen az git gel gönlün burada olsun yeter." <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.)<br />

Hazretleri'nin bu ince teşhisi, paşanın devletin işlerini aksatabileceği endişesinden<br />

kaynaklanmıştır.<br />

Dergâhın kurulduğu yerde zaman içerisinde Mecidiyeke adında bir mahalle meydana<br />

gelir. Dergâhın bulunduğu yerde dergâha ait iki ev ve bir cami zaman içerisinde inşa<br />

edilmiştir (söz konusu yerler 1939 yılındaki Erzincan depreminde yıkılmıştır).<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri, Mürşidi Tahi (k.s.) Hazretleri'yle birlikte mürşidinin çiftliği<br />

olan Tefık Köyü'ne gider ve; "Efendim bu köy nasıldır?" diye sorar. Tahi (k.s.) Hazretleri<br />

buyurur ki; "Efendimin köyüdür çok iyi bir köydür, suları var, çayırları var, âşıkları var. Hoca<br />

sen yarın Erzincan'a gittiğinde; izzetler, ikramlar görürsün ve benimle beraber gezdiğin<br />

günleri hatırlar, zevk o zevk idi, sefa o sefa idi, hizmet o hizmet idi" dersin.<br />

Tahi (k.s.) Hazretleri'nin buyurduğu gibi Sâmî (k.s.) Hazretleri Erzincan'da büyük ilgi ve<br />

hürmet görüyordu. Ancak bazı gruplar bu ilgi ve hürmeti çekemiyorlardı.<br />

Bir gün Erzincan'da bulunan Erzincanlı hocalardan Baki Haba,( ' Sâmî (k.s.)<br />

Hazretleri'nin dergâhına gider ve şöyle der:


www.sohbetican.com<br />

"Sâmî Efendi elini önüme getir de göreceğini göresin. Ihınun üzerine mübarek şöyle<br />

karşılık verir. "Ben bu memlekete kavga etmeye gelmedim, siz büyük adamsınız, sizinle<br />

imtihan olmaya ne haddim var."<br />

Erzincan'da bulunan Hacı Fehmi (k.s.) Hazretleri'nin dergâhına giden bir grup <strong>Piri</strong> Sâmî<br />

Hazretleri'ni kötülemek maksadıyla; "Efendim Kırtıloğlu Dergâhına gidenler gerek teveccüh<br />

de, hatm-i Hace esnasında ayılıp bayılıyorlar." Hacı Fehmi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Şeyh<br />

Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri'nin bu zatlar üzerinde mutlaka bir tasarrufu var. Kendisi<br />

şimdi muhibdir. Allah (c.c.) âşıklarındandır, onun şevk ve aşk ateşi müridlerine yansımakta<br />

olup tahammül ( (*)Haki Baba Erzincan'da o dönemde görev yapan bir cami imamıdır.)<br />

edemeyenler de bağırıp çağırıyorlar, ne vakit HABİB olursa (kendisi sevgili makamına<br />

erişirse) müridlerinde o hâl kalmaz.<br />

Bir gün bir zat Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin müridleriyle karşılaşarak; "Ben sizin şeyhinize<br />

inanmıyorum. Eğer himmeti varsa beni bu inkarcılıktan vazgeçirsin, kendisine cezbetsin<br />

(çeksin). Söz konusu zâtın konuşmasını müridleri Sâmî (k.s.) Hazretlerine iletirler.<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Gidiniz o zâta söyleyiniz ki, bizde<br />

himmet yoktur, bizi buraya yüksek himmetli bir pir göndermiştir, himmet onun himmetidir<br />

ki pek yücedir. Himmetini bizim vasıtamızla buralara taşımıştır. O himmetten (ruhanî,<br />

manevî imdad) hissedar olmayan yoktur. Ama ne var ki, herkes bir türlü hisse kapar o adam<br />

da o himmetten kabiliyetine göre münkirlik (inkarcılık) kapmış, vücut (varlık) perdesinde<br />

kalanların hissesine münkirlik isabet edip kemiklerine işlemiştir. Çıkması çok zordur. Bir<br />

adam şeyhinden himmet isterse, benim marifetim benim muhabbetim var, ben böyleyim<br />

ben şöyleyim. derse o adam Allah (c.c.) bilmiyor demektir."<br />

MÜRŞİDİNİN YANINDAKİ DURUMU<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri mürşidi Tahi (k.s.) Hazretlerini tanıdıktan sonra adeta<br />

dünyaya sırt dönmüştür, makamını mevkiini terk etmiş, rahatı huzuru bırakmıştır.<br />

Soğuk kış günlerinde bile bir kilim arasında yatardı. Dersini sürekli olarak çalışır, boş<br />

vakitlerinde dergâhı temizler, ahırda hayvanların bakımlarıyla ilgilenirdi.<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; 'Şeyhim ile birlikte yolda yürürken,<br />

O'ndan iki adım geride giderdim, elimi kürkünün üzerinde dolaştırırdım."<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) <strong>Hz</strong>.leri boş durmayı hiç sevmez, devamlı şeyhinin hizmetine koşardı. Şeyhinin<br />

sohbetlerinde bir köşede oturarak sessizce ağlardı.


HAC ZİYARETİ<br />

www.sohbetican.com<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri iki defa Hacca gitmiştir. İkinci Haccında 1907 yılında doksan<br />

müridiyle kara yoluyla Trabzon'a, oradan da deniz yoluyla İstanbul'a hareket etmişlerdi.<br />

İstanbul'da Sâmî (k.s.) Hazretlerini kalabalık bir vatandaş topluluğu ve padişahın<br />

görevlendirdiği bir ekip karşılamıştır. <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri iki gün sarayda Abdülhamit'in<br />

misafiri olarak kalmış, padişah tarafından kendisine İstanbul'a yerleşmesi teklifinde<br />

bulunulmuştur. Yine padişah tarafından "Dergâhınıza aidat bağlatalım" teklifine <strong>Piri</strong> Sâmî<br />

(k.s.) Hazretleri "Allah (c.c.) devletimize zeval vermesin, dünyalığımız ziyadesiyle vardır"<br />

cevabını verir. Padişahın hediyelerinden kabul ettiği 60 lira tutarındaki parayı da<br />

Erzincan'daki fakirlere dağıtır.<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin halifelerinden; Hahlı Şeyh Abdurrahman (k.s.) Efendi<br />

sohbetinde buyuruyor ki; "İstanbul'a vardığımızda gemiyi padişahın adamları karşıladı, <strong>Piri</strong><br />

Sâmî (k.s.) Hazretleri'ni saraya götürdüler. Orada Abdülhamit Han büyük bir ilgi gösterdi.<br />

Hacılara dağıtılmak üzere çeşitli hediyeler verdi."<br />

Hahlı Şeyh Abdurrahman (k.s.) Efendi sohbetine şöyle devam ediyor; "Hicaz'a gittik,<br />

gideceğimiz yere iki yol vardı. Bu yolun biri çok uzak, diğeri ise yakındı.<br />

Fakat yakın olan yolda eşkıya olduğu ve yol kestikleri söyleniyordu endişeli idik.<br />

"Hacılar arasında tartışma çıktı "Diğer yoldan gidelim. Selâmetli gidelim" deniliyordu.<br />

Bunun üzerine <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri; "Ben, oğlum Nurettin, kayınbiraderim<br />

Abdurrahman (Hahlı Şeyh Abdurrahman Efendi) ile kısa yoldan gideceğim" dedi.<br />

Tüm hacılar ona eşlik ederek kısa yoldan gitmeye karar verdiler. Yolda hiçbir hadise ile<br />

karşılaşmadan varacağımız yere geldik Hacdan dönerken Hacı Salih rahatsızlandı.<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri buyuruyor ki; "Hacı Salih sen hastasın gelme. İstirahat et,<br />

iyileşince gelirsin." Bunun üzerine Hacı Salih; "Ben iyiyim, sizinle gelmek, memleketime<br />

dönmek istiyorum" der. <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri aynı sözünü müteakip; aralıklarla üç kez<br />

tekrar eder.<br />

Üçüncüde de aynı cevabı alır. Ve bu şekilde yola devam ederler. İkinci konaklama<br />

yerinden sonra Hacı Salih Hak Rahmetine kavuşur ve toprağa verilir.<br />

Diğer hasta olan Hacı Halil'e <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri "Sen ne diyorsun? Gelebilecek<br />

misin?" der. Hacı Halit; "Efendi eğer ölürsem buradan daha iyi yer mi var? Yok, eğer<br />

iyileşirsen kadın değilim çıkar gelirim" der.<br />

Ve Hacı Halit orada kalır, <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri, Hacı Halit'in cevabından çok<br />

memnun kalır. Hacı kafilesi Erzincan'a döner ve aradan bir ay geçtikten sonra Hacı Halit'in<br />

vefat ettiği, orada toprağa verildiği haberi gelir.<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri Hac ziyaretinden önce Mekke Emiri tarafından karşılanmış<br />

kendisine Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimizin kendilerinde<br />

mevcut bulunan Sakal-ı Şerifinden bir parçası hediye edilmiştir. Sakalı Şerif, Sâmî (k.s.)<br />

Hazretleri'nin torunlarından Tuncer Kırtıloğlu tarafından muhafaza edilmekte, her yıl<br />

Ramazan ayında ilimizdeki camilerde ziyaret edilmektedir.


NURŞİN'E (GÜROYMAK) ZİYARET (1885)<br />

www.sohbetican.com<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri 1885 yılında mürşidi Tahi Hazretlerini Nurşin (Güroymak) on<br />

beş kişilik bir kafile ile ziyarete gider. Kafile hareket etmeden önce, Erzincan'da bulunan<br />

hocalar Tahi (k.s.) Hazretlerine, Sâmî (k.s.) Hazretlerini öven bir mektup gönderirler.<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Tahi Hazretlerinin ziyaretine gittiğimiz<br />

gün, efendim Erzincan'dan gönderilen mektubu verdi, mektupta şahsımla ilgili övgü vardı.<br />

Bir de beyit yazılmıştı. Beytin sonu "Şeyh Sâmî" (k.s.) diye bitiyordu. Ben mektubu okurken<br />

efendimin kâtibi Molla Mustafa'ya "Bu Mektubu yazan Erzincanlı hocalara cevap yaz"<br />

dedim. Tahi (k.s.) Hazretleri'nin Erzincan halkına hitaben göndermiş olduğu mektup,<br />

mektuplar bölümündedir. Sâmî (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Gönderilen mektuba ve<br />

methiyeye çok canım sıkıldı ve yırttım attım. Molla Mustafa sordu ki "Mektubu ve methiyeyi<br />

ne yaptın?" "Yırttım" dedim. "Niçin yırttın?" dedim ki; "Ben kimim ki büyük Pir Hazretleri'nin<br />

mübarek dergâhında adım anılsın." "Molla Mustafa Tahi (k.s.) Hazretlerine mektubu<br />

yırttığımdan bahsetmiş. Efendim beni yanına çağırdı ve dedi ki; "O methiyeyi ve mektubu<br />

nasıl yırttın?" Dedim ki; "Efendim bu kapıda ben kimim ki, adım anılsın? Edebimden dolayı<br />

utanarak yırttım attım."<br />

Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Nasıl yırttın ondan muhabbet kokuları geliyordu. Bu<br />

şeyhliği babanın evinden almadın, niçin bilmezsin ki övgü (metih) nakışları nakış sahibine<br />

döner."<br />

HAZRETLERİNİN PİRİ SÂMÎ (k.s.) HALİFELERİ<br />

1. Şeyh Beşir Efendi (k.s.)<br />

2. Şeyh Abdurrahman Acar (k.s.)<br />

3. Şeyh Hacı Ali Efendi (k.s.)<br />

4. Şeyh Hacı Hasan Efendi (k.s.)<br />

5. Şeyh Hacı Hoca Mehmet Efendi (k.s.)<br />

(*) Şeyh Beşir Efendi (k.s.) Hazretleri <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin halkasını devam ettirmiş olup bu<br />

halka devam etmektedir. Şeyh Abdurrahman Acar (k.s.) Hazretlerinden sonra Halifesi Şeyh Abdurrahman<br />

güven devam ettirmiş olup, 1993 yılında vefat etmiş, yerine halife bırakmamıştır.


PİRİ SÂMÎ (K.S.) HAZRETLERİ<br />

MÜRŞİDİ ABDURRAHMAN-I TAGİ (TAHİ) (K.S.)<br />

HAZRETLERİNİ ANLATIYOR<br />

www.sohbetican.com<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin mürşidi ilim hocası Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri<br />

1247 tarihinde Şirvan köyünde dünyaya teşrif buyurmuşlardır. Küçük yaşında Kur'an<br />

okumaya başlayan Tahi (k.s.) Hazretleri 1886 yılında Hakkın rahmetine kavuşmuştur.<br />

Dergâhında büyük İslâm âlimlerinin yetiştiği Tahi (k.s.) Hazretleri günümüzde bile<br />

düşüncelerini, (İkillerini yetiştirdiği gönül adamlarıyla aktarmaya devam çimektedir. <strong>Piri</strong><br />

Sâmî (k.s.) Hazretleri sohbetlerinde şeyhi, Tahi (k.s.) Hazretleri'nden sıkça bahsetmektedir.<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Abdurrahman-ı Tahi (k.s.) Hazretleri<br />

Hınıs'ta büyük bir nehir üzerine köprü yaptırıyordu. Benim tarikata can-u gönülden<br />

((irdiğimin başlangıcında ziyaretine gelen müridler ellerinde birer deste taze çiçeği getirip<br />

takdim ediyorlardı. Çiçekleri aldıkça onları kuşağına sokardı. Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu<br />

ki; "Ahmak çiçeği başında, dilber çiçeği elinde, âşık çiçeği kuşağında taşır. Biz de âşıklık<br />

yolunda bulunuyoruz. Onun için çiçeği kuşağıma soktum."<br />

Tahi (k.s.) Hazretlerinin müridlerinden Sofi Halit adında biri nehrin kenarında cezbe ve<br />

muhabbete gelerek demiş ki:"Efendim o kadar büyüksünüz ki eğer dilerseniz şu iki dağı<br />

birbirine kavuşturursunuz." Tahi (k.s.) Hazretleri tebessümle buyurmuş ki; "Sen benim öyle<br />

bir kerametimi gördün mü?"<br />

"Efendim görmedim, görmüş gibi inandım." Mürid böyle deyince Tahi (k.s.) Hazretleri<br />

orda bulunanlardan birine işaretle adamı nehre atmasını bildirmiş. O da emir gereğince<br />

müridi nehre atmış. O coşkun nehir içinde dala çıka bir müddet gitmiş, sonra da selametle<br />

karaya çıkmış. Müridlere doğru koşarak gördüm, inandım, demiş. Orda bulunanlar "Neyi<br />

gördün, inandın?" diye sormuşlar demiş ki; "Tahi (k.s.) Hazretleri elimden tuttuğundan<br />

çıkardı, boğulmadım."<br />

PİRİ SÂMÎ HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Bir gün Abdurrahman-ı Tahi (k.s.)<br />

Hazretlerimin sohbet meclisinde zâtına bir şeker hediye ettiler. Tahi (k.s.) Hazretleri<br />

buyurdu ki; "Hazır olanlara bölüştürün." Şekeri bir taş ile kırıp bölüştürdüler. Kendisi de o<br />

taşın üzerine yapışmış olan şekerin tozundan bir parça alarak yedikten sonra buyurdu ki;<br />

"Hey hey şekerin de tadı kalmamış, toprak gibi tatsız." Orda bulunanlardan ve sözün<br />

maksadını anlayan birisi dedi ki; "Evet efendim evvelki şekerlerin tadı şimdiki şekerlerde<br />

yoktur." Mübarek zatın sözüne gülümsedi.<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Bir gün yine Tahi (k.s.) Hazretleri?nin<br />

dergâhında mübarek sohbetlerini dinliyorduk. Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Gelin gelin<br />

dünyaya tövbe edin gaddardır, çok hilakârdır dünya, leştir dünya ondan sakının ki<br />

muhabbetullah sermayesini elinden alır. Muhabbetullah (Allah aşkı, sevgisi) fiiliden gidenler<br />

müflis kalır."<br />

"Halifelerinden biri kalkıp mübarek eline yapıştı ve dedi ki; "Efendim dünyayı nasıl terk<br />

edeyim emret, şimdi terk edeyim." Bunun üzerine Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Vay vııy<br />

cebi olan ve cebinde kesesi olup içinde para bulunanların dünyayı terk etmesi nasıl olur?<br />

Dünyayı terk eden benim gibi olur. Senelerdir bu kadar şey gelir gider benim hiçbirinden<br />

haberim olmaz. Dünyayı terk etmek, dünyanın bir oyalama, oyun, insanlar arası gururlanma<br />

ve çoğalma olduğunu bilerek inanmak ve çocuk oyuncağı gibi olup kalbin ilgisi ve muhabbeti<br />

taşıyacak bir şey olmadığına inanç getirmekle, ona göre tavır almaktır."<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Bir gün Tahi (k.s.) Hazretleri'ne bir entari<br />

hediye ettiler, üzerine giydi, cebinde bir şişe gül yağı varmış, nasıl olmuşsa şişe kırılmış,


www.sohbetican.com<br />

içindeki o yağ entariye sirayet etmiş. Kimse farkında değil. Yanında bulunan müridleri<br />

dediler ki; "Efendim sizden ne güzel kokular geliyor. Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Hangi<br />

koku? Şu benim entarimin cebine yağ dökülmüş, ama ben hiç kokusunu alamıyorum."<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Bir gün Bitlis vilâyeti hakimi Tahi (k.s.)<br />

Hazretlerinin ziyaretine geldi, dedi ki; "Şeyh Efendi ben ilmimle hükmettim ki Yüce Allah<br />

(c.c.) seni seviyor Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki;<br />

"Ben de senin hükmünü elimde delil olarak tutmak isterim. Yarın kıyamet gününde<br />

beni kendisini sevenler, topluluğu içinde hasretmezse, dava eder ve derim ki; "Ya Rab! Bitlis<br />

hakimi benim seni sevdiğime hükmetti, beni muhibler (zatını sevenler) topluluğu içinde<br />

hasret."<br />

Bitlis hakimi şöyle dedi; "Ben de Allah (c.c.)'ın Yüce Habibi'nin, yani Hazreti<br />

Muhammed (s.a.v.) efendimizin şu mübarek sözlerini kendime delil kılarım: Allah (c.c.)<br />

buyurmuş ki; "Cenâb-ı Hak bir kulunu severse Cebrail (a.s.) ki; "O da o kul için meleklere<br />

"onu sevin" der, bütün melekler o kulu severler. O sevgi dünya işlerini yönetmek için dünya<br />

semasına inen meleklerden insanlara aksetmekle, insanlar da kulu severler."<br />

PİRİ SAMİ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; Sohbette müridlerden biri Tahi (k.s.)<br />

Hazretleri'ne sordular; "Efendim ilâhî feyizler ki büyük kutba gelip ondan bölüştürülür. Bu<br />

bölüştürmeden herkes hissedar olur mu?" Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Ondan yalnız iki<br />

grup mahrumdur:<br />

Biri, dünyaya bağlılık, yani Allah (c.c.)'tan gayrisine muhabbet suretleriyle gönlü dolu<br />

olanlardır, biri de en başta kendi canı, egosu ve muhabbet ve irfanların sevgisinin suretleriyle<br />

(görüntüleriyle) gönlü dolu olanlardır. Zira şeriatta suret (resim-fotoğraf) bulunan eve<br />

meleklerin girmeyeceği açıklanmıştır. Allah (c.c.)'tan gayri şeylere muhabbet görüntüleriyle<br />

dolmuş olan gönül hanesi dahi, ilâhî feyizlerin girmesinden mahrumdur. "Lâyık mı ki<br />

Kabe'ye puthane desinler."<br />

Tahi (k.s.) Hazretleri bir gün halifelerine sordu ki; "Menim hakkımda ne<br />

düşünürsünüz?" Halifelerden biri "KUTB-UL AKTAB (kutupların kutbu) deriz. Tahi (k.s.)<br />

Hazretleri buyurdu ki; "Kutb olmam ihtimaldendir. Ama KUTB-UL AKTAB olduğumu<br />

kendim biliyorum, olur ki, Cenâb-ı Hak Kutbul AKTAB'dan gelen feyizleri ve nurları benim<br />

vasıtamla sizlere ihsan eder ve böylece sizleri feyizlendirir."<br />

Bir sohbetlerinde Tahi (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Bu yüce tarikatta bizim hizmetimiz<br />

üç şey üzerinedir. Biri vefa, biri Hazreti Muhammed Mustafa'nın (s.a.v.) şeriatı ile amel<br />

etmek ve biri de kalbi Allah (c.c.) Teâlâ'dan başkasını sevmekten korumaktır."


VEFATI (1912)<br />

www.sohbetican.com<br />

Erzincan <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> (K.S.) Hazretleri’nin ilminden düşüncelerinden sohbetlerinden<br />

büyük faydalar elde etti.<br />

Ömrünü Rabbi’nin emrinde ve taatinde geçiren <strong>Sami</strong> Hazretleri binlerce talebe<br />

yetiştirdi. Sohbetleriyle Erzincan nurlandı. Bu dünya kimseye baki olmadığı gibi <strong>Sami</strong><br />

Hazretleri’ne de baki değildi. Vuslat güneşi ancak ötelerde o da vuslat diyarına gitmek üzere<br />

buralardan sefer etti.<br />

Hasta yatağında “ Yanıma Ali Efendi gelsin” buyurdu. Hanzarlı Ali Efendi <strong>Sami</strong><br />

Hazretleri’nin yanına geldi. Ağlayarak; “Efendim beni emretmişsiniz” dedi. <strong>Sami</strong> Hazretleri<br />

yatağından doğrularak buyurdu ki; “Vaktimiz tamamdır, beni çağırıyorlar, cenazemi sen<br />

yıka.”<br />

1912 yılında <strong>Sami</strong> Hazretleri ötelere kanat çırptı ve vasiyeti üzerine cenazesini Ali Hoca<br />

yıkadı. Namazı dergahının bahçesinde bulunan KIRTILOĞLU CAMİinde 30 bin cemaatle<br />

birlikte kılındı. Gökyüzündeki binlerce kuş yere indi. <strong>Sami</strong> Hazretleri toprağa verilinceye<br />

kadar öylece kaldılar.<br />

<strong>Sami</strong> Hazretleri’nin kabri şerifi dergâhının bulunduğu yerdedir. Vefatından bir yıl sonra<br />

ihvanları tarafından üç pencereli ahşaptan türbe yapılmıştır. Kırtıloğlu dergahı ve camii 1939<br />

yılında meydana gelen depreme kadar kalmıştır. Dergahta sohbet edilmemiş, ancak camii<br />

halkın ibadetine açılmıştır.<br />

<strong>Sami</strong> Hazretleri’nin vefatından sonra Dergahın bahçesinde bulunan evde <strong>Sami</strong><br />

Hazretleri’nin büyük oğlu Nurettin Efendi 1939 yılına kadar oturmuştur. 1939 yılında<br />

meydana gelen depremde tüm Erzincan yerle bir olduğu gibi KIRTILOĞLU dergahı, cami ve<br />

<strong>Sami</strong>’nin Türbesi yıkılmıştır. Nurettin Efendi ve eşi depremde ölmüştür. <strong>Sami</strong> Halifelerinden<br />

Şeyh Abdurrahman Efendi tarafından Nurettin Efendi ve hanımı <strong>Sami</strong> Hazretleri’nin kabrinin<br />

yanında toprağa verilmiştir.<br />

Dergahta bulunan üç bin kitaplık büyük kütüphanesi de depremde yok olmuştur.<br />

1930’lu yıllarda <strong>Sami</strong> Hazretleri’nin dergahı ve kabri şerifi dönemin valisi tarafından<br />

park yapılmak istenmiş. Ancak <strong>Sami</strong> Hazretleri’nin torunları valinin huzuruna çıkarak;<br />

“Efendim, burada bizim dedemizin kabri vardır ve bu arazi dedeme aittir. Lütfen<br />

niyetinizden vaz geçiniz.” Vali “Hayır kararımız kesindir. Orası park olacak” der. Bunun<br />

üzerine torunlar üzüntü ile valinin yanından ayrılıyor ve dayılarının yanına giderek ne<br />

yapabileceklerini soruyorlar. Cevap olarak da; “Siz rahat olun o mübarek kendini<br />

çiğnetmez.” Bu hadiseden bir hafta sonra Erzincan Valisi değişiyor. Hazretin torunları yeni<br />

valinin huzuruna çıkarak dedelerinin yerinin durumunu izah ediyorlar. Yeni vali cevaben; “Siz<br />

üzülmeyiniz orayı park yapmayacağım, orası kabristan olsun” der.<br />

<strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri’nin şu anki kabri, oğlu rahmetli Selahattin Kırtıloğlu tarafından<br />

yaptırılmış olup, Erzincan Belediyesi tarafından kabristanın bulunduğu alana bir şadırvan ve<br />

<strong>Sami</strong> Hazretleri’nin türbesi yapılmaktadır.


www.sohbetican.com


TÜFEKÇİZADE SALİHBABA<br />

www.sohbetican.com<br />

<strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinden feyz alarak, kemale eren Salih Baba 1846 yılında Erzincan’da<br />

doğmuştur. Babasını adı Mustafa, annesinin adı Atike hanımdır. Salih Baba’nın<br />

Abdurrahman adında bir kardeşi vardır. İki defa evlenen Salih Baba ilk enliliğinde iki çocuğu<br />

olmuştur. Büyük oğlu Osman, sağır ve dilsizdir. Babasının vefatından sonra fazla<br />

yaşamamıştır. İkinci oğlu Fehmi İstanbul’a yerleşmiştir. Babasının vefatından sonra<br />

İstanbul’a kardeşi Fehmi Efendi’nin yanına gitmiştir. Tespit edilemeyen bir tarihde de<br />

denizde boğularak ölmüştür.<br />

Dursun’un evliliğinden olan kızı Sıdıka Erzincan’ın Ulalar Köyünde Ali Polat isminde bir<br />

şahısla evlenmiştir. Bu evlilikten kaç çocuğu olduğu bilinmemektedir. 1939 yılında<br />

Erzincan’da meydana gelen büyük depremde çocuklarıyla beraber enkaz altında kalarak<br />

ölmüşlerdir.<br />

Bir tüfekçi ustası olan Salih Baba doğuştan bir kolu çolak bir ayağı kısadır. 1906 yılında<br />

vefat eden Salih Baba’nın mezarı Pir <strong>Sami</strong> Hazretlerinin kabrinin bulunduğu Ak<br />

mezarlıktadır.<br />

Ümmiyyem bir zerre denlu ilme yoktur takatim<br />

Gah olur ilme pibayan olurum kime ne<br />

Salih Baba kendisinin okuma yazması olmadığından bahseder ancak beyitleri kendisi<br />

söylemiştir.<br />

Söyleyen Salih’dür amma söyleten <strong>Sami</strong>’dürür<br />

Bulmak istersen birader böyle bir Sultan ara<br />

Salih Baba tüm beyitlerinde Şeyh Muhammed <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinden<br />

bahsetmektedir.<br />

Hatta divanın tümünde, <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinin ismi zikredilmektedir.divanın<br />

oluşmasının kaynağı açık ve nettir. Divanın oluşması ile ilgili olarak bir gün Kırtıloğlu<br />

Dergahında <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri sohbet buyururken müridlerden biri; ”Bizim kolda da Yunus<br />

Emre, Niyazi Mısri ve Kuddusi Baba gibi tasavvuf şairleri olsaydı da bizde onmların<br />

beyitlerini okusaydık” deyince <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri buyuruyor ki; “Bu bir himmet işidir, şiiri<br />

bizim Salih de söyler” diyerek eliyle arka tarafa sinmiş olan Salih’e işaret edince Salih Baba o<br />

anda varidat ile dolarak irticalen şiir söylemeye başlamış ve yine o anda fenaya<br />

kavuşmuştur. <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri kendisine “yeter Salih” deyinceye kadar şiir söylemeye<br />

devam eden Salih Baba, bu emirden sonra kesmiştir.<br />

Rabıta-i Nakşi Hayal isimli Salih Baba divanı bu feyizli anıların mahsulüdür.<br />

Yine anlatılanlara göre Salih Baba, 40 gün hiç durmadan beyit okumuştur ve okumaya<br />

başladığı vakit <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri (k.s.) “Salih bir söylediğini bir daha söylemez, yazın”<br />

buyurmuştur.<br />

Salih Baba Divanı, rahmetli Fehmi Kuyumcu tarafından Türkçeye çevrilerek<br />

neşredilmiştir. Salih Baba’ya ait başka divanın da olduğundan bahsedilir. Ancak Türkiye’de<br />

ki el yazma eserlerin bulunduğu tüm kütüphaneleri aramama rağmen Salih Baba adına<br />

kayıtlı bir eser bulamadım.<br />

Salih Baba, birçok dergaha gittiğinden bahsetmektedir. Birçok dergaha gitmesine<br />

rağmen aradığını Kırtıloğlu dergahında bulduğunu şiirlerinde anlatmaktadır.<br />

Salih’em ben bu esrara eremedim<br />

Bağ-ı vahdet gülleri deremedim<br />

Çok meşayık devir ettim göremedim<br />

<strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> gibi bir sahib-i irşadı


www.sohbetican.com<br />

Salih Baba’nın şiire başladığı tarih kesin olmamakla birlikte Divanın başında bulunan<br />

1317-1319 (1899-1901) yazıldığı tarih ve divanın bittiği tarih olabilir. Bir mısrada:<br />

Müddet-i ömrün erişti çare ne? Denilmektedir.<br />

Yukarıda ki mısrada geçen can kelimesi ebcet hesabına göre Salih Baba şiir okumaya<br />

başladığı zaman yaşı 54’tür.<br />

Salih Baba’nın şiir okumaya başladığı zaman dergahta bulunan müridanlardan Adnan<br />

Efendi tarafından kaleme alınmış olup divan günümüze kadar gelmiştir. 3<br />

Dede Paşa Hazretleri; “Salih Baba divanı tarikat adabı, müridlik halleri ile mürşidlerin<br />

emsalini, Fuzuli Hazretlerinin divanında muhabbet ve aşk alemini, Kuddisi Baba divanı ise<br />

tasavvufun başından sonuna kadar olan tamamının ahvalini en güzel ve mükemmel tarzda<br />

nazm eden divanlardır” buyurmuştur.<br />

Evvela bir Pir’e teslim olmayan derviş midir<br />

Eşiğinde baş koyup can vermeyen derviş midir<br />

Salih Baba<br />

Gazeli mısra-ı dervişcesine<br />

Yazdı divanı dervişcesine<br />

Okuyan Rabıta-i Nakşi Hayali<br />

Dolar tasavvufun ak bahçesine 4<br />

(3) Muştu Dergisi 1977 sayfa 19 Orhan AKTEPE<br />

(4) Rıfkı YILMAZ


www.sohbetican.com


Ey erenler arslanı geldin imdada sâkî<br />

Doldurdun Erzincan'ı nûr u ziyada sâkî<br />

Nisbet-i Pîr-i Tâgî sende kurmuş otağı<br />

Sînen cevahir dağı dağıtma yâde sâkî<br />

"Allah'u nurun" nuru sende kılmış zuhuru<br />

Cismin tecellî Turu gönlün me'vâde sâkî<br />

Dîdâra karşı canın aynıdır hem îmânın<br />

Solmaz gonca dehânın gül-i şinâde sâkî<br />

Ey andelîb-i Huda sohbetin ruha gıda<br />

Sendedir râh-ı Huda zât u Esmada sâkî<br />

Nefha-i Âdem demi seninledir hem-demi<br />

Hasta diller merhemi sende ziyâde sâkî<br />

Ey sûret-i insanî asrın şâh-ı merdânı<br />

Kıl bizlere ihsanı bâb-ı sehâda sâkî<br />

Şensin Hakk'ın halîli âşıkların delîli<br />

Saykal eyle bu dili nûr-ı cilada sâkî<br />

Himmetü'r-ricâl sende taklîü'l-cibâl sende<br />

Her türlü kemâl sende işbu arada sâkî<br />

Sensin Yûsuf-I Ken'ân hüsnüne cümle hayran<br />

Sen beni eyle kurbân verme cellâda sâkî<br />

Kul eyle bu dergâha ey enfâs-ı Mesîhâ<br />

Ümmet oluben şaha geldim irşada sâkî<br />

Mebde ile meâdım bilmekliğe mu'tâdım<br />

Şâd et dil-i nâşâdım irgür âbâda sâkî<br />

"Men Aref" in sırrını sende buldum dürrini<br />

Hakîkatin bahrini eyle küşâdE sâkî<br />

Dârü'l-emân sendedir ayn-ı îmân sendedir<br />

Hak nümâyan sendedir vakt-i evhâda sâkî<br />

Varlık dağın delmeyen ağlar iken gülmeyen<br />

Şeyhini Hak bilmeyen düşer hüsrana sâkî<br />

Ledünnî varidatın ism-i zâttır evradın<br />

Şefîisin usât in haşr-ı kübrâda sâkî<br />

www.sohbetican.com


Esrâr-ı rûh-l âlem gönlündür levh ü kalem<br />

Bir miskin kemter kulam bâb-ı rızâda sâkî<br />

Rûh-ı musavver sensin nûr-ı münevver sensin<br />

Encüm-i enver sensin şehr-i sabâda sâkî<br />

"Küntü kenz"in esrarı seninledir iş'ârı<br />

Nutkun Mesîhâ-vârî kalbi ihyada sâkî<br />

Destin kudret kabzası ehl-i aşkın cezbesi<br />

Gönlün tevhîd ravzası hubbun Mevlâ'da sâkî<br />

Halîl'in gülistanı ismail'in kurbânı<br />

Hem mürşid-i Rabbânî feyz-i şümâda sâkî<br />

Ahadden hem Ahmed'i bilirsin Muhammed'i<br />

Koyma bu mukayyedi bend-i gulâda sâkî<br />

Sil mâsivâyı tenden ref et hicabı candan<br />

Al benliğimi benden gitsin irâde sâkî<br />

Varidatın nûr dağı derûnun cennet bağı<br />

Ağzın hayât ırmağı kelâmın bade sâkî<br />

Vechinde yedi âyet fâtiha'ya işaret<br />

Ey neyyir-i hidâyet seb'-i semâda sâkî<br />

Sensin Hakk'ın habîbi derdlilerin tabîbi<br />

Bırakma bu garîbi dâr-ı fenada sâkî<br />

Günü tuttu himmetin ilhâm-ı Hak sohbetin<br />

Cevlân eder nisbetin fevka'l-ûlâda sâkî<br />

Şehr-i hakikat gülü sensin yine bülbülü<br />

Koymagıl ehl-i dili menzil-i "lâ"da sâkî<br />

Rûh-ı akdes sultânı cân derdinin dermanı<br />

Sâmî-yi Erzincani şeyhü's-saâde sâkî<br />

Sâdık kuldur Salih'in düşmüş kaldır Salih'in<br />

Şahım güldür Salih'in irgür murada sâkî (*)<br />

(*) Salih Baba Divanından alınmıştır<br />

www.sohbetican.com


Kör Salih (Müezzin Salih)<br />

www.sohbetican.com<br />

<strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinin Kör Salih adında bir müridi vardı. Bir gözü arızalı olduğundan<br />

dolayı kendisine Kör Salih denilmiştir. Kör Salih’in sesi oldukça güzeldir. <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong><br />

Hazretlerinin (k.s.) dergahında bazen beyitler okurdu. Dergaha gitmesine rağmen, arada<br />

adaba uymayan davranışlarda bulunurdu.<br />

Ara sıra Ermeni meyhanesine gider, şeyhinden de köşe bucak kaçardı. Andurrahim<br />

Reyhan Hazretleri, Paşamdan biz böyle işittik diyerek; Fehmi Kuyumcu’nun anlattığı Salih<br />

Baba divanındaki konu ile ilgili bilgileri aynen yayınlıyorum. “Sık sık içki içen kör Salih<br />

(Müezzin Salih) yine içki içtiği bir gün dergaha gelir. Dergahın sohbet hanesinde <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong><br />

Hazretleri sohbet etmektedir.<br />

Kör Salih, sohbet haneye girmiyor ve mahcup oluyor.<br />

Ezik bir halde sofadan;<br />

“Kuleden kuleden, sesin aldım kuleden<br />

O senin kaşın gözün beni sana kul eden”<br />

Beyitlerini okuyunca <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri: “Gel Salih senin her ayıbın hünerdir”<br />

buyurmuş. Kör Salih (müezzin Salih) bu hadiseden sonra içki içmemiştir.<br />

<strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinin oğlu Selahattin Kırtıloğlu (rahmetli olmuştur) rahmetli Fehmi<br />

Kuyumcu’ya Kör Salih’le (Müezzin Salih) ilgili anlattığı bilgileri aynen yayınlıyoruz.<br />

Rus işgalinde Kör Salih Yozgat’a muhacir olmuştur. Yozgat’a bir lokantaya<br />

uğradığımda Kör Salih’le karşılaştım. Çalışmakta olduğu lokantadan ayrılarak benimle<br />

birlikte satın aldığım tek atlı arabayı kullanmak üzere Tokat ve Zile’ye geldi. Oralardan<br />

temin ettiğim yağları satmak üzere Erzurum’a nakletmiştir.<br />

Neticede külfetli ve tehlikeli bir işi bıraktığımız zaman Tokat’taki camide veda için<br />

minareye çıkarak gayet hoş ve tesirli sesi ile selâtü selam ve sabah namazı okumuş,<br />

namazdan sonra tekrar Yozgat’a dönmek üzere bizimle vedalaşmıştır. Yozgat’ta bir müddet<br />

yeniden lokantada çalışmış ve oradan Konya’ya gitmiştir ve nihayetinde Çorum’a yerleşmiş<br />

ve orada vefat etmiştir. Çorumlular kabrine bir ağaç dikerek takdir ettikleri dervişliğine<br />

tazimde bulunmuşlardır. Abdurrahim Reyhan (k.s.) beyanına göre Çorumdaki kabrinden<br />

hastalar toprak alır, hastalıkları şifa bulurmuş. Kabrin toprağı bittikçe yeniden toprak<br />

konurmuş. 1<br />

1 Salih Baba Divanı Fehmi KUYUMCU. Sayfa 31-32


MENKIBELER<br />

www.sohbetican.com<br />

<strong>Sami</strong> Hazretleriyle ilgili Erzincan merkezinde ve merkeze bağlı köylerde ilçe ve<br />

beldelerde birçok menkıbeler anlatılmaktadır. Anlatılan bu menkıbeler babadan oğla,<br />

dededen toruna aktarılarak günümüze kadar gelmiştir. Yapmış olduğumuz çalışmalarda<br />

bulduğumuz menkıbeleri bir araya getirerek değerlendirmeye tabii tuttuk. Zira başka İslam<br />

alimlerine ait olan menkıbeler daha önce yayınlanmış <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerine ait gibi<br />

anlatılmaktadır.<br />

<strong>Sami</strong> hazretlerine ait olduğunu tespit ettiğimiz menkıbeleri anlatıldığı gibi kaleme<br />

aldık. Menkıbeler Orhan Aktepe (Öğr. Görevlisi), Sait Ekinci, İdris Yalçınkaya, Reşit<br />

Yalçınkaya (Refahiye Yurtbaşıköyü), Zeki Yılmaz (Karakaya Beldesi), Bahattin Acar<br />

(Karakaya Beldesi), Tacettin Buyruk (Erzincan), Remzi Genel (Erzincan), Mehmet Gültepe<br />

(Erzincan), Nurettin Baştürk (Erzincan) nakil etmiştir.<br />

Beş tane hoca <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinin dergahına geliyor. Hocalar dergaha girdiğinde<br />

<strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri sohbet etmektedir.<br />

Sohbetin sonunda Necmettin-i Kübra Hazretlerinin bir kelbe nazar etmişte dağlara<br />

düşmüş olduğunu anlatmaktadır. O esnada hocalardan biri “Efendi sen de bana nazar et”<br />

demiş. Beşir Efendi Hazretleri o zaman halife olmamış ayakta hizmet etmektedir. <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong><br />

Hazretleri buyuruyor ki; “Kalk o derviş gibi ayakta dur sana da himmet edeyim.”<br />

Hoca ayağa kalkmamış, hoca ile beraber gelen diğer hocalar “Biz kalkalım” diye<br />

seslenmişler. Ama Efendi Hazretleri o hocanın kalkmasını istemiş.<br />

Sonuçta kalkmamış. Bir süre sonra gelen hocalar dergahtan dışarı çıkıyorlar. Diğer<br />

dört hoca ayağa kalkmayan hocaya sitem etmişler. Bunun üzerine hoca “nasıl kalkayım,<br />

karşıdaki dağı getirdi de üzerime koydu, ne kadar çabaladıysam kalkamadım” der.<br />

***<br />

Bir gün <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri Değirmenli köyüne gidiyor kaldığı evin önünde bir<br />

Ermeni’nin eşiğe oturduğunu köy halkı görüyor ve “Çorbacı neden eşikte oturmuş<br />

ağlıyorsun” diye soruyorlar.<br />

Bunun üzerine Ermeni; “Siz <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinin büyük olduğunu biliyorsunuz da biz<br />

bilmiyor muyuz?” diyor.<br />

***<br />

Melik Şerif köyünde (Refahiye) <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinin ününü duyan üç zat <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong><br />

Hazretlerini ziyaret için Erzincan’a gelirler. Erzincan’a gelirken yolda kendi aralarında üç<br />

arkadaş konuşuyorlar; “Gerçekten İslam alimimidir, değil midir? Anlarız. Şeyh olduğunu<br />

bileyim ki bana fincanda kahve ikram ede, diğer arkadaş da diyor ki; “Şeyh olduğunu bileyim<br />

ki odada sobanın üstünde yaprak dolması kaynıyor; öteki de “Mart ayında bir salkım üzüm<br />

bana verirse şeyh olduğuna inanırım.” Konuşa konuşa Şeyh <strong>Sami</strong> Hazretlerinin huzuruna<br />

çıkarlar.<br />

<strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinin misafirleri içeriye girdiği anda ihvanları kahve ikram eder. <strong>Piri</strong><br />

<strong>Sami</strong> Hazretleri kahveyi alır ve “kahve ikram ederse ben kanaat getiririm” diyen zata ikram<br />

eder. <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri yoldan geldiniz acıkmışsınızdır, diyerek, yemek hazırlanmasını<br />

ister, yemekte sadece yaprak dolması gelir. Yemekten sonra Efendi Hazretleri odada


www.sohbetican.com<br />

bulunan dolabı açarak, “belki canınız üzüm yemek ister” der ve özellikle gönlünden üzüm<br />

geçen misafire ikram eder.<br />

***<br />

Çorum da yüzbaşı rütbesi ile görev yapan Recep isimli bir şahıs; Çorumlu Şeyh Mustafa<br />

Efendi ile yaptığı görüşmede Çorumlu şeyhi kendisine “Recep Efendi, benim vaktim geldi.<br />

Artık bundan sonra sen benim sohbetlerime yetişemezsin. Cenâb-ı Allah (c.c.) bundan<br />

sonra, sana bir sohbet kapısı nasip edecek. Şeyh Hazretleri dünyasını değiştirdikten birkaç<br />

gün sonra Recep Efendi rüyasında Erzincan’a geldiğini ve <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri ile<br />

görüştüğünü görür. Uyanır uyanmaz “Allah Allah hayırdır, Erzincan nere çorum nere? Hem<br />

ben burada görevliyim…” diye kendi kendine düşünür.<br />

Bu olaydan birkaç gün sonra dördüncü ordu komutanlığına, Erzincan’a tayini çıkar.<br />

Erzincan’a gelir gelmez karşılaştığı kişiye; “Burada dergah var mıdır?” diye sorar. Cevap<br />

olarak da çok dergah olduğunu öğrenir. Ve Erzincanlıdan bu dergahlara götürülmesini rica<br />

eder, birkaç dergahı gezerler. Akşam olduğunda Recep Efendi kendisine yardımcı olan<br />

Erzincanlıya teşekkür ederek ayrılır. Ama aradığını bulamamıştır.<br />

Ertesi gün tekrar kendisine yardımcı olan zatı bularak gitmedikleri yer olup olmadığını<br />

sorar. Bunun üzerine “Kırtıloğlu tekkesi diye bir yer var” cevabını alır.<br />

Beraber tekkeye giderler. Kapıdan içeri girdiklerinde Yüzbaşı Recep, <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong><br />

Hazretlerini görünce, rüyasında gördüğü zatı bulmanın heyecanı ile bayılır. Ve dergaha<br />

intisap ederek, görev dışında <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinin sohbetinde bulunur.<br />

Binbaşı rütbesi ile katıldığı 93 Harbinde şehit düşerek Hakkın rahmetine kavuşur.<br />

***<br />

Refahiye’nin Hanzar Köyünden Hasan Efendi <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinin halifesinin<br />

biyatını yöre halkı şu menkıbe ile anlatmaktadır.<br />

Hasan Efendi İstanbul’da medresede hocadır. <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinin Hanzar köyünde<br />

bulunduğu vakit tesadüfen kendisi de oradadır. Ve <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerine inanmamaktadır,<br />

alay etmektedir. Yanında bulunan arkadaşlarına <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinin nerede olduğunu<br />

sorar ve “ben size bu zatın şeyh olmadığını ispat edeceğim” der.üç tane soru hazırlayarak<br />

camiye girer.<br />

<strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinin sohbeti de bitmiştir. Hasan Efendi sorularını sormadan <strong>Piri</strong><br />

<strong>Sami</strong> Hazretleri hazırlanan soruların cevaplarını verir. Hasan Efendi hata ettiğini söyleyerek<br />

af diliyor. Bunun üzerine <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri buyuruyor ki: “Hoca siz dalda yetişmiş<br />

armutsunuz, sizi düşürmek kolay. İş, kalları, olgunlaşmamış olanları yetiştirmekte”<br />

buyuruyor.<br />

***<br />

<strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri dergahına vakfedilen değirmenlerden birine ziyarete gidiyor.<br />

Ziyareti sırasında değirmende çalışanların büyük bir ağacı kesip değirmene getirmeye<br />

çalıştıklarını görür. Ağaç o kadar büyüktür ki altı öküz ağacı çekmeye çalışıyor. Ama<br />

götüremiyor.<br />

<strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri altı öküzün dört tanesini çözmelerini buyuruyor, ağacın üzerine<br />

bastonunu koyuyor. Az önce altı öküzün yerinden kıpırdatamadığı ağacı iki öküz çok rahat<br />

bir şekilde götürüyor.


***<br />

www.sohbetican.com<br />

<strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri Melik Şerif köyüne gidiyor. Köye giderken yeni bir konağın<br />

yapıldığını görüyor ve yanındakilere: “Burayı yaptıran kimdir?” diye soruyor. Yanındakiler<br />

“Hacı Niyazi Efendinindir” diye cevap verirler. <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri, bu zatın dergahlarına<br />

gelip gelmediğini soruyor. Bunun üzerine ihvanları “hayır gelmiyor, Allah var, Peygamber<br />

varken şeyh nedir” diyor.<br />

<strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri yapılan konağın içine giriyor. Konağı yaptıran Hacı Niyazi Efendi<br />

de konağın içinde bir şeyler yapmayla meşguldür.<br />

<strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri selam veriyor. Hacı Niyazi selamı alıyor. Fakat hiç ilgilenmeden<br />

işini yapmaya devam ediyor. <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri buradan ayrılıyor. Köyün meydanına doğru<br />

ilerlerken Hacı Niyazi Efendi koşarak yanına geliyor. Namaz vakti gelmiş olduğundan birlikte<br />

camide namaz kılıyorlar. Cami çıkışında Hacı Niyazi Efendinin kendisi için yaptırmakta<br />

olduğu konağı ve bahçeyi <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinin vakfına vakfediyor.<br />

<strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri yaz aylarında gelip bu konakta kalmıştır.<br />

***<br />

Erzincan’da askerlik görevlerini yapan, Turhal’lı Ahmet ile Mehmet adında iki arkadaş<br />

Erzincanlı arkadaşlarına: “Burası evliyalar diyarı diyorlar. Peki ama biz hiç göremedik siz<br />

biliyor musunuz?” diyorlar. Erzincanlı arkadaşları da ”Evet tabii ki var” diyerek <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong><br />

Hazretlerinden bahsediyorlar. Ve bu konu üzerinde arkadaşlar Şeyh Efendi hakkında, kendi<br />

aralarında tartışıyorlar. Turhallı Ahmet ile Mehmet <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri hakkında<br />

arkadaşlarının anlattıklarına pek inanmıyorlar. “Bizi Efendi Hazretlerinin tekkesine götürün .<br />

Eğer bizim nereli olduğumuzu, biz kendisine söylemeden bilirse ona inanırız” diyorlar.<br />

Erzincanlı arkadaşları da, Ahmet ile Mehmet’i yanlarına alarak <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinin<br />

dergahına götürüyor. Tekkeye vardıklarında içerisinin çok kalabalık olduğunu görürler. Yer<br />

bulamadıkları için dışarıda, merdivenlerin önünde otururlar. Buradan Efendi Hazretlerinin<br />

sadece sesini duyabilmektedirler. Efendi Hazretleri bu esnada sohbet buyurmaktadırlar.<br />

Efendi Hazretleri sohbet ortasında sözünü keserek bir müridine döner ve “Bir şeyh,<br />

müridinin biri batıda biri de doğuda olsa ve şeytan bu müridlerin aklını çalmak istese; bu<br />

durumda şeyh onlara yardımcı olmazsa toprak o şeyhin başına. Nerede ki Ahmet ile<br />

Mehmet’in Turhallı olduğunu bilmesin” demiş. Kendilerini görmediği halde nereli olduklarını<br />

dahi sormadan Efendi Hazretlerinin bu sözlerini duyan asker Ahmet ile Mehmet hayrete<br />

düşmüşler. Hemen fırlayıp <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinden özür dileyerek itaat ederler. Askerler<br />

Ahmet ile Mehmet bu olayı gittikleri her yerde anlatırlar.


www.sohbetican.com<br />

TAGİ (TAHİ) HAZRETLERİNİN 1883 YILINDA SAMİ (K.S.)<br />

HAZRETLERİNE VERDİĞİ İCAZETNAMEDİR (*)<br />

Bismillahirrahmanirrahim.<br />

(Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla)<br />

Ancak O’ndan yardım dileriz.<br />

Şeyh Muhammed <strong>Sami</strong> Efendi El-Erzincani’nin halifelik icazetnamesidir.<br />

Hamd, alemlerin Rabbı olan Allah’a (c.c.) mahsustur. Salat ve selam, O’nun<br />

yarattıkalrının en hayırlısı oaln <strong>Hz</strong>. Muhammed’e ve O’nun al ve ashabına olsun. İmdi, sevigli<br />

kardeşlerim! Allah sizleri kurtuluş ve en yüce derecelere ulaştırmayı nasip etsin. Bu yüce<br />

tarikatın, diğer ilimlerde olduğu gibi bir konusu ve gayesi ve birlik yönü vardır. Sizce de açık<br />

olduğu üzere bu tarikatın konusu üstad’a ihlas ile bağlılık ve O’nu sevmek ve O’na<br />

teslimiyettir. Gayesi ise kulluktur. Yani, iyi bir kul olmaktır. Birlik yönü ise kendi nefsinde<br />

faniliğini bilip, Allah-u Teala’ya zatında beka (ebedilik) bulmaktır. Bunlar ise muhabbet ve<br />

ihlas hallerindendir.<br />

Üstadın muhabbeti ve ona ihlas ile bağlılık ve teslimiyet, tarikatın mecazi konusu olup,<br />

hakiki mevzusu değildir. Ekseriyetle bunlar olmaksızın, bilhassa bu yüce tarikatte maksut<br />

hasıl olmaz. Sana gereken, şeriata (İslam dinini emir ve yasaklarına) uyduktan sonra Eşari ve<br />

Maturidi mezheplerinin (NOT: Bunlar ehl-i sünnetin iki hak itikat mezhepleridir.) görüşlerine<br />

göre yanlış inançlardan uzaklaşman ve akaidini (inançlarını) düzeltmendir. Bu iki akait<br />

mezhebi, İslam inançlarının güzelliklerini ortaya koymuş, İslam akaidini yaygınlaştırmış veya<br />

onları gerçek güzelliği ile neşretmişlerdir.<br />

Bu ikisini sana getirdikleriyle sen bu gelişmiş bilgilere sahip oldun. Üç nokta da dinden<br />

önce durur hale geldi ve bin oldu. O zatın himmeti ile bir fersah açıklıkta sabitleşti. Veya o<br />

sabit oldu, diğer ikisi de sabitleşti? “Yeni başlayanların edebi” deme; çünkü o, sona ulaşmış<br />

olanların edebidir. Allah’ın selamı sizlere, dostlarımıza, kardeşlerimize ve <strong>Hz</strong>. Muhammed<br />

Mustafa’nın şeriatına (dinine) uyanlara olsun. Allah’ım! Efendimiz, Peygamberimiz,<br />

kalplerimizin sevgilisi, gözlerimizin nuru, günahlarımızın şefaatçisi olan Muhammed<br />

Mustafa’ya; O’nun aile efradına, sahabilerine, mübarek eşlerine, soyu ve akrabasına,<br />

ensarına, evliliklerinden olan akrabaların ve ona uyanlara salat ve selam eyle, rahmet ve<br />

bereketlerini artır. Amin. Ve hamd ancak alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.<br />

Bu, çok değerli Erzincanlı halife Mevlana Muhammed <strong>Sami</strong> Efendinin<br />

icazetnamesidir.<br />

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla, kendisini tanısınlar bilsinler diye mahlukatı<br />

(varlıkları) yaratan Allah’a hamdolsun. O’nun emrine girsinler ve O’nu lider bilsinler diye<br />

gönderdiği peygamberlerine salat ve selam olsun. Kendilerine uyulması gereken birer<br />

kurtuluş vesilesi ve gemi gibi olan Ehl-i Beytine ve sahabilerine de salat ve selam olsun.<br />

İmdi, Erzincanlı İbrahim Efendinin oğlu Muhammed <strong>Sami</strong> Efendi beşeri alakalardan<br />

sıyrılıp hak dininin milleti üzerine Rabbine yöneldiğinde ve ehl-i sünnet imamlarının<br />

görüşleri çerçevesinde kalp istikametini istediğinde; ayrıca Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.)<br />

şeriatına (dinine) uygun olarak amel etmeyi, dilediğinde, noksanlık şaibesinden döndürülüp<br />

çevrildi; varlıkların en hakiri olan bu kul, O’nun halifelik yükünü taşımaya layık olduğu ve<br />

tebliğ ve sohbete hazır olduğu hususunda uyarıldı. Bununla ilgili aldığım işaretlerin<br />

açıklanması ise usanç getirebilecek şekilde sözü uzatmayı gerektirir. Bunun üzerine<br />

isteyenler ve muhipler (sevgi ve ilgi duyanlar) için yüce Nakşibendi tarikatını öğretmek;<br />

(*) İcazetnamede soru işareti bulunan yerler okunamamıştır ve son sayfası yıpranmış olduğundan<br />

tercüme edilememiştir.


www.sohbetican.com<br />

onlara nasihatte bulunmak ve şeriatın (İslam dininin) hükümlerini tebliğ etmek için icazet<br />

verdi. Bunu, üzerine vacip olan, hakkı yerine getirmek için yaptı ve ona bunları emretti ki;<br />

insanların hepsi Allah’ın kullarıdır. Tarikat (nakşibendilik) ise boş olmayıp kurtuluş yolunu<br />

gösterir. Bunun aksi ise şekavet (sapıklık, bedbahtçılık) tir. Herkese gereken tebliğde<br />

bulunmak, insanları Allah’ın azabıyla korkutmak ve Rahmet, Cemal ve cennetiyle<br />

müjdelemektir. Bunu bilhassa kabiliyetli gördükleri, kalbi kirlerden arınmaya kabil ve gidişi<br />

Allah’a doğru, Allah için, Allah’tan ve Allah rızasına yönelik olan ve Allah’a bütün geniş<br />

yollardan yürüyerek gelen insanlara yapmak gerekir. Ta ki ebedi saadete nail olarak<br />

kurtuluşa ersinler. Buna uygun hareket edenler kurtuluşa erenler, buna muhalefet edenler<br />

ise pişman olur. İşte böyle; ve Allah’ın selamı, Rahmet ve bereketleri ve bağışlamaları<br />

üzerinize olsun; gene dünyaya fani bir diyar gözüyle, Muhammed Mustafa’nın şeriatına<br />

(dinine) uyup kabul edenlere olsun. Allah’ın salat ve selamı kıyamet gününe kadar<br />

Muhammed Mustafa Efendimize (s.a.v.) onun al-i beytine, sahabilerine, eşlerine, soyuna ve<br />

akrabalarına ensarına, evliliklerinden olan akrabalarına ve ona uyanlara olsun.<br />

Amin, hamd ancak alemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.<br />

Ona kurtuluştan… onu üstadının dışındaki her şeyden gafil kılar. Bu ilme’l yakin (kesin<br />

bilgi seviyesinde) fanilik bulmaktır. Bu ise muhabbetten, sevgiden hasıl olur. Sonra<br />

muhabbette onu dehşete düşürür, şaşkınlığa uğratır. Artık üstadından başkasını görmez,<br />

bilakis ancak ve ancak Üstadını görür. Bu ayne’l yakin (görmüş gibi inanmak) derecesinde<br />

faniliktir. Sonra bu dehşetle birlikte, kendi nefsini onu sevmeye layık görmez ve üstadının<br />

zatını sevgililer sultanı (Sultan-ül Mahbubin) olarak görür. Kendi kendine der ki: “Ben kimim,<br />

sen kimsin? Ben çirkinim, sen sonsuz güzellik sahibisin; ben bir fakir dilenciyim, sen bütün<br />

milletlerin şahısın. Benim arzum senin sohbetindir. Sultan hazretlerinde yol gösterici bir<br />

gülistan vardır.” Hatta şöyle der: “böyle bir perişan, rezil oldu. Onun sokağında cami; sakın<br />

ha o mahallenin sakinleri önünde utanç duymasın!” İşte bu hakke’l yakin derecesinde<br />

faniliktir. Allah, onu yolunun isteklilerini ve ileride ki nesillerini, peygamberlerin efendisi olan<br />

<strong>Hz</strong>. Muhammed (s.a.v.) hürmetine bu derece ile rızıklandırsın. Allah’ın salat ve selamı<br />

kıyamet (hesap) gününe kadar <strong>Hz</strong>. Muhammed’e (s.a.v.), O’nun al-i beytine, soyuna ve<br />

dininin ehline olsun. Teslimiyette fani olmak, daha önce anlatıldığı üzere, ilim seviyesinde<br />

birinci fanilik (yok olma) derecesidir. İkinci fanilik seviyesi, gayretle, çalışmayla olur. Üçüncü<br />

fanilik derecesi ise bu ikisiyle olur. Bu ise kendi nefsini eksik görmek, üstadını ise yeterli<br />

görmektir. Kendini bir köle gibi görmektir ki ne bir şeye sahiptir, ne de bir şeye sahip olabilir.<br />

Bu ise UBUDİYYET (kulluk) makamıdır. “Ah, binler ah deriz ki binlerce merhale içindeki<br />

binlerce merhalenin dersini bu makamda almak gerekir.” Şayet kişi üstadı hakkında bu üç<br />

makamı tamamlarsa, bu durumda üstadı çıkarır ve siler (gönlünde yok eder) ve kalbinde<br />

sadece kendisine ihlas ile bağlamak ve muhabbet ve teslimiyetle yönelmeye layık olan zata<br />

yer bırakır. Bu zat ise, kendisinden başka Rab ve Mabud olmayan Cenab-ı Allah’tan (c.c.)<br />

başkası değildir. Evvel (ilk), Ahir (son), Zahir ve Batın O’dur. O her noksandan beridir, bütün<br />

kemal sıfatları kendinde toplamıştır. “Öyle bir sevdiğim var ki, O’ndan başka sevdiğim<br />

yoktur; kalbimde O’nun dışında hiçbir kimsenin nasibi, yeri yoktur.”<br />

Bunun en yüce şartlarından biri sohbettir. İhlas yoluyla sohbette, üstadıyla sohbet<br />

ettiğinde onun gölgesiyle gölgelenir. Artık O2ndan başka istediği yoktur. O’ndan bir söz<br />

duyduğunda onda bir hikmet görür; kendisi için bir hikmet açığa çıkamadığında ise, ilk<br />

anladığı mana dışında ki müteşabih, manalara veya kendi idraksizliğine (kavrayamayışına)<br />

gene şükreder. Şayet üstadı, anlattıklarının kendisi için açık olmasını dileseydi, açık ve<br />

anlaşılır olurdu. Üstadının sessizliğini ise, Cenab-ı Allah ile huzur olarak görür ve bundan<br />

zuhura gelecekleri bekler. O’na hitap ettiğinde korkan ve sevinçli mütevazi bir aşığa<br />

dönüşür. Bir aşık, sevdiğiyle nasıl sohbet ederse o da üstadıyla muhabbet yoluyla sohbet


www.sohbetican.com<br />

eder. Burada edebi gözetir. Allah'tan dileğim beni edebe muvaffak etmesidir. Edebsiz kişi,<br />

Rabbin lütfundan mahrum olur. Edepsizlik dostlar için de uğursuzluk ve perişaniyettir.<br />

"Edepsiz, sadece kendisine kötülük yapmaz,<br />

Bilâkis onun ateşi bütün ufukları sarar. "<br />

Teslimiyet yoluyla sohbet ise, (üstadının) ne emredeceğini bekleyerek onunla arkadaş<br />

olmaktır, (sohbette bulunmaktır). Kendisine bir şey emrederse kendi kendine der ki:<br />

"Üstadım (Şeyhim), nefsimin kendiliğinden hareket edemeyeceğini gördüğünden, bana<br />

merhamet etti." Onun büyüklüğünün feyizlerinden imdat ister. Ta ki kendisine bakar. Kendi<br />

benliğini kaybeder. Çünkü üstadının kendisine emrettiğine uymaktadır. Kendisine bir şey<br />

emrederse, emre uyar. (?)<br />

(?)<br />

Rabıtaya gelince; ihlâs yoluyla rabıta, üstadını (şeyhini) kalbinde veya başı üzerinde<br />

düşünmektir. Ta ki düşmanlarından kurtuluncaya kadar. Muhabbet yoluyla onu düşünür.<br />

"Mecnun ve Leyla değil, senin aşkından benim ilgim. Artık öğle-akşam yemek nedir<br />

bilmiyorum. Seni düşünmek ve anmak, yeme ve içmeme hakim oldu."<br />

"Senin yüzün, gördüğümde derdimin ilâcıdır." Ayrılık ehli olanlar bu tahayyül ile göçüp<br />

gittiler. Belki âşıklara lâyıktır ki, maşuktan (sevgiliden) söz edildiğinde onun çekim ve<br />

cezbesine kapılsın; susmak zamanında da onu hayalinde görsün.<br />

(?) Dedi ki; "Mübarek başının üzerine suyu getirdim. Ellerimi kaldırdım; ellerim ARŞ'a<br />

veya ufka ulaştı. Hâlâ da onun omzuna ulaşmadı. Eğer cesur isen ve mecazdan gerçeklere<br />

süratle geçmek istersen, bu ancak EZKAR (yani zikirler) ile ve hakikatin sohbetiyle meydana<br />

gelir. Bilhassa VAHDET-İ ŞUHUD (yani yalnız Cenâb-i Allah'ı görmek, O'nun dışında<br />

yaratıkları görmemek) yolu ile olur. Senin üzerine gereken ise bütün geçmiş ve onları izleyen<br />

SÂDÂT'ın (büyük zatların) ve gene geçmiş ve onları izleyen din ve akaid imamlarının hepsini,<br />

ancak muhabbet (sevgi) yoluyla anmandır. Ta ki bunlardan geçerek üstadına ve hakikate<br />

ulaşasın. Veya sende bir gıpta meydana gelsin. Tövbe etme isteği, hizmet tarikatı (yolu)<br />

üzerine olsun. Sen o kaynaklardan su aldınsa, bu senden değildir. Kendinden bildiğin<br />

takdirde istiğfarda bulun ve üstadın ruhaniyetine sığın. Sonra da bu duygunu horla ve<br />

önemsiz gör.<br />

"Aşikârdır ki ben tuti sıfatlıyım, söylerim; benden işittiğiniz şeyler 'Ben kimim? Ben<br />

neyim'dir." Boğulan insan, boğulmakta olan başka birini nasıl kurtarabilir? fendine şunları da<br />

görev bil: Bu anlatılanlara uyduktan sonra sende meydana gelen bütün kabz ve bast (yani<br />

ruhi genişlik ve sakıntı); noksanlık ve ayak sürçmeleri; gaflet ve huzur; dağınıklık ve<br />

toparlanma halleri; gevşeklik ve kuvvet ve bunlar gibi her şeyi yaz ve bunları üstadına<br />

gönder...<br />

Kalbinde bulunsun ki, tecerrüd (varlıklardan soyutlanma) ve istikamet, kalp temizliği<br />

olmaksızın meydana gelmezler. Kalp temizliği SAFVET) ise, Allah'ın temiz veli kullarına<br />

hizmet etmeksizin kazanılmaz. Bunlar (dinde ve tarikattaki) kardeşler ve dostlardır.<br />

Tasavvuf tarikatları arasından, Nakşibendi Tarikatını seç. (Allah bu tarikat sadatının<br />

sırlarını aziz ve yüce kılsın.) Bu tarikatın inançları (akide sistemi). Ehl-i Sünnet imamlarının<br />

görüşleri üzerinedir. Amelde de İslâm Dini (şeriatı) üzerinde olup, ruhsatlardan ve<br />

bidatlardan uzaktır. Bu yolda gayem, Cenâb-ı Allah'ın (c.c.) Mukaddes Zâtına, her iki<br />

cihandan da yüz çevirerek yönelmektir. Görüşüm, GAVS-I A'ZAM SEYYİD SIBGATULLÂH<br />

EL ARVÂSİ ELBA DADİ EL-HÜSEYNÎ'nin tarikidir, bu ise ŞAHI NAKŞİBENDİ ŞEYH<br />

MUHAMMED BAHÂUDDİN EL-BUHÂRİ (r.a.)'ye dayanan MEVLÂNÂ MOLLA MAHMUD'un<br />

oğlu ÜSTAD ABDURRAHMAN AL-TAGİ’nin vekillerinden bir vekilin hizmet bölgesi vasatına


www.sohbetican.com<br />

(ortamına) bağlandı. Tarikat işini, onun elinden alıp geliştirdi. Nefsin dayanması zor<br />

riyazetlerine (perhizlerine) zevk, muhabbet ve şevk ile ve cezbe içinde tahammül etti ve<br />

cezbe ve sülük yolunda yürüdü. Cenâb-ı Allah (c.c.) ona, Yüce SADAT'in (tarikat<br />

büyüklerinin) himmetleriyle nimet ihsan ettiğinde; ona varlıklardan tecerrüt (soyutlanma) ve<br />

kendi münezzeh zatına bağlanmak yolunu ihsan etti.<br />

Ve kesin olarak inanıp bildi ki; insan kendi nefsinin arzuları dışına çıktığında (yani kendi<br />

nefsini asıl murat olmaktan çıkardığında) kalbinde aşk (muhabbet) ateşi yanar. Bundan<br />

birçok insan öldü (yok oldu); birçok insan da en yüce derecelere kavuştular. Yanaklara akan<br />

gözyaşları bu ateştendir, emirlere uymak için harekete geçmek de bu aşk ateşindendir.<br />

Yasaklanmış şeylerden kaçınmak da bundandır. Şeriat ve akaid dairesi dışına taşmamak için,<br />

muhabbeti (aşkı) arttıran şeyleri yap ve onu azaltan şeylerden de kaçın...<br />

(?)<br />

Evet, AHRAR'ın dediği gibi, soğuk kışta bulunan bir kişi, bir nehrin ortasında da olsa<br />

suyu istemez. Suyu, ancak yazın oruç tutan ve güneşin sıcaklığı altında kavrulan kişi arzuyla<br />

ister. Bu nimetin elde edilmesi, en büyük nimetlerden sayılır...<br />

(?)<br />

Teslimiyet ise, üstadının elinde; yıkayıcı önündeki bir ölü gibi olmandır. O seni dilediği<br />

gibi çevirir, sen de onun dilediğince dönersin.<br />

Burada zararın ne, menfaatin ne, hayrın ne, şerrin ne onlara bakmazsın. Burada en<br />

düşük mertebe, emirlere uymanın bütünüyle senin için hayırlı olduğunu görmen ve<br />

düşünmendir. En yüksek mertebe ise, bu hayrı da düşünmeksizin, bütün dileğinin emirlere<br />

uymak olduğunu ve başka bir şey düşünmediğini bilmektir.<br />

(?)<br />

İster beni öldür, ister yaşat; bu senin emir ve fermanındır. Ahmed bir zayıf kulundur;<br />

kullarının arasında durmaktadır.'"Bu tamamlandığında, kişi KUL olur; KUL ise ancak Bir ve<br />

Kahredici olan Allah'a (c.c.) aittir. Böylece, "Ancak Sana KULLUK eder ve ancak Senden<br />

yardım dileriz" mealindeki âyetteki NA'BUDU (KULLUK EDERİZ) sözünde sadık olursun...<br />

(?)<br />

Bu makamı elde etmenin medarı, anlatıldığı üzere ihlâs ve muhabbet üzerindedir. Bu<br />

üç meseleyi, kendine konu edin.Böyle olmasa, senin hayaline ilimlerde gördüğün şu husus<br />

gelir:Bir mevzuu (konuyu) bilmek; ilimlerin ayırımını, konuların ayırımı şeklinde bir gereklilik<br />

halinde ele almak lâzımdır.<br />

Öyle ki, ona yüklenen bütün meseleler, konusu olduğu şu ilimden olur. Aksi halde,<br />

böyle olmaz. Yaptığın veya yapmadığın bütün işler ona uygun olarak, ondan gerekli olur.<br />

Fena (fanilik, yok olma) üç şey üzerine terettüp eder...İhlâsta fena (fanilik, yok olma) şudur:<br />

Kişi amellerinden, yaptıklarından ümitsizliğe düştüğü ve kapıların yüzüne kapalı olduğunu<br />

gördüğü zaman, ondan başkasından medet ummaktan istiğna eder. Kendi nefsinden<br />

geçerek üstadından fani olur.<br />

Çünkü kendi amelleri zayıf ve faydasızdır. Böyle bir fani de fani olur. Bu fena<br />

makamlarının birincisidir. Bu ihlâstan doğan İLM-EL YAKİN derecesinde faniliktir. Bundan<br />

sonra AYNEL YAKİN fena gelir ki, bu da ilm-el yakin mertebeden meydana gelen çalışma<br />

mertebesidir. Yani kişi önünün açık mı, kapalı mı olmasında veya amellerinin değersiz mi,<br />

faydalı mı olduğunda bir beis görmez. Kendisini küffar diyarında, haçlılaştırılmak istenen bir<br />

esir gibi görür.<br />

Kendisini kurtarmak isteyen birini bulur; ona uyar gider, ta ki bir arada bulunmaktan<br />

başka bir şey görmez ve bilmez. Bundan sonra ise HAKK-EL YAKİN fena (fanilik, yok olma)<br />

gelir. Bu ise yukarıdaki dehşet misaliyle verilen çalışma ve gayret ile ilmin birleştirilmesidir.<br />

İlim ise kendi ayıpların ve bu kurtarıcının kemalini, olgunluğunu ve mükemmelliğini<br />

bilmektir. Bu Allah'ın (c.c.) fazlından olup onu dilediğine verir.


www.sohbetican.com<br />

Fena, muhabbete götürür, yani kişi, insanları kendisini saptırıcı (yanlışa götürücü) ve<br />

nefsini de insanlardan daha beter saptırıcı gördüğünde, üstadını ise kendisini doğru yola<br />

hidâyet edici gördüğünde onun sohbetinde buluşur. Ondan başkasına dönüp bakmaz.<br />

Bilâkis onunla kaim olur. Öyle ki üstadının hareketleri, yaptıkları, sözleri, tavırları, uyuması,<br />

yemesi, içmesi ve ondan gelen her şey gözüne sevimli şeyler olarak görülür. Hatta diyelim ki<br />

üstadı topal olsa, ona bu topallığı (sağlam insandan) dana sevimli gelir.<br />

...Onun hilafına olan veya olması gerekmeyen şeylerden getirdiğimiz...<br />

Belki de ayaklarını yere koyman, gözlerinin dönmesi (görmesi), kulaklarının işitmesi,<br />

ellerinin hareket etmesi ondandır ve onun içindir. Ta ki, akaid (inanç) sınırlarını aşmamak<br />

kaydıyla umumun dilinde müminler denilen... bir sınıra ulaşasın.<br />

(?)<br />

Bil ki ihlâs, iman meyvesini gerektirir. Üstad kendi sıfatlarından fani oldu ve sadece<br />

Allah'ın sıfatlarıyla baki kaldı. Üstadın sözleri hikmetlidir, fiilleri de çoğunlukla birer delildir.<br />

Hareketleri de, sakin duruşları da, ancak Allah Teâlâ (c.c.) içindir. Ve bilir ki hidâyet yollarının<br />

kapılan, anahtar bulunmayan kilitlerle kapalıdır, ancak üstadın kapısı müstesna... Ta ki kendi<br />

amellerinden ümitsiz olasın, Yüce Allah'tan onun himmetiyle duada bulunasın ki hayır ve şer<br />

senin yanında aynı olsun. Çünkü şerre onunla vasıl olunmaz. Hayrın ise senin kurtuluşun<br />

gerektirecek şey olmaz.<br />

Hayır sen bunları getiren değilsin.<br />

Bu imanı elde etmenin alâmeti sana şöyle bu makamın hasıl olmasıdır: Şayet sen<br />

adam öldürsen veya zina yapsan veya hırsızlık etsen de, üstadın sana "Sen zamanın<br />

kutbusun" dese, sen onu tasdik edersin ve şayet Şeriata (İslâm'a) uygun hareket etsen de<br />

üstad sana 'Sen zamanın en fasık kişisisin" dese, gene onu doğrularsın. Üstadının bütün<br />

dostları senin gözünde makbul insanlardır; onlara üstadın bakışı çerçevesinde bakarsın. O<br />

cahil, ami birini seçerse sen de onu seçersin. Yahut seçkin birini kusurlu görürse, o senin<br />

gözünde de kusurlu olur. Yani senin kendi aklında ve kendi amelinde bir tasarrufun kalmaz;<br />

ancak onu taklit edersin. Şayet Cenâb-i Allah (c.c.) sana bu makamı ihsan ederse, sende<br />

ihlâs meydana gelir. Senin yaptıkların veya kaçındıkların sadece O'nun için olur; O"ndan<br />

gayrisi için değil, bilâkis sen ve gayrisi, kendi gözünde iki hiç olursunuz. Böylece amellerin,<br />

gururlanma ve gösterişten uzak olur. İşte İrşad Dairesinin Kutbunun (k.s.) şu sözünün manası<br />

budur: "Bu Yüce Tarikatta gururlanma ve riya (gösteriş) yoktur. İstediğin sadece Allah'ın<br />

rızasını kazanmak olur.<br />

(?)<br />

(?)<br />

Muhabbet de şudur: Üstadın dışındaki her şeyi: nefsini, evlâtlarını, eşini, anne-babanı<br />

ve diğer herkesi seni dalalete sürükleyici, üstadını ise hidâyet edici olarak görmendir. Sen<br />

üstadın dışındakilerin hepsini yukarıda yazıldığı ve üstadı yukarıda zikredildiği şekilde<br />

görürsen, senin için muhabbet meydana gelir ve artar. Öyle ki, üstadın nazarında makbul<br />

olursun. O sana zamanın kutbundan daha çok sevilen biri olur, bu muhabbet giderek artar ve<br />

hayal onun üstünde toplanır, üstadın dışındaki herkesi ve her şeyi unutursun. Böylece<br />

sende,bir araya getirme (toplama) kabiliyeti meydana gelir, kendi nefsini unutursun. Sonra<br />

toplamın toplamı da hasıl olur, kendi nefsinden yana fani olursun. Üstadınla varlığın devam<br />

eder. Böylece rabıta tamamlanmış olur, sen rabıtada yol alırsın, ta ki Üstad sana meşhud<br />

(görünür) hale gelir. Böylece rabıta hakikate dönüşür.<br />

(?)<br />

(?)<br />

Rabbi için seven ve Rabbinin rızası için buğzeden Molla Halil'in dediği gibi "Aşkın,<br />

sevgin Bir'e olsun; öfken, kinin de Bir için olsun." Yalnız üstadına olsun; O'nun sıfatlarına,<br />

fiillerine, sözlerine; seninle muamelesinin iyi veya kötü olmasına bakılmaksızın... Bu isteğin


www.sohbetican.com<br />

şiddetlendiğinde, kıdem üzerine nazarını haşretmekte; kadınlara bakmaktan ve yolda<br />

giderlerken bile seslerini-sözlerini işitmekten kaçınmakta aşırı dikkatli ol.<br />

Gene, başka bir mahbubun (sevgilinin) gönlüne girmesinden kaçın. Böyle bir şey olursa<br />

istiğfar getir ve onu gidermeye çalış ve üstadından utan. Kendi fiillerinin çirkinliğine ve<br />

üstadın fiillerinin güzelliğine bak. Belki de Üstad'dan başka dostun olmasın. Şu dar üstada<br />

muhabbeti hasretmek konusunda sana şahit olsun: Eğer ondan başka veya Allah'tan başka<br />

bir dost edinseydin, <strong>Hz</strong>. Ebubekir'i dost edinirdin. Öyle olsun ki, senin gözünde menfaat ve<br />

zarar, övgü ve kötülenme, alçalma ve yücelme, insanların seni kabulü ve reddetmesi,<br />

zenginlik ve fakirlik hepsi de bir ve eşit olsun.<br />

(?)<br />

(?)<br />

Ve onun muhabbetinde yok olursun.


www.sohbetican.com


www.sohbetican.com


PİRİ SAMİ (K.S.) HAZRETLERİNİN VAKIFLARI<br />

www.sohbetican.com<br />

<strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinin Dergahına ait yedi adet vakıf mevcuttur. Söz konusu vakfiyeler<br />

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde kayıtlı olup bu vakfiyelerin dışında başka bir vakfiyeye<br />

rastlanmamıştır.<br />

Vakfiyelerde bulunan emlaklar Cumhuriyetin kurulmasından sonra Vakıflar Genel<br />

Müdürlüğü uhdesine geçmiş ve şahıslara satılmıştır. <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinin oğlu Selahattin<br />

Kırtıoğlu tarafından vakfın devam ettirilmesi konusunda ilgili makamlara başvuruda<br />

bulunmasına rağmen bir sonuç alınamamıştır. Kitapta yer alan vakfiyeler birbirine benzerlik<br />

göstermektedir, ancak her vakfiye değişiktir.<br />

Sultan Abdulhamit tarafından <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerine çeşitli konularda fermanlar<br />

gönderildiğinden bahsedilmektedir. Ancak devlet arşivlerinde böyle bir vesikaya<br />

rastlanmamıştır. Yalnız <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinin halifelerinde Şeyh Abdurrahman<br />

hazretlerinin oğlu Bahattin Acar Efendinin kendisinde Gazi Mehmet Reşat bin Abdülmecit<br />

tarafından <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinin dergahına gönderdiği bir ferman mevcuttur. O ferman da<br />

kitapta bulunmaktadır.


BİR NO’LU VAKFİYE (1909)<br />

www.sohbetican.com<br />

Her hali bilen, değişmeyen ve yok olmaktan münezzeh olan Allah’a hamd ve en güzel<br />

ahlaka sahip olan Peygamber Efendimize, ehli beytine sahabesine salat ve selam olsun;<br />

VE SONRA: İşbu sahih olan vakfiye metni ve şeriiye belgesinin yazımı, imlası ve<br />

inşasına başlarken, Erzincan şehri mahallelerinden Karaağaç Mahallesinde sakin Nakşibendi<br />

Şeyhlerinden, hayır sahibi ve iyilikseverlikle tanınan, merhum İbrahim Efendinin oğlu Hacı<br />

Muhammed <strong>Sami</strong> Efendi; adı geçen ilin Şerr-i mahkemesinde kurulan, şerefli şeriat meclisi<br />

nezdinde, aşağıda adı belirtilen vakfının tescili, vakıf emrinin tamamlanması ve mütevelli<br />

nasp ve tayini amacıyla, mütevelliği kabul eden adı geçen mahkeme katiplerinden Mustafa<br />

Efendi oğlu Hacı Hafız Ahmet Şükrü Efendi tutanağında, yasal açık ikrarı ve açık geçerli<br />

beyanı odur ki;<br />

Bu fani, sabit olmayan ve hiç kimseye kalmayacak olan bu dünyada hastalığımın<br />

nimeti zevalde şerefimin devamı öbür aleme göçmekte olduğunu gördüğümden;<br />

“SADAKALAR ACININ FİDYESİDİ” ve “SUÇLULAR ALINLARINDAN YAKALANDIKLARI<br />

GĞN” ve “KENDİMİZ İÇİN ÖNDEN(DÜNYADA İKEN) NE İYİLİK HAZIRLARSANIZ ALLAH<br />

KATINDA ONU BULURSUNUZ; HEM DE DAHA ÜSTÜN VE MÜKAFATÇA DAHA BÜYÜK<br />

OLMAK ÜZERE” ayeti kerimelerinin yüce anlamlarını yakinen bildiğimden ve anladığımdan,<br />

vakfı caiz belgesinin düzenlenmesine kadar özel mülküm olan ve tasarrufum ve sahibi ve<br />

idarecisi olduğum tapu kayıt bilgileri çerçevesinde, sağ tarafında Hacı Şevket Bey’in tarlası,<br />

solunda Hanzar Köyü’nün merası, arkasında anayol ve cephesi çayır ve bazen yol ile çevrili<br />

olan ve bünyesinde iki adet un taşı, bir adet dink ve bir adet bulgur taşları olmak üzere<br />

toplam dört döner taşı olan ve müştemilatı ile birlikte bir bab değirmen, yine adı geçen ilin<br />

köylerinden, Pelür köyünde, kayıt bilgilerine göre, sağında ark ve Yesari Hacı Mehmed<br />

Ağa’nın tarlası ile Sünnizade İbrahim Efendi’nin üzüm bağı, arkasında yine ark ve cephesi<br />

çay ve amme yolla sınırlı, bünyesinde bir yol taşı, bir un taşı, bir dink ve bir bulgur taşı olamk<br />

üzere üç döner taşı ve müştemilatı ki tamamı mülktür; bir bab değirmenimi ki; böylece iki<br />

göz değirmenimi bütün ekleri, müştemilatı ve yasal hakları ile birlikte, Yüce ve Azim<br />

ALLAH’ın Rahman ve Rahim olan Rabbimin rızası için;<br />

“O GÜN Kİ NE MALINIZ NE DE EVLADINIZ FAYDA VERMEZ VE SADECE ALLAH’A<br />

TEMZ BİR KALPLE GELENLER HARİÇ” Ayeti kerimenin ricasıyla, sadık bir niyetle ve emin<br />

bir azimle, sonsuza kadar yasal, sahih vakıfla ve yerinde tesbit edilen geçerli (mer-i) hapisle<br />

mülkleri vakf ve haps edip;<br />

ŞÖYLE BİR ŞART KOYDUM Kİ; sınırları belirlenen değirmenler, her yıl bir mütevellinin<br />

eliyle emsallerine göre başkalarına kiraya verilip elde edilecek gelirlerden, başta gerektiği<br />

takdirde, adı geçen değirmenlerin tamir ve bakımlarının yapılması ve her yıl yasal<br />

vergilerinin ödenmesi, yine elde edilecek gelirlerden, her yıl Karaağaç Mahallesi’ndeki<br />

keramet binası olan dergah-ı şerifin tamir ve bakımı yapılmalı, yine söz konusu gelirden her<br />

yıl, dergah-ı şerife gelip giden ve üç günden fazla kalmayan ziyaretçiler ve yoksullara yemek<br />

yedirmeli ve yine söz konusu gelirden her yıl, adı geçilen vakfa mütevelli olan kimseye<br />

görevi karşılığı ücret olarak bir simar buğday ve bu gelirden her fazla kalır ise, bu fazlalıkla<br />

adı dergah-ı şerifin bitişiğinde olan harem dairesindeki çoluk çocukların nafakaları<br />

karşılanmalı ve adı geçen vakfın azaltılması ve çoğaltılması daha sonra elimde olacak ve<br />

hayat elbisesini giydiğim sürece adı geçen vakfın mütevellisi ve tasarruf sahibi ben olacağım.<br />

Yüce ALLAH’ın emriyle vefat ettiğimde, erkek evlatlarımdan en büyüğü, akıllısı ve salih olanı<br />

mütevelli olacak, erkek ve kadın ahfadımın yok olmasından sonra gelecek neslin en büyüğü,<br />

en akıllısı ve en salih olanı nesilden nesile mütevelli olacak. ALLAH korusun neslim kesilecek<br />

olursa, şeriat hakimi, ulema ve şeyhlerin görüşleriyle seçilecek iyiliksever ve dürüstlüğü ile


www.sohbetican.com<br />

bilinen ve tanınan dindar ve dürüst bir mütevelli tayin edilecek. Şartlarımı tesbit, kayıt<br />

masrafları beyanla sınırları belirtilen değirmenlerin tamamen bu işe feragat edecek ima<br />

edilen mütevelliye teslim edilsin ve vakıftaki diğer mütevellilerin yaptığı gibi tasarrufta<br />

bulunacağını; diğer taraf tasdik ettikten sonra halin devamı talebine binaen yazılı olarak<br />

belirtilen vakf edilene uygun ve ayrılıktan uzak olan bir azimle belirtilen mütevelli ile kavga<br />

ve anlaşmazlıktan uzak kati bir inançla vakf edilen akar ümmetinin seçkinlerinden olan<br />

kadim himmetli, ümmetin aydınlatıcısı ve tasaları bertaraf eden İmam-ı A’zam Hazretleri’nin<br />

görüşüne istinaden sahih ancak menzil-i ariyetde olup şeref bağlayıcılığı olmamakla adı<br />

geçen vakıftan dönmek caiz kararından dönenin yasal kararı ihlal etmiş olmadan adı geçen<br />

değirmenleri mülkiyetime eskisi gibi iade ederim diyerek, reşit mütevelli yerinde uygun<br />

cevabı verip, gerçi durum İmam-ı A’zam görüşünde açıklandığı üzere güncelleştirilmiş<br />

değildir. Ancak bilge olan ve ikinci İmam olarak bilinen İmam Ebu Yusuf’un görüşüne göre<br />

vakıf mücerred vakıftır demekle ve İmam-ı Rabbani Muhammed İbni Hasan Şeybani’nin<br />

görüşüne göre ise mütevelliye teslim ile vakıf bağlayıcı olur diyerek red ve teslimden imtina<br />

ile güçlü ve bilge hakim ve ne mutlu sinesi kitap mekanı güzel Efendi Hazretlerinin<br />

huzurundaki duruşmada ve her biri gereğince anlaşmazlığı gidermeye talip olduklarında,<br />

belirtilen Hakim taraflarının kanıtlarına bakılarak hayırlı bir işi iptal etmekten sakınarak,<br />

daha önceki imamlar arasında bilinenlere aykırı olanın bilincinde olarak adı geçen vakf’e<br />

sahih şeri hüküm ve geçici geçerli beyanla itiraz edildikten sonra vakf sahih ve daha sonra<br />

nakzı ve iptali mümkündür. ”HER KİM DUYDUKTAN SONRA ONU DEĞİŞTİRİRSE, O’NUN<br />

KABAHATİ ONU DEĞİŞTİRENLERİN ÜSTÜNEDİR Kİ; ALLAH İŞİTEN VE BİLENDİR.”(*)<br />

(*) Vakıflar Genel Müdürlüğü 609 nolu defter 264 sırasında kayıtlıdır. Vakıf kayıt numarası: 41/682


www.sohbetican.com


2 NOLU VAKFİYYE (1908)<br />

www.sohbetican.com<br />

Özel mülküm olan ve tasarrufum altında bulunan, adı geçen ilimize bağlı Zekkiğ<br />

Köyü’nde bulunan ve kayıt bilgilerine göre, solunda Mustafa Bey’in tarlası sağ tarafı ark,<br />

arkasında değirmen bendi ve cephesi amme yolu ile sınırlı olan ve içinde iki un, bir bulgur ve<br />

bir dink taşı olmak üzere toplam dört döner taşı olan ve bitişiğinde bulunan dut ve kavak<br />

ağaçlarıyla birlikte, ayrıca; Pişkidağ Köyü’nde bulunan ve kayıt bilgilerine göre, sağında<br />

göller Köyü amme yolu, solunda Ali Efendi’nin tarlası, arkaları dağ ve cepheleri amme yolu<br />

ile sınırlı olan , birbirine bitişik, biri un, biri bulgur ve diğeri dink olmak üzere olmak üzere<br />

toplam üç gözden oluşan değirmenlerimi ve yine adı geçen ilin Refahiye İlçesi Melik Şerif<br />

Köyü’nde bulunan, sağında ark, solunda Manik Deresi amme yolu, arkası dağ ve cepheleri<br />

ark ve amme yolu ile sınırlı olan, iki un, bir dink ve bir bulgur taşlarını içeren iki göz<br />

değirmenimden her birini bütün müştemilatı, ekleri ve bütün yasal hakları ile birlikte Yüce ve<br />

Azim olan ALLAH’ın yüzü hürmetine ve Rahim olan rabbimin rızası için;<br />

ŞÖYLE BİR ŞART KOYDUM Kİ; sınırları belirlenen değirmenler, her yıl mütevellinin<br />

eliyle emsallerine göre başkalarına kiraya verilip elde edilecek gelirlerden, başta gerektiği<br />

takdirde, adı geçen değirmenlerin tamir ve bakımları yapılmalı ve her yıl yasal vergileri<br />

ödenmeli, yine elde edilecek gelirlerden, her yıl Karaağaç Mahallesindeki keramet binası<br />

olan dergah-ı şerifin tamir ve bakımı yapılmalı, dergah-ı şerifin bitişiğinde harem<br />

dairesindeki çoluk çocuklarımın nafakaları karşılanmalı, yine söz konusu gelirden her yıl adı<br />

geçen vakfa mütevelli olan kimseye görevi karşılığı ücret olarak bir simar buğday, dergah-ı<br />

şerife gelip giden ve üç günden fazla kalmayan ziyaretçiler ve yoksullara yemek yedirmeli ve<br />

yine adı geçen vakfın azaltılması ve çoğaltılması ve daha sonra elimde olacak ve hayat<br />

elbisesini giydiğim sürece adı geçen vakfın mütevellisi ve tasarruf sahibi ben olacağım.<br />

YÜCE ALLAH’IN emriyle vefat ettiğimde, erkek evlatlarımdan en büyüğü, akıllısı ve Salih<br />

olan mütevelli olacak.<br />

Vakıflar Genel Müdürlüğü 609 nolu defter 222 s. Sıra no: 265 Kayıt no: 41/682


3 NO’LU VAKFİYYE (1908)<br />

www.sohbetican.com<br />

Karaağaç Mahallesinde bulunan iki taraftan inşasına muvaffak olduğum Nakşibendi<br />

Tekkesi ve iki tarafı anayol ile sınırlı ve birbirine bitişik bir bab dükkan ve bir bab fırın ve yine<br />

adı geçen mahallede bulunan ve iki tarafı adı geçen tekke bahçesi ve bir taraftan Eczacı<br />

Şükrü Beyin evi, diğer tarafı ise anayol ile sınırlı iki oda, bir kiler, bir mutfak ve bir ahırdan<br />

oluşan bir bab evimden her birini bütün müştemilatı, ekleri ve bütün yasal hakları ile birlikte<br />

Yüce ve Azim olan ALLAH’ın yüzü hürmeti ve Rahim olan Rabbimin rızası için;<br />

ŞÖYLE BİR ŞART KOYDUM Kİ: adı geçen tekke için pişirilmesi gerekli olan yemeklerin<br />

pişirilmesi kiracıya ait olmak üzere adı geçen dükkan ile fırın, her yıl mütevellinin eliyle<br />

emsallerine göre başkalarına kiraya verilip elde edilecek gelirlerden, başta gerektiği takdirde<br />

adı geçen dükkan, fırın, dergah, dergaha ait camii şerif ve dergahın çeşmesinin tamir ve<br />

bakımlarının yapılsın, bu tamirat giderinden sonra elde ne kadar kalır ise dergahın yemek<br />

işlerine tahsis olunsun, yine yukarıda ası geçen evde emsal kira bedeliyle mütevelli eliyle<br />

başkalarına kiraya verilsin. Buradan da elde edilecek olan gelirden her sene tamir ve bakımı<br />

gereken yerlerin tamiri yapılsın ve yine her sene camii şerife tutulan imam efendiye yetecek<br />

bir miktar da ücret verilsin. Fazla kalır ise dergahın yemek masraflarına ayrılsın ve adı geçen<br />

vakfın azaltılması ve çoğaltılması ve daha sonra elimde olacak ve hayat elbisesini giydiğim<br />

sürece adı geçen vakfın mütevellisi ve tasarruf sahibi ben olacağım. Yüce ALLAH’ın emriyle<br />

vefat ettiğimde, erkek evlatlarımdan en büyüğü, akıllısı ve salih olanı mütevelli olacak, erkek<br />

ve kadın ahfadımın yok olmasından sonra gelecek neslin en büyüğü, akıllısı ve en salih olanı<br />

nesillerden nesile mütevelli olacak.<br />

Vakıflar Genel Müdürlüğü 609 nolu defterin 223 sayfa. 266 sırasında kayıtlıdır


4 NOLU VAKFİYYE (1910)<br />

www.sohbetican.com<br />

“KATINDA ONU BULURSUNUZ; HEM DE DAHA ÜSTÜN VE MÜKAFAATÇA DAHA<br />

ÜSTÜN OLMAK ÜZERE” Ayeti Kerimenin yüce anlamlarını yakinen bildiğimden ve<br />

anladığımdan vakfı caiz belgesinin yayılmasına kadar özel mülküm olan ve tasarrufum<br />

altında bulunan, adı geçen ilimize bağlı Mecidiye-i Kebir Mahallesinde bulunan ve kapı<br />

numarasına göre sağ tarafında vakıf sahibine ait olan küçük ahır, solunda yine adı geçen<br />

vakıf sahibinin biraderi Mustafa Efendiye ait olan ev, arkası Gümüşhaneli Hamdi Efendi<br />

bahçesi ve cephesi Akmezarlık ila anayol ile sınırlı bütün müştemilatı ile birlikte bir bab ev ile<br />

yine aynı mahallede bulunan ve sağ tarafında vakıf sahibinin harem dairesi, solu küçük ahır,<br />

arkası harem bahçesi ve cephesi anayol ile sınırlı bütün müştemilatı ile birlikte bir bab ev<br />

olmak üzere toplam iki evin her birini bütün müştemilatı ekleri ve bütün yasal hakları ile<br />

birlikte Yüce ve Azim olan ALLAH’ın (c.c.) yüzü hürmetine ve Rahim olan Rabbimizin rızası<br />

için;<br />

ŞÖYLE BİR ŞART KOYDUM Kİ: adı geçen içi ev her yıl mütevellinin eliyle emsallerine<br />

göre başkalarına kiraya verilip elde edilecek gelirden başta tamir ve bakımları yapılacak,<br />

emlak vergisi ve resimleri yatırıldıktan sonra, geri kalan geliri Mecidiye-i Kebir Mahallesinde<br />

inşa etmiş olduğum dergah-ı şerifimde her gün öğleden sonra veya yatsıdan sonra hacet<br />

hatmi okuyan kişiye ücret olarak ödenmesine ve adı geçen vakfımın tevliyetiyle hacet hatmi<br />

okutulması işi büyük oğlum Fahreddin Efendi elinde olacak ve O’nun ölümünden sonra<br />

erkek evlatlarımdan en büyüğü, akıllısı ve salih olanı mütevelli olacak, erkek ve kadın<br />

ahfadımım yok olmasından sonra gelecek neslin en büyüğü, akıllısı ve en salih olanı,<br />

nesilden nesile mütevelli olacak.<br />

Vakıflar Genel Müdürlüğü 609 nolu defterin 224 sayfa. 267 sırasında kayıtlıdır


5 NOLU VAKFİYYE (1910)<br />

www.sohbetican.com<br />

Tasarrufum altında bulunan, adı geçen ilimize bağlı Karaağaç Mahallesinde Nakşi<br />

dergahı civarında bulunan ve sağ tarafı vakıf sahibine ait ve adı geçen dergahın imamının<br />

yararlanması için vakfedilen ev, solu adı geçen dergah-ı şerif arkası dergah-ı şerifin harem<br />

bahçesi ve cephesi anayol ile sınırlı alt ve üst katları ve bütün müştemilatı ile birlikte bir bab<br />

ev bütün yasal hakları ile birlikte Yüce ve Azim olan ALLAH’ın (c.c.) yüzü hürmetine ve<br />

Rahim olan Rabbimin rızası için sadık bir niyetle ve emin bir azimle, yasal sahih vakfla ve<br />

geçerli sarih hapsle mülkleri vakf ve haps edip;<br />

ŞÖYLE BİR ŞART KOYDUM Kİ; adı geçen ev her yıl mütevellinin eliyle emsallerine göre<br />

başkalarına kiraya verilip elde edilecek gelirden, başta tamir ve bakımları yapılacak, emlak<br />

vergisi yatırıldıktan sonra, geri kalan geliri dört hisseye bölünerek bir hissesi mütevelli olan<br />

kimseye verilecek diğer üç hissesisi ile daha önce dergah-ı şerif içerisinde inşa etmiş<br />

olduğum ve adını minber olarak koyduğum mescid-i şerifte hatiplik yapacak olan kimseye<br />

vazife ve ücret olarak verilecek ve ben hayatta olduğum sürece bu vakfın mütevelli ve<br />

mutasarrıfı olup, Allah’ın emriyle öldüğümde ise bu vakfın tevliyeti Hah Köyü sakinlerinden<br />

biraderim yerinde olan Mustafa oğlu Abdurrahman Efendi elinde olacak ve O’nun<br />

ölümünden sonra erkek evlatlarımdan en büyüğü, akıllısı ve salih olanı mütevelli olacak,<br />

erkek ve kadın ahfadımın yok olmasından sonra kendi neslimden gelecek olanın en büyüğü,<br />

akılısı ve en salih olanı nesilden nesile mütevelli olacak.<br />

Vakıflar Genel Müdürlüğü 124. Anadolu vakfiyesinde kayıtlıdır. Kayıt No: 119


6 NOLU VAKFİYYE (1889)<br />

www.sohbetican.com<br />

Tasarrufum altında bulunan adı geçen ilimize bağlı Selüke köyünde bulunan ve bir<br />

taraftan Ecder oğlu Ahmed bin Süleyman bahçesi, bir taraftan su arkı, bir taraftan nehir ve<br />

dördüncü tarafı da anayol ile sınırlı ve meyve diğer ağaçları olan bir bahçe ile bu bahçe<br />

içerisinde inşa edilmiş olan tek katlı, bir odalı, iki eyvan, bir mutfak, bir kiler, bir ahır ve sokak<br />

kapısı ile birlikte bir bab ev ve yine adı geçen köyün vadisinden geçen suyun bu ırmağa bağlı<br />

kanal ve arklardan sahibi bulunduğum beş çeyrek hisseminbütün müştemilatı bütün yasal<br />

hakları ile birlikte Yüce ve Azim olan ALLAH’ın (c.c.) yüzü hürmetine ve Rahim olan<br />

Rabbimin rızası için, sadık bir niyetle ve emin bir azimle, yasal sahih vakfla ve geçerli sarih<br />

hapsle mülkleri vakf ve haps edip;<br />

ŞÖYLE BİR ŞART KOYDUM Kİ; adı geçen bahçe, ev ve su hissesi her yıl emsallerine<br />

göre kiraya verilip elde edilecek gelirden, başta bahçe ve evin ihtiyacı olan tamir ve<br />

bakımları yapılacak, geri kalan geliri yoksul müslümanlara yemek yedirilecek, özellikle<br />

Hazreti Peygamberin doğum yıl dönümünde ve eksiksiz bir şekilde Kur’an-ı Kerim<br />

okutulacak buradan elde edilecek ecri benim ve ebeveynimin ruhlarına hediye edilecek ve<br />

yine her sene kurban bayramında üç kurban kesilerek fukaraya dağıtılacak, yapılan bu<br />

masraflardan sonra artan gelir kalır ise bu fazlalık adı geçen vakfıma ilave edilecektir.<br />

Vakıflar Genel Müdürlüğü yenilenmiş Anadolu (26) 611 numaralı defterin 145. sayfasında kayıtlıdır


www.sohbetican.com


www.sohbetican.com


TUĞRA<br />

www.sohbetican.com<br />

(Gazi Mehmet Reşat Bin Abdülmecit) (1915)<br />

Erzincan’ın Karaağaç Mahallesine bağlı Yenimahallede bulunan ve Cuma namazına<br />

tahsis edilmiş olan cami hayır sahibi ve Nakşibendi tarikatı halifelerinden Hazı <strong>Sami</strong> Efendi<br />

tarafından yaptırılan bu mescidi şerife minber vazı ile icra edilecek olan Cuma ve iki bayram<br />

namazı kıldırma izni Humayun ile verildiği halde adı geçen bina ile (?) ve evin elde edilecek<br />

gelirinden yapılacak olan masraflardan sonra geri kalanını dört eşit paya bölünerek bunun üç<br />

bölümü daha önceden olduğu gibi hitabetle ehliyetli Hakan Teveccühü ile şereflendirilmiş<br />

imza yetkili Abdurrahman Efendiye yeniden verilmesi ilamı üzerine yürürlükten kaldırılan<br />

teftiş mahkemesinden ilam olunmakla evkaf bakanlığının onayı ile yirmi muharrem bin üç<br />

yüz yirmi sekiz tarihli yasa gereğince yukarıda adı geçen hitabet yetkisinin adı geçen zata<br />

tekraren tevcih edildiğine dair iş bu berat-ı humayunumu verdim ve buyurdum ki, adı geçen<br />

kişinin belirtilen hitabet görevini eksiksiz, kusursuz ve laiki ile yerine getirmesi, bu görevi<br />

ihmal etmesi veya terk etmesi durumunda ise başkalarına verilmek şartıyla kendisi<br />

mutasarrıf ola.<br />

Bin üç yüz otuz dört yılının muharrem ayının beşinci günü yazılmıştır.<br />

Vakıflar Genel Müdürlüğü Evkaf sicilinin 218 numarasında kayıtlıdır.<br />

Abdurrahman Acar (k.s.) <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretleri camiinde imamlık yapmıştır.


www.sohbetican.com


MEKTUPLAR<br />

www.sohbetican.com<br />

<strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerinin mürşidi Abdurrahman-ı Tahi Hazretleri tarafından, <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong><br />

Hazretlerine birçok mektup yazılmıştır. Tahi Hazretlerinin vefatından sonra halifesi Şeyh<br />

Fethullah tarafından <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerine bazı mektuplar yazılmıştır. Yine Tahi<br />

Hazretlerinin oğlu Şeyh Ziyaeddin Hazretleri tarafından mektuplar <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> Hazretlerine<br />

gönderilmiştir.<br />

Bazı mektuplar, kitapta yer alırken, bazı mektuplar yıpranmış olduğundan<br />

okunamamış ve kitapta yer almamıştır.


Bu mektup Tahi (k.s.) Hazretleri tarafından<br />

Erzincan eşrafına gönderilmiştir.<br />

www.sohbetican.com<br />

Sâmî (k.s.) Hazretleri Tahi (k.s.) Hazretleri'ni Güroymak (Nurşin) ilçesinde ziyarete<br />

gitmeden birkaç gün önce Erzincan'da bulunan tasavvuf alimlerinin bir bölümü Tahi (k.s.)<br />

Hazretleri'ne Sâmî (k.s.) Hazretleri'ni öven bir mektup göndermişlerdir. Tahi (k.s.) Hazretleri<br />

mektubu gönderenlere mektubu yazarak cevap vermiştir.<br />

Allah'ın (c.c.) adıyla. O'nu övgüyle (hamd ile) teşbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Allah'ın<br />

(c.c.) rahmet ve selâmı, yarattıklarının en hayırlısı olan Hazreti Muhammed'e (s.a.v.) ve onun<br />

Âline (soyuna) ve sahabelerine olsun. İmdi, şeyhimiz, Gavs-i A'zam Abdurrahman’dan imanı<br />

sağlam kardeşlerimize ve muhabbet ehli dostlarımıza bilhassa edepleri, güzel ahlâkları,<br />

anlama kabiliyetleri ile en önde gelen ve şevkleri ve hazımlılıkları ile en şefkatlileri olan<br />

Mustafa Efendi ve Hafız Efendi'ye Allah onları ve arkadaşlarını ve sevenlerini; kötülükleri<br />

emreden tatminsiz nefsin doğurduğu günah ve isyanların kirlerinden, bütün hile ve<br />

desiselerden korusun; ki bu zatlar nefsin kayıtlarından serbest olarak manevî olgunlukların<br />

zirvesine yükselmişlerdir. Gene onlar cezbe vadilerinde bulunan MARİFET sularında<br />

yüzmüşlerdir. Bu CEZBE vadileri, MUHABBED sütunlarının üzerine kurulmuştur.<br />

Cenâb-ı Allah ona (yani Gavs-i A'zam Abdurrahman-ı Tahi'ye) muhabbet müjdeleri ve<br />

Allah'a yöneliş ile dolu sayfalar (mevzular) tebliğ etmiştir (ilham etmiştir). Bu ise şükre<br />

yöneltici ve sevinç üzerine sevinç arttırıcıdır. Bütün hamdlar (övgüler), minnet ve ebediyyet<br />

Allah'a mahsustur. Bütün şükürler, övgüler ve şanı yüceltmeler de O'na mahsustur. İnsan<br />

Hakkı yerine getirmek hususunda acizliğini ve hatalı olduğunu itiraf etmedikçe nasıl<br />

hamledici ve şükredici olabilir?<br />

Bundan sonra, bu vazifeden çıkmak tamam oldu; Cenâb-ı Allah'ın (c.c.) iradesi onu<br />

zamanında sevk ederek, bu sayfalan değiştirmeyi irade etti. Dedi ki: Kardeşlerim! Evvelâ,<br />

Allah'ın (c.c.) selâmı, rahmeti ve bereketleri sizlere, arkadaşlar ve sevdiklerimize ve<br />

Muhammed Mustafa'nın (s.a.v.) (Allah'ın salatı, rahmeti, O'nun, ailesi ve sahabelerinin<br />

üzerine olsun. En mükemmel salat ve en yüksek teslimiyetlerle) dinine uyanlara olsun.<br />

İkinci olarak: Sizden yapılması istenen, ona aykırı olan amelleriniz için, O'nun istediği<br />

gibi Allah'ın (c.c.) mağfireti, bağışlaması için dua etmeniz ve gönlünüzün ta içinden Yüce<br />

Allah'ın muhabbet sarhoşluğunu kokularıyla; Gavs-i A'zam (r.a.)'ın sevgisini istemenizdir.<br />

Sevgili Kardeşlerim! Şüphesiz bu dünya fanidir, vefası yoktur; çok hileci ve<br />

düzenbazdır, çok merhametsizdir. Ona meyledenler helak olurlar. Onun iç yüzü, dış<br />

görünüşünün izlerini taşır. Yiyenini-içenini öldüren bir sarhoşluk vericidir. Onun iç yüzü, dış<br />

görünüşünün tersidir; gübresidir. İç görünüşü gübredir; dış görünüşü yemyeşildir. Gönlünü<br />

ona kaptıranlar pişman olurlar; apaçık bir hüsrana uğrarlar.<br />

Nitekim İmam-ı Şafiî şöyle diyor: Dünya çürümüş bir leşten başka bir şey değildir.<br />

Ondan kurtuluş, ancak işlerin üzerindeki perdeyi kaldıracak hayırlı işler yapmakla<br />

mümkündür. En güzeli; dünyanın, ahiretin tarlası olduğunu açıklayan benim kitaplarıma<br />

bakarak ders ve ibret almanızdır. Evet dünya tarladır; dünya ahiretin tarlasıdır. Şairin dediği<br />

gibi "Öyle bir güne hazırlan ki onda ölüm var; mutlaka sen de öleceksin. Artık hayırlara<br />

koşuştur. Kimler hayırlara koşuşturacak?"<br />

Dünyayı ahiret tarlası kılmak, ancak Muhammed Mustafa (s.a.v.)'nın dinine uymakla<br />

olur. Yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Ey Habibim! De ki: Şayet Allah'ı seviyorsanız, bana<br />

uyun ki Allah da (c.c.) sizleri sevsin." Gene Yüce Allah (c.c.) şöyle buyuruyor: "Peygamberin<br />

size getirdiklerini alın, sizi sakındırdığı şeylerden de sakının!"<br />

Hazreti Muhammed Mustafa'nın (s.a.v.) Şeriatına (dinine) uymak da üç şeyle olur: İlim,<br />

amel ve ihlas.. İlim; ehl-i Sünnet ve'1-Cemaat'in rehberleri ve bilginlerinin görüşleri ışığında


www.sohbetican.com<br />

iman ve akidedir. Amel; fıkıh alimlerini derleyip geliştirdiği şer" i hükümlerle amel ederek<br />

bunu ispat etmektir. İhlâs ise; bilhassa bu zamanda ancak tasavvuf ehlinin tarikatlarına girip<br />

yol alarak mümkün olur. Bu tarikatların (yolların) içinden en yücesi, en iyi örneği ve en yakını<br />

ise bu Yüce Nakşibendi Tarikatıdır. (Allah bu tarikatın yüce rehberlerinin sırlarını aziz etsin);<br />

onları sevenlerin kalplerini nuriandırsın: onların çocuklarına lâyık olan marifet nurlarını<br />

saçsınlar ve keremiyle, fazlıyla onların bereketlerinden bunları feyizlendirsinler.<br />

(?)<br />

Buna nasıl hayır denebilir ki, bu tarikat AZİMET (dine kesin bağlılık) ve doğru hadisler<br />

üzerine kurulmuştur. Çünkü tarikat uluları şöyle demişlerdir: "Bizim tarikatımız, ASHAB-I<br />

KİRAM'ın (r.a.) yollarının aynıdır. Sahabeler zamanında olduğu gibi, bizim tarikatımızda da<br />

insanlara açıklamak (açık zikir) yoktur; insanlara duyurmak yoktur raksetmek yoktur; kırk<br />

gün çile mecburiyeti yoktur. Bu tarikatın temel özelliklerinden biri sonun, başlangıca<br />

dercedilmiş olmasıdır. Yani kabiliyetlerine göre, tarikata yeni başlayanlarda, sana ulaşmış<br />

olanlar için meydana gelen şeyler (manevî gelişmeler) meydana gelir.<br />

Tarikatın başlangıcı ŞUHUD (inanılanları görmek) sonuncu da GAYBET (kendi<br />

benliğinden geçmek)'tir. Bu tarikatlara kul, kulluk sıfatlarını en iyi hale getiren bir kul olur.<br />

"FETH-ÜL MÜBİN" adlı eserde "Muhammed'in (s.a.v.), Allah'ın (c.c.) kulu ve Resulü<br />

olduğuna şahadet ederim" mealindeki KELİME-İ ŞAHADET'in bu kısmı izah edilirken şöyle<br />

denmiştir:<br />

Kulluk, risaletten (peygamberlikten) önce geliyor. Ahmed EL-GAZALİ de irşad ettiği şu<br />

beyit ile metihte bulunmuştur. Onun sevgisi karşısında çekiştirmeler bana hafif gelir;<br />

Düşmanların "o hafif-meşrebtir, iffetsizdir" sözleri de..<br />

Adımla çağrıldığımda hummaya yakalanırım:<br />

"Onun kulu" diye çağrıldığımda da, baş üstüne derim.<br />

Şöyle ki, ben bu beyitten şurayı iktibas ediyorum: İsimler arasında seçilmiş olanı,<br />

ABDULLAH (Allah'ın kulu) ismidir. Gene bütün tarikatların seyri, bu âlemden MİSÂL<br />

ÂLEMİ’nedir. O âlemdeki seyirleri de imanın iki kelimesini sağlamlaştırmak içindir.<br />

Bu tarikatın daha efdal olduğunun delili olarak, tarikat büyüklerini yüksek himmetlere<br />

sahip oldukları yeterlidir. Bu ise; ne dünyaya, ne de ahirete meyletmeksizin Allah'a<br />

yönelmektir. Nasıl ki mabudları o ise, istedikleri de ZAT-I AKDES'tir. (Cenâb-ı Allah'ın (c.c.)<br />

Zâtıdır). Nasıl ki Rableri o ise, sevdikleri de onun Güzel Zâtıdır. Nasıl ki şöyle denmiştir<br />

"Senden başkasını şayet söyler isem, ben fâsıkım." EL ÇARHİ bu beyti açıklarken şu ifadeyi<br />

nakleder: "Gerçi bizim için Cehennem, yanması gereken hakirleri yıkan yerdir.<br />

Cennetin gizli sırrı da, cömertlik bahçesi değildir."<br />

Yani cehennemden korkumuz, ancak orası gazap yeri olduğu içindir. Cenneti de, ancak<br />

Rıza ve Allah'ı (c.c.) görme yeri olduğu için istiyoruz. Allah (c.c.) sizleri ve dostları onların<br />

vekilleri olan tabileriyle, Cennette Zât-ı Akdes'i görmekle rızıklandı.sın, nasiplendirsin.<br />

Ondan başka mahbub (sevgili) nasıl olsun ki o Kahhar'dır, Settar'dır, Rezzak'tır, Vehhab'tır,<br />

Kerim'dir; mukaddes kemal sıfatlarıyla sıfatlanmıştır; her türlü noksan lekesinden uzaktır.<br />

Ondan başka ilâh yoktur. Durum şüphesiz yukarıda anlatıldığı gibi olunca, bu tarikatın<br />

istedikleri, isteklerin en yüceleri olmuştur. İsteyip de bulana müjdeler olsun; sırtını dönüp<br />

yüz çevirene de yazıklar olsun. Allah (c.c.) bizleri böyle bir akıbetten korusun.<br />

Şah-ı Nakşibendî buyuruyor ki: "Kim ki bizim tarikatımızı reddederse, dininde<br />

tehlikeye düşmüş olur." Gene buyurmuştur ki; "Bizim yolumuz (tarikatımız), bağlanacak en<br />

sağlam iptir. (URVET-ÜL VÜSKA'dır). Haydi, bu tarikatta sâlik olmaya gelin; Allah<br />

kolaylaştırıcıdır, kerem sahibidir. "Ulu, cömert olanlarla, şerirlerin işi yoktur."<br />

Kardeşlerim! Bu tarikat; Allah'ın sıfatlarını düşünmeksizin, O'nun Yüce Zâtına<br />

teveccüh etmektir (yönelmektir). Bu yol, muhabbet yoludur. Çünkü bu tarikat Allah'a (c.c.)<br />

yönelip gitmeyi ve O'nun yoksunluğundan kaçmayı gerektirir. Hatta muhabbet


www.sohbetican.com<br />

tamamlandığında, muhabbet sahibi yüzün mahbubu (sevilene) dönmekten çeviremez;<br />

sevgilisi onu dövse veya kahretse de, bilâkis bu yoldaki kahır da ona sevimli gelir. Nasıl ki<br />

şöyle denmiştir; "Âşığım, onun kahrı seven için lütuftur. Hayret ediyorlar ki ben bu her iki<br />

yanapın âşığıyım."<br />

İhlâs ise, Allah'a (c.c.) kendi faniliğini ve Allah'ın (c.c.) dışındaki her şeyin faniliğini<br />

bilerek yönelmektir. Bunu kendini beğenmek ve gösterişten uzak olarak yapmak gerekir.<br />

İhlâsta kendini beğenmek, gururlanmak veya riya (gösteriş) yoktur. İrşad dairesinin Kutbu<br />

Seyyid Taha (k.s.) Hazretleri şöyle buyuruyor: "Bu tarikatta kendini beğenmek, gururlanmak<br />

ve gösteriş yoktur." Bunu Gavs-i A'zam (k.s.) da açıklayarak şöyle demiştir: Bu demektir ki;<br />

seven, sevdiğinden başkasını görmez ki riyakârlık yapsın. Kendisi sevdiğinde helak olmuş,<br />

yok olmuştur. Bu kendinin beğenme yolu değildir, bilâkis teslimiyet yoludur. Yani,<br />

sevdiğinin emrine boyun eğer, kendisine bir şey emrederse emre uyar. Kendisini bir şeyden<br />

nehyederse o da kaçınır. Bu konuda fayda ve zarara bakmaz. Bu yönelişin tarikatta meydana<br />

gelmesi, üstada yönelme içinde şu üç yol ile olur: Üstada tarikatının bir vasıtası olarak sevgi,<br />

ihlâs ve ona teslim yoluyla sabretmektir. Ta ki istenen Allah (c.c.) rızasını elde etmek olsun.<br />

"Sana gerektir ki candan gecesin,<br />

Testini feyiz kaynağının önüne koyasın,<br />

Can kandilinin parlayıp yandığını sanma,<br />

Bir akıllı bilmişin önünde onu yak. "<br />

Sözün kısası, dostlar zümresine; bilhassa onların en haslarına lâyık olmak için,<br />

Allah'tan (cc.) yardım dileyerek feyiz sahiplerinden istifade etmeye devam etmelidirler ve bu<br />

Yüce tarikatta kahramanca, gevşeklik göstermeksizin yürümeleri gerekir.<br />

''Tarikatın âdet ve edeplerinde hamlık küfür alâmetidir;<br />

Evet bu yüce tarikat çeviklik ve atılganlıktır."<br />

Maksadınız Allah'ın (c.c.) Yüce Zâtı olsun. Muhabbet denizindeki İslâm gemisine<br />

giren, denizciniz (kaptanınız), üstadınız olsun. Uygun rüzgârınız, durmak bilmeyen Allah'ın<br />

cezbesi olsun. Aykırı rüzgârlardan ise korkup çekinin; bunlar ise dünya şehvetleri<br />

rüzgârlarıdır. Bu gemiyi bidatlara, ruhsatlara, mubah şeylere meylederek değiştirme. (Yani,<br />

İslâm'ın emir ve yasaklarına sıkı sarıl: bidatlarla amel etme. Buna izin var, bu mubahtır diye<br />

gevşeklik gösterme). Ta ki gemi günahlarla su alıp batmasın. Sükun ve değişme nasıl<br />

ayrılacaktır? İstenen tek hedef ise misli, benzeri, zıddı, eşi olmayan Allah'tır (c.c). O zâtında<br />

ve sıfatlarında tektir. Sevenleri kendi muhabbetleriyle yakmak O'nun kudsiyetine lâyıktır.<br />

Geçmiş Salih zâtlardan çoğunun muhabbet ateşine yanmış olduğu gibi.<br />

Şayet -Allah (c.c.) bizleri korusun-, size bir gevşeklik isabet ederse; öncelikle rabıta<br />

vasıtasıyla "LA İLAHE İLLALLAH=Allah'tan (c.c.) başka ilâh yoktur" kalesine derhal sığınırız.<br />

Çünkü rabıta, tarikatı kesintiye uğramaktan kurtarır. Râbıta'ya mutlaka devam ediniz. Gavs-ı<br />

A'zam (r.a.) şöyle demiştir: Vusul (Allah'a (c.c.) ulaşma), zikir ve rabıtayla veya sadece<br />

rabıtayla olmaz. Allah'a yemin olsun ki, dünya ve ahirette; bu her ikisinin de lezzetleri ile<br />

lezzetlenilir. Bunları (yani zikir ve rabıtayı) isteyenlerin daha fazla lezzet (manevî zevk)<br />

almayı istemeleri, onlar için makbul bir şey değil ise de.<br />

Bu anlatılanlardan, tarikatta sülûkun (yani tarikata girip bağlanmanın ve yol almanın)<br />

günümüzde zor olduğunu sanma. Muhabbetle tarikatta yol almak, en kolay yol alma (seyr)<br />

şeklidir. Velev ki salik bu yolda helak olsa da; çünkü bu istenen, rağbet edilen bir yoldur.<br />

"Gam ve aşk dellalı, canını ortaya koyanların rağbetini gördüğünden;<br />

Öyle nara atıp feryad etti ki, binlerce yerden şada verdi. "


www.sohbetican.com<br />

Demek ki tarikatı istemekte, ruhu başıboşluktan ve dikkatsizlikten korumak vardır.<br />

Zorluk nerede, zarar vermek nerede? Bunun ne zorluğu görülür, ne de bundan zarar ziyan<br />

gelir. Ancak, tarikatla gidenlerin hallerinin bu olduğu hakkında Allah'ın, kulaklarını sağır ve<br />

gözlerini kör ettikleri kimseler müstesna. Aksi olanlar için, tarikata boyun eğmenin bile<br />

faydası vardır. Şah-ı Nakşibend (k.s.) tarikat alıp da, âdet ve gerekleriyle tam manasıyla<br />

amel etmeyen birine şöyle demişti:<br />

- Beni rüyada gördün mü?<br />

- Evet, gördüm.<br />

Bunun üzerine, o kişiden şikâyet edenlere "niçin bu kişi amel etmiyor diye şikâyet<br />

ediyorsunuz? Halbuki o amel etmişlerdendir. Çünkü beni rüyasında görmüş, yani benimle<br />

rabıta etmiştir" diye buyurmuş.<br />

Gene Şah-ı Nakşibend (r.a.), "Ben tarikat almak istiyorum, muhabbetim var. Ama<br />

engelim var" diyen biri hakkında, "Muhabbet yeterlidir" demiştir. Gene Şeyh-ül İslâm Şah-ı<br />

Nakşibend şöyle buyurmuştur: "Onlara muhabbet ve siretlerine muhabbet ameldir." Hatta<br />

şöyle de mistir: "Umulur ki onları inkâr edenler, tövbe yoluyla kurtuluşa ererler."<br />

SubhânAllah! Bu ilim taifesinin halleri ne gariptir. Allah hepsinin sırlarını aziz ve yüce<br />

kılsın. Kendilerini inkâr edenlerin bile mahrumiyetlerini istemiyorlar. Bilâkis onların<br />

kurtuluşlarını istiyorlar. Hatta onları inkâr edenlerin birçoğu tövbe etmişlerdir. Onların<br />

inkarcılarına karşı lütuf ve büyüklükleri böyle ise, sevenlerine karşı lütuf ve büyüklükleri<br />

nasıldır? Akıl bunu idrak edemez. Allah önce onu inkâr edenlerin cezalandırıcısı, sonra da<br />

onun mükafatlandırmışıdır. Allah ona mükâfat versin. Mevlâ'm, tarikat büyüklerine en<br />

hayırlı mükâfatlan ihsan etsin. Bizleri de onların sayesinde mükâfatlandırsın.<br />

"Ey akıllı ve bilgili kişi, eğer kurtuluşu hazırlamak istersen;<br />

Nakşibendi Pirlerinin, candan-gönülden ayaklarının toprağı ol."<br />

Selâm, şerefli muhibblerden, manevî kardeşimiz İbrahim Efendi'ye selâmı tebliğ<br />

edenlere, ondan dua bekleyenlere, bütün hane halkına ve hallerini soranlara olsun. Allah<br />

(c.c.) onları da, sizleri de ve bütün dostları da dünya sevgisinden; dünyaya meyletmekten ve<br />

onunla sürür (sevinç) duymaktan korusun. Allah (c.c), dünyayı, kendi zâtının sevgisi;<br />

peygamberleri ve velilerinin sevgisi sayesinde, gözlerinizde nefret edilir kılsın. Allah'ın (c.c.)<br />

salat ve selâmı, kıyamet gününe kadar Peygamberimiz <strong>Hz</strong>. Muhammed (s.a.v.)'e ve bütün<br />

peygamberlere olsun. Amin. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah'a (c.c.) mahsustur.


Muhammed Ziyauddin (k.s.) Tarafından<br />

Sâmî (k.s.) Hazretleri'ne Gönderilmiştir.<br />

www.sohbetican.com<br />

Şeyhinin (k.s.) vefatı münasebetiyle başsağlığı dileyen Şeyhin Halifesi Şeyh<br />

Muhammed Sâınî Efendi El-Erzincanî (k.s.)'ye göndermiştir. Mektupta, hayatta ve<br />

sonrasında, bütün kâmil şeyhlerin bilmesi gereken, musibetler ve kalplerin kırıldığı<br />

zamanlarda metin olmak ve daha fazla çalışmak gerektiği, müridlerin evrad mertebelerinin<br />

ulaşabileceği son mertebe ki; celâl ve cemâl'a ulaşmış bir nıürid yaratır. Namazda Râbıta'nın<br />

nasıl olacağına dair beyanlar bulunmaktadır.<br />

Bismillâhirrahmânirrahîm<br />

Âlemlerin Rabbi olan Allah'a (cc.) hamdu senalar olsun ve Muhammed (s.a.v.)'e, Ehli<br />

Beyti ve sahabelerinin hepsine salat ve selâm olsun;<br />

Daha sonra,<br />

Allah (c.c.)'ın cemâl ile nurlanan ve kemâli ile kemâle eren büyük üstad kemâl sahibi ve<br />

bilge kutbun pak ruhunun öbür âleme intikal etmesi, üzerimize çöken büyük bir musibet<br />

olmuştur. Bizler onun yokluğuna alışmaya çalışırken ve ciğerlerimiz ayrılık hasreti ile yanıp<br />

kavrulurken, değerli mektubunuz ulaştı. Doğru lisanı hal ile içerdiği üzüntü ve gönül<br />

sıkıntısını, cinan ravzasına, ilâhî feyiz kaynağı olan Üstadı Azamın yüce makamına arz<br />

eyledik.<br />

Birincisi,<br />

Belirttiğiniz tefrika ise, her ne kadar Büyük Üstadın görüntüsünün yokluğu tefrikayı<br />

gerektirse bile, daha çok muhabbeti, çalışmayı ve dayanışmayı giderek artmasını<br />

gerektirmektedir. Zira onun kutsal ruhu beden kabuğunu terk etmiş olsa bile, kalan güzel<br />

hasletleri günden güne güçlenmekte, bilgisi, himmeti ve bereketi artmaktadır. Bizler bunun<br />

işaretlerini ve izlerini görmekteyiz. Yine tefrikada toplanmaya karşı, bu gibi büyük musibet<br />

zamanında gönüllerin birleşmesiyle sağlanacak dayanışma çok önemli ve gereklidir.<br />

Musibet zamanlarında Allah (c.c.)'ın sonsuz sabır denizinin feyizlerinden istifade<br />

ederek kırılan kalpler için daha çok evrad, zikir ve diğer işleri yapmak gerekmektedir. Bu tür<br />

büyük musibetlerde Cenâb-i Hakka yakınlaşmak gerekir ki; bundan daha büyük musibet<br />

olamaz. Zira Allah (c.c.)'tan uzaklaşmaya yol açan belaya (ibtila) fitne denir, musibet değil.<br />

Cenâb-i Hak'tan, bu belayı bizim için fitne değil musibet eylemesini ve kulluk kapısına<br />

yaklaştırmasını niyaz ederiz.<br />

Hallerin başında uzun süre Üstadı Azam'in (k.s.) Efendinin Allah (c.c.)'ın rahmetine<br />

kavuşana kadar evrad ve zikir yapılmasını emretmedi. O zaman bana dedi ki; şimdi evrad ve<br />

zikir zamanı geldi, zira gönül (kalp) kırılması ilâhî bağları zayıflatabilir. Üstadı Azam (k.s.)'in.<br />

ölüm hastalığı zamanında göz kamaştırıcı kerametler ve işaretler sayılmayacak kadar çoktu.<br />

İnşAllah yazmakta olduğumuz Tebşir nüshasını tamamladığımızda size de bir nüsha<br />

göndereceğiz.<br />

İkincisi;<br />

Şu anda yanımıza gelmeniz uygun değildir. Ancak geçen yıl mevsiminde daha önemli ve<br />

gerekli idi.<br />

Üçüncüsü;<br />

İsminizin Muhammed Sâmî (k.s.) olması, nisbetinizi ve meveddetinizi (içtenliğinizi)<br />

günden güne artırmaktadır. Eskiden olduğu gibi ihtiyaca göre mektuplar ve bilgiler<br />

göndermelisiniz. Ve cevaplarında Üstadı Azam (k.s.) şevk ve muhabbetle dolu mektubunuza


www.sohbetican.com<br />

cevap konusunda; keramet yolu ve gayıptan seçmelerle dedi ki; şimdi zamanı değil, daha<br />

sonra ortaya çıkacak (daha sonra yazalım). Bir süre sonra tarafınızdan gelen Molla Süleyman<br />

El Tekmani (k.s.) tarafınızdan müjde getirerek şimdiye kadar Erzincan bahçelerinde<br />

olduklarını ve büyük şevkle memlekete (belde) daha yeni döndüklerini bildirdi.<br />

Kendileri (k.s.) mektuplara cevap vermeye özen gösterirdi. Ancak bu sefer size karşı<br />

olan sevgisinden dolayı ve kerametli sadatlar yirmi bir bine ulaşan müridlerin evradlarını<br />

ziyaret ederlerken, sizi aczi ve hastalığı ile sıkmak istemediğinden dolayı geciktirmiştir.<br />

Mustafa Efendi'nin verdiği müjde üzerine, Üstadı Azam diyor ki; mürid cemâlsiz ve celâlsiz<br />

olamaz.<br />

Önce celâlini gösteren mütemadiyen husulden önce cemâli gelir. Gönülde, Râbıta'dan<br />

cezbeyi elde edemez. Husuldan sonra cezbe oluşur. Bu oluştuktan sonra bütün kemâller ve<br />

tebşirler hâsıl olur ki; böylesine büyük bir makamı elde etmek büyük bir nimettir. Uykusunda<br />

gördüğü iki hisardan biri, Üstadı Azam'in rahmeti, diğeri ise Cenâb-ı Rabb'da saklı incizab<br />

(ona doğru yöneliş)tir. Deneme amacıyla hisardan çıkma iradesi ise, Alaaddin El-Attar (k.s.)<br />

Hazretlerinin, ilâhîlerinde (Müveşşehat) bu yüce grup, istenenler ve sevilenler olduklarından<br />

denenmezler, yolundaki sözlerine aykırı olsa bile. Daha sonra Allah (c.c.)'a hamd olsun<br />

vefatından önce, endişe çemberinden çıkmanın mümkün olmadığı ve uzaklığının tehlikeli<br />

olmadığını anladı (kendisine göründü).<br />

Hasıl olan ise, Rabıta ile zikrin birleştirilmesinden doğan güzel ve yüksek makamdır.<br />

Ancak hitabî (sözlü) zikir, şeytanî tevessüllere maruz kalabileceğinden dolayı rabıta ile<br />

birlikte olamıyor ve sonra görebildiği kadarıyla yok oluş yoluyla zikirle meşgul oluyordu.<br />

Üstad, tahayyüle geçse bile önce zikir ediyor ve sonra namazda rabıta yapıyordu. Ancak<br />

Üstadı Azam, Hace-i Ahrar'ın, Rabıtada, Subhanehu ve Teâlâ'nın "ve Künu meassadikîn ve<br />

kaynune" isnadını inceledikten sonra namazda yemin ve kusur canibinden tahayyül<br />

emrinden, bu zor yolun insibağ (boyanma) ekseni üzerinde dönmesinden dolayı konuyu şu<br />

ana kadar bize bildirmemiştir.<br />

Üstadı Azam bundan şevk ve lezzet bulmadığı için sizin rabıta ve muhabbette şevk ve<br />

lezzet yoktu. Ancak, Üstadı Azamın mübarek diliyle söylediği gibi inşAllah bundan sonra her<br />

yerde sonsuz şevk, lezzet ve muhabbet olacaktır. Vicdanlarımızı hakikatlere yöneltecek<br />

izleri görebileceğimiz müjdesiyle, Allah'ın (c.c.) selâmı sizin, yanınızdakilerin ve Muhammed<br />

Mustafa (s.a.v.) şeriatını izleyenlerin üzerine olsun ve âlemlerin Rabbena hamd ve senalar<br />

olsun.


www.sohbetican.com


www.sohbetican.com<br />

Şeyh Fethullah (k.s.) Hazretleri Tarafından Sâmî (k.s.) Hazretlerine<br />

Yazılmıştır.<br />

Yine adı geçen halifeye olup, şeyhlerden hangisinin rabıtası caizdir beyanı ile, kutup<br />

ikidir. İrşad Kutbunun makamı Medar Kutbu' ndan daha yüksektir. Gavs ve müridlerin<br />

rabıtada gördükleri güzel ve ürkütücü (korkutucu) şekiller ve görüntüler ile bir müridin<br />

göğsünde, yumurta şeklinde gördüğü üç beyaz leke beyanını içermektedir.<br />

Bismillâhirrahmânirrahîm ve Elhamdu lillâhi Rabbil âlemin ve salat ve selâmu ala<br />

seyyidina Muhammed ve ala âlihi ve ashabihi ecmain;<br />

Ve zâtınıza tam selâm ve kabul edilen zamanlarda hayır dualarınızı ilettikten sonra;<br />

Değerli mektubunuzun bize ulaştığını bildirmek isteriz. Onu okuduk, şevk ve<br />

muhabbetin artmasından dolayı Allah'a (c.c.) hamd ettik ve Üstadı Azam (k.s.) himmetine<br />

şükürler eyledik.<br />

Rabıta konusunda sorduğumuz soruya gelince, Hakkı Efendi "Nakşibendî Tarikatı<br />

Beyanı" adlı kitabının dördüncü bab, üçüncü kısmında, rabıta mürid. müşahede, isimler<br />

ve sıfatların tecellisi makamına ulaşmış yüksek terbiye sahibi bir Üstad"a bağlanır. Hal<br />

böyle iken, rabıta ve gavslık ve kutupluk şart değildir. Rabıta, sadece isimlerin ve sıfatların<br />

tecelli etmesinden itibaren caizdir. Nakşibendî olmayanlarda bu makam, o şahıs için<br />

kemâl sıfatı bütün kemâl sıfatları yüksek<br />

Nakşibendî cemaatinde ise ilim, kudret, sehavet (alçakgönüllülükle) gibi bütün kemâl<br />

sıfatlarını Allah (c.c.) yolunda kullanması esastır. İmam-i Rabbani "Mektubaf'ın birinci<br />

cildinde yer alan birçok yazısında; kutup ikidir, birincisi İrşad Kutbu'dur. Her türlü hidâyet ve<br />

nurun geldiği, fakirlik, zorluk ve yok oluş gibi Nebilik kemâllerinin sonuna ulaşmış kimsedir.<br />

"Nefahatta" belirtildiğine göre, Kutup Dairesinden çıkanlara "El-Racebiyye" denir.<br />

Diğeri ise Medar Kutbu'dur. Yalnızlık, ayrılık, erime ve mahvolma konularında velayet<br />

kemâllerinin sonuna ulaşmış kimsedir. Pahalılık, ucuzluk, yağmur ve bitkilerin yetişmesi gibi<br />

dünyevî bütün konular onun elinden olur. Gavs ise, Şeyh Muhittin El-Arabi'ye göre Kutbu<br />

Medar'm ta kendisidir. Ancak İmam-ı Rabbani ve Nakşibendî ileri gelenlerine göre, Kutbu<br />

Medarındandır. Ancak, Ebdal (veliler), Evtad (ileri gelenler), Nakipler ve Neciplerin başında<br />

olup, hatta Ebdallerin tayini ve azli onun elindedir.<br />

Üstadı Azam'in da İrşad Kutbu olduğuna dair açık deliller ve kuvvetli işaretler<br />

bulunmaktadır. Bunları yeni yazılan Risale'de detaylı olarak belirtmiştir. Bahsi geçenden ve<br />

İmam-ı Rabbaninin "Mektubaf'ının 1' inci cildindeki elli yedinci mektubunda detaylı olarak<br />

belirttiği gibi, Kutbu İrşad makamının daha yüksek olduğu öğrenilmiş bulunuyor. Hace<br />

Muhammed Kar Mesakh "Fasıl El-Hitap" kitabında; Peygamber (s.a.v.) mübarek zamanında<br />

İrşad Kutbuydu. O zamanlarda Üveys Karani'nin amcası Üsameddin (r.a.) Kutbu Medar'dı.<br />

Her ne kadar sahabe mertebesine ulaşmasa bile, ne zaman bir soru sorulduğunda<br />

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ihtiyaç kadarını emrederdi. Üstadı Azam da rabıta hakkında,<br />

müride rabıta olacak şeyhin fani olması gerekir. Yine Üstad Hazretleri "Risalet El-Râbıta"<br />

adlı kitabında yer alan "Müridin, Allah'a (c.c.) fani olan şeyhinin ruhaniyetini tam olarak<br />

almalıdır" ibaresi vardır.<br />

Müridlerin rabıtada gördükleri şekillere ve hayvanlarca Rabıta Tecellisi denir, kimin<br />

tabiatına şevk, muhabbet ve güzellik hakim ise ona güzel ve iyi şekiller görünür. Kimin<br />

tabiatına korku ve celâl hakim ise, ona korkunç şekiller görünür. Mürid celâlsiz ve cemâlsiz<br />

olamaz. İlk önce celâl görünürse arkasından uygun yüze cemâlin görünmesi ümit edilir.<br />

Müridin göğsünde gördüğü yumurta şeklindeki üç beyaz leke, Sülüs latîfesi olup, asıl<br />

makamı olan, girdiği ve inşAllah diğerleri de girer.


www.sohbetican.com<br />

Buraya gelişiniz ise, siz de çok iyi biliyorsunuz ki sizin yararınızadır. Biz şimdi Türbe-i<br />

Şerifi imar ediyoruz. Bayramdan sonra zorunlu olarak Terçonk'a geleceğiz. Bayramdan<br />

sonra gelirseniz türbeyi sürekli ziyaret etmeniz sorun olacaktır. Bayramdan önce gelip,<br />

türbenin imarına yetişip burada birkaç gün ikâmet etmeniz sizin için daha uygun olacaktır.<br />

Risâle'den istediğiniz nüsha ise, bütün nüshalar etrafa dağıtıldı ve şu anda işlerimiz çok<br />

yoğun, geleceğinize yakın size bir nüsha hazırlamış oluruz. Böylece beraberinizde<br />

müridlerinize hediye olarak götürürsünüz.<br />

Babanıza, kardeşlerinize, oğlunuza ve bütün müridlerinize selâmlarımızı ve dualarımızı<br />

gönderir, dualarınızı eksik etmemenizi temenni ederiz. Efendimiz Muhammed (s.a.v.) ehli<br />

beytine ve bütün sahabelerine salat ve selât ve selâm olsun.


www.sohbetican.com<br />

Aşağıdaki mektup Şeyh Fethullah (k.s.) tarafından <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> (k.s.)<br />

Hazretlerine gönderilmiştir.<br />

Yine şeyhinin halifesine mezkur şeyh Muhammed <strong>Sami</strong> Efendi El-Erzincani’ye.<br />

Şeyhler arasında çekişme ve liderin sünnetlerinin (?) eski oldu (?) tutanağa değil<br />

misafirlerden genel şüpheye yüklenmesi gerektiği, Nakşibendi tarikatının şeriata ek bir konu<br />

olduğu yönündeki şüphenin defedilmesi ve bundan neyin kastedildiği konusundaki beyan ile<br />

şeyhler nezdinde kadınların nasıl tarikat alacağı ve yüksek tarikatın, çocuklar, yaşlılar,<br />

erkekler, kadınlar, alimler, cahiller, salihler, fasıklar ve hatta canlılar ve ölüleri bile kapsadığı<br />

beyanı;<br />

İyiliği emretme ve kötülükten alıkoymanın herkese vacip olduğu ve hatta emreden,<br />

kötülük işlemekte olan fasık biri olabilir.<br />

Başka bir memlekette bir şeyhin irşadının caiz olmadığı şüphesinin giderilmesi;<br />

Hidayet babında, bir şeyhin terk edilip, başka bir şeyhe bağlanmanın caiz olup<br />

olmadığı konusundaki beyan;<br />

Görüntü uzaklığının mükemmel olandan nisbet almaya engel olduğu şüphesi ile<br />

bedeni eksikliğin kemale engel olduğu, hatta kemalleri konusunda ittifak edilmiş<br />

peygamberler, sahabiler, imamlar ve şeyhlerde olduğu ileri sürülerek mutlak velayete engel<br />

olduğu yolundaki şüphenin giderilmesi;<br />

Bazı velilerin, tütün içmelerinden dolayı onlara şer’i ahkâmın uygulanmasının<br />

gerektiğini ileri sürerek incitilmelerinin defedilmesi;<br />

Bütün müslümanlar hakkında hüsnü zanlı olmak fiillerinin ve sözlerinin şeri mesnetlere<br />

dayandırmak gerekirken, kerametli ve özel evliyalarına nasıl olmaları gerektiği ve bütün<br />

bunlarla ilgili olarak;<br />

Her şeyin hamdıyla tesbih ettiği ALLAH’ın adıyla ve Efendimiz Muhammed (s.a.v.)’e,<br />

ehli beytine ve bütün sahabilerine salat ve selam olsun ve sonra;<br />

Yüce eşik hizmetkarından ALLAH yolundaki kardeşi Havace Muhammed <strong>Sami</strong><br />

Efendiye; ALLAH’ın selamı sizin ve yanınızdakilerin üzerine olsun. Sizin, babanızın, yanınıza<br />

gelen öğrencilerin, dostların, mensupların ve gönüllerin dualarını daim olmasını diliyoruz.<br />

Zat-ı âlinize, 04 Şubat tarihli mektubunuzun, 23 Mart tarihinde elimize ulaştığını<br />

belirtmek isterim. Değerli mektubunuzu okuduk ve anladık. Terzi baba Hazretlerine mensup<br />

olanların taassubu ve çekişmelerini öğrenmiş bulunuyoruz. Bu yüzden, ALLAH Teala’ya<br />

hamd, üstadı azamın himmetine bu konuda şükrettik. Çünkü nikar (çekişmenin) sebebi<br />

müridler arasındaki hatta kerametli sadatlar (seyyidler) arasındaki kıskançlıktan kaynaklanır.<br />

Ruveyim (k.s.) bu konuya, “Tasavvuf ehli arasında ne zaman nikar görülse, kıskançlık, gıpta<br />

ve çekememezlik görülmüştür. Bunlar arttıkça o da artmıştır” yolundaki sözleriyle işaret<br />

etmiştir. Bazı büyükler, nikar, müridlerdeki “İrade sadakatinin törpüsü, kerametli sadattan<br />

soyutlanmayı gerektirendir” demişlerdir. Bunun için mektubun cevabını, Kosor, Bulanık,<br />

Hınıs ve nahiyelerini ve ümit kabesi, ihsan ve fazilet kaynağı olan büyük Pir ve bilge Kutup<br />

(k.s.)’un türbesini kapsayan seferimizin dönüşüne erteleyelim dedik. ALLAH bize ve bütün<br />

tarikat mensuplarına bereketinden, ilminden ve edebinden bolca nasip eylesin. Sonra 10<br />

Mart tarihli ikinci mektubunuzu alınca ki, taassuplarının arttığını belirtiyorsunuz. ALLAH<br />

onları af edip, merhamet eylesin ve doğru yolu görmeleri için onları hidayete erdirsin ve<br />

mektubunuzun cevabını almadığınızdan dolayı sıkıldığını mektubunuzdan öğreniyoruz.<br />

Gecikme konusunda ihmalkârlık söz konusu değil, zira mektuplarınız elimize dört gün sonra<br />

ulaştı ve hemen cevap vermeyi isterdik. Değerli kardeşim, siz ve üstadın muhabbetinde sizi<br />

izleyenler ALLAH için teşekküre ve takdire layıksınız ve üstad saygıyla anıyoruz ki; sizleri


www.sohbetican.com<br />

Mevlana Şeyh Halid El-ŞEyrezuri’nin –ALLAH (c.c.) onun yolunda olanları her kötülükten<br />

korusun- yoluna erdirdi. Bütün bunlar yükselmenin ve İslam memleketlerinde yayılmanın<br />

sebebi olmuştur. Onun “NEBDE” ve “NUR’UL HÜDA” ve menkıbelerini okuyanlar zaten<br />

kemale erer. Taassup ve nikar (çekişme) ehli ise –ALLAH onları affetsin- taassup ve<br />

çekişmeleri yüzünden hiçbir zaman halleri huzuru bulamaz. Eğer dertleri kıskançlık, servet<br />

düşkünlüğü ve makamsa, ALLAH bu kötü heveslerinden kurtarıp hidayete erdirsin<br />

demekten başka onlara söylenecek söz yok ve şifa bulacakları deva da yoktur. Ancak onlar<br />

ve diğer müslümanlar hakkında suizan (kötü düşünmek) etmek bize yakışmaz. Onların<br />

şüphesi ve bununla ilgili yorum yapmak hoş olmaz. Diğer konuya gelince onlar da çok iyi<br />

biliyorlar ki yüksek Nakşibendi tarikatının Mustafa (s.a.v.) şeriatına bağlı ek bir konu<br />

olduğunu biliyorlar. Herkesin bulunduğu memlekette tarikat alması şarttır konusundaki<br />

bilgileri, onu söyleyene aittir. Üstadı Azam’da bedeni eksiklik olduğunu bildikleri ve<br />

etbaından tarikat alınamaz yolundaki iddiaları ise, maşallah bu sözlerin hepsi geçersizdir.<br />

Zira söylenen her söz yakin ile delillendirilmelidir. Her Nakşibendinin ve hatta bütün batini<br />

ilim ehlinin elinde hüccet olarak bulundurabileceği (?) nin mektubatının birinci cildindeki, Ali<br />

Talip El-Beyatlı (?) adına farsça yazılı 238 inci mektubunda; (?) farsça (?) (Vema alal Resul illal<br />

belağul mubin) (Resule ancak açıkça tebliğ etmek düşer) ve şeyh Bediuddin adına<br />

gönderilen 251. Mektubundaki bu mektup aynı ciltte sorulan sorulara cevap niteliğindedir.<br />

Diyor ki farsça (?) “Zelika fazullahi yutihi men yeşai vallahi zulfazlil azim” “Bu Allah’ın fazlıdır<br />

istediğine verir. Allah büyük fazıl sahibidir.”<br />

Bakın şeyh ne güzel işaret ediyor. Tarikat, insanın akidesini, şer’i hükümlerle<br />

düzeltmektir. Bu da özelleri, umumu, cahilleri, alimleri, fasıkları, salihleri, sübyanları,<br />

adamları, kadınları ve erkekleri de kapsar. Zira, bunların hepsi düzeltmekle mükellef değiller<br />

mi? Fasıkın tevbe etmesi vacip değil midir? Ve her vacip şeriat hükmünden olduğuna göre,<br />

bu tarikat akidelerinin düzeltilmesi, emirlere uyulması ve yasaklardan uzaklaşma tarikatıdır.<br />

Daha sonra eğer yüce Allah onları özellerden yapmayı murad etmişse, Batıni ilimleri almaya<br />

ehil (hazır) hale getirir. Yoksa, sadece tevbe ile kerametli sadatlarına mahsup sayılırlar. İkinci<br />

olarak; hicap şartıyla, kadınların ve hatta yabancı erkeklerin tarikat alabileceklerini beyanla<br />

açıklamış ve açıklamasına üçüncü olarak, tarikat almayı genelleştirerek, teklif ehli olmayan<br />

sübyanlar ve ölülerin de almasının caiz olduğunu beyan etmiştir. Eğer ölüler, nesepten<br />

yararlanarak bu yüksek tarikata katılabiliyorlarsa, canlıların durumu nasıldır? Şafii fıkıh<br />

kitaplarında, iyiyi emretme ve kötülükten alıkoyma herkese vaciptir. Hatta emreden kişi, bu<br />

emirlere uymayan ve yasaklardan kaçınmayan biri olsa bile. Abdullah El-Şarkavi “Haşiyet<br />

Şerh El-Tahrir” adlı kitabında; Zina yapan erkeğin, zina yaptığı kadının, yüzüne bakmasına<br />

izin vermemelidir. Eğer bunu yapmıyorsa yüzüne vurarak yüzüne bakmamasını sağlamalı.<br />

Eğer kendisi kaının yüzüne bakıyorsa, münkeri nehyetme babından ona bağlanmış olsa bile,<br />

mümkün olduğu kadar bu yasağa uymalıdır. Aksi takdirde bu vacibi terk ederek günah<br />

üzerine günah işlemiş olur ki; “Zina yaptı ve baktı.” Hanefi fıkıh kitaplarının da bu tür<br />

örneklerden yoksun olduğunu sanmıyorum.<br />

Taasupları ancak, tarikat ve şeriat kitaplarından bihaber ve gaflet içinde<br />

olmalarındandır. Yoksa, her kim onları incelediği ve şeriat hükümlerinin tebliğinde<br />

eksiklikten kaçınmak için layıkıyla anlamak için nefisnde insafa yer bıraktığı zaman gerçeği<br />

öğrenecektir. Nefsimizin şerrinden ve vesveselerinden Allah’a sığınır, ilim nasip etmesini<br />

dileriz. Nefehat’ta, Şeyh Mevdud El-Çeşti (?) ile Mevlana Ahmet El-Cami Altamiğ (?)<br />

arasında geçen kıssadan bahsedilir. Söz konusu kıssa, Şeyh Mevdud’un menkıbelerinde de<br />

geçer. Kıssada olan; Mevlana Ahmet, ehline biat almak için Çeşti’ye gitmek ister. Şeyh<br />

Mevdud’da ona haber salarak, “Bu vilayet bizim vilayetimiz, saygı değer babalarımızın<br />

vilayetidir. Buraya girmesin ve selametle geri dönsün. Yoksa ona kutrun kuzuya yaptığını<br />

yaparız.” Buna karşılık oda cevap göndererek “vilayetten murad evler ve mülkler ise onlar


www.sohbetican.com<br />

sahiplerinin mülküdür. Vilayetten murad aile ve ahali ise onlar da resilerinin reayasıdır. Ama<br />

velayet bunların dışında benim ve Allah velilerinin anladığı şeyi murad ediyorsa, o zaman<br />

durum öbür gün açıklığa kavuşur” demiştir. Daha sonra, öbür gün nefsinde olan insafından<br />

teslim etti. İmamı Rabbani’de (k.s.) 221. Mektubunda, bir şeyhi terk edip başkasını seçmenin<br />

ve hatta terke teşvikin caiz olduğuna işaret etmiştir. Daha sonra (?) Havace Ahrar hazretleri<br />

(k.s.) (?)<br />

Buradan da anlaşılıyor ki; eğer Terzi Baba hayatta olsaydı, inkar etmemeleri kaydıyla,<br />

müridlerin Üstad-ı Azam’ın yoluna katılmaları caizdi. İnşallah, hiç kimseyi inkar etmeden bu<br />

yüksek tarikata gireceklerdir. Halifeleri ve sadatı nasıl inkar edebilir ki. Üçüncüsü; onların<br />

iddiasına göre, bu konuda ki engelin Bud El-Suvari görüntüden uzaklık olduğu yönündedir.<br />

Bu da önemli bir durum değildir. Mevlana El-Cami’nin Nefehat kitabının, Alaaddin Attar<br />

tercümesinde naklettiği, “Teveccühün hakikatı, şeyhlerin bedenlerine, suretlerine ve<br />

türbelerine değil, onların ruhuna yönelmektir.” Her ne kadar yakınlığı etkisi daha fazla olsa<br />

bile, görüntü uzaklığı faydalanmayı engellemez. Görüntü uzaklığının faydalanmaya engel<br />

olmadığına dair “ne olur bana salavat getirin” yolundaki haberidir. Yani, Resulullah (s.a.v.)<br />

bu sözüyle, yakında olanın tesiri daha fazla olmakla birlikte, yakından veya uzaktan<br />

kendisine salavat getirenin faydalanmasını sağlamıştır. Bu kıyasla, ileri sürülen iddianın ve<br />

engelin önemsiz olduğunu ortaya koymuştur. (?)<br />

Mevlana Celaleddin El-rumi de bir beyitinde; (?) farsça yazılmış (?) Ayrıca sahabe-i<br />

kiramda (?) Siyah Habeşiden ki o da büyük sahabilerdendir ve Uveys El-Karani‘de tabiinlerin<br />

en iyileri olmakla birlikte onda da abraş hastalığı; beyaz lekeleri vardı. Sahih Müslim’de<br />

abraş hastalığından söz eder. Büyük evliya ve imamların da, cüzam, abraş ve körlükle iptila<br />

olmuşlardır. Hatta, zamanın kutbu, El-Şadili tarikatının lideri ve başı Eb’ul Hasan El-<br />

Şadili’de, yanında oturanın kötü kokusunu duyabildiği ve bazıları bedenin içinde olan on iki<br />

çıbanı vardı. İmamımız El-Şafii (k.s.) Hazretlerinin sürekli kanaması vardı. (?) bir leğen içine<br />

otururdu. Leğen oturağından gelen kanla dolardı ve buna rağmen kimse onu bu halinden<br />

dolayı ayıplayıp incitmedi. Mevlana El-Cami, “Aslanı icitmek tam cehalettendir. Zira O”<br />

demiştir. Allah velileri (k.s.), nefsin hevasına karşı koyup başkaları için yaşamakta Allah’ın<br />

aslanları. Üstün muhabbette Allah’ın bülbülleri ve Allah’ın engin bilgi denizinde dalgıçlarıdır.<br />

Mevlana El-rumi bir beytinde (?)<br />

Gözündeki beyazlık çok güzel ve yakışıyordu. Keşke hepimizin gözünde bu güzellik<br />

olsaydı. Allah’tan korkup Kur’an okumazlar mı hiç. Orada Hazreti Yakup (a.s.)’ın üzüntüden<br />

gözlerinin beyazladığı konusu geçer. Efendimiz Muhammed (s.a.v.) ehli beytine ve<br />

sahabilerine salat ve selam olsun.<br />

Onu, tütün içtiği için ayıplıyorlar. Çünkü onlar bunu mekruh zannediyorlar. Allah, neyin<br />

hak ve sevap olduğu konusunda uyardı. Haram olan bir fiili ya da sadece kendi mezhebinde<br />

olan –bütün mezheplerde değil- bir vacibi terk etmedikçe hiç kimse suçlanıp ayıplanamaz.<br />

Şafii mezhebinde; tütün içmek, beş hükme göre, haram, vacip, mekruh, müstehap ve<br />

mubahlık durumuna göre ayrılmıştır. Çocuğu olan bir fakir bir kişi, içtiği tütünün parasına,<br />

ailesinin nafakası ya da bir borcunu kapatmak için ihtiyacı varsa ve tütünle def edeceği bir<br />

ağrısı yada sıkıntısı yoksa; tütün içmesi onun için haramdır. Ama birinin bir sıkıntısı var ve<br />

bunun şifası bundadır der ve vicdanen rahatsa, bu durumda ilgili kişinin tütün içmesi vaciptir.<br />

Her kim ilaç almasa bile, tütünün kendisinin nefsini ve ibadet faaliyetlerini artırdığını<br />

biliyorsa, tütün içmesi onun için müstehaptır. Her kim tütünü sevinç amacıyla içer ve ……..<br />

terk eder ve parasına ihtiyacı yoksa, bu onun için mubahtır. Bu sebeplerin dışında her kim<br />

tütün içerse, bu onun için mekruhtur. Mekruhluğu, kötü kokusundan dolayı soğan ve<br />

sarımsak gibidir. Diğer hükümler ve kerahetin aslı, (?) kitapları ile (?) kitabında anlaşılan<br />

bunlardır. Nefahat kitabında, kadın tütün içiyorsa kocasının ona tütün parası vermekle<br />

mükellef olduğu açıklanmıştır. (?) tütün içmenin keraheti soğan ve sarımsak yemenin


www.sohbetican.com<br />

keraheti gibidir. Eğer tütün içmeyi bırakırsa fikir ve zikir çok zorlanacaktır. Bu tür belirtiler<br />

oruçlu olduğu ve defalarca bırakmaya çalıştığı zamanlarda görülmüştür. İç sıkıntısı onu<br />

bırakmamıştır. Hem tütün kokusu karanfil ve ud (güzel koku) la gideriliyordu. Aynı<br />

açıklamayı İmam-ı Azam mezhebi üzere olan İbni (?) detaylı olarak keraheti yönünden Şafii<br />

imamlarının açıklamalarını onaylıyor. Peki nerede kaldı müminlerin bilmediği konularda,<br />

taki doğru şer’i mesnedler bulup ona yükleyene kadar hüsnü zanna yönelmeleri gerçeği.<br />

Böyle yapılmadığı taktide büyük velilerin ve kerametli sadatın hali nice olacaktır. Onlara<br />

kötülük yapmaktan Allah’a sığınır onların edepleri edeplenmemizi, onların yolundan<br />

gidenlerden eylemesini, bize ve bütün müslümanları onların feyizlerinden, bereketlerinden,<br />

ilimlerinden ve edeplerinden nasip eylemesini temenni ederiz.<br />

Kardeşimiz Sadık Muhammed Nuri –ki; Allah himmetiyle içini ve dışını nurlandırsın- ise<br />

biz ondan tam bilgi almaktayız ve inşallah mübarek dergahına vardığımızda arzuhal<br />

mektubunuzu ona ileteceğiz.<br />

Allah’ın salatı ve selamı Efendimiz Muhammed (s.a.v.) ehlibeyti, eşleri, çocukları,<br />

sahabileri ve bütün tabiinlerin üzerine olsun. Ve alemlerin Rabbı olan Allah Teala’ya hamd ve<br />

senalar olsun.


www.sohbetican.com<br />

Şeyh Fethullah (k.s.) tarafından <strong>Sami</strong> (k.s.) Hazretlerine yazılmıştır.<br />

Yine tebşirde adı geçen halifeye, ber hac nisbetin (?) ve şevkin artmasından sonra her<br />

zikrin seyri biter. Nefi ve isbat bahsi faydaları saymakla bitmez. Kalbine mania harareti<br />

düşen müridin her nefeste LA İLAHE İLLALLAH kadar MUHAMMED RESULULLAH<br />

demelidir konusu ve vecd cezbesi nedir? İki kısımdır ve bunlarla ilgili beyanın yer aldığı;<br />

Her şeyin hamdıyla tesbih ettiği Allah’ın adıyla ve en hayırlı kulu olan Efendimiz<br />

Muhammed (s.a.v.) ehli beyti ve sahabilerine salat ve selam olsun. Allah’ın kendi yolundaki<br />

kardeşine açtığı yüce eşik (dergah) hizmetkarı (?) Mevlana Muhammed <strong>Sami</strong> Efendi, size ve<br />

çocuklarınıza selam ve duadan, dualarınızı alıp yüksek zatınızın iyi olmasını diledikten sonra;<br />

Havalinizde nisbetin arttığını bildiren şerefli mektubunuzu almış bulunuyoruz. Üstadı<br />

Azamın da haber verdiği gibi, nisbet benden sonra tam olarak artacaktır. O da kendisinden<br />

sonra gelenlerde var olan ruhaniyet değil, asil ruhtur. Bu gelişmelerden dolayı çok sevindik,<br />

Allah’a hamd ettik ve şeyhin himmetine şükrettik. İhlasınız ilmi yakinden, aynul yakine<br />

intikal etmiştir. Nitekim, sizdekinden daha çoğunu Elayn ve Fevvati? Köylerinde görüp<br />

izliyoruz ve oralarda Molla Ahmet ve Molla Abdulkahhar ortaya çıkmış ve hatta Mevlana<br />

Şeyh Tahir (k.s.), Antep’e, Molla Abdulkadir, Beşir’e, Molla Halili’de Yasin’e gitmiştir.<br />

Hepside tebliğde kendi nefislerine nisbette en büyük şansı elde etmiştir. Hatta Seyyid<br />

İbrahim, Molla Abdulhekim ve Hacı Yusuf da tam bir çaba içerisindeler ve insanlara<br />

derinlemesine bir tebliğ yapmaktadırlar. (?) da mektubu, Bulanık, Kasur ve Hınıs’ı dolaşırken<br />

yazdığında, Üstadı Azamın nisbet ve lütuf eserlerinin uygulanması, hayatta olduğu<br />

dönemlerinden daha çok yerleşip yaygınlaştığını ve uygulamaya meylettiğini gördüğünü<br />

öyle ki; çalışan işçilerin sayısı otuzu buldu. Bununla birlikte türbe-i şerifi gece gündüz ziyaret<br />

eden umum halktan ve özel ziyaretçilerden eksik olmuyor. Bu nedenle, mektubunuz ulaştığı<br />

zaman biz Bulanık’ta idik ve istediğiniz risale yanımızda kalmamıştı. Zira risaleden birkaç<br />

nüsha yazmıştık. Mensuplardan her biri bir nüsha alıp bir tarafa götürdüğü için size<br />

istediğiniz nüshayı gönderme imkanı bulamadık. Nitekim bu tarafa gelme zamanınız<br />

yaklaştı.<br />

Nefi ve ispat ise, onları terk etmemelisiniz. Çünkü şeyh tekrar tekrar dedi ki, her zikrin<br />

seyri biter nefi ispat zikri hariç, onların seyri bitmez. Hatarat (hatıra gelen, vesvese) vuku<br />

bulunduğunda nefi onu defetmeye, isbat ise zatın ispatı içindir. Eğer hatarat vuku bulmazsa,<br />

nefi vukufun huzurundan hasıl olan zuhurdur. İsbat ise birincisinin dışındaki zuhurun<br />

isbatıdır. Böylece birbirini destekleyerek zuhurdan zuhura, huzurdan huzur ve tecelliden<br />

tecelliye durmadan ve belli bir sayıya hasretmeden.<br />

Eğer sizi hararet bastıysa, her nefeste LA İLAHE İLLALLAH kelimesi kadar<br />

MUHAMMED RESULULLAH kelimesini söylemelisiniz. Son nefeste sadece Muhammed<br />

Resulullah kelimesi ile bitmemeli ve (?) kelimesi üzerinizdeki harareti hafifletir (?) ve size<br />

kuvvet verir. Nefi ve isbat zikri de, makamdan makama yükselmek için murakabeden<br />

(izlemekten) sonra, birliği sağlamak ve ayrılığı defetmek için rabıtadan önce olmalıdır. Sesle,<br />

ses organını harekete geçiren vecd cezbesi ise, Üstad Azam demişti ki, iki husustan yoksun<br />

olamaz: Biri, Rahmani nur, şeytani karanlığı olan kalbe gider ve zıt ılan bu iki gücün çarpışıp<br />

mücadelesi sonucu beden organları etkilenir. Bundan dolayı, ses yükselmesi doğar. Eğer<br />

Allah kulu için hayır isterse kalbindeki karanlığı çıkarır ve orada sadece nur kalır. Kalp huzur<br />

bulur. İkincisi ise; dar kalplere yoğun ilahi feyizler dolar. Öyle ki; o kalpler bu yoğun feyizleri<br />

taşıyamaz ve çok su doldurulmuş ve ağzı dar zarflar gibi olurlar ve sesleri boğuk çıkar. Bu<br />

nedenle, ulemanın çoğunda, ilmi meselenin idraki ile kalpleri geniş olduğundan, onlarda bu<br />

cezbe olmaz.


www.sohbetican.com<br />

Allah’ın selamı sizin ve yanınızdaki fakihlerin, muhlislerin ve dostlarının üzerine olsun.<br />

Babanızın dualarını bekliyoruz. Hüseyin Efendiye selam olsun, onun da dualarını bekleriz.<br />

Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) ve şeriatını izleyen herkese selam olsun.


www.sohbetican.com<br />

Şeyh Fethullah (k.s.) tarafından <strong>Sami</strong> (k.s.) Hazretlerine yazılmıştır.<br />

Yine adı geçen halifeye her mürid, yakınlarından (neseb) kendisine en yakın olanı ile (?)<br />

gerekir ve mürşidin evi etrafın ve havalinin temeli gibidir. Bünyesine istihkam ve futur<br />

yönelir yönündeki beyanla;<br />

Her şeyin hamdıyla tesbih ettiği Allah’ın adıyla, en hayırlı halkı Muhammed (s.a.v.) ehli<br />

beyti ve sahabilerine salat ve selam olsun. Ve sonra;<br />

Allah, kendi yolunda kardeşine açtığı yüce eşiğin hizmetkarından, Nakşibendi<br />

Muhammed <strong>Sami</strong> Efendi, Allah’ın selamı, sizin, babanızın ve kardeşlerinizin üzerine olsun.<br />

Dualarımız sizinledir. Dualarınızı eksik etmeyiniz. Zat-ı alinizin sıhhatte olmasını temenni<br />

ederiz. 21 Ocak tarihli şerefli mektubunuzu almış bulunuyoruz. Mektubunuzda, sıhhat ve<br />

selamette olduğunuzu belirtiyor, nahiye, köy ve belde ahalisinden olan müridlerde<br />

muhabbet ve şevkin arttığını ve sekiz yeni köyün üstadı azamın ve büyük kutubun yoluna<br />

girerk, tevbe edip alenen tarikat aldıklarını ve altı köyde hatm-i hacenin yapıldığını ve her<br />

tarafta belde ahalisinden 15 neferin yola girdiğini belirtiyorsunuz. Bu nimetlerden dolayı<br />

Yüce Allah’a hamd ve Üstad Azamın himmetine şükür ediyoruz. Sizin sağlığınızın iyi olması<br />

için bu fakir kardeşiniz için en büyük nimettir. Aynı zamanda tarikatı muhabbetten nisbeti,<br />

kardeşler arasında gayeye bağlılık oranındadır. İleri gelenlerden bazıları buna, “Aramızdaki<br />

heva-i şerii nesebi, baba nesebinden daha yakındır” sözleriyle işaret etmişlerdir. Müridler<br />

arasında nisbetin artmasında, Üstad-ı Azamın sana olan nazarının fazlalığını, sizinde ona<br />

karşı olan sevginizin ve saygınızın fazlalığını göstermektedir. Çünkü, her testi içindekini<br />

süzer ve bunu siz hakkıyla yapıyorsunuz. Bu nimetlerden dolayı Üstad-ı Azamın himmetine<br />

şükretmek gerekir. Belde halkından haftada 15 neferin tarikata katılması Üstadı Azamın<br />

himmetinin göstergesi olup, O’da belde ve köyleri dolaşmaya büyük özen gösterirdi. Derdi<br />

ki; ev esastır, diğerleri parçalarıdır. Asıl ve esası sağlamlaştıran başkalarının feretinden<br />

etkilenmez. Temel sağlam olmadı mı, başkasını düzeltmek bir şey ifade etmez. Bu<br />

nimetlerden dolayı Allah’a hamd , Üstad-ı Azamın himmetine şükür etmeniz gerekmektedir.<br />

Son olarak, Allah’ın selamı, sizin, tek tek müridlerinizin üzerine olsun ve Efendimiz<br />

Muhammed (s.a.v.) ehli beytine ve sahabilerine salat ve elam olsun.


www.sohbetican.com<br />

Tagi (Tahi) (k.s.) Hazretleri'nin Halifesi Şeyh Fetullah (k.s.) Hazretleri<br />

tarafından Sâmî (k.s.) Hazretleri'ne yazılmıştır<br />

Efendimiz Muhammed (s.a.v.) ehli beyti ve sahabelerinin hepsine salat ve selâm olsun.<br />

Bazı fetva alimlerinin, malik'in (mal sahibi), hayvanının ilk defa başkasına verdiği zararı<br />

sayısıyla tazmin etmez ve bununla ilgili konuda…<br />

Her şeyin hamdıyla teşbih ettiği Allah (c.c.) adıyla ve Efendimiz Muhammed (s.a.v.)<br />

ehli beytine ve sahabelerinin hepsine salat selâm olsun ve sonra,Biliyorum ki, Hanefi<br />

Mezhebinin "Mecma El-Enhur" de denilir ki; hayvanı ve köpek arkasından güderek<br />

gönderirse, anında veya gönderdiği anda meydana gelen zararı tazmin eder. hayvanların<br />

sağa ve sola mayii etmemelidir kaydıyla.<br />

Ancak, gütse bile kuş türlerinden zararı tazmin etmez. Aynı zamanda bir dabbe (mal<br />

türü hayvan) ve köpeği gütmüyorsa, zararı tazmin etmez, zira bu durumda hayvanlar<br />

yaptıkları fiilde bağımsızdırlar veya hayvan köpek gece ya da gündüz kurtulup bir mülke ve<br />

kişiye zarar verirse bu durumda da Malik zararı tazmin etmez.


www.sohbetican.com<br />

Bu mektup Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin vefatından sonra Tahi (k.s.)<br />

Hazretleri'nin oğlu MUHAMMED ZİYAEDDİN (k.s.) tarafından, Erzincan<br />

Eşrafına gönderilmiştir.<br />

Bütün hamdler Allah'a mahsustur: Salatü selâm kıyamet gününe kadar, Allah'ın<br />

Resulü'nün, bütün âlinin, ashabının ezvac ve zürriyetinin,ensarı ve asharinin<br />

(dünürlerininkayınlarının) üzerine olsun!<br />

Bundan sonra bu mektup, yüce kapı eşiğinin hizmetçisinden Erzincan'daki halis ve<br />

temiz kardeşleri olan evkaf komisyonunadır. Allah (c.c.) canlan belâlardan muhafaza edip,<br />

sevdiği ve razı olduğu şeylerin yapması üzerine sabit eylesin! Gazabına sebep olmayıp,<br />

kurtuluşlarına sebebi olan, onlardan belaların men eden, dünyadaki yükselmelerini celbedici<br />

hükümleri, vasıtalarıyla icra kılsın. Zira aziz ve zelil edici Allah'tır.<br />

Malumunuz olsun ki. şeyhlik ve irşad makamının birçok adab ve şartlan vardır. Bazıları,<br />

batına göredir ki, onları kul ile Rabbin (c.c.) arasında olup, onları hiç kimse bilmez. Belki<br />

bilinmeleri Rabbe (c.c.) havale edilir. Lakin kulun dıştaki görünüşü, şeriatın istikameti üzere<br />

mutabık olmasıyla o gizli şey"in eseri görünür. Yani cisminin azalarından herhangi birisinden<br />

şeriata muhalif bir şey sadır olmamasıdır. Çünkü o gizli manevî makamın medarı, Allah'a<br />

(c.c.) yakınlık kalbin masivaya taalluku (ilgisi) olmayıp, Allah'ın (c.c.) zatında fani olmakta,<br />

daima manevî huzurunda bulunmak ve onlardan bahs edilmesi uzun süren daha başka<br />

şeylerdir.<br />

Bazıları da zahire göredir ki, şeyh (mürşid) olan kimse kendisi kâmil (olgun) ve<br />

başkasını da kemâle erdirecek kabiliyete alan bir mürşid tarafından irşad için icazetli olması<br />

her türlü itikad ve inancını sünnet-i seniyyeye göre tashih ettikten (düzelttikten) sonra,<br />

bütün işlerinde mürşidine tabi olması mümkün olduğu kadar ruhsattan korunması, belki<br />

yaptığı amelleri azimete, hatta imkân dahilinde, mezhebler arasında üzerinde ittifak,<br />

bedeninden kan alınsa, Şafiî, Hanefi mezhebleri imamlarına göre, abdesti sahih olması için<br />

Nakşibendi tarikatının adabına göre Hanefî mezhebine riâyet edip, abdest alması lâzımdır.<br />

Keza Hanefi olan kimse, hanımına el değdirse, mezkur adaba göre Şafiî mezhebine<br />

riâyetle abdest alacaktır. Aynı şekilde Malikî ve Hanbelî mezheblerine de riâyet etmesi<br />

lâzımdır. Dinde herhangi bir sünnet olursa olsun, hükmü de böyledir. Hatta rivayet edilmiş<br />

ki, tasavvuf ehlinden birisi, şeyhin birisine gidip yanında oturdu. Şeyh öksürüp öh öh ederek<br />

tükürüğünü kıble cihetine attı. Sofi, "Kendini dinde yolu olmayan şeylerden muhafaza<br />

etmeyen kimse, başkasını yolsuz işlerden muhafaza edemez' diye hemen yanından kalktı.<br />

Diğer birisi de, bir şeyh ile camiye girerken, şeyh evvelâ sol ayağını ileri sürerek camiye<br />

girince, adamı içinden, "Peygamberin (s.a.v.) sünnetine riâyet etmeyen kimse, arkadaşlığa<br />

lâyık olmayıp, yapacağı sohbeti Allah'ın (c.c.) huzuruna yaklaşmaya sebep olamaz" deyip,<br />

ondan ayrıldı.<br />

Yine sâlik olan kimse, akidesini mezkur şeylere göre tashih ettikten sonra,<br />

ruhsatlardan sakınması lâzım olduğu gibi dinde, bid'a olan şeylerden de kendini muhafaza<br />

etmesi şarttır. Bid'a: Peygamber (s.a.v.) ile sahabeleri (r.a.) asrından sonra meydana<br />

getirilen, ona Peygamber'in buyurduğu hadisi şamil olmayan, dört mezhebin kaidelerinden<br />

(kurallarından) hiçbir kaidenin hükmüne de girmeyen şeydir. Hatta Müslümanların işleri<br />

başında bulunan davasında bulunanları cezalandırmaları, hatta başkası da ondan ibret alıp,<br />

İslâm dini bid'alardan korunulması için, onu o makamdan uzaklaştırmaları lâzımdır. Çünkü<br />

sünnette yeri olmayan bütün bid'alar, sapıklıktır.<br />

Beyhaki hadis kitabının şuabü'1-iman bahsinde Hazreti Peygamber,


www.sohbetican.com<br />

"Bir kimse, bid'a sahibini tanzim etse (büyütse), gerçekten İslâmiyet'in yıkılmasına<br />

yardım eder" diye buyurduğunu rivayet etmiştir. İşte yukarıda bahs edilen mezkur iyi<br />

vasıflarla muttasıf olanlar, ancak Nakşibendî tekkesinde oturabilir. Neseb ve maddi evîâdlık,<br />

muteber değildir. Çünkü mürşidlerin hakiki evlâdı, odur ki onların boyalan ile boyanıp<br />

cezbeleri ile muttasıf olup Allah'ın sevgisi kalbin noktasında öyle yerleşmiş ki, masivayı<br />

(Allah'tan başkasını) unutmuş, Allah'a (c.c.) karşı kulluk hakkını ifa etmeye kalkmış kimsedir.<br />

Tarikat reisi olan Şah-i Nakşibend de (Allah, bizi onun sırlarıyla kutlayıp, ondan razı<br />

olsun!) denildi ki, sen bu makama nesebinle veyahut şeceren ile mi eriştin? sorulduğunda,<br />

buna neseb ve şecere ile kimse ulaşmadı. Ancak cezbe vasıtasıyla erişebilir. Nitekim, "Hak<br />

Teâla tarafından hâsıl olan cezbelerde tek bir cezbenin makamı, insan ve cin amellerinin<br />

olan cezbelerde denk gelir" buyurmuştur.<br />

Bundan sonra, Nakşi tarikatı ve Hace Sâmî Efendi (k.s.)'nin tekkesi, çocuk oyuncağı<br />

olmaması ve Müslümanların sapıklarına da sebep olmaması için. bu işte titizlik ve ihtiyatlı<br />

davranmanız rica olunur. Çünkü böyle bir durum zıılm etmekten, hırsızlık yapmaktan daha<br />

büyük bir günahtır. Zira, birisini öldüren veya hırsızlık eden veya zulm eden kimse, din<br />

çerçevesinden çıkmış olduğunu herkes bilir. Onun bu fiil ve hareketinde ona uyan bir kimse,<br />

kendisi de dinden çıktığını anlar. Lâkin irşad makamında oturup da o makamın vasfıyla<br />

muttasıf olmayan kimse, kendisinin doğru yolda olduğuna halka gösterdiği için, birçok avam<br />

tabakasının doğru yoldan sapıtmalarına sebep olur.<br />

Allah, insanların efendisi olan Muhammed'in (s.a.v.) yüzüsuyu hürmetine, sizi devamlı<br />

saadet üzerinde bulundursun! Ay ve güneşin devamı müddetince, insanların mezkur<br />

efendisine, ashabına ve zürriyetine salat ü selâm ve sena olsun!.


www.sohbetican.com<br />

Tahi (k.s.) Hazretleri'nin oğlu Muhammed Ziyaeddin (k.s.) tarafından<br />

Sâmî (k.s.) Hazretlerinin oğlu Selahattin Kırtıloğlu'na yazılmıştır<br />

Bütün hamdler şol Allah'a olsun ki, emirlerine itaat etmeyi, nehiylerinden korunmayı<br />

kullarına ihsan eyledi. Salat ü selâm, Efendimiz Muhammed'e (s.a.v.) olsun ki, Allah'ın<br />

emirlerini yapmanın ve nehiylerinden sakınmanın yollarını açıklayıcısıdır. Her iki yolu bize<br />

kadar ulaştıran âl ve ashabına da olsun!<br />

Bundan sonra bu mektup, yüksek dergâhın hizmetçisinden, Allah yolundaki güvenilir<br />

kardeşi, en yüce şeyhin veledi halkı, hakka' 1-yakîne ulaştırmaya çalışan muhterem evlât<br />

Selâhaddin Efendiye'dir. Allah onu nezdinde makbul olanlardan eylesin.<br />

Mektubunuz, hizmetçiye ulaştı. Selâmetinize ve ondan mesleğe sahâhiyet kokusu<br />

duyduğuna çok sevindi. Bu durumunuz için, Allalva hamd ve şükür etti. Ey kardeş! Bu<br />

tarikat, hatta diğer tarikatlar da üzerinde kuruldukları usullerden başka bir ilâve veya ondan<br />

bir eksiklik yapmaya hiç kimsenin müdahale etmesine hakkı olmayıp ve ehillerinin, Allahü<br />

Teâlâ'dan başka hiçbir kimseye, ihtiyaçları yoktur. Onlar daima kendi kusurlarını ve Allah'ın<br />

azametini düşünürler. Kınamaları ve onları yapan kimseler hakkında, şiddetli tehditten<br />

haber veren birçok âyet ve hadisler, vârid olduğu, kibir, ucb, hased (kıskançlık) gibi kötü ve<br />

yerilen evsafları kendilerinden sıyırmakla, çalışmaları, daima Allah'a yönelmek ve razı<br />

olduğu şeylerde olup, kendilerinde, mezkûr kötü vasıflardan kalbi temiz olmayan kimse, iyi<br />

vasıflarla muttasıf olması ve onları tahsil etmeye çalışması, farz-i ayn olan şeylerdendir.<br />

İşte bu gaye üzere yüksek tasavvuf âlimleri, Kâdiriyye, Kübreviyye, Çeştiyye ve<br />

Gazâli'nin tarikatı gibi birçok tarikatlar kurmuşlardır. Fakat bu mertebeye vâsıl olmak için,<br />

tarikatların âlâsı, yüce Nakşibendi tarikatıdır. Allah bizi ve sizi, sahibinin sırlarıyla takdis<br />

eylesin. Çünkü bu tarikatın esası sünnet-i seniyyenin mütabeatı, dindeki ruhsatlardan ve<br />

Allah'ın rızası olmayan bid'alardan korunmak üzere kurulmuştur. Bununla beraber Taği<br />

Üstadı Azam, Allah bizi ve sizi onun sırlarıyla kutlayıp ondan razı olsun. Beyan ettiğine göre,<br />

Nakşi tarikatında mezkûr vasıfların diğer birçok şartları vardır ki salik olan mütabeat eylediği<br />

mürşidine karşı muhabbeti ve mürşidinden başka, dünya mürşidlerle dolu ise veya ondan<br />

daha yüce bir mürşid de olsa, hidâyeti ancak kendi mürşidinin aracılığına hasr edilmiş<br />

olduğuna itikad etmesiyle, hakkında ihlâs sahibi olması bidayette güç de olsa, kendisine<br />

emirlerine imtisal nehy eylediği şeylerden sakınma hasıl olması için mürşidine emirlerine<br />

imtisal nehy eylediği şeylerden sakınma hasıl olması için mürşidine teslim olmasıdır.<br />

Öyle ise, akıllı olan kimseye, dünyasını ahiretine mezra edip, hayatını dâr-i bekada<br />

(ahirette helakine ve AHah'a (c.c.) karşı mahcubiyetine (utanmasına) sebeb olacak şeylerde<br />

zayi etmemesi ve (harcamaması) lâzımdır. Bu nasihat, akıllı kimsenin zihninde sabit olup<br />

dünyanın kötülüğü, rezaleti, aşağılığı, aklında yerleştiği vakit, aziz ve Yüce Allah'ın rızasının<br />

olduğu şeylere çalışması lâzımdır. Allah'a kavuşmanın yolu işte budur. Şayet birisine<br />

Nakşibendî tarikatına intisabı mümkün olmayıp, belki yukarıda adları geçen diğer tarikatlara<br />

mensup bir mürşid mevcud olup da o kimse ona karşı ihlâsı da hasıl olsa, kendi hidâyeti için<br />

ona gitmesi gerekir ve o zaman, Allah yolundaki tarikat ecdadının mahbubu, sevgilisi olur.<br />

Zira tarikata mensup ecdadının mahbubu, sevgilisi olur. Zira tarikata mensup ecdadının<br />

tarikattan maksadları Allah Celle ve Alâ'ya ulaşmaktır.<br />

Allah, Efendimiz Muhammed'in (s.a.v.) alinin, sahabenin (r.a.) üzerine salatü selâm<br />

eylesin.


SOHBETLER<br />

www.sohbetican.com<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri'yle ilgili yayınlanmış hiçbir eser yoktur. Ancak Sâmî (k.s.)<br />

Hazretleri'nin Adnan Efendi adlı müridi tarafından kaleme alınan eski Türkçe sohbetleri<br />

mevcuttur. Ancak bu sohbetlerin yazıldığı kitapçık basılmamış ve yayınlanmamıştır.<br />

Yalnızca birkaç tane fotokopi yoluyla çoğaltılmıştır. Sohbet kitabıyla ilgili geniş bir<br />

araştırma tarafımızdan yapılmış olup Erzincan ili ve ilçelerinin bazılarında (Refahiye, Kemah,<br />

Karakaya Beldesi) sohbet kitabına rastlanmış olup, bu sayı tespit edilmiş haliyle 10 adeti<br />

geçmemektedir.<br />

Yine Erzincan dışında Vakıflar Genel Müdürlüğü Tescil Şube Müdürü Tahsin Türker<br />

Bey'de de aynı kitapçık mevcuttur. Söz konusu sohbetler aynı kalemden ele alınmıştır.<br />

Ancak, Bitlisin (Güroymak) ilçesinde ikamet eden tasavvuf âlimlerinden Nurettin Efendi'de<br />

de, Sâmî (k.s.) Hazretleri'ne ait aynı kitapçık mevcuttur.<br />

Fakat yazılış şekli farklıdır. Adnan Efendi tarafından kaleme alınmış olan, sohbet kitabı<br />

muhtemelen başka zatlar tarafından yazılarak çoğaltılmıştır. Ama bu kitapçığın da<br />

muhteviyatı aynıdır. Sohbetler bölümü, hiçbir değişiklik yapılmadan, kitapta yer almıştır.


Erzurumlu Adnan Efendi (Doğum 1867 - Ölüm?)<br />

www.sohbetican.com<br />

Bu kitabın hazırlanmasında Adnan Efendi'nin büyük bir rolü vardı. Adnan Efendi <strong>Piri</strong><br />

Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin tarikatına girmiş ve Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin sohbetlerini kaleme<br />

almıştır. Muhtemelen Salih Baba Divanını kaleme alan da Adnan Efendidir. Adnan Efendi<br />

Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin sohbetlerini kaleme alırken kendinden de bahsetmiştir. Kendinden<br />

bahsettiği bölümü aynen aktarıyoruz.<br />

Erzurum civarında Türkmen Erzurum'a 11 saat mesafede bulunan Kisha adındaki gönül<br />

okşayan (Güze) geçmişler. Salihlerden olmakla tanınmış Efe Hoca zade diye bilinen ailenin<br />

evlâdındanım. Adı gelen köyde Ali Efendiyle, Efe Hoca adıyla şöhret bulmuş bir âlim nam<br />

salmıştır. Onun oğlu âlim nam salmıştır. Onun oğlu âlimlerden Davut Efendi dedemin<br />

pederidir. Bu zâtın ilim sahibi hanımlardan Zehra Hanım namındaki eşinden Sahabettin,<br />

Muhittin ve Ahmet adlı üç evlâdı olup Şerafettin Efendi babasının babasıdır. Bu Şehabettin<br />

Efendi'nin Münevver Hanım adlı hanımından Hasan, Hüseyin ve Haşim, diğer hanımı Esma<br />

hanımdan da Dursun ve Halit adlarında toplam 5 oğlu olup, bunlardan Hüseyin Ağa benim<br />

babamdır. Babam Rusya üzerine açılan savaşta ihtiyat askeri olarak silah altına alınıp<br />

Anadolu Osmanlı Ordusu'nun öncü sınıfının 4. alayının 2. taburunun 3. bölüğü<br />

asteğmenliğine getirilip, sonra tayin olmuştur. Kars'ın ihtilası sırasında Rus askerleri<br />

tarafından esir edilip sonra serbest bırakılmıştır. Daha sonra köye dönen babam, tarikat ehli<br />

Halil Ağa'nın oğlu Ahmet Ağa'nın kızı Fatma Hanımı nikâh etmiştir. Bu hanımdan Ali ve<br />

Adnan adında (bu sohbetleri kaleme alan zât) iki oğlu olmuştur.<br />

Adnan Efendi ailesini, böyle anlatmaktadır. Kendisi ilim başlangıcını köyünde Molla<br />

Ahmet, Yusuf Efendi ve Halit Efendi adlarındaki hocalardan temin ettim. Rumi 1295<br />

senesinde Erzincan'a gelerek Halil Ağa Cami Medresesinde Rüştü Efendi'den Kuran<br />

öğrendim. Mustafa Efendimden de sarf ve okuma usulleri okuma tahsiline başladım. Ayrıca<br />

meşhur hattat Mustafa Hilmi Efendi'den de hat dersi alarak sülüs ve nesih hatlarında icazet<br />

aldım. Gene Hacı Süleyman Efendi adlı birinden de nice dersler aldım.<br />

1882 yılında Erzincan Askeri Rüştiyesine (ortaokul) devam edip, tahsilimi bitirdikten<br />

sonra 1885 senesinde diplomamı alarak 4. Osmanlı Ordusuna devamlı memur olarak kabul<br />

edildim<br />

Tedrici olarak 1200 kuruş maaş ve rütbesine kavuştum.<br />

Altın Silsileden Şeyh <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin dergâhına 1889 yılında bağlanmak<br />

şerefine kavuştum. Kendilerini 1885 tarihinde bir anlık görmekle şereflendim. İkinci bir defa<br />

olarak da 1307 tarihinde görmekle gözlerim aydınlanarak derhal hallerine inanıp teslim<br />

olarak mübarek tarikatlarına girerek bahtiyar oldum. 1884 tarihinde bir cuma günü çarşıda<br />

bir saraç dükkânında oturuyordum. Baktım ki yukarıdan siyaha çalan, ibadet için yapılan<br />

cübbeli, mübarek nurlu yüzü mükemmel aşk ve muhabbet eseri olarak balmumu renginde,<br />

sarı; fakat güler yüzlü ve nuranî bir mübarek zât geliyor. Dükkân sahibine "Bu zât kimdir?"<br />

diye sordum. Dedi ki, "Tagi (k.s.) Hazretleri'nin halifesidir. Hınıs'tan yeni gelmiştir.<br />

İşte o vakte kadar ne kendilerini görmüş idim ne de ismi şeriflerini işitmiştim. Bundan<br />

bir müddet sonra nisbet ve kemâlâtının nurlarını, ışıklarını etrafa yaymaya başladı. Birtakım<br />

kalbi ölmüş kimseler, o kemâlâtın kudsi pırıltılarının ışıklarını yok etmeye kalkıştılar. Birçok<br />

inkarcılar türedi. "Müridleri deliriyormuş'" gibi halkı bu mübareğe bağlanmaktan ürkütecek<br />

sözler söylemeye başladılar. Ancak başarılı olamadılar.<br />

Adnan Efendi tarikata girişini ise şöyle anlatmaktadır:<br />

Bir gün kalemde (dairede) salih arkadaşlarımızdan biri dedi ki; "Sen niçin tarikata<br />

girmiyorsun? Tarikat senin için münasiptir." Dedim ki; "Birader Hanifılik... yeterli değil<br />

midir?" Böyle deyince o zât sustu. 1889 yılında bir başka arkadaş bana dedi ki; '"Şeyh Efendi


www.sohbetican.com<br />

Mesnevi-i Şeriften vaaz ediyormuş. Gidip dinleyelim." Dedim ki; "Pekâlâ gidelim." "Gittik ki,<br />

mübarek dergâhın mescidinde kürsü üzerinde ders anlatıyordu. Beyan ettikleri konu,<br />

Mevlâna Celâlettin Rum ile Şemsi Tebriz'in kavuşmaları idi. Sohbet esnasında <strong>Piri</strong> <strong>Sami</strong> (k.s.)<br />

Hazretleri, Şemsi Tebrizhi'nin dilinden naklen "Ah" edince benim gönlümde de öyle bir tesir<br />

hâsıl oldu ki, artık bir daha mübarek meclisini bırakamadım.<br />

Bir süre sohbetlere devam ettim ve Şeyh (k.s.) Hazretleri'nin tahsil; "Beni Şeyh<br />

Efendiye götür." O zât da beni götürdü. Teravih namazından sonra beni huzura çıkardı.<br />

Gittim elini öptüm ve geri çekilip ayakta durdum. Gönlüm titremeye başladı. Hafız Nurettin<br />

Efendi dedi ki; "Efendim, Adnan Efendi, kabulünüzü istirham ediyor." <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.)<br />

Hazretleri dedi ki; "Ne iş yapar?" Dedim ki; "Dairede mülazımım. (Astsubay) Şeyh Hazretleri<br />

beni aldı. Alt katta bir odaya götürdü. İstiğfardan sonra musafaha tarzında elimi eline alıp<br />

buyurdu ki; "Kabul ettim." Buyurdu ki; "Biz de seni müridliğe kabul ettik" bana bazı<br />

tembihlerde bulundu.<br />

Tarikata girdiğim gece bir rüya gördüm. Mübarek dergâhın mescidinin mihrabına<br />

yakın bir yerde sağ yanım kıbleye karşı arka üzeri yatıyorum ve sanki mübarek mescidin<br />

doğu tarafındaki pencerenin birinde üzerime devamlı bir rüzgâr esiyor. Öyle uyandım.<br />

Yarındası ikindi vakti dergâha gittim. Sâmî (k.s.) Hazretleri buyurdu ki; "Gece ne rüya<br />

gördün?" Ben de rüyamı söylemedim ve bana hiçbir şey söylemedi ve bana ders verdi.<br />

Aşağıdaki beyit de Adnan Efendi'ye aittir.<br />

Asrımızın o aziz kutbu ile<br />

Yani, coşkun derya olan Muhammed Sâmî ile<br />

Onun feyizlerinin nurları ile baştan başa<br />

Bu Erzincan şehri nurlandı, aydınlandı.<br />

Rahmetinle Ya ilâhî sen bizi lâyık kıl<br />

Adnan 'ı; <strong>Sami</strong>'nin eşiğinin kelpi olmaya<br />

Adnan Efendi'nin hangi tarihte vefat ettiği ve kabrinin nerede bulunduğu hakkında<br />

elimizde kayıtlı bir bilgi mevcut değildir.


SOHBETLER-(I)-1903<br />

Bismillâhirrahmânirrahîm<br />

(Rahman ve Rahim olan Allah'ın (c.c.) adıyla)<br />

www.sohbetican.com<br />

Hamd ve sena Allah'a (c.c.) mahsustur. Hadsiz salat onun elçisi <strong>Hz</strong>. Muhammed'e<br />

(s.a.v.) olsun. Onun ashabına ve bütün inanan kullara da rahmetler olsun. <strong>Hz</strong>. Ebubekir-i<br />

Sıddık hürmetine Mevlâ'm bizleri bağışlasın. Bizden her ne hata meydana gelir ise affetsin.<br />

Rabbim bizler gibi günahkâr kullara, lütufta bulunarak, pirleri kendi Zâtına kavuşmaya vasıta<br />

kılsın.<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Şah-ı Nakşibendi (Allah onun aziz sırrını<br />

takdis etsin)." Efendimiz Hazretleri MAKAMAT'ında şöyle buyurmuştur: "Resulullah (s.a.v.)<br />

Efendimiz Hadis-i Şerifinde "Eğer kardeşim Musa sabretseydi, göklerin ve yerin bütün iç<br />

sırlarını (Melekutunu) keşfederdi." Yani, eğer kardeşim Musa (a.s.) Hazreti Hızır (a.s.)'la<br />

beraber, oğlanın başını kopardığında; gemiyi delip ayıplı kıldığında; duvarı doğrulttuğunda<br />

sabretse idi, göklerin ve yerin melekutunu (sırları) elbette ona açılırdı" buyurdular. Bir diğer<br />

Hadis-i Şerifinde de;"Sabreden zafere ulaşır" buyurmuşlardır. Yani her türlü meşakkate<br />

(zorluklara) sabretmek sebebiyle istenene zaferle ulaşılır.<br />

Sabrın neticesinde ne kâr var? Onu şu âyet-i kerime ile tefsir etmek mümkündür."<br />

(Resulüm!) Sabah ve akşam Rablerine, sırf onun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte<br />

candan sabır ve sebat et."<br />

- Kehf Suresi, âyet: 28. Bu âyet-i kerime:<br />

"Ubudiyet (kulluk) makamı, risalet (peygamberlik) makamından büyüktür. Namazdaki<br />

"Ettahiyyaf'ta bu şöyle geçer:<br />

Abduhu ve Resuluhu; yani Allah'ın (c.c.) kulu ve elçisi olan Hazreti Muhammed (s.a.v.)<br />

diye şahadette bulunuruz. Peygamberliğin sığınağı olan Hazreti Muhammed (s.a.v.) diye<br />

şahadette bulunuruz. Peygamberliğin sığınağı olan Hazreti Muhammed (s.a.v.) Efendimizin<br />

ubudiyeti (kulluğu) risaletinden (peygamberliğinden) önce gelir. Bu anlaşıldıktan sonra, bu<br />

âyet-i kerimede emr olunduğu üzere sabahtan akşama ve akşamdan sabaha kadar onlar<br />

Rab'lerini çağırırlar, dua ederler; "Eğer sen öyle olamaz isen onlarla beraber sabret." Ki onlar<br />

da peygamberler ve onların varisleri olan nuranî zatlardır; onlar da Rabbimi akşamdan<br />

sabaha, sabahtan akşama kadar çağırırlar. Eşiğe başlarını korlar, O'nu gözetler. Kullukta<br />

herkes sabit olamaz ki... Velilerin en yukarı makamı, makam-ı ubudiyettir, (kulluk<br />

makamıdır). Kulluk makamı her makamdan, hatta peygamberlik makamından yukarıdır.<br />

Çünkü peygamberlik, Yüce Yaratıcının ihsanı; kulluk ise kulun kendisinin çalışmasıdır.<br />

İnsan kendi faaliyeti, çalışması ve gayreti ile Yüce Yaratan'ın kulluğuna çalışmalı ve kulluk<br />

üzerinde sabretmelidir. Şuhud Tecellilerinin çeşitleri vardır, kulluk makamı bunlardan<br />

yukarıdadır. Müridin vazifesi de edebdir. Kulluk makamında olan bir zât (vasıtası) ile<br />

sabretmeli ve sebat etmelidir ve Şeyhi'nin kulluk makamında olduğunu muhakkak bilmeli ve<br />

bize gereken onunla sabretmektir" diyerek şeyhine hürmeti vazife bilmelidir. Dünyanın<br />

sevgisini gönlünden çıkarmaya gayret edip çalışmalı, Şeriat-i Muhammediye'ye (İslâm<br />

dinine) bağlanmalı, vücudunu Şeriat-ı Muhammediye'ye teslim etmeli; kalbini de akşamdan<br />

sabaha, sabahtan akşama kadar kulluk makamında bulunan şeyhi ile Yüce Yaratıcı'yı kalben<br />

çağırmaya münhasır kılmalıdır.<br />

Dünya sevgisini gönülden çıkarmanın çok önemli sayılmasının sebep ve hikmeti şudur:<br />

Hadis-i Şerifte "Dünya sevgisi her hatanın başıdır" buyurulduğundan; dünyaya sevgisi olan<br />

adamı, bu dünya sevgisi kulluk makamından olan şeyhiyle beraber sabretmeye müsaade<br />

etmez. Bir de bu yüce tarikatta kardeşlerine (ihvanına) hizmet etmek çok önemlidir. Mürid


www.sohbetican.com<br />

demelidir ki; falan kardeşim bu şerefe benden ziyade devam edip hizmete dayanmıştır. Zikir<br />

halkasına devamı benden fazladır diyerek kesmelidir. Zira dünya, Rabbini çağırmaya<br />

müsaade etmez. Zenginlik mani değildir, ancak dünya sevgisi engeldir.<br />

İşte müridin vazifesi bu 4 şeye fevkalâde bir özenle dikkat etmektir. Bunlar:<br />

1.Şeriat-i Muhammediye'ye (İslâm dinine) varlığını teslim ederek anlık ve fani<br />

sevgilerini kesmek.<br />

2.Şeyhinin hürmetine bağlı olmak.<br />

3.Akşamdan sabaha ve sabahtan akşama kadar, kulluk makamında olan şeyhi ile Yüce<br />

Yaratıcı olan Hazreti Allah'ı (c.c.) kalben çağırmaya kalbini tahsis etmek.<br />

4.Sebepleri açıklanmış olduğu üzere, kardeşlerine hizmet etmek.<br />

Şayet bu 4 özellik bir adamda bulunursa, o adam kemâle ermiş kişilerden olur.<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ: Şahı Nakşibendi (k.s.) buyurdular ki; "Bu<br />

yol ahlâk yoludur. Kötü ahlâkı değiştirip yerine iyi huylar koymak içindir." Mevlânâ Hazretleri<br />

Halit (k.s.) Efendimizin halifesi Süleyman Bağdadî (k.s.) Efendimiz Hazretleri (HADİKATÜN<br />

NEDİYYE = İYİLERİN BAHÇESİ) adındaki değerli kitabında şöyle der: "Bir inanan insana<br />

(mümine), namaz, zekât, oruç, hac ve kelime-i şahadet, farz-ı ayn (her kişinin kendisinin<br />

bizzat yerine getirmek zorunda olduğu farz) ise, Tarikat-Âliye'ye (Yüce Tarikata) girmek de<br />

tıpkı bunlar gibi farz-ı ayn'dır. Şu yönüyle farzı ayn'dır. Ki, tarikatla ahlâk değişikliği olur.<br />

Madem ki kötü ahlâkı iyi ahlâka çevirmek her insana farzdır. Başka bir suretle kötü ahlâkı<br />

tedavi etmek çaresi olmuyor. Onun çaresi ve ilâcı ancak tarikattır. Çünkü tarikat, kötülenmiş<br />

ahlâkı gidermek içindir. Kötü ahlâkı değiştirme farz olduğundan ötürü, Tarikat-i Aliye (Yüce<br />

Tarikata) girmenin de insan soyu üzerinde farz-ı ayn olduğunda artık kesinlikle şek ve<br />

şüpheye yer yoktur.<br />

"TARİKAT-1 MUHAMMEDİYE'"de de yazıyor ki; "Yetmiş dokuz kötülenmiş ahlâk<br />

karşısında, yetmiş dokuz övülmüş ahlâk vardır.<br />

Kötü ahlâkını iyi ahlâk ile değiştirmek herkesin boynuna farzdır. Nakşibendilerin<br />

Hatme-i Hace'lerinde okunan yetmiş dokuz kere "ELEM NEŞRAH LEKE..."; "Biz senin<br />

göğsünü (kalbini) açmadık mı?" ile başlayan İNŞİRAH Suresinin (Kur'an, 94) bu sırada<br />

okunması dahi, bu kötü ahlâklardan kurtulmak içindir. İnsan daima Hatme-i Hace'de<br />

bulunsa ve kendi hissesine dağılan taşlardan hiçbirisi düşmese dahi, o Hatme'nin hemen<br />

hepsini de kendisi okumuş gibi olur. Ne kadar velilerin ruhları var ise, hepsi de o halkada, o<br />

zikir meclisinde bir araya gelirler. ELEM NEŞRAH LEKE suresi, kötülenmiş ahlâklardan<br />

kurtulmak için okunduğu halde; tarikata girmek gibi Hatme-i Hâce'ye de devam etmenin ne<br />

mertebede olduğu, var sen bundan hareketle kıyas eyle.<br />

Bir Hatm-i Hace'de, Şeriat'ın zahirine göre otuz üç Kur'an-i Kerim Hatmi okumanın<br />

sevabı vardır. Bu hatme'nin kapsadığı müjdeler, faziletler, seçkin özellikler ve batınî<br />

özellikleri de ayrıdır. Çünkü bu tarikat, Allah'ın (c.c.) isimlerine giden bir yoldur. Cenâb-i<br />

Allah'ın (c.c.) bin bir güzel isimlerine giden bir yoldur. Cenâb-i Allah'ın (c.c.) bin bir güzel<br />

isimlerine (Esmâ-i Hüsnâ) mukabil, Nakşibendilerin Hatm-i Hacesinde bin bir İhlâs-i Şerif<br />

suresi okunur. Üç adet İhlâs-i Şerifte bir Kur'an hatmi okumak kadar sevap olduğu<br />

Peygamberimizin (s.a.v.) Hadis-i Şerifi ile sabittir. Şu halde bin bir ihlas-i şerif suresinin<br />

okunmasında, üç yüz otuz üç (333) adet Kur'an Hatmi bulunduğu aşikârdır. Tarikatın 5 ana<br />

amellerinden olan işbu Hatm-i Hace'ye özgü mübarek sohbet, ileride ayrıntıları ile ayrıca<br />

açıklanacağından burada bu kadar ile yetinildi.<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ: "Bu tarikatta oldukça önemli bir şey vardır<br />

ki, o da sehavettir, (cömertliktir). Cömertlikte bakınız ne büyük meziyetler vardır. Cömert<br />

olan kişide üç büyük fazilet mevcut olur: 1. Ehli teslim olur, 2. İhlâslı olur,<br />

3. Tevekkül sahibi olur.Cömert kişinin cebinde kendi geçimine ayrılmış beş kuruştan<br />

fazla parası olmasa ve başka bir taraftan ümidi bulunmazsa; Yüce Yaratıcı olan Cenâb-i


www.sohbetican.com<br />

Allah'ın (c.c.) sonsuz ve sarsılmaz kuvvet sahibi, rızık verici olduğuna kesin inanarak ona<br />

teslimiyet getirip, eksiksiz bir tevekkül ile Allah'ın (c.c.) ona gaybî hazinesinden ihsanda<br />

bulunacağına güçlü ihlâsla inanırız; çıkarır o beş kuruşunu da isteyene verir.<br />

Elindekini dağıtmak ve İŞAR (yani kendisi de ihtiyaç sahibi olduğu halde, Müslüman<br />

kardeşini nefsine tercih etmek), ona huy ve tabiat olur. Birisi bir şey istediğinde, isteyene<br />

istediğini verememezlik edemez. Sehavet (cömertlik) sıddıkların işidir. Bu yol sıddıklar<br />

yoludur. Yani Nakşibendî tarikatı kafilelerinin başı, Hazreti Ebubekir-is Sıddık (radıyAllahü<br />

anh = Allah (c.c.) ondan razı olsun) Efendimiz olduğundan, O'nun Sancak-ı Şerifi altında<br />

gelen kimsenin de cömertlik sahibi olması gerekir. Kişi cömert değil ise sıddıklar yolunda<br />

değildir. Bu ince meseleye oldukça dikkat ve itina lâzımdır. Ma'şukun (âşık olunanın) her<br />

türlü hallere karşı peşinden yüz çevirmemeye azm ve sebat eden, elbet bir gün olur ki cemâli<br />

(güzelliği) keşfetmeye ve visal (kavuşma) lütfuna ermeye muvaffak olur. Bu ise ancak bu<br />

noktaya özen göstermekle anlaşılabilir. Cömertliği arzu etmenin delilleri vardır. Eğer bir<br />

yiyeceğin yarısını sabaha saklıyorsan cömert değilsin. Deme ki, yarısını da bırakayım da<br />

yarın yiyeyim. Böyle dersen bu cimrilik (bahillik) emâresidir. Bu durum tûl-i emel (yani, hiç<br />

ölmeyecekmiş gibi dünyaya bitmeyen isteklerle bakmak) sonucunda olur. Tûl-i emel ise<br />

haramdır. Yarınki rızkımı Allah (c.c.) yetiştirir. Bahillik de (cimrilik) inançsızlık var denir.<br />

Cömertlikte Allah'a (c.c.) inanmak ve O'nun Rezzak-i Kerim (her varlığın ve kulun rızkını<br />

cömertçe veren) olduğuna dayanmak vardır.<br />

Şeyh'e teslim olanlar cömert olurlar ve kendilerinde bir varlık ve benlik görmezler.<br />

Bahil (cimri) kimse ne kadar Allah (c.c.) dese faydasız olup helake (mahvolmaya) gideceği<br />

gibi cömert bir adam da gene şeyhsiz olarak gece gündüz Allah'ı (c.c.) çağırsa kendisine bir<br />

varlık duygusu (vücud) gelir. Bu adamda da helak edici işlere düşmek korkusu vardır. Zira<br />

şeyhsiz olduğu için amelini görür (yani yaptığı iyiliklerden gurura kapılır). Şeyhli bir adam her<br />

ne amel işlese şeyhinden bilir ve onun himmeti ile (manevî yardımıyla) olduğunu hatırdan<br />

çıkarmaz. Şeyhsiz Allah (c.c.) diyenler de, şeyhsiz oldukları için helake gittiler. Kendisinde bir<br />

keşf ve hâl görse varlık ve benliği (enaniyeti) artar. İnsanı yıkan da vücud ve enaniyettir.<br />

Bundan başka şeyhsiz olanların ruhları seyrederken (dolaşırken), şeytanların evleri<br />

gökyüzünde ve kapılarının ağızlan aşağı doğru olduğundan, delilsiz (rehbersiz) gezen ruhları<br />

şeytanlar çarpar, alırlar. İnsanın aklı da bu sebepten zail olur (kaybolur). Delil ile, yani şeyh ile<br />

olursa, günde 120 bin kere Allah (c.c.) der; hiçbir zarar gelmez. "Önce arkadaş, sonra tarik<br />

(yol)." Hazreti Halid (k.s.), insan ömrüne işaret buyurarak bu tarikte (yolda) güçlük ve belâlar<br />

vardır; arkadaş lâzımdır buyurmuş. Ve Şah-ı Nakşibend (k.s.) "Bu yol korkulu bir yoldur,<br />

yalnız gitme!" buyurmuştur.<br />

Hadis-i Şerifte;"Her bir hasedcinin hasedi-kıskançlığı amellerini yakar" buyurulmuştur.<br />

Diğer bir Hadis-i Şerifin meali de şöyledir; ateşin odunu yakıp yok ettiği gibi, hased de iyi<br />

amelleri yakar, yok eder." İstemez misin ki hasedci ve gururlu olmayasın? Öyle ise tarikat ile;<br />

kötülenen huyları övülen huylara çevirmek için kolayca tedavide bulunur. Cimrilik kişiye<br />

müsaade etmez ki, bir canlı bir insanın malından yesin. Yemekte cimrilik budur. Bir de<br />

parada cimrilik vardır, böyle bir insan zekâtını veremez, borcunu eda edemez ve kimseye on<br />

para sadaka veremez. Bir de nefsine karşı bahillik (cimrilik) vardır. Böylesi kişi hırslı olur,<br />

nefsânî şehvetlerini önleyemez.<br />

Demek ki; bu cimrilik yemekte ve yani yedirmekte olur, parada olur, nefs ve<br />

şehvetlerde olur. Bunların iyice anlaşılması için, her biri birer menkıbe ile açıklanacaktır.<br />

Cimriliğin parada nasıl olduğu yukarıda anlatılanlardan anlaşılıyor. Cimriliğin yemekte<br />

olmasını anlatan menkıbe şudur: Bir vakit Şah Mahmut, ünlü Ayaz adındaki veziri ile<br />

kıyafetlerini değiştirmiş olarak gezerlerken bir dükkânın önüne geldi. Baktılar ki, bir demirci<br />

körüğün arkasına geçip ağlıyor; önüne gelince de gülüyor. O zamanın adamları; eski<br />

zamanın büyükleri, insanın durumunu başkalarından araştırıp sormazlardı. Büyüklerin şanı


www.sohbetican.com<br />

gereği, ol durum öyle idi. Başka insanlardan bir insanın durumunu araştırmamalı. Çünkü<br />

başkaları, kişinin dostu olabilir, kötülüğünü söylemez; düşmanı olabilir, belki iyiliğini<br />

söylemez.<br />

Herkesi kendi durumundan araştırmalıdır. Pir Tahi (k.s.) (Allah (cc.) onun aziz sırrını<br />

takdis etsin) çoğu zaman bu menkıbeyi anlatırlardı. Sultan Mahmut bu demircinin ağlayıp<br />

güldüğünü anlamak için, Ayaz'a emreder ki; "Ayaz! Bak, dinle, durumunu öğren, bunun<br />

sebebini ortaya çıkar" der. Ayaz bu adamı çağırır; durumunu sorarsa da demirci söylememek<br />

istediğinden, "söyleyeceksin, yoksa boynunu vurdururum" der. Demirci bakar ki olmayacak,<br />

derdini açıklamaya başlayıp der ki; "iki tavuk aldım, eve gönderdim. Pişirmişler, birini de<br />

bana göndermişler. Ben tavuğu önüme aldıın, yemeğe başladım. Öte taraftan karşıma bir<br />

kedi geçti, ben tavuktan yedikçe kedi bana bakıyordu.<br />

Kedi dile geldi ve "göğsünün temiz etlerini istemiyorum, kanadının uçlarından pis<br />

yerlerinden bana da ver, ben de yiyeyim" dedi. Ne kadar yalvardıysa vermedim. Baktım,<br />

kedinin gözleri aktı. Gözyaşları iki altın oldu. İyi tarafını sen ye; budundan zayıf yerlerinden<br />

bana ver de bu altınları sana vereyim, dedi. Yine vermedim ve yemeğe devam ettim. Baktım<br />

gözünün akmasından yere düşen iki altın bir leğen altın oldu; "Allah (c.c.) aşkına en<br />

beğenmediğin yerinden bir lokma ver de bu altınların hepsini sana vereyim" dedi. Ben de;<br />

"ona ne gerek var, kafana vurur altınları alırım, budu da vermem" dedim. Tavuğu yedim<br />

bitirdim. Altınları almaya kalkarken kedi kaçtı. Altınları almaya geldim, baktım altın yok.<br />

İşlerime bakmak için, körüğün arkasına geçtim. Oradan baktım ki, altınlar yine yerinde<br />

duruyor. Altınları alacağım diye yine geliyorum, sevinirken bakıyorum altınlar kayıp olmuş.<br />

Geri dönüp körüğün arkasında ağlıyorum; ağlarken bakıyorum ki, altınlar yerinde duruyor.<br />

Altınların yerine gelip gülüyorum; elime bir şey geçmeyip, körüğün arkasına geçip<br />

ağlıyorum. İşte benim derdim, halim budur, dedi.<br />

"Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar" derler.<br />

Cimri adamın Cenâb-i Hakk'ın lütfundan mahrum olacağı açıktır.<br />

Cimriliğin insan nefsi ve nefsin şehvetlerine uyması hususunda şu hadiseler meşhurdur:<br />

Büyüklerden birisi seyahat edermiş. Bakmış ki, bir müezzin minarenin altına inip<br />

gülüyor, üzerine çıkıp ağlıyor. Sebebini sorar. Müezzin der ki; bir gün ezan okumaya çıktım.<br />

Bir beyaz kuş geldi, beni aldı kaptı, götürdü. Bir havuzun başına indi, havuzun kenarında<br />

süslü sandalyeler atılmış, birinde çok güzel bir kız oturuyor. Bana; "ben periler şahının<br />

kızıyım. Babam vefat etti, ben de kocaya gitmek istedim; arattırdım, kendime seni münasip<br />

buldum" dedi. Ben sabredemedim, istedim ki ona yaklaşayım, bana; "sen âdem oğlusun, bir<br />

gusül abdesti al, temiz ol, üstünü başını temizle, temiz elbiseler giyin, sonra seninle nikâhlı<br />

olalım" dedi. Ben de söylenenleri yaptım geldim.<br />

Yine sabredemeyip elimi boynuna attım, "Yok şimdi sırası değil; babam vefat etmiştir,<br />

üç gün yasım vardır, bu üç günü doldurayım, daha sonra nikâh merasimini yerine getirdikten<br />

sonra, seninle hayatımızı güzelce birleştiririz" dedi. Ama ben demesini beklemeden, nefsanî<br />

şehvetime yenik düşerek, kızın saçlarını elime doladığım gibi, kız "Beyaz kuş!" der demez,<br />

beyaz kuş hemen yetişip beni kaldırdı, getirip bu minarenin yine üzerine bıraktı, uçtu gitti.<br />

Şimdi ağlayarak aşağıya iniyorum bakıyorum beyaz kuş minarenin üzerinde, gülerek yukarı<br />

koşuyorum, bakıyorum ki, gitmiş. Böyle bir dert içinde kaldım, dedi.<br />

Bu makama uygun düşen meşhur bir hikâye daha söyleyeceğiz ki, önceki hikâyeden<br />

nefsanî şehvetlere uymaktan gelecek mahrumiyet ve pişmanlık ve bu hikâyeden de nefs ve<br />

şehvete karşı gelmekten doğacak olan Cenâb-i Allah'ın (c.c.) ihsanları anlaşılacaktır.


ASHABI KİRAM HİKÂYESİ<br />

www.sohbetican.com<br />

Bu hikâye Kur'an-i Kerim'de Kehf Suresi'nde ayrıntılı olarak açıklanmış olduğundan,<br />

böyle ayrıntılı hikâyeleri o kitaptan o kitaba nakletmeye ihtiyaç olmayıp; hemen bu mevkie<br />

uygun olan yöne ayrıntılarıyla verilip diğer yönleri özetle geçilecektir. Bu Ashab-i KİRAM üç<br />

mübarek kişidirler. Bunlar bir yerden geçerlerken bir mağaraya girerler. Yağmurun çok<br />

sürmesi sebebiyle bir kaya yuvarlanır, gelip mağaranın ağzına düşer. Bunlar içeride kalıp,<br />

Yüce Allah'a (c.c.) sığınmaktan başka çareleri kalmaz. Ne gibi tedbirlere başvuracakları<br />

hakkında aralarında danıştıktan sonra yüzlerini zayıfların yardımcısı olan ve Kadir ve<br />

Kayyum olan (yani her şeye gücü yeten ve her şey kendisiyle varolan) Yüce ve her<br />

noksandan uzak olan Cenâb-ı Allah (c.c.)'a döndürüp, birisi; "Ya Rabbi! Anne ve babasına<br />

itaat edenler hakkında Kur'an-i Kerim'inde nice nice müjdeler var. Ben anama, babama eğer<br />

senin yüce emrine uygun şekilde itaat emrini yerine getirmiş isem, onun hürmetine bizi<br />

buradan kurtarıp selâmete çıkar" diye dua eder. Diğeri; "Ya Rabbi! Falan vakitte bir adamı<br />

çalıştırmıştım,parasını birkaç gün sonra almak üzere gitti.<br />

Aradan hayli zaman geçtiği halde gelmedi. Aradım, sordum, yerini haber alamadım.<br />

Çaresiz kalarak bendeki parasına bir koyun aldım. Bu hayvan sene geçtikçe çoğalıp, bir iken<br />

birkaç sürü davar oldu. Bir gün baktım o adam geldi, "Falan vakit, beni çalıştırmıştın" dedi.<br />

"Senin paran bu sürülerdir, al götür kardeşim" dememle yüzüme baktı; "Senindir, senindir.<br />

Sen gelmeden sordum, sual ettim. Nerede olduğunu öğrenemedim. Benim hayrıma, senin<br />

de yararına hizmet etmek üzere, o parana bir koyun satın aldım. 5-10 sene zarfında bu kadar<br />

oldu" dedim. O adam gayet sevinerek, sürülerini çekti. Dua ederek çekip gitti, benim bu<br />

yaptığım ve onun duası, bereketi ile bizim imdadımıza sen yetiş" diyerek canı gönülden<br />

yüreğinin başı sızlayarak dua ve yakarışta bulunduğunda; birincinin duasında kaya bir miktar<br />

hareket etti, bir ışıklık yer açılmıştı. Bu ikincinin duasıyla daha çok açıldı. Üçüncü arkadaşları<br />

da; "Ya Rabbi! Komşularımdan bir güzel kadın var idi, buna gönlüm düştü, peşinde çok<br />

gezdim. Bir yolunu bulup ona yaklaşamadım. Bir sene kıtlık oldu.<br />

Bu kadın; "çoluk-çocuklarımla kaç gündür aç-susuz kaldık. Çocuklarımın sadece bir<br />

nefesleri girip çıkıyor, cesetleri mezar çukuruna, ruhları cebbar olan Allah'ın (c.c.) semtine<br />

yaklaştı. Bize bir çuval buğday veriniz" diye acıklı durumunu açınca, fırsattan istifade ile beni<br />

kendisine kavuşma haremine alıp güzelliğinin perdesini benim için açarsa bir çuval buğday<br />

veririm, dedim. Fakirlik ve düşkünlük kazması ile bağrı ezilmiş olan çaresiz kadın; "benim<br />

bana hükmüm geçer. Ben emanetim, emanetin sahibi de kocamdır, ona gelince, o da hasta<br />

yatıyor. Gidip danışayım, malın sahibi izin verirse" dedi ve gitti. Kocasına durumu söyledi.<br />

Kocası ise ecelin pençesiyle uğraşıyor; "ben ölüyorum git, senin iraden elindedir" diyerek,<br />

kadına mecburiyetten izin vermiş gibi oldu. Kadın bana geldi. İffet örtüsü gayr-i meşru<br />

zaruret elbisesi ile yer değiştirmekle, mecburiyetten razı oldu. Belinden tutup bir odaya<br />

götürdüm. El uzatacağım vakit, gönlünden Cenâb-ı Allah'ın (c.c.) Rabbani korkusu sel gibi<br />

taşan iffet ehli, namuslu kadının vücudunu bir titreme aldı. Şiddetle titremeye başlayınca,<br />

"ne için korkuyorsun, burada kimse yoktur" dedim. O ise şöyle dedi: "Ben Allah'ı (c.c.)<br />

zikredenlerdenim. Yüce Allah (c.c.) Alimdir, her şeyi bilir. Biz O'nu görmüyoruz, ama O bizi<br />

görüyor. Onun için bana bir korku geldi" demesi üzerine "Ya sen kadınlığınla bunu biliyorsun<br />

da, ben erkek olduğum halde bilmeyeyim! Eyvah! Bana yazıklar olsun! Haydi git, bundan<br />

sonra benim anam bacım ol" dedim ve iki çuval buğday verip senin lütuf ve keremin ve<br />

imdat ve yardımınla kadının yakasından el çekip; o eşsiz güzellikteki kadıncağızı, nefsanî<br />

arzularını şehvetlerime sabredip, cömertlik göstererek salıverdim, evine gönderdim. İşte<br />

başka iyi bir işim aklıma gelmiyor. Eğer bu hareketim senin nazarında makbuliyet kazanmış


www.sohbetican.com<br />

ise, onun hürmetine bize yol aç, bir kapı aç; çıkalım." Bu duayı takiben derhal kaya kalkar,<br />

kapı tamamen açılır. İşte şehvette cömertlik göstermek de budur.<br />

Şehvetini kıran, namusunu bozmamak hususunda cömertlik gösteren, nefsanî<br />

arzularını kıran kimseler, sehavet ve kemal ehlidirler. Irza düşmanlık etmek fırsatı eline<br />

geçmiş iken şehvetine hakim olmakta cömert ol! Şehvetlerini kırabilenler as-hab-i kiram gibi<br />

böyle nimetlere kavuşurlar ve şehvetlerine uyanlar da musibetlere uğrarlar. Sözün kısası,<br />

"Allah" diyen cömert ve tevekkül sahibi olur. Cömertlik hususunda o kadar özen gösteriniz<br />

ki; yemek yerken dahi yanınızda bir it, bir kedi olsa önce onlara bir şey verip sonra siz<br />

yiyiniz.<br />

Resulullah Efendimiz (s.a.v.) cömertlik için şunu da buyurmuşlardır: "Bir kişinin yemeği<br />

iki kişiye, iki kişinin yemeği dört kişiye, dört kişinin yemeği de sekiz kişiye yeterlidir." Çok<br />

yemek yiyip de karnını boşuna şişireceğine, kararında yemek ye de karnın şişmesin. Bu tarz<br />

cimrilik gibi, tarikata zarar veren hiçbir şey yoktur. Cömertlik insanın kalbini nurlandırır,<br />

aydınlatır ve ihlâs ve tevekkül ve teslimiyet nurlarıyla aydınlık kılar. Yüce Allah (c.c), zekât ve<br />

fitre vermemizi emretmiş ki; cömertliğin şerefi büyük olduğu için, kulları zekâtı ve fitreyi<br />

versinler ki, o büyük şerefe mahzar olsunlar. Yemin kefareti, zihar kefareti, oruç kefareti gibi<br />

malî kefaretlerin hepsi de cimriliğin tedavisi içindir. Bir kişi yalan yere yemin etmişse, bunun<br />

kefareti (cezası), on adamın karnını doyurmaktır. Şayet yalan yere yemin etmiş isen, on<br />

kişinin kamını doyur. Zihar kefareti ise şudur: Bir kişinin annesinin herhangi bir uzvuna kendi<br />

eşini benzetmesidir.<br />

Bir kimse hanımına elin anamın eline veya yüzün onun yüzüne, gözlerin-kaşların onun<br />

gözlerine-kaşlarına benziyor derse, bunun nikâhı şüpheye, tehlikeye düşer. Şayet bilerek<br />

veya bilmeyerek böyle bir benzetmede bulunup nikâhta şüphe meydana gelmişse, on<br />

adamın karnını doyur! Yemek yedirmek; orucun, namazın, dinin, imanın, her şeyin<br />

kefaretidir. İslâmiyet'te Mevlid-i Şerif okutmak yoktur, bidattir, yani Hazreti Muhammed<br />

(s.a.v)'den sonra ortaya çıkmıştır. Ama İslâmiyet'te (Şeriatta), Peygamberimize Salavat-i<br />

Şerife okumak vardır. İslâmiyet, Salavat-ı Şerife okumaktır. Bu sebepten Mevlid okuyup<br />

okutmayı âdet etmişler ki, bu yolla Peygamberimize (s.a.v.) salavat okusunlar; İslâm'ın bir<br />

emrini yerine getirsinler. Ayrıca yemek yedirerek cömertlik mertebesine ersinler. İşte mevlit<br />

okutmaktan maksatları budur.<br />

Birkaç Müslüman bir yere toplansalar hayırlı bir iş yapmaları, yani Müslüman<br />

kardeşlerine bir şeyler yedirmeleri lâzım gelir. Bu ise günahlarına, türlü eksikliklerine kefaret<br />

olur, (yani günahlardan arınma sebebi olur). Cömertlik çok makbul bir şeydir. İşte Salavat-ı<br />

Şerife getirmek, bir de yemek yedirmek için Mevlîd okumuş ve okutmuşlardır.<br />

Hazreti Resulullah (s.a.v.) Efendimiz, <strong>Hz</strong>. Ebu Bekir Sıddık (r.a.) Efendimize;<br />

Müslümanlara yemek yedirmek ve fakir ve zayıfları doyurmak için Medine'deki hurma<br />

bahçelerini (vakfetmesini) emir buyurmuşlardır. Şimdiki insanlar kapılarını bağlamışlardır,<br />

onlara bakma.


Yürek Yakıcı Bir Hikâye<br />

www.sohbetican.com<br />

Fakir birisi gelip evin birinden ekmek istedi. Bir kız çocuğu getirip o fakire bir ekmek<br />

verdi. Fakir adam, elinde bir ekmekle gelirken, o evin erkeği kendisine rastgeldi. Evin erkeği<br />

çok cimri bir adamdı; "acaba, bizim evden mi verdiler?" diye düşünerek, fakire "bu ekmeği<br />

sana nereden verdiler?" diye sordu."Gel, sana ekmek veren evi göstereyim" dedi. Baktı kendi<br />

evidir, içeri girdi, kızma "kızım fukaraya ekmeği sen mi verdin, hangi elinle verdin" dedi.<br />

Çocuk, "sağ elimle verdim" dedi. Tuttu kızın o elini bileğinden kesti. Kızın gelinlik<br />

zamanı yaklaşmıştı, kesik elini gizleyip kimseye göstermediler. Kız gelin oldu, gerdek gecesi<br />

güveyi (damat) ile gelin birlikte yemek yemeleri; yani kızın erkeğiyle o gece yemek yemesi<br />

Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sünnetlerinden olduğundan, düğün gecesi gerdeğe<br />

girmeden önce önlerine yemek koydular. Kız sol eliyle uzandı. Erkeği, "sağ elin ile al" dedi.<br />

Kız yine sol elini uzattı. Kocası, "sana ben sağ elini uzat demiyor muyum?" dedi. Bîçare kız<br />

şaşırdı ve neye uğradığını bilemedi. Kocası bir taraftan hiddet ediyor, kız ise yemeğe<br />

uzanmaya korkuyordu. Bu duruma oldukça sıkıldı, üzüldü. "Muhakkak ki, Allah (c.c.)<br />

mahzun olan kalpleri sever" sırrı ortaya çıkıp, kızın o anda kalbine ilham olundu ki, (baban<br />

cimridir, ben cömertim, uzat elini) diye şereflendiği bu ilâhî ilhama tam itimat ederek kız sağ<br />

elini uzattı. Eli yerine gelmiş olarak lokmayı aldı. (Bu kızın, bu ilâhî ilhama tam bir boyun<br />

eğme ve teslimiyetle yemeğe, yok olan elinin varolacağına, eksiksiz kanaat hasıl ederek, sağ<br />

elini uzatması meselesi için Cenâb-i Allah'ın (c.c.) Rabbani ilhamlarına bu ne denli bir<br />

inanmaktır, yani nasıl bir inançtır dediğinde, <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin halifelerinden olan<br />

Keleriç Köylü halifesi Beşir Efendi (k.s.)'nin "Yüce Allah (c.c.) Hazretleri bir adama ilhamda<br />

bulunursa, o kişi de bu ilhama inanırsa, o ilham edilen şey meydana gelir" diye<br />

buyurduklarından; ben de teberruk için kısma bu hikâyeyi aldım. Kocası, "sebebi neydi ki,<br />

ben razı olmadığım halde birkaç kez sol elini uzattın. Şimdi de sağ elini uzattın" dediğinde<br />

kız, müsaade et başıma geleni anlatayım dedi ve bütün her şeyi olduğu gibi anlattı. Ve<br />

nihayet kalbine ilham olarak inanıp sağ elini çıkardığını açıklayınca, kocası, "Yüce Allah'a<br />

(c.c.) şükürler olsun, sana da bana da birer iltifatta bulundu" dedi. Daha sonra akrabalar<br />

davet edildi, gelin el bağlayarak ayakta durdu. Anasının, babasının hizmetini bekledi. Baktı<br />

ki, babası sol eliyle yemek yiyor, "Baba, sağ eline ne oldu ki, sol elinle yemek yiyorsun?"<br />

dedi. Babası da; "kızım, birdenbire elim kayıp oldu" dediğinde kız hissetti ki, Yüce Allah (c.c.)<br />

babasının elini kendisine vermiş. "Elini görsen tanır mısın?" dedi. "Tanırım, parmağının<br />

birinin ucunda bir siyahlık var" dedi. Demesiyle kız baktı ki, kendisindeki el babasının elidir.<br />

Fakirler (Allah (c.c.) rızası için) dedi, istedi. (Allah (c.c.}rızası için) demek ne büyük<br />

sözdür, onun rızasına çalışana isabet edecek olan ilâhî nimetlerin ne derecede olacağını bu<br />

hikâyeden anlamak gerekir. Madem Allah (c.c.) var gam yok. Hazineler de (Allah (c.c.)<br />

diyenin olur. Derviş olan rızaya çalışır. Dervişler Allah (c.c.) der, derviş olan cömert olur,<br />

ikramkâr olur, evet dervişler ikram sahibi olur ya!<br />

Dervişler hak ile söyleşirler; dervişler kilim giyinir; dünyaya arzuları olmaz. Dervişler<br />

yumuşak huylu olurlar. Madem ki Allah'ı (c.c.) çağırıyorsunuz, sonunu düşünmeyin. Sonunu<br />

Allah (c.c.) düşünsün. Sonunu o düşünmüş, yapmış, daha senin orada sarhoş gibi takılman<br />

boşunadır. Sen ne kadar dünyanın peşine düşsen, dünya o kadar uzağa düşer. Sen ondan<br />

kaçtıkça o sana yaklaşır.<br />

Bu da şu hadis-i şerifle sabittir:<br />

"Dünya, kendisini isteyenlerden kaçar, kendisinden kaçanları ise ister. Öyle ise daha<br />

niçin yorulmalıdır? Daha niçin rızık konusunda gam çekmelidir? Rızık ne ise, ne kadar<br />

çabalasan o kadar yiyebilirsin. Nasibin ne ise odur. Kulların tarafın yüz çevirip onlardan bir


www.sohbetican.com<br />

şey istemem gerekmez. Rızık meydanda kesin imana sahip olanlar Yüce Allah'tan (c.c.) dahi<br />

bir şey istemeye utanırlar, haya ederler.<br />

HİKAYE:<br />

Hazret-i Musa (Allah'ın (c.c.) salatı, Peygamberimize ve ona olsun) Efendimizden,<br />

inanmayanlar mucize istediler. O da çamurdan bir adam yaptı. "Ya Rabbi, benden mucize<br />

istiyorlar bunun canını sen ver" dedi. İnanmayanların gözü önünde Yüce Allah (c.c.) o kalıba<br />

can verdi. O canlı "Ya Musa, karnım aç" dedi. Hazret-i Musa ona yiyecek getirmeye gitti.<br />

Döndüğünde baktı ki vefat etmiş. Cenâb-ı Allah (c.c.) buyurdu ki; "Ya Musa! Kimin rızkını<br />

kime yedireceksin, ben onu senin hatırın için yarattım, ezelden yaratmadım. Ezelden<br />

yaratmadım ki rızkı olsun" sözün kısası, bu bölümden sen bir gonca derle rızık yanar, kaynar;<br />

daha durmaz.<br />

Nakşibendîlerin bu Hatm-i Hace'lerinin ne demek olduğunu size anlatayım: Bir gün<br />

Hazret-i Resulullah (s.a.v.) Efendimiz Mescid-i Saadetlerinde baktılar ki, bir grup cemaat<br />

halka olmuşlar (daire şeklinde oturmuşlar), taş dağıtıp İhlâs-i Şerif duası okuyorlar.<br />

Resulullah Efendimiz şöyle buyurmuş: "Ne güzel halka, keşke ümmetine de sünnet olsaydı!"<br />

(Yazarın notu: Hazreti Resulullah (s.a.v.) böyle "keşke, nolaydı" mübarek tabirleriyle<br />

buyurdukları ne kadar şey varsa onların hepsi de peygamber sünnetlerinin en kuvvetlileri ve<br />

en sağlamlarıdır ki; bunları yerine getirmek her insanın kârı değildir. Meselâ.<br />

Hazreti Resulullah (s.a.v.) Efendimizin, Yasin-i Şerif suresinin yüksek kıymeti, meziyeti<br />

ve faziletini açıklamak maksadıyla, ümmetimin hepsinin kalbinde Yasin-i Şerifi dinlemek<br />

suretiyle büyük bir şerefe mahzar olurlar. Nakşibendîler'in arzuları Gaffar (çok bağışlayıcı<br />

olan) Allah (c.c.) elinde şehit olmaktır. Her gece Yasin-i Şerif okumayı âdet edinenlerin de,<br />

mertebelerin en yücesi olan şehit mertebesine ulaşacakları HADİS-İ ŞERİF'le sabittir.<br />

Resulullah (s.a.v.) Efendimiz, her gece Yasin-i Şerif okumuşlardır. Gece deyince güneşin<br />

batmasından itibaren tekrar doğmasına kadar geçen zaman kastedilir. Sabah namazı vakti<br />

de geceden sayılmaktadır. Onun için Nakşibendî de herkes bu şerefe ulaşsın diye sabah<br />

namazlarından sonra okumayı seçmişlerdir.<br />

Nakşibendî Tarikatının bir esası da Esma-i Hüsna'yı (Cenâb-i Allah'ın (c.c.) güzel<br />

isimlerini) okumaktır. Nakşibendîlerin Hatm-i Hace'lerinde Cenâb-ı Allah'ın (c.c.) bin bir<br />

güzel isimlerine karşılık bin bir İhlâs-ı Şerif suresi okunur.<br />

Tarikat, kötülenmiş olan ahlâkı (huylan) gidermeye çalışmaktır. Yetmiş dokuz<br />

kötülenmiş huylar mukabilinde Nakşibendiler'in Hatm-i Hacelerinde de yetmiş dokuz defa<br />

İnşirah Suresi okunur. Çünkü "Elemneşrah" suresinin okunması kötü huyların ilâcı ve<br />

tedavisidir.<br />

Tarik , Hazreti Peygember'in (s.a.v.) şefaatini celb etmektir. Buna mukabil olarak da<br />

Nakşibendîler'in Hatm-i Hacelerinin başlangıç ve sonlarında yüzer saiavat-i şerife okunur.<br />

Tarik, faniliğin şuurunda olmaktır. "Yer üzerinde bulunan her canlı fanidir, yok<br />

olacaktır. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbi'nin zâtı bakî kalacaktır (Rahman Suresi, âyet<br />

26-27). Bu âyet-i kerimenin sırrını açığı çıkarmaya karşılık olarak, Nakşibendîler'in Hatm-i<br />

Hacelerinde Rabıta vardır. Şöyle ki Rabıta yapan şeyhinde; fani olur, yani şeyhin varlığında<br />

yok olur. Bu fenayı (fâniliği) bulan da Rabbi'nin vechinden başka daha bir şey göremez. Fena<br />

mertebesine eren sâlike (tarikatta giden kişiye) her şey fani ve Cenâb-ı Allah'ın (c.c.) Zâtı<br />

bakîdir. Tarik tövbedir, buna mukabil Nakşibendiler'i Hatm-i Hacelerinde başlangıçta 25<br />

istiğfar bulunur.<br />

Tarik muhabbettir (sevgidir). Buna mukabil Nakşibendîler'in Hatm-i Hacelerinde<br />

Hatm-i Hacegân duası okunmakla, evliyaların yüce isimleri anılır. "Allah'ın (c.c.) veli kullarını


www.sohbetican.com<br />

anmak Allah'ın (c.c.) rahmeti ile ananların üzerine inmesidir." Hadis-i Şerif gereğince,<br />

velilerin anıldıkları ve sohbetleri yapılan yerlere rahmet iner. Bu rahmet ise bir muhabbet<br />

(sevgi) rüzgârı olur. Hatm-i Hace arasında gözünüzü yumun! Açarsanız ilâhî feyizlerden<br />

mahrum kalırsınız. Halkayı aralıklı boş bırakın "estağfirullah deyip parmağınızla sayınız ki,<br />

fazla ve eksik olmasın. Sonra râbıta-i şerif denilen, her birinize rabıta öğretilmiş olduğu<br />

üzere rabıta ediniz.<br />

Bunda kişi kendini nur içinde tasavvur ettiğinden bir huzur bulmak faydası vardır. Bir<br />

de şeyhinin yüzünü hayalinde canlandırmak suretiyle rabıtanın da faydası vardır. Rabıta<br />

ettiğiniz esnada taş dağıtılır. Hatm-i Haceyi okutan zat tarafından her ilân ve ihtar ediliyorsa<br />

avucundaki taştan fazla ve eksik okumamaya dikkat et! (kendi kendine bildiğin gibi<br />

okuduktan sonra taş dağıtmanın hikmeti nerede kaldı)<br />

Bütün halkaya taş dağıtılıp bittikten sonra Hatın-i Hace okutanın sağından başlayarak<br />

yedi kişiye birer taş daha verilir. Fatiha bitince dağıtıcı gelir, o yedi kişiye birer fatiha taşlarını<br />

ellerinden alır. Sonra "salavat-ı şerife" denir. Herkes avucundaki taş ne kadarsa, o kadar<br />

salavat-ı şerife okur. Sonra "Elem neşrah leke" sure-i şerifi denir, avucundaki taş kadar<br />

okursun. Sonra her İhlâs-ı Şerif ilân edildiğinde avucundaki taş kadar okursun. Zira halkaya<br />

dağıtılan taşın toplamı yüz adettir. Hatm-i Haceyi okuyanın önünde de ayrıca on adet taş<br />

vardır. Her îhlâs-ı Şerif dendiğinde o an taşlardan bir tane alır, öte yana kor. On taş<br />

tamamlandığında hatmeye okutturduğu İhlâs-ı Şerifin sayısı da bin olur. Sol tarafa yedi<br />

Fatiha taşı verilirken, bu defa Fatihayı kendi okumaz. İhlâs-ı Şerifin bin bir adet olması için<br />

bir defa sadece bir İhlâs-i Şerif okur.<br />

Sonrakiler de yedi Fatiha okurlar. Sonra "salavatı şerife" denildiğinde, herkes<br />

avucundaki taş ne kadar ise o miktarda salavatı şerife okurlar. Sonra dua yapılır. Dua<br />

esnasında her velinin mübarek ismi anıldığında "Şeyhim bu velilerin her birinden tazeden<br />

tazeye bir nur alıp benim kalbime atıyor" diye tasavvur ederek öyle bir bekleyiş içinde<br />

olmalıdır. Dua son bulunca Kur'an'dan kısa bir aşr-ı şerif okunur. Aşr-i şerif uzamamalıdır. Pir<br />

Tagi (Tahi) (k.s.) (Allah (c.c.) Onun aziz sırrını yüceltsin) Efendimiz Hazretleri çoğunlukla aşr-ı<br />

şerifte (vel Asr) Suresini okurlardı. Ya bu sureyi, ya Elem Neşrah suresinin veya iki-üç âyet aşı<br />

okunmalıdır.<br />

Hatm-i Hacenin başlangıcından sonuna kadar okunulan şeylerin hepsi aşr-ı şeriftir.<br />

Bunun için ayrıca bu aşr-ı şerifi de uzatmaya gerek yoktur. Hatm-i Haceye sevap maksadı ile<br />

gelmemeli; böyle gelen yorulur. Bu, tarikatın amelidir. Tarikatın ameli ise terk edilmez,<br />

diyerek gelmelidir. Sevap ise onun içindedir. Şeyhlerden biri (k.s.) "Cenneti istemek gerçi<br />

Allah (c.c.) ehline haramdır. Ancak Cenâb-i Allah (c.c)'ın cemâlini görmenin yeri Cennettir.<br />

Ben de onun için Cenneti isterim" buyurmuştur.<br />

Allah (c.c)'ın cemâli Cennet'ten müşahede edilir. Efendinin rızasını kazanıp elde<br />

etmeye bak. Rızasını kazanmadan onun malından, mülkünden eline bir şey geçmiş olsa,<br />

faydası ne? Ama rızasını kazanırsan varını-yoğunu sana verir. Kimsenin kalbini kırma.<br />

Herkese merhametle muamele etmeye kendini alıştır ki, onların içinde mutlaka veliler de<br />

bulunur; sen o velilerin nazarına dokunursun."NAZAR-I EVLİYA KİMYAEST."<br />

Yani, velilerin nazarı kimyadır, tiryaktır. Yok eğer onu-bıınu yabancılayıp dışlayarak<br />

incitmeyi huy ve tabiat edinirsen, bir gün olur ki bir veliyyullahın da şüphesiz kalbine<br />

dokunursun. Bir velinin kalbine dokunup onu üzmek hareketi senden sadır olduğu gibi;<br />

(onlar korunmuş insanlardır, mahzun olmazlar; olurlarsa ancak kırılmış kalplerin<br />

sahiplerinden bulundukları için mahzun olurlar ki, Yüce Allah (c.c): "Ben kırılan kalplerle<br />

beraberim" buyurmuştur); derhal perişan olursun. Velilerin pençesi, yere çakılı duran bir<br />

kamadır (kılıçtır); onun üzerine varıp kendini atma.


www.sohbetican.com<br />

Hatm-i Haceye oturduğunuzda halkaya fincanın ağzı gibi değirmi oturmaya dikkat<br />

edip, hatme esnasında bir mazeret ortaya çıkmasıyla kalkıp gitmek icap ederse, elinde<br />

bulunan taşı yanındakinin avucuna bırakıp gitmelidir.


SOHBETLER (2)1912<br />

www.sohbetican.com<br />

<strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; Bu tarik ( yol = tarikat), ahlâk yoludur. Pir<br />

Tahi (k.s.) I lazretleri buyurdular ki: Bizim yolumuz (tarikatımız) İŞAR ve INSİBAG'dır, (yani<br />

kardeşini ihtiyaç ve menfaatte nefsine tercih etmek ve birbirinin boyasıyla boyanmak, güzel<br />

ahlâkını almaktır ) İşarda insibağ ve insibağda işar vardır. İsar'ın lügat manası seçmek<br />

demektir. Yüce Nakşibendî tarikatında işar şu demektir: Kardeşlerinin yolunda o derece<br />

fedakâr ola; o kadar ikram sahibi ola ki; hatta kardeşinin uğrunda canını dahi esirgemeye.<br />

Kendi nefsinden ziyade kardeşlerine nimet sunar ve iltifat eder. Her cihetten<br />

kardeşlerini kendisinden öne çıkara. <strong>Hz</strong>. Resulullah (s.a.v.) Efendimiz bir gün "Ensar'dan iki<br />

eşi (hanımı) olan, bunlardan birisini boşasın, muhacirlerden bir kardeşine versin" diye emren<br />

buyurmalarıyla; iki evli olanlar bir hanımını boşadı ve muhacir (Mekke'den Medine'ye hicret<br />

eden ) kardeşlerinden biriyle nikahladı. <strong>Hz</strong>. İsmail (Allah'ın (c.c.) salatı ve selâmı<br />

Peygamberimize ve ona olsun) Efendimiz, kendisini kurban etmek hususunda can derdine<br />

düşmedi. "Canım Allah'a (c.c.) kurban olsun" deyip bıçağın altına yattı. Babasına "Allah'ın<br />

(c.c.) izniyle, beni sabredenlerden bulacaksın" dedi. Muhabbet yolunda canını, evlât ve<br />

iyalini, malını-emlâkını eda etmeye muktedir olmaya İŞAR denir. İNSİBAĞ'in lügat manası<br />

da bir şeyin boyasıyla boyanmaktır. Mürid olan, önce şeyhinin boyasına; sonra Yüce Allah<br />

(c.c.)'nin boyasına boyanınalıdır. O boya ile boyanırsa, asla zail olup silinmez<br />

Döner-dolaşır; nereye gitse onu boyasından tanırlar. Tarikatta suluk eden kimse<br />

(SALİK) böylece boyandıkça, her şey de fani olup; "Dünya üzerindeki her şey fanidir. Ancak<br />

azamet ve ikram sahibi olan Allah'ın (c.c.) Zâtı bakîdir, kalıcıdır" mealindeki âyet-i kerimenin<br />

sırrı kendinde ortaya çıkarak her şey fani, sadece Allah (c.c)'in Zâtı bakî (ebedî) kalır. Çünkü<br />

insan kimi çok sever, muhabbet ederse; neyi görse o sevdiğini görür. Ama bu öylesine bir<br />

sevmek değil, âşığı olduğunu İsmail (A.S) gibi, Mecnun gibi sevmelidir.<br />

Muhabbet ve aşk nefsin arzusunu yaktı; Mecnun'a Leyla'yı güzel gösterdi. Yoksa Leyla,<br />

siyah ve çirkin bir Arap kızı idi. Mecnun'a, "Mecnun, sen büyük bir âlimsin, bu somurtkan<br />

görünüşlü kıza neden bu kadar yanıp yakıldın?" dediklerinde: "Leyla'ya siz Mecnun gözüyle<br />

bakın" dedi. Muhabbet ve aşk bir adamın içinde olursa MUVAHHİD olur. Muvahhid'in de aslı<br />

budur: Nereye baksa Bir'i görür; dağı-taşı görür, Leyla'yı görür. Bunu, başından geçen kişi<br />

anlar; başından geçmeyen anlayamaz. Kör olan kişi, renklerin tarifinden ne anlayacak ki?<br />

Kalp her neye çok sevgi beslerse, göz onu görür. Haddizatında göz-kulak, duvar deliği<br />

gibidir. Zannetme ki o kulak duyar-işitir: kalp işitir, sonra kulak duyar.<br />

Başlangıçta kalp gözü görür, sonra göz görür. Kalp hisseder; sonra el hisseder. Kalp<br />

gider; sonra ayak gider. Bu husus, muhabbetin acayip sırlarındandır. Bu muhabbetin sahibi,<br />

eşyadan daha başka bir ses, başka bir şada işitir. Başlangıçta gönül gözünün gördüğü<br />

gerçeği; daha sonra ise baştaki gözlerimizin gördüğünü; bir mecliste oturan bir adamın,<br />

oraya gelip gidenlerden ve cereyan eden sözlerden (bazen) asla haberdar olmadığıyla açıkça<br />

ortaya çıkar. Eğer o kişinin kalbi uyanık olsaydı, o meclisteki halleri kafadaki göz ve kulakla<br />

görür ve işitirdi. Demek ki kalbi dışarıdaki bir şey ile meşgul olduğundan, baştaki azaları<br />

hükümden düşerek duvar deliğinden farkları kalmamıştır.<br />

İnsanda bu sır var ise, çan sesi o muhabbet sahiplerine "Allah! Allah!" diyor, bunu nasıl<br />

"Kiliseye gel" diye anlıyorlar? diye düşünür. <strong>Hz</strong>. Ali (RadiyAllahu anhu ve kerremellahu<br />

vechehu) Efendimiz, musiki "Canım, canım; Pir Tagi (Tahi) (k.s.) Sultanım" diyor. Herkes,<br />

kendi kulağından dinler. (Yazarın notu: Mevlânâ Sâmî Erzincanî (k.s.) Efendimiz<br />

Hazretleri'nin bu "musiki" sözlerinden dolayı "musiki dinlemek haramdır, buyuruyorlar da,<br />

daha musikiden öyle işittimdi demeleri ne hikmettir?" denilirse; kendilerininki musikiyi kabul<br />

ederek dinlemek değil, tesadüfen işitip anlamaktır. Bülbülün sedası âşıklara hoştur, âşık


www.sohbetican.com<br />

olmayan için sadece "civ-civ" eder. İki adam, bir elinin ateşte (yangında) yandığını görür. Biri<br />

"Eyvah yandı!" der; diğeri ise "Ah keşke ben de maşuk yolunda böyle yansam; bunun gibi<br />

can versem!" der. Herkes bir sadayı kendi kulağından işitir, kendi gözünden görür.<br />

HİKAYE:<br />

Bir tüccar Hindistan'a tüccarlık için gidiyormuş. Evinden çıkacağı sırada çocuklardan<br />

her biri "bana bunu al-şunu al" diyerek birer şey ısmarladılar. Bir papağanı vardı ki, bunları<br />

kafesinden seyredip dinlerdi. Papağan başını kaldırdı, "Efendi, efendi! Hindistan'a vardığında<br />

ağaçların başında papağanlar vardır. Benden de onlara selâm söyle. Benim de siparişim<br />

budur, unutma ha!" dedi. Tüccar çıktı, gitti; döndü-dolaştı. Herkesin siparişlerini aldı.<br />

Gelirken ağaçların başında papağanları görünce aklına geldi ve "Ey papağanlar, benim<br />

papağan size selâm söyledi" deyince, kuşların hepsi de aşağı döküldü; öldüler. Tüccar<br />

"Eyvah! Ben ne ettim. Keşke bu selâmı bunlara söylemeseydim. Bu kuşlar da ölmeseler idi"<br />

dedi. Yoluna devam edip evine döndüğünde, herkesin siparişlerini verirken, papağanı da<br />

'"Benim selâmımı ilettin mi?" dedi. Tüccar "Keşke senin o selamını söylemeseydim. Çünkü<br />

selâmını işitir işitmez hepsi de ağaçtan düştüler, öldüler" deyince, papağanı ağzını yumup,<br />

sesi burnundan gelerek "Ah" dedi; devrildi, kafesin içine cansız serildi, düştü. Tüccar kafesi<br />

açıp kuşu aldı; o yana çevirdi, bu yana çevirdi, bacağından çekti... Baktı ki fayda yoktur.<br />

Papağanı tuttu, çöplüğe attı. Birkaç dakika sonra papağan sıyrıldı, uçtu ve duvara kondu.<br />

Tüccar hayret içinde bakıp dururken kuş "Efendi, efendi! Bunca yıldır ekmeğini,<br />

nimetini yedim, artık gideceğim. Fakat bu işin sırrını sana arz edeyim. Ağacın başındaki<br />

papağanlar ne diye sana işaret verdiler, ama sen anlamadın. Sen onlara selâmımı söyleyince<br />

anladılar ki ben esirim, bana insanoğlunun kafesinden kurtulmadıkça, kurtuluşun yok<br />

demişler ve kıyamete kadar bu esirliği çekesin, diye işaret etmişler" dedi ve "Allah'a (c.c.)<br />

ısmarladık" deyip uçtu; çıktı-gitti. Papağanın kulağı böyle, tüccarın kulağı da öyle anlamıştı.<br />

Sakın sanma ki insansın; insan değilsin. Adam olduğunu sanma, bu sırra vakıf<br />

olmadan hayvansın. "Onlar hayvanlar gibidir, belki hayvanlardan da daha sapık, yollarını<br />

şaşırmışlardır. İşte onlar gafillerin ta kendileridir" (âyet meali).<br />

Eğer sende o kalp, o göz, o kulak yok ise; ilâhî sırlardan gâfıl isen; hayvanlar gibi, belki<br />

de hayvanlardan da daha alçaksın. Pir Tagi (Tahi) (k.s.) Hazretleri "Tarikatımız (yolumuz) işar<br />

ve insibağ yoludur. Herkesten kendini alçak tut" buyururlardı.<br />

Bir adam tarikatı çok büyük bildiğinden kendinde bir liyakat göremeyip, "tarikata<br />

girmeye lâyık değilim" der, tarikata gelip dahil olamaz imiş. Bunu Şah-ı Nakşibend (k.s.)<br />

Efendimiz Hazretlerine haber verirler. Şah-ı Nakşibend, bu kişiye gelsin der. Onun elinden<br />

tutar, götürür. Mübarek evlerinin üst basamak eşiğine gelince orada duran bir köpeği<br />

gösterip, "Bu köpek benim arkadaşımdır, onunla sohbet ederim. Otururum; bununla<br />

otururum. Kalkarım; bununla kalkarım. Söyleşirim; bununla söyleşirim" diye ferman<br />

buyurmalarıyla, o adam der ki; "Ben kendimi hayvan gibi gördüm. Madem ki bu bir köpek<br />

iken sohbet arkadaşındır, ben de sohbetine katılırım. Lütfen beni de, kavuşma (vuslat)<br />

nakşının gülsen yoluna kabul buyur" diyerek, bin minnettarlıkla mübarek eteklerini öpüp<br />

tarikata girdi.<br />

Bu tarik (yol), muhabbet yoludur, muhabbeten Mevlâ'ya yol gider. Muhabbet her<br />

korkunç-dehşetli yerden insanı, göz kamaştırıcı şimşek gibi uçurur. Muhabbet safi nurdur;<br />

garaz ve menfaat ateşini söndürür, mahveder. Muhabbet ehli, yârinin peşinde dolaşır; ne<br />

için gelip gittiğini bilmez. Kişi Hatme'ye, teveccühe, sohbete gidip gelmeli ama bunlardan<br />

bir maksat ve menfaat beklememelidir. Sırf muhabbet sebebi ile gidip gelmelidir. Ne için


www.sohbetican.com<br />

gidip geldiğini de anlayamamalıdır. "Ben gidip geliyorum ama yine sevap (kazanmak) aklıma<br />

geliyor" dersen, o zaman kendini teraziye çek. Bak ki; "Şeyhimin emridir, tarikatımın<br />

amelidir" diye mi, yoksa sevap kazanmak kastiyle mi gelmektesin?<br />

Bu da sununla tecrübe edildiğinde hangisi olduğu ortaya çıkar. Meselâ tarikatın<br />

amellerinden olan Hatm-i Hace veya "Hatme-i Hace" ve teveccüh ve sabah namazından<br />

sonra Yasin-i Şerif ve yatsı namazından sonra Tebareke Suresini okumak veya evvabin<br />

namazı kılmak, ikindi namazından sonra Amme Suresi okumak, teheccüt namazı kılmak,<br />

misvak kullanmak, beş vakit namazdan sonra onar adet Kelime-i Tevhid okumak... gibi<br />

Nakşibendîler'in devamlı yerine getirdikleri şeylerden birini terk etmeyi şeyhi emretmişse;<br />

eğer o emri yerine getirmeyi o hayırlı eli ifa etmekten daha yüce tutarsa ve cidden böyle<br />

bilirse; maksadının SEVAP kazanmak olmayıp RIZA olduğunu tahakkuk eder.<br />

Muhabbetten insan belâ ve musibeti ne duyar, ne işitir. <strong>Hz</strong>. İbrahim "Allah'ın (c.c.)<br />

salatı Peygamberimize ve kendisine olsun" Efendimize, Nemrud'un ateşinin etkilemediği<br />

gibi ineğinin sütünden artırıp muhabbet şevki ile getiren kadına Nuh Tufanının etki<br />

edemediği gibi. Bu tarik (yol), hem muhabbet yolu, hem de tevazu ve meskenet yoludur.<br />

Tevazu sahibi olmayan muhabbetsiz olur. Eline bir kazanç geçmemesi,<br />

muhabbetsizliktendir. Öyle ise o kadar tevazu et ve kendini itten aşağı tut ki, Cenâb-i<br />

Allah'ın (c.c.) "Şüphesiz Biz, Ademoğlunu yücelttik" mealindeki ulu âyeti senin üzerine de<br />

okunmuş olsun. Eğer kendini itten üstün tutup ondan iyi bilirsen; mükerrem "yüceltilmiş,<br />

değerli" değilsin ve köpekten de aşağısın. "Kim tevazu sahibi olursa, Allah (c.c.) onu yüceltir.<br />

Kim de gururlu olursa; Allah onu alçaltır" manasındaki hadis-i şerifle sabit olur ki, "Biz,<br />

ademoğlunu yücelttik" mealindeki âyet-i kerimenin kapsamına tevazu ehli olanlar ve alçak<br />

gönüller dahil olur.<br />

Ululanıp, gururlananlar dahil olmaz. Kibriyalık, yüce büyük Yaratıcı "Hâlık Teâlâ"<br />

Hazretlerinin sıfatı olup, büyüklük O'na mahsustur. Sen bir damla meniden yaratılmışsın.<br />

Neyine büyüklenip, gururlanıyorsun? Başın ağrısa ne yapacağını şaşırırsın, tedavisinden<br />

acizsin. Her şey muhabbet ile bulunur. Muhabbet ile yâre ulaşmak kolaylaşır. Tek bir şeyi sev<br />

de; o da ne olursa olsun. Bir ile bir bulunur; ikilikte bir bulunmaz. Bizim Pir Tahi (k.s.)<br />

Hazretleri çoğu zaman ferman buyururlardı ki; "Biri sev de, isterse o bir tezek olsun." AUah-u<br />

(c.c.) Teâlâ'yı "Göremez misin o kişiyi ki, kendi nevasını -nefsinin arzularını- kendine ilâh<br />

olarak alır" buyuruyor.<br />

Onu görür, ona sarılır; sarılır... sarılır... Sonunda bir kâmil mürşidin temiz eteğinden<br />

tutar, temizlenir. Muhabbet vasıtasıyla o Kâmil Pir'in uğrunda, her cihetten fedakâr olarak<br />

yoluna baş kor; vefalı bir yâr olur. Hizmetine dayanır, hâli ile hâllenir, boyasına boyanır. İşte<br />

buna İŞAR ve İNSİBAĞ denir. İşte bu, Allah (c.c)'ın boyasıdır. Allah (c.c)'ın boyasından daha<br />

güzel kimin boyası "SİBGA" var? Bizler de O'na teslimiyetle kulluk edenlerdeniz" (Bakara<br />

Suresi 138).<br />

Bundan daha güzel boya var mıdır ki, adam ona boyansın? Kişi ne mümkündür ki,<br />

kötülenmiş ahlâklardan kurtulsun. Ne vakit ki, SİBĞATALLAH (Allah (c.c.)'ın boyası)<br />

hükmünü giyer; o zaman yıkanır, temiz olur.<br />

Beyit: (?)<br />

Ki her kim azmede bize;<br />

Gerek kim dünyadan beze<br />

Yani, kim ki bize yönelirse, onun dünyadan bezmesi gerekir. Bu ince manalı beytin<br />

açık işareti şudur ki; mürid, şeyhinin iradesinde fâni (yok olup, dünya sevgisini tamamen terk<br />

etmelidir. Buna muvaffak olan salik muhabbet ateşiyle Allah'tan (c.c.) başka her şeyi yakar.<br />

Ateşi nura çevrilerek; geçici dünya makamları yerine Yüce Allah (c.c.) ona hidâyet verir.


www.sohbetican.com<br />

Tecelli ve şuhudun çeşitleri vardır. Cenâb-ı Allah (c.c.) bunların bütünüyle beraber<br />

sonuçsuz kazançları, Pirler'in yüce eşiklerine kuvvetli bir teslimiyetle yönelip, canından ve<br />

dünyadan bezen saliklere ve müridlere ihsan eder. Muhabbette nar (ateş) da vardır; nur da<br />

vardır.<br />

"...NARUN, NURUN ALANUR, YEHDİLLAHU Lİ NURİHİ..." (Nur Suresi, âyet 35) "<br />

"(Bu öyle bir ağaçtır ki; yağı, neredeyse kendine ateş deymese de ışık verir. Bu nur<br />

üstüne nurdur. Allah (c.c.) Nur'una dileğini hidâyet eder.<br />

Bu hidâyet saçan ilâhî fermandan anlaşılıyor ki, âşık kişi ateşte yanmadıktan sonra<br />

hidâyet nuruna ermek ona müyesser olmaz." Muhammediye'nin müellifi olan merhum<br />

Yazıcıoğlu Muhammed Efendi şöyle buyurur: Fenafırresul, (yani <strong>Hz</strong>. Resulullah'ta fâni olmuş<br />

isen), Fenairresul olana hem nar (ateş) var, hem nur var. Yüce Yaratan kendi nurunu, aşk<br />

ateşiyle yananlara verir. Aşka giriftar ol ki, gönlün virane olsun. Kalbin o kadar mahzun, o<br />

kadar kırık olsun ki, Ebed Sultanı'nın teşrifine engel olacak gıll-uğış'tan (düşmanlık, kin ve<br />

hilelerden) hiç bir şey bulunmayarak, pak ve temiz olsun öyle kalplerde kurulmuş LA-<br />

MEKAN tahtında azamet ve ceiâliyle bulundukları hakkında "Ben kırık kalplerin yanındayım"<br />

buyurmuştur. Öyle bir çalış ki; kendin harap, vücudun viran olsun.<br />

Harabat ehline hor bakma zakir,<br />

Defineye mâlik viraneler var.<br />

Öyle virane kazan ki, hiçbir cevher onun tozunun değerinde olmasın. (Yazarın notu:<br />

Hediyelik eşya satanların gemisi gibi, kalp gemini hur gilman (cennet huriler ve hizmetçiler)<br />

gibi yaratılmışlardan sayılan şeylerle doldurma. Bunlar da nefsin haz duyduğu şeylerdir.<br />

Bunlarla kalp mamur olmaz.<br />

Bir şah konmaz saraya; hane ma'mur olmadan ) Şeyh Ebu İzzet Maribin (k.s.) "Kırk<br />

senedir Hur-u Gilmanı bana gösterirler. VAllahi, vAllahi, vAllahi gözümün ucuyla dahi<br />

bakmadım. Huriler amelimin (yaptıklarımın) nasibidir; ama Yüce Yaratan Hazretleri benim<br />

nasibimdir" buyurmuş. Dünyayı kötülerler, dünyayı kötüleme! Dünya gayet mübarektir,<br />

kutludur. Hadis-i Şerifte, "Dünya leştir, onu isteyenler de ancak köpeklerdir" buyurulmuşsa<br />

da, bu hüküm asıl maksudu (istenmesi gerekeni) bilmeyip sadece nefsanî hazlardan<br />

kaynaklanan arzular ile dünyaya sarılıp aşkla, muhabbetle dünyayı isteyenler hakkındadır.<br />

Kötülenmeye müstahak olan dünya değil; kötülenmeye müstahak olan sensin. İnsanın<br />

kendisi kötülenmeye müstahaktır. Dünyayı görmezsen o zaman yiğitsin. Yüce Allah (c.c.)<br />

"Daği-bağı görmeyin; yeri-göğü, taşı-ağacı görmeyin. Onlardan beni görün" buyurmuştur.<br />

İki gönüllü olmayın, bir gönüllü olunuz. Kâinattaki cüzlerin (eşyanın) her biri Cenâb-ı Allah'ın<br />

(c.c.) birer aynasıdır. Onlara baka baka tecelli-i ilâhî (Allah'ın (c.c.) kudret ve sırlarının insan<br />

ve eşyada görülmesi) ortaya çıkar.<br />

Rahman olan Allah'ın (c.c.) indirdiği Kur'an-i Kerim'de, (Rum Suresi 20'de) (meâlen)<br />

şöyle buyuruluyor; "Sizi topraktan yaratması, O'nun âyetlerindendir (delillerindendir). Sonra<br />

siz her tarafa yayılan birer insan oluverdiniz. İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız<br />

eşler yaratıp, aranızda muhabbet ve rahmet meydana getirmesi de, O'nun âyetlerindendir.<br />

Doğrusu bunda iyi düşünen bir kavim için dersler vardır. Onun âyetlerinden biri de, gökleri<br />

ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Muhakkak ki, bunlarda bilenler<br />

için dersler vardır. Geceleyin uyumanız, gündüzün Allah'ın (c.c.) lütfundan rızık aramanız da,<br />

O'nun âyetlerindendir. Gerçekten bunda, işiten bir kavim için ibretler vardır. Size korku ve<br />

ümit veren şimşeği göstermesi, gökten su indirip, ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi<br />

O'nun varlığının âyetlerindendir (delillerindendir). Doğrusu bunda, aklını kullanan bir kavim<br />

için dersler vardır. Göğün ve yerin O'nun emriyle durması da O'nun âyetlerindendir. Sonra<br />

sizi topraktan (kabirlerinizden) bir çağırdı mı, hemen çıkıverirsiniz (diriliverirsiniz). Göklerde<br />

ve yerde olanların hepsi O'nundur. Hepsi de O'na boyun eğmişlerdir" (Rum Suresi, âyet: 20-


www.sohbetican.com<br />

26). Bu âyet-i kerimeler ve devamı olan âyetlerde, ayrıca benzeri olan âyetlerde dünyanın bir<br />

ebedî saadet sermayesi olduğu nazarı dikkatten uzak tutulmalıdır.<br />

Konduğun bu nimetlerin sebebi, dünya değil mi?<br />

Nice var bir şeref, sebebi hep dünya değil mi?<br />

Her şeyden önce düşün ki, iki cihan Sultanı 'nın ümmetisin<br />

Gece-gündüz secdene sebep olan, dünya değil mi?<br />

Kusuru kendinde bul, dünyayı kötüleyip sövme.<br />

(?)<br />

İmam-ı Azam ile Şah-ı Nakşibend ve <strong>Sami</strong>'yi,<br />

Bize ana-babamızdan daha şefkatli kılan, dünya değil mi?<br />

Kişi. <strong>Hz</strong>. Peygamberin sandukasına hürmet etmez mi?<br />

Peygamberle, evliyalar ile dopdolu olan, dünya değil mi?<br />

Bu handa Allah'la (c.c.) beraberlik tahtının Hünkârı yatmakta.<br />

Kutuplar kutbuna Rabbimizin verdiği nimet, dünya değil mi?<br />

Niçin "zalim felek" diye figân eyleyip ağlarsın?<br />

(?)<br />

Seni yokluk karanlığında merhametle attı dünyaya<br />

Yaratanın güzelliğine bir muhatap, dünya değil mi?<br />

Mevlânâ <strong>Sami</strong>'nin yüce kapısına, seni bende (kul) kılan dünya değil mi?<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; Şah-ı Nakşibend (k.s.) Hazretleri, Melik<br />

Hüseyin'in "Sizin tarikatınızda çile (yani kırk gün insanlardan uzak ibadet, zikr, tefekkür ile<br />

çilehanede kalmak) var mı?" diye sorduğu soruya; "bizim tarikatımız sohbettir"<br />

buyurmuştur. Yani, bizim yolumuz sohbet yoludur demektir. Pir Tahi (k.s.) Hazretleri "iki<br />

arkadaş olsak da; o söylese ben dinlesem; ben söylesem o dinlese" buyurdu. Yara<br />

depreşmezse sızlamaz. Velilik, emek karşılığı değildir. Çok amel işlemekle, çok riyazet<br />

etmekle (aç kalıp az yemekle), çok ağlamakla velilik elde edilmez.<br />

Sadece iyi amel işlemek Cennet'i gerekli kılmadığı gibi, emek de veliliğin (velayet)<br />

gerektiricisi olmaz. Velayet (velilik makamı), tamamen Cenâb-ı Hakk'ın bir vergisidir. Kimi<br />

dilerse, ona ihsan eder. Ama genelde çalışanlara, amel edenlere verir; elbette yatanlara<br />

değil. Bunun için sen de sızlanır; çalışıp-gayret edip candan ağlayıp sızlarsan "Bizim<br />

yolumuzda cihad edenleri mutlaka yollarımıza hidâyet ederiz. Muhakkak ki Allah (c.c.)<br />

muhsinlerle beraberdir", "Şüphesiz insana çalıştığından başka bir şey yoktur ve çalıştığının<br />

karşılığını da mutlaka görecektir" mealindeki âyet-i kerimelerde, çalışma ve gayrette<br />

bulunmanın boşa geçmeyeceği insana müjde veren var.<br />

Hiç değilse, çalışmanın mükâfatsız kalmayacağına şek ve şüphe yoktur. Burada<br />

oturuyorsan gafil oturma! Gönlünü ya Râbıta'ya ver, ya Huzur'a ver! Yüce Allah (c.c.)<br />

Hazretleri seni çoban etmiş iken; bey olasın, diye zorlanma. Ne ise odur. Sen Allah (c.c.)'ı<br />

kazanmaya bak. Yüce Allah (c.c.) Kur'an'ında buyurmuş: "O gün ki ne mal, ne evlâtlar fayda<br />

vermez. Ancak Allah (c.c.)'a (selim) bir kalp ile gelenler müstesna" (Şuara Suresi 88). Yani,<br />

"Ne hamamın-taşın lâzım; ne de oğlun-kızın lâzım. Ne iyal (aile-eş), ne de malını isterim.<br />

Benim yerimi (yani kalbi) hile ve desise ile kirletmeksizin bana getirdin mi? Bunu isterim"<br />

buyuruyor.<br />

Bu tarikata girmişseniz, bunu sağlam tutun! Sağlam (muhkem) tutun! Oldukça sağlam<br />

tutun! Namaz kılmamakla insan kâfir olmaz. Ama namazı kim kılmaz? "Kim bilerek namaz<br />

kılmazsa açıkça küfürdedir" hadis-i şerifinde, namazı inkâr ederek terk eyleyenin kâfir<br />

olacağına delâlet vardır. Sâdık olun (doğru olun, doğru yapın). Tam manasıyla sâdık olun ki<br />

sıddıklar zümresinde haşrolasınız.


SOHBETLER (3)1903<br />

www.sohbetican.com<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ: Tarikat vuslat'tır; yani Hâlık Teâlâ'ya<br />

(Yüce Yaratana) giden yoldur. Mürid, Yüce Yaratanı çağıra çağıra (dua ede ede) manevî<br />

kavuşma (vuslat) meydana gelir. Bir yolcu yürüye yürüye istediği yere gider. Adamlarını ata<br />

ata, diyelim ki Erzurum'a ulaşır. Sevgiyle, adımlarını şevkle ata ata ulaşır. Muhabbetsiz<br />

olursa gönülsüz, yavaş yürür. Tarikat salikinin yolu cezbe ve muhabbet yoludur ki, onunla<br />

uçarak yetişir. Cezbe ve muhabbet aşka dönüşürse, âşıkların bir "alırlarına tahammül<br />

edemez. Aşk, kalben olur. Muhabbet ehli ah ederse Arş yıkılır. Kalbin yıkılması<br />

mahzunluktur, Yüce Allah (cc.) o kalbin çarçabuk tamirine bakar ki; "Ben kırılan kalplerle<br />

beraberim" ilâhî fermanının hikmet kokan mealinden; kırılmış kalplere Allah'ın (cc.) yardım<br />

ve gayretinin zuhur ve tecelli etmesiyle; salikin arzusunun nişangâhından (nişan yeri), kahır<br />

kılıcını, kötülük isteyen garazkârların hedefine çabuk isabet ettirerek; onları yıkılmış ve<br />

perişan edeceği, kusur bulmaya gerek kalmaksızın, çok açık bir surette ortaya çıkar.<br />

Demezler mi "gönlüm yıkıldı." Gönül bir şişedir, tez kırılır. Karşısındaki bir hata, bir<br />

faziletsizlik de etmiş olsa. gönle dokunma! İyilikte emretmek ve kötülükten sakındırmak:<br />

Yani, sen şöyle hareket et, yahut şu harekette bulunma diye tavırlarında cürüm (günah)<br />

gördüğün kardeşlerine, vakıa Kuran hükümlerinden aklının erdiğine bir şeyler söylemek sana<br />

ve herkese farz ise de; o Kur'an hükümlerinden yerine getirmen farz olan birisi de "Onlar ki.<br />

boş bir şeye rastladıklarında vakar ile oradan geçip giderler" (Furkan Suresi, ayet 72) ayet-i<br />

kerimesindeki Yüce Allah'ın (c.c.) emrini dinleyip ona uymaktır.<br />

Bu âyetin başından itibaren hikmetli manası "şunlar ki yalancı şahitlik etmezler; yahut<br />

müşrik ve kâfirlerin bayramlarında ve oyun mahallelerinde hazır olmazlar. Şayet boş ve bâtıl<br />

bir şeylerine uğrarlarsa onlardan yüz çevirip nefislerini onlardan tenzih ederek geçerler"<br />

demektir. Sen de böyle hallerle tesadüfen de olsa asla ilişkili olma! Kerim olarak (vakarla)<br />

oradan geç, yoluna devam et. Fakat sözünü tutup nasihat dinleyeceğine güvendiğin<br />

insanlara ilâhî hükümleri bildirmekten geri durma. Karşıdaki uyanmaya müsait olmayıp,<br />

nasihatlerin onun küfür ve inadını arttırmaya sebep olacaksa; sen sadece Cenâb-ı Hakk'a<br />

onun ıslah olması için yalvar; onun kurtuluş çaresini Yüce Yaratan'dan dile.<br />

Daima kardeşlerine yalvararak. ilâhî hükümleri tebliğde bulun. O kadar yumuşak söyle<br />

ki, başına bir kuş konmuş ağaç budağı gibi ol. Kardeşine öğüt ve nasihat ederken asla hiddet<br />

ve şiddet göstermediğin gibi, ayrıca vücudunda zerre kadar kımıldanmak şaibesi dahi<br />

hissolunmasın. Adeta bir kuru ağaç gibi olasın.<br />

Bizim <strong>Piri</strong> Tahi (k.s.) buyurdular ki; "Şeyhler tebliğcidirler. Adeta cansızmışçasına<br />

Allah'ın hükümlerini tebliğ ederler. Başlarına konan kuşu ürkütmezler." (Yazarın notu:<br />

Burada benim hakir ve yazmaktan aciz kalan kalemimin, izah ve tercümede oldukça yetersiz<br />

kaldığı ince bir mana vardır. Hayret verici düğümün çözülmesine gerçi yeterli görülmezse<br />

de, o düğümü çözmekteki uğraşmak aşkı, fiili hataları perde çeker ümidiyle, şunu tatlılıkla<br />

anlatmak isterim; Büyük Meşayih Hazretleri -Allah (c.c.) onların sırlarını kudsi kılsın<br />

kendilerinin temiz nefeslerinden teberrüklenmek (uğur almak) için etraflarını saran her<br />

mümin ve muvahhidi (Allah'a (c.c.) şirk koşmayıp, bir bileni); dağlar kadar olan günahları ile<br />

beraber güvenli, bahtiyar huzurlarına, gayet hoş karşılayarak ala gelmişlerdir).<br />

Şeyhler tebliğci oldukları için, daima insanlara lütuf ve tatlılıkla ve yumuşak sözle; yani<br />

mülayemet ve letafetle Allah (c.c.)'in hükümlerini tebliğ ederler. Yumuşak söz insanı çeker.<br />

Karşıdaki ne kadar inatçı bir adam da olsa, latiften letafet cezbeder. Ne kadar insafsız olsa,<br />

insaflı hale gelir. Hakkı teslim eder. İnsanın damarına basmamalı; damarına bastıkça dikleşir.<br />

Ruhun haz edeceği ile sözü idare edip, nefsi kabartacak harekete başvurmaktan kaçınmak<br />

en gerekli şeydir. Alışkanlık kazandığı nefsanî zevk ve lezzetlere sed çekip; birdenbire kişiye


www.sohbetican.com<br />

yokuşu göstermemelidir. Zira, Haç'a ve kiliseye söven Allah'ın (c.c.) ve caminin kıymetini;<br />

Haç'a buğzeden şeriatın kadrini bilmez. (Yazarın notu: Namusun kadrini bilenler ve namusu<br />

olanlar, edep ve terbiye gereğince namus aleyhinde lakırdı söylemezler ve bu gibi sözleri<br />

söylemek ve dilemekten haya ederler).<br />

<strong>Piri</strong> Tahi (k.s.) buyururlardı ki: Yumuşak, sözlü olmakta parlak sırlar ve gizli hikmetler<br />

vardır. Cenâb-i Allah (c.c), <strong>Hz</strong>. Musa ve kardeşi <strong>Hz</strong>. Harun'u (Allah'ın (c.c.) salatı<br />

Peygamberimize ve ikisine olsun) Firavun'un üzerine gönderdiği vakit onlara "Firavuna<br />

gidin. Çünkü o, iyice azdı.<br />

Ona tatlı dille konuşun. Belki o, aklını başına alır veya korkar" diye ferman buyurdu.<br />

Yani kavl-i leyin ile; tatlı söz ile muamele ve fikir alışverişinde bulunmalarına, ilâhî emir<br />

şerifle sadır oldu. Tatlı söz yılanı deliğinden çıkarır. Tatlı sözden insan aşk ve muhabbet alır.<br />

Aşk ve muhabbetle gönül yapılır. Yüce Allah viran kalplerin çarçabuk tamirine bakar;<br />

bırakmaz ki kalbi kırılsın, derhal yapar. Hemen ondan bir ışıkhk (bir nur) meydana gelir.<br />

Peygamberimizin (s.a.v.) Yüce Miracı'nın hikâyesinde <strong>Hz</strong>. Cebrail (a.s) ilâhî emirle<br />

Miraç gecesinde Sidre-i Münteha'ya eriştikleri zaman, orası Cebrail (a.s.)'in durağı<br />

olduğundan "Ya Resulullah! Benim hareket edebileceğim son nokta işte buraya kadardır.<br />

Bundan öte daha bir adım atamam. Eğer atsam, baştan ayağa yanarım ey Ulu!" dediğinde,<br />

Efendimizin (s.a.v.) coşup taşan sonsuz aşk ve muhabbetlerinden, mübarek temiz<br />

sinelerinde yanmak korkusu ve onu ileriye götürecek Peygamberlik iz'anı saikası dahi zail<br />

olmuştu. Zira iz'an alâmeti o anda mevcut olsaydı, ateşten canını korumak tabiî bulunurdu.<br />

Aklın icabı budur ki, insanın helak edecek şeylere gitmesini bırakmaz. Fakat muhabbet<br />

sevdası daha ileride... Bırakmaz ki "ne olur ne olmaz" diye düşünsün. Hazret-i Resulullah<br />

(s.a.v.) Efendimizin de Mahbubu'na (sevdiğine) yetişmekte artık hiçbir korku mübarek<br />

gözlerine gözükmeyerek, maşuk'un yolunda canlarını kayıramadılar. O zaman "Ey kardeşim<br />

Cebrail! Yanarsam yanayım" deyip, aşk ve muhabbete gark olmuş mübarek vücutlarını<br />

ileriye atar atmaz, derhal Aşıkı Maşuka lâyık gören Cenâb-ı Erhamiir Rahimin bir melek<br />

yaratarak "Ya melek! <strong>Hz</strong>. Muhammed (s.a.v.)Mn sabrı tükendi, tut elinden!" buyurdu.<br />

Vâsıl olan bilir. Kavuşan bunu vasfedemez, anlatamaz. Ulu'dan haber gelmez.<br />

Mübarek elini dizine vurup hitabı gelmezdi. Soğuklukla (soğukça) çağırma! Aşkla, ateşle<br />

çağır ki, ışığın etrafında dönen kelebek meşrebinde olasın. Bülbül meşrepli olanlar için Şeyh<br />

Sadi (k.s.) Hazretleri:<br />

Bu aşk ve muhabbet kıtasının bestesiyle, ışık etrafında dönmeyi seven gece kelebeği<br />

gibi olmaya çalışmalarını teşvik etmiş ve isteklendirmiştir. Şah-i Nakşibend (k.s.) Hazretleri<br />

pervanevî meşreb imiş. Yanar, sesi çıkmaz. Diğer tarikatlar bülbüli meşrebtirler. Dönersallanır;<br />

ona da sığdıramaz, çevrilirfırlar; ona da sığdıramaz (yani onunla da rahat etmez)<br />

çalar-çağırır. Gül yanında daha niye çağırıyorsun? Hazırı gaib gibi çağırma, gül hazırdır.<br />

"Nahnu akrebu " sırrını basta farkeyleyip;<br />

Hazır, gâib gibi yad eyleme. "<br />

(Yani "Biz ona şah damarından daha yakınız sırrını başta anlayıp hazır olanı gâib miş<br />

gibi anma).<br />

"Biz ona -insana- şah damarından daha yakınız" (Kaf Suresi: âyet 16) âyet-i kelimesiyle<br />

Yüce Yaratıcı, insana gözünün damarından daha yakın olduğunu ferman buyuruyor.<br />

Kavuşma yolunun biri de RÂBITA'dır. Rabıta, kalbi temizlemek için bir keskin kılıçtır.<br />

Şah-i Nakşibend (k.s.) bu Râbıta'yı nefse bir tuzak olarak kurmuştur. İnsanın kalbine nefs ve<br />

şeytanın vesvesesini koymaz, engeller. Allah'tan (c.c.) gayri varlıkların pisliklerinin kalbe<br />

girmesine yol bırakmaz, keser atar. Dostun dostu, dosta dosttur. Dost Allah'tır (c.c.) Velilere<br />

dost olanın da dostu Yüce ve her kusurdan beri olan Allah (c.c.)'tır.<br />

Râbıta'ya bağlanmak, Yüce Yaratan'a bağlanmaktır. Müridin gönlü rabıtayla huzura<br />

kavuşur. Çok değil, yedi sekiz dakika rabıtayla huzura kavuş; bayılacaksın. Kendi nefsinden


www.sohbetican.com<br />

geçmenin aziz nisbeti sana gelir. Böyle temkinlik rabıta yapanlardan, "kendinden geçme"<br />

aziz nisbeti kendisine on beş dakikada zuhur eden çok nadirdir. Bindebir adamda, bu kabil<br />

rabıta on beş dakika devam eder. Eğer az gafil ise on dakikada ve kabiliyeti ziyade olanlarda<br />

da yedi-sekiz dakikada, hatta beş dakika içinde bu kutlu nisbet meydana gelir; bayılır<br />

kendinden geçer. Bayılınca, kavuşmuş olur. O zaman yüce bir meslek ve huy sahibi veli,<br />

müridin kalbinde bulunur; oradaki putları bütünüyle kırar. Bir tecrübe için, kilimin nakşına<br />

gözünü kıpırdatnıaksızın bak, kendinden geçersin. Rabıta, İskender aynasıdır. Rabıtada o<br />

ayna, kalp mülkünü sana açar. Bu İskender aynasının ne olduğunu elbette hatıra gelir. Bunu<br />

ise hikâyesinden anlamak mümkün olur.<br />

HİKAYE:<br />

İskender askerini çekip Dara'nın mülkünü fethetmeye yürüdü. Orada sadece, bir<br />

boğazdan geçen tek bir yol vardı. Bu boğaz dışında Dara mülküne yanaşılmaz idi. O boğazın<br />

üzerinde, boğaza hakim bir noktaya bir ejderha koymuşlar. Oradan geçmek isteyen askerler<br />

o ejderhayı gördükleri gibi, güle güle yürekleri yarılır, çatlarlardı. İskender, ne kadar bilginleri<br />

varsa onları, vezirleri ve vekilleriyle birlikte topladı. "Bunun çaresi ne ise bulunuz" dedi.<br />

Bilginleri müzakere ve mütalâalarını yaptıktan sonra dediler ki; "Madem ki bu ejderhanın<br />

karşısına her geçen gülüp çatlıyor. Öyle ise yapılması gereken şudur; kendisinin görüntüsü<br />

ona gösterildiğinde kendi de yok olur" dediler. Bunun üzerine büyük bu ayna yapılıp, gerekli<br />

tedbirlerle aynayı yukarı çıkarıp ejderhanın karşısına diktiler. Ejderha ne zaman ki,<br />

karşısındaki aynanın içinde kendisini gördü, derhal patladı; parça parça olup, darmadağın<br />

oldu. İskender askerine; "İleri arş!" komutu verdi. Dara'nın ülkesine girip sonra da orayı<br />

fethetti.<br />

Kalbin iki kapısı vardır; Birisi, insanın iki omuzu arasındadır. Orada şeytan oturur ve<br />

kalbe vesvese verir, insanı kötü ahlâka uğratır. Yukarıda, birinci sohbet'in 5. sayfasında<br />

anlatıldığı üzere, yetmiş dokuz kötülenmiş huylara karşılık yetmiş dokuz övülmüş huylar<br />

vardır. Nakşibendiler'in bu Hatm-i Hace'lerinde okunan yetmiş dokuz adet İNŞİRAH (ELEM<br />

NEŞRAH LEKE) Suresi de bu kötü ahlâkı, iyi ahlâka çevirmek içindir. Ne var ki, sen dersen ki<br />

"Ben kendi kendime de yetmiş dokuz Elem Neşrah Suresi okurum"; elbette okursun faydası<br />

da olursa da, deniz yanında damla nisbetinde fayda görürsün. Zira "cemaatte rahmet var"<br />

buyrulmuştur. Cemaatten birinin ricası, duası kabul olunursa; hepsinin birden kabul olunur.<br />

Cemaatte namaz kılmak da bu hikmete binaendir.<br />

İki omuzun arasında hadis-i şerife uygun olarak; ayın on beşinden yirmi birine kadar<br />

tek günlerinde, yani on beş, on yedi, on dokuz ve yirmi birinci günlerinde, yani bir-iki gün<br />

evvel eşiyle cinsî münasebetten kaçınarak kan aldırıldığı gün de tuzlu yememek ve yoğurtsüt<br />

almamak ve çok su içmemek gibi âdabına uyarak kan aldırılırsa, şeytanın vesvese<br />

yollarını zayıf ve güçsüz düşürür. Şayet bu âdaba uyulmadan kan aldırılıyorsa.devası<br />

bulunmaz derde düşer. Görünüşte bir derdin gözükmezse de, olur ki bâtınen (iç âleminde)<br />

bir hastalığa düşersin. Herhalde, her işte <strong>Hz</strong>. MuhammedMn (s.a.v.) sünnetlerine yerli<br />

yerince uymak elzemdir. Sünnetlere oldukça uymanın neticesi ebedî saadetini gerektiren bir<br />

yardımcı olur.<br />

Dedik ki, kalbin iki kapısı var birisi iki omuzun arasındadır; orada şeytan oturur.<br />

Oradan kalbe vesvese verir. Onun ilâcı HATME-İ HACE'ye devam etmek ve<br />

Peygamberimizin sünneti ve âdabına uygun olarak iki omuz arasından kan aldırmak ve<br />

teveccühe bağlı olmaktır.<br />

(Yazar notu: <strong>Piri</strong> Sâmî (k.s.) Hazretleri'nin Halifelerinden Refahiye'li Hasan Efendi <strong>Piri</strong><br />

Sâmî (k.s.) <strong>Hz</strong>.'lerinin emriyle ettikleri bir sohbetlerinde buyurdular ki: "Hazreti Musa (a.s.)


www.sohbetican.com<br />

Efendimizin kavminden bir topluluk dağ başında bir mağarada yetmiş seneden beri ibadet<br />

ederlerdi. Bu hikâye bilinen bir hikâyedir. Musa aleyhisselâm'a ilâhî kattan bir nida geldi ki:<br />

Benim bir Habibim vardır. Ahir zaman gelecektir. O'nun ümmetine haftada iki mübarek gün<br />

vermişim. Biri cuma, diğeri pazartesidir. O günlerde, onun ümmeti bana yönelirler. Ve<br />

kılacakları iki rekât namaz, senin bu kavminin bu yetmiş seneden beri ettikleri ibadetlerinde<br />

üstündür, buyurdu. Kardeş! Bize bu mertebe Cenâb-i Allah (c.c.) tarafından hediye edilmiş.<br />

Haftanın bu iki gününün kıymetini bilip kaybetmeyin. Teveccühte devam edip, elinizden<br />

kaçırmayın. Teveccühün sebebi budur: Tarikat Pirlerimiz olan Efendilerimiz Hazretleri, sırf<br />

kemâl mertebesinde olan şefkatlerinden dolayı, bu iki günün meziyetlerinin kayıp olmaması<br />

için yüce tarikatın amelleri arasına teveccühü de koymuşlardır. Zira teveccühte kâmil mürşit,<br />

vakitli bir halinde iki omzunun arasına bir lütuf tokadı vurur ise, imanın kat kat olup yükseldi<br />

demektir. Çünkü şeytanın oradaki toplanma yerini yıkıp harap etmiş olur; daha kalbine<br />

vesvese verecek kimse kalmaz. İmanın sağlama çıkar. Hazreti Resulııllah (s.a.v.) Efendimiz<br />

de, Hazreti Ömer-ül Faruk (r.a.) Efendimizin sırtına mübarek elleriyle üç defa vurmuşlar ve<br />

"İmanın tamam oldu Ya Ömer!" buyurmuşlardır. Senin Peygamberinin tertemiz şeriatının<br />

her noktasında böyle nice hikmetler vardır. İnsan bir İslâmî emri dinleyip işitince; hemen<br />

onunla amel etmelidir. "Bu ne içindir" diye sormamalı, (kan aldırmak, özel günlerde tırnak<br />

kesmek ve banyo yapmak ve elbise biçtirmek gibi).<br />

Kurtuluşa sevk eder insanı sünnet<br />

Vücut gemisinin canıdır sünnet<br />

Kişiyi şeytana kaptırmaz asla<br />

Allah katından verir imanı sünnet<br />

Nefsi aç kor isen şeytan beğenmez<br />

Delinmiş gösterir, bir yanı sünnet<br />

Yemeğini sünnete uygun olarak ye<br />

Bu İslâm dininin dermanı sünnet<br />

Eğer sen ehli sünnet vel cemaat<br />

İsen etmelisin her yanı sünnet<br />

Sakal, sarık, bıyık, misvak ve tırnak<br />

Tepe-tırnak tenin koruyucusu sünnet<br />

Ayıkırı işte bulunma; kaderin zirvesinde,<br />

Temiz kişi ancak eder meydanı sünnet<br />

Sözde, yeme, içmede; giyimde ve uykuda<br />

Güzellik âlemlerinin güzelleridir sünnet<br />

Alım-satım, muhabbet, Iyş-ı Işret (yeme-içme)<br />

Semasının parlak ayıdır sünnet<br />

Görmez misin sünnet, her farz ile var<br />

Bütün farzların delilidir sünnet


Hakk 'in Evi ni tavafa hiç girilmez<br />

Delilsiz; ol yolun sultanı sünnet<br />

Şayet sünnet üzere okur isen, Sana<br />

şefaatçi kılar Kur 'an 'ı sünnet<br />

Muhakkak aşk kilidinin anahtarıdır<br />

Ya Bâkî'nin Mahbub 'unun fermanı sünnet<br />

Cemâle ermek boş sözdür, yoksa sünnet<br />

Bu cevher dağlarının kaynağı sünnet<br />

Ne iş kılar isen sünnelsiz olmaz<br />

Fakirlerin sen'et-u samanı sünnet<br />

İki âlemde bey etmiş, sultan etmiş<br />

Bütün Nakşibendileri, Pirleri sünnet<br />

Eğer Pir Hafız-i Nakşiye baksa.<br />

Olur iz 'anı hep irfanı sünnet<br />

www.sohbetican.com<br />

Kalbin iki kapısı var denmişti. Bir kapısı iki dalın arasında idi. Ona dair yeterli ayrıntılar<br />

verildi. Bir kapısı da iki kaşın ara yerindedir. Nefis ejderhası orada hükümrandır. "İskender<br />

Aynası""olana rabıta o nefsi helak eder. Kalp mülkünü fethetmek, rabıta vasıtasıyla sana tez<br />

müyesser olur.<br />

İskenderin aynası şarap kadehidir bak<br />

Ta ki sana Dara'nın mülkünün ahvali arz olunsun.<br />

Ey keramet sahibi, ey selâmetin şükran alâmeti, teftiş yüzünü göster nur bekleyen<br />

dervişlerine<br />

Asayişi tefsir etmek istersen şu iki harftedir:<br />

Dostlarına lütufla, düşmanlarına da yüzlerine gülerek davran.<br />

Rabıta olmazsa o ejderhayı öldürmek çok çetindir. Evliyaların övünç sebebi ve<br />

bilginlerin sermayesi olan Şeyh Mevlânâ Cami (k.s.) Hazretleri yukarıdaki hikmetleri<br />

beyitlerinde buyuruyorlar ki;<br />

İskender'in aynası, aşk şarabının kadehidir. Ona can ve gönülden bir samimiyet ve<br />

muhabbetle bak ki, Dara diyarının halleri makamında olan kalp mülkünü sana açsın. Ey<br />

keramet sahibi! Ben kararlılık gösterip o aynayı bekleyemiyorum. Bu kârsız, bu sermayesiz<br />

dervişin halini bir teftiş et. O, senin himmetine kalmış; artık başka bir kurtuluş yolu yok.<br />

Allah (c.c.) velilerin sohbet meclislerinde oturanlar, zikir meclislerinde bulunanlar,<br />

CÜLİS ULLAH olurlar. Yani Cenâb-ı Allah'la (c.c.) oturanlardan olurlar. Böylece meclislerde<br />

oturanların ŞAKİ (dalâlette) olmayıp SAİT (saadete ermiş) olacaklarına dair müjdeler<br />

arasından, Cüneyd-i Bağdadî (k.s.) "beni görenler Cehenneme girmez" ve "Beni görenler<br />

HAKK'ı görmüştür" buyurmuşlar. <strong>Hz</strong>. Resulullah (s.a.v.) Efendimizi Ebu Cehil "O Ebu Talib'in<br />

yetimidir" diyerek görürdü. Peygamber gözüyle görmezdi ki, Cehennem ateşinden<br />

kurtuluşa ere, <strong>Hz</strong>. Cüneyd'in bu mübarek sözlerine, Cenâb-ı Allah'ın ilâhî sırlarından ve<br />

lütuflarından habersiz olan bazı âlimler itirazda bulunurlardı. Bunların bu itirazlarını<br />

Alaüddin Attar (k.s.) Hazretleri işittiler, "itiraza mahal yoktur. Her kim itiraz ediyorsa; çok<br />

değil, iki üç gün bizim sohbetimize devam etsin" buyurdular. İtirazcılar devam ettiler;<br />

ayaklarına kapanıp af dilediler. "Hata etmişiz, tövbe olsun" dediler.


www.sohbetican.com<br />

(Yazarın notu: Balı hiç ağzına alıp tatmamış kişi ne bilsin ki bal nasıl bir şeydir).<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; Şahı Nakşibend (k.s.) Hazretleri,<br />

evliyaların bakışlarının kimya olduğu hakkında "Nazar-ı EVLİYA KİMYA'ST", yani "Allah (c.c.)<br />

velilerinin nazarı kimyadır" buyurmuşlar. Kimya olduğuna sana kesin inanç ve kanaat<br />

gelmelidir ki, "O kimyayı birinde olmazsa birinde, onda da olmazsa öbüründe; bir gün olur<br />

ki, elbette elde ederim" diyerek, evliyanın nazar ettiği (bulunduğu) yerlerde daima hizmete<br />

hazır dolaşasın. Sürekli olarak, gözleri önünden ayrılmayasın.<br />

EVLİYAULLAH ile düşüp kalkmak fırsatını ganimet bil. O fırsattan istifadeye çalış.<br />

Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: "Bahar serinliğini fırsat bilin, çünkü o bedenlerinize;<br />

ağaçlarınıza fayda verdiği gibi fayda verir. Sonbahar soğuğundan ise sakının. Çünkü o,<br />

bedenlerinize; ağaçlarınıza ettiğini eder." Bu Hadis'in yüce manası size Allah (c.c.) hidâyet<br />

murad edip bir veli mürşide yetiştirdiği zaman; yahut refikiniz veli değilse gece-gündüz<br />

mürşide hasret dönerek böyle bir Allah (c.c.) velisini arayıp bulduktan sonra ona kavuşmayı<br />

bahar günleri gibi kendinize ganimet biliniz. Zira kâmil mürşidler, ağaçlarınıza hayat ve<br />

tazelik bahşeder. Bahar serinliği, yani bahar ve yaz mevsimleri gibi, vücut ikliminize tazelik<br />

ve canlılık verir, demektir. Mevlânâ Celâleddin-i Rumî (k.s.) bu Hadis-i Şerifin tesiri<br />

hususunda Mesnevi'de şöyle buyurmuştur;<br />

Çeşm-i Ahmed ber Ebubekir Zede<br />

Evziyek Tasdik-i Sidik amede<br />

Yani, Hazret-i Resulullah (s.a.v.) Efendimizin bir nazarlarının çarpmasıyla, Hazret-i<br />

Eubekir-i Sidik (r.a.) Efendimizin tasdiki derhal huzura geldi. Mesnevi: Necmeddin-i<br />

Kübra'nın (k.s.) bir nazarı, bir iti bütün diğer itlere baş kıldı.<br />

Sen ki, "Muhakkak Biz, insanoğlunu yücelttik" ilâhî hitabıyla vasıflandırılmış insan<br />

sınıfındasın. Necmeddin Hazretleri'nin bakışına hedef olan köpek diğer köpeklere server<br />

(baş) olursa, kendin için gayretin o kadar eksik midir ki, bir köpek kadar da feyiz almaya<br />

kabiliyetli olmayasın? Hüner, evliyaların peşinden ayrılmamaktır.<br />

Hak velilerinin nazarlarının faydaları pek çoktur.<br />

Gerçi velilerin bakışlarına hedef olanlar, onları tanımasa da.<br />

Çünkü onların bakışları kimyadır.<br />

Gözlerinin hareketlerini, diğer hemcinslerinden ayrı tutarım.<br />

"Necmeddin 'in bakışlarına hedef olan köpek, bütün diğer köpeklerin başıdır. "<br />

İyiler ile oturup kalkmak kimyadır, (yani kişiyi kimyevî etki gibi değiştirir).<br />

"Allah 'in (c.c.) makbul kullarlyla oturmak kimyadır.<br />

Onların nazarı olduğunda, kendi tesirin nerede kalır? "<br />

Dilberin tek bakışını anlatmak meyamnda Hafız-ı Sirazî (k.s.) Hazretleri şöyle<br />

buyurmuştur:<br />

Eğer o genç ki, Şirazî bizim gönlümüze el attı,<br />

Yanlış söyledin, hata yaptın; onun değerini bilmedin,<br />

Dilberin tek bakışının karşılığında her iki dünyayı da veririm.<br />

Meşayih-i İzam'ın Allah (c.c.) sırlarını yüceltsin, meclislerine git ki nazara rast gelesin.<br />

Cenâb-ı Allah'tan (c.c.) korkmanın hakkını yerine getirerek Allah'tan (c.c.) korkmaya


www.sohbetican.com<br />

muvaffak olmak, Allah'tan (c.c.) gayri şeyleri (masivayı) kalpten çıkarmaya bağlıdır. Masivayı<br />

kalpten söküp çıkarmakta kâmil bir şeyhin (nice nice âyetler ve hadislerle rabıta sabit olmuş<br />

olduğu üzere) mübarek huylarını ve hallerini hayal hazinesine getirmekle mümkündür.<br />

Şeyhin hayâli kalbe girince, artık nefis ve şeytan o kalbe vesvese veremez. Vesvese,<br />

dünyanın kalbe hükmetmesinden meydana gelir. Allah'tan (c.c.) gayrisini (masivayı) kalpten<br />

çıkarmak nasıl olur? Göz bir sureti gördüğünde o suret kalbe girer. Meşayih'in (yani tarikat<br />

uluları, şeyhlerinin) (Allah (c.c.) onların aziz sırrını taktis etsin) Rabıtasını kalbine koy ki, diğer<br />

suret ondan çıksın "Sen dersin ki, rabıtaya gerek olmaksızın Allah'ı (c.c.) kalbime korum.<br />

Ama koyamazsın! Onların rabıtaları kalbin parlatıcısıdır; kalplerin cilâsıdır. Nefsi helak<br />

edicidir.<br />

Rabıta, nefsi ne şekilde helak eder? Bu, yukarıda İskender aynasının yazıldığı yerde<br />

açıklandı. İnsanlara iyilik yapıp, bakıp gözetmekle Yüce Allah'a (c.c.) yaklaşmaktan, aklın<br />

çeşitleri ile tabir buyurulmuş olan büyük şeyhleri (Allah (c.c.) aziz sırlarını takdis etsin)<br />

tavassur ederek Allah'a (c.c.) yaklaşmanın derecelen ve rütbelerinin; dünyada insanlar<br />

indinde, ahirette de Allah (c.c.) yanında onlarınkinden önce geçip ziyade olacağı hakkında şu<br />

Hadis-i Şerifle sadır olmuştur. Hadiste: Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor ki; "Ey Ali! İnsanlar<br />

Allah'a (c.c.) iyilik kapılarıyla yaklaştığında sen O'na aklın çeşitleriyle-yollarıyla yaklaş. Ta ki<br />

dünyada insanlar yanında; ahirette de Allah (c.c.) yanında derece ve mertebeler itibarıyla<br />

onlardan öne gecesin."<br />

Bu Hadis-i Şerife göre sevdiğini nasıl seversen öyle sev ki, seni "Rehberin himaye ve<br />

gölgesi, Hakk'ın zikrinden iyidir; onun sohbeti, ondan önce yaptığın yüz sohbetten daha<br />

iyidir" anlamındaki meşhur beyitle övülen ve tarif edilen bir kâmil mürşidi bulup onun yüce<br />

eşiğinde köle olmaya âşık ve vurgun etsin. Ey Ali! diye buyurulan, Hadis-i Şerifi'nin tefsir<br />

edilmesi gerçeği meyanında Mevlânâ mübarek Mesnevi'sinde şöyle buyurur:<br />

"Ey Ali! Bütün ibadet yollarından, Allah 'in (c.c.) has kullarnın himayesi daha iyidir,<br />

Her kim ki Bekir 'in taatine tutulmuşsa, Kendilerine Allah 'in (c.c.) halis kulları sebep<br />

olmuştur.<br />

Hadis-i Kudsi'de şöyle buyuruluyor ki: "Kulum beni nasıl tanırsa, ona öyle muamele<br />

ederim. Kulun zannına muhalefet olmaz." Yüce Allah (c.c.) "Ben, bana zannı olan kulumun<br />

yanındayım. Zannına muhalefet etmem" buyuruyor. Bir kimsenin zannı, ihlâslı olması<br />

demektir.<br />

HİKÂYE:<br />

Cenâb-ı Allah (c.c.) üç defa "Lebbeyk" buyurdu (istediğin nedir, yapayım<br />

anlamındadır). Üçüncü Lebbeyk'te Cebrail (a.s.), bakalım, bu hitap kimedir, diye yerlerigökleri<br />

araştırmış ve kimseyi bulamamıştı. Sonra geldi, yalvararak sual etti. Aziz olan<br />

Allah'tan (c.c.) hitap geldi, ki: Git, falan kilisede bir kulum var. Ona hitaben "Lebbeyk"<br />

diyorum. Bu buyruk üzerine Cebrail (a.s.) kiliseye vardı. Baktı ki putun önünde, şapkası<br />

elinde bir keşiş; iki gözü iki pınar olmuş, ah ve figan ederek "YA SANEM! YA SANEM, yani ey<br />

put! Ey put!" der; döner durur. Bir adam da, bu papazın boynunu vurmak için kılıç elinde<br />

fırsat kollarmış. Bu adama ansızın bir hitap gelir ki:<br />

Behey zalim, insafsız! Âşık olduğunun yolunda yaş yerine kan akıtan bir âşığı<br />

öldürmeye haya etmez misin? Çek elini, bak ona şimdi ne söyleteceğim.<br />

Bunun üzerine papaz YA SAMED! YA SAMED! (Yani, ey her şey kendisine muhtaç<br />

olup, kendisi hiç bir şeye muhtaç olmayan Allah'ım (c.c.) demeye başlar. Bu adamın da,<br />

korkudan kılıcı elinden yere düşer.


www.sohbetican.com<br />

Dininde gayretsiz ve kararsız olanlar; ister Müslüman olsun, ister başka bir dinde ve<br />

mezhepte bulunsun gevşek ve yarı buçuk oldukları için bir şeyleri yoktur. Bulunduğu dinini<br />

sıkı tutana Rabbani hidayet yetişir. Bildiğiyle amel eden ilâhî hidayet bilmediğini de öğretir.<br />

Onu doğru yola götürür, "Kim ki Allah (c.c.) için olursa, Allah da (c.c.) onun için olur."<br />

Papazın ihlâsı ve zannı öyle olup ona sağlam sarıldığından Yüce Allah (c.c.) onu<br />

tecellisine mahzar etti. İhlasın köklerinin pek ve sağlam olması fayda verir. Böyle ihlâs<br />

(samimiyet) sahiplerinin gittikleri yoluna çıkarır. (Yazarın notu: Doğruluk ve samimiyetle<br />

(ihlâsla) Yüce Yaratanı çağırmak hünerdir. Şirk (Allah'a açıktan veya dolaylı ortak koşmak)<br />

ve riya (insanlar görsün ve desin diye iyi iş yapmak) elbisesini üzerinden çıkarmamış isen;<br />

istersen Kâbe-i Muazzama'nin bekçisi ve Ravza-i Mutahhara'nın (<strong>Hz</strong>. Peygamberimizin<br />

mübarek kabrinin) ziyaretçisi ol, eline bir fayda geçmez.<br />

Putperestler falan kendi dinlerini hak din sanırlar ki, putperestlik ederler. İşte<br />

bulunduğu mezhebde (yola) sahip çıkmayıp hafif tutarak giden putperestler, Müslüman da<br />

olsalar dinlerinin kıymetini bilmeyeceklerinden; ister onda kalsın, ister bunda bulunsunlar;<br />

kârsız ve faydasızdır. Putun karşısında yanıp yakılan kişi, şayet İslâm yoluna gelse,<br />

Yaratıcısına çok sağlam sarılacaktır. Buyurdular ki; "gider puthaneye oturur, putun önünde<br />

secde ederim... Din ve imanı severim."<br />

"Kendisini bir ihlâs sahibi harekete geçirmiştir" manasındaki ince anlamlı beyit için, bu<br />

kadar açıklama yeterlidir.<br />

(?)<br />

Pirlerin (tarikat rehberlerinin, büyüklerinin; diğer tabirle meşayih'in) yardımlarının<br />

gölge ve himayesinde bulunmanın kıymet ve şerefini bildirmek için Şeyh Sa'di (k.s.) şöyle<br />

buyurur:<br />

"Kim ki, onun yardımının gölgesindeyse,<br />

Onun günahları ibadet; düşmanları dost olur. "<br />

Yani <strong>Hz</strong>. Ebubekr-i Sıddık'a bağlıdır. "Sıddıklar -doğrular- ile beraber olun ilâhî emrine<br />

boyun eğmişiz. "Kişi sevdiği ile beraberdir" ve "kişi dostunun dini üzerindedir" öyle ise<br />

kimlerle dostluk ettiğinize iyi bakın!" hadis-i şeriflerine de muhabbet ve güvenimiz sağlam<br />

olması sebebiyle; Resulullah (s.a.v.) Efendimiz'den bu ana kadar sağlam ve kesintisiz<br />

delillere dayanarak sıddıkıyet ve irşad tâcma mazhar olan ve doğruluğu yayan MEŞAYİH'İN<br />

(şeyhlerin) saadetli meclis ve huzurlarında Allah'ın nimetlerine hamdeder bulunmayı, hemen<br />

ve Rabbani hidayet sayesinde kendimize ganimet bilip; mucize ve kerametler isteyenler<br />

arasından sıyrılarak; onlara biat edip muhabbet eyledik. Bu tereddütsüz biatin (yani<br />

Medine'deki müminlerin. Mekke'de Peygamberimize iki defa biat etmesinin ve diğer<br />

sahabelerin <strong>Hz</strong>. Resulullah'a uymalarının aynasıdır. Allah'a (c.c.) şükürler olsun. Bu ancak,<br />

Rabbimizin fazl-u ihsanındandır).<br />

Dünyayı istemem, ben yüzünün âşığıyım,<br />

Başkalarını istemem, ben yârin çılgınıyım.<br />

Dediler ki; Onun aşkı yolunda yüzlerce can bir arpa tanesidir.<br />

Onun işi can almakta olsa, vAllahi ben gene Onun talibiyim.<br />

Yani, biat ettiğim <strong>Piri</strong>min-Şeyhimin yüzünün âşığıyım; dünyayı istemem. Ben yârin<br />

çılgınca âşığıyım, ağyarı (başkalarını) istemem. Onun aşkı yolunda yüz can, bir arpa kadardır.<br />

Bu muhabbet yolunda can bir arpa tanesi değerindeyse, vAllahi onu da esirgemem veririm.<br />

"Dünya bir leştir. Onun isteklileri de ancak köpeklerdir" Hadis-i Şerif indeki taliplerden<br />

olmamak için; sıddıklık gömleğine bürünen Tarik-i Sıddikî ehli, yani Nakşibendîler dünyaya<br />

ve paraya gark olsalar dahi; gönüllerinde aşkının çılgını oldukları yârlarının sevgisinden,


www.sohbetican.com<br />

muhabbetinden başka bir muhabbet taşımazlar. Bu necib taife öyle ulu, yüce ve mukaddes<br />

topluluklardır ki, onlar ile düşüp kalkanlar saadet kimyasını bulurlar.<br />

Dervişler fanilik tahtına oturmuşlardır.<br />

Her iki dünyadan ve kendi varlıklarından geçerek.<br />

Varlık sarhoşluğunu altına çevirmek istersen,<br />

Onlarla ol; çünkü onlar iksirdirler.<br />

Burada terennüm edildiği gibi, dervişlerin, fanilik tahtında oturup her iki dünyaya da<br />

iltifatları olmadığı gibi; eğer bir kimse tunç gibi sararan varlığının saf altın olmasını isterse,<br />

dervişlerle beraber olsun. Çünkü, onlar kimyadırlar, buyuruyorlar. "Mennan olan -nimetleri<br />

sayısız- Allah'ın (c.c.) zikri hususunda kardeşlere hediye" isimli kıymetli risalede (kitapta)<br />

buyuruluyor ki; Rabıta, mürşidini şahsen tahayyül etmektir. Bunun yolu ise, salik'in (tarikat<br />

müntesibinin) tevazu ve çaresizlik üzere olduğu halde, mürşidinin şemailini hatırına getirip,<br />

sanki alnını mürşidinin alnı karşısına getirerek, feyizlerin hazinesi olan iki kaşı arasına<br />

bakarak ondan feyz istemektir. İki kaşın arası, <strong>Hz</strong>. Peygamber (s.a.v.) Efendimizin ecdadında<br />

NUR-U MUHAMMEDI'nin durduğu yerdir ki, feyiz ve nurun indiği yerdir. Ve bu hayalde<br />

canlandırma ve rabıta sebebiyle, kalp Allah'ı (c.c.) zikretmeye hazır hale gelir.<br />

Râbıta'ııın İslâm'a göre (Şer'an) caiz ve gerekli olduğuna; büyük meşayih (Allah (c.c.)<br />

sırların aziz etsin) Hazretleri pek çok deliller açıklamışlardır. Eğer bu delillerin hepsini<br />

yazmaya kalksak; ana konudan dışarı çıkıp burada tercih ettiğimiz özetle anlatmaya aykırı<br />

olacağından sadece rabıtayı inkâr edenlerin inkârlarını defetmek üzere birkaçını zikretmekle<br />

yetineceğiz.<br />

Bilinmelidir ki, KEMÂL-İ ŞUHUD'a varmanın meydana gelmesi, telkin nuru ye<br />

SÂDIKLAR ile beraber olmak iledir. Nitekim (Cenâb-ı Hak Azze ve Celle "Sâdıklarla beraber<br />

olunuz" (Tevbe 119) mealindeki âyet-i kerimesiyle bunu emir buyurur. Bu beraberlik görünüş<br />

ve.manevî olarak ikiye ayrılır. Görünüşteki (suri) beraberlik SIDK (doğruluk) ehline<br />

bağlanmak ve onlarla oturup kalkmaktır. Manevî beraberlik ise, manevî münasebetler<br />

kurmaktır. Yani eksiksiz muhabbettir.<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDULAR Kİ; diğer tarikatlarda gerçi rabıta yoktur.<br />

Fakat onların da kendi şeyhlerine muhabbetleri, bir çeşit rabıta demektir. (Şeyhe muhabbet<br />

ise, bütün tarikatlerin en büyük esasıdır).<br />

Muhabbet ise, sevilenin daima hayâl edilmesi ve hatırda olmasını gerektirir ki, Hazreti<br />

Resulullah (s.a.v.) Efendimiz'in "Kişi sevdiğiyle beraberdir" Hadis-i Şerifi buna işarettir.<br />

Yazarın notu: Bu "Kişi sevdiği ile beraberdir" mealindeki hadis, "Yaşadığınız gibi ölürsünüz,<br />

öldüğünüz gibi haşrolursunuz" hadisini teyid ediyor. Sekeratta, ölümde, kabirde, haşirde,<br />

neşirde, sualde ve kitapta ve mizanda, Cennet ve Cemalullah'ta daima rabıtandan uzak<br />

olmayıp, sevdiğin şeyhinle beraber bulunsan, bundan daha büyük nimet mi olur? Birbirini<br />

teyid eden bu iki hadis-i şeriflerin incelenmesiyle, insanın rabıtaya karşı sevgisi kat kat artar.<br />

Bu Hadis-i Şerifte, insan dünyada ne ile meşgul bulunduysa, iman atınm en büyük geçidi<br />

sayılan son gününde o meşguliyetle gider. Ve vefat ederken meşgul bulunduğu ne ise,<br />

kabrinden mahşer meydanına onunla birlikte haşrolunur.<br />

İnsan dünyada velileri sevse, gece-gündüz onların huzur ve hayalleriyle bulunsa;<br />

onların hayaliyle, muhabbetleriyle ruhunu teslim eyleyerek veliler zümresinde haşrolsa fena<br />

mı olur? Allah (c.c.) bizi bu yüceliğe muvaffak kılsın. Yüce Allah (c.c.) güzel Habib-i Ekremi<br />

Hazret-i Muhammed Mustafa (s.a.v.) Efendimiz hürmetine bizim evliyaullahın eteklerinden<br />

ellerimizi ve gönüllerimizden iman ağacı olan hayallerini kopartmasın (amin). Evi-bağı,<br />

tarlayı-konağı, malı-mülkü, parayi-lirayı sayıklayarak can vermek yüzünden iman cevherini<br />

kaybetmekten başka ele ne geçer? Allah bizleri (c.c.) böyle bir akıbetten korusun.


www.sohbetican.com<br />

Bir de "kişi bir şeyi severse, onu çokça anar" hadis-i şerifinin, bu iki hadis-i şerif ile tam<br />

bir münasebeti vardır. Eğer sen, "Kişi sevdiği ile beraberdir' had isindeki muhabbet<br />

hususunda; ne edeyim ki, o muhabbet bende meydana gelsin, ben de sevenlerden olayım ki<br />

sevenler hakkındaki büyük müjdelere dahil olayım dersen; muhabbet etmenin yolunu,<br />

esaslarını bu hadis-i şeriften öğren. Yani sevdiğini çokça an! Ve o vasıtayla ölüm sekeratı<br />

esnasında, kabirde, haşirde, neşirde onunla beraber bulunacağın da hadis-i şerifte sabit<br />

olmuş bulunarak, yolun Allah'a (c.c.) dayansın.<br />

Sözün kısası, şeyhin zikrinin Allah'ın (c.c.) zikri olduğunda tereddüt edecek bir yön<br />

kalmadı. Ayrıca feyz ve bereket almak da, muhabbet miktarınca olur. Ve tarikatta, rabıtada<br />

şeyhine yoldaş arkadaş olmaktır. "Önce yoldaş, sonra tarikat" denilmiştir. Bu bilinmezlerin<br />

bilinmeyenine giden bir yoldur ki, kâmil mürşid elinden tutmadıkça yola koyulup gitmek<br />

oldukça zordur. Hak Subhanehu ve Teâlâ Hazretleri "Ona bir vesile isteyin" buyurmuştur.<br />

Mecazî (dünyevî) sultanların makamlarına vesilesiz, vasıtasız ulaşmak mükmün olmayınca;<br />

hakiki Sultan ve gerçek Şahlar Şahının dergâhına vesile kesinlikle lâzımdır.<br />

Müşahede makamına varmış ve Allah'ın (c.c.) zatî sıfatları ile hakikate ermiş bulunan<br />

kâmil şeyhe rabıta etmek, müridin kalbinden Allah'ın (c.c.) zikrine kabiliyet peyda eder.<br />

Hüccet-ül İslâm İmam-ı Gazali (k.s.) "İhyau'1-Ulûmi'd-Din" adlı eserinde, namaz bahsinde<br />

(Namaz kılan kişi tahiyyatta "ESSELÂMU ALEYKE EYYÜHEN NEBİYYÜ VE RAHMETULLAHİ<br />

VE BEREKÂTUHIT, yani "Ey Peygamber! Allah'ın (c.c.) selâmı rahmet ve bereketleri senin<br />

üzerine olsun" derken, kalbe Hazret-i Muhammed Efendimizin (s.a.v.) mübarek suretlerini<br />

ve ahlâklarını getirip, doğrudan ona hitap ederek huşu içinde olması lâzımdır) demiştir.<br />

Bu ise şanı Yüce Peygamber (her şeyin sahibi ve nimet vericisi olan Allah'ın salat ve<br />

selâmı üzerine olsun) hazretlerine rabıtadır. Ve İbn-i Abbas (r.a.) Efendimiz'in, aynaya<br />

baktıklarında Hazreti Muhammed'in yaratılışının nuranî suretini görüp kendi suretini<br />

görmemesi; rabıtada fani olmaktır ki, bu da rabıtayı isbat eden delillerden sayılır. Şeyhin<br />

sureti daima müridin hayal hazinesinde olmalıdır. Ona rabıta nisbeti derler. Hazret-i<br />

Mevlânâ Celâleddin-i Rumî (k.s.) Efendimiz, "rehberin koruma ve desteği, Hakk'ın zikrinden<br />

iyidir. Onun sohbeti, bütün geçen yüzlercesinden daha evlâdır" buyurdukları makamda bu<br />

nisbete işaret etmişlerdir ki; şeyhin suretini yüce tarikatta bilinen ve belirli plân şekilde hıfz<br />

etmekten ibarettir.<br />

Yani, zikr her ne kadar zâtında şeref ve fazilet sahibi ise de, rabıta tarikata, yeni girmiş<br />

olan kişiye zikirden daha çok faydalıdır. Zira yeni başlamış olan mürid süflî âleme tutsak ve<br />

düşkündür ve ulvî âlem ile münasebet sahibi değildir. Ve çok Yüce ve Celâl sahibi olan<br />

Cenâb-' Allah (c.c.)'tan feyiz ve bereketleri vasıtasız almaya kabiliyetli olmadıkça; iki yönlü<br />

bir aracıya muhtaçtır. Bu aracı, yüce âlemden hisseyab olmuş ve halkı davet ve irşad için süflî<br />

âleme gönderilmiş olsun. Ve birinci münasebet yoluyla gayb âleminden feyiz alarak; süflî<br />

âlem olan ikinci münasebet yoluyla, o feyizleri kabiliyet sahiplerine ulaştırsın. Seyyid Şerif<br />

Cürcanî (k.s.) "Şerh-i Mevakif " adlı eserinde "Evliyanın suretleri müridlerine zuhur eder.<br />

Onlar da o suretten feyiz alırlar ve nurlarından yararlanırlar" diyerek rabıtaya işaret<br />

etmektedir. Ebu Said Harimi.(k.s.) de "Risale-i Nakşiye" adlı eserinde "tarikat saliki ya<br />

Peygamber (s.a.v.)'nin şemailini veyahut da şeyhinin suretini hayalinde canlandırmalıdır"<br />

diye açıklamıştır.<br />

Tarikata yeni girmiş salik için, kâmil mürşit ile alâkalanmak önemlidir. Çünkü mürşidin<br />

ilâhî hakikat ötduğu yönü ile ona yönelmek, fani olmayı ve cezbeyi sonuç verir. (Yazarın<br />

notu: Yukarıda Hatm-i Hace'nin faziletlerini açıklarken, tarikat faniliktir. Fani olmaya karşılık<br />

olarak da Nakşibendîler'in Hatm-i Hace'lerinde rabıta vardır; rabıta, fani olmaktan bir<br />

eserdir, diye yazılmıştı. Şimdi burada şeyhe teveccüh etmenin fena ve cezbeyi sonuç verdiği<br />

buyurulması da onu pekiştirmiştir). Tasavvuf yoluna bağlanan tarikatın hakikatına cezbesiz<br />

ulaşamaz. Bunun için tarikata yeni giren kişi, sülukunun başlangıcında mürşide taalluku


www.sohbetican.com<br />

inkâr etmeyip, Allah'ın (c.c.) masivasını inkâr sebebi olan cezbeyi hasıl etmelidir. Şöyle ki;<br />

tarikata yeni giren kişi, sülukunun başlangıcında mürşid de Allah'tan (c.c.) gayr'dır, yani<br />

masivaullahtandır.<br />

Allah'tan (c.c.) başkasmın terki lâzımdır, diye düşünerek mürşide muhabbet ve<br />

teveccühü terk eylese sü-lukundan düşüp; fena ve terk zevkine ulaşmaktan mahrum kalır.<br />

Şüphesiz her şeyi yerinde inkâr etmek gerekir. Müridin rabıtasının başlangıcı zorluklara<br />

katlanarak muhabbeti celbetmek, sonu ise sağlamlık ve fenadır. Ve muhabbet ve rabıtada<br />

sağlamlaşmak "fena fişşeyh'M, yani şeyhinde yok olmayı sonuç verir ki bu ise "fenafıliah"ın,<br />

yani Cenâb-ı Allah'ta (c.c.) yok olmanın başlangıcıdır.<br />

İmam Masum (k.s.) Hazretleri'ne "Fena fışşeyh meydana gelmedikçe, fena fillâh olur<br />

mu?" diye sorulduğunda "Şeyh, feyzimizin vasıtasıdır. Şeyhte yok olmadıkça Allah'ta (c.c.)<br />

yok olmanın meydana gelmesi çok zordur. Bundan dolayı müride gerektir ki, kendi iradesini<br />

şeyhinin iradesine tâbi kılıp, kendisini tamamıyla ona ısmarlayıp; onun sohbetinde dahi<br />

"teneşir tahtasında yıkayıcının ellerindeki ölü" gibi olmalıdır ki, ne yana çevirirse ses<br />

etmesin. Ve bu hususun böyle olması her tarikata elzemdir. Bilhassa Nakşibendi<br />

Tarikatı'ndaki feyz verme ve feyz alma, bu yüce tarikatta yankılanma şeklindedir ve dönüm<br />

noktası da, sohbet üzerindedir. Ne var ki şeyh ile ona uyan müridin münasebeti ne kadar çok<br />

olursa, sohbetin tesiri dahi o kadar çok olur ve feyz alma yolu müridin önünde o kadar<br />

açılmış olur."<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; Bu yüce tarikat, yani bâtın ilmi, tıpkı zahir<br />

ilmi gibidir, asla farkı yoktur. Sen hangi kitabı açarsan, hocan sana ordan ders verir.<br />

Sohbetin tesiri ihlâs derecesindedir. Hiç ihlâsı olmayan kişi sohbetten bir şey elde<br />

edemez. Ve eğer bir şahıs Üveysi olarak; Pir'de fani olmaya muhtaç olmayarak, Cenâb-ı<br />

Allah'ın (c.c.) katışıksız yardımı onun halinin kefili olursa, o takdirde fena fışşeyh olmaksızın<br />

onda fena fi İlah meydana gelmesi olabilir, diye cevap vermişlerdir. Bunun meydana gelmesi<br />

ise oldukça nadirdir.<br />

Sözün kısası, şeyhin suretini hıfzetmek demek olan rabıta nisbeti, mürid için zikirden<br />

daha çok fayda verir. Ve bunun kendisinde galip gelmesi ve devamı müride en büyük<br />

nimettir. Öyle ki. mürid sanki daima huzurdadır ve şeyhinden kolaylıkla feyiz alır. Bu halin<br />

meydana gelmesi ise mürşid ile tam bir münasebet kurulduğunun habercisidir. Bununla<br />

beraber, mürşidin huzurunun diğer izleri ve başka faydalan da vardır. Ve kemâl haddine<br />

ulaşmamış olan rabıta sahibi müride, mürşidin huzuru gerekli ve muteberdir. Ve mutlaka<br />

sohbet lâzımdır; sohbet terk edilemez. Müridin suret ve rabıta ile yetinmesi hatadır.<br />

Peygamberimizin seçkin sahabeleri (r.a.) olan efendilerimiz Hazretleri, <strong>Hz</strong>. Resulullah'ın<br />

(s.a.v.) sohbetinin devleti ile SAHABE olarak, yüksek derecelere ulaştılar.<br />

ÜVEYS KARANİ Hazretleri, her ne kadar, tarikatın manevî münasebetleriyle bütün<br />

varlıkların serveri olan Resıılullah (s.a.v.) Efendimizin mübarek iç âleminden (bâtın) feyiz<br />

aldıysa da, doğrudan O'nıın sohbetinin şerefi ile şereflenmediğinden sahabe derecesinden<br />

aşağıda ve Tabiin'in cümlesine dahil oldu. (Not: Tabiin, <strong>Hz</strong>. Resulullah ile görüşmeyip onu<br />

sahabelerini gören müminlere denir). (Yazarın notu: Müridin suret ve rabıta ile yetinmesi<br />

hatadır, diye buyuıulmasındaki gerçek, ÜVEYSÜ'L KARANİ Hazretleri'nin derecede, sahabe<br />

derecesinden aşağı olduğunu düşünmekle anlaşılıyor ki; gereken suret ve manevî rabıta ile<br />

yetinmesi cihetiyle, Resulullah'ın saadet huzurlarında bulunan mertebece en geri olanlar<br />

ayarında dahi olamamışlardır).<br />

Şeyhin sureti, şeyhin kendisi değildir ve şeyhin kendisine olan ihtiyacı ortadan<br />

kaldırmaz. Mürşidin sohbetinde olan feyz, suretinde yoktur; her ne kadar süri uzaklık,<br />

manevî yakınlığa engel olmasa da.


www.sohbetican.com<br />

Şu halde, zikreden tarikat sâlikinin alçak düşünceler ve yaratılışının gereklerine esir<br />

olmaktan kurtulmasının en kolay ve en menfaatli yolu, şeyhin bâtını himmetinden (manevî<br />

yardımından) yardım isteyip onu teveccüh kıblesi kılmaktır.<br />

Zira kendisini Hak Subhanehu ve Teâlâ'ya teveccühten (yönelmekten) aciz bilip,<br />

mürşidi teveccüh vesilesi kılmak, sonuç elde etmeye daha yakındır. Eğer şeyhin sureti zikir<br />

vaktinde de zorlanma olmaksızın müride zahir olursa, onun da kalbe getirip, kalpte saklı<br />

olduğu halde zikredilmesi, duruma daha uygundur. Ve eğer rabıta esnasında bir (manevî)<br />

sarhoşluk ve kendini kaybetme-kendinden geçme hali ortaya çıkmaya başlarsa; sureti<br />

yönelmeyi terk edip, bütün varlığıyla ortaya çıkışa başlangıç teşkil eden duruma yönelmesi<br />

gerekir. Böyle masivadan geçmek zamanına USUL ve ŞUHUD denir.<br />

Sâlikin şeyhe olan rabıtasına münasebet oluşturması, şeyhe muhabbet ve hizmet ve<br />

zahiren ve bâtınen (dışı ve içiyle) onun edeplerine uymakla olur.<br />

Rabıta nisbeti galip gelmeye başladığında;<br />

"Aşkın şiddetinden kapı-pencere aynalaştı;<br />

Her nereye bakar isem güzel yüzünü görüyordum "<br />

Beytinde ifade edildiği gibi, kendisini şeyhin aynisi ve onun giysisi ve sıfatları ile<br />

sıfatlanmış bulur ve her nereye baksa şeyhin suretini görür. Bu bölümde asıl dikkate değer<br />

ve en büyük şartı oluşturan husus; salikin tarikat alıp rabıta eylediği şeyhinin kâmil ve<br />

mükemmel olmasıdır. Zira sâlikin isteğinde gevşeklik sebeplerinin çok kuvvetli olması; sülük<br />

ve cezbe işini tamamlamayıp, kendini şeyhlik postuna oturtmuş olan bir eksik şeyhe<br />

başvurarak tarikat devri almak halinde; tarikat isteyene öyle bir şeyhin sohbeti öldürücü<br />

zehir ve ders vermede onun yüksek kabiliyetlerini yok eden bir hastalıktır. (Yazarın notu:<br />

"'İhsanı bol Allah'ı (c.c.) zikretmenin adabı hakkında kardeşlerin hediyesi" adındaki rağbet<br />

görmüş Risâle'den, Mevlânâ Sâmî Erzincanî (k.s.) Efendimiz Hazretleri'nin rabıta hakkındaki<br />

bu mübarek sohbetlerine münasip, naklen buraya alınan rabıta bahsi buraya kadardır. İslâm<br />

ve tarikat müceddidi Mevlânâ Halid-i Zülcenaheyn Hazretleri'nin (k.s.), inkarcının inkârını<br />

defetmek üzere dört mezhebe uygun olarak ve Cennet gibi şen Bağdat'tan Şerefli Şam'a<br />

teşrif etmeleri sırasında, yolda kaleme aldıkları "RİSALE-İ HALİDİYE" ve "RİSALE-İ RABITA"<br />

adındaki eserlerin de, şer'i deliller ile, yani Kitab (Kur'an-i Kerim, sünnet, İCMA-İ ÜMMET ve<br />

FAKİHLERfN KIYASLARI ile isbat etmiş oldukları RABITA konusu da, bir sırası düştükçe<br />

ondan hayır ve bereket almak ve kudsî feyzlerinden feyz ve imdad almak ricasıyla<br />

kaydedilecektir).<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; Celâleddin-i Rumi (k.s.) şöyle<br />

buyurmuştur: Yâr bir aynadır. Yüzüne heves etme, yüzünü göremezsin. Aynanın yüzü<br />

toplanır, dumanlanırsa, yüzün güzelliğini görmeye perde olur. Huzurunda nasılsan,<br />

gıyabında (yokluğunda) da öyle ol! Edeb sahibi olmayan, Rabbin lütfundan mahrum kalır."<br />

Rabıta çok önemlidir, iki yay uzunluğu arasından İskender-i Dara-ya bir yol gider.<br />

Yusuf aleyhisselâm'a "Ken'ana gidiyoruz, ne getirelim" dediler. "Bir ayna getirin" dedi.<br />

Güzeldir, koynuna kor; çıkarır, çıkarır yüzüne bakar. Yüzüne âşık olur. Cebrail (a.s.)<br />

Hazretleri'nin makamı KAB-1 KAVSEYN'dir; iki yaydır RÂBITA'ya gelince o da iki yay arası<br />

kadar uzaklıktır. Burada bir muamma vardır; iki yayın arasında yol kesiciler vardır. Yol açık<br />

olmazsa TAVAF olmaz. Niçin iki yayın arasına rabıtayı koymuşlar? Şeyhin iki kaşı arasına<br />

rabıta eden iman ehli insanlar, yol kesicilerin korkusundan emin olarak, iki yay mesafesi<br />

arasından DARA MÜLKÜ'nü fetheder.<br />

Şeyhin nazarı kime ki dokundu; yay gibi olan kaşlarının arasından ok atı; kirpikleri<br />

oktur. Gönle kızgın demir damgası, bir yara, bir ok vurdu. Sevgi ile, muhabbetle iki kaşın


www.sohbetican.com<br />

arasından baktı; hırsızlar helak oldu, yol açıldı tavaf oldu. Rabıtanın çok bahislerinden bir<br />

bahsi de budur.<br />

Bazıları rabıta yapanlar için "şeyhe tapıyor" derler. Yok öyle bir şey; tapmak yok! Ya ne<br />

yapmış ki, tapmak olsun? Tapmak, bir şeyi veya kişiyi karşısına alıp ona ibadet etmektir.<br />

Şah-i Nakşibend (k.s.) öyle buyurmuş: Tarladan sürenine ne akseder? İnsana bakarsan yüzün<br />

ağarır. HOCA-İ AHRAR (k.s.) Hazretleri nin bir müridine bir molla namazda rabıtayı çıkar da<br />

öyle kıl. Yoksa şirk -Allah'a (c.c.) ortak koşmak- olur" demiş. O mürid ise. "Benim bu hayalim<br />

Allah (c.c.) için bir tahayyüldür. Senin gözün eğridir de onun için iki görürsün" diye<br />

mukabelede bulunmuş.<br />

Bu durumdan HOCA-İ AHRAR'in haberi olmuş. Bir gün o mollaya "Molla, git falan<br />

dolapta bir şişe var; al, getir" buyurur. Molla, gider; gözü şaşı olduğu için bakar ki iki şişe var,<br />

gelir" şişe bir tane değil, iki şişe var; hangisini getireyim? der. "Git, orada iki şişe yok; tek bir<br />

şişe var" buyurunca, "Gözüme mi inanayım, sana mı inanayım?" demesiyle, Hoca da<br />

"öyleyse git, o şişelerden birisini kır: diğerini getir" diye emreder. Molla gider, şişenin birini<br />

kırar, bir de bakar ki öteki şişe de kayboldu. Sonra ferman buyururlar ki; "Senin gözün eğri<br />

olduğundan çatal gördün. Şişenin birini kırsan, Allah (c.c.) şişesini de kırarsın. Bir adamm<br />

gönlünden şeyhi çıkar: Allah da (c.c.) çıkar. Bunun gibi Allah'ı (c.c.) çıkarırsan, Şeyhi de<br />

çıkar."<br />

Hoca-i Ahrar (k.s.) sonra bu Molla'ya buyururlar ki; "Kalbin dükkâna gidince müşrik<br />

olur mu?" Molla, "olmaz" der. Bunun üzerine "kalbin dükkâna gittiğinde müşrik olmuyor da,<br />

ey münafık! Kalbe bir mümin gelse neden müşrik oluyor" buyururlar. Rabıtaya dil uzatan<br />

bazıları, rabıtanın ne olduğunu bilmezler. Daha iyi bir yol yoktur. Nakşibendîler'in yolu, aynı<br />

ashab yoludur. Yeter ki, kişi gayretli olsun; kahraman ve yürekli olsun; vefakar olsun.<br />

Saydıklarım şarttır. Yağmurda, yaştan-çamurdan; soğuktan-sıcaktan; varlıktanyoksulluktan;<br />

hastalıktan, falandan kendine bir ağırlık gelmesin. Yiğitliği elden bırakmayıp<br />

gayretli ve vefalı olsun. Böyle adam maksadına yetişir.


SOHBETLER (4)1904<br />

www.sohbetican.com<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) BUYURDU Kİ; falan kimse bize haber göndermiş ki: "O senin şeyhin;<br />

benim himmetim var desin... Ben ona inanmıyorum. Eğer himmeti var ise, beni bu<br />

inkarcılıktan vazgeçirip kendisine cezbetsin (çeksin)." Biz dahi o haberi getiren adama dedik<br />

ki; git söyle ki bizde himmet yoktur. Bizi buraya yüksek himmeti i bir pir göndermiştir.<br />

Himmet onun himmetidir ki pek yücedir. Himmetini bizim vasıtamızla buralara tanıtmıştır.<br />

O himmetten hissedar olmayan yoktur.<br />

Ama ne var ki herkes bir türlü hisse kapar. O adam da o himmeten kabiliyetine göre<br />

münkirlik kapmış. Kendinin talebesi ve hem de yakın akrabası olan falanca kişiyi, o himmet<br />

idi ki irade dairesinden çekip aldı. Bunun kabiliyeti varmış. Vücut perdesinde kalanların<br />

hissesine münkirlik isabet edip kemiklerine işlemiştir; çıkması çok zordur. Sonra, sohbette<br />

haza bulunanlara hitaben buyurdu ki: "Bir adam şeyhinden himmet istese, o adam Allah'ı<br />

bilmiyor. Benim marifetim, benim muhabbetim var; ben böyleyim, ben şöyleyim dese, o<br />

adam Allah'ı bilmiyor demektir.<br />

Kul olan demelidir ki, bunu bana Allah verdi. Neyim varsa hep onun lütuf ve keremidir<br />

ki bana ihsan etmiştir. Ama vücuttan çıkıp da Allah demelidir ki ŞEKUR'luk (yani çok çok<br />

şükredicilik) meydana gelsin. Şükrü herkes yapar, ama ŞEKÛR kullar az bulunur. İnsan<br />

şekûrluk derecesine yetişmeye çalışmalıdır. Bari dil ile olsun öyle demelidir. Yani her neye<br />

mâlik olur isek Allah'ın lütfü ve keremi olduğunu söylemektir. Böylece devam ede ede, Allah<br />

kerem eder de bu söz sonra sana hâl olur, kalır. Cenâb-ı Hak, Kerim kitabında "Eğer<br />

şükrederseniz, muhakkak size nimetlerimi arttıracağım ve şayet inkâr ederseniz, şüphesiz<br />

azabım çok şiddetlidir buyurmuştur. Yani eğer nimetlere şükrederseniz, yani sahip<br />

olduğunuz herşeyin Allah'ın lütfü ve keremi olduğunu bilirseniz Yüce Allah nimetinizi arttırır<br />

ki "kulum bana şükrünü artırsın" diye. Eğer kendinizi ortada görüp "ben" ve "benim"<br />

demekle kavuştuğunuz nimeti kendinizden görür de nimeti inkâr ederseniz, Benim azabım<br />

ağırdır, demek olur.<br />

Cenâb-ı Hak burada azabının şiddetini, hiddet ve pekiştirme makamında göstermiştir.<br />

Bundan anlaşılıyor ki vücud kadar Allah'ın öfkelendiği bir şey yoktur. Zira vücud, yani<br />

ENANİYET; Allah'ı örtüp kendisini görmektir. Bundan daha büyük kabahat olur mu?"<br />

Bu sırada huzurdakilerden birisi dedi ki: "Biz vücuddan nasıl geçeceğiz?"<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Her neye mâlik (sahip) olursan, bu<br />

Allah'ın ikramıdır, bunu pirimin hürmetine Yüce Allah bana ihsan etti. Bu benim pirimin<br />

himmetinin eseridir." Böyle diye diye, Allah kerem eder de. bu söz sonra hali olur, kalıcı olur.<br />

Allah'ın nisbeti ağırdır. İnsan o nisbete tahammül edemez ki, birdenbire Allah'ı aklına<br />

getiremez. Hayra mahzar olunca bu Allah'ın lütfü demelidir ki sırf onun fazi ve kereminden<br />

bana yetişti ve bir zarar görünce "Bu Allah'ın kahrıdır ki nefsimin şanından, yani nefsim<br />

tarafından meydana geldi" desin. Ama şeyh kendi cinsinden olduğu için Onun nisbeti<br />

hafiftir. Ona tahammül edebiliyor. Demezler mi ki, insan fenâfışşeyh olmadıkça fenâfiliah<br />

derecesine yetişmez.<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Dünya sevgisi bütün hataların başıdır,<br />

dünyayı terketmek ise bütün ibadetlerin başıdır" mealindeki hadis-i şerifin açıklanması<br />

meyanında buyurdu ki: "Terk-üd Dünya, dünyayı terk etmek manasında değildir. Dünya<br />

sevgisini terk etmek demektir. Bir dükkâncı gelse, bana dese ki "Ben dükkânımı terk<br />

edeceğim"; derim ki "terk etme. Eğer boş bir zamanın olursa beş-on gün ibadet ve zikir<br />

maksadıyla yalnız kal. Onun lezzeti de başkadır."<br />

"Ama derseniz ki, sen niçin hizmetini terk ettin? Siz bana bakmayın.'" Devamla şöyle<br />

buyurdular; "Ben de terk etmedim. Böyle olacak imişim de onun için terk ettirmişler.


www.sohbetican.com<br />

Memurluk hizmetini terk edip de gelmeseydim şimdi burada oturup size kim sohbet<br />

ederdi?"<br />

1320 Senesi Ramazan Bayram'ında ihlâs'adair neşrettiği "Kudsi Sözlerin Cevherleri"<br />

arasında buyurdu ki: Hadis-i Kudsi'de "evliyam Benim örtümün altındadır. Benden başkası<br />

onları bilmez" buyurulmuştur. Kitaplarda da yazar ki "evliyayı Allah'tan başka kimse bilmez.<br />

Ancak ihlâsı olanlar bilir. İhlâsı Yüce Allah ihsan eder. İhlâs sahibi olanlar, velileri Yüce<br />

Allah'ın ihsan ettiği ihlâs ile bildiği için; neticede Allah'ın veli kullarını gene Yüce Allah bilmiş<br />

olur.<br />

PİRİ SÂMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; "Hafız Şirazî buyurmuştur ki: "Huzuru<br />

tefsir etmek istersen şu iki harf iledir: Dostlara lütufla. düşmanlara da iyi geçinmek,<br />

yüzlerine gülmektir (mudara). İnanan insanın dostu Yüce Allah'tır. Yüce Yaratanın lütfunu<br />

daima unutmayasın! Bırakma ki tek bir nefesin gaflet ile geçsin. Hak Teâlâ Hazretleri<br />

buyurmuştur ki; "Sabah-akşam Rablerine dua edenlerle birlikte nefsini sabra alıştır." Yani<br />

kulluk makamında sabit olup akşam ve sabah Rablerini çağıranlar ile sabret.<br />

Müridin vazifesi edeptir. Tarikata giren bir kişinin vazifesi Rabbini akşamdan sabaha<br />

çağıran, dua eden adamla birlikte çağırmaktır. Müridin düşüncesi bu olmalıdır. Müridlerin bir<br />

vazifesi de şeyhine hürmeti görev bilmek, yani lâyık veçhile saygı göstermektir. Şeyhe<br />

hürmeti görev bilmekle sakın zannetme ve hiç kalbine gelmesin ki, "Ona bir faydam oluyor."<br />

O hürmetin bana zararı vardır.<br />

Ama ne çare ki, senin kârın için biz o zararı çektik. O hürmet şeyhe değil, sanadır. Şah-i<br />

Nakşibendi Hazretleri buyurmuştur ki: Biz kendimizi büyüklük makamına koyduk ki, siz<br />

küçüklük edip büyük olasınız.<br />

Müridin bir vazifesi de, dünyanın muhabbetini kalbinden çıkarmaya çalışmaktır.<br />

Dünyanm muhabbeti akşam ve sabah Rabbini çağıran kişilerle sabretmeye engeldir. Dünya<br />

sevgisi Yüce Yaratanı çağırmaya, ona dua etmeye engeldir. Ne var ki dünyanın kendisi<br />

değildir engel olan; dünyanın zenginliklerine olan muhabbeti engeldir. İstenen odur ki,<br />

gönülde dünya sevgisi olmasın. Müridin vazifesi de, <strong>Hz</strong>. Muhammed'in şeriatı (yani İslâm<br />

Dini) ile amel etmeyi görev bilmek ve şeriata özenle sarılmaktır.<br />

Müridin bir vazifesi de kardeşlerine hizmet etmektir. Meşayihe (tarikat büyüklerine)<br />

hürmet etmeyi görev bilmek ve iman kardeşlerine hizmet etmek ve dünyanın muhabbetini<br />

içinden çıkarmak; bir de İslâm Dini ile (Şeriat-i Muhammediye) amel etmeye bağlı olmak<br />

müridin vazifesidir. Bu dört şeyin bir kişide bir arada bulunması, o kişinin kemâle<br />

ermişlerden olduğunu gösterir.<br />

Teveccühte bulunmanın edebleriyle ilgili buyurdu ki: Mürid teveccühte kalbini<br />

yumurta şeklinde; kötü ahlâklar ile yaralı, siyah ve paslı olduğu halde bir dilenci çanağı<br />

içinde; mürşidin yüzünden gelen nura gark olduğunu farz edip sessiz durmalıdır. Mürşidinin,<br />

mübarek isimlerini okuduğu her velinin isminden kalbine bir nur doğduğunu düşünmelidir.<br />

Mürşid halkadaki her ihvana (kardeşe) yöneldiğinde, dilenci çanağı içinde farz ettiği<br />

yumurtaya benzettiği yaralı ve paslı kalbini; feyz talebiyle bir dilenci gibi, mürşid mübarek<br />

nefeslerine karşı tutarak, halkada mürşidin yanında gezdiriyor diye düşünsün. Ve mürşidin<br />

mübarek elini Resulullah (s.a.v.) Efendimizin mübarek eli ve nefesini de <strong>Hz</strong>. İsa<br />

aleyhisselâm'ın nefesi makamında şifa verici ve nur bilip, vücudunu ve kalbini mürşidin<br />

nefesi önüne götürmelidir. Ve nefes aldıkça kalbinin sağ ve nurlanmış olduğunu tasavvur<br />

eder.<br />

Dil (gönül) hastadır hasta,<br />

Bin türlü bende beste,<br />

Bağlandı Nist-ü Heste (yani varlık ve yokluğa),


Ey gönüller tabibi<br />

Sen Hazretin likası,<br />

Her hastanın şifası,<br />

Koymaz gönülde pası,<br />

Ey gönüller tabibi.<br />

Sen Hazretin huzuru<br />

Zevk ve safa buhuru, (denizleri)<br />

Verdin cihana nuru,<br />

Ey gönüller tabibi.<br />

Mübarek adın ey Can,<br />

Alemlerin fahriyle hem-nam (adaş)<br />

Ey Sâmî unvanlı Pir.<br />

Ey gönüller tabibi.<br />

Sevmek-sevilmek ancak,<br />

Senden imiş muhakkak,<br />

Allah 'in gölgesinin elhak,<br />

Ey gönüller tabibi.<br />

Sen merhamet kaynağısın.<br />

Kerem (cömertlik) ummanısm,<br />

Hem övünçler dağısın,<br />

Ey gönüller tabibi.<br />

Rahm 'e oldukça şayan,<br />

Bir kulunuz da Adnan,<br />

Onu sev, eyle ihsan,<br />

Ey gönüller tabibi.<br />

www.sohbetican.com<br />

PİRİ SAMÎ (k.s.) HAZRETLERİ BUYURDU Kİ; Müslüman için Yüce Allah'ı sevmek, bir de<br />

Yüce Allah'tan korkmak ve Allah'a yakın hasıl etmek (tüm şüphelerden sıyrılarak inanmak)<br />

önemlidir. Yüce Allah'ı sevmek ve Yüce Allah'tan korkmak, emirlerini tutup yasaklarından<br />

kaçmak içindir. İnsan sevdiğinin sözünü tutar, yasaklanndan kaçar. Yüce Allah şöyle<br />

buyuruyor: "Allah anıldıkça, onların kalpleri korkuyla titrer." Mümin, Yüce Allah'ı ana ana<br />

(zikrede ede) gönlüne korku ve muhabbet gelir. Gönlünde korku ve muhabbet olan günah<br />

işleyemez.<br />

"Allah-u Teâlâ hâzır ve nazırdır" demek Müslüman'ın temel inancıdır. Kalpte böyle<br />

canlandıra canlandıra; Yüce Allah'a şüphelerden uzak, sağlam inanç meydana gelir.<br />

Gönlünden dünya gider. Her neye baksa Allah-u Teâlâ'yı görür. Şair dememiş mi "Hani,<br />

Mecnun'un gözünde kim göreydi ki, yerde ve göklerde hep Leyla'nın divanı kurulmuş."<br />

Her şey Yüce Allah'ın yaratması ve icadıyla yapılmıştır. Yüce Allah'ın her şeyde eseri<br />

vardır. Çünkü her şeyin yaratıcısı Yüce Yaratıcı olan Allah'tır. Hocanm birisi bir öğrencisine<br />

üç sene mantık okutur. Dersini anlayıp anlamadığını imtihan için der ki: "Çarşıya git, bak;<br />

Hele mantık bilen var mı?" Öğrenci gider ve sonra dönüp der ki; "Mantık bilen yoktur."<br />

Hocası üç sene daha okutur. Yine çarşıya yollar ki "Bak, mantık bilen var mı?" Yine gelir der


www.sohbetican.com<br />

ki; "Halk cahildir: mantık bilmiyorlar." Hocası onu üç sene daha okutur. Sonra yine çarşıya<br />

gönderir. Bu defa gelir, der ki: "Hoca efendi! Halkın söylediği sözler hep mantık. Birisi bir<br />

dükkâna geldi, sordu ki: Şu şeyin okkası kaç kuruştur? Dükkâncı, on kuruştur dedi. Müşteri,<br />

niçin on kuruş olsun? diye sordu. Dükkân sahibi, bu en kaliteli türdendir, ola'n fiyatı odur,<br />

dedi. Müşteri, öyleyse bir okka ver, dedi. Baktim ki bunların bu sözleri doğru ve büyüklük,<br />

küçüklük ve neticeden ibaret bir kıyas oldu." Üstadı, talebesinin bu sözü üzerine der ki:<br />

"Dersi yeni anlamışsın."<br />

Yüce Allah'ın eserini yaratıklarından müşahede edenin imanı; yakini ve hakiki iman<br />

olur. Yüce Allah buyurmuştur ki; "Haberiniz olsun ki, ancak Allah'ın zikri ile kalpler mutmain<br />

olur." Yüce Allah'ı zikretmekle yakîn meydana gelir. Hakiki imanı olan kimse öldüğü vakit,<br />

şeytan onun imanına musallat olamaz. Yüce Allah Hazretleri şeytanın lisanından hikâye<br />

ederek buyurur ki; "Senin ihlaslı kulların dışındakilerin hepsini mutlaka azdıracağım."<br />

Şeytan, muhlisleri (ihlâslı müminleri)doğru yoldan azdıramaz.<br />

Yüce Allah'ın hâzır ve nazır (her şeyi gören) olduğuna kalbi itminani, yani yakini olan,<br />

O'nun yasakladığı işleri yapmaktan utanır. Zeliha, <strong>Hz</strong>. Yusuf u (a.s.) yedi kapıdan içeri bir<br />

odaya götürüp orada bulunan heykeli bir perdeyle örttü. <strong>Hz</strong>. Yusuf: "Ey Zeliha! Böyle ne<br />

yaptın?" diye sordu. O da; "Bu bir puttur. Seninle yatacağız. Ondan utandığım için yüzüne<br />

perde çektim" dedi. Yusuf aleyhisselâm baktı ki, Babası Yakub (a.s.) görünüp, parmağını<br />

ısırarak "Haya et!" diye işaret ediyor. Yusuf (a.s.) "Ey Zeliha! Sen bu şeklin -putun- yüzüne<br />

perde çektin. Ya ben pederim ile, her yerde hâzır ve nazır olan Yüce Allah'a nasıl perde<br />

çekerim?" diyerek kaçtı. İnsan şeyhini emin bilmeli;<br />

Demeli ki; "Allah velileri müridin her hâlini görür. Onların görmesine hiç bir şey perde<br />

olamaz. Şeyhine karşı böylesine ka'p itminanı hasıl eden müridin Yüce Allah'ın hâzır ve nazır<br />

olduğuna yakini olur. Taşkınlık yapmaktan utanır. Şeyh emindir (güvenilirdir). Emin töhmet<br />

altında olmaz. Yani, eminden kötülük gelmez. Şeyhten keramet ve amel gözetlemez.<br />

Kerameti, ameli ne yapasın? Şeyhi imtihan etmek haramdır. Kendi şeyhi onu imtihan<br />

etmiştir. Daha başkasının yetkisi yoktur. Şeyhler kendi müridlerini imtihan ederler de, sonra<br />

feyz verirler. İmtihan ederler ki, bakalım bu mürid feyz ve emanetini koruyabilecek mi?<br />

Büyük Pir Hazretlerinin müridlerinden Abdulkadir efendi evine gitmek için izin aldı.<br />

Dedi ki; "Kurban! Evimde ne amel edeyim?" Buyurdu ki: Beni sev, yani rabıta eyle. Yani beni<br />

sevmeye tahammül edebiliyorsan, zira kendi cinsindenim. Beni seve seve Allah-u Teâlâ'yı<br />

sevmeye tahammül edersin (güç yetirirsin). Sohbet arasında Şeyh Efendi "Bir dilber<br />

vurgunum ki, bütün âlem O'nun yasaklarını işleyende muhabbet ile işler. İnsanın kalbinde bir<br />

LUBB (öz), ondan sonra bir perde vardır. Oradan sonra kan vardır. Derler ki "kanı kaynadı."<br />

O lubbden (özden) bir muhabbet zuhur edip o kan kaynar. Eğer o muhabbetin önünde Allahu<br />

Teâlâ olursa muhabbet ona olur; yani Allah-u Teâlâ'ya kan kaynar ve şayet Yüce Allah<br />

olmaz da başka bir şey olur ise, muhabbeti o şeye olur; yani kalbin kanı o şeye kaynar.<br />

Cenâb-ı Allah şöyle buyuruyor: "Ancak tövbe edenler, iman edenler ve salih amel işleyenler<br />

müstesna. Onların günahlarını Allah hasenata (iyiliklere) çevirir."<br />

Allah'ın dışındaki şeylerden boş tutabiliyorsa, o kimse Allah'ın velisidir. O bir saatlik<br />

hatırası için yirmi üç saat zarfındaki işlerini ve gafletini Yüce Allah sevaba çevirir. Yirmi üç<br />

saati de huzur ile geçmiş gibi olur.<br />

İnsan ilim tahsiline çalışır. Ama onda dünya korkusu vardır. Hakim olayım, okul hocası<br />

olayım der. Ticaret yapar; onda da dünya korkusu vardır. Bunlarda da dünya geçimi<br />

düşünülür. Ama gönlüne Yüce Allah'tan gayrisinden boş tutmak, sırf Allah içindir. Bu ise, on<br />

bin adamdan bir adama ancak müyesser olur.<br />

Gönlüne Yüce Allah'tan başka bir şey getirmemek, kırk gün çalışmakla olur. Allahu<br />

Teâlâ'nın Hazır ve Nazırs olduğunu düşünmek şarttır. Huzur olmazsa, bin sene çalışsan fayda<br />

olmaz.


www.sohbetican.com<br />

Ferman buyurdu ki: VUSUL (Allah'a varış), fenadan sonra olur ve fena (Allah'tan yok<br />

olmak) fenafışşeyh'ten (şeyh'te yok olmaktan) sonra olur ve fenafışşeyh dahi, ancak rabıta<br />

ile meydana gelir.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!