20.06.2013 Views

Birikim - ODTÜ Geliştirme Vakfı Okulları

Birikim - ODTÜ Geliştirme Vakfı Okulları

Birikim - ODTÜ Geliştirme Vakfı Okulları

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

2<br />

<strong>ODTÜ</strong> <strong>Geliştirme</strong> <strong>Vakfı</strong> Ankara Özel<br />

İlköğretim Okulu Yayımıdır.<br />

Yıl: 2011 Sayı: 4<br />

***<br />

<strong>ODTÜ</strong> <strong>Geliştirme</strong> <strong>Vakfı</strong> <strong>Okulları</strong> Eğitim<br />

Hizmetleri A.Ş. Adına<br />

Deniz Keskin<br />

Kurucu Temsilcisi<br />

***<br />

Ankara <strong>Okulları</strong> Genel Müdürü<br />

Nevzat Adil<br />

***<br />

Okul Müdürü<br />

Meliha Bilge<br />

***<br />

Sorumlu Öğretmen<br />

Sevcan Pehlivan<br />

***<br />

İnceleme ve Yayın Kurulu<br />

Meliha Bilge<br />

Sıdıka Gökçelik,<br />

Sevcan Pehlivan<br />

Serdar Akgüç<br />

Begüm Can<br />

***<br />

Tasarım ve Dizgi<br />

Sevcan Pehlivan<br />

***<br />

Kapak tasarımı<br />

Z. Berna Erdoğan<br />

***<br />

Katkıda Bulunanlar<br />

I. Kademe Sınıf Öğretmenleri<br />

II. Kademe Türkçe Zümresi<br />

***<br />

Baskı<br />

Elma Teknik Basım Matbaacılık<br />

Tel: 0312 229 92 65<br />

Faks: 0312 231 6706<br />

elma@elmateknikbasim.com.tr<br />

***<br />

Bu dergi 2140 sayılı Tebliğler Dergisi’nde<br />

belirtilen esaslara göre hazırlanmıştır.<br />

***<br />

Nisan 2011<br />

BİRİKİM<br />

<strong>ODTÜ</strong> <strong>Geliştirme</strong> <strong>Vakfı</strong><br />

Özel İlköğretim Okulu<br />

İÇİNDEKİLER<br />

I. KADEME<br />

2. Sınıflar 4-6<br />

3. Sınıflar 7-9<br />

4. Sınıflar 10-13<br />

5. Sınıflar 14-17<br />

II. KADEME<br />

Anlatmak İçin Gezmek 18-20<br />

Ve Kadınlar Bizim Kadınlarımız 21-24<br />

Bir Garip Orhan Veli 25-28<br />

Röportajlarımız 29-31<br />

<strong>Birikim</strong>


<strong>ODTÜ</strong> <strong>Geliştirme</strong> <strong>Vakfı</strong> Özel İlköğretim Okulu’nun yüzünü aydınlığa dönmüş<br />

değerli öğrencileri; “özgürce” yazdıkları, hayallerini, yaşantılarını yansıttıkları yeni<br />

bir “<strong>Birikim</strong>”i sizlerle paylaşmanın mutluluğunu yaşıyorlar.<br />

Hayal kurabilmek; yenilikçi ve yaratıcı fikirler geliştirebilmenin, sorun<br />

çözebilmenin de ilk adımıdır. Bu adımlar ile kendimizi tanır, neler yapabileceğimizin<br />

farkına varır ve yaşananları daha iyi anlarız. Yazı ise geçmişimiz ve geleceğimizdir.<br />

Yazı olmasaydı, bugün birçok konuda aydınlanamayacaktık. Kültürün taşıyıcısıdır<br />

yazı. Yazı ile başladı her birimizin öyküsü. Yaşanmış, yaşanacak nice öyküler, destanlar,<br />

efsaneler, şiirler alındı kaleme. Öğrencilerimiz yazının bu uzun soluklu yolculuğuna<br />

kendi hayal ve izlenimleriyle katılıyorlar, “BİRİKİM”lerini yansıtıyorlar bugüne.<br />

Yazmak aynı zamanda “düşünmek” demektir. Yazıları okudukça öğrencilerimizin<br />

kendilerini ifade edebilen, duyarlı ve düşünceli, özgür düşünebilen bireyler olarak<br />

yaşamda yerlerini aldıklarına tanıklık ediyoruz.<br />

Atatürkçü, O’nun görüş ve düşünceleri doğrultusunda emin adımlarla<br />

geleceğini şekillendiren yenilikçi, olaylara eleştirel yaklaşabilen sosyal bireyler<br />

yetiştirme amacıyla çıktığımız bu yolda öğrencilerimizin dünyaya bakışlarına eşlik<br />

ediyoruz. Öğrencilerimiz söylemek istediklerini, izlenimlerini, duygu ve düşünce<br />

evrenlerini her yıl yayımladığımız “BİRİKİM” dergimizle aktarıyorlar. Fakat henüz<br />

söylemedikleri sözleri de var...Yeni bir “BİRİKİM”de dile getirecekleri sözlerini<br />

paylaşmak da her yıl olduğu gibi yine mutluluk verecektir bizlere...<br />

“<strong>Birikim</strong>” dünyasında keyifli gezintiler diliyoruz sizlere...<br />

Meliha BİLGE<br />

<strong>ODTÜ</strong> GV Özel İlköğretim Okulu Müdürü<br />

<strong>Birikim</strong><br />

3


4<br />

2. SINIFLAR<br />

HAYALLER...<br />

HAY HA HAY AY<br />

BENİM HAYALİM<br />

Benim B hayalim uçabilmek; çünkü uçtuğum zaman her<br />

şeyi yukarıdan seyredebilirim. Her yere daha hızlı gidebilirim.<br />

lir Hızlı hareket ettiğim için daha çok yer görebilirim<br />

ve gezebilirim. Kuşlarla yarışırım. Bulutlara dokunup on-<br />

ların arasında ar gezebilirim. Pamuk yığını gibi olan bulutlardan<br />

yeryüzüne bakarım. Sevdiklerime el sallarım. Yağmurun, karın ve<br />

dolunun ya yağışını yakından görürüm. Her şeyden önemlisi ailemi,<br />

arkadaşlarımı, arkadaşları öğretmenlerimi ve bütün insanları şaşırtabilirim.<br />

Uçmak çok güzel!<br />

Eren ÖZYİĞİT 2/A<br />

BENİM HAYALİM<br />

Benim hayalim, bütün dünyayı dolaşmak. Hayalimde bir yelkenlide tek başıma okyanusun ortasındayım.<br />

Dalgalara karşı dümenimin başında yelkenlime yön veriyorum. Hava çok güzel. Güneş pırıl<br />

pırıl parlıyor. Bulutların arasından muhteşem bir gökkuşağı çıkıyor. Olağanüstü renkleri ile sanki beni<br />

yanına çağırıyor. Dümenimi gökkuşağına doğru çevirip altından geçmek istiyorum. Her rengin altından<br />

geçerken değişik ülkelere gitmek istiyorum. En son tabii ki çok sevdiğim ülkem Türkiye’ye geliyorum.<br />

Çünkü vatanımı çok özlüyorum.<br />

Arda AKSOY 2/A<br />

SENCE MUTLULUK NE RENKTiR, NiÇiN?<br />

Bence mutluluğun içinde tüm renkler vardır; çünkü mutluluk o<br />

kadar güzel bir duygudur ki bütün güzel renkleri içine alır. Mutluluk;<br />

sağlık, doğa ve sevgiden oluşan bir duygudur.<br />

Aras ULUSOY 2/B<br />

Bence mutluluğun rengi mordur; çünkü mor renk içimizde müzik,<br />

resim gibi güzel duygularla dans eder. Mutlu olunca da mor bir bulut<br />

içimize girmiş, orada geziniyor gibi heyecanlı oluruz.<br />

Doğa ÇETİNER 2/B<br />

Bence mutluluğun rengi mavidir; çünkü mutluluk, denizler ve gökyüzü gibi sakin ve pırıl pırıldır. Üzerinde<br />

uçan martılar beni heyecanlandırır. Mutlu olunca da heyecanlanırım.<br />

Serdar Şevki ÇAĞLAR 2/B<br />

<strong>Birikim</strong>


2. SINIFLAR<br />

BEN BE EN BİR Bİ BİR İR KUŞ KU KUŞ UŞ OLSAYDIM...<br />

OLSAYD OL OLSA OLSAYDIM... SAY AYD YDIM DIM IM... M...<br />

Dağları, Dağl ovaları, denizleri gökyüzünden uçarak seyrederdim. Yeni gördüğüm<br />

yerlerde yerle arkadaş edinirdim. Farklı farklı yiyeceklerden tadardım. Oralarda tanıştığım<br />

tı t ğım arkadaşlarımı ülkemize davet ederdim. Ben bir kuş olmak isterdim; çünkü<br />

uçmak uç u m özgürlüktür. Tan TAŞTAN 2/C<br />

Bulutların Bu B lu l tların üzeri üzerine kadar uçar, orada süzülürdüm. Yeni kuş arkadaşlar edinip onlarla oynar-<br />

dım. Güneş batarken oonu<br />

seyrederdim. Hatta ay ve güneş ile arkadaş olurdum. Arkadaşlarımla hiç<br />

küsmezdim. Sonbahar mevsimind mevsiminde kış için yiyecek toplardım. Kış gelince evimde oturup televizyon seyre-<br />

dderdim. di YYazın dda sahilde hild gezerdim. di Şansım varken dünyayı dolaşırdım. Yani anlayacağınız kuş olmanın tadını<br />

çıkarırdım. Burcu KÜÇÜK 2/C<br />

Tüm dünyayı dolaşan bir uçağın kanadına konar, ilk olarak Hawaii Adası’nda beyaz kumlarda uzanıp büyük palmiyelerin<br />

altında dinlenirdim. Ardından uçağın kanadındaki yerimi alır, yeni bir yer keşfetmeye Kuzey Kutbu’na<br />

yola çıkardım. Orada kutup ayılarıyla arkadaş olup geceyi bir eskimonun evinde geçirirdim. Sonra da Türkiye’me<br />

dönerdim. Ada SAKARYA 2/C<br />

SEVGi NEYE BENZER? NiÇiN?<br />

Ben sevgiyi Atatürk’e k’e benzetirim; be benzetirim; çünkü Atatürk çocu çocukları ukları ve vee<br />

yurdunu çok<br />

severdi. severddi.<br />

Emir Emir i KARAKURT KARAK A A 2/D 2/<br />

Ben sevgiyi arkadaşlarıma benzetirim; çünkü arkadaşım gibi ihtiyaç duyuyorum sevgiye.<br />

Burcu KUNDURACIOĞLU 2/D<br />

Ben sevgiyi bir hediyeye benzetirim; çünkü biri sana hediye veriyormuş gibi güzeldir sevgi.<br />

Ben sevgiyi uçağa benzetirim; çünkü sevgi insandan insana uçar.<br />

Fırat ÖYLÜ 2/D<br />

Kaan ÖZTURAN 2/D<br />

Ben sevgiyi süper bir kahramana benzetirim; çünkü sevginin süper kahramanlar gibi sihirli güçleri vardır.<br />

Ege KABASAKALOĞLU 2/D<br />

SİHİRLİ GÜÇLERİNİZ OLSAYDI BU GÜÇLERİ<br />

NASIL KULLANIRDINIZ?<br />

Güçlerimin olmamasını ve herkesin barış içerisinde yaşamasını isterdim.<br />

Vaha TÖNGÜR 2/E<br />

Uzaya giderdim. İnsanların sağlıklı beslenmelerini sağlardım. Mimar<br />

olup dünyayı yeniden yapardım.<br />

Sera TEKKÖK 2/E<br />

Kayıp çocuklara yardım ederdim.<br />

Ali ÖGEDAY 2/E<br />

Uçardım. Suyun altında nefes alabilirdim. İnsanların düşüncelerini<br />

okumak isterdim. Can PEKCAN 2/E<br />

Dünyadaki bütün dilleri konuşmak isterdim. Hayvanlarla konuşmak<br />

isterdim. Defne ALPASLAN 2/E<br />

<strong>Birikim</strong><br />

5


2. SINIFLAR<br />

TUTUMLU OLMAK...<br />

Dünyanın Tutumluluk Gerçeği<br />

Tutumlu olmak; kaynaklarımızı gerektiği yerde, gerektiği kadar<br />

kullanmaktır. Kaynaklarımız şunlardır: su, elektrik, petrol, doğal gaz,<br />

besin ve zaman. Bu kaynakları geri getiremeyiz. Sadece rüzgâr ve<br />

güneş enerjisini geri getirebiliriz. Dünyada insan sayısı arttıkça besin<br />

sayısı azalıyor. Bunun nedeni insanların doğal kaynakları tutumlu kullanmamalarıdır.<br />

Zengin ülkelerdeki bu durum nedeniyle Afrika’daki<br />

birçok ülkede insanlar aç ve susuz kalıp hastalanmaktadırlar. Paramızı<br />

tutumlu kullanmadığımız zaman gerçekten ihtiyacımız olduğunda<br />

kullanacak para bulamayız. Zamanımızı kullanırken de tutumlu olmalıyız.<br />

Böylece her işimizi düzgün ve zamanında bitirebiliriz.<br />

Arda AKSEL 2/F<br />

BİR YAĞMUR DAMLASI OLSAYDIN NEREYE<br />

DÜŞMEK İSTERDİN, NEDEN?<br />

Bir yağmur damlası olsaydım, Anıtkabir’e düşmek isterdim. Böylece<br />

Atatürk’e dokunabilir, onu yakından tanırdım.<br />

Gün TAŞTAN 2/G<br />

Ben bir yağmur damlası olsaydım, bir martının üstüne düşmek<br />

isterdim. Martı uçtukça ben de uçar, değişik yerler görürdüm. Bir<br />

martıyla arkadaşlık etmenin keyfini çıkarırdım.<br />

Bora GENÇER 2/G<br />

Benim Tutumlu Olma Hikâyem<br />

Ben bir tüketiciyim; ama bilinçliyim. Benim bilinçli tüketici olma<br />

hikâyem ilk kez evimizdeki boşa yanan bir ışığı söndürmekle başladı<br />

ve bugüne kadar da bilinçli tüketici olmaya devam ettim. Ben bilinçli<br />

tüketici olmak için suyu, doğal olan ve olmayan kaynaklarımızı dikkatli<br />

kullandım ve kullanmaya devam ediyorum. Ben büyüyorum, büyüdükçe<br />

ve okudukça çok bilinçleniyorum. Siz de bilinçleniyor musunuz?<br />

Konuralp DEMİR 2/F<br />

Ben bir yağmur damlası olsaydım, sihirli bir ormanın içindeki nehre<br />

düşmek isterdim. Böylece sonsuza kadar yaşardım. Nehir, sihirli olduğu<br />

için de tüm dileklerim gerçekleşirdi.<br />

Lara TEKKÖK 2/G<br />

Ben bir yağmur damlası olsaydım, şeker dünyasına düşmek isterdim.<br />

Böylece istediğim kadar şeker yiyebilirdim.<br />

Seray Naz GÜNYAKTI 2/G<br />

6<br />

<strong>Birikim</strong>


3. SINIFLAR<br />

İŞLEMLER...<br />

RENKLERİN DİLİ<br />

İŞLEMLER ORMANI<br />

İşlemler Ormanı’nda artık sadece toplama ve çıkarma işlemi kaldı. Toplama<br />

ve çıkarma işlemi çok iyi anlaşırlardı. Bir gün İşlemler Ormanı’nda<br />

fırtına çıktı. Toplama ve çıkarma işlemi birbirlerine sarılarak fırtınadan<br />

korunmaya çalışıyorlardı ve korkuyorlardı. Fırtına onları takip etmeye<br />

başladı; ama biliyorlardı ki toplama işlemini ve çıkarma işlemini yapınca<br />

kurtulacaklardı. Çıkarma işleminde çıkan ve kalanı toplayınca eksilen<br />

oluyordu. Bunları toplama işlemi yaptı. Toplama işleminde de toplamdan<br />

toplananlardan biri çıkarılırsa diğer toplanan bulunuyordu. Bunu da çıkarma<br />

işlemi yaptı. Yapılan bu işlemler sonucunda fırtınadan kurtuldular.<br />

Zeynep Beren KAYA 3/A<br />

KONUŞAN RENKLER<br />

Benim rengim “mavi”. Çünkü denizi, gökyüzünü ve huzuru anlatır. Mavi rengini sevmemin nedenini<br />

güzel bir hikâye ile anlatayım. Mavi, bazı resimlerde kendisini kullanmadığımı gördü. Buna çok<br />

üzüldü. Bir gün arkadaşı Sarı’ya gitti.<br />

- Ey Sarı, Güneş’ in sarısı! Sana bir şey soracağım. Başar hiç benim rengimi kullanmıyor. Senin<br />

rengini alabilir miyim?<br />

- Olmaz! Mavisiz gökkuşağı olmaz.<br />

Mavi üzülerek en yakın arkadaşı Lacivert’e gitti.<br />

- Ey Lacivert, Fenerbahçeli Lacivert, senden bir ricam olacak. Başar, rengimi kullanmıyor, senin<br />

rengin çok güzel. Senin rengini kullanabilir miyim?<br />

- Hayır, ben onun takımının rengiyim, sen hayalindeki resmin rengisin.<br />

Mavi, umduğunu bulamamıştı. Sonraları Başar doğa resmi yapacaktı. Mavi çok heyecanlandı. Deniz<br />

ve gükyüzünü çizdi. Mavi’yi o kadar çok kullandı ki Mavi, mutluluktan ağladı. Denize düşen yağmur<br />

oldu. Anladı ki sevgisi yok olmamış. Başar ÇİÇEK 3/B<br />

BEYAZI SEVİYORUM<br />

Benim adım Duru. Dokuz yaşındayım. Saçım kahverengi, gözüm siyah.<br />

Renklerle aram çok iyi. En sevdiğim renk beyaz; çünkü ben barışçıl<br />

bir kızım. Beyaz, çiçeklerin rengidir. Leylaklar da beyaz olduğu için<br />

beyaz rengi çok severim. Benim için beyaz, renklerin kralı ve sarının<br />

kardeşi olan turuncunun küçük oğludur. Her zaman bulutlara baktığımda<br />

beyaz renklerin güzelliğini ve karışımını görüyorum. Tek kötü yanı<br />

var, o da insanların beyaz rengi fazla sevmemeleri.<br />

Duru KALAY 3/B<br />

<strong>Birikim</strong><br />

7


3. SINIFLAR<br />

SİHİRLİ BİR DEĞNEĞİM OLSAYDI…<br />

Sihirli bir değneğim olsaydı aç ve yoksul insanlara yardım ederdim. ederdim Aç olan insanlar için yemek makine<br />

si yapıp onlara bedava yemek dağıtırdım. Yüzlerce ev yaptırırdım. Ücretsiz para basan bir makine icat edip<br />

yoksul insanlara yardım ederdim. Dünya üzerindeki akarsuları, denizleri ve çevreyi kirleten bütün fabrikaların<br />

arıtma tesislerini yapardım. Bu sayede zehirli atıklar yüzünden balıkların ve başka canlıların ölmesini önlerdim.<br />

Ayrıca arıtma sayesinde sebze ve meyve yetiştirilen toprakların kirlenmesini engellerdim.<br />

Umarım gelecekte temiz bir dünyaya sahip oluruz. İpek BALSOY 3/C<br />

Benim sihirli bir değneğim olsaydı, bunu dünyayı güzelleştirmek için kullanmak isterdim. Bence doğa<br />

her zaman güzel kalmalı. Bunun için sihirli değneğimle kış aylarını ilkbahara çevirmek isterdim. Böylece<br />

soğukta kalan, evi olmayan insanları ve hayvanları korumuş olurdum. Hem ilkbaharda bütün hayvanların çok<br />

şirin yavruları olur ve güneş sürekli parlar. Bu değnek sayesinde küçükleri hemen büyütmek isterdim; çünkü<br />

çocuklar bir şey yapmadan önce büyüklerinden izin almak zorundalar. Onlar gibi istediklerimizi yapmak için<br />

küçüklerin büyümesini sağlardım. Hayvanların konuşmasını isterdim. Böylece isteklerini kolayca anlatırlardı.<br />

Savaşları yok edip küsleri barıştırırdım. Bütün çocukların okumasını sağlardım. Herkesin barış içinde güzel<br />

bir dünyada yaşamasını isterdim. Ben sihirli değneğimi çok seviyorum. Onu her zaman iyi amaçlar için kullanmam<br />

gerektiğini biliyorum.<br />

Ahmet Umut BAŞÇI 3/C<br />

MiNYATÜR ODALAR<br />

Minik minik odalar<br />

Misafirleri karşılar.<br />

Bakınca insanlar<br />

Türlü düşlere dalarlar.<br />

Bir pencere açılır<br />

Ressamın odasına.<br />

Minicik fırçalar<br />

Ve rengârenk tablolar.<br />

Hepsi bu kadar mı?<br />

Daha neler neler var.<br />

Korsanın kamarasından<br />

Kraliçenin odasına kadar<br />

SEVGİ ÜZERİNE...<br />

Başka bir pencere<br />

Açılır bir salona.<br />

Yerde ipek bir halı<br />

Tavanda billur bir avize.<br />

Detaylarda gizlidir<br />

Sanatın inceliği,<br />

Özende saklıdır<br />

Sanatçının yeteneği.<br />

Sena KIZILCIK 3/D<br />

SEVGİ DÜNYASI<br />

Doğa, tüm güzellikleri ile etrafımızı süslüyor. Yan yana duran, yürüyen, gezinen çocuklar var. Ben daha<br />

önce böyle bir ortam ve bu çocukları hiç görmedim. Her canlının bir ismi olmalı. Sarı saçlı, mor gömlekli,<br />

beyaz şortlu çocuğa “Lider” demek istedim; çünkü o, Atatürk gibi ulu, saygılı bir lidere benziyor. Mavi<br />

şapkalı, askılı pantolonlu çocuğa ise “Dost” demek istedim; çünkü Lider’in elini tutmuş. Gri bereli çocuğa<br />

“Bilgin” adını verdim. Etrafa bir bilgin gibi dikkatle bakıyor. Sarı bereli çocuğa da “Gizem” adını verdim.<br />

Çünkü onu çok esrarengiz buldum.<br />

Burada en önde bir şelale var. Ben ona “Merak Şelalesi” adını verdim; çünkü çocuklar ona merakla bakıyorlar.<br />

Üstünde durdukları köprü, çocuklara bir yol rehberi sanki. Olay, çocukların buraya gelmeleri ve<br />

gezmeleriyle başlar. Çocuklar merakları arttıkça yürürler. Sonra da “Sevgi Dünyası”na gelirler. Buraya bu<br />

ismi ben verdim. Çocuklar burada sürekli yaşamak isterler. Çocuklar için köprü de çok özel. Duygularını,<br />

sorunlarını, üzüntülerini, mutluluklarını, ağaçların önünde paylaşırlar. Oradaki lalelerin adı “Barış Laleleri”.<br />

Çocukların kavga etmediği her zaman laleler açar.<br />

Ben de her gece rüyamda kendi dünyama yani Sevgi Dünyası’na gidiyorum. O çocuklar benim sevgi çocuklarım.<br />

Ben ne zaman sıkılsam onların yanına giderim. Mutluluk taşlarının üzerine oturur, birlikte sohbet<br />

ederiz. Her gece rüyamda onlarla buluşurum. Rüyamızda bazen Atatürk’ü, bazen de ölmüş büyüklerimizi<br />

görürüz. Tüm çocuklar buraya gelirken kalplerindeki sevgi kilidini açıp Sevgi Dünyası’na gelir.<br />

Her çocuk iyi kalplidir. Hepimizin yaptığı iyilikler, bir adım daha ilerletir Sevgi Dünyası’nı. Kilidi bulmak<br />

ve açmak için sadece iyi kalpli, melek gibi çocuklar olmak gerekir. Tüm çocukları dünyamıza bekliyoruz.<br />

Selen KARACA 3/E<br />

8<br />

<strong>Birikim</strong>


3. SINIFLAR<br />

SİHİRLİ PENCERENİZ OLSAYDI<br />

BU PENCEREDEN NELERİ GÖRMEK<br />

İSTERDİNİZ?<br />

Ben bu sihirli pencereden dinozorları görüyorum. Kimi kırmızı, kimi<br />

kahverengi kimisi de mavi… Vahşiler; ama seviyorum onları. Çok garip<br />

yaratıklar. Biri yemek yiyor. Amaan! Ne kadar da kötü. Yemekte görgü<br />

kuralı diye bir şey var herhalde; ama onlar da dinozor ne yapalım! Şu<br />

dinozor gibi kuşlardan üç tane gördüm: Biri siyah, biri sarı, biri de turuncu.<br />

Sanırım sesleri biraz cırtlak. Ortalık çok sakin. Asıl doğa budur işte.<br />

Yapay değil, her şey doğaya uygun.<br />

Aybala TORAL 3/F<br />

SİHİRLİ PENCERE<br />

Sihirli pencereden tek dileğim,<br />

Hayatın güzel olması.<br />

Yemyeşil doğanın,<br />

Mutlu olması.<br />

Sihirli pencereden tek dileğim:<br />

Parlayan bir güneş,<br />

Ailelerin piknik yaptığı doğa,<br />

Yemyeşil gülümsüyor onlara.<br />

Sihirli pencereden tek dileğim,<br />

Çocukların uçurtma uçurması.<br />

Bu güzel yerde,<br />

Büyüklerin kahvelerini yudumlaması.<br />

BİR METNİN GİRİŞ – GELİŞME - SONUÇ<br />

BÖLÜMLERİNDEN<br />

HANGİSİ OLMAK İSTERDİN? NİÇİN?<br />

Ben bir metnin giriş bölümü olmak isterdim. Çünkü giriş bölümünde insanların,<br />

hayvanların ya da herhangi bir karakterin fiziksel özellikleri anlatılır, onlar<br />

betimlenir. Olayın geçtiği yer ve zaman da bu bölümde belirtilir. Metinle ilgili en<br />

önemli şeyler bu bölümdedir.<br />

Ayça YERALP 3/G<br />

Sihirli pencereden tek dileğim,<br />

Çevre kirliliğinin olmaması.<br />

Bu güzel dünyamızı,<br />

Çev Çevrecilikle saralım!<br />

Zeynep ÖZKAN 3/F<br />

Bir metnin gelişme bölümü olmak isterdim. Hem de küçük bir çocuğun yazdığı güzel bir öykünün gelişme<br />

bölümü… Neden mi? Çünkü bütün olaylar gelişme bölümünde geçiyor ve en uzun paragraflar bu bölümde<br />

bulunuyor. Bu yüzden hem okurken hem de kendi yazdığım öykülerimde, bu bölümden daha çok keyif alıyorum.<br />

Arzu Ece PENAHİ 3/G<br />

Ben bir metnin sonuç bölümü olmak isterdim. Çünkü öykülerin sonunu herkes merak eder. Sonuç bölümü<br />

sürprizlerle doludur. Bazen sevindirir, bazen hüzünlendirir, bazen de insanı şaşırtır. O olmadan öykü tamamlanamaz.<br />

İdil AKKAYA 3/G<br />

<strong>Birikim</strong><br />

9


4. SINIFLAR<br />

MUHTEŞEM CANLI<br />

Sizin hiç kediniz oldu mu? Olduysa anlatmak istediklerimi mutlaka yaşamışsınızdır.<br />

Olmadıysa size özetle kedi hakkında bilgi vereceğim. Tarihten öğrendiğimiz kadarıyla<br />

kediler önceleri çok vahşidir. Zamanla insanların en yakın dostu olmak üzere evcilleşir.<br />

Çoğumuzun evinde ya da çevresinde bulunan kedilerin bazı özelliklerini açıklamak isterim.<br />

Kediler zeki, kurnaz, şirin ve çok oyuncu olurlar. Ayrıca vücutları da çok esnektir.<br />

Kedilerin kendi aralarında özel bir dilleri vardır. Kedinizin canı sıkıldıysa hemen bir<br />

ip ya da yumak yapın. Yumağı yavaşça yerde dolaştırın, kedi onun peşinden koşacaktır.<br />

Janset Ekin AK 4/A A<br />

HERKESİN ARKADAŞI ARKADAŞ AŞI OLSUN<br />

Arkadaşlar insanlara yardım eder, insanları korur. Bu dünyada arkadaşsız yaşamak mümkün değildir; çünkü<br />

insan bir olay yaşadığında bunu her zaman bir arkadaşına söylemek ister, arkadaşından yaşadığı olayla ilgili bir<br />

yorum bekler. Bu davranış, hem kendini hem de arkadaşını mutlu eder. Böylece kişiler birbirine ihtiyaç duyduğunu<br />

düşünür. Bu düşünceler sayesinde kişinin sosyal olma özelliği gelişir.<br />

Arkadaşlar insanı kötü zamanlarında mutlu eder. Önemli olan kişinin, üzülen arkadaşının yanında olduğunu<br />

hissettirmesidir. Üzüntüsü olan arkadaşa da bir görev düşer. Üzgünken yanına gelen arkadaşına bağırıp onu sinirlendirmemektir,<br />

bu görev. Bunu yapmazsa karşı taraf da üzülür ve ortaya iki sorun çıkar. İşte bu yüzden arkadaşlarımızı<br />

önemsemeli ve onlarla iyi ilişkiler kurmalıyız.<br />

Bartu ÇETİN 4/B<br />

BICIRIK<br />

Benim bir kuşum var, adı “Bıcırık”. O, çok sevimli ve tatlı bir kuştur. Mavi tüyleri, simsiyah gözleri ve minicik<br />

bir gagası var. Meraklı bir şekilde etrafa bakınır ve sürekli öter. Söyleyebildiği birçok sözcük var: “cici kuş, Bıcırık,<br />

Ayda, hoppidik, annem, canım…” Müzik eşliğinde dans etmeyi çok sever. Kafasını sallayarak dans eder.<br />

Uyurken tüyleri kabarır ve çok masum görünür. Bizim yanımızdayken çok hareketli ve yaramazdır; fakat tanımadığı<br />

birileri gelince durgunlaşır. Ben kuşumu gerçekten çok seviyorum ve onunlayken çok mutlu oluyorum.<br />

ARKADAŞIMDIR O BENİM<br />

Arkadaşımdır o benim.<br />

Dostumdur o benim.<br />

Biz arkadaş oldukça<br />

Sevgimdir o benim.<br />

EN YAKIN DOSTLARIMIZ...<br />

YUVADAN UÇUŞ<br />

Bir çarşamba sabahı bahçede kahvaltı hazırlarken balkon kapısının tepesinde bir çamur birikintisi gördüm.<br />

Hemen annemleri çağırdım. Annem onun bir kuş yuvası olduğunu ve içinde bir yavru kuş olduğunu söyledi.<br />

Bu yuvaya hiç dokunmamalıymışım; çünkü dokunursam kuş o yuvaya bir daha hiç gelmeyip yavrusunu ölüme<br />

terk edermiş. Bu yüzden haftalarca yuvaya zarar vermemek için çok dikkatli davrandım. Örneğin kapıdan<br />

yavaşça girip çıktım ve kuşun yiyebilmesi için bahçeye buğday, mısır, ekmek kırıntısı gibi yiyecekler koydum.<br />

Bir sabah bahçede kahvaltı yaparken anne kuşun, yavru kuşa uçmayı öğrettiğini gördük. Anne, yavrunun kanadından<br />

tutmuş onu uçuruyordu. Keyifle onları izledik. Birlikte uçarak çok eğleniyorlardı.<br />

Arkadaşımdır o benim.<br />

Yolumdur o benim.<br />

En karanlık yolda bile<br />

Yanımdadır o benim.<br />

Arkadaşımdır o benim.<br />

Sırrımdır o benim.<br />

Sırrımı paylaştıkça<br />

Sırdaşımdır o benim.<br />

Arkadaşımdır o benim.<br />

Ben burda olduğum zaman,<br />

Yanımda olur her zaman...<br />

Emir Melih ERDEM 4/B<br />

10<br />

ARKADAŞLIK<br />

<strong>Birikim</strong><br />

Ada BAZLAMAÇCI 4/A<br />

Ayda Rüya ARSLAN 4/A<br />

ARKADAŞ<br />

Gökte yıldız,<br />

Denizde kum,<br />

Çölde bir gıdım sudur<br />

Arkadaşlık Ağaç ve<br />

Kökleri gibidir<br />

Bağlantı kurar<br />

Arkadaşlık<br />

Okulda sırdaş<br />

Yolunda yoldaş<br />

En iyi dost olan sana<br />

Arkadaştır, arkadaş<br />

Esin Gün GÜRSOY 4/B


4. SINIFLAR<br />

BEN BİR YÖN OLSAYDIM...<br />

Yönlerden biri olsaydım “kuzey” olurdum; çünkü kuvvetli ve soğuk rüzgârlar estirip<br />

insanları eğlendirmeyi, çocukları uçurmayı isterdim. İnsanlara yönlerini bulmalarında<br />

en çok yardım eden kişi olmak isterdim. İnsanlara yardımcı olmak, onların<br />

mutlu olduğunu görmek bana huzur verir. Düşünsenize, Kutup Yıldızı’na duracağı<br />

yeri ben söyleyeceğim. Onun durduğu yer bile beni gösterecek, kayaların ve ağaçların<br />

yosun tutan tarafları da… Herkes tarafından tanınıp bilinen biri olacağım. Ben de<br />

kuzey gibi ünlü olmak ve yaptığım işlerin herkes tarafından anlatılmasını isterdim.<br />

Ayrıca pusulanın renkli ibresi kuzeyi gösterir, yani pusulanın merkezinde o yer alır.<br />

Ben de kuzey gibi hep merkezde olmak isterdim.<br />

Ege Yurt AKKİRAZ 4/C<br />

Ben bir yön olsaydım “kuzeydoğu” olmak isterdim. Hem kuzeyden gelen soğukları, hem de doğudan gelen<br />

sıcakları seviyorum. Bu iki yönü birleştirince ortaya bambaşka bir yön çıkar. Bu yönü seçmemin bir nedeni de<br />

çok büyük bir işe imza atmak istememdir. Güneş, doğudan doğar. Yeni bir günün benim tarafımdan başlaması<br />

çok önemli bir iştir. Kuzey de yön bulma yöntemlerinde en çok kullanılan yöndür. Yani yönlerin kralıdır. İki<br />

ana yönün, el ele verip güçlerini birleştirmesiyle ortaya çıkarım. İkisinin özelliklerinden de yararlanırım. Hem<br />

ben bir ana yön olmak istemem. Ön planda olmak beni rahatsız eder. Kuzey ve doğu gibi iki önemli yönün<br />

çocuğu olmak, ikisinin de özelliklerine sahip olmak çok daha güzel ve ayrıcalıklı olurdu.<br />

Mehmet Tan GÜVENDİK 4/C<br />

Ben bir yön olsaydım “kuzey” olmak isterdim; çünkü ülkemizin kuzeyinde Karadeniz Bölgesi bulunuyor.<br />

Orada çok ağaç var. İnsan doğayı tanıyor, doya doya yaşıyor doğayı kuzeyde. Ayrıca dünyanın en kuzeyinde<br />

Kuzey Kutup Bölgesi var. Orada kutup ayıları yaşıyor. Ben de onları çok severim. Hatta onlarla yaşamayı çok<br />

isterim. Kuzey yönünü seçmenin başka bir nedeni ise pusulalarda en üstte bu yönün bulunmasıdır. Bu yön<br />

belirtildikten sonra diğer yönlerin bulunması da kolaylaşır. Krokilerde bazen dört ana yön bazen de “K” şeklinde<br />

sadece kuzey yönü belirtilir. Kuzey, sanki yönlerin kralıdır. Yönler şemasında en üst tarafta gülümser o.<br />

Ağaçların yosun tutmuş tarafları kuzeyi gösterir. Karıncalar yuvalarından çıkardıkları toprağı kuzeye yığarlar.<br />

Kutup Yıldızı da kuzeye bakar. Bu yönün bir yıldızı bile var. Diğer yönlerin arasında yıldız gibi parlar kuzey.<br />

Ben de herkesin içinde başarılarımla parlamak istiyorum kuzey gibi.<br />

Talya SOYTAŞ 4/C<br />

GEZDİK, GÖRDÜK, BETİMLEYEREK ANLATTIK<br />

Kastamonu Gezisi<br />

Kastamonu’ya giderken ailemin tüm ısrarlarına karşın oraya gitmemek için elimden geleni yapmıştım;<br />

ancak bir işe yaramadı ve sonunda hep birlikte yola koyulduk. Yol, uzun ve bozuktu. Simsiyah asfalt ve<br />

onun üzerindeki araba sesleri hiç bitmeyecek gibiydi. Yolu yarıladığımızda ağaçlar, kuş sesleri, doğa ve rüzgâr<br />

sanki beni başka bir dünyaya götürüyordu. Şehirden çıkıp toprak köy yoluna doğru ilerlemeye başladık. En<br />

sonunda çiftliğe varmıştık. Tahtadan, uzun bir çardak, rüzgârla dans eden hamaklar, toprağı bir gelin gibi süsleyen<br />

çiçekler... Hepsi beni büyülemişti. Çardakta biraz dinlendikten sonra atları gördüm. Hepsi birbirinden<br />

farklıydı, insanlar gibi birbirlerine dönüp bakıyorlar, hatta kendi aralarında konuşuyorlardı.<br />

Çiftliğin sahibi bize burada bir kümes olduğunu söyledi. Uzun otlarla kaplı küçük bir yoldan kümese<br />

gittik ve orada rengârenk tavukları, horozları ve altın gibi sarı civcivleri gördüğümde çok mutlu oldum.<br />

Günün geri kalanını doğada özgürce koşup oynayarak geçirdim. Akşam olduğunda hava soğumuş, buz gibi<br />

olmuştu. Yatağa girdiğimde, günün yorgunluğuyla hemen uykuya daldım. Bir gün sonra da Ankara’ya geri<br />

döndük. İstemeyerek başladığım; ama çok eğlendiğim bu geziyi hiç unutmayacağım.<br />

Ece ŞENER 4-D<br />

<strong>Birikim</strong><br />

11


4. SINIFLAR<br />

Manzaraların En Güzeli<br />

Geçen yaz Selimiye’de gittiğim bir restorantı anlatacağım sizlere. Manzarası<br />

gerçekten görülmeye değer. Oraya gittiğinizde kendinizi cenette sanırsınız.<br />

Çünkü orada renk renk çiçekler, çarşaf gibi bir deniz ve yemyeşil<br />

ağaçlar vardır. Bu yüzden de ağzınız açık kalır bu doğal güzellik karşısında.<br />

Bu manzara, geceleri daha da güzeldir. O saatlerde orada denize yansıyan<br />

ayı, pırıl pırıl parlayan yıldızları görebilirsiniz. Bence burayı gece görmenin<br />

en iyi yanı, karşınızdaki adada parıldayan mavi, pembe, yeşil ve sarı ışıklardır.<br />

Onları gördüğünüzde size selam verircesine hızlıca yanıp söndüklerini<br />

fark edersiniz. Bu manzarayı gördükten sonra bir daha asla gördüğünüz herhangi<br />

bir manzaraya güzel ya da harika diyemezsiniz. Çünkü bu manzara<br />

dünyanın en güzel manzarasıdır. Göksu GÜNDÜZALP 4-D<br />

BİRAZ ARKADAŞLIKTAN , BİRAZ DA DOSTLUKTAN...<br />

Dostluk<br />

Dostluk insanları birbirine bağlar. Dostluk için sevgi, saygı ve hoşgörü gereklidir. Hoşgörü sayesinde bir<br />

sorun çıksa da kısa süre sonra o sorun çözülür. Saygı ve sevgi ile de bizden küçüklerin ve bizden büyüklerin<br />

güvenini kazanırız. Dostluklar, arkadaşlıklarla başlayıp gelişerek büyür. Unutmayın ki zor zamanlarda dostlar<br />

birbirine yardım eder, yani “Dost kara günde belli olur.”. Bu da bize dostlarımızın önemini anlatan güzel bir<br />

sözdür. Irmak ŞIVGIN 4/E<br />

Arkadaşlık<br />

Arkadaşlık hiç fark etmez,<br />

Ya erkek ya da kız…<br />

Beraberce eğleniriz,<br />

Her zaman okulumuzda.<br />

Yaz gelir ayrılırız.<br />

Kış gelir beraberiz.<br />

Her zaman mutluyuz biz.<br />

Arkadaşlarımızı severiz.<br />

Hep yardım ederiz birbirimize,<br />

Destekleriz, severiz…<br />

Bırakmak istemeyiz birbirimizi,<br />

Beraber olmak isteriz.<br />

Deniz YÜCEL 4/E<br />

12<br />

Büyüleyici Park<br />

Antalya’ya tatile çıktığımızda, Antalya Kültür Parkı’na gitmiştik. Büyüleyici<br />

bir yerdi. Rengârenk çiçeklerin arasından geçen akarsu, ortadaki gölün<br />

suyunu veriyor ve çok hoş bir görüntü oluşuyordu. Şehrin tam içinde; ama<br />

şehrin o kirli görüntüsünden ayrı kalan bu parktaki manzaranın güzelliğini<br />

bozacak hiçbir şey yok gibiydi. Gölün üstünde, o hiç bozulmayan düzenle<br />

suyun üzerinde ilerleyen kazlar ve ördekler, hoş bir görüntü yaratıyordu. Bu<br />

gezi benim için çok keyifliydi. Bu parkı tekrar görmeyi çok istiyorum. En az<br />

benim kadar herkesin Antalya Kültür Parkı’nın bu güzelliklerini beğeneceğini<br />

düşünüyorum.<br />

Eren POLAT 4-D<br />

<strong>Birikim</strong><br />

Dostluk<br />

Dost olalım herkesle,<br />

Savaş, kavga olmasın.<br />

Dost olalım herkesle,<br />

Geleceğe aydınlık bir dünya kalsın.<br />

Kötülüklerden uzak duralım,<br />

Dünyadaki dostluk artsın.<br />

Kötülüklerden uzak duralım,<br />

Hayatımızı güzelliklerle dolduralım.<br />

Elif ASTARCI 4/E


4. SINIFLAR<br />

Aynı Ağacı İlkbaharda Betimlersem…<br />

İlkbahar gelmişti. Çiçekler bahçemizi maviye, kırmızıya, sarıya boyamıştı. Lalelerin kokusu sanki bahçeyi<br />

uyandırmıştı. Güneş her yere parıltılar döküyordu. Ağacımız sevinçten yeşermişti. Herkesten daha çok gülen<br />

bir ağaç vardı şimdi. Sonbaharda hüzünle ağlayan ağaç kaybolmuştu. Ağacımız, yemyeşil yapraklarıyla ve<br />

renk renk çiçekleriyle ilkbaharın güzelliğini anlatıyordu. Boş dallarında ise kuş cıvıltıları vardı. Baba kuşlar,<br />

yemyeşil çimenler arasından solucan buluyordu. Kuluçkadaki yumurtalar ise sevgiyle büyüyordu. Ağacın<br />

mutluluğu güneşi parlatıyor. Parlayan güneş, çiçekleri, çimenleri ve ağaçları güldürüyordu. Rüzgâr, yaprakları<br />

hafif hafif bir bu yana bir o yana sallıyordu. Bahçenin güzelliği insanın yüzünde güzel bir gülümseme bırakıyordu.<br />

Artık ben de baharın güzelliği içinde kırlarda koşacak, bahçemizde oynayacaktım.<br />

Ozan ÖCAL 4/F<br />

İlkbahar gelmişti ve gökyüzünde dans eden kuşlar herkesi büyülüyordu. Pencereden çiçekleri açmış, yemyeşil<br />

ağaca bakıyorum. Rengârenk çiçekler ve özenle yapılmış kuş yuvası çok ilgimi çekti. Dalların arasından<br />

yavru kuşların sesleri geliyordu. Bir süre sonra minik, bembeyaz yavru kuş ortaya çıktı. Sevimli kuş daha<br />

uçamadığı için ağaçtan ayrılamıyordu. Yavru kuşu izlerken dikkatimi bir sincap çekti. O da bahçemize ayrı<br />

bir güzellik kattı. Baharın gelişiyle dostlarım da artmış oldu. Ben ilkbaharın gelmesine çok sevindim. Artık<br />

arkadaşlarımla dışarıda oynayabileceğim. Evde oturup yağmuru seyretmekten bıkmıştım sonbaharda.<br />

Ayda YURTOĞLU 4/F<br />

Sonunda ilkbahar gelmişti. Gökyüzünde bulutlara yer yoktu. Penceremi açıp bahçemizdeki<br />

ağaca bakıyordum. Ağaç yemyeşil yapraklı, rengârenk çiçekli, çok güzel bir<br />

ağaçtı. Rüzgâr estikçe çiçeklerin kokusu odama yayılıyordu. Göçmen kuşlar, bahçemizdeki<br />

ağaca yuva yapıyorlardı. Bir yuvanın içinde küçük yumurtalar vardı. Anlaşılan<br />

yakında yeni dostlarım olacaktı. Ağacımız birden değişmişti. O sarı yapraklı, üzgün<br />

ağaç gitmiş yerine yemyeşil yapraklı, renk renk çiçekli, mutlu bir ağaç gelmişti. Artık<br />

kırlarda koşup oynayabilecek, arkadaşlarımla beraber parka gidip gezebilecektim. İlkbahar<br />

geldiği için çok mutlu ve heyecanlıydım. Ada Bera ÖZKUTLU 4/F<br />

Yeryüzünün Tamamı Dağlarla Kaplı Olsaydı...<br />

Yeryüzünün tamamı dağlarla kaplı olsaydı, yaşamımız birçok yönden değişirdi. Örneğin bir yerden bir yere<br />

gitmek zorlaşırdı. Dağlar, eğimli yüzeylere sahip olduğundan arazi araçları tercih edilirdi. Dağlar çok soğuk<br />

olduğu için daha kalın giysiler giyerdik. Yemeklerde daha fazla et kullanılırdı; çünkü dağlarda hayvancılık<br />

daha fazla yapılmaktadır. Dağlarda futbol, basketbol gibi oyunlar oynayamazdık. Bunların yerine uçurtma<br />

uçururduk. Paraşüt gibi hava sporları daha yaygın olurdu. En gözde meslek, hayvancılık olurdu. Ayrıca harita<br />

yapmak da oldukça güç olurdu. Kıvanç SEZER 4/G<br />

Yeryüzünün tamamı dağlarla kaplı olsaydı, binalarımız oldukça yüksekte<br />

olduğundan dağların aralarına birçok köprü yapılırdı. Teleferik ile ulaşım yaygınlaşırdı.<br />

Soğuk olduğu için insanlar hep yünlü giyinirlerdi. Evde beslenen<br />

hayvanlar, koç gibi dağlara dayanıklı hayvanlar olurdu. Her yer virajlı yollarla<br />

dolardı. Fazla uzaklara belki de gidilemezdi. Güvenliği sağlamak için dağların<br />

eteklerinde duvarlar örülürdü. Yaşam oldukça güç olurdu.<br />

Arda YILDIZ 4/G<br />

Yeryüzünün tamamı dağlarla kaplı olsaydı yol yapımı, bina yapımı, köy ve kentleri kurmak oldukça güç<br />

olurdu. Evlerimizde kedi, köpek yerine belki ayı beslerdik. Dağlarda iş olanağı az olduğundan iş bulmak da<br />

zor olurdu. Dağcılık, avcılık gibi meslekler yapılırdı. Tarım yapılamadığı için buğday üretemez, belki de mis<br />

gibi ekmeği hiç tanıyamazdık. Bunları düşününce dağlarda yaşamak pek de güzel değilmiş.<br />

Kağan Sarp GÖKÇE 4/G<br />

<strong>Birikim</strong><br />

13


5. SINIFLAR<br />

BETİMLEME ÇALIŞMALARI YAPIYORUZ…<br />

PALYAÇOLAR<br />

Onunla üçüncü yaşıma girerken doğum günümde tanıştım. İlk başta biraz<br />

korktum; ama sonra onu sevmeye başladım. Onun kıvırcık sarı saçları, kahverengi<br />

gözleri ve kocaman kırmızı bir burnu vardı. Ayrıca yüzündeki koca mavi<br />

benekleri, benekli ceketi, koca pantolonu ve kırmızı ayakkabılarıyla çok dikkat<br />

çekiyordu. Zayıftı ve boyu uzundu. Bana kahverengi gözleriyle baktı. Bana, “Bizimle<br />

oynamak ister misin?” diye sordu. Ben de ona tiz bir sesle “Evet.” dedim ve<br />

oyuna ben de katıldım. O günden beri palyaçoları çok seviyorum.<br />

Suat Can KOÇAK 5/A<br />

İNANILMAZ AİLEM<br />

İnsan, hayatının büyük bir kısmını ailesiyle, akrabalarıyla geçirir. Aile, toplumun temelini oluşturur. Tüm<br />

davranışlarımızı da en yakınımızdakilerden alırız. Aile bu nedenle çok önemlidir. Annemi çok severim. Çiçek<br />

gibi tatlı bir kokusu vardır. Saçları ve gözleri kahverengidir. Sakin, tatlı konuşması beni umutlandırır. Beni<br />

okuldan aldıktan sonra bana sarılması, huzur verir bana. Benim için en iyiyi bilir ve hep doğru yönlendirir<br />

beni. İnsanları çok iyi anlar, saygılı biridir. Babamı da çok severim. Güven doludur. Her dediğimi dikkatle<br />

dinler ve yanıtlar. Yorumları ise çok mantıklıdır. Ela gözleri vardır, ışıl ışıl. Boyu çok uzundur. Anneannem,<br />

babaannem ve dedelerim de beni çok severler. İstediğim şeylere önem verirler. Ne olursa olsun, ailemi çok<br />

seviyorum ve hep seveceğim. Onlarla beraber çok mutluyum.<br />

İlkim Bahar GÜNERİ 5/A<br />

Ankara Kalesi’nin Gizemi<br />

Annem, Ankara Kalesi’nin yaşadığımız kentin simgesi olduğunu ve oraya<br />

gideceğimizi söylediğinde çok heyecanlanmıştım. Sabırsızlığım ve heyecanım<br />

giderek artıyordu. Hemen hazırlandık ve yola koyulduk. Nihayet kalenin<br />

bulunduğu Ulus semtine geldik. Kısa bir yürüyüşten sonra kaleye ulaştık. Gördüğüm<br />

manzara karşısında büyülenmiştim. Öykü kitaplarındaki kaleler gibiydi...<br />

Ankara Kalesi’nin ne zaman yapıldığı tam olarak bilinmemekle birlikte<br />

Hititlerin kaleyi, askerî bir garnizon olarak kullandığı sanılmaktadır. Hititlerden<br />

bu yana hep aynı yerde bulunan Ankara Kalesi, Romalılar ve Bizanslıların<br />

hâkimiyeti altında kalmış, 1073 yılında Selçukluların eline geçmiştir. Kale, iç<br />

kale ve dış kale olmak üzere iki kısımdan oluşmaktadır. Bugün kalenin içinde<br />

çok eski zamanlardan kalmış Ankara evleri bulunmaktadır.<br />

Zeynep YÜCEKÖK 5/A<br />

14<br />

GEZDİK, GÖRDÜK, PAYLAŞIYORUZ!<br />

Pamukkale Travertenleri<br />

Pamukkale’de nereye bakarsanız bakın her yerde kar beyazı travertenleri<br />

ggörürsünüz.<br />

Travertenler size bembeyaz pamukları hatırlatır. Görünüşü size<br />

hhuzur<br />

verir. Bu doğal güzellik nasıl oluşmuş biliyor musunuz? Kaynaktan çı-<br />

kkan<br />

sıcak suyun içinde bazı kimyasal maddeler vardır. Bu kimyasal maddeler<br />

ssuyun<br />

havadaki oksijen ile teması sonucu çökelmeye başlar. Çökelen madde-<br />

ller<br />

başlangıçta jel halindedir, zaman içerisinde sertleşir ve travertenleri oluş-<br />

tturur.<br />

Beyazlığın oluşumunda, hava şartları ve ısı kaybı etkilidir. Pamukkale<br />

UUNESCO’nun<br />

belirlediği Dünya Kültür Mirasları arasında yer almaktadır.<br />

BBu<br />

doğal güzelliği görmek için mutlaka Denizli’ye gitmelisiniz.<br />

Pelin PEŞKİRCİOĞLU 5/B<br />

<strong>Birikim</strong>


5. SINIFLAR<br />

ÇOCUKLAR GELECEĞİMİZDİR...<br />

Ben bir çocuğum... Benim de haklarım var. Ben oyun oynayabilirim, okula gidebilirim, yemek yiyebilirim,<br />

bunların hepsini yapabilirim. Benim hakkım. Çalışmam ben küçük yaşta. Sadece oyun oynarım. Ben de hata<br />

yaparım; ama bunların bana zarar vermesine izin veremem.<br />

Bana zarar vermeyin, beni incitmeyin. Ben sizden uzaklaşırım. Hem sizi sevmem hem de dinlemem. Bana<br />

doğruyu söylerseniz, benim de fikirlerimi dinlerseniz, beni anlarsınız. Ben de bir bireyim ama küçüğünden.<br />

Ben de sizin gibiyim, tüm insanlar gibi… Ben korunurum beni sevenler tarafından. Herkes çocukları sever;<br />

ama onları korumayanlar da var. Çalıştıranlar, vuranlar, çocuklara çok kötü davrananlar...<br />

Bunlar olmasın! Ben senin geleceğinim. Ninenin doktoru, evsizlerin mimarı, yardıma ihtiyacı olan herkesin<br />

yardımcısı. Bana zarar verirsen gelecekte sana kim bakacak? Çocuğunu kim iyileştirecek? Kim seninle<br />

ilgilenecek? Bunların hepsini yapacağım ben. Senin geleceğinim ben, bana zarar vermezsen....<br />

Simten ÖNEN 5-C<br />

ÇOCUKLAR EZİLİYOR…<br />

Çocuklar önemlidir,<br />

Geleceğin büyükleridir,<br />

Onları sakın üzmeyin,<br />

Bir de ezip geçmeyin.<br />

ÇOCUK HAKLARI<br />

Çocuk,neşe kaynağımız<br />

Peki çocuk nedir?<br />

Biz neyiz biliyor musunuz?<br />

Biz sizin geleceğiniziz.<br />

Ancak bilin ki<br />

Bizim yaşamamız için<br />

Gerekenler vardır<br />

Bunlar dörde ayrılır<br />

Onların da canı var,<br />

Onların da hakkı var,<br />

Beslenmek, yaşamak<br />

Giyinmektir bunlar.<br />

Katılımdır bir tanesi<br />

Her şeye dahil edin beni<br />

Gelişme de önemlidir<br />

Eğitim bunun içindedir.<br />

Uyanın büyükler,<br />

Çocuklar çalıştırılıyor,<br />

Onları çalıştırırsanız,<br />

Geleceği bulamazsınız!<br />

Tuğba Selin İSLAM 5/C<br />

BiL BAKALIM BEN NEREDEYiM?<br />

Korunma da vardır tabi<br />

Her tür tehlikeden korunmalıyım<br />

Yaşama ise en önemlisidir<br />

Kimse nefes almama karşı koyamaz<br />

Çocuklar çok değerlidir<br />

Onlar gelecektir<br />

Geleceği yok etmeyin<br />

Bizlere değer verin<br />

Şana Güney CEYHAN 5/C<br />

Ben rüzgar ve yağmurların oluşturduğu, eski insanların içinde yaşadığı değişik evlerim. Doğanın oluşturduğu<br />

güzelliklerden biriyim. Doğa Can ÇETİNKAYA 5/D<br />

Dev gibi bir kiliseyim ben. Taşlara ustaca oyuldum. Etrafım kayalık ve otlarla kaplı. Gizlice yapıldım buraya,<br />

rahip ve rahibeler ibadet etsin diye. Zeynep Ebru ARISOY 5/D<br />

Batıdan doğuya, kuzeyden güneye göç eden kuşlar burada dinlenirler. Bu cenneti bilenler, Balıkesir’e giderler.<br />

Barış GÜÇLÜ 5/D<br />

Benim yerim Çanakkale, şeklim at, göğsüm kare. Düşmanlar kullanmışlar beni, ele geçirmek için şehirleri.<br />

Hadi bakalım, bilin beni. Ayberk Baha ÇELİK 5/D<br />

Ben ilk insanların yaşadığı bir mağarayım. Beni ziyarete gelip eski kalıntıları görebilirsiniz. Ayrıca eski<br />

eşyaları da müzede inceleyebilirsiniz. İpek ÖKTEM 5/D<br />

<strong>Birikim</strong><br />

15


BULUTLARIN ÜSTÜNDE<br />

Bulutlarla dolu bir günde,<br />

Çocuk çıktı uçurtmanın üstüne.<br />

Uçtu, vardı bulutlara<br />

Sanki girdi yatağına.<br />

5. SINIFLAR<br />

Ne kadar da rahattı,<br />

O sırada bulut gıdıklandı.<br />

Güldü, kahkaha attı.<br />

Çocuğu üstünden fırlattı.<br />

GÜNDEMDEN YANSIYANLAR<br />

Çocuk düştü başka buluta<br />

Sıkı Sk tutundu, t t d deneyimi d i i<br />

vardı.<br />

Bu bulut rahattı,<br />

Çocuk uykuya daldı.<br />

O sırada hapşurdu bulut,<br />

Çocuğu düşmeden tut.<br />

Birden yağmur başladı,<br />

Delik deşik oldu bulut.<br />

O deliklerin arasından düştü çocuk,<br />

Tam isabet etti uçurtmanın üstüne.<br />

Ece Bahar YILDIRIM 5/E<br />

ÇIĞ PALANDÖKEN’İ DE VURDU<br />

Doğu Anadolu Bölgesi’nde bulunan Erzurum’a yarıyıl tatilini geçirmek geçirm ve kayak yapmak için giden<br />

Antalyalı aile çığın altında kaldı. Arabalarıyla Palandöken Dağı’na çıktıkları sırada büyük bir kar kütlesi,<br />

l aileye zorlu anlar yaşattı. Bu olay akıllara 1998 yılında Ağrı Dağı’na<br />

düşen d çığı hatırlattı. İki olayda da araba gürültüsünün çığa neden olduğu<br />

düşünülüyordu. d<br />

Bu olayın farkı can kaybının olmamasıydı. Antalyalı aile,<br />

iki i saatin sonunda kurtarıldı ve hastaneye kaldırıldı. AKUT görevlilerinin<br />

yaptığı y açıklamaya göre Palandöken Dağı’nda da çığ tehlikesi vardı. Bu nedenle<br />

d dağa, kış aylarında çıkışlarda dikkat edilmesi gerektiğine karar verildi.<br />

d Çığ nedeniyle Erzurum trafiği de kilitlendi. Çığ, yaşamı olumsuz etkiledi.<br />

Erzurum Muhabiri<br />

Petek IŞILAK 5/F<br />

BÜYÜK FELAKET<br />

14 Ocak 2011 Cuma günü saat 03.00 sularında Marmara’da 7.3 büyüklüğünde<br />

deprem yaşandı. Marmara’da yaşanan deprem Marmaralıların yaşamını<br />

zorlaştırdı. İnsanların deprem anında nasıl davranmaları gerektiğini bilmemelerinden<br />

yaralı ve ölü sayısının arttığı bildirildi. Sıklıkla yapılan hataların<br />

deprem anında asansör ya da balkon kullanımı olduğu, kurtulmak ümidiyle<br />

camdan atlamaya çalışmak olduğu bildirildi. Bu şekilde depremden kurtulmaya<br />

çalışanların girişimlerinin ölümle sonuçlandığı görüldü. Bazı bilinçli<br />

insanların ise kaçmak yerine kendilerini koruma yoluna gittikleri görüldü. Bu<br />

insanlar ise ekipler tarafından kurtarıldı. Deprem sonrasında artçı depremler<br />

yaşandı. İnsanlar artçı depremler için önlem aldı. Bu nedenle artçı depremlerde<br />

ölen olmadı. Bu olay sonrasında insanlar, fay hatlarının yakınına ev yapmamaya<br />

başladılar, deprem çantası hazırladılar, deprem öncesi, sırası ve sonrasında<br />

yapması gerekenler hakkında bilinçlendiler.<br />

İstanbul Muhabiri Ayşenur ŞAHİN 5/F<br />

YİNE ORMAN YANGINI<br />

Antalya’da hava sıcaklığı 45˚C’ye ulaştı. Evlerinde sıcaktan bunalan insanlar denizleri doldurdu. Bir aile<br />

de denizlerin dolu olduğunu görüp piknik yapmaya karar verdi.<br />

Piknik sonrası çöplerini piknik yaptıkları alanda bıraktılar. Bırakılan çöpler içinde cam şişelerin olması<br />

yangın ihtimalini artırdı. Güneşin de etkisiyle ısınan cam parçaları bir büyüteç gibi görev yaparak etrafındaki<br />

otların ısınmasına sebep oldu. Bir süre sonra ağaçlar alev aldı. İtfaiye, yangını kontrol altına almayı başardı;<br />

ama kaybedilen ağaçların ve hayvanların yerine gelmeyeceği gerçeğini değiştirmezdi.<br />

Bir çöp bile güneşle birleşip bir ormanı yakabiliyor. Bu durumda insanların bilinçli davranmaları gerekir.<br />

Antalya Muhabiri Doğa KARAKAŞ 5-F<br />

16<br />

<strong>Birikim</strong>


5. SINIFLAR<br />

MEKTUBUMUZ<br />

VAR...<br />

Sevgili Sima,<br />

Mektubunu aldığımdan beri çok heyecanlıyım. Mektubun dün elime geçti ve hemen cevap yazmaya başladım.<br />

Bugün çok güzel geçti. Sabah erkenden kahvaltımı yaptım. Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu. Bu yüzden<br />

annem, atkımı ve beremi takmam gerektiğini hatırlattı. Koşa koşa dışarı çıktım. Arkadaşlarım kardan adam<br />

yapmayı bitirmişti. Ben de atkımı ve beremi kardan adama takıp eve döndüm. Bazen yazı özlüyorum. O içimizi<br />

ısıtan güneşi… Ama Ankara’ nın kışı da güzel. Dün Eymir Gölü’ ne gittik. Göl, donmuştu. Kuzenimle buz<br />

üstünde kaymak istedik; ama jandarmalar buna izin vermedi. Evimize giderken Elmadağ’ ın yanından geçtik.<br />

Çok büyük bir dağdı. Eve gider gitmez atlastan ülkemizin fiziki haritasını buldum ve dağın yüksekliğine baktım.<br />

Sosyal Bilgiler dersinde 500 metreden yüksek tepelerin dağ olduğunu öğrenmiştik. Akşam belgeselde<br />

Haymana Yaylası’ nı izledik. Anneme, buraya gitmek istediğimi söyledim. Birkaç hafta sonra gidebileceğimizi<br />

söyledi. Annem ve babam turlara bakıyorlardı. “Sen de bizimle gelmek ister misin Sima? Eğer gelirsen<br />

Anıtkabir’e de gidebiliriz. Ankara’ nın en ünlü alışveriş merkezi olan Atakule’ yi gezebilir, kuleye çıkarak<br />

şehri izleyebiliriz. İstersen Ankara Kalesi’ ni de gezebiliriz. Bence şimdiden valizini hazırlamalısın.”<br />

Yatmaya hazırlanırken annemin heyecanlı sesini duyduk, köpeğimizin bahçede olmadığını söyledi. Onu<br />

aramaya başladık. Geri geldiğimizde ne görelim, balkonun altındaki kutuların arkasına saklanmış. Onu görünce<br />

hepimiz sevindik. Mis gibi ekmek kokuyor. Demek ki annem yine ekmek pişiriyor. Biliyorsun İç Anadolu<br />

Bölgesi, yurdumuzun tahıl ambarıdır. Konya Ovası’ nın buğdaylarından üretilen unlarla yapılan nefis keklere,<br />

kurabiyelere, ekmeklere diyecek yok. Bence siz de çok şanslısınız. Çanakkale’nin denizi ve bilmediğim birçok<br />

güzelliğini görüyor ve yaşıyorsunuz. Mektubunda sen de bana oraları anlatırsın. Seni çok seviyorum. En<br />

kısa zamanda Ankara’ ya gelmeni umuyorum.<br />

Damla Begüm SUCUKA 5/G<br />

Can Dostum Oya,<br />

Artvin’e geldiğim günden beri seni çok özledim. Buradaki okuluma alıştım; ancak Muğla’yı hâlâ çok<br />

özlüyorum. Sınıfın nasıl? Arkadaşların nasıl? En önemlisi sen nasılsın?<br />

Sana biraz Artvin’den bahsedeyim. Merak ettiğini düşünüyorum. Evimiz Datça’ daki taş evler gibi değil.<br />

Tahtadan yapılmış şirin mi şirin bir ev. Dün şöminede yakmak için getirdiğimiz kömürlerimizin yetmeyeceğini<br />

sandık; çünkü yağmur hiç durmadı. Biliyorsun Karadeniz iklimi bol yağışlı. Biz üşürken babamın yüzünde<br />

sıcak bir gülümseme vardı; çünkü yağmur babamın yetiştirdiği çayların büyümesini sağlıyor. Bu ürünleri<br />

yakınımızda bulunan çay fabrikasına götüreceğiz. Senin gelmeni heyecanla bekliyorum. Hafta sonu balık<br />

tutmaya gideriz. Oltalarımızla tuttuğumuz levrek, çinekop, hamsi balıklarını pişirip yeriz. Sana fındık ve çay<br />

bahçelerini gezdiririm. Gelirken yağmurluk, şemsiye, bot almayı unutma. Yakınımızda bir orman var. Öyle<br />

yeşil ki… Bakmaya doyamazsın. Tertemiz havası var. Doğu Karadeniz Dağları’ nı görmek için yurdumuzun<br />

dört bir yanından turistler geliyor. Çoruh Nehri’nin yanında piknik yapabiliriz. Bu nehirde rafting sporunu<br />

seven sporcular olur. Onları izleriz.<br />

Biricik arkadaşım Oya, seni her zaman Artvin’ e bekliyorum. Artvin, Muğla ve Datça gibi sıcak değil;ama<br />

Karadeniz’ in yağmur cenneti… Sena YILMAZ 5/G<br />

<strong>Birikim</strong><br />

17


ANLATMAK iÇiN GEZMEK...<br />

DOLU DOLU RÜZGÂR<br />

Göcek’e doğru yola çıktığımızda çok heyecanlıydım. Çünkü ilk kez bir yelkenliyle Göcek’in bütün koylarını<br />

karış karış gezecektik. Sabah daha hiçbir yer uyanmadan limana demirlemiş teknemizi uykusundan uyandırdık. İlk<br />

işim terliklerimi giymek oldu. Bu, beni kelebekler kadar hafif hissettirdi. Teknemize yerleştik. Bembeyaz yelkenlimize<br />

rüzgârı doldurduk. Göcek’in masmavi sularında bir kuğu gibi süzülmeye başladık. İlk durduğumuz koyda<br />

demirlemiştik yelkenimizi. Kaptanımız, “Yüzerek kıyıya giderseniz ağaçların arasından geçtiğinizde Bedri Rahmi<br />

Eyüboğlu’nun yaptığı resmi ve yazdığı şiiri görebilirsiniz.” dedi. Annem, kuzenim ve ben hızlı hızlı yüzmeye<br />

başladık, çünkü bir an önce bunları görmek için sabırsızlanıyorduk. Kıyıya çıktık. Bedri Rahmi, koskocaman bir<br />

kayanın üzerine çakıl taşları ile bir balık resmi yapmış, yanına da “Seni düşününce bir çakıl taşı ısınır içimde…”<br />

dizesini yazmış. O sırada, sonradan arkeolog olduğunu öğreneceğimiz yaşlıca biri geldi yanımıza. Göcek hakkında<br />

bilgiler vermeye başladı. Teknede bizi bekleyenleri unutarak merakla onu dinlemeye başladık.<br />

Göcek, “Likya” uygarlığının gelişmiş iki kenti arasında olan Fethiye ve Dalyan arasında kalmış bir yerleşim yeriymiş.<br />

Buralarda bol bol kaya mezarları, hamamlar bulunmaktaymış. Yörenin eski çağlardaki adı “Daydala” imiş.<br />

Göcek adının ise göç kavramından geldiği düşünülmekteymiş. Yöre halkı yazın yaylalara çıktığı için göç zamanı<br />

yaklaştığında birbirlerine “Göç zamanıdır, haydi göçek.” diye seslenerek yola koyulurlarmış. Koyun adı zamanla<br />

“Göcek” olarak kalmış.<br />

Bir anda bizi bekleyenleri hatırlayıp koşmaya başladık. Tekneye geldiğimizde epeyce yorulmuştuk. Teknemiz<br />

yol almaya başladı, ben teknenin en ucuna oturdum ve masmavi çarşafları yırtarcasına giden tekneyi bir an korsan<br />

gemisine benzettim. Denizyıldızları ve balıklar bizim çılgın teknemizden kaçıyorlardı. O sırada Tersane Koyu’na<br />

geldik. Bu koy Likya uygarlığından kalma antik bir yerdi. Kaptanımız bu gece burada kalacağımızı söylediğinde<br />

biraz ürperdim, korsan hayallerim için iyi bir mekân olacaktı. Güneş batmıştı. Balıkların arasında onlarla yarışırcasına<br />

yüzmeye başladım.<br />

Yelken açtığımız her mavilikte, denizin kokusunu daha çok çektik içimize, sonsuzluğun eşsiz güzelliğini yaşadık…<br />

On gün boyunca denizde yaşamanın keyfini sürdük. İdil Naz ZEKA 6/A<br />

KÜLTÜRLERİ BULUŞTURAN KENT: MARDİN<br />

Üç dini buluşturan, her adımınızda size ayrı bir tarihi yaşatan, konakları dillere destan bir kent: Mardin. Ne zamandan<br />

beri gitmek isterdim. O sıralar Şanlıurfa’da yaşıyordum. Mardin-Şanlıurfa arası iki saatti ki bence uzun bir<br />

yol değil. Tarih Nisan 2008’di. Mardin’i neredeyse ailemdeki herkes görmek istiyordu. Hazırlandık ve yola çıktık.<br />

Yolda hava çok sıcaktı. Gerçi Şanlıurfa ile Mardin’in sıcaklıkları neredeyse aynıdır. O yüzden alışıktım.<br />

Mardin’e vardığımızda ilk durağımız belliydi, Mardin Müzesi’ne gidecektik. Mardin Müzesi’ne girdiğimde<br />

gözüme çarpan ilk şey, eski paralar oldu. Üzerlerindeki şekiller alışık olmadığımız tarzdaydı. Müzenin içine doğru<br />

gidildikçe eski testiler, silahlar ve takılar karşılıyor sizi. Takılar genellikle gümüşten yapılmışlar ve büyükler.<br />

Bütün bu tarihi eserleri dikkatle ve hayranlıkla inceledikten sonra müzeden çıktık ve bir Süryani evine uğradık.<br />

Bu evin sahibi yaşlı bir adamdı. Gelen ziyaretçilere açıyordu evini ve kendi yaptığı şaraplardan satıyordu. Evi<br />

gezdikten sonra bir kiliseye uğradık. Bizim orada bulunduğumuz sırada bir grup Hıristiyan ve Süryani de ibadet<br />

etmektelerdi. Kiliseden çıktık ve Mardin’in şirin bir ilçesi olan Midyat’a geçtik. Orada ünlü konakları gezdik.<br />

Hatta o zamanlarda çekilmekte olan “Bir Bulut Olsam” dizisinin, hiç kimsenin giremediği setine girebildik. Bu,<br />

anneannem sayesinde odu; çünkü anneannem setteki ekibe “Çok uzaktan, Polatlı’dan geldim yavrum. Bir görüvereyim.”<br />

diye baskı yapınca ekip bizi geri çeviremedi. Setten çıktıktan sonra Midyat’ın ünlü gümüşçülerini gezdik.<br />

Bu arada itiraf etmeliyim ki Mardin’in yerleşimi çok değişik. Şehirdeki evler bitişik bitişik ve düzensiz. Hava kararmak<br />

üzereydi ve gezmekten çok yorulmuştuk. Ertesi gün Mardin sokaklarında dolaştık ve birkaç pasajı gezdik.<br />

Öğlen olup karnımız acıktığında hemen bir lokantaya girdik. Mardin’e gelip de acı bir şeyler yemeden dönmek<br />

olmaz, diye düşünerek kebap söyledik. Yemeklerimizi bitirdikten sonra gitme vaktinin geldiğini anladık bu güzel<br />

şehirden. Artık vedalaşmalıydık Mardin sokaklarıyla.<br />

Sabahtan hazırlamıştık eşyalarımızı zaten. O yüzden fazla oyalanmadık ve Urfa’ya doğru dönüşe geçtik. Yaptığım<br />

en güzel ve keyifli gezilerden biriydi Mardin gezisi. Hepinize adeta bir müze kent görünümdeki bu şehre<br />

uğramanızı tavsiye ederim. Buse ŞİMŞEK 6/B<br />

18<br />

<strong>Birikim</strong>


ANLATMAK iÇiN GEZMEK...<br />

TARİHÎ ŞEHİR: ESKİŞEHİR<br />

Eskişehir, tarihi ve kültürü açısından çok zengin bir ilimizdir. Eskişehir deyince akla ilk, o güzel Porsuk<br />

Çayı gelir. Porsuk Çayı’nın yanındayken kendinizi Venedik’te sanırsınız.<br />

Eskişehir’e Ankara’dan iki saatte gidiliyor. “Ben daha hızlı varmak isterim o güzeller güzeli şehrimize.”<br />

diyorsanız, hızlı trenle bir buçuk saatte ulaşabilirsiniz. Eskişehir çok temiz bir yer. Her yer orman, ağaç, çiçek,<br />

bahçe. İnsanlar geçimlerini fabrikalarda çalışarak, büyükbaş hayvancılık yaparak ya da tarım ile uğraşarak<br />

sağlıyor. Türkiye’nin ilk Eti fabrikası Eskişehir’de açılmış. Şu anda hâlâ kullanılır durumda.<br />

Eskişehir’in adı tarihinden gelmektedir. Bizans döneminde de var olan bir Anadolu şehri olduğu için adı<br />

Eskişehir olarak kalmıştır. MÖ II. yüzyılda Roma İmparatorluğu kontrolüne geçen şehir, Roma ikiye ayrıldıktan<br />

sonra Bizans hâkimiyetine, 1289’da ise Osman Gazi yönetimine geçmiştir. Orhan Gazi döneminde Karamanlıların<br />

eline geçen şehri, I. Murad yeniden Osmanlı İmparatorluğu’na geçirmiştir. Eskişehir’in adı, ilgi<br />

çekici tarihinden gelmektedir. Eskişehir’de Odunpazarı evleri gezilebilir. Odunpazarı evleri yeni yeni restore<br />

edilmektedir. Restore işlemleri evleri biraz değiştirmiş; fakat evlerin içine girildiğinde eski yaşamın duygusu<br />

tadılabilir. Seyit Battal Gazi Türbesi’nin içinde Seyit Battal Gazi’nin yedi metre boyundaki mezarı ve çeşitli<br />

odalar bulunuyor. Bu odalar içlerinde bulunan tarihî eşyalarla adeta müze gibi. Yedi metre boyundaki mezarın<br />

gerçek olup olmadığı tartışılıyor.<br />

Eskişehir güzel bir ova olduğu için birçok eski uygarlık bu topraklarda yaşamıştır. Frigyalılar da bunlardan<br />

biridir. Frigyalılar taşları oyarak Yazılıkaya Anıtları’nı oluşturmuşlardır. Bu anıtların yanındaki tepelerin<br />

üzerindeki kayaları sığınak ve sularını, besinlerini koyacakları bir yer olarak kullanmışlar. Sakarya Nehri’nin<br />

doğduğu yer, Eskişehir’de Sakarbaşı olarak adlandırılır. Bu yer, Eskişehir’in çifteler ilçesinde bulunur. Çok<br />

güzel bir manzaraya sahiptir. Eskişehir’de Güzel Sanatlar Cam Müzesi de gezilebilir.<br />

Eskişehir’de çiğ börek, salep, haşhaşlı çörek, Nuga helva çok meşhurdur. Ben bunların arasından en çok<br />

çiğ böreği beğendim, sizin de yemenizi kesinlikle tavsiye ederim. Eskişehir’e kışın gitmelisiniz bence. Soğuk;<br />

ama çok güzel bir manzarayla karşı karşıya kalıyorsunuz. Hafta sonunun en güzel şekilde geçmesini dileyenler,<br />

Eskişehir sizleri içtenlikle bekliyor.<br />

Lara ALTUNDAĞ 6/D<br />

CENNETE AÇILAN KAPI<br />

Bomboş, dümdüz bir yolda iki araba ilerliyoruz. Yol düz, virajsız, etrafı sık ormanlar...<br />

Gölcük’e giden yol çok sayıda ağaçla süslenmiş. Yeşilliğin etkisiyle ilerlerken Gölcük’e geliyoruz. Gölün<br />

ve ağaçların arasında kocaman, kahverengi bir ev. Kim böyle güzel bir evde oturmak istemez ki? Ama maalesef<br />

bu evde hiç kimse oturmuyor. Biraz ileride bir balık lokantası. Balığı sevmesem de buradakiler bildiklerimize<br />

pek benzemiyor. Baktım, tadı da farklıydı. Karnımız iyice doyunca yola devam ediyoruz. Bu sefer orman<br />

yürüyüşü. Gezinin bu bölümüne ağaçların arasında palamut taşıyan minik, kahverengi sincaplar keyif katıyor.<br />

Zaman ilerliyor, hava kararmaya, keyfimiz yerini yorgunluğa bırakmaya başlıyor. Yeni kararımız termal havuza<br />

girmek. Ne de olsa Bolu, şifalı sularıyla ünlü.<br />

Ertesi gün doğal ürünlerle donatılan sofrada kahvaltılarımızı yapıp yollara düşüyoruz. Ulaşılacak yer Abant.<br />

Dağa çıkarken manzara büyüleyici. Karlar eriyor. Derken Abant’a varıyoruz. Gözlerime inanamıyorum. Burada<br />

ne yok ki... Sapsarı, uzun sazlıklar, yeşil nilüferler... Hatıra kalsın diye hemen fotoğraf çektiriyoruz. Dönüş<br />

yolunda birkaç çeşme görüyoruz yol kenarlarında. Dağların doruğundan gelen buz gibi sudan bir bidonu dolduruyoruz.<br />

Biraz daha ilerleyince karşımıza tarhana satan kadınlar çıkıyor. Tarhana alıp yola devam ediyoruz.<br />

Otele dönüyoruz günün yorgunluğuyla.<br />

Son gün kahvaltıdan sonraki plan, eve dönüş. Yola çıkıyoruz. Güzelliklerden ayrılmanın sıkıntısını yaşarken<br />

yol, iri yarı bir ineğin salına salına yoldan geçişiyle kapanıyor. Hepimiz kahkahalara boğuluyoruz. Bizi fark<br />

etmiş olacak ki yolun kenarına geçip gözden kayboluyor. Bizim de Bolu maceramız böylece sona eriyor.<br />

Elif ÇETİN 6/E<br />

<strong>Birikim</strong><br />

19


ANLATMAK iÇiN<br />

GEZMEK...<br />

SİNOP...KUZEYİN CENNETİ<br />

Sıcak bir salı sabahı idi. Amasya’da kaldığımız konaktaki odamızdan çıkıp kahvaltı ettik. Kahvaltıdan sonra<br />

valizlerimizi toplayıp arabamıza atladık. Sinop’a, Türkiye’nin en kuzey ucuna gitme vakti gelip çatmıştı<br />

bile. Amasya’nın dar sokaklarından geçip ana caddeye çıktık ve Yeşilırmak’ın üzerinden geçen köprüyü aştık.<br />

Amasya’dan uzaklaştık ve yollara koyulduk.<br />

Sinop’a giderken dikkat çekici bazı yerleri de gezdik. Şehre geç saatlerde ulaştık. Bu küçük şehrin ışıldayan<br />

parlak ışıkları, denizle bütünleşmiş bu yere değişik bir ruh katıyordu. Görünüşe göre, burası sadece insanlar<br />

için değil, balıkçılar için de bir cennet. Şehrin içi balık kokuyor ve limanda üzerinde balıkçılık malzemesi<br />

olan onlarca gemi var. Bu küçük şehir, içinde bir sürü güzellik barındırıyor. Tarihi mekânlardan restoranlara,<br />

barlara kadar bir sürü değişik mekân var.<br />

Sabah kalktığımızda hemen kahvaltı ettik ve yola koyulduk. Gezeceğimiz ilk yer Hamsilos Koyu idi. Bu koyun<br />

bir özelliği vardı, Türkiye’deki tek fiyordu barındırıyordu. Oraya gitmek biraz zordu; fakat ulaştığımızda,<br />

buna değer olduğunu anladık. Sisten oluşan bir uçurum gibiydi. Aşağıda deniz asilce dalgalanırken yukarıda<br />

sis karşıdaki sarp kayalıklarını, hatta çevremizi görmemizi engelliyordu. Bir an kendimi o uçurumdan denize<br />

atmak istedim; çünkü deniz ve karanın böyle doğaüstü birleşimini daha önce hiç bu kadar net görmemiştim.<br />

Kayalığın üstünde gezebildiğim yerleri gezdim; fakat tehlikeli olduğu için uçuruma çok yaklaşmadım. Bu<br />

sırada babam gitmemiz gerektiğini, daha gezecek çok yer olduğunu söyledi. Yine arabaya bindik ve yola<br />

koyulduk. Bu sefer Türkiye’nin en kuzey paralelinin geçtiği İnceburun’a gidiyorduk. Tahta bir yoldan sahile<br />

çıktık. Sahil, kum yerine büyük kayalarla kaplı idi. Ayağım takılmasın diye olabildiğince dikkatli, gidebildiğim<br />

kadar kuzeye gittim. Sis olmadığı için karşımda dalgalanan o masmavi denizi ve biraz uzağımda denizle<br />

birleşen kayalık bölgeyi rahatça görebiliyordum. Bu yer muhteşemdi. Sonra bir göle gittik. Gölün çevresi<br />

orman, kıyısı ise topraktı. Fakat her ne kadar göl gibi görünse de bu bir denizdi! Deniz, inanılmaz bir biçimde<br />

sakindi. Denizin üstünde kuşlar usulca süzülüyordu. Bazıları da kanatlarını açmış, güneşleniyordu kayaların<br />

üstünde ve bu manzara görülmeye değerdi.<br />

Sarı kum Tabiat Parkı’na gittik sonra. Hava sisliydi; fakat çevredeki ormanları ve içinde kuşların yüzdüğü<br />

o gölü görebiliyordum. Parkın doğal güzelliği bir harikaydı, orman ile göl resmen birleşmişti. Parkın her yerinde<br />

bu yerdeki flora ve fauna ile ilgili tabelalar vardı. Bu güzel yeri de gördükten sonra şehrin içindeki bir<br />

mantıcıya gittik. Burada sevecen bir teyze bize çok güzel mantılar hazırladı, biz de afiyetle yedik.<br />

Şehrin içindeki tarihi mekânları gezdik. Tarihi Sinop Cezaevi, herhalde bunlar içinde en hüzün<br />

verici yerdi. O eski zindanlar, hücreler, koğuşlar ve çocuk ıslahevleri içimi karartmıştı. Zindandaki o zincirleri<br />

görünce bir zamanlar o zincirlere bağlanmış insanların acısını adeta içimde hissettim. Çocuk ıslahevinde<br />

duvarların her yeri çocuk yazıları ile kaplanmıştı. O çocuklar ne kadar acı çekiyorlardı, kim bilir… Küçücük<br />

hücreler gördüm, bir metrekare bile olmayan o odada nasıl aylarca kalıyorlardı ki? Hiç anlayamadım. Yatakhaneler<br />

de beni çok hüzünlendirdi. Çoğu ünlü şairin bu hapishanede kalması da garipti. Onlar o güzel şiirlerini<br />

buradaki hücrelerin duvarlarına yazmıştı.<br />

Bu hüzünlü yerden sonraki durağımız, Etnografya Müzesi oldu. Burada, eski Osmanlı kültürü hakkında<br />

bilgiler öğrendim. Gelenekleri, yemekleri, kıyafetleri, hepsi bu küçük odalarda birkaç bal mumu manken ile<br />

dile getiriliyordu. Buradan sonra ise Arkeoloji Müzesi’ne gidip binlerce, hatta milyonlarca yıllar öncesinde<br />

yapılmış veya yaşamış cisimleri ve canlıları gördüm. Sinop’ta doğmuş ünlü filozof Diyojen’in hayatını burada<br />

okudum. Eski paraları, çanak çömlekleri, heykelleri gördüm. Bazı eski resimler, silahlar, kıyafetler ve<br />

araçlar da gördüm. Bu müzeden de çıktıktan sonra bir tatlıcıdan Sinop’a özel bir tatlı olan nokul aldık. Üzümlü<br />

ve cevizli nokulumuzu bir çay bahçesinde yedik. Tadı çok güzeldi. Akşam yemeği için şehirdeki bir balık<br />

lokantasına gittik, biraz sokaklarda gezdik. Ertesi gün Kastamonu’ya doğru yola koyulduk. Daha gezimiz<br />

bitmemişti.<br />

Kuzey Cem KULAÇOĞLU 6/C<br />

20<br />

<strong>Birikim</strong>


VE KADINLAR BiZiM<br />

KADINLARIMIZ...<br />

BEN KIŞIN AÇARIM<br />

Bir iskelet kadar soğuk bedenim, ayaklarım buz olmuş adeta… Sert esen rüzgar, saçımı içinden çıkılmaz bir<br />

çalılığa dönüştürmüş. Kar taneleri gökyüzünden al yanaklarıma iniyor. Rüzgar yüzüme çarpıyor. Az sonra yarı<br />

donmuş, yarı su gölden geçeceğiz ağabeylerimle. İyi ki de boyu dizime kadar da okul kıyafetlerimi ıslatmadan<br />

geçebiliyorum. Şikayetçi değilim ben bu halimden; çünkü ben okuyorum, ellerimi kitaplarda gezdirebiliyorum. “El<br />

ele’’ yazabiliyorum. Yaşım birinci sınıfa göre büyük, aslında on yaşındayım; ama okuyorum yine de.<br />

Bundan öncesinde ince dalları, bazen de odunları taşıyordum ince belim, güçsüz bedenimle. Ormanın içinden<br />

gelen patikadan gidiyordum hep. Aklım sınavlar, dersler yerine, hasta olan annemde, odunlardan masa sandalye<br />

yapan babamda ve okuldan gülümseyerek dönen ağabeylerimdeydi. Ne düşünebilirdim ki başka? Bir gün dayanamadım,<br />

taşıdıklarımı odunluğun kenarına yığdım ve koşarak babamın yanına gittim. Cesurca “Okumak istiyorum.’’<br />

dedim. Bu iki sözcüğü söylememle yanağımda bir şimşeğin çakması bir oldu. “Okumak’’ bu kadar yanlış<br />

bir şeyse neden ağabeylerimi de okula gönderiyorlardı, neden hep okuldan dönen çocuklar mutlu oluyordu, neden<br />

arkadaşlarıyla yaşadıklarını gülerek öğretmenin övgülerini gururla anlatıyorlardı? İşte bu soruların cevabı yoktu<br />

benim için. Fakat dayanamadım. Bir gün yine, “Okumak istiyorum.’’ dedim. Babam tam elini kaldırmıştı ki annem<br />

öksürüklü, tıksırıklı sesiyle: “Gitsin, okusun! Biz kadın olduğumuz için okuyamadık, o okusun!” dedi ve sustu<br />

babama bakarak.<br />

Babam şaşırdı bu sözler karşısında. Sonra anlayamadığım bir kararlılıkla, “Tamam!’’ dedi. Annemin kulaklarda<br />

çınlayan sesi miydi onu yumuşatan yoksa ilk kez benim de bir insan olduğumu mu fark etmişti, bilemiyorum.<br />

Sormak da istemiyorum. O kadar yoruldum ki küçücük yaşımda yanıtsız sorular peşinde koşmaktan… Ertesi hafta<br />

okullu oldum. Şikayetçi değilim hem de hiç. İster bir ülke giderim, ister bin göl geçerim okul için. İster köprülerden<br />

atlarım, ister sert soğukla savaşırım. Biliyorum, büyüyünce annem için doktor olacağım.<br />

Ben bir kişi değilim zorluklar arasında, ben binlerim, milyonlarım aslında. Karın altından çıkan kardelenim,<br />

kendi kışımda bile açacağım, zorlukların üstüne güneş gibi doğacağım. Doktor olacağım, annemi iyileştireceğim<br />

önce, sonra da herkesi… Herkes kapıma gelip “Ayşe bacı, şu çocuğa bir bakıver hele de<br />

iyileşiversin.” diyecek. Sonra da onu iyileştireceğim. Sonra diğerlerini ve diğerlerini… Gücümün yettiği herkesi…<br />

Beni görünce onlar da kız çocuklarını okutmaya heveslenecekler. “Sen doktor oluverdin diye biz de kızımızı okula<br />

gönderiyoruz.’’ diyecekler. Babam benimle gurur duyacak. Ben solmayan bir kardelen, batmayan bir güneş olacağım!<br />

Özlen ATAÇ 6/F<br />

EĞİTİM BENİM DE HAKKIM<br />

Üzüntü, sıkıntı, okuma isteği... Kalbimin kapısına güm güm vuruyor. Onları içeri almak istiyorum; fakat<br />

başıma neler geleceğini biliyorum. Annemin içi kızımı okutamadım, imkânlar yetmedi diye kan ağlıyor. Yaz<br />

sıcağında çalışılıyor çalışılmasına da kışın sert soğuğunda çalışmak çok zor geliyor. Evet, kışın donan ayaklarımdaki<br />

yırtık pabuçlarla okul yerine işe, çıraklığa yürümek zorundayım.<br />

İşten gelince evde sessiz sakin oturmak zorunda kalıyorum. İçim bir hoş… Gözlerimden iki damla yaş<br />

süzülüyor her gün. Haksızlık bu! Neden, ama neden diğer çocuklar okuyor da ben okuyamıyorum? Bu haksızlık<br />

neden yapılıyor, neden erkek kardeşlerim okuyabiliyor da ben okuyamıyorum? Neden cinsiyet ayrımı<br />

yapılıyor, diye düşünüyorum her gün. Evet, her gün kafamda adı “Neden” olan sorular beliriyor... Mutsuzum;<br />

ama mutlaka bir çözüm yolu olduğuna inanıyorum. Bu inancım ve okumaya olan sonsuz isteğim beni sonunda<br />

başarıya götürecek. Kar altından azimle, direnerek çıkan bir kardelen gibi güçlü olacağım.<br />

Doğa ATALAY 6/G<br />

<strong>Birikim</strong><br />

21


VE KADINLAR<br />

HAYATTA SADECE SİZ YOKSUNUZ<br />

Bir insan dünyaya gözlerini açar, saf ve bilgilerden yoksun. Ailesiyle iyi kötü bir yaşama ayak uydurmaya<br />

çalışır. Büyür, gelişir; yedi yaşına ayak bastığında okumaya başlar ve kendini en iyi şekilde yükseltmeye çalışır.<br />

Okulunu bitirir, iş hayatına başlar...<br />

Her çocuk bizim gibi şanslı değil, özellikle bazı kız çocukları okul diye bir şey bilmez. Tek yaptığı ailesine<br />

yardım etmek, kendisinden küçük kardeşine bakmaktır. Aile, ondan kazanç elde etmek ister. On beş yaşlarında<br />

daha çocukken hayatlarının baharında evlendirilir. İşte onların yaşam hikâyesi böyle. Onların adı “Kardelen’’.<br />

Yaşama sevincini ve inancını kaybetmemiş ve hâlâ keşfedilmeyi bekleyen küçük umutlar… Siz onlar<br />

gibi olamazsınız, siz onlar gibi yaşamın zorluklarını bilemezsiniz, siz onlar gibi yaşama sarılıp dört duvar<br />

arasından kaçıp yaşamı yeniden yaşamayı anlayamazsınız. Çünkü siz her zaman en iyiyi, en güzeli görmüş,<br />

yaşamışsınızdır ve siz o yaşamın içindesinizdir.<br />

Bu dünyada sadece siz yaşamıyorsunuz. Bu yüzden yardım eli uzatarak kardelenleri de yaşama kazandırmaya<br />

çalışın. Siz yardım ettikçe onlar da gün geldiğinde size yardım edeceklerdir. Berk REÇBER 6/H<br />

ASİYE TEYZE<br />

Kastamonu’nun ücra bir köyü, Almolu. Bu köy kasabadan uzak, Göynük adlı bir dağın tepesinde, sanki hemen<br />

bitiverecekmiş gibi görünen, taşlık bir yolun iki tarafında dizilmiş sıra sıra evlerden oluşurdu. Çok neşeli<br />

bir köydü Almolu. Özellikle köyün kadınları arasında çok güçlü bir bağ vardı. Her sabah minderlerini kaptığı<br />

gibi dışarı çıkan kadınlar, taşlık yolun kenarlarına oturup evden getirdikleri börek, sarma gibi yiyecekleri yer,<br />

aynı zamanda da dedikodular yapıp konuşarak kendilerince eğlenirlerdi.<br />

Bu kadınlardan biri, Asiye Teyze’ydi. Köyün eskilerinden, pek çok şey yaşamış güçlü bir kadındı.<br />

Yaşadığı pek çok zorluğa rağmen hayat ona ayakta durmayı öğretmişti. Bembeyaz tülbentinin altından beyaz<br />

saç perçemleri alnına düşen, elma yanaklı, altmış yaşlarında gözüken tonton bir teyzeydi. O da diğer kadınlar<br />

gibi sabahları dışarı çıkardı. Ama onun asıl amacı sabahları yürüyerek kasabaya inmeye çalışan çocukları seyretmekti.<br />

Bu nedenle erkenden çıkardı dışarıya. O çocuklar arasında hele bir kız varsa gözleri dolar, boncuk<br />

boncuk dökülen gözyaşlarını tülbentinin ucuyla silerdi yavaşça. Ah şu ayakları bir tutsa, o da koşuverecekti<br />

aşağıya çocuklar gibi. O da okuyacaktı.<br />

Bir gün küçük bir kızın telaşla koştuğunu gördü Asiye Teyze. Elinde bir kitap, kendisine doğru geliyordu.<br />

Bir ara durdu küçük kız. “Diğer çocuklar indi mi teyze?”. “Gittiler.” dedi Asiye Teyze. Ne o geç mi kaldın?<br />

“Evet.” dedi kız. “Şimdi yetişemem ki…”Asiye Teyze, kızın gözlerinin içine gülümseyerek baktı. “Madem<br />

bugün okula gitmeyeceksin, otur da biraz dertleşelim seninle.” dedi. Küçük kız oturuverdi oracığa. “Adın ne<br />

senin?” diye sordu Asiye Teyze. “Türkan” diye cevap verdi kız çocuğu. “Okuma bilir misin?” Çocuk gururla:<br />

“Evet!” diye cevap verdi. “Ne güzel!” dedi Asiye Teyze. “Babam beni okutmamış. Şimdi ne okuma bilirim,<br />

ne de yazma. Altı kardeştik biz. İkisi kız, dört erkek. Erkeklerin hepsini okuttu babam.” dedi. “Kızları<br />

okutmamış mı?” diye sordu küçük kız. “Hayır” dedi Asiye Teyze. “Kızlar evde oturur beyine hizmet eder.<br />

Okutmak da nereden çıktı diye okutmadı bizi.”<br />

Küçük kız şaşkınlıkla yaşlı kadına bakıyordu. Asiye Teyze de ona kocaman bir gülümsemeyle bakıyordu.<br />

Bu bedenen yorgun; ama içindeki çocuk ruhunu hiç kaybetmemiş kadının gözlerindeki hüznü fark etmişti<br />

küçük kız. Çocukluğunu, gençliğini yaşayamamış bir kadındı o…Küçük kız sonuna kadar dinledi Asiye<br />

Teyze’yi. Bıkmadan, acele etmeden dinledi. Biliyordu ki bu kadın için tek yapabileceği sadece dinlemek,<br />

dinlemekti. Şebnem TÜRE 6/İ<br />

22<br />

<strong>Birikim</strong>


BiZiM KADINLARIMIZ...<br />

GÜL’ÜN UMUDU<br />

Doğu Anadolu’da birçok köy, bu köylerde de birçok kız vardır. Peki, hiç düşündünüz mü bu kızlar okula gidebiliyorlar<br />

mı? Gül, kerpiçten dört duvar arasında, ağaçlardan düşen sarı yaprakları ve yerdeki bu yaprakları ezerek<br />

okuldan dönen erkek çocukları izliyordu. Soğuk sonbahar rüzgârı ezilen, ezilmeyen tüm yaprakları oradan oraya<br />

savuruyordu. Birdenbire annesi Gül’ü çağırdı: “Yemek hazır Gül, haydi gel!” Ardından babası şiddetle: “Çabuk<br />

gel buraya!” dedi. Gül korkusundan koşa koşa mutfağa gitti. Babası tekrar şiddetle bağırdı: “Anan okula gitmek<br />

istediğini söyledi. Bu doğru mu?” Gül başını -evet dercesine- salladı. Ağabeyleri aynı anda “Ne?” diye bağırdılar.<br />

Üçü de çok şaşırmıştı. Babası aniden Gül’e tokat attı ve Gül’ün babasına olan öfkesi daha da arttı, ağlayarak oturma<br />

odasına koştu. Günler sonra Gül, babasını ve ağabeylerini karşısına aldı ve onlara onun okula gitmesine neden<br />

karşı olduklarını sordu. Babası konuşmaya başladı: “Sen bir kız çocuğusun, senin okuman sana ne fayda edecek<br />

ki?” Ağabeyleri babalarını onayladı; fakat Gül hâlâ ısrar ediyordu: “Babacığım, beni bir kere okula göndermeyi denesen,<br />

ne olur ki? Seni utandırmam söz veriyorum.” Babası bu öneriyi biraz düşündükten sonra isteksiz bir şekilde<br />

onayladı. Annesi mutfak kapısından güle oynaya çıkıverdi. O kadar sevinmişti ki!<br />

Gül okula dördüncü sınıftan başladı. Çevredeki insanların baskısını asla düşünmedi. Babası Gül’ün başarılı<br />

olduğunu görünce okula devam etmesine izin verdi. Gül sene sonunda takdirname belgesi getirince ağabeylerinin<br />

yardımları ve aldığı burs ile okumaya devam etti. Ve mimar oldu. Şimdi köylere okul yapan bir mimar.<br />

Poyraz AYDOĞAN 7/A<br />

BEN OKUYAMADIM, KIZIM OKUSUN<br />

Büyük bir köyde yaşıyorum; fakat oturduğum evin kapısının ilerisini görme şansım olmadı! Yedi tane ağabeyim<br />

var, beşi üvey. Hepsi okula gidiyor, hepsi okuyor. Her sabah arkalarından el sallıyorum ve hayal ediyorum onların<br />

yanında kendimi. Altın rengi saçlarımı iki yana ayırmışım, örmüşüm özene bezene. Sırtımda çantam, üstümde<br />

yepyeni masmavi önlüğüm, boynumda asılı bir silgi, gözlerimde okuma isteği...<br />

Ben bu hayallere dalmışken annem sesleniyor içeriden. “Gül, gel de bana yardım et yoksa nasıl biter bu evin işleri!”<br />

İçimi birden bir karamsarlık kaplıyor. Gözümden bir damla yaş akıyor. Aman annem görmesin gözyaşlarımı!<br />

Üzülür, sıkılır... Elinden bir şey gelmez ki ne yapsın kadıncağız, nasıl karşı çıkar şu koca köye, nasıl der kızım okusun<br />

diye. Ben anlıyorum onu. Ah benim canım annem! Şimdi görmesin ağladığımı da o da ağlamasın, dertlenmesin<br />

benim gibi. Koştum hızla annemin yanına, aldım elinden yastığı, kılıfları, başladım kılıfları geçirmeye. Annem<br />

bana baktı, yüzünde hafif bir tebessüm vardı; ama gözlerindeki ışık “Yerin burası değil!” der gibi... Çamaşır suyu<br />

kokan güzel elleriyle yanağımı okşadı hafifçe ve gitti. Yaşım on, yerim okul, ne işim var benim bu saatte evde?<br />

Evdeki işler bitmiş, hava yavaş yavaş kararmaya başlıyordu ki zil çaldı. Aşağıdan ağabeylerimin sesi geliyordu.<br />

Koşarak yanlarına indim. Önce montlarını astım, sonra çantalarını yukarı çıkardım. Okul ile ilgili bir şeyler anlatıyorlardı.<br />

Furkan ağabeyim sınavdan yüksek not almış galiba. Anlatırken bana bakıyordu. Sanki anlamıştı içimdeki<br />

sıkıntıyı. Konuşmadı; ama bir şey demek istiyor gibiydi. Furkan ağabeyim melek gibidir, bana da çok düşkündür.<br />

Pek konuşmaz, söylemez; ama ben anlarım bakışlarından, beni çok sever bilirim. Kendimi Furkan ağabeyimin yerinde<br />

hayal ediyorum. Yine anam gelmiş görmüştü beni ağlarken.“Ah benim ipek saçlı akıllı kızım! Ağlama, sakın<br />

üzme, sıkma o güzel canını. Unutma, her şeyin bir yolu bulunur. Ben hiç ister miyim senin de benim kaderime<br />

mahkum olmanı? Ben onlara karşı gelemem, bu koca köye karşı gelemem, gücüm tükenmiş, umudumu yitirmişim<br />

ben. Ben seni anlıyorum benim biricik güzel kızım. Benim anam beni anlamamıştı; ama ben seni anlıyorum.” Yine<br />

içini çekti. Anlamıştım onu hem de çok iyi; ama ben daha çok küçüktüm elimden ne gelirdi? Anam demişti her<br />

şeyin bir yolu bulunur diye. Nasıl olacak bilmiyordum. Babama, amcama, bütün köye bu nasıl anlatılırdı, bilmiyordum.<br />

Onlar böyle öğrenmiş, böyle görmüşlerdi. Bir insanı, hep böyle gördüğü bildiği şeyden vazgeçirmek çok<br />

zordu. Denedim, çok denedim. Yine bildiklerini okudular, ezberlerinden vazgeçmediler. “Okuyamazsın!” dediler,<br />

okuyamadım. “Çalışacaksın!” dediler, çalıştım. Sonra “Evleneceksin!” dediler, bu küçük yaşımda evlendim. Ben<br />

umudumu kaybetmedim anamın dediğini unutmadım. “Doğur!” dediler, doğurdum. Okuyamadım; ama büyüdüm<br />

kadın oldum. Sarı saçlı, yemyeşil gözlü bir kızım oldu. Benim kaderim anamınki gibi oldu; ama onunki olmayacak.<br />

O, kaderine boyun eğmeyecek. Kızımın kulağına eğildim ve fısıldadım. “Korkma! Senin kaderin böyle olmayacak.<br />

Yanında hep ben olacağım! Okuyacaksın büyüyünce; asla benim gibi olmayacaksın!<br />

Kurtaracağım seni bu hayattan, sen okuyacaksın ipek saçlım!”<br />

Beliz GÜNGÖR 7/İ<br />

<strong>Birikim</strong><br />

23


VE KADINLAR BiZiM<br />

KADINLARIMIZ...<br />

13 YIL SONRA AÇAN ÇİÇEK<br />

Evimizin önündeki eski, tahta bir bankta oturuyorum. Havalar gittikçe soğumaya başladı. Soğuyor; çünkü<br />

sonbahar geliyor. <strong>Okulları</strong>n açıldığı sonbahar. 13 yaşıma giriyorum bu yıl. Kız olarak doğmanın “ayıp” olduğunu<br />

anlamam için 13 yıl. Okula gidememenin 13. yılı. Kız olarak ezilmenin 13. yılı. 13 yaşıma giriyorum<br />

bugün; çünkü bugün benim doğum günüm.<br />

Okula gidemiyorum; çünkü babam izin vermiyor. Annemin de sözü geçmiyor ki bana yardım etsin. O da<br />

istiyor okumamı, biliyorum. Sesini çıkaramıyor ki... Bana “Seni kurtaracağım.” diyor. O da okuyamamış. Babası<br />

izin vermemiş. Sadece çalışmış. Bu yüzden bir tek o, beni anlıyor, bir tek o, beni seviyor.<br />

Geçen gün, bir cesaret babama tekrar söyledim okumak istediğimi. Sonuç aynıydı: Yüzümdeki, bedenimdeki<br />

morluklar... Bugün benim doğum günüm. Doğduğuma nefret ettiğim gün.<br />

Bu sabah kalkamadım; işe gidecektim. Gece geç saatlere kadar kitap okudum. Doğduğum günden beri<br />

babamın bir kere bana “kızım” dediğini duymadım, sıcacık sarıldığını görmedim, yaşamadım. Dün de babam<br />

gördü kitap okuduğumu. Hemen sakladım; ama buldu. “Sana kitap okumayacaksın demedim mi ben?”<br />

diye bağırdı. Sonra kitabı aldı ve götürdü. Dışarısı iyice soğudu. Hafif bir rüzgar havayı soğutmaya yetiyor<br />

babam ya da ağabeylerim gibi.<br />

Annem yanıma geldi. “Yarın gideceğiz kızım.” dedi. Şaşırdım. Anladı. “Seni kurtaracağım, okuyacaksın.<br />

Kimsenin haberi olmadan sabahın ilk ışıklarıyla gideceğiz buralardan. Doğum günün kutlu olsun kızım.” Ne<br />

duyduklarıma inanıyor ne de ne yapacağımı biliyordum. En sonunda sadece gülümsemiştim; ama gerçekten.<br />

İçeriden babamın sesi geldi: “Gülll!” Bağırıyordu, kızgındı sesi; ama umursamıyordum. Bugün benim doğum<br />

günümdü. Artık beni kimse üzemez; çünkü bugün benim doğum günüm.<br />

Deniz Lizge ÖKSÜZ 7/E<br />

KIVILCIM<br />

Benim adım Nur. Kars’ın bir ilçesinde oturan on dört yaşında bir kızım. Bu dünyanın ne kadar acımasız<br />

olduğunu yeni öğreniyorum. Doğduğum gün bana annem “ışık” anlamına gelen “Nur” adını koymuş. Onun<br />

umuduymuşum (!). Biliyor musunuz ağabeyim okula gidiyor; ancak ben burada anneme yardım<br />

ediyor, ev işlerini yapıyorum. Şikayet ettiğimden değil; ama benim de okumaya hakkım yok mu? Bu aralar<br />

ağabeyim birçok yeni şey öğreniyor, bana gizlice anlatıp gösteriyor. Babam yakalarsa aylarca odamdan çıkamam.<br />

Bu kızın aklına saçma sapan şeyler sokma, diyor.<br />

Benim canım ağabeyimin söylediğine göre bazı köylerde çocuklara okumaları için burs veriliyor, İstanbul’a<br />

götürülüp meslek sahibi oluyorlarmış. İşte ben de bunu istiyorum, dedim. Anneme anlattım, bir anda yüzünde<br />

gülücükler açtı. Bana: “İşte senin kaderin bu.” dedi. Ertesi gün oldu, eve tanımadığım insanlar geldi. Bana,<br />

“Bu senin beşik kertmen.” dediler. Yakında onunla evlenecekmişim. İnanamadım, bana anlattıklarının bu<br />

kadar çabuk geleceğini beklemiyordum. Günler günleri kovaladı, iki ay geçti. Ben okula gitme hayalleri kuruyordum,<br />

bana en güvendiğim insan, ağabeyim yardım edecekti. Ne olduysa ondan sonra oldu. Ağabeyim<br />

birden değişti. Hayatım, kaygan bir balık gibi ellerimin arasından gitti. Benim dünya tatlısı ağabeyimi töreyle<br />

zehirlemişlerdi. Ne sanmıştınız? Buradan kurtulup gideceğimi mi? Ne kadar da yanlış düşünmüşsünüz. Hayat,<br />

herkese adil davranmıyor. Düşüncelerde kalıyor çoğu inanç, fikir, hayal, umut…<br />

O günden sonra ne mi oldu? Beşik kertmemle evlendim. Biri kız, biri erkek iki çocuğu oldu. Kızımın ismini<br />

“Kıvılcım” koydum, ileride benim anneme olamadığım umudum olur diye. Vazgeçmedim. Ben değil; ama<br />

“Kıvılcım”ım tutuşacak ve kocaman bir alev olup kendini kurtaracak.<br />

Atakan BAŞOL 7/J<br />

SLOGANLARIMIZ<br />

Gözünde kız, gözümde insan...<br />

Özkan SARGIN 7/J<br />

24<br />

Eğitimsiz kız, susuz bırakılan bir çiçek kadar çaresizdir.<br />

Barkın SELEN 6/A<br />

Keşke dememek için kızları eğitmeye ant için!<br />

Ezgi ÖZKÜRKÇÜ 8/D<br />

Onlar güneşi olmayan birer aydır.<br />

Ege ÖZSAR 8/H<br />

<strong>Birikim</strong>


DENİZİ ÖZLEYENLERE...<br />

Bir gemi yaklaşıyor uzaktan. Bu diğerlerinden farklı bir gemi. Allı pullu, ay ışığıyla üzerinde sanki<br />

gökkuşağı oluşan, ufukları genişleten bir gemi. Narince süzülürken denizde , hırçınlığını gösteriyor<br />

dalgalar vurdukça yüreğine.<br />

Hatırlıyorum dünyaya baktığım ilk anı, insanı büyüleyen bir midyenin aralığından... Küçücük dünyamda gördüm<br />

yaşama tutunmanın güzelliğini. Suların yeşili, göklerin mavisi kime umut vermez ki? Hâlâ tuzlu akıyor kanım,<br />

nedendir bilinmez; yıllardır içime işleyen deniz sevgimden olsa gerek.<br />

Neydi deli gibi o gidişim, içimdeki fırtınayı durduramadığımdan mıydı? Bir gemi geliyor uzaktan; sonsuz,hırçın<br />

denizin üzerinde süzülerek geliyor. Allı pullu bir gemi... Bu gemiyi göremeyeceğim; çünkü bu gerçek değil, bu<br />

sadece gördüğüm tatlı bir rüya... Deniz YILMAZ 7/B<br />

YAŞAMAK<br />

Biliyorum yaşamak hiç de kolay değil. Bütün kalbinle, bütün duygularınla güzel bir şekilde şarkı söylemektir<br />

aslında yaşamak. Geceleri o muhteşem ayın, ay ışığının altında dolaşmak, parıldayan yıldızlarla uyuyabilmektir<br />

yaşamak. Gündüzleri ise sımsıcak güneşin altında uzanmak ve ısınmak en güzelidir aslında. Koskocaman bir dağın<br />

en tepesinde, Çamlıca Tepesi’nde, tembel kediler gibi yan gelip yatmak, işte budur yaşamak.Hayatı en iyi şekilde<br />

yaşamak, derin bir nefes alabilmektir bazen.. Bir de maviliğin içinde kaybolan boğaz karşındaysa... Mavinin<br />

gizemi unutturur bana her şeyi. Tamam yaşamak kolay değil; ama ölmek de değil elbet. O bembeyaz yüzlü adam<br />

ölmüş olabilir; ama yatağı hâlâ sıcak. Zaman ilerliyor, birinin kolunda “tik, tak” sesleri hâlâ duyuluyor. Demek ki<br />

bu muhteşem dünyanın insanlarının saatleri hâlâ çalışıyor. O zaman yaşamak bir uçurumdan atlamak kadar zorsa<br />

ölüm de hayata tutunabilmek kadar zordur elbette... Ece GÖKTAYOĞLU 7 /C<br />

İSTANBUL’U DİNLİYORUM...<br />

Orhan Veli, dinliyor İstanbul’u... Biliyor kulağına gelen sesleri, seslerin ise sahibini... Biliyor şair İstanbul’un<br />

sesini. Dinliyor, gözleri kapalı.<br />

Orhan Veli, dinliyor İstanbul’u... Kuşların kanat çırpışındaki özgürlük sesini... Sürüdeki kuşların haykırışlarını,<br />

sevinçlerini, özlemlerini...<br />

Orhan Veli, dinliyor İstanbul’u... Çarşılarını, pazarlarını... Çalışanların evlerine götürdükleri bir kırıntı ekmekle<br />

yaşadıkları sevincin sesini dinliyor.<br />

Orhan Veli, dinliyor İstanbul’u gözleri kapalı... İstanbul’un bilindik sesini... Kalabalık, her ağızdan çıkan bazen iç<br />

ısıtıcı bazen kulak tıkayıcı ve daima bir telaşın, acelenin sesi...<br />

Orhan Veli, dinliyor İstanbul’u gözleri kapalı. Çünkü biliyor İstanbul’u. Alnının, dudaklarının, tüm bedeninin<br />

sesini, sıcaklığını, duygularını...<br />

Orhan Veli, dinliyor İstanbul’u... Yine bir akşam üstü, bembeyaz dolunayın arkasında, “İstanbul’un kalbini dinliyor,<br />

gözleri kapalı.” Zeynep BOZKURT 7/D<br />

BEN YILLARDIR DENİZE HASRET<br />

Küçük, eski, buğulu bir cam... Camdan dışarı biri bakıyor. Yansıması camın üzerine düşmüş, hüngür hüngür<br />

ağlıyor. Gözlerine bakan, sanki gözyaşları bir kurşunmuş da o kurşunlar içimize isabet ediyormuş gibi masum<br />

gözyaşlarının etkisinde kalıyor. Camdan dışarı bakıyor, sanki bir şeye hasret kalmışçasına bıkmadan, usanmadan,<br />

sıkılmadan camdan dışarı bakıyor. Onu gören, onun gözyaşlarındaki hüznü ve gözlerindeki ışıltıyı hisseden sadece<br />

anlamaya çalışıyor. “Dışarıda ne var?” sorusunu herkes birbine soruyor; ama o ışıltılı gözlerden başka kimse<br />

cevabı bilmiyor. “Köpükler, köpükler...” diyor “Bembeyaz köpükler...” ve bu bembeyaz köpüklerin ne anlama<br />

geldiğini anlamak için ben de dışarı bakıyorum. Dışarı bakınca camın sadece bomboş, adeta çöle benzer bir yola<br />

baktığını görüyorum. Anlam veremiyorum. O anda herkesin cesaret edemediği soruyu ben soruyorum. “Burası<br />

bomboş bir yol, uzun uzun bakacak ve ağlayacak ne var bunda?” diyorum. Yanaklarından akan gözyaşlarıyla bana<br />

dönüyor, “Sen benim hayallerimi bilir misin?” diyor. “Bu yoldan aslında görmesini bilenlere gemiler geçiyor, allı<br />

pullu gemiler geçerken beni çağırıyor, deniz fenerleri bana selam veriyor.” diyor ve camdan dışarı bakmaya devam<br />

ediyor. Hâlâ mırıldandığını duyuyorum “Ben zavallı, ben yıllardır denize hasret...”<br />

Baran ARSLAN 7 – F<br />

<strong>Birikim</strong><br />

25


GÜN OLUR...<br />

Uzun, sonu görünmeyen çok uzun bir yol. Etrafım yeşillere bezenmiş, tam karşımda ise mavi, göz kırpıyor.<br />

Balıkların, midyelerin, deniz yıldızının, yalnızların evi: Mavi... Yosun kokulu kıyıların, denizden çıkmış<br />

ağların evi: Mavi...İşte, karşımda duruyordu gözü yaşlı deniz. Martıların, üstünde çember şeklinde uçtuğu,<br />

gemilerin gürültüyle yol aldığı ve yelkovan kuşlarının peşi sıra üstünde uçtuğu bir deniz... Sanki “Ben buradayım!”<br />

der gibi haykırıyordu dalgalar sahile vurdukça. Kuşların her bir tüyünde ayrı bir telaş... Sanki cennete<br />

gelmiştim. Sakin, huzurlu, insanı büyüleyen bir cennet... Gün oldu ve ben alıp başımı bu cennete gittim...<br />

Namık SAKİK 7/H<br />

İSTANBUL’U DİNLİYORUM<br />

İstanbul...Yıllanmış şehir...Kazsanız toprağını, kim bilir hangi izleri göreceksizin tarihten. Her biri kendine<br />

özgü bir şeyler anlatır size. Sağınıza dönersiniz, masmavi boğaz fısıldar usulca, o güzel sesi yankılanır iki kıta<br />

arasında. Cevap verir ölümleri, hayatları, savaşları, aşkları görmüş yalılar. “ Beni de al kollarına mavi deniz,<br />

ben de seninim.” Hepsi bir araya gelir ve okşar toprağı incitmeden yeni doğmuş bebeği tutar gibi. Bir anda<br />

canlanır şehir. Size kalan ise kapatıp gözlerinizi bu şehrin sesini dinlemektir.<br />

Alper TANRISEVER 7/G<br />

26<br />

İSYAN EDİYORUM<br />

İsyan etsem sesimi duyar mısınız,<br />

Yanınızda?<br />

Bakabilir misiniz,<br />

Yüreğime yüreğinizle?<br />

Sanırdım dünyanın her zaman eşit,<br />

İnsanların hep mutlu olduğunu,<br />

İsyan etmeden önce.<br />

Bir yer var biliyorum<br />

Söylenmek istenenler saklı.<br />

Saklanılan her şeyi biliyorum<br />

Açığa çıkaramıyorum.<br />

Eylül MOĞULKOÇ 8/A<br />

Nazireler<br />

<strong>Birikim</strong><br />

EĞLENİYORUM<br />

Eğlensem coşkumu hisseder misiniz<br />

Oyun konsolumda?<br />

Yedek joistik dokunabilir misiniz<br />

Ellerinizle, tüm coşkunuzla?<br />

Bilmezdim video oyunlarının bu kadar eğlenceli<br />

Sıkıntının anlamsız olduğunu<br />

Bu diyara girmeden önce<br />

Bir yer var, biliyorum;<br />

Salonum her türlü oyunu oynamak mümkün<br />

Epeyce uzağım sıkıntıdan<br />

Eğleniyorum.<br />

Metin GÜMÜŞ 8/B


ÇÖZEMİYORUM<br />

Sorumu sorsam duyar mısınız,<br />

Test kitaplarında?<br />

Çözebilir misiniz<br />

Çözüm bulamadığım soruları,<br />

Kaleminizle kağıdınızla?<br />

Bilmezdim test kitaplarının bu kadar önemli<br />

Dört işlemin bu kadar yetersiz olduğunu<br />

Sınavlara girmeden önce.<br />

Bir kitap var biliyorum,<br />

Her soruyu çözmek mümkün,<br />

Epeyce uğraşmışım biliyorum,<br />

Çözemiyorum.<br />

Cemre TURSUN 8/C<br />

ÇALIŞAMIYORUM<br />

Ağlasam sesimi duyar mısınız<br />

Koridorların ortasında?<br />

Görebilir misiniz,<br />

Notlarımın bıraktığı derin yaraları kalbimde?<br />

Bilemezdim okulun bu kadar güzel<br />

Derslerimin bu kadar kötü olduğunu<br />

Okul değiştirmeden önce.<br />

Bir ses var, duyuyorum,<br />

Çalışsan iyi olur diyor, hissediyorum.<br />

Yine de çalışmayı kendime<br />

Huy edinemiyorum…<br />

Orhun YILDIRIM 8/F<br />

Nazireler<br />

<strong>Birikim</strong><br />

ANLATAMIYORUM<br />

Bir öykü anlatsam anlar mısınız,<br />

Şiir okusam duyar mısınız?<br />

Çözebilir misiniz anlamsız dizelerimi?<br />

Kabullenebilir misiniz düşüncelerimi?<br />

Bilmezdim şiir yazmanın bu kadar zor,<br />

Okumanınsa çetrefilli olduğunu<br />

Bu ödevi yapmadan önce.<br />

Bir gün gelecek, mezun olacağım<br />

Epeyce yaklaştım, biliyorum.<br />

Yalnızca altı ay kaldı<br />

O kutsal güne, hesaplayabiliyorum.<br />

Herkese söylüyorum, anlatamıyorum.<br />

Kimseyi inandıramıyorum.<br />

Ezgi ÖZKÜRKÇÜ 8/D<br />

27


İKİ SÖZCÜK<br />

Bağırsam sesimi duyar mısınız,<br />

Yankılandığında?<br />

Görebilir misiniz,<br />

Düşüncelerimi kalbinizle?<br />

Bilmezdim aşkın bu kadar güzel,<br />

Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu<br />

Birini sevmeden önce.<br />

Nazireler<br />

Bir gün gelecek, biliyorum;<br />

Hislerimi göstermek mümkün,<br />

Epeyce yaklaşmışım sana, hissediyorum<br />

Ama o iki sözcüğü bir türlü söyleyemiyorum...<br />

Seçil METE 8/H<br />

28<br />

<strong>Birikim</strong><br />

ULAŞAMIYORUM<br />

Dünyaya sevgiyi getirebilir misiniz,<br />

Savaşlar yerine?<br />

Savaşları durdurabilir misiniz,<br />

Çocuklar adına?<br />

Bilemez ki onlar barışın ne kadar güzel,<br />

Sevgininse huzur verici olduğunu,<br />

Dünyada savaşlar bitmeden önce.<br />

Bir dünya var, biliyorum,<br />

Barışın yaşandığı, sevginin paylaşıldığı.<br />

Tam kalbimde hissediyorum,<br />

Ulaşamıyorum...<br />

Elif İNAN 8/G<br />

ÇALAMIYORUM<br />

Çalsam sesimi duyar mısınız<br />

Mısralarımda?<br />

Hissedebilir misiniz<br />

Bu pasajın zorluğunu, kulaklarınızda?<br />

Bilemezdim mibemol majörün bu kadar güzel<br />

Re minörün bu kadar kifayetsiz olduğunu,<br />

Hayd’ın son sonatını çalmadan önce.<br />

Bir pasaj var biliyorum<br />

Her şeyi çalmak mümkün,<br />

Az daha çalıyordum, biliyorum,<br />

Çalamıyorum.<br />

Can ÇAKMUR 8/E


RÖPORTAJLARIMIZ<br />

İçişleri Bakanı Sayın Beşir Atalay’ın Gözünden Türkiye’de Toplumsal Yaşam<br />

Beşir Atalay, 1 Nisan 1947’de Kırıkkale’nin Keskin ilçesinin Armutlu köyünde doğmuştur. Ankara Üniversitesi Hukuk<br />

Fakültesi’nden mezun olduktan sonra aynı okulda master ve doktora yapmıştır. Atatürk Üniversitesi öğretim üyesi, DPT<br />

Sosyal Planlama Daire Başkanı, Marmara Üniversitesi öğretim üyesi, UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Yönetim Kurulu<br />

Üyesi, Kırıkkale Üniversitesi Kurucu Rektörü, Ankara Sosyal Araştırmalar Merkezi Koordinatörü unvanlarını taşımaktadır.<br />

2010 yılında Ali Şir Nevai ödülünü almıştır.<br />

GÖKÇELİK: Sizin bir sosyoloji profesörü olduğunuzu biliyoruz. Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra sosyolojiyi<br />

tercih etmenizin bir sebebi var mı?<br />

ATALAY: Bir sebebi var. Ben lisedeyken şimdiki fen ve sosyal bölümleri yerine fen ve edebiyat bölümü vardı. Lise ikide<br />

bölümler ayrılıyordu. O zaman edebiyatı seçtim. Daima sosyal alanlarla, sosyal olaylarla ilgilendim. Hukuk Fakültesi’nde<br />

de bizim bir hukuk-sosyoloji dersimiz vardır, çok önemli bir derstir yani. Hukukla toplumun irtibatını kurar. Bu dersin<br />

öğretim üyesi Prof. Hamide Topçuoğlu sosyoloji dersini okuturdu. Benim Hukuk Fakültesi’ndeyken sosyolojiye daha fazla<br />

ilgi duymamda onun çok rolü vardır. Doğrusu hep şunu da düşündüm, o zaman öyle görüyordum, sosyolojiyle hukuk<br />

birleştiğinde çok daha anlamlı ve değerli olacaktı, öyle de oldu gerçekten. Hukukta, kurallar; sosyolojide de toplumsal<br />

hayatın birlikteliği bir arada değerlendirilerek çok önemli bir birikim olacaktı insan için ve ben hayatımda bu birikimin<br />

zenginliğini hep yaşadım.<br />

GÖKÇELİK: Avrupa’ya yakınlaşma çabalarımız ihtiyaç mı yoksa bir zorlama mı?<br />

ATALAY: Avrupa’ya yakınlaşma çabalarımız bir zorlama değildir. Esasen şunu söylemek lazım, Osmanlı İmparatorluğu’nun<br />

son dönemlerinden itibaren bir Avrupa yakınlaşması olmuş, Cumhuriyet Dönemi’yle bu yakınlaşma daha da artmış. Örneğin<br />

hukuk sistemimizi biz büyük oranda Avrupa ülkelerinden almışız ve bir Batı medeniyeti çizgisi benimsemişiz. Bu<br />

anlamda ellili yılların sonunda Avrupa Birliği ile ilgili süreç başlayınca daha da farklı bir Avrupa ilişkisi doğmuş. Biz bunu<br />

bir zorlama olarak değil, Türkiye için bir ihtiyaç olarak gördük. Hem Avrupa’yla daha fazla bütünleşme hem de bizim şu<br />

anda ekonomik hayatımız mesela ihracat, ithalat oranlarımızın çok büyük bir kısmı Avrupa’yladır. Hem de Avrupa sistemi<br />

içinde, yani Avrupa Birliği’nin üyesi olarak Türkiye’nin gelişeceğine inanıyoruz ve bunu bir zorlama olarak görmüyoruz.<br />

GÖKÇELİK: Sosyoloji ile siyaset arasında bir ilişki var mıdır? Varsa bu ilişkiyi nasıl tanımlarsınız?<br />

ATALAY: Siyaset çok özel, kendine ait kuralları olan bir hayat tarzı. Şu veya bu dalla özel ilişkisi var diye ayırmak kolay<br />

değil; çünkü her meslek dalından insan, siyasetin içinde olabiliyor. Sosyal bilimlerden gelmek insana gerek toplumsal<br />

ilişkilerde gerekse insan ilişkilerinde daima farklı özellikler kazandırır. Sosyoloji, toplum analizidir. Yani siyasetçi için<br />

bunlar çok önemli malzemelerdir. Diyelim ki siyasette en önemli olan şey nedir? Halkla ilişkiler... Bir seçim bölgeniz var.<br />

İnsanlarla görüşeceksiniz, diyaloglar kuracaksınız. Burada sosyoloji biliminin size büyük katkılar sağladığını görebiliyorsunuz.<br />

İnsanları daha rahat, daha iyi anlamayı sağlıyor. Sosyolojinin en önemli özelliği anlamayı kolaylaştırmasıdır. Daha<br />

iyi analiz edersiniz toplumu, sosyoloji zaten toplum bilimidir.<br />

GÖKÇELİK: Siyasette idealist misiniz? Eğer öyleyseniz bu ideallerimi gerçekleştirebildim diyebilir misiniz?<br />

ATALAY: Siyasette idealistim. Siyasetin dışındaki günlük hayatımda da daha çok idealist çizgilerle hareket ettim. Bu<br />

ideallerimin büyük kısmını da gerçekleştiriyorum.<br />

GÖKÇELİK: Aldığınız sonuçlar itibariyle siyasette mi yoksa öğretim üyesi olarak mı daha mutluydunuz?<br />

ATALAY: Her mesleğin, her alanın kendine göre olumlu, olumsuz yönleri var. Öğrenciliğin de öyle, öğretmenliğin de...<br />

Hayatın içindeki her mesleğin öyle. Meslekleri karşılaştırmaktan ziyade orada ne kadar verimlisiniz, ne kadar memnunsunuz<br />

ona bakılır. Ben ikisinde de çok mutluydum. Daha doğrusu hayattan genelde mutluyum. Yani her zaman mutlu olmaya<br />

çalıştım .Yani bazen olumsuzluklar da olabilir hayatın içinde, ama hayatı öyle kabul edeceksin. Siyasetin kendine göre<br />

zorlukları daha fazla, özellikle İçişleri Bakanlığı siyasetin en zor alanlarından birisi. Sadece güvenlik değil, ülkenin yönetimiyle<br />

de ilgili. Çok iyi gitmeyen işler de olabilir bazen; ama ben memnunum. Akademik hayat da çok güzel, siyaset de.<br />

Beste GÖKÇELİK 8/H<br />

<strong>Birikim</strong><br />

29


RÖPORTAJLARIMIZ<br />

Dr. Mehmet Kalpaklı’yla Türk Dil Devrimi Üzerine<br />

Bilkent Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğretim üyeliğinin yanı sıra Tarih Bölüm Başkanlığı’nı<br />

sürdüren Dr. Mehmet Kalpaklı, 1984’te İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden lisans<br />

derecesini aldı. 1986’da Mimar Sinan Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde Divan şairlerinden<br />

Fevrî hakkındaki tez çalışmasıyla yüksek lisansını tamamladı. 1992’de de İstanbul Üniversitesi Eski<br />

Türk Edebiyatı Ana Bilim Dalı’nda başladığı ve Washington Üniversitesi Yakındoğu Dilleri ve Medeniyeti<br />

Bölümü’nde sürdürdüğü tezini tamamlayarak doktora derecesini aldı. Bugüne kadar İngilizce ve Türkçe olarak<br />

çoğunlukla Divan şiiri hakkında pek çok makale, ansiklopedi maddesi kaleme alan; bildiri ve konferans<br />

veren Dr. Kalpaklı’nın en önemli yayınları arasında Walter G. Andrews ve Najaat Black ile hazırladıkları<br />

“Ottoman Lyric Poetry: An Anthology (1997)” başlıklı çalışma sayılabilir. Kalpaklı, Bilkent ve Washington<br />

üniversitelerinin ortak projelerinde görev almaktadır.<br />

Vural: Dil devriminin kazançları nelerdir?<br />

Kalpaklı: Çok fazla kazancı var. Devrimin yaşandığı 1928’de Türkiye’de çok az kişi okuma yazma biliyordu.<br />

El yazısı ile çok zor okunan bir dil vardı ve Latin harflerinin kabulü ile çok kolay okunan ve yazılan<br />

bir dil ortaya çıktı. Devrim ile dildeki Arapça ve Farsça sözcükler gündelik dilde daha az kullanılmaya,<br />

yani Türkçe arılaşmaya başladı. Osmanlıcayla medrese eğitimi gören kişilerin dili ile halkın<br />

dili aynı değildi ve bu da kopukluğa neden oluyordu. Dil devrimiyle halkın bütünlüğü sağlanmış oldu.<br />

Vural: Devrimin başlıca nedenleri nelerdir?<br />

Kalpaklı: Bunun nedeni Arap harflerinin Türkçenin yapısına uygun olmaması, okunuşu ve yazılışının çok<br />

zor olmasıydı. Dolayısıyla insanlar çok zor okuma ve yazma öğreniyordu, bu nedenle de dil, yayılamıyordu.<br />

Vural: Bu devrimden en çok etkilenin kesim kimlerdi?<br />

Kalpaklı: Bu devrimden en çok halk etkilendi ve halk aydınlanmaya başladı. Bu durum, aydın kesimin aleyhine<br />

olmuştur. Düşünün ki yüz kişiden beş kişi okuma yazma biliyor. Böyle olması aydınları toplumda daha<br />

yüksek yerde tutuyordu. Yani dil devrimi, bir anlamda halkı eşitlemek amacıyla atılmış önemli bir adımdır.<br />

Vural: Dil devrimi ile birçok değişim meydana geldi; ancak Osmanlıca, Türkçe kadar kolay ve yaygın<br />

değildi. Sizce bunun nedenleri nelerdir?<br />

Kalpaklı: Osmanlıca üç dilin (Türkçe-Arapça-Farsça) birleşmesinden oluşan yapay bir dildir.<br />

Zamanla Arapça ve Farsça sözcükler azalmaya başladı ve Türkçe yaygın olarak kullanılmaya<br />

başladı. Anadolu halkı, Türkçeyi daha etkin kullanmıştır; ancak Osmanlıca bilen aydınlar bu<br />

dili kullanarak bir yapay dil oluşturmuşlar ve böylece halkta da bir kopukluk meydana gelmiştir.<br />

Vural: Dilimiz ne zamandan itibaren diğer dillerin etkisi altına girdi? Bu etki hangi zamanlarda çoğaldı ?<br />

Kalpaklı: Osmanlının kuruluşundan sonra özellikle Farsça ve Arapçanın etkisiyle yeni bir dönem<br />

oluşmuştur. Dilimiz, 19. yüzyıldan sonra da farklı medeniyetlerin etkisi altında Fransızca ve İngilizcenin etkisi<br />

altına girmeye başladı.<br />

Turgut Arda VURAL 8/G<br />

30<br />

<strong>Birikim</strong>


RÖPORTAJLARIMIZ<br />

YAŞAMIN ORTASINDA BİR YAZAR: BEKİR COŞKUN<br />

1945 yılında Şanlıurfa’da, memur bir babanın çocuğu olarak dünyaya geldi Bekir Coşkun. Ankara’da Yüksek<br />

Gazetecilik Okulu’ndan mezun olduktan sonra 1974’te foto muhabiri olarak işe başladı. Daha sonra polis<br />

muhabirliği, parlamento muhabirliği yaptı. 1978’de Günaydın gazetesine geçti. Köşesinin adı Dokuzuncu<br />

Köy’dü. 1987’de Sabah gazetesinde “Onuncu Köy” başlıklı köşesini yazmaya başladı. Şu ana kadar yayımlanmış<br />

dört adet kitabı bulunmaktadır: “Dövlet”, “Avukatımı İstiyorum”, “Pako’ya Mektuplar” ve “Ben Pako”.<br />

Oğuz: Gazetecilik hayatınızdan biraz bahsedebilir misiniz?<br />

Coşkun: Gazetecilikten başka hayatım yok. Pilot uçak inince, esnaf dükkânını kapatınca, kaptan limana girdiğinde<br />

işi biter. Gazetecilerin ise işi bitmez. Örneğin bir patlama olduğunda kişiler için bu sadece bir patlama sesidir.<br />

Gazeteci için ise bu patlama sesi merak konusu, araştırılması ve şüphe duyulması gereken bir olaydır. Gazetecilik,<br />

mutsuz insanların işidir. Aslında gazeteciler mutsuz insanlardır.<br />

Oğuz: Gazetecilerin mutsuz olduğunu ifade etseniz de biz okuyucular sizi hep çok neşeli buluyoruz?<br />

Coşkun: Benim güldüğüme bakma sen, aslında içim kan ağlıyor!<br />

Oğuz: Peki gazetecilerin de mutsuz insanlar olduğu düşüncenizden de yola çıkarak bu mesleği neden seçtiğinizi<br />

sorabilir miyim?<br />

Coşkun: Ben gazeteciliği değil, yazı yazmayı ve karikatür çizmeyi seçmiştim. Ancak insan bir süre sonra yazı<br />

yazmakla kalamıyor. Gazetecilik insanı içine alıyor adeta.<br />

Oğuz: Severek takip ettiğim bir yazar olarak merak ettiğim bir şeyi sormak istiyorum. “Dokuzuncu Köy”<br />

adını taşıyan köşeniz, belli bir süre sonra “Onuncu Köy” adını aldı. Bunun nedenini nedir?<br />

Coşkun: Zamanla herkesin yaşı büyür, çocukları büyür, parası büyür, evi büyür, ben de köşeyi büyüttüm. Bu nedenle<br />

“Onuncu Köy” oldu.<br />

Oğuz: Gazetecilik hayatınızda benimsediğiniz ilkeler nelerdir?<br />

Coşkun: Gazetecilikte ilke yoktur. Gazetecilikte ilkesizlik vardır, desek daha doğru olur. Ahlâk, fazilet,<br />

insan hakları, demokrasi, yorum özgürlüğü gibi birçok ilke sayabilirim. Önemli olan bu ilkelerin ülkemizde<br />

olup olmadığı, bunlar var mı? Yok. Bu nedenle ilkesizlik daha iyi bir ilke gibi. Şu anda medya kendi<br />

toplumuna ihanet eden, gerçekleri gizleyen, siyasi iktidara yanaşmış, günahkâr bir medya ve günahkâr<br />

bir dönem. Ben de bu günahkâr dönemin günahkâr bir gazetecisiyim. Senin gibi genç insanlara gazetecilik<br />

ilkeleri var dersem doğru olmaz; ancak sizin gibi genç nesillere Atatürk gibi benim de inancım tam.<br />

Oğuz: Sizce Türkiye’de gazetecilik hangi noktada?<br />

Coşkun: Kenya’dan falan daha iyi. Yemen, Suudi Arabistan, Dubai, Uganda’dan da daha iyi. Çağdaş bir ülkenin<br />

medyası diyemeyiz. Türkiye’de son zamanlarda iradesini, kişiliğini, onurunu, siyasi iktidarın cebine koymuş bir<br />

medyadan bir şey bekleyemeyiz.<br />

Oğuz: Hayvan sevginiz nereden kaynaklanıyor?<br />

Coşkun: İnsanları tanıdıkça hayvanları daha çok seviyorum demiş birisi. Onlardaki sadakati, sevgiyi seviyorum.<br />

Çok dürüst oluyor hayvanlar. Örneğin sevmediği insana kuyruk sallayan veya sevdiği insana diş gösteren köpek<br />

görülmemiştir. Hayvanları sevmenin, insan olmanın bir yükümlülüğü olduğunu düşünüyorum. Bu yerkürede bir<br />

tek akıl bizde varsa bu yerkürenin sorumluluğu biz insanlardadır. Yaratan bize akıl vermişse sorumluluk da bizdedir.<br />

Bu sorumlulukla ağacı, ormanı, kediyi, köpeği korumalıyız. Kendimi görevli gibi hissediyorum ben.<br />

Ozan Osman OĞUZ 8/F<br />

<strong>Birikim</strong><br />

31

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!