Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
<strong>STAJ</strong>-<strong>YER</strong> <strong>DEYİP</strong> <strong>GEÇMEYİN</strong>!<br />
Ürkütmemek için, katıksız gerçeği insanın<br />
yüzüne 'pat' diye söylemiyorlar önceleri(!)...'Aman<br />
evladım sen hele bir ilk stajını yap, yeraltına bir in,<br />
üçüncü sınıfa şöyle bir geç, gerisi kolay'...<br />
Alakası yok. Kanmayın, şahsen ben de bu<br />
tesellilere kanıp, dedim 'tamam yeraltına indik,<br />
madenciliğe girizgahımızı en afillisinden yaptık.<br />
Bunun bir de yerüstü boyutu var ki; buna da ikinci<br />
staj diyorlar. Bulması ayrı dert, yapması ayrı(!).<br />
Başvurursun seni beğenmezler, başvurmazsm 'yok<br />
illa bizde gelsin yapsın çocukcağız 'derler (eee, her<br />
stajyere nasip olmuyor bu tabii,..., duygu sömürüsü<br />
yapmak gerekiyor biraz, oysaki ' tüh kendime staj<br />
yeri bulabilseydim ne de sağlam bir madenci olacaktım'<br />
şeklindeki alıntıları aralara serpiştirmek<br />
gerekmiyor değil hani:). Tutuyor, tutmuyor,...,<br />
amma ve lakin fabrika stajımızı ayarlıyoruz<br />
('ayarlıyoruz' derken çoğul konuşuyorum, çünkü;<br />
insan tek başına Ankara yakınlarında, görmek istediği<br />
taşlara, makinelere sahip 'ha' deyince bir fabrika<br />
bulamıyor). Haliyle bu stajı bulmak da emek<br />
istiyor, yetmiyor üstüne bir de senkronize ekip<br />
çalışması gerektiriyor.<br />
'Senkronize staj yeri bulma' ekibimizi, hocalarımızı,<br />
desteklerini bizden esirgemeyen arkadaşlarımızı<br />
hayal kırıklığına uğratmamak için (okul<br />
için hazırlanması gereken staj defteri, raporu, ödevi<br />
vb. nin omuzlarımda yaratmış olduğu ağırlık bilinciyle<br />
önceden elime tutuşturulmuş mermer ve granit<br />
makineleri tezleri eşliğinde tam teçhizat hazırlanıp<br />
fabrikaya gidiyorum. 'Tam teçhizat cevat<br />
kelle' modunda dolaşmamın sebebi; her ne kadar<br />
etrafta mermerci olacağım diye slogan atsam da;<br />
yolda görsem tanımaz halde, bırakın tanımayı mermerle<br />
graniti ayır edemez durumdaydım. Sağ olsun,<br />
staj yaptığım yerdeki mühendis beylerin sayesinde<br />
(!), hiç olmadı bir iki granit adı sayabiliyorum, yetmiyor<br />
artık birde; orda burada gördüğüm granitlerin<br />
çıkarılmasından, kesilmesinden, cilasına<br />
varana kadar anlatma cüretini haddimi aşarak gösterip,<br />
etrafımdaki alakasız meslek gruplarına mensup<br />
birçok arkadaşımı canından bezdiriyorum.<br />
48 Eylül 2004<br />
Melis Gürsel<br />
KULTUR-SANAT<br />
(Hastalık gibi bir şey, bir saatten sonra, her<br />
gördüğüm taşı granit zannetmeye başlamıştım,<br />
semptomlar kendiliğinden geçer diye artık canlarından<br />
'özenle' bezdirdiğim arkadaşlarım kendi<br />
halime bırakıyorlar(î)).<br />
İşin mübalağa kısmı bir yana, tabi ki bir aylık<br />
bir süre zarfına mermer ve granit madenciliğini<br />
sığdırmanın bir mümkünatı olmasa da, şöyle bir<br />
ders çıkarmalıyız ki; verimli bir staj için üç safha<br />
gerekmekte: A-ön hazırlık,..., B-staj esnası,..., Cstaj<br />
sonlandırma safhası<br />
Ön hazırlık; öyle adım bile telafuz edemediğin<br />
makineleri görünce afallamamak için alınacak<br />
önlem paketi(!) yani kamuoyu araştırması yapılıp<br />
bir iki asistan tezi ödünç alınacak.<br />
Staj esnası safhası; kısım şefinin sözünden<br />
çıkılmayacak(l), 35 derece öğlen sıcağında stok<br />
sahasında çıkarılan metrajlar ve sonucunda oluşan<br />
tabiri caizse 'amele' yanıklarından söylenilmeyecek,<br />
öğretilen taş isimleri 'şans kapıyı çalınca' da ki<br />
gibi özenle hafızada tutulacak, her makinenin operatörüne<br />
sorulan irili ufaklı sorularla operatörler ve<br />
mühendisler çileden çıkartılacak, (bunların hepsi<br />
öğrenme hevesli bir stajyer olmamdan kaynaklanmaktadır,<br />
yoksa hiçbir kötü niyet gözetmemişimdir<br />
(!))•<br />
_Staj sonlandırma(sonlandırmaya en sonunda<br />
nail olma)safhası; ki bu safha sonda yer alsa da en<br />
önemli safhadır aciz bir stajyerin stajyerlik hayatında^).<br />
Bir stajın yegane can damarını oluşturan 'staj<br />
defterini' oluşturmak için toplanan, (ya da dilenilen)<br />
verilerden oluşmaktadır. Her şeyden önce<br />
defteri oluşturmak ve veri toplama zanaatı için<br />
strateji belirlemek gerekmektedir, öyle 'ha' deyince<br />
olacak bir şey değil, koca fabrika, bir sürü taş,...,<br />
yazacak, öğrenilip hazmedilecek dile kolay onlarca<br />
şey tabi.<br />
Her şeye rağmen bana ve ahret sorularıma<br />
büyük bir sabırla katlanıp, bir şeyler öğretmek için<br />
çabalayan herkese teşekkürlerimi sunmalıyım<br />
sanırım; staj deyip geçmeyin, karşınıza benim gibi<br />
bir stajyer çıkabilir(!) uyarıyım....
KULTUR-SANAT<br />
BARİŞİ KURAN KENT HATTUŞA'YA<br />
Ahmet İlbars / Maden Mühendisi<br />
Senin Çorum topraklarında olabileceğinden ne<br />
coğrafyacı Strabon ne tarihçi Heredotos ne de gezgin<br />
Evliya Çelebi söz etmiş. Biz Çorumlu kentdaşlarım ise;<br />
Hayali'nin "Ol mahiler ki derya içredür deryayı bilmezler"<br />
dizesinde belirttiği gibi çok yakın zamana kadar<br />
senden hiç habersiz yaşayıp gitmişiz. İyi ki bir gün,<br />
meraklı bir Fransız gezgin olan Charles Texier gelip de<br />
sana dokunmuş. Dokunmuş ama senin Hattuşa<br />
olduğunu bilmeden dokunmuş. Ancak bu dokunuş öyle<br />
bir işe yaramış ki; seni keşif için bilim adamlarına iyi<br />
bir ipucu olmuş. "İşte burası Hattuşa'dır" diyerek sana<br />
ilk kazmayı vurmaya ancak yüzyıl önce başlayabilmişiz.<br />
Uygarlığının sırlarına erişmek için yüzyıldır<br />
kazıyoruz seni. Kim bilir? Belki de bir yüzyıl daha kazmaya<br />
devam edeceğiz. Yüzyıldır her kazmanın ucunda,<br />
sanki seni gösterecek bir aynanın kırık parçalarını yollamıştın<br />
bize. İşte bu parçaları birleştirdiğimde aradan<br />
3500 yıl geçmesine karşın hala sırlan dökülmemiş<br />
muhteşem kristal bir ayna gibi duruyorsun karşımda.<br />
Sana her baktığımda; kendimi, kentimizi, ülkemizi ve<br />
dünyamızı daha önce hiç görmediğim bir gözle görüyorum.<br />
Üzerine düşen bütün ışınları hiç yutmadan yansıtıyorsun.<br />
Sanki istiyorsun ki; hiçbir şey karanlıkta<br />
kalmasın, görülsün, anlaşılsın, yeniden düşünülüp<br />
yorumlansın. İşte ben de sana bakıp yazmaya çalışarak<br />
bunu yapmaya çalışıyorum.<br />
Şairin nehir şiirinin üç ayrı yerinde sana rastladığımda,<br />
içimi sonsuz bir sevinç kapladı. Hattuşa'yı<br />
süre taşıyan ikinci bir şair daha keşfetmiştim. Sevincim<br />
hem senin adına hem de şiir admaydı. Şöyle akıtıyordu<br />
şair şiirini: "...damlanın damlayı itişidir bu/dalganm<br />
dalgaya bindirişidir/ellerim lagaş'tan hatuşaş'tan geliyor/sesim<br />
benim/gılgamış'tan homeros'tan dedekorkut'tan...<br />
lagaş'tan yürü beri/kargamış'a alaca'ya boğazköy'<br />
e var/ivriz'de kayalarda yürüyüp durur bakhos/bir elinde<br />
balın üzüm salkımı/bir elinde başaklar... ben belki de<br />
bir Hitit sürgünüyüm/çözülmemiş yazıların üzgünüyüm<br />
belki de/lagaş'tan çıktım yola hatuşaş'ta yürüyorum<br />
kabartmalarda boğazköy'de kargamış'ta/ kesinlikle<br />
asyalıyım" '<br />
Doğrusu bu dizeleri okuyuncaya kadar kültürel genlerimde<br />
senden ne kadar izler taşıdığımı sorgulamak<br />
hiç aklıma gelmemişti.<br />
Bir kültürü uygar kılan öğelerden en azını; yazının<br />
kullanımı, kentleşme, yaygın bir siyasi örgütlenme,<br />
ekonomik hayatta iş bölümü ve uzmanlaşma olarak<br />
sıraladığımızda bütün bunların sende var olduğunu,<br />
dahası da seni bir kent krallığı merkezinden bir imparatorluk<br />
merkezine yükseltebilecek kadar coğrafi ve tarihi<br />
güçlükleri yenebilecek kapasitede yaratıcı güce<br />
sahip bir insan potansiyeline sahip olduğunu düşünüyorum.<br />
Uygarlık kavramının içeriğini; hoşgörü, barış, insan<br />
hakları, kadın erkek eşitliği, hukuk ve adalet, adil bir<br />
ekonomik paylaşma, düşünce özgürlüğü, "öteki"ni<br />
kabul etme, insanlık adına felsefi sorgulaması yapılmış<br />
bilim ve teknolojik ilerleme, sorun çözme disiplini,<br />
yaratıcılık, ağaç, çiçek, yeşillik, temiz su, temiz hava,<br />
düşük entropili bir yaşam (daha az tüketerek doğayla<br />
daha uyumlu bir yaşam), gönüllü sadelik ve bunun gibi<br />
Eylül 2004 49
daha bir çok ölçütlerle kavramaya çalıştığımda da 3500<br />
yıl önceki Hattuşa kent yaşamından görece olarak geri<br />
olduğumuz yanlar buluyorum.<br />
Dünya Uygarlığı adına, teknolojik gelişmeye koşut<br />
bir insanlaşma sürecine geçilemedi hala. İnsanlık<br />
henüz "sahip olmak" tan "olmaya" giden yola giremedi.<br />
Onun içindir ki savaşlar bir türlü bitmiyor. Bugün<br />
teknoloji sayesinde çoğunluğun paylaşamadığı konforlu<br />
bir yaşamdan söz edilebilirse de henüz uygar bir<br />
dünya kurabildiğimizi söyleyebilmemiz çok zor.<br />
"Bir şey söylediğim zaman, söylenen o şey anında<br />
ve kati olarak ehemmiyetini yitiriyor. Bir şeyi yazdığım<br />
zaman da öyle; ama yazılan şey, bazen yeni bir ehemmiyet<br />
kazanıyor" 2 diyen Franz Kafka'yı doğrularcasma<br />
Çinlilerin kağıdı icadını beklemeden, sözü kile kazıyıp<br />
pişirerek 3500 yıl sonrasında bütün insanlık için "yeni<br />
bir ehemmiyet" kazandın.<br />
2001 yılında müzelerimizde<br />
korunan 30.000 örnekten oluşan<br />
Hattuşa çivi/yazılı tabletler<br />
arşivin, UNESCO' nun<br />
"Dünya Belleği Listesi' ne<br />
geçti.<br />
Her şeyi yazıya geçirmiş<br />
olman, çok önemli bir özelliğin,<br />
"yazmak" bir iletişimse;<br />
bu iletişimi, yazılı tabletlerinle<br />
sanki sonsuza taşıyordun.<br />
Bize gelince; yazıya,<br />
iletişime, yarınlara ve sonsuzluğa senin kadar önem<br />
vermediğimiz için kalıcı olan "yazının değil de "uçan<br />
söz" ün peşindeyiz. Bu yüzdendir ki; ismini senden<br />
alarak Çorum'da bir aylık kültür ve sanat dergisi olarak<br />
çıkartılmaya çalışılan "Yazıhkaya Dergisi" de ancak 7.<br />
sayısına kadar yaşatılabildi.<br />
Kentimiz hayatımız. Kentimizi kurarken, hayatımızı<br />
da kuruyoruz. Bu gerçeği çok iyi bilerek doğanın<br />
diline ve gücüne kulak verip kendini; surların, sur<br />
kapıların, tapmakların, sarayın, yamaç evin, su havuzlarınla<br />
organize ederek öylesine güzel yerleştirmişsin<br />
ki kayalar üstüne, sana hayran olmamak elde değil.<br />
Özellikle Büyükkale'deki Kral Sarayı'nı az engebeli<br />
dört yanı sarp kayalık bir düzlüğe yerleştirerek hem<br />
kendini dışarıdan gelecek düşman saldırılarına karşı<br />
hem de sel ve deprem gibi doğal felaketlere karşı<br />
kolayca korumuşsun. Kayalar üzerindeki bu yapılanma,<br />
sana tinsel değerleri de sağlamış. Çünkü sen, kayaları<br />
tanrıların tahtı olarak bilirsin. Böylece hem tanrılara<br />
yaklaşıp, onlardan güç almış hem de bağımsız<br />
50<br />
Eylül 2004<br />
KULTUR-SANAT<br />
lığını ve gücünü pekiştirmişsin.<br />
Bize gelince, bir kere makro planda büyük bir şehircilik<br />
yanlışı yapmışız. Ve yapmakta da ısrar ediyoruz.<br />
Kayanın, kaya mekaniğinin, zeminin yapıyla olan can<br />
bağım göz ardı ederek; kayalık sağlam araziler,<br />
yamaçlar, kıraç topraklar dururken çok uzun süreçlerle<br />
oluşan alüvyon toprakların oluşturduğu en verimli<br />
ovalar üzerinde kentleşmişiz. Ovalar, beton yığmlarıyla<br />
dolmuş. Böylelikle yoğun yağan yağmurlarla gelen<br />
sel felaketlerine, 4-5 şiddetindeki depremlerde bile<br />
telafisi mümkün olmayan maddi, manevi bir çok zarara<br />
ellerimizle davetiye çıkartmışız. Bu günde hala daha<br />
birkaç yıl önce büyük bir deprem felaketiyle gündeme<br />
gelen göstermelik zemin etütleriyle; tasarımından<br />
yapımına kadar her türlü girdinin niteliğinden taviz<br />
verilerek; insanı insana, insanı doğaya yabancılaştıran<br />
8-10 katlı, estetik kaygısı<br />
taşımayan apartmanlar dikmeye<br />
devam ediyoruz.<br />
Ne yazık ki; uygarlığın<br />
diğer öğelerinde olduğu gibi<br />
kentleşme konusunda da<br />
senden hiç nasip almamış,<br />
aşılanmamışız.<br />
Çocukluğumun sinemalarında<br />
izleyip de hiç unutamadığım<br />
filmleri hatırlıyorum:<br />
Benhur, Spartakus, On<br />
Emir, Nuh'un Gemisi, Cleopatra...<br />
Geçtiğimiz günlerde bu filmlere bir de "Troya"<br />
filmi eklendi. Film Homeros'un İlyada'sındaki "Troya<br />
Savaşı"nı anlatıyor. Savaş senin çağdaşın olan Troya<br />
Vl'da 3 geçiyor. Yıllar önce gördüğüm Troya kalıntıları,<br />
zihnimde anlamlı bir bütün oluşturmamıştı. Oysa şimdi<br />
karşımda ete kemiğe bürünmüş bir Troya vardı. Filmi<br />
izlerken, hep seninle benzerlikler kurmaya çalıştım.<br />
Troya ve Hattuşa... İnsanların giysileri, takıları, savaş<br />
arabaları, ok ve yayları, tanrı heykelleri, şehrin surları,<br />
sur kapıları sana benziyor muydu acaba? Diye sordum<br />
kendime. Çok yakın benzerlikleriniz olmasa da en<br />
azından Tunç Çağı'mn ortak özelliklerini taşıyacağınızı<br />
düşündüm. Üzerinde; arkeologların taşlarla işaretledikleri<br />
plan görünüşlü surların, seni üç boyutlu olarak<br />
algılamama yetmemişti. Oysa surlarını; Troya'nm<br />
surlarına benzeterek, şimdi seni çok daha görkemli<br />
olarak algılayabiliyordum. Hektor; karısına eğer savaştan<br />
sağ çıkamazsa yanına alacağı yakınlarıyla birlikte<br />
onları İda Dağı'nm eteklerine ulaştıracak gizli geçitten<br />
söz ederken; bende zihnimin bir köşesinde senin
KÜLTÜR-SANAT<br />
Sfenksli Kapı'ndan geçip, Yerkapı'ya geldim. Kilit<br />
taşlarla örülü tünelden geçerek, saldırı merdivenlerine<br />
tırmanmaya başladım. Senin savunma strateji ve taktiğinin<br />
ne kadar gelişmiş olduğunu, işte ancak şimdi<br />
anlayabilmiştim.<br />
Yerkapı deyince aklıma geldi. Burada, 2001<br />
Haziran'ında bir Hitit Festivali etkinliği olarak, Bursa<br />
Bölge Devlet Senfoni Orkestrası tarafından günbatımını<br />
izleyen bir zamanlama içinde, muhteşem<br />
biraçıkhava konseri verildi. Unutamadığım harika bir<br />
gündü. Mutlaka senin de kulakların çmlamıştır.<br />
Büyük Kraliçe Puduhepa'nm akılcı ve cesur bir<br />
kararlılıkla kadınları koruduğu, dul kadınlar ve çocuklarına<br />
iş alanı hazırladığını 4 ; diplomatik yazışmalarda<br />
ve devlet antlaşmalarında<br />
bağımsızlığını ve Büyük<br />
Kral'a eşitliğini kanıtlayan<br />
kişisel mührünü<br />
kullandığım 5 ; gerçekten<br />
yetkileri büyük bir "kadın<br />
efendi", çok hırslı ve<br />
güçlü bir tavananna 6 olduğunu<br />
öğrendiğimde<br />
hem kraliçeni hem de<br />
senin kadınları erkeklerle<br />
eşdeğerde tutan uygar<br />
anlayışını bir kez daha<br />
takdir ettim.<br />
"Hititler" ve "Anitta'<br />
mn Laneti" adlı belgesel filmlerin çekildi. Seni anlayıp,<br />
anlatmaya çalışan çok güzel, çok emek verilmiş filmlerdi.<br />
Ancak belgesel filmler dışında seni anlatan;<br />
Troya filmi gibi edebiyatın içinden çıkan bir film, bir<br />
dans yada bale gösterisi yada bir tiyatro oyunu henüz<br />
yapılmadı. Ama sana iyi haberlerim de var: Geçen yıl<br />
piyanist-besteci Tuluyhan Uğurlu, Hitit Festivali için<br />
yazdığı "Hattuşa" isimli eserini piyanoda seslendirdi.<br />
"Zaten Puduhepa için kalemler çoktan yontuldu." 7<br />
diyen bilim kadınımız Prof. Dr. Muhibbe Darga'mn<br />
Hitit Kraliçesi Puduhepa' nın yaşamını kaleme almak<br />
istediğini; oyun yazarımız Murathan Mungan'ın da<br />
Puduhepa için bir oyun yazmayı düşündüğünü 8<br />
öğrenmiş<br />
bulunuyorum.<br />
Çorum Müzesi Arkeoloji Salonu'nda kaldırım<br />
taşlarının altından geçen pişmiş topraktan yapılmış<br />
sana ait kanalizasyon döşemesinin bir rekonstrüksiyonunu<br />
gördüm. Her bir toprak künk üzerine açtığın<br />
delikleri bir taşla kapatarak, olası bir arızada, temizlik<br />
ve onarımı gerçekleştirmenin çok kolay bir yolunu bul<br />
muşsun. Birbiri içine geçmiş toprak su künklerinle,<br />
kent içinde hem temiz suyu dolaştırıp hem de atık suyu<br />
sokak altındaki kanalizasyona bağlayışına hayran<br />
oldum. Temizlik ve hijyene çok önem verdiğini<br />
gösteren bu altyapı anlayışın çok uygar bir kent<br />
olduğunun en büyük göstergelerinden biriydi.<br />
Oysa bugünkü Çorum kentimizin ilk kanalizasyon<br />
şebekesinin bundan ancak 67 yıl önce merhum<br />
Belediye Başkanımız Dr. Pertev Kalelioğlu'nun girişimleriyle<br />
bir Macar firmasına yaptırıldığını 9 düşünerek<br />
başka illere göre ne kadar ileri olduğumuzu<br />
anlatıp övünürken; 3500 yıl önceki sende gördüğüm bu<br />
muhteşem altyapı örneğine bakarak da bugün ne kadar<br />
yerinsek o kadar yeridir diye düşünüyorum.<br />
Yukarı şehirdeki Güney<br />
Havuzları'nda; gerek<br />
yer seçimi, gerekse tasarım<br />
ve işlevleri açısından<br />
değerlendirildiğinde olağanüstü<br />
yapılar olarak<br />
ortaya çıkıyor. Havuzların<br />
buharlaşmayı en aza indirgemek<br />
için dar ama çok<br />
derin oluşları ile bir tek<br />
büyük havuz yerine beş<br />
küçük havuza bölerek herhangi<br />
bir kaza anında riski<br />
de bölmek 10 isteğin çok<br />
akıllıca bir düşünce. Böylelikle<br />
ancak uygar bir kente özgü olabilecek "lojistik"<br />
ve "risk analizi" kavramlarını da geliştirmiş olduğun<br />
görülüyor. Doğrusu çok akıllı bir kentsin.<br />
'"Kapıların söve taşlarını gösterdi ve kapılar her<br />
akşam görevliler tarafından sıkıca sürgülenir, mühürlenir,<br />
sabahleyin de yine görevliler tarafından mühürleri<br />
kontrol edilerek açılıyormuş.' dedi"" Seninle ilgili<br />
aramalarım sürerken; altını çizerek okuduğum bu alıntıda,<br />
uygarlığını ele veren iki ipucu vardı: "Kapıların<br />
söve taşlan" ve "kapıların mühürlenmesi". Günlük<br />
yaşamında çağma göre hem çok ileri bir teknik hem de<br />
çok ileri bir yönetim anlayışının ifadesiydi bunlar.<br />
Sana yaptığım gezilerde; dışarıdan görülemeyen<br />
kapıların söve taşlarına açılan deliklerle, Büyük<br />
Tapınak'ta gördüğüm taştan duvar kaideleri üzerindeki<br />
delikleri açan yaratıcı insanlarını hep merak<br />
etmişimdir. Hitit Taş Matkabı'nı' 2<br />
ilk kez bulan iki<br />
kardeşin, Kral Labarna tarafından birer at ve birer<br />
gümüş kupa ile ödüllendirildiğini 13<br />
öğrendiğimde;<br />
uygarlığının temelinin yaratıcı düşünceye sahip insan<br />
Eylül 2004 51
gücüne ve onları destekleyen yönetim anlayışının<br />
yüceliğine bağlı olduğunu görerek sana bir kez daha<br />
hayran oldum. "Kapıların mühürlenip kapatılması,<br />
mühürlerin kontrol edilerek açılması" işlemiyle<br />
kaçınılmaz bir yönetim fonksiyonu olan "denetimi"<br />
yerine getirmiş oluyordun. Bugün ülke yönetiminde<br />
"denetimin önemini" senin kadar iyi anlayamadığımız<br />
için; çöken binaların altında kalan insanların acıları ile<br />
batık bankaların yol açtığı sıkıntılar bir türlü bitmek<br />
bilmiyor.<br />
Bahçeli tek katlı, en çok iki<br />
katlı ahşap evleriyle insanların<br />
komşuluk edebildiği; parke taşı<br />
döşeli sokaklarında çocukların<br />
trafik canavarından korkmadan<br />
oynayabildiği; bugüne göre<br />
daha alçakgönüllü, daha yatay<br />
bir toplum hayatının olduğu<br />
eski Çorum günlerinde: Anneler<br />
akşam olup da, sokaktaki<br />
oyundan bir türlü kendilerini<br />
alamayan çocuklarına "yerler<br />
mühürlendi" diye seslenerek,<br />
onların evlerine dönmeleri için<br />
çağrıda bulunurlardı. Çorum'un<br />
tarihsel kent kimliğine duyarlı<br />
bir yazarımız "Yerler Mühürlendi"<br />
başlıklı yazısında 14 ; senin<br />
"kapılarını mühürleme bilinci"nin<br />
zaman içinde değişerek<br />
annelerimizin bilincine "yerler<br />
mühürlendi" olarak sızışını,<br />
şaşırarak nasıl fark ettiğini anlatıyordu. Bu deyişin<br />
senden kalan kültürel bir iz olarak fark edilişi çok<br />
sevindiriciydi.<br />
"...çiğdem çiçeğinin mart ayında açmasıyla birlikte<br />
Hititlerde 'antahşum' bayramı yapıldığını ... / Benim<br />
görüşüm, 'antahşum' eşittir 'Körimen'se çiğdem bayramı.<br />
Çünkü onların bahar bayramı martta, çiğdemlerin<br />
çıktığı ay da mart... / Antahşumlu ekmek yapılıyor... /<br />
Anadolu'da çocukların çiğdem köklerini çıtır çıtır<br />
yediğini de biliyorum." 15<br />
Sana ilişkin bu bilgileri<br />
okuduğumda; yine çocukluğumun o eski Çorum günlerinde,<br />
mahallenin çocuklarıyla yaptığımız "çiğdem<br />
gezme-leri"ni hatırladım. Baharın geldiğini haber veren<br />
çiğdem çi-çekleri çıktığında; mahallenin çocuklarıyla<br />
kırlardan çiğdem çiçekleri toplar ve "çiğdem çiçecik,<br />
ebem küçücük, verenin oğlu olsun, vermeyenin kızı<br />
olsun." diyerek kapı kapı dolaşır; her eve birkaç çiğdem<br />
52<br />
Eylü! 2004<br />
KULTUR-SANAT<br />
çiçeği vererek; karşılığında yağ, bulgur, kavrulmuş<br />
kıyma alırdık. Sonra da içimizden birinin evinde<br />
toplanır, topladığımız malzemelerle evin ebesine içine<br />
çiğdem köklerinin de katıldığı "çiğdem aşını pişirttirerek,<br />
hep birlikte afiyetle yerdik. Günümüzün kent<br />
yaşamında kaybolan bu geleneğin, senden kalan bir<br />
başka kültürel iz olarak çocukluk günlerimde yer edişini<br />
anımsamam, benim için ayrı bir sevinç kaynağı oldu.<br />
Senden aldığımız Hitit isimlerini otellere, lokantalara,<br />
otobüs işletmelerine, şirketlere, festivallere verdik.<br />
Otel Anitta, Otel Pithana,<br />
Tuthaliya Restaurant, Labarna<br />
A.Ş, Hitit Gıda, Hattuşaş Turizm,<br />
Hitit Festivali gibi. Senin<br />
insanlarına verdiğin isimleri,<br />
bizler şimdilik cansız varlıklara<br />
veriyoruz. Üzülerek söylemeliyim<br />
ki; insan isimleri konusunda,<br />
biraz çekingen ve tutucuyuz.<br />
Henüz milattan önceye<br />
geçemedik. İnanıyorum ki; uygarlığını<br />
soyut kültür mirasınla<br />
daha çok algıladığımızda kızlarımıza<br />
Puduhepa, oğullarımıza<br />
Hattuşili ismini severek koyacağımız<br />
günler de gelecek.<br />
Bunların içinde; Hitit Festivali,<br />
etkinlikleriyle senin uygar<br />
ruhunu en çok hissettireni.<br />
Bu festival, Çorum'un Dünya'<br />
ya açılan penceresi. Uluslararası<br />
Hititoloji Kongresi gibi bilimsel<br />
bir toplantıdan; dünya halk danslarına; piyano ve<br />
keman resitallerinden oda müziği yarışmasına kadar<br />
geniş bir yelpaze içinde yapılan etkinliklerle; Çorum<br />
halkı, kültür ve sanatla daha çok kucaklaşıyor. Bir<br />
gazete haberinde; çift başlı lirin ilk kullanımının ve ilk<br />
oda müziği icrasının Hititler'e ait olduğunu okumuştum.<br />
Düzenleyenler bu bilgiye sahip olmalılar ki -yanılmıyorsam<br />
2001 yazıydı- Çorum'da oda müziği<br />
dalında bir yarışma düzenlendi. Kentimiz Çorum adına<br />
onur vericiydi.<br />
Muhteşem Hattuşa Kenti; seni bugünkü aklımla<br />
somut, soyut bütün kültürel mirasınla yeniden<br />
algılayıp, yeniden düşünmeye çalışırken; bundan 30 yıl<br />
önce Çorum Binevler Yapı Kooperatifi'nin hazırlattığı<br />
bir araştırmada rastladığım şu öneriyi, şaşırarak ve<br />
büyük bir sevinçle okudum: "Uygarlık tarihinde bilinen<br />
ilk yazılı antlaşma olan Kadeş Antlaşması'nm bir metni
KULTUR-SANAT<br />
Boğazköy Tablet Kütüphanesinde bulunmuştur. Bütün<br />
dünyanın ilgisini bu çok eski uygarlık yöresine çekebilmek<br />
için Çorum İl Merkezi'ne bir 'Dünya Barış<br />
Merkezi'nin kurulması önerilmektedir. Bu merkez,<br />
sembolik anlamda bir kuruluş olmakla kalmamalı<br />
insanlar arasında kültür alışverişinin yapılarak ilişkilerin<br />
kuvvetlendiği, ortak insancıl değerlerin ve<br />
evrensel yaratıcı gücün ortaya çıkarıldığı bir<br />
Uluslararası Kültür ve Sanat Merkezi olmalıdır. (Bu<br />
merkezin yeri Çorum İl Merkezi Sentez Haritası No.<br />
Vde tarafımızdan önerilmektedir.) Böyle bir merkez<br />
hem Çorum çevresini eski uygarlık çağlarmdaki canlılığına<br />
kavuşturacak, hem de Çorum İl Merkezi'ni turistik<br />
bir merkez haline getirecektir. Barış alanında<br />
sembolik bir çaba olarak da Boğazköy Müzesi'ndeki<br />
Kadeş Antlaşması'mn asıl metninin büyük bir kopyası<br />
ile metnin bütün dünya dillerine çevrilmiş şeklinin<br />
bulunması önerilmektedir." 16<br />
İlk bakışta ütopik bir düşünce gibi görünen bu öneri<br />
öncelikle Çorum'da oluşturulacak "çekirdek bir duyarlılık<br />
grubu"nun önderliğinde UNESCO*, ICOMOS**,<br />
Dünya Barış Konseyi, Uluslararası Kriz Grubu, Barış<br />
Derneği, Demokrasi Vakfı, Tarihi Kentler Birliği,<br />
Çekül Vakfı***, Beyaz Nokta Vakfı, "barışı" besleyen<br />
bir unsur olarak uluslararası ve ulusal arkeoloji, kültür<br />
ve sanatla ilgili çeşitli kuruluşların işbirliği ile ele<br />
alındığında "Dünya Barışı" ve "Çorum Uygarlığı" adına<br />
sinerjik bir etkinin yaratılacağına gönülden inanıyorum.<br />
Tarihsel bir veri olarak belleklerimizde yer eden<br />
"Kadeş Barış Antlaşması" her geçen gün bir kaosa<br />
doğru sürüklenen insanlığın kurtuluşu için "dünya<br />
vatandaşlığı" ve "dünya barışı" kavramlarının filizlenip<br />
büyümesinde bir esin kaynağı olacaktır.<br />
Daha şimdiden "DÜNYA BARIŞ ve KÜLTÜR<br />
MERKEZİ"nin duvarlarından birinde Melih Cevdet<br />
Anday'm "Kadeş Savaşı" şiirinin anıtsal bir resmini<br />
görür gibiyim: "Asi Irmağı'nın bir yanında Muvattali<br />
ayakta, askerleri arasında. Durmuş bakıyordu kıpırdamadan<br />
/ Irmağın öbür kıyısında Firavun Ramses,<br />
savaş arabasına çıkmış, gözlerini dikmiş karşıya / İşte<br />
bütün bildiğimiz bu / Gerçi tarih uzun uzun anlatır, ama<br />
bu bakış kalır, kalsa kalsa" 17<br />
"İki kral arasında yapılan antlaşmada insiyatif<br />
Hititler'dedir. Antlaşmanın iç yazılımını Hititler<br />
HATTUŞA'da hazırlamıştır." 18 Bu bağlamda seni<br />
"Barışı Kuran Kent Hattuşa" diye selamlıyor, sonsuz<br />
saygı ve sevgilerimi sunuyorum.<br />
' Hasan Hüseyin, Ağlasun Ayşafağı, Bütün Şiirleri 6 (Ankara: Bilgi Yay. Aralık 1987), sh.9-96-328<br />
2<br />
Ali Ünlü, Vecizeler Öğütler Parolalar, (İstanbul: Şule Yay. Aralık 2002), sh.473<br />
3<br />
Celal Tuna, Mağaradan Kente, Cilt l, (İstanbul: İletişim Yay. 2000), sh.l 16<br />
4<br />
"Muhibbe Darga Kitabı" Arkeolojinin Delikanlısı, Söyleşi: Emine Çaykara, (İstanbul: T. İşbank Kültür Yay.<br />
Ocak 2003), sh.265<br />
5<br />
Dr. A. Muhibbe Darga, Eski Anadoluda Kadın, (İstanbul: İst. Üni. Ed. Fak. Yay. No. 2033, 1984), sh.l01<br />
6<br />
Ekrem Akurgal, Anadolu Kültür Tarihi, (Ankara: TübitakPopüler Bilim ve Kültürel Kitapları 67, Nisan 2002), sh.l 19<br />
7<br />
"Muhibbe Darga Kitabı" Arkeolojinin Delikanlısı, Söyleşi: Emine Çaykara, (İstanbul: T. İşbank. Kültür Yay.<br />
Ocak 2003), sh.386<br />
8<br />
www.inilliyet.com.tr/2002/05/13/sanat/vazmungan html-"Kaderi Doğru Zamanda Çizmek"<br />
9<br />
Çorum Haber Gazetesi, 23 Mayıs 2002, sh.5<br />
'"Jürgen Seeher, Hattuşa Rehberi - Hitit Başkenti'nde Bir Gün, (İstanbul: Ege Yayınları, 2002) sh.48 "Muazzez İlmiye<br />
Çığ, Hititler ve Hattuşa, (İstanbul: Kaynak Yay: 307, Eylül 2002) sh.39<br />
12<br />
Jürgen Seeher, Hattuşa Rehberi - Hitit Başkenti'nde Bir Gün, (İstanbul: Ege Yayınlan, 2002) sh.l7<br />
13<br />
Mahfı Eğilmez, Anitta'nın Laneti, (İstanbul: Om Yayınevi 2001) sh.37<br />
14<br />
Gazanfer Eryüksel, "Yerler Mühürlendi" Corum Haber Gazetesi, 11.04.2002<br />
15<br />
"Muhibbe Darga Kitabı" Arkeolojinin Delikanlısı, Söyleşi: Emine Çaykara (İstanbul: T. İşbank. Kültür Yay.,<br />
Ocak 2003) sh.237-238<br />
16<br />
Çorum Bir Toplu Konut Uygulaması, Mimarlar: Altuğ & Behruz Çinici, (Ankara: Ajans Türk Matbaacılık, Aralık<br />
1973), sh.213<br />
17<br />
Melih Cevdet Anday, Sözcükler - Bütün Şiirler, (İst: T. İşbank. Kül. Yay: 188,1979), sh. 79<br />
18<br />
Sedat Alp, Hitit Güneşi, (Ankara: Tübitak Pop. Bil. Kitap. 179, Temmuz 2003), sh.66<br />
* UNESCO: Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kuruluşu<br />
**ICOMOS: Uluslararası Anıtlar ve Siteler Konseyi<br />
***Çekül Vakfı: Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Değerlendirme Vakfı<br />
Eylül 2004 53
Frigler M.Ö 1190 yıllarında Anadolu'ya gelen<br />
Hint-Avrupa kökenli boylardan biridir. Ancak<br />
siyaset tarihinde boy göstermeleri M.Ö 750'den<br />
sonradır. Kral Midas döneminde (M.Ö 725-675) en<br />
parlak devrini yaşamış ve tüm Orta ve Güneydoğu<br />
Anadolu'ya egemen olmuşlardır.<br />
Friglerin, Anadolu'da benimsedikleri en eski ve<br />
en kendisine özgü dini "Ana Tanrıça ya da Kibele<br />
Kültü"dür. Kibele kutsal alanları genellikle dağlardaki<br />
kayalıklara yapılmıştır.<br />
KAYA ANITLARI<br />
(ESKİŞEHİR VE AFYONKARAHİSAR)<br />
Eskişehir ve Afyonkarahisar arasındaki kutsal<br />
platoya MÖ 8-6 yüzyıllar arasında tanrıçanın tapınaklarını<br />
temsil eden kaya anıtları yapılmış ve<br />
Friglerin Kibele'ye ne derece önem verdiklerinin en<br />
güzel kanıtı olmuşlardır.<br />
Bu anıtların üzerinde bazen geometrik bazen<br />
bitkisel bazen de hayvan motifleri bulunur. Bu kaya<br />
yüzeylerinden en ünlüsü Midas adını içeren Frigce<br />
yazıtı nedeniyle Midas Mezarı denen 17 metre yüksekliğindeki<br />
Yazılı Kaya Anıtı'dır. Ancak bu anıt bir<br />
mezar olarak değil yine bir tapınma cephesi olarak<br />
kullanılmıştır. Diğer Frig oyma kaya cephelerinde<br />
olduğu gibi MÖ. 8. yüzyılın 2. yansına ait olan bu<br />
Midas Anıtı'nın da yüzü doğuya bakar.<br />
Bir kaya yüzeyinin tepeden aşağıya doğru işlenmesiyle<br />
oluşturulan süslü cephe Semerdamlı bir<br />
Frig tapmağının ön kesimini temsil eder. Bu<br />
cephenin en önemli bölümü tanrıça heykelinin<br />
içinde durduğu kapı biçimindeki bir kaya nişidir.<br />
Bu anıt Friglerin büyük Tanrıçası "Kibele" adına<br />
yapılmış bir kutsal alandır. Bu nedenle burada<br />
Kibele'ye ait bir heykelin durduğu sayılır.<br />
Midas şehrindeki öteki anıtlardan Bitmemiş<br />
Anıt ve cephesindeki MATEPAN APEZASTİN<br />
FRIGYA UYGARLİĞİ<br />
Duygu Altan /Arkeolog<br />
KÜLTÜR-SANAT<br />
biçimindeki Frigce yazıtı nedeniyle "Arezastis<br />
Anıtı" denen kaya capheleri ilginç özellikleri ile<br />
Kibele'ye göste-rilen öneme tanıklık eder.<br />
Arslankaya Anıtı'nda tanrıça kanatları iki yana<br />
doğru açılmış tapmağın içinde iki aslan arasında<br />
durur biçimde betimlenmiştir ve bu tür kaya<br />
cephelerinin işlevi sorununa da açıklık getirir. Bu<br />
kaya cepheleri çoğunlukla tam olarak bitirilmemiş<br />
şeklide kasten eksik bırakılmışlardır. En ünlü<br />
Midas Anıtı örneğinde bile alt kısım işlenmemiş<br />
kaba bir halde bırakılmıştır. Buna Frig dinsel<br />
düşüncesinin ne derece etkili olduğu tam olarak bilinmemekle<br />
birlikte kusursuz eserin yalnızca tamı<br />
elinden çıkacağı felsefesinden hareketle günümüzde<br />
bile eserlerini hiçbir biçimde tam olarak<br />
bitirmeyen Kütahyalı çini ustaları ile aynı bölgede<br />
yaşamış Frig sanatçıları arasında geleneksel bir bağ<br />
olduğu düşünülebilir.<br />
Friglerin kayalara oyulmuş diğer bir dinsel yapı<br />
türü de çoğunlukla doğuya bakan merdivenlerdir.<br />
Bir çeşit oturma yerine doğru çıkan bu merdivenlerin<br />
sunak olarak kullanıldıklarına inanılır. Ancak<br />
bunların tanrıçanın oturması için hazırlanmış sembolik<br />
tahtlar olması olasıdır.<br />
KAYNAKÇA<br />
UÇANKUŞ Hasan Tahsin - Bir İnsan ve Uygarlık Bilimi/Arkeoloji - Kültür Bakanlığı Yayınları - 2000<br />
AKURGAL Ekrem - Anadolu Kültür Tarihi - Tübitakyayınlan -1997<br />
54 Eylül 2004
KÜLTÜR-SANAT<br />
MADENCİ SAMİ BEY (Bir meslek anısı)<br />
Anadolu'nun güney-batısı çok geniş bir peridotit formasyonuyla<br />
örtülüdür<br />
Fethiye, Köyceğiz, Acıpayam, Beyağaç ilçeleri sınırlan<br />
içersinde ekonomik değeri olan ve yıllardan beri çalışılan<br />
kromit yatakları bulunmaktadır. Bunların dışında, bir<br />
büyüklüğü olmayan yüzlerce kromit mostrasına rastlan<br />
maktadır. Çevrede pek çok madenci<br />
bulunur. Sahanın neredeyse<br />
tamamı aramalara kapalıdır. Bellibaşlı<br />
birkaç işletmenin dışında, saha<br />
sahiplerinin tamamı maden ocağı<br />
açacak ekonomik güce sahip değildir.<br />
Çevrede çalışmakta olan işletmelere<br />
sahalarını iyi bir şartla<br />
devretmenin peşindedirler. Bu sebeple<br />
sık sık işletmeleri dolaşır, sahalarındaki<br />
madenin görülmesini<br />
isterler. Bir kısmı da işletme sahibine<br />
ait sahada bildikleri cevher<br />
mostrasının müjdesini verirler.<br />
Köylüyle, avcıyla, çobanla yakın<br />
ilişkileri vardır. Çok yer bilirler.<br />
İşletmede yeni bir mühendisseniz,<br />
hele yetkili biriyseniz müjdeciniz o<br />
nisbette çok olur.<br />
Etibank'ın Üçköprü İşletmesi'<br />
nde etüt başmühendisi iken pek çok<br />
madenci tanımıştım. Onların hiç<br />
birini geri çevirmez, nerede maden<br />
göstereceklerse anlaşır, oraya mutlaka<br />
giderdim. Bu sayede hem<br />
geniş bir alanı tanımak olanağınız<br />
olur, hem de içinizde bir ümit ışığı<br />
kıvılcımlanır.<br />
Üçköprü sahalarında çalışılmaya başlandığı 1960 yıllarında<br />
mostra göstereni işe alacağımızı duyurmuştuk.<br />
Bazılarının çuvallarla maden taşıyıp toprağa gömdükleri,<br />
maden bulduk diye bize gösterdikleri de olmuştur. Bunlar<br />
madenci değil, işe girmek isteyen köylülerdi.<br />
Madenci Sami Bey tanıdığım madencilerden farklı bir<br />
kimseydi. İlk tanıştığımızda elinde bir mektupla gelmişti. O<br />
sırada özel bir şirkette çalışıyordum. Şirket merkezinden<br />
bana gelen mektupta Sami Beyin Yeşilova'da sahası<br />
olduğu, sahada çıkmış madeni bulunduğu, numune alınması<br />
ve miktarının tayini isteniyordu.<br />
Hafta sonu onu Denizli'den aldım, madenin bulunduğu<br />
sahaya gittik; numune aldık ölçüm yaptık. Düşük dereceli<br />
bir cevherdi. Zenginleştirmeye uygundu. Bir yazı ve<br />
numune ile genel müdürlüğe yeniden gitti. Anlaşmışlar,<br />
Faik Yazıcı /Maden Mühendisi<br />
MADENCİ<br />
Biz madenciyiz<br />
Yaşamımız dağ başlarında geçer.<br />
Düşüncelerimiz taş üzredir.<br />
Dilimiz taşça konuşur. Taşça<br />
söyler.<br />
Tüm sıcaklığımızla kucaklarız<br />
Y er altını.y er yüzünü Kedi gibi<br />
içine içine sokulur Çözümleriz<br />
doğanın gizini<br />
Alın terimizle yoğurur toprağı Krom<br />
olur. demir, bakır, kurşun, kalay oluruz.<br />
Menevişli denizlerin kenarında<br />
Mermerden saray oluruz.<br />
Evinizde süs Sofranızda tabak<br />
Banyonuzda fayans olur Sizi<br />
sevgiyle birbinize bağlayan<br />
Parmağınızda alyans oluruz<br />
Petrol olur kömür oluruz.<br />
Yarım yaşanmış ömür oluruz<br />
Yitcrsck öldü sanmayın bizi<br />
Sonsuzluğa kanat açarız<br />
Akdonlu güvercin olur Her<br />
gün üstünüzde uçarız.<br />
Faik Yazıcı<br />
madeni satın almıştık. Taşıttı, kantardan geçirerek işletmeye<br />
teslim etti. Bu sırada işletmede birlikte kaldık.<br />
Elli-ellibeş yaşlanndaydı. Hoşsohbet, güler yüzlü,<br />
küçük olanaklarla mutlu olabilen bir kişiliği vardı.<br />
Babasının zamanında pek çok saha kapatmışlar, şansları<br />
yardım etmediğinden iyi bir yatak bulamamışlar. Daha önce<br />
tekstil işiyle uğraşıyorlarmış, sermayeyi<br />
yeraltına gömmüşler.<br />
Sami Bey şimdi yeraltına kaptırdığı<br />
parayı kurtarmak için<br />
çalışıyordu. Onunla, Yeşilova,<br />
Tefenni, Acıpayam ilçelerinde<br />
pek çok sahaya gittik. Bir maden<br />
mostrasına gittiğimiz zaman<br />
araziyi evvela o değerlendiriyor,<br />
aynı yerde birbirinden kırk-elli<br />
metre uzaklıkta ince bir maden<br />
daman varsa işte cevher buradan<br />
dalıyor, buradan çıkıyordu. Bu<br />
dağın altında büyük bir kütle yatmaktaydı.<br />
Merakla, endişeyle<br />
gözlerimin içine bakıyor, benim<br />
de öyle söylememi istiyordu. Ne<br />
yazık ki söyleyemiyordum. Yine<br />
de ümidini yitirmiyordu.<br />
Madencilik onu bir kumar masası<br />
gibi çekmişti; bu masada yitirdiğini<br />
yine bu masada kazanmak<br />
istiyordu.<br />
Sahalardan birinde, cevher<br />
olduğuna kesin inançlıydı. Onunla<br />
ilgili anlattığı bir ocak hikayesi<br />
bile vardı. Burası bir tarlaydı,<br />
arazinin üzerinde pek çok cevher<br />
parçalan bulunuyordu. Anlattığına göre eskiler bu tarladan<br />
yirmi metre bir kuyu inmiş, kuyunun tabanından sürdükleri<br />
galeri onbeş metre sonra cevher kütlesine ulaşmış, ama<br />
cevheri alamamışlar, öyle anlatıyordu..<br />
Çalıştığım şirketin genel müdürünü Sami Beyin anlattığı<br />
araziye götürdüm, sondaj yapmak istediğimi söyledim.<br />
Yardım edecektik. Cevher bulursak bize sa-tacaktı.<br />
Anlatılanlara ve arazideki cevher döküntülerine bakarak<br />
aramanın olumlu olabileceği olasılığı vardı Sami Beyin<br />
söylediği yerlere ellişer metre derinliğinde on sondaj yaptık.<br />
Ne yazık ki hiç bir şey bulamadık.<br />
Anadolu'da Sami Bey gibi pek çok madenci vardır,<br />
ömürlerini yitirirler de ümitlerini hiç yitirmezler. Bir çok<br />
cevher yatağının bulunmasında onların da payı olduğu yadsınamaz.<br />
Hepsinin şansı bol olsun.<br />
Eylül 2004 55
Ömür dediğin nedir ki! Gelip geçer. Hele de; taşla,<br />
toprakla, madenle yoğrulmuşsa... Küle dönmüş kömür<br />
misali tükenip gider. Şuncacık çocukken ana kucağında,<br />
biraz büyüyünce okul sırasında, asker ocağında, iş<br />
kuyruğunda, maden ocağında,<br />
yarin yancağızında, televizyon<br />
karşısında, park oturağında...<br />
Dolambaçlı yoldan değil<br />
de, kestirme anlatırsak böyle!<br />
Ama yinede "benim har'ım<br />
kalmadı kül oldum" dememeli<br />
insan. Gasilhaneci'nin tas tas<br />
döktüğü su bedene değip de<br />
tahtalı köy selametine ermedikçe;<br />
her bir kişi, her bir zat,<br />
her bir Adem içindeki "har"<br />
ıyla "hor"a geçecek bir şey<br />
yapmalı mutlaka. En azından<br />
memleketin bu gidişatına dair<br />
bir şey söyleyebilmen.<br />
Son perde, son sahne; tahtalı<br />
köy selameti evvelini ele<br />
alalım. Epeyce evvelini tabi.!<br />
Tekaüt olmuşsun, yani emekli.<br />
Bir elinde baston oturmuş<br />
parkta güvercinlere yem atıyorsun.<br />
Yamndakilerin duyabileceği<br />
bir ses tonu ile şunu<br />
söyleyebilmelisin. "Bu güvercinler de politikacıların<br />
aslının asliyem verdikçe, seçim zamanı gibi hep<br />
yanimizdalar. Ondan sonra pır pır pır uçup gidiyorlar.<br />
Olmadık zamanda pıt pıt pıt bakmışsın tepemize şey<br />
yapıyorlar... Şey, şey işte... sıçıyorlar." Ben demedim<br />
emekli bir amca dedi "Amca ne diyorsun?" dedim.<br />
"Ağzından yel alsın, yanarsın alimallah" dedim. "Bir<br />
duyan olur yaşma başına bakmazlar... hoppa..." dedim<br />
"Kim duyarsa duysun, kimden korkacakmışım! Ne olacakmış:<br />
Korkunun ecele faydası var mı?" dedi. Bastonu<br />
ile parkın ortasındaki heykelin kaidesini gösterip "bak<br />
şuraya, ne yazıyor, oku" dedi. Atlı heykelin altındaki<br />
56 Eylül 2004<br />
MADENKEŞ MEDDAHIN<br />
TİRADI<br />
Fahri Bozbaş / Tiyatro Arın Yönetmeni<br />
KULTUR-SANAT<br />
kabarık harfleri birleştirip okudum "Bir ülkede namussuzlar<br />
kadar namuslular da cesur olmadıkça o ülkede<br />
kurtuluş çok zordur" diye yazıyordu.<br />
Bir bilemedin iki cümleden ibaret ifade bulan emekli<br />
amcanın "har"ı benim<br />
nezdimde "hor"a geçmişti.<br />
Mütevazı bir maharetle de olsa<br />
bu "har"ı harlandırmak şahsıma<br />
düştü. Bunun için de "tez<br />
elden körük, tez elden kazmakürek,<br />
kömür ve tabi ki ömür<br />
gerek" deyip yola koyuldum.<br />
Burada buluştuk. Ama önce<br />
"merhaba" demek gerek. Evet<br />
evet "MERHABA".<br />
Çok çok çok sayın baylar<br />
ve bayanlar, merhaba Azıcık<br />
bile sayın olmayan baylar ve<br />
bayanlara da merhaba/Merhabamızı<br />
aşırı bulan deniz aşın<br />
ülkedeki saym-maym baylara<br />
ve bayanlara da merhaba./Bu<br />
gidişata "dur" diyen tayıncıya<br />
merhaba Bu gidişata "dur"<br />
diyeni "vur" diyen hayına da<br />
merhaba/Bu gidişata "dur"<br />
diyeni "vur" diyene "gavur"<br />
diyen kayınvalidelere, kayınpederlere,<br />
kayınbiraderlere cümle aile efradına merhaba./<br />
Varagelden inene, yol boyu yürüyene/Faytona<br />
binene, islime yol verene/Gözüne sürme çekene, tık<br />
nefes öksürene/Arabayı itene, bel ağrısı çekene/Kama<br />
üstünde yatana, çene kömür atana Ameleyi ustayım<br />
diyene, arkayı düşürene/Amirim memurum diyene,<br />
peynir ekmek yiyene/Yeni damar sürene, ağlayana<br />
gülene/Hak bilip hak verene, Kerem gibi yanana/<br />
Uykusuz kalıp da yine de buraya gelene/Memleketi<br />
satana cephe alana merhaba./Merhaba can dostlar./İşte<br />
çıktık alana, selam verdik dört bir yana/Sözümüz<br />
anlayana. Merhaba./Haydi "har"ımızı harlamaya.
KULTUR-SANAT<br />
YENİ YAYINLAR<br />
MADENCİLİK FUARI<br />
TÜRKİYE 19. ULUSLARARASI<br />
MADENCİLİK KONGRESİ<br />
ve MADENCİLİK,<br />
DOĞAL KAYNAKLAR ve<br />
TEKNOLOJİLERİ FUARI<br />
Türkiye 19. Uluslararası Madencilik Kongresi<br />
kapsamında düzenlenecek olan Madencilik, Doğal<br />
Kaynaklar ve Teknolojileri Fuarı 9-12 Haziran 2005<br />
tarihlerinde İzmir'de düzenlenecektir.<br />
Eylül 2004 57
ABD IRAK'A BARIŞI BÖYLE TAŞIYOR<br />
ARKA TAŞ<br />
KÜLTÜR SANAT ve AKTUALÎTE<br />
Mete Alpsar / Maden Mühendisi<br />
Orta Asya'da, savaşın ok ve yay ile yapıldığı<br />
dönemlerde savaşçılar, arkalarından gelebilecek bir<br />
saldırıyı önlemek için, sırtlarını önceden bu amaçla<br />
hazırlanmış bir TAŞ'A dayarlardı. Bu taş "ARKA-<br />
TAŞ" veya Azerbaycan'daki telaffuzuyla "ARKA<br />
DAŞ" olarak adlandırılırdı. "Dostluk" kavramının<br />
zaman içinde, insanin arkasını yaslayabileceği ve<br />
kendisini olabilecek kötülüklerden koruyacağı fikri<br />
ile özleştirilmesi sonucu "arkadaş" kelimesi "dost"<br />
anlamında dilimizdeki yerini buldu. Sırtınız "arka<br />
taş"sız kalmasın..<br />
58 I Eylül 2004<br />
KULTUR-SANAT<br />
Maden Mühendisi ibrahim Demircan'dan bir fıkra<br />
YATIK SEKİZLER<br />
Temel ile İdris Üniversite de okuma kararı<br />
almışlar. Üniversite sınavlarına hazırlanmışlar. Temel<br />
ve İdris bu gayretli ve istikrarlı çalışmaları sonucunda<br />
istedikleri bölüme girmişler.<br />
Temel ve İdris'in üniversite de dersleri bir hayli<br />
iyi. Tek sıkıntı Temel' in yüksek matematikten teklemesi.<br />
Ancak Temel'in okula devam edebilmesi için<br />
bu dersi öyle veya böyle geçmesi gerekiyor.<br />
İdris Temel'e göre şanslı ve bu dersten başarılı.<br />
Temel düşünmüş taşınmış ders çalışmak da zor,<br />
dışarıda havalar çok güzel, Fadime ile gezmek<br />
varken bu dersten smava hazırlanmak işine gelmez.<br />
Temel der ki; "İdris sınavda senin arkandaki sıraya<br />
ben oturayım, sen sorulara cevap verdikçe aynısını<br />
bende yazılı kağıdıma geçireyim. Senin nasıl olsa bu<br />
dersten sıkıntın yok." İdris kabul eder. "Ne de olsa<br />
arkadaşız" der.<br />
Zaman geçer sınav günü gelir. Sınavda aynen İdris<br />
önde Temel arkada soru kağıtları dağıtılır. Soruların<br />
çoğu integral hesapları. İdris başlar soruları cevaplamaya.<br />
Arka sırada Temel de kopya çekmeye başlar.<br />
Sınav sonuçlanır. Salon çıkışında İdris sorar "Temel<br />
kopya çekebildin mi der. Temel'in cevabı; "İdris bütün<br />
soruları senden yaptım, hatta sen sekizleri yatık yatık<br />
yapmışsın ben bunları da düzelttim" der...
KULTUR-SANAT<br />
küçük adam<br />
Çaycı, kaynakçı, kepçe operatörü, lağımcı,<br />
tahancacı, pompacı NECATI F ÖRMEN'e<br />
(biz ona küçük adam derdik)<br />
bedeni çocuk<br />
yüreği dağ<br />
gülüşü gizli<br />
kekik kokulu kardeşliği<br />
gözleri tozlu<br />
düşleri ışıklı<br />
emeği kan ter içinde<br />
elleri sevgili<br />
ansızın çıkagelirdi sesi<br />
tünel sıcaklığı söylerdi<br />
-neredesin küçük adam<br />
düşlerimiz merak susar<br />
-kara sövgünün koridorlarında kaldım<br />
vardiyam uzadı sesimi sakladım<br />
-sesin geldi sen geç kaldın<br />
sevda soframıza uzanmadın<br />
-geleneksel sefilliğimi yaşadım<br />
girdaplı karanlıklarda üşüdüm<br />
-seslendik sana el verdik<br />
yüreğimizi raylara serdik<br />
kömür duvarların ardından<br />
aydınlık sesini bekledik<br />
-arını deldim de geldim<br />
lağımı attım da geldim<br />
bir damla umut istedim<br />
ölümü tattım da geldim<br />
-sağolsun başın küçük adam<br />
kuruttuk gözümüzdeki tuzları<br />
bir avuç kaygı demledik sana<br />
katıl artık aramıza<br />
ağıtlardan sıyrılır da gelirdi<br />
oturunca bal tadında söyleşir<br />
kimileyin çocuklarca gülerdi<br />
bir tutam kendinden katar<br />
ip atlayan dostlukları dinlerdi<br />
-öleceğiz bir gün küçük adam<br />
kimimiz perakende kimimiz toptan<br />
şimdi haydut kahkahalar atalım<br />
kurtulalım deri altı karamsarlığımızdan<br />
kadife kirpiklerini kapardı<br />
pazen gülüşlere pastel renkler katardı<br />
yıldız kayımı düşünür<br />
bindallı umutlar dokumaya başlardı<br />
-yolun yeryüzü olsun küçük adam<br />
<strong>YER</strong>ALTINDAKİ CEVHERİ ÇIKARAN YÜREĞİMDEKİ CEVHERİ DE ÇIKARIR!...<br />
(Bu atasözü değil metesözü)<br />
m.etealp@mynet.com<br />
Mete Alpsar<br />
Eylül 2004 59