09.05.2013 Views

Marmaris'in MISTAN SOKAĞI - Marmaris Belediyesi

Marmaris'in MISTAN SOKAĞI - Marmaris Belediyesi

Marmaris'in MISTAN SOKAĞI - Marmaris Belediyesi

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

ÖN SÖZ<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in<br />

‗<strong>MISTAN</strong> <strong>SOKAĞI</strong>‘<br />

Çağımızda, elektronik iletiĢim araç ve gereçlerinin<br />

çoğalması günlük yaĢamı kolaylaĢtırsa da, burada<br />

eskilerin deyiĢiyle ‗Silah icat oldu, mertlik bozuldu‘ gibi bir<br />

atasözünü anımsamamak elde değil. Artık iletiĢimi<br />

özellikle yazıĢmak yerine bilgisayar, cep telefonu, faks<br />

gibi elektronik aygıtlarla sağlıyoruz. Mektupla,<br />

tebrikleĢmeyle bize güzel yazma gayret ve becerisi de<br />

sağlayan alıĢkanlıklarımız geçmiĢte kaldı. ġimdi onları<br />

özenli, duygusal bir yaklaĢımla bir çok eski gelenek ve<br />

göreneklerimizle tarihe gömüp, içimizde kalan bir<br />

buruklukla sadece yad ediyoruz.<br />

1974–1976 yılları arasında iki yıl Belçika-Brüksel<br />

NATO Karargâhında daimi görevdeyken özel kullanmak<br />

için ‗Triumph‘ marka ‗F‘ klavyeli bir daktilo almıĢtım.<br />

Daktiloyu alıĢımın ilginç bir anısı var. Kısaca anlatayım:<br />

Brüksel Türk Büyükelçiliğinde 30 Ağustos Zafer<br />

Bayramı yıldönümü kutlamasına eĢimle birlikte<br />

katılmıĢtım. Gündüz yapılan resmikabul töreninden<br />

ayrıldıktan sonra bazı ihtiyaçlarımızı karĢılamak için<br />

alıĢveriĢ merkezine gittik. Büyük bir mağazanın vitrininde<br />

daktilolar sergilenmiĢti. Fiyatları da indirimliydi. Ġçeri girip<br />

baktığımda gördüğüm bir daktilo ve markası dikkatimi<br />

çekti. EĢim Gülsen‘e daktiloyu gösterip, marka adını<br />

sevdiğimi, bu güne tam yakıĢtığını, zira markasının<br />

Türkçe adının ‗Zafer‘ olduğunu, bunu alacağımı söyledim.<br />

O da olumlu yanıt verince daktiloyu satın aldım.<br />

1


37 yaĢındaki 'Zafer' (Triumph) adlı daktilom<br />

Emekli olup <strong>Marmaris</strong>‘e döndükten sonra tüm<br />

amatör gazete ve dergi yazılarımı hep bu daktiloyla<br />

yazdım. Ne zaman 1990‘lı yılların baĢında bilgisayarı,<br />

tabiri caizse ―kuyruğundan yakaladım‖, iĢte o zaman<br />

benim sadık dostum, duygumu, düĢüncemi, Ģikâyetimi<br />

paylaĢtığım bu ‗Zafer‘ marka daktilomun pabucu dama<br />

atıldı. Ama ona karĢı bir kadirĢinaslık örneği de<br />

sergilemedim değil. Daktilomu rahmetli Anamın bize<br />

yaĢamında hediye ettiği ceviz çeyiz sandığının içine<br />

koyarak dinlenmeye aldım.<br />

Yirminci yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla girerken<br />

yazıĢmanın sadece resmi kurum ve kuruluĢlar arasında<br />

kaldığını, ancak kitap yazmanın evrenselliği ve önemini<br />

idrak edenlerin sayesinde eskisinden daha çok yazarımız<br />

olduğuna da seviniyorum. Onların sayesinde güzel<br />

romanlar, kültür yayınları, anılar, hikaye ve öyküler<br />

okuyabiliyoruz. 1935 yılında <strong>Marmaris</strong>‘te Ġl Kültür<br />

Müdürlüğünün açtığı okuma yazma kursuna katılarak<br />

diploma alan rahmetli annem Bezmigül‘ün (Gülhanım)<br />

gurbetteki oğluna (bana) kurĢun kalemle kendine özgü<br />

okunaklı eğik el yazısıyla gönderdiği mektupları unutmam<br />

mümkün değil. Bu gün değerini daha iyi anladığım o<br />

2


mektupları saklayıp bir koleksiyon yapmadığıma<br />

üzülürüm. Onun, yaĢadığım evin duvarına asılı 70 kusur<br />

yaĢındaki diploması, ondan da yaĢlı evlenmeden önce<br />

kendi elleriyle çeyiz olarak iĢlediği duvarda asılı duran<br />

çerçeveli ‗ġahmeran‘ panosu ve bir çok güzel ve doğru<br />

sözü, bize ve torunlarına anlattığı anekdotları ve<br />

hikayeleriyle hep anıyor, yaĢatıyoruz…<br />

Bezmigül Uysal‘ın ‗Ulus Okulları Sınav Belgesi‘ 28.3.1939<br />

<strong>Marmaris</strong><br />

3


Annemin iĢlediği ‘ġahmeran’ panosu-1933<br />

‗Söz uçar gider, yazı ebediyen kalır‘ demiĢ<br />

yazmanın önemini bizzat yaĢayıp, hissedenler. BeĢ bin<br />

yıl öncesinden bu güne çivi, kalem veya baĢka objelerle<br />

taĢ, kaya, ağaç, kabuğu, papirüs veya hayvan derisi<br />

(parĢömen) kâğıt üzerine yazılanlar olmasaydı insan<br />

yaĢamı, inançlar bu günkü değerlere, evrenselliğe<br />

ulaĢamazdı. Bilim ve sanat yazısız olabilir miydi? Buraya<br />

Darwin‘in güzel bir sözünü sıkıĢtırmak istiyorum.<br />

―Bilim ve sanat, bir kuĢun iki kanadı gibidir. Bu iki<br />

kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar.<br />

Uçamayanlar ise tavuk olur. Tavuk, önüne atılan bir avuç<br />

yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının<br />

farkında bile olmaz‖...<br />

Yazmayı severim. Yazmak için okumak gerektir.<br />

Yazmayı seven okumayı da sevecektir. 1954 yılında<br />

baĢlayan gurbet yaĢamımda ailemle iletiĢimi önceleri<br />

mektupla, yazıĢmayla sağlardım. Yazma alıĢkanlığımın<br />

temeli böyle atıldı. Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerine<br />

Astsubay olarak katıldıktan sonra da yazmayı devam<br />

ettirdim. Astsubay Okulunda açılan ‗Öğretmenlik Kursu‘na<br />

katıldım. Toplu izleyiciye hitabı ilk defa 10 Kasım 1956‘da<br />

4


Yüce Atamızın aramızdan bedenen ayrılıĢının 18. yılında<br />

o zaman Kara Harp Okulunun hemen yanındaki Zırhlı<br />

Birlikler Okulunda yaptım. 1970-73 yılları arasında ‗KıĢ<br />

ÇalıĢmaları‘ kapsamında Erzurum Kandilli‘deki Tugay‘ın<br />

komutan, subay ve astsubaylarına ‗NATO ve VarĢova<br />

Paktı Kuvvet Kıyaslamaları‘ ve ‗Dünyada Ġstihbaratın<br />

Önemi‘ baĢlıklarını içeren konularda iki konferans<br />

sundum. Yurt içi ve yurt dıĢı görevlerde kurmay üst rütbeli<br />

komutan ve subaylarla çalıĢtım. 1968 yılında bir NATO<br />

Tatbikatında Yunanistan‘ın Selanik Ģehrinde bir ay kaldım.<br />

Yüce Atamızın doğduğu müzeye dönüĢen evi birkaç kere<br />

ziyaret ettim. 1974 yılında Belçika Brüksel‘deki NATO<br />

Karargâh‘ı Türk Askeri Temsil Heyeti BaĢkanlığında 2 yıl<br />

‗Daimi Görev‘de bulundum. Burada görevli diğer Türk<br />

Askeri personelle tüm sivil-asker NATO personeline bir<br />

parti düzenledik. Ülkemizin önemli yiyecek ve içeceklerini,<br />

hanımlarımızın giydiği folklorik giysilerimizi tanıttık. Tarihi,<br />

kültürel ve doğal zenginliğimizi açıklamalı ‗slayt‘ gösterisi<br />

yaparak katılımcıların büyük beğeni ve övgüsünü aldık.<br />

1977 yılında kendi isteğimle emekli olup doğduğum,<br />

büyüdüğüm <strong>Marmaris</strong>‘e dönünce hareketli bir yaĢamdan<br />

sonra adeta denizden çıkmıĢ balığa dönmüĢtüm. Tam<br />

yerleĢim ve intibakı sağladıktan sonra sivil toplum<br />

örgütlerine üye oldum. Bunlardan birisi <strong>Marmaris</strong> Turizm<br />

Tanıtma ve GüzelleĢtirme Derneği oldu. Bu dernekte iki<br />

dönem 4 yıl yönetim kurulu baĢkanlığı yaptım. Kültür ve<br />

Turizm Bakanlığının her yıl sezon öncesi Nisan ayında<br />

düzenlediği Turizm Haftası etkinlikleri kapsamında<br />

okullarda ülkemizi, kültürel ve tarihi mirası koruma ve<br />

tanıtma amaçlı ‗slayt ‗gösterili sunumlar yaptım. Bunu,<br />

yerel televizyonlarda turizm, kültür, tanıtım, milli anma<br />

günleri ve bayramlarda panel, konferans gibi etkinliklerle<br />

sürdürdüm. 1994-2000 yılları arasında iki dönem ‗Kamu<br />

Yayarına ÇalıĢan Dernekler‘ statüsündeki Türkiye Emekli<br />

Astsubaylar Derneği (TEMAD) <strong>Marmaris</strong> ġube BaĢkanlığı<br />

yaptım. Meslek Ġçi Eğitim ve Kalifiye Eleman YetiĢtirme<br />

(MEKSA) proğramı kapsamında <strong>Marmaris</strong> ve<br />

5


çevresindeki komĢu ilçe ve beldelerde turizm ve tanıtım<br />

derslerine öğretmen olarak katıldım.<br />

Ġlk gazete yazım 1984 yılında yine <strong>Marmaris</strong>‘in ilk<br />

gazetesi olan ‗YeĢil <strong>Marmaris</strong>‘te yayınlandı. Bu gazete<br />

uzun ömürlü olamadı. Ardından, <strong>Marmaris</strong> Postası, Muğla<br />

Hamle, Ġçmeler Haber, ÇağdaĢ <strong>Marmaris</strong>, <strong>Marmaris</strong> Life<br />

gibi yayın organlarında yazdım. Konuk yazar olarak Muğla<br />

Devrim, halen ‗Aktüel <strong>Marmaris</strong>‘ adlı Ġnternet<br />

Gazetesi‘nde yazmaktayım.<br />

Yukarıda adı geçen gazete ve dergilerde takriben<br />

25 yıllık sürede yazdığım yazı sayısı iki bine yakındır.<br />

En son, 2007 yılında kuruluĢu tamamlanan<br />

<strong>Marmaris</strong> Kent Meclisinde bir dönem Yürütme Kurulu<br />

üyeliğinde bulundum.<br />

Neler yazdım? ‗Neler yazmadım ki‘ desem haklı<br />

olurum. Yazılarımda genellikle <strong>Marmaris</strong> gündeminde<br />

olan konuları irdeledim. Bu gün ‗keĢke yapmasaydık‘ veya<br />

olgunlukla ‗hatalıyız‘ diyebildiğimiz birçok konuyu önceden<br />

yazarak toplum ve yönetim organlarına yardımcı olmaya<br />

çalıĢtım. HemĢerilerin <strong>Marmaris</strong>‘in çevresel ve alt yapı<br />

sorunlarını azaltma ve çözmede dikkat ve ilgilerini<br />

çekmeye gayret ettim. Bunlardan, çarpık yapılaĢma,<br />

çevre ve <strong>Marmaris</strong> körfezinin korunması, turizm için<br />

kalifiye eleman, turiste karĢı etik davranıĢ, kaliteli hizmet<br />

konularıyla kültürel ve tarihi konular önde gelenlerdir.<br />

Yazılarımın ne kadar dikkate alındığını bilemesem<br />

de, ne yazık ki zamanın beni haklı çıkardığını gördüm.<br />

Yakınlarımdan, arkadaĢlarımdan ―Sen boĢuna emek<br />

harcıyorsun, yazıyı kim okuyor, balık baĢtan kokar‖ gibi<br />

yanıtlar alsam da buna tepkim hep ―<strong>Marmaris</strong> için ne<br />

yapsak azdır‖ demek oldu. Her ortamda gerçekleri<br />

yazmaktan, söylemekten vazgeçmedim.<br />

Zaman su gibi akıp geçiyor. Genç kuĢağın<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in dününü, tarihini, folklorunu bilmesi,<br />

6


öğrenmesi için yazılı kaynak veya eser sayısı maalesef<br />

çok az.<br />

<strong>Marmaris</strong> tarihi hakkında halen elimizde bulunan ilk<br />

eser sayın K. Ekrem Uykucu‘ya ait olan ‗<strong>Marmaris</strong> Tarihi‘<br />

adlı yapıttır. Bunu, Kızım ġule Aktepe‘nin (Uysal) Ege<br />

Üniversitesi Edebiyat Fakültesi bitirme tezi‘ olan<br />

‗<strong>Marmaris</strong> Folkloru ve Edebiyatı‘ baĢlıklı kitabı takip eder.<br />

Gönlümüzden geçen, <strong>Marmaris</strong> konusunda evlerimizdeki<br />

aile kitaplıklarında, Ģehir kütüphanesinde daha fazla eser<br />

bulunmasıdır.<br />

<strong>Marmaris</strong> hakkında ilk tanıtım broĢürünü Türkçe ve<br />

Ġngilizce olarak 1957 yılında kurulmuĢ ilk dernek olan<br />

Turizm Tanıtma ve GüzelleĢtirme Derneği BaĢkanlığım<br />

döneminde 1989 yılında hazırladım. Bundan önceki<br />

yıllarda da küçük tanıtım broĢürlerinin mutlaka yapılmıĢ<br />

olduğunu düĢünüyorum<br />

Kapsamlı bir <strong>Marmaris</strong> kitabı 1993 yılında Belediye<br />

BaĢkanı merhum Ġsmet Karadinç döneminde <strong>Marmaris</strong><br />

<strong>Belediyesi</strong> Sanat ve Kültür DanıĢmanı, sanatçı ve<br />

araĢtırmacı yazar, değerli insan sayın Kamil Dürüst<br />

tarafından yazılıp belediye tarafından bastırılmıĢtır. Bunu,<br />

Sayın Ali Acar‘ın <strong>Marmaris</strong> belediye baĢkanı olduğu 2004<br />

yılında yine belediyemizin güzel ve zengin fotoğraflı bir<br />

<strong>Marmaris</strong> albüm-kitabı takip etmiĢtir.<br />

Yakın geçmiĢte, hemĢerilerimizden sayın Fatma<br />

Çimen, Duran Ergül, M. Suat GülĢen, Rifat Kalakoğlu,<br />

Nermin ġahin, Güzin ġahin, Oya Dirikcan‘ın tarih, öykü,<br />

antoloji ve Ģiir içerikli kitapları yayınlandı. Sayın Umur<br />

Özlüer, kendisinin sahibi olduğu, yazdığı dergi ve<br />

gazetesinde, açtığı sergi ve birçok sanatsal etkinliklerde<br />

hep <strong>Marmaris</strong> ve Ġçmeleri öne çıkarmaya gayret gösterdi.<br />

Buna halen de devam ediyor. Muğla Gazeteciler Derneği<br />

BaĢkanı gazeteci, araĢtırmacı yazar Sayın Ünal TürkeĢ<br />

<strong>Marmaris</strong>‘i de içine alan, özellikle ‗KurtuluĢ SavaĢında<br />

Muğla‘ adlı kitabıyla bölgemiz yakın tarihine ıĢık tutan<br />

değerli hemĢerimizdir. Ġsmini anımsayamadığım veya<br />

7


tanımak Ģansım olmayan ama <strong>Marmaris</strong>‘in yazın hayatına<br />

katkıları olan tüm hemĢerilerimi buradan bir kez daha<br />

kutluyor, teĢekkür ediyorum.<br />

<strong>Marmaris</strong>li Ģair ve değerli mahalle ve ilkokul<br />

arkadaĢım merhum Em. Hava Pilot Albay, Ģair Erdoğan<br />

Çokduru‘yu da ayrı bir paragraf ve cümle içinde hasret ve<br />

rahmetle anıyorum.<br />

Değerli yazarların bazı kitaplarının yayınlanmasında<br />

maddi ve manevi katkıda bulunan kurum ve kiĢilere de<br />

ayrıca teĢekkür ediyorum.<br />

2005 yılı Mayıs ayında <strong>Marmaris</strong> Belediyemizin<br />

düzenlemiĢ olduğu ‗Bahar ve Gençlik ġenliği‘ dolayısıyla<br />

‗<strong>Marmaris</strong>‘in Günlük Ağaçları‘ adlı küçük bir broĢür<br />

hazırlamıĢtım. Belediyemiz bunu Kültür Yayınları<br />

kapsamında bastırmıĢ ve dağıtmıĢtı. Bu yayının yöremizin<br />

doğal güzelliğini ve önemini tanıtmada yardımcı olduğuna<br />

inanıyorum. Zira düne kadar öne çıkmayan, aslında çok<br />

önemli bir endemik (ender) tür olan Günlük (Sığla)<br />

ağaçlarıyla da <strong>Marmaris</strong> öne çıkmalıydı. 2005 yılı Haziran<br />

ayında ĠZ TV ve TRT-2 Ekibi benim de içinde olduğum<br />

yerinde çekimler ve röportajlar yaparak bunları belgesel<br />

olarak yayınladı. Bu yapıtın CD‘si yapılıp <strong>Marmaris</strong><br />

<strong>Belediyesi</strong> tarafından halka dağıtıldı. <strong>Marmaris</strong> Belediye<br />

BaĢkanı ve belediye çalıĢanlarına broĢürün yayınında<br />

gösterdikleri ilgi ve yardımları için teĢekkür ediyorum.<br />

Belgesel nitelikteki bu yapıt TV‘lerde defalarca yayınlandı.<br />

Bu yapıtın değerlendirmesinde ‗Genç ve ÇağdaĢ<br />

Gazeteciler Ödülü‘ almıĢ olduğunu öğrendim. Anılan<br />

yapıtta beni de izleyenler ―Sizi, Sığlanın Göz YaĢları adlı<br />

belgeselde gördük‖ dediklerinde mutlu olduğumu<br />

söylemeliyim...<br />

Değerli okurlarım; Yazdığım bu kitabın adını<br />

‗<strong>Marmaris</strong>‘in Mıstan Sokağı‘ koydum. Bu adın ne anlam<br />

taĢıdığını geniĢ bir Ģekilde ve aynı baĢlık altında kitap<br />

içeriğinde bulacaksınız.<br />

8


Kitap iki bölümden oluĢuyor. Birinci bölümde,<br />

<strong>Marmaris</strong> ve en yakınındaki beldelere kısa bir genel<br />

bakıĢtan sonra gerçek, ama biraz da öyküleĢtirilmiĢ tarihi<br />

olay ve anekdotlara yer verdim.<br />

Ġkinci bölümde ise, yirmi beĢ yıldır yazdığım bazı<br />

gazete yazılarımdan seçmeler bulacaksınız. Doğrusunu<br />

söylemek gerekirse ―burada zorlanmadım‖ diyemem.<br />

Yirmi beĢ yıl amatör olarak yazıp dosyaladıklarım<br />

arasından konu ve yazı seçmek kolay olmadı. Umarım,<br />

siz değerli hemĢeriler ve okurlarım ‗<strong>Marmaris</strong>‘in Mıstan<br />

Sokağı‘nı sabırla okursunuz. Bulduğum, duyduğum<br />

cesaret,, inanç ve tesellimin kaynağı sehven eksik veya<br />

yanlıĢ olabilecek her hangi bir konuda göstereceğiniz<br />

hoĢgörüde saklıdır.<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in Mıstan Sokağı adlı bu yapıtın kültür<br />

yayınları kapsamına alınarak basım ve dağıtımını<br />

sağlayan <strong>Marmaris</strong> Belediye Belediye BaĢkanı Sayın Ali<br />

Acar‘a, Belediye çalıĢanlarına yteĢekkür ediyorum. Ayrıca<br />

kitabın yayına hazırlanmasında yardımcı olan kızım ve<br />

damadım ġule ve Hayrettin Aktepe‘lere, fotoğraf ve<br />

konuların diziliĢinde yardımı olan değerli kardeĢim Sayın<br />

Ġlhan Barlas ile gazeteci Yılmaz Yeter‘e teĢekkür<br />

ediyorum.<br />

<strong>Marmaris</strong> Ticaret Odamızın normal çalıĢmaları içine<br />

kültür ve sanatı da katmakta olduğunu görmekten büyük<br />

mutluluk duyuyorum. Anılan kurum en son ‗Amos‘ antik<br />

yerleĢim yerinde yapmıĢ olduğu tasarım, düzenleme ve<br />

burayı ziyarete açma giriĢimi ile <strong>Marmaris</strong> ve yöresine<br />

turizm, kültür ve tanıtım adına çok yararlı katkıda bulundu.<br />

Mart 2011 ayı içerisinde güzel bir baĢvuru kitabı olan<br />

‗Karya‘dan Cumhuriyet‘e‘ adlı eser Sayın Eylem Miray<br />

Apak, Mukbil Gülkokan ve Selçuk Soytürk tarafından<br />

yazılarak bu güzide kurum tarafından yayınlandı. BaĢvuru<br />

ve kaynak niteliğindeki kitapta ‗<strong>Marmaris</strong> Tarihi, Milli<br />

Mücadelede <strong>Marmaris</strong> ve <strong>Marmaris</strong> ġer‘iyye Sicilleri ve<br />

Sosyo Ekonomik Hayat‘ gibi ilginç tarihi konular yer alıyor.<br />

9


Adı geçen yazarları ve kitabın yayınında yardımcı olanları<br />

kutluyorum.<br />

Bir kez daha doğup, halen yaĢamakta olduğum ve<br />

bundan gurur, mutluluk duyduğum <strong>Marmaris</strong> adına<br />

yüksek sesle ―HER ġEY AMA GÜZEL OLAN HER ġEY<br />

MARMARĠS ĠÇĠN‖ diyor, tüm hemĢeri ve okurlarıma<br />

saygı ve sevgi sunuyorum.<br />

Biraz uzayan önsözümü <strong>Marmaris</strong> sevdalısı,<br />

asker, pilot ve Ģair merhum Erdoğan Çokduru‘nun<br />

‗<strong>Marmaris</strong>‘im‘ adlı Ģiiriyle sonlandırıp sizi ‗<strong>Marmaris</strong>‘in<br />

Mıstan Sokağı‘nı okumaya davet ediyorum.<br />

Saygılarımla…<br />

Erol Uysal<br />

Ülkesel Turist Rehberi<br />

05 Nisan 2011-<strong>Marmaris</strong><br />

10


MARMARĠS‘ĠM<br />

Bir gece düĢ içinde sabırsız sana geldim, .<br />

Sen gene eski sen, resmin gene eski resim.<br />

<strong>Marmaris</strong>, <strong>Marmaris</strong>, <strong>Marmaris</strong>‘im.<br />

Ġspirto kokusu var havada,<br />

Sağ sağa yaslan, sol sola yalpa.<br />

SarhoĢlar ünleĢir çıkmazlarında,<br />

Yok birine kızasım,<br />

Ben onlara, onlar da bana kızsın.<br />

<strong>Marmaris</strong>, <strong>Marmaris</strong>, <strong>Marmaris</strong>‘im.<br />

Gene coĢmuĢ Kocapınar,<br />

ġırıl Ģırıl ıĢıldar.<br />

Aptes alınır ezan vakti,<br />

Yalağında ıslanmıĢ karpuzlar,<br />

KazınmıĢ kabuklarına isim.<br />

<strong>Marmaris</strong>, <strong>Marmaris</strong>, <strong>Marmaris</strong>‘im.<br />

Sünger dönüĢü kordonda dalgıç karıları,<br />

DöĢlerinde beĢibiyerdeler.<br />

Çiğinlerinde çocukları,<br />

Çıkmadı mı motordan kocaları,<br />

Dizlerinde yumrukları çığlıkları,<br />

Günlerce sürer ağıtları..<br />

Sen de vurgun yemiĢsin belden yukarı.<br />

Bir gece düĢten uyanıp,<br />

Kan ter içinde sana geldim.<br />

Sen ne eski sen,<br />

Resmin ne eski resim,<br />

Hav ar yu‘sun <strong>Marmaris</strong>‘im.<br />

11<br />

Erdoğan Çokduru<br />

1937-1999


Bir resim sergisinde <strong>Marmaris</strong> Bel. BĢk. Sayın Ali Acar, yazar Erol<br />

Uysal ve sanatseverlerle<br />

12


Ġ Ç Ġ N D E K Ġ L E R<br />

BĠRĠNCĠ BÖLÜM<br />

ÖYKÜLEġTĠRĠLMĠġ TARĠHĠ OLAYLAR VE<br />

ANEKDOTLAR Sahife<br />

<strong>Marmaris</strong> ve yakın Çevre Beldelere kısa bir bakıĢ<br />

DevedaĢı ve Mediha<br />

Menzilhane ve Bulamaç<br />

Sarı Ana ve Kanuni<br />

<strong>Marmaris</strong> Limanı ve Ünlü Ziyaretçileri<br />

ġanlı Yavuz ve Köpek Balığı<br />

<strong>Marmaris</strong> Bombalanıyor<br />

Mıstan Sokağı<br />

Kaçıka Mustafa<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in Günlük Ağaçları<br />

ĠKĠNCĠ BÖLÜM<br />

YEREL GAZETE YAZILARIMDAN SEÇMELER<br />

NATO ve Anımsattıkları<br />

Noel ve Mersin Ağacı<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in Ayyıldızları<br />

Bir Lütfü Küçük Vardı<br />

Ağa Limanından Batık Hamama<br />

Arka Sokaklar<br />

Bir Kongre Gezisi ve Notlar<br />

Kıssadan Hisse<br />

13


DadaĢ Diyarı Erzurum<br />

Ġncir ve Tuvalet<br />

24 Kasım Öğretmenler Günü<br />

Akdeniz ve Çevre<br />

Ek Mendirek Projesine Hayır Diyorum<br />

Echad Kalesi<br />

Erol Uysal‘a Çocuklarından Bir sürpriz ve Yanıtı<br />

KiĢi Sevmeye Gücün Var mı?<br />

Bir Kültür Gezisi<br />

Ölüler Altın Takmaz<br />

Mitolojik Hikâyeler<br />

AĢure Günü<br />

Bir Dalyan Turu<br />

Bir Oturumun Ardından<br />

Bunları Biliyor muydunuz?<br />

Ġlginç Birkaç Anı<br />

Son Söz ve Bir ġiir<br />

14


Doğudan batıya Mıstan Sokağı -2010<br />

15


Erol Uysal<br />

17 Eylül 1937‘de <strong>Marmaris</strong>‘in Tepe Mahallesi<br />

‗Mıstan Sokağı‘nın deniz kıyısındaki taĢ yapılı evde<br />

doğdu. Babası Hacı Ġbrahim oğlu Hüseyin Uysal<br />

(Gözlüklü Hüseyin) annesi Kamil Atasoy (Kamil Ağa)<br />

kızı Bezmigül (Gülhanım) idi. Ailenin üçü erkek bir<br />

kız dört çocuğundan ilk ikincisi olan Erol Uysal Ġlk<br />

ve Orta öğretimini <strong>Marmaris</strong>‘te yaptıktan sonra<br />

Astsubay olmak için Ankara‘da Zırhlı Birlikler<br />

Okulunda okudu. Mezun olup Türk Silahlı<br />

Kuvvetlerine katıldı. Yabancı dil kurslarına katılarak<br />

Ġngilizce öğrendi. Erzurum-Kandilli ortaokulunda<br />

öğretmen açığı olduğu için bir dönem Ġngilizce<br />

derslere girdi. Yurdun değiĢik bölgelerindeki birlik ve<br />

garnizonlarda (iki defa üçer yıl olmak üzere altı yıl<br />

ġark Hizmeti‘nde ve iki yıl Belçika-Brüksel‘deki<br />

NATO Karargahı ‗Türk Askeri Temsilciliği‘nde Daimi<br />

Görevde bulundu. Üç defa yurt dıĢına giderek kurs,<br />

eğitim, tatbikat ve tercümanlık gibi görevler yaptı.<br />

1964 yılında Gülsen hanımla evlendi. Erkek ve kız<br />

olmak üzere iki çocukları ve dört torunu var.<br />

Oğlu Mustafa Kemal halen Türk Silahlı<br />

Kuvvetlerinde Kurmay Albay rütbesinde, kızı ġule Aktepe<br />

(Uysal) Ġzmir‘de Anadolu Lisesinde Türk Dili ve Edebiyatı<br />

Öğretmenidir.<br />

Erol Uysal 1977 yılında kendi isteğiyle emekli oldu.<br />

Serbest olarak Ülkesel Kokartlı Turist Rehberliği<br />

yapmaktadır. Amatör olarak yerel gazetelerde 30 yıldır<br />

yazı yazmakta, <strong>Marmaris</strong> ve çevresi üzerinde tarih, kültür<br />

ve folklorik araĢtırma yapmaktadır. 2005 yılında<br />

‗<strong>Marmaris</strong>‘in Günlük Ağaçları‘ adlı bir araĢtırması olan<br />

kitapçığı yayınlanmıĢtır.<br />

16


Birinci Bölüm<br />

ÖYKÜLEġTĠRĠLMĠġ TARĠHĠ OLAYLAR VE<br />

ANEKDOTLAR<br />

<strong>Marmaris</strong> ve Çevre Beldelere Kısa Bir BakıĢ:<br />

<strong>Marmaris</strong><br />

<strong>Marmaris</strong>, ‗Neolitik‘ veya diğer adıyla ‗Cilalı TaĢ<br />

(MÖ. 8000-5500) devirlerinden bu güne geçen takribi on<br />

bin yıllık zaman içinde Akdeniz ve Ege Denizine, ‗Kral<br />

Yolu‘ ve ‗Ġpek Yolu‘na açık kapıları olan, Anadolu<br />

coğrafyasının Güneybatı köĢesinde adeta nadide bir<br />

mücevherdir. Çok stratejik ve korunaklı bir limana sahip<br />

olan <strong>Marmaris</strong>‘te 1936 yılında ilkokul öğretmenliği de<br />

yapan Ferit Kayan bu cennetin özelliği, iklimi, halkı ve<br />

kültüründen aĢırı derece etkilenmiĢ olmalı ki, kendi yazıp<br />

bestelediği ‗<strong>Marmaris</strong> Gençlik MarĢı‘nın bir mısrasında,<br />

‗Sırtımızda on bin yıl yarına koĢuyoruz‘ diyerek <strong>Marmaris</strong><br />

ve Anadolu Coğrafyasında yaĢayan tüm kavimlerin<br />

medeniyet düzeyi, kültür ve sanat eserlerini önemseyip<br />

benimsemiĢ, onları bu günlere taĢımıĢtır.<br />

Yazının icadıyla birlikte MÖ.3400‘lerde Karyalıların<br />

bu bölgede yaĢamaya baĢladığını Homer, Heredot,<br />

Diadoroso, Pliny, Strabo, Plutarch vb.antik devir<br />

yazarlarının eserlerinden öğreniyoruz. Karya, Hitit, Ġyon,<br />

Dor, Lidya, Pers, Ġskender ve Helen, Roma, Bizans,<br />

Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinin idaresi<br />

altında <strong>Marmaris</strong> küçük nüfusuyla köy ve nahiye<br />

denilebilecek düzeydeyken Osmanlı Vilayeti olan Rodos‘a<br />

bağlı bir kasaba idi. Muğla Vilayet olunca 1867‘de ilçe<br />

oldu ve Muğla Ġline bağlandı.<br />

17


<strong>Marmaris</strong>, Akdeniz‘e özgü iklimi, endemik olan<br />

Günlük ağaçları, çam baĢta olmak üzere çeĢitli Akdeniz<br />

bitki örtüsüne sahiptir. Barınaklı limanı, turkuvaz renkli<br />

kıyıları, koyları, plajları ve çevresindeki zengin tarih, kültür<br />

hazineleri ile ünlüdür. Akdeniz ve Ege‘deki adalara olan<br />

yakınlığıyla antik çağlarda olduğu gibi bu gün de yatçılık<br />

ve Mavi Tur, en büyüğünden en küçüğüne kadar yeni,<br />

kaliteli ve temiz konaklama tesisleriyle yılda iki milyona<br />

yakın yerli ve yabancı turiste ev sahipliği yapmaktadır.<br />

Eğlenme ve dinlenme öncelikli olmak üzere bir gezgin için<br />

aranan tarih, kültür, sanat, folklor, spor gibi tüm çeĢitliliğin<br />

varlığı ve bunların sunulduğu <strong>Marmaris</strong>‘i görmek,<br />

yaĢamak bir ayrıcalık olsa gerektir.<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in çevresinde antik çağlarda birer yerleĢim<br />

birimi olarak Karya Federasyonuna bağlı yerleĢim yerleri<br />

Ģimdi turistler için ilgi duyulan tarihi, kültürel ve folklorik<br />

gezi yerleri oldu. <strong>Marmaris</strong> merkez ve çevresinde<br />

yabancı ve yerli tarihçi ve arkeologların yaptığı kazı ve<br />

araĢtırmalarla gün ıĢığına çıkarılan eserler yerel ve ulusal<br />

müzelerde sergilenmekte, ziyarete açık yerler turistler<br />

tarafından gidilip görülebilmektedir.<br />

Antik çağlarda Physkos, Mermerisos, Marmora,<br />

Marmaras, Mermeris vb gibi adları olan <strong>Marmaris</strong>, 14.ve<br />

15. yüzyılda Orta Anadolu‘da Moğol istilasından korkup<br />

göç eden Türkmenlerden ‗Mamulas‘ obasının bölgeye<br />

yerleĢmesiyle bu günkü ‗<strong>Marmaris</strong>‘ adını almıĢtır. Diğer bir<br />

rivayete göre de, Kanuni Sultan Süleyman Rodos<br />

Seferine giderken ihyasını istediği kaleyi sefer dönüĢü<br />

gördüğünde küçük bulup, mimarına, ―Ya mimar bu kaleyi<br />

azdır‖ demiĢ ve kasabanın adı ‗Mimar azdır‘<br />

sözcüklerinden ‗Mimaraz‘, ‗Mimaras‘ olmuĢ, sonra da<br />

bugünkü ‗<strong>Marmaris</strong>‘ e dönüĢmüĢtür. Yine baĢka bir<br />

rivayete göre de; Kanuni Rodos dönüĢünde mimarın<br />

kaleyi küçük inĢa etmiĢ olmasına kızıp yöneticiye ―Mimarı<br />

As‖ emrini vermiĢ ve bu sözcük değiĢik söylemlerle bu<br />

günkü ‗<strong>Marmaris</strong>‘ adına dönüĢmüĢtür.<br />

18


Yukarıda değindiğimiz üzere, <strong>Marmaris</strong> çevresi<br />

tarihi ve kültürel çeĢitliliğin yanında doğal ve endemik<br />

ağaç türüne ve çeĢitli Akdeniz bitki örtüsüne,(flora)<br />

hayvan (fauna) arı, kovan ve bal zenginliğine sahiptir.<br />

ġehir merkezinde bir ortaçağ kalesi ve içerisinde yöreden<br />

getirilmiĢ eserlerin sergilendiği bir müzeyle kervansaray,<br />

cami, türbe ve ‗Eyilik TaĢı‘ mezar ve açık tarihi park alanı<br />

gibi ziyaret yerleri vardır.<br />

ġehrin ilk kuruluĢ yeri kuzeyde Asarlık Tepe<br />

üzerindedir. Burada Ģehir antik Ģehir surları mezar ve<br />

diğer Ģehir kalıntılar halen görülmekte olup, taĢınabilen<br />

küçük objeler müzelerde sergilenmektedir. <strong>Marmaris</strong> ve<br />

çevresinde sistemli bir arkeolojik kazı yapılmadığı için<br />

bazı antik çağ tarihine ıĢık tutacak kitabe, yazıt, heykel<br />

gibi eserlerin toprak altında olduğu sanılmaktadır. En son<br />

<strong>Marmaris</strong> güneyindeki Cennet Adası‘nda bulunan bir<br />

mağaranın yüz binlerce yıl öncesinin yaĢam izlerini<br />

taĢıdığı, buranın bilimsel yönden araĢtırılması ve<br />

kazısının yapılması gerekmektedir.<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in, deniz hava ve karadan her türlü ticaret<br />

ve turizme açık giriĢ kapıları vardır.<br />

Denizde, yatçılık, yerli yapım tekneler (Gulet) ve<br />

fiber yatlarla yapılan ‗Mavi Yolculuk‘ (Blue Voyage) yöreye<br />

büyük bir turizm girdisi sağlamaktadır. <strong>Marmaris</strong>‘ten<br />

Rodos‘a deniz otobüsleriyle her gün turist ve yolcu<br />

taĢımacılığı yapılmakta olup Rodos ve diğer Yunan<br />

adaları mavi turlar için belirli ve değiĢik rotalar olmaktadır.<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in merkez belediyesi olarak hemen<br />

yakınında üç belde belediye kuruluĢu da vardır. Bunlara<br />

da kısaca tarihi ve doğal özellikleriyle kendi baĢlıkları<br />

altında burada yer verelim.<br />

Takdir edilir ki, bu kitap ‗Ön söz‘ de belirtildiği gibi<br />

bir ‗<strong>Marmaris</strong> Tarihi‘ değildir. Bir ziyaretçinin bölgeyi iyi<br />

tanıması için daha çok bilgi ve sorulara yanıt aramada<br />

19


mutlaka bir rehbere, yöreye ait kitap veya broĢüre gerek<br />

duyulacaktır.<br />

Armutalan<br />

Armutalan, <strong>Marmaris</strong> Merkez Belediye‘ye bağlı bir<br />

köy iken 1987 yılında belediye olmuĢ, nüfusu on binin<br />

üzerindedir. <strong>Marmaris</strong>‘e sadece 3 km. uzaklıkta olan<br />

belde yüksekçe bir teras üzerine konuĢlandığından<br />

hemen kuzey batısındaki dağ eteklerinden veya<br />

<strong>Marmaris</strong>-Datça karayolunun panorama yerlerinden<br />

masmavi <strong>Marmaris</strong> Körfeziyle gerisinde <strong>Marmaris</strong> ve<br />

Armutalan Ovaları görülmeye, fotoğraf çekmeye değerdir.<br />

Armutalan Ovası Kanuni Sultan Süleyman‘ın (16.yüzyıl)<br />

Rodos Seferi sırasında yüz bin kiĢilik ordusuna<br />

konaklama yeri (ordugâh) olmuĢtur. Bu alanda her yer<br />

armut ağaçlarıyla bezenmiĢ olduğundan ordunun<br />

konaklamasında özellikle yaz sıcağında askerlerin<br />

güneĢten korunması için bu ağaçların gölgesi ve<br />

çevresinden yararlanılmıĢtır. Osmanlı Ordusu buranın<br />

adını ‗Armut Alanı‘ koymuĢ, Cumhuriyet Döneminde ise<br />

‗Armutalan Köyü‘ olarak isimlendirilmiĢtir. Bu yaĢam<br />

yerinin ağaçlarını ve köy adını ebediyen yaĢatmak için<br />

1987 yılında Belde ve Belediye kuruluĢuna geçen<br />

Armutalan, yerel yönetim olarak her dikim mevsiminde<br />

özel fidanlığında armut ağacı bulundurmakta, burada<br />

yaĢayan belde sakinlerine bahçelerine fidan dikmeyi<br />

önermektedir.<br />

Ġçmeler<br />

Ege denizi ve Akdeniz‘in tam kesiĢme noktasında<br />

bulunan Ġçmeler kasabasının eski adı ‗Gölenye‘olup köy<br />

olarak küçük nüfuslu bir yerleĢim yeriydi. Ġngiliz tarihçi ve<br />

yazar George Bean‘e göre Prof. Cook Gölenye‘de kutsal<br />

bir alan ve tapınak bulunduğunu, bunun Eren dağındaki<br />

sağlık yarı tanrıçası Hemithea‘ya ait olabileceğini,<br />

bölgedeki araĢtırmalarda ise bazı mermer parçaları ve<br />

sikkelerle, üzerlerinde kitabe ve simgeler olduğunu<br />

20


yazmıĢtır. (Beyond The Meander- George Bean -1903-<br />

1977)<br />

Eskiden köy olan ‗Gölenye‘ nin adı 1963 yılında<br />

‗Ġçmeler‘ olarak değiĢtirildi. Zira burada koyun güney<br />

kıyısında bir kaynaktan çıkan maden suyu içildiğinde<br />

müshil etkisi yaratıyordu. Yıllarca, belki de antik çağlardan<br />

beri ‗kür yeri‘ olarak ziyaret edilip, içilen bu Ģifalı su<br />

ünlenince köye bu ad verildi. Bu kit6abın yazarı da 1945–<br />

1955 yılları arasında ailesi ile birlikte buraya gelip Ģifalı<br />

sudan içmiĢtir. ġimdi ise çevresindeki yapılaĢma ve nüfus<br />

yoğunluğunun artmasıyla bu kaynak eski önemini yitirmiĢ,<br />

ilgililerce yenilenerek ziyarete açık hale getirilmesi<br />

düĢünülmektedir.<br />

1987 yılında belde olup belediye kuruluĢuna<br />

kavuĢan Ġçmeler Beldesinin nüfusu bugün 6 bin<br />

civarındadır. Merkez Ġlçe olan <strong>Marmaris</strong>‘e uzaklığı ise<br />

sadece 7 km.dir.<br />

Akdeniz ikliminde yetiĢen ağaç ve makilerle örtülü<br />

dağlarla çevrili Ġçmeler‘in <strong>Marmaris</strong> Körfezine açık ve<br />

takriben 1 km. uzunluğunda ve 50 m..geniĢliğinde güzel<br />

kumlu bir plajı vardır. Bu plaj ‗Mavi Bayrak‘ ödülü almıĢtır.<br />

Plajın hemen arkasında konaklama, eğlenme ve alıĢveriĢ<br />

merkezi vardır.<br />

Bir yanı deniz, diğer yanı orman olan ve takriben 8<br />

km. uzunluğundaki yaya yolu yürüyüĢ severler için güzel<br />

bir seçenektir. Bu yolda yürüyenler kısa zamanda<br />

<strong>Marmaris</strong>‘le kucaklaĢırlar. Eskiden Ġçmeler‘e (Gölenye) yol<br />

yoktu. <strong>Marmaris</strong>liler buraya kayıklarla kürek çekerek veya<br />

yaya yürüyerek giderler, Ģifalı kaynak suyundan içerek kür<br />

alırlardı. Gölenye‘de yaĢayan rahmetli Osman Amca<br />

omzunda taĢıdığı içinde mısır inciri (kaktüs) dolu<br />

tenekeyle uzun adımlarıyla yaya olarak kumsalı takiben<br />

kısa zamanda <strong>Marmaris</strong>‘e gelir, incirleri satıp köyüne geri<br />

dönerdi. O zaman birbirlerine lakap takmayı çok seven<br />

<strong>Marmaris</strong>liler bu hemĢerimize hemen ‗Tayyare Osman‘<br />

adını takıverdiler. Bununla da kalmadılar, sokakta, yolda<br />

21


uzun adımlarla hızlı yürümekte olan birine<br />

rastladıklarında, ―Ni le Tayyare Osman gibi nereye gidip<br />

durun‖ derlerdi, Muhatabından da ―Nineyin gari be, höle<br />

bi hava alan deye gendimi dıĢarı attıydım‖ yanıtını alırdı.<br />

1950‘li yıllarda Ġçmeler- Osmaniye arasındaki dağlık<br />

ve ormanlık alanda manganez madeni ve kireç ocağı<br />

iĢletilirdi. Rezervlerin az olması nedeniyle Ģirket zarar<br />

ettiğinden bu ocaklar 1960‘lı yıllarda kapanmıĢtı.<br />

Beldibi<br />

Beldibi, <strong>Marmaris</strong>‘in kuzeybatısında merkeze<br />

takriben 5 km uzaklıkta bir köy iken 1999‘da belde oldu.<br />

Beldibi, MÖ. 2 yüzyılda Rodos Birliğine bağlı kasaba<br />

(Deme) bağlı bir yer olmamasına rağmen diğer yerleĢim<br />

birimlerine dağlık bölgeden en kısa ve güvenli Ģekilde<br />

ulaĢmak için geçit sağlardı. Beldibi, Kuzey Batısındaki<br />

Gökbel mevkii ile Karadağ eteklerinde kurulmuĢ adeta<br />

doğaya saklanmıĢ bir küçük yerleĢim yeridir. Üç yanı<br />

dağlarla ve ormanla çevrili olmasından takma adı ‗Zümrüt<br />

Yer‘ olmuĢtur. ‗Gökbel‘ çeĢmesinden su içmek, <strong>Marmaris</strong><br />

ve körfezi tepeden izlemek, ciğerlere bol oksijen<br />

depolamak için ideal bir yerdir.<br />

Eski <strong>Marmaris</strong> (Phskos) Ģehrinin limanı buradaymıĢ.<br />

Limandan Ģehrin surlarına çıkan bir patika yol Ģehir<br />

akropol‘üne çıkar. Antik Limana gelen malların<br />

boĢaltılması ve bazı ürünlerin yüklenmesi burada<br />

olurmuĢ.<br />

ġehir mezarlığının bulunduğu yerde kazılar<br />

sırasında bazı deniz kabukluları görülmüĢtür. Bu da bize<br />

eski Physkos Ģehir limanının buraya kadar uzandığını<br />

gösterir. Bu durumda, ‖Biz <strong>Marmaris</strong>liler birkaç yükselti<br />

ve kayalık yerler dıĢında meydana gelen erozyonun<br />

yaratmıĢ olduğu delta üzerinde inĢa edilmiĢ yapılarda<br />

yaĢamakta olduğumuz gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Olası<br />

deprem veya depremleri düĢündüğümüzde gerçeğin<br />

22


ürkütücü ve korkutucu yanını mutlaka dikkate almamız<br />

gerekiyor.<br />

Mondros AteĢ Kes AntlaĢmasının (30 Ekim 1918)<br />

imzalanmasından sonra <strong>Marmaris</strong>‘te bulunan bir tabur<br />

düzeyindeki askeri birlik silahlarını teslim etmeyip<br />

Karadağ‘ın kuzey batı eteğine çekilmiĢ. Burası antik<br />

çağlarda ‗Amnistos‘ olarak bilinen Ģimdiki ‗Altınsivrisi‘ nin<br />

batı etekleridir. Taburun intikalinden sonra buraya<br />

‗KıĢlacık‘ adı verilmiĢtir. Tabur Komutanı BinbaĢı Edip Bey<br />

silah, teçhizat ve diğer malzemeyi ‗Muğla Kuvayı Milliye‘<br />

TeĢkilatı‘na gizlice göndermiĢtir. (1) Bayır ile Karacasöğüt<br />

köyleri arasında olan bu yere köyün yaĢlıları halen<br />

‗KıĢlacık‘ derler.<br />

Bize göre, Beldibi-Gökbel- Ovacık kara yolu<br />

iyileĢtirilip trafiğe açılırsa, Gökova Körfezinin güney<br />

kıyılarına ulaĢım kısa ve kolay olacak, <strong>Marmaris</strong>, Beldibi<br />

ve çevresi turizm ve ulaĢım için yeni bir ulaĢım<br />

seçeneğine kavuĢacaktır.<br />

23


DEVEDAġI VE ‘MEDĠHA’<br />

Genç arkadaĢlarımı bilemem ama bizim kura<br />

rehberler takma adı ‗Halikarnas Balıkçısı‘ olan Cevat<br />

ġakir Kabaağaçlı‘yı iyi tanırlar. Rehberlerin duayeni<br />

Kabaağaçlı Oxford‘da ‗Yakın Çağlar Tarihi‘ eğitimi almıĢ,<br />

dokuz yabancı dil bilen, onlarca roman, öykü yazan,<br />

çeviren bir insandı. Anadolu ve Gökova sevdalısı, bize<br />

kocaman, güçlü bir haykırıĢ gibi gelen ünlü<br />

‗Merhaba‘sıyla yakından tanıdığım Balıkçı artık aramızda<br />

değil. Onu, 13 Ekim 1973‘de kaybetmiĢtik. ġimdi çok<br />

sevdiği Bodrum-Gümbet‘te gömülüdür. Ardında bıraktığı<br />

eserler onu hep yaĢatıyor, bize kendini unutturmuyor.<br />

Sevgili ġadan Gökovalı yapıtlarının birçoğunu derleyip,<br />

düzenleyerek yayına vermekle çok büyük bir hizmette<br />

bulundu. Kendisine buradan bir kez daha selam, sevgi<br />

gönderiyor, teĢekkür ediyorum.<br />

1960‘lı yılların sonuna doğru birkaç tura Balıkçı ile<br />

birlikte çıkmanın onurunu yaĢayanlardanım. Bu değerli<br />

insanı ölümünün 38.yılında rahmet ve sevgiyle anıyorum.<br />

ArkadaĢımız ġadan Gökovalı, Balıkçı‘nın ‗Merhaba<br />

Anadolu‘ adlı eserinde bakın ne güzel bir benzetme<br />

yapmıĢ. Balıkçıyı cennete götürmüĢler, ―Hani, nerede<br />

Gökova demiĢ.‖ Gökova, ne de olsa <strong>Marmaris</strong>‘in arka<br />

bahçesi sayılır. Biz <strong>Marmaris</strong>liler de bu güzel cennet<br />

parçasında yaĢadığımıza göre öldükten sonra cennete de<br />

gitsek garanti ―Nerede benim <strong>Marmaris</strong>‘im‖ deriz...<br />

24


'Halikarnas Balıkçısı' Cevat ġakir<br />

Kabaağaçlı 1890- 1973<br />

Değerli Okurlar; Müzisyenler genellikle bir hane<br />

geçiĢ taksimi yaptıktan sonra esas makamda karar<br />

kılarlar. Ben de konuyu ‗DevedaĢı‘na getirmek için<br />

adeta kısa bir peĢrev yaptığımın bilincindeyim.<br />

Anımsayacak olursak geride kalan yıllarda Suudi<br />

Arabistan‘daki ecdadımızın eseri olan ‗Echad Kalesi‘<br />

yıkılmasın için yazılar yazdık, biraz yaygara bile<br />

kopardık. Oysa burnumuzun dibindeki ‗DevedaĢı‘<br />

kırılıp, üstüne beton dökülürken sadece seyretmiĢtik.<br />

Bana öyle geliyor ki, DevedaĢı‘nda yaĢayıp, anıları<br />

olanlar, diğer bir deyiĢle Ģimdi hayatta olmayanlar<br />

cennette iseler mutlaka ‗Hani benim DevedaĢı‘m<br />

deyip, burayı aramıĢlardır…<br />

Bize mucize gibi görünen, hatta bir efsane tecelli<br />

etti‘ diyebileceğimiz gerçek bir olaya kısaca değinmek<br />

istiyorum.<br />

25


‗DevedaĢı‘ında devamlı denizi gözeten, denizden<br />

adeta sevdiği huri veya periyi bekleyen bir kız yaĢardı.<br />

Kızın adı ‗Mediha‘ idi. Mitolojik öykülerde adları geçen ve<br />

su perileri ‗Siren‘ler, ‗Harpi‘ler ve de ‗Nereid‘ler olarak<br />

bilinen yaratıklar büyülemiĢti sanki Mediha‘yı. Sevdiğinin<br />

veya çocuğunun gelmesini beklerdi bu kız DevedaĢ‘ında.<br />

Biliyoruz ki anılan bu mitolojik yaratıklar özellikle Ege ve<br />

Akdeniz sularında yaĢarlar, hatta bunların kabartmalarını<br />

Xanthos-Kınık‘ta pilye mezarların (Likyalılara özgü mimari<br />

yapıtlar) frizlerinde görürüz. Ancak, 1840 ve 1950‘li<br />

yıllarda Sir Charles Fellow, Charles Newton adlı Ġngiliz<br />

seyyahlar bunları ‗HMS/ Bezcon‘ adlı savaĢ gemisiyle<br />

Londra‘daki British Museum‘a taĢımıĢlar, bize de alçıdan<br />

yapılmıĢ kopyalarını bırakmıĢlardır...<br />

<strong>Marmaris</strong>liler DevedaĢı‘nı sahiplenmeyince adı<br />

çocukluğumuzda ‗Deli‘ye çıkan Maliyeci Nuri Efendinin<br />

genç kızı Mediha buna itiraz etmiĢ olmalı ki, manevi<br />

dünyasından toparlanıp bir deniz kızı (Mermaid) kılığında<br />

geri dönüp beyaz bir mermer heykel olarak dikildi<br />

‗DevedaĢ‘ının tam üstüne. Buradaki heykele sadece<br />

‗denizkızı heykeli‘ deyip geçerek bakmayalım. O heykel<br />

Mediha‘‘nın ta kendisidir. Yoksa baĢka yer mi yoktu<br />

<strong>Marmaris</strong>‘te heykel dikilecek…<br />

Mediha da böylece bir efsane oldu <strong>Marmaris</strong>‘e.<br />

Tıpkı, Sarı Ana, Yakup Baba, Göççü Dede, Murat ve<br />

Osman KardeĢler gibi…<br />

26


Deniz Kızı Mermaid<br />

‗DevedaĢı‘ çocukluğumuzun denize çivileme veya<br />

baĢ üstü atlama taĢları, bir tür tramplenleriydi. Kama veya<br />

piramit Ģeklinde olanına ‗Kılıç‘ derdik. Buradan<br />

ağabeylerimiz atlardı. Biz ‗Leblebi‘ ile ‗Topan DaĢ‘ı<br />

yeğlerdik. Biraz daha büyüyünce ‗Kılıç‘tan atlamaya<br />

baĢladık. Bu kayalar <strong>Marmaris</strong> körfezinin bir tür niĢan<br />

taĢları, simgeleriydi. Amatör balıkçılar sandallarıyla<br />

avlandıkları yeri tayin ve tespit etmek için bu kayalardan<br />

kerteriz alırlardı. Bunlardan birisinin uzaktan bakınca<br />

27


deveye benzemesi yüzünden buraya ‗DevedaĢı‘ denilmiĢ<br />

olsa gerektir. Akdeniz ve Ege‘de aynı adla bilinen<br />

kayalıklar da vardır. Batıdan esen sert karayel burada<br />

kırılır, sandal sefaları ‗Kısayalı‘ mevkiinde, yani bu<br />

kayaların doğusundaki Yat Limanı (Marina) bölgesinde<br />

olurdu. Karayel kaldığında DevedaĢı‘ndan batıya kürek<br />

çekilir, bu günkü halk plajı yani ‗Uzun Yalı‘ mehtaplı<br />

günlerde kayıklarla volta atılan uzun bir etap olur,<br />

‗Pamucak‘ mevkiindeki ‗Turban Tatil Köyü‘ne kadar<br />

uzanırdı.<br />

Üstte DevedaĢı – 1980<br />

28


YaĢamlarında yüzleri hep DevedaĢı'na dönük olan<br />

yüzücü ve kürekçiler <strong>Marmaris</strong> <strong>Belediyesi</strong>nin verdiği<br />

ödülleriyle- 1 Temmuz 2005 (Ön sırada soldan ikinci Halil<br />

Uygun vefat etti.)<br />

DevedaĢı‘ nın eski sakinlerinin çoğu birer ikiĢer<br />

maddi yaĢamlarından manevi aleme göçüp gittiler. Bugün,<br />

DevedaĢı‘ nın sanal olarak bulunduğu noktaya oturup<br />

yüzümüzü Cennet Adasına dönersek önce sağ ve sonra<br />

sol tarafta kıyıda evleri olanlar sanki birden ayağa kalkıp<br />

―Biz buradayız‖ diyecekler gibi gelir bana...<br />

DevedaĢı‘nın önce yüzleri güney ve güney batıya,<br />

sonra da güney ve güneydoğu‘ya bakan çoğunun hayatta<br />

olmadığı sakinlerini saygıyla anarak lakaplarıyla okurlara<br />

tanıtmak istiyorum.<br />

<strong>Marmaris</strong> Kalesinin hemen batı eteklerindeki<br />

evlerde yaĢayanlar: Nuri Efendiler, Tenten Hüseyin, ĠbiĢin<br />

Ebe Hayriye, Tokalar, Kabakçılar, Süleyman Efendi,<br />

Hamal Memet, Cevoğlanın Ali, Ġsmail Kargın, Selçuk,<br />

ġükrü Kaptan, Kıymıkçı Kamil (Kamil Ağa), Tokalaç‘ın<br />

Hamdi, ġevket Efendi, Yeni Ali, Çıkrıkçı Mustafa, Adil<br />

Öner, HaĢmet Memet ve aileleridir.<br />

29


<strong>Marmaris</strong> Kalesinin güney ve güneydoğu<br />

eteklerinde, DevedaĢ‘ının doğusundakileri anımsayacak<br />

olursak onları ‗Mıstan Sokağı‘ sakinleri olarak<br />

tanımlayabiliriz. Rum korsan Andon Civoni‘yi etkisiz hale<br />

getiren Zeybek RaĢit kaptan, Çıkıkçı Kemal, ĠbiĢin Hasan<br />

ve Mehmetler, Ali Usta, Ramazan‘ın Ömer, Tokalaç‘ın<br />

Ahmet, oğlu Ali, Memet Kocayiğit, Pantazın YaĢar,<br />

Havanın Hayriye, oğlu Hasan Bey, Apti oğlu Hüseyin,<br />

oğlu Koca Apti, KeleĢin Güllü (Halk doktoru) Baharlılar,<br />

Yorgancı Hayriye, Bacaksızlar, Pampik Duran, Turunçlu<br />

Mustafa, Dıngilinin Hasan, Adalı HurĢit, Tahta Kıranlar,<br />

Halil Bey, Ġsmet Gökmen, AltındiĢ Mustafa, Ekincikli<br />

Mustafa, Yörükoğlu Mustafa, Hacı Ġbrahim ve oğlu<br />

gözlüklü Hüseyin (Yazarın babası), Kaçıka Mustafa,<br />

Mıstanoğlu Hüseyin, oğlu Hasan, Ali oğlu Memet, Salih<br />

Usta, Marangoz Apti Yüce ve aileleridir....<br />

Değerli Okurlar; Bu kitabı yazmaya karar vermeden<br />

önce eskiden veya halen DevedaĢı‘nının yakınında<br />

ikamet eden bazı hemĢerilere ziyaretlerde bulunmuĢtum.<br />

Bunlardan en yaĢlısı ‗Tenten Hüseyin‘ lakaplı Hüseyin<br />

Tekin ağabeyimdir. Kendisiyle söyleĢi yaptığımda yaĢı 96<br />

idi. (Hüseyin Tekin Nisan 2010‘da vefat etti) YaĢamının<br />

büyük çoğunluğunu sünger avcısı olarak geçirmiĢ. Vurgun<br />

yemiĢ, ama yine dalmaya devam etmiĢ. Ayaklarından<br />

engelli olduğu halde tekerlekli sandalyesiyle <strong>Marmaris</strong>‘ in<br />

cadde ve sokaklarında dolaĢırken ona sık rastlardık.<br />

Sağlığı ve aklı yerindeydi. MüthiĢ Atatürkçü,<br />

Cumhuriyetimizin kuruluĢunun 86.yılında tören alanına<br />

gelip Ata‘ya saygı duruĢunda bulunmak istiyordu.<br />

Cumhuriyet kurulduğunda 9 yaĢındaymıĢ. Cumhuriyetin<br />

kuruluĢunun 10. yılında <strong>Marmaris</strong>‘in ilk anıtı olan ‗Atatürk<br />

Büstü‘nün açılıĢında bütün <strong>Marmaris</strong>lilerle birlikte 10.yıl<br />

MarĢını söylemiĢ. Kendisine neden ‗Ten Ten ‘lakabının<br />

takıldığını sorduğumda, ―Hızlı yürüdüğüm, tez canlı ve<br />

hareketli oluĢumdan‘ dedi. Atatürk ile ilgili aĢağıya<br />

aldığım bir anısını da benimle paylaĢtı.<br />

30


―Atatürk 23-24 ġubat 1935‘de ‗Ege‘ adlı gemiyle<br />

<strong>Marmaris</strong> limanına ikinci defa geldiğinde ben de Bedir<br />

Adası önünde sandalda balık avlıyordum. Ġri mercanlar<br />

tutmuĢtum. Sandalın gemiye yaklaĢmasına izin<br />

vermediler. Uzaktan Atatürk‘ü geminin güvertesinde<br />

Ģezlonkta güneĢlenirken gördüm. Rahatsız olduğu<br />

söyleniyordu. Ġçimden, Ata‘ya bu taze mercanlardan<br />

versem de piĢirtip yese biĢiciği kalmazdı dedim ama<br />

olmadı. O‘nu daha çok arayacağız‖ dedi.<br />

Yazar E.Uysal Hüseyin Tekin’le Temmuz 2009<br />

DevedaĢı‘nın her iki yanında yaĢayan burada<br />

isimlerini anımsayabildiğim hemĢerilerden Ali Usta<br />

Galiçya gazisi, Apti oğlu Hüseyin Ģehit, Zeybek RaĢit<br />

Çanakkale ve Ġstiklal SavaĢı Gazisi, Gaçıka Mustafa gazi,<br />

Cevolan‘ın Ali gazi, Koca Apti ‗1946 Ġstanbul Türkiye<br />

Kürek ġampiyonası‘nda birincilik ödülü alanlar içinde olan<br />

hemĢerilerimizdir. Burada adları geçenler, geçmeyenler,<br />

ama yüzü hep ‗DevedaĢı‘na dönük olan <strong>Marmaris</strong>liler<br />

turizm, ticaret, tarım, arıcılık ve bal, balıkçılık, süngercilik<br />

sektörlerinde çalıĢıp <strong>Marmaris</strong> ve ülke ekonomisine<br />

31


katkıları olan değerli büyüklerimizdir. Onların hepsine<br />

Allahtan rahmet diliyor, sevgi, saygı sunuyoruz.<br />

Tepe Mahallesinin ‗Mıstan‘ sokağında halen bir<br />

ozan yaĢar. Bu komĢumuz bal üreticisi Yörükoğlu<br />

Mustafa‘dır. Onu, keyfi, sağlığı yerinde olduğu zaman<br />

evinin önündeki koltukta eĢi Güler hanımla oturur görürüz.<br />

Bazen eline aldığı sazı çalar, bazen de kavalını üfler,<br />

arada bir de kendi yazdığı Ģiirlerini söyler. Bunlardan<br />

sadece birini aĢağıya aldım. EĢi Güler Hanım her yıl bal<br />

kesimi sezonunda Mıstan Sokağındaki mütevazı evlerinin<br />

önünde ateĢ yakarak kazanda karpuz kabuğu veya<br />

kabaktan bal ile kaynatıp piĢirdiği pestilden (bestel) sokak<br />

sakinlerine ve buradan geçenlere dağıtır. Bu gelenek<br />

Mıstan Sokağında yıllardır yaĢamakta, yaĢatılmaktadır.<br />

ĠĢte Yörük Oğlu Mustafa‘nın bir Ģiirinden birkaç mısra:<br />

32


O BENĠM ĠġTE<br />

Karanlık gecede bir yıldız koparsa,<br />

Gökyüzünden yanarak düĢerse,<br />

Batı Akdenizlere bütün denizler kaynarsa fırtınadan,<br />

Denizde çırpınan bir balık görürsen,<br />

O benim iĢte.<br />

Yakıcı poyraz eserse kuzeyden,<br />

Yalnız yakamıyorsa sevdiği yeri,<br />

Bir kara duman sararsa çevreyi,<br />

Dumanın içinde çırpınan bir kuĢ görürsen<br />

O benim iĢte...<br />

Yörükoğlu Mustafa, elinde sazıyla (Arka<br />

planda Mıstan Sokağ)<br />

Değerli okurlar; Bu dünyadan göç edenleri hep<br />

saygıyla, sevgiyle anarız da, yaĢarlarken güzel duygu ve<br />

düĢüncelerimizi açığa vurmayız. ġimdi albümlerdeki<br />

resimlere baktığımızda <strong>Marmaris</strong> tarihine adlarını yazdırıp<br />

maddi yaĢamdan manevi dünyaya göçenler çoğunluğu<br />

teĢkil ediyorlar. ġimdi onlara rahmet dilemekten baĢka<br />

yapacağımız ne olabilir ki...<br />

33


MENZĠLHANE VE BULAMAÇ<br />

<strong>Marmaris</strong> Kalesine çıkan yokuĢun sağında ‗Hafsa<br />

Sultan Kervansaray‘ı veya ‗Menzilhane‘ adlarıyla bilinen<br />

iki katlı ve kemerli dikdörtgen bir yapı vardır. Kuzey<br />

yönündeki meydana açık tonoz kemerli ana kapının<br />

hemen üzerindeki Osmanlıca yazılmıĢ kitabede, ‗Bu<br />

menzilhaneyi Sultan Selim Han‘ın oğlu Karalar ve<br />

Denizler Sultanı, Arap ve Acem Krallarının Efendisi Sultan<br />

Süleyman Han 1545 yılında yaptırmıĢtır‘ yazılıdır. Bu<br />

günkü görüntüsünden çok daha görkemli ve kapsamlı<br />

iĢlev görmesi için düĢünülerek yapılmıĢ kervansaray‘ın alt<br />

katında hamam, tuvalet, mutfak, berber, nalbant, idareci<br />

ve depo olarak kullanılan 8 odasının olduğu biliniyor. Üst<br />

kat tamamen konaklamaya ayrılmıĢ. Kervansaray, Birinci<br />

Cihan SavaĢında <strong>Marmaris</strong>‘in Fransız donanması<br />

tarafından bombalanması sonucu yıkılmıĢ. Cumhuriyet<br />

döneminde yapılan onarım ve tadilatlarla tek kat olarak<br />

odalara bölünerek iĢ yeri, kahve, bar olarak iĢletilmektedir.<br />

Anadolu‘da ‗Ġpek‘ ve ‗Kral Yolu‘ olarak bilinen ana ulaĢım<br />

yolundaki kervansarayların küçük bir benzeri olan<br />

<strong>Marmaris</strong> ‗Hafsa Sultan Kervansarayı‘ bir vakıf eser<br />

olarak Kültür ve Turizm Bakanlığınca yapılacak bir<br />

çalıĢmayla eski kimliğine kavuĢturulmayı beklemektedir.<br />

34


Bu yapıtın inĢa edildiği 16. yüzyılda altından gizli bir<br />

tünelin kalenin içine kadar uzandığı rivayet edilir.<br />

<strong>Marmaris</strong> Kalesinin 1980–90 yılları arasında yapılan<br />

restorasyon çalıĢmasında böyle bir yer altı yolunun olup<br />

olmadığına dair görüĢ belirtilmemiĢtir. Benim ve benden<br />

önceki daha yaĢlı kuĢağın bildiği bir Ģey varsa, o da<br />

burada odunla ısıtmalı <strong>Marmaris</strong> Ģehir hamamı olduğu, bir<br />

dönem kapalı sinema salonu olarak kullanıldığıdır. Henüz<br />

iki veya üç yaĢlarımdayken annemin beni de alıp bu<br />

hamama yıkanmaya getirdiğini iyi anımsarım.<br />

‗Hafsa Sultan Kervansaray‘ının bir vakıf eser olduğu<br />

aĢikârdır. HemĢerimiz sayın Levent Seral‘ın bir<br />

araĢtırmasına göre (1) anılan kervansaray önce 1360<br />

yılında MenteĢe soyundan gelen Ahmet Gazi tarafından<br />

yaptırılmıĢ, Kanuni Sultan Süleyman zamanında validesi<br />

AyĢe Hafsa Sultan‘a ‗paĢmak‘lık olarak temlik edilip,<br />

burayı vakfiye haline getirerek gelirini hayır iĢlerine<br />

hasrettiği kaydedilmiĢtir.<br />

<strong>Marmaris</strong> Kalesinin hemen kuzey batısında tonoz<br />

kemerli ana giriĢ kapısı meydana açıktır. Burası<br />

çocukluğumuzda erkek düğünlerin yapıldığı yerdi.<br />

Cumartesi günü kız ve erkek tarafının yaptığı kına<br />

akĢamlarından sonra büyük düğün Pazar günü burada<br />

35


yapılırdı. Öğleden sonra baĢlayıp gün batımına kadar<br />

devam eden düğün katılanlarla beraber kız evinden<br />

gelinin alınıp oğlan evine getirilmesiyle sona ererdi. Erkek<br />

düğünü gelini evinden almadan önce burada olur, kadınlar<br />

çevre evlerden izlerlerdi. Düğün düzeni önceden sağlanır,<br />

masalar, sandalyeler kahvelerden temin edilerek bu<br />

meydana getirilir, düğün düzeni kurulurdu. Masaların<br />

üzerine soğuk zeytinyağlı mezelerden fasulye piyazı,<br />

ciğer sote, tuzlu balık, salata, peynir gibi soğuk mezeler<br />

önceden konur, bunlarla birkaç yudum içki içildikten sonra<br />

sıcak yemek olarak etli nohut, haĢlama et, keĢkek servisi<br />

yapılırdı.<br />

Erol Uysal bir meydan düğününde (soldan ikinci)-<br />

1957<br />

Erkek düğünlerinde ‗Topal Galip‘ kadın<br />

düğünlerinde ‗Zela‘ (Zeliha Teyze) birer ikiĢer davetlileri<br />

oyuna davet ederdi. Özellikle erkek düğünlerinde oyuna<br />

kaldırma görevi yapan ‗Topal Galip‘ kendisi fazla içmez,<br />

düğünün olgun, kavgasız gürültüsüz yapılması için otoriter<br />

bir yönetici tavrı içinde olur, davetli erkekleri sırasıyla<br />

oyuna kaldırırdı. Kafayı erken bulan genç davetliler içkinin<br />

etkisiyle sıranın kendisinde olduğunu veya ―Ondan önce<br />

ben oynayacağım‖ gibi bir istemle mızık çıkarınca ortalık<br />

36


irden karıĢır, sandalyeler havada uçuĢmaya baĢlardı.<br />

Düğünü çevredeki evlerin balkon ve pencerelerinden<br />

izlemekte olan kadınların çığlıkları, ―Polis, polis‖ diye<br />

yardım istemeleri ortalığı savaĢ alanına döndürürdü.<br />

Yine bir Pazar günü öğleden sonrasıydı. Hafsa<br />

Sultan Kervansarayı‘nın kapısı önündeki meydanda bir<br />

düğün töreni vardı. Müzisyenler yerli olup ‗Baharlılar‘<br />

lakabıyla tanınan baba ve oğulları orkestrasıydı. Boruyu<br />

Baba Mehmet Bayer, Klarneti oğlu Hüseyin Fikri,<br />

saksafonu Ġsmail, trompeti Naci, Davulu (ritim saz)<br />

Mesut, cümbüĢü de torun Mehmet çalmaktaydı. Müzisyen<br />

kadrosunun sayısına bakılınca belli ki düğün zengin veya<br />

itibarlı birine aitti. Çevrilen paralar bu düğünde<br />

öncekilerden fazlaydı. Oynamaya kalkanların baĢları<br />

üzerinden havaya savrulan banknotlar yere düĢüyor,<br />

oynayanların ayakları altında çiğnenmesin için görevli bir<br />

genç bunları yerden toplayıp aile orkestrasının Ģefi,<br />

kıdemlisi ve aynı zamanda saymanı olan Hüseyin Fikri‘nin<br />

Ģapkasına koyuyordu. <strong>Marmaris</strong>liler, psikolojik rahatsızlığı<br />

nedeniyle bu genç para toplayıcı çocuğa ‖Deli Zeni‖<br />

lakabını takmıĢlar. Zeni (asıl adı Zihni) konu komĢu ve<br />

hemĢeriler tarafından himaye edilirdi. ‗Zeni‘ le düğünlerde<br />

para toplamada müzisyenlere yardım eder, oyuna<br />

kalkacaklara çevirmek için gerekli olan bozuk parayı<br />

Ģapkadaki paralardan bozar, bu iĢten bahĢiĢ de alırdı.<br />

ĠĢte bu düğünde de benzer görüntüler vardı.<br />

Müzisyenlerin Ģefi Hüseyin Fikri klarneti üflemeye verdiği<br />

aralarda bir kadeh rakı içip mezelerden yedikten sonra<br />

omzundaki mendiliyle yüzündeki teri siliyor, Ģapkaya<br />

dolan banknotları cebine indiriyordu. Para çeviren ve<br />

bahĢiĢ veren çok olunca müzisyenlerin ve Zeni‘nin yüzü<br />

gülüyordu. Ancak, her Ģey güzel giderken düğünün tam<br />

ortasında çıkan bir kavga ortalığı ana baba gününe<br />

dönüĢtürdü. Masa etrafında oturanlardan oyun sırası<br />

gelen bir gurupla, ―Oyun sırası bizim, biz oynayacağız‖<br />

diyenler arasında kavga baĢladı. <strong>Marmaris</strong>‘in meydan<br />

düğünlerinde böyle kavgalar olurdu.<br />

37


ĠĢte o gün de sandalyeler, ĢiĢeler havada uçuĢmaya<br />

baĢladı. Kafası, kaĢı, gözü yarılıp, yüzü gözü kan içinde<br />

olanların yumruklaĢması devam ediyordu. Güzel ve<br />

neĢeli geçmekte olan düğün yeri birden savaĢ alanına<br />

dönmüĢtü. Polisler, bekçiler ellerinde coplarla müdahale<br />

edip kavgacıları ayırmaya çalıĢırken havaya ateĢ bile<br />

etmiĢlerdi. Düğündeki tüm davetliler dağıtılmıĢ, meydanda<br />

masanın altına saklanmıĢ vaziyette sadece Deli Zeni<br />

kalmıĢtı.<br />

ĠĢte tam bu sırada kız evinden düğüne iki büyük<br />

tepsi dolusu zerde tatlısı gönderildi. Fakat düğün<br />

meydanında bunu yiyecek davetli kalmayınca masanın<br />

altında saklanmakta olan Deli Zeni ayağa kalkıp masanın<br />

üzerindeki tepsilerin birisini kaptığı gibi sevinçle soluğu<br />

evinin yolunda aldı. Bu anı çevredeki evlerin balkon ve<br />

pencerelerinden izleyenler ―ĠĢte bulamaç deliye kaldı diye<br />

buna denir‖ diyerek düğünün yorumunu yaptılar. Eskiden<br />

fakirlik nedeniyle düğünlerde bulamaç tatlısı ikram<br />

edilirmiĢ. Onun için bu atasözü ―Bulamaç deliye kaldı‖<br />

olarak bilinir. ġimdi düğünlerde zerde tatlısı veriliyor.<br />

Anadolu‘da buna ―Kime niyet, kime kısmet‖ de denir. Eski<br />

<strong>Marmaris</strong>liler de benzer olaylar için, örneğin, çok para ve<br />

servetinden kendi yaĢamında yeterince yararlanmayan<br />

‗var yemez‘ olarak da tanımlanan hemĢerilere, özellikle<br />

ölümünden sonra malı, parası, altını miras olarak<br />

sevmediklerine kalınca, yakın dost ve akrabaları, ―Ne<br />

olacak, bulamaç deliye kaldı‖ derler. Sanırım doğru da<br />

söylerler…<br />

38


Müzisyen ‘Baharlı’ KardeĢler (soldan sağa) Naci, Hüseyin,<br />

Ġsmail Bayer<br />

39


SARI ANA VE KANUNĠ<br />

Sarı Ana ve türbesinin yüzyıllarca <strong>Marmaris</strong>liler,<br />

hatta yakın yerleĢim birimlerinden gelenlerle önemli bir<br />

ziyaret yeri olduğunu biliyoruz. Ġkinci Cihan SavaĢı (1939–<br />

1945) yılları arasında henüz çocukken annemin bizi Sarı<br />

Ana türbesine ziyarete veya bazen mevlitlere beraberinde<br />

götürdüğünü iyi hatırlarım. O zamanki türbe fotoğrafta<br />

görüldüğü üzere mütevazı bir ev görünümündeydi. Ancak,<br />

Sarı Ana‘nın manevi ve ilahi kiĢiliğine inanan, güvenenler<br />

tarafından sıkça ziyaret edilirdi. Türbenin güney yanına<br />

1986 yılında inĢasına baĢlanıp 1988 de tamamlanan<br />

camiden sonra eskisi yıkılarak yerine daha küçük ölçekli<br />

bir türbe inĢa edildi. Bu yeni yapının giriĢ cephesine eski<br />

türbeden çıkarılan üzerleri Arapça yazıtlı mermer<br />

levhalara monte edildi. Burada, küçük bir anımı okurlarla<br />

paylaĢmak istiyorum.<br />

Sarıana Türbesi (Eski) -1980<br />

1990‘lı yılların sonunda <strong>Marmaris</strong> Ġlçe Turizm<br />

Müdürlüğüne Türkiye Radyo Televizyon kurumundan<br />

(TRT) bir çekim ekibi gelir. ―Ülke genelinde eski türbeleri<br />

son durumlarıyla kamerayla kayda almak için il, ilçe, belde<br />

ve köylere ziyaretler yapıyoruz. <strong>Marmaris</strong>‘e de bu<br />

40


maksatla geldik. Bazı kayıtlarda <strong>Marmaris</strong>‘te de ‗Sarı Ana‘<br />

adıyla bilinen eski bir türbenin varlığını görünce bunu<br />

kayda almak istedik. Türbe yerini ve tarihini bilen bir<br />

arkadaĢ varsa bize yardımcı olmasını rica ediyoruz‖<br />

derler. Ġlçe Turizm Müdürü, ―Bunun için size yardımcı<br />

olacak bir rehber <strong>Marmaris</strong>li arkadaĢımız var, ona telefon<br />

edip rica edelim, buradaysa o yardımcı olabilir‖ dedikten<br />

sonra bana telefon eder. Bu istek telefonda anlatılınca<br />

kabul edip Ġlçe Turizm Müdürlüğüne gittim. Gelen ekiple<br />

tanıĢıp ne için geldiklerini bir de onların ağzından<br />

dinledim. Aralarında yetkili olan görevli üstüne basarak<br />

―Eski türbeyi görüntülemek istediklerini, yenisiyle<br />

ilgilenmediklerini‖ yineleyince söz alıp Ģunları söyledim:<br />

Sarıana türbesi (Yeni)<br />

―Ziyareti düĢlediğiz türbenin hemen yanına cami<br />

inĢa edildi. Dar bir alan da kalan eski türbe yıkılıp<br />

yerine yeni küçük bir türbe yapıldı. Eskisinden arda<br />

kalan sadece mezar ve üzerindeki sandukayla,<br />

yıkılan duvarlardan alınan ve üzerinde Arapça<br />

41


harflerle yazılı kitabeleri görebilirsiniz‖ dedim. Bunun<br />

üzerine muhataplarım, ―O zaman durum değiĢti. Biz<br />

eski türbe için gelmiĢtik. Bu durumda gidip<br />

görmemize gerek kalmadı, teĢekkür ederiz‖ diyerek<br />

<strong>Marmaris</strong>‘ten ayrıldılar.<br />

Ġlçe Turizm Müdürlüğünden ayrılıp eve dönünce aile<br />

albümünde Sarı Ana türbesinin eski durumunu gösteren<br />

bir fotoğrafın olduğunu hatırlayıp onu arayıp buldum.<br />

Fotoğrafı 1980‘li yılların baĢında çekmiĢim. Resimde<br />

görüldüğü gibi, o eski türbe daha büyük bir yapıydı. Çatısı<br />

kiremit kaplı, duvarları taĢtan örülü, tek katlı, <strong>Marmaris</strong>‘e<br />

özgü klasik bir ev mimarisine sahipti. Bu fotoğrafta o<br />

zaman henüz 8 yaĢında olan kızım ġule‘yi de türbenin<br />

bahçesinde papatya, gelincik gibi çiçekleri toplar<br />

görüyoruz. Eski türbenin yıkılıp, yerine modern küçük bir<br />

yapı inĢa edilmesini gelen çekim ekibi kibarca eleĢtirmiĢ,<br />

doğrusu biz de bürodaki görevlilerle bundan üzülmüĢtük. .<br />

Hepimizin çok iyi bildiği üzere bizim insanımız eskiye fazla<br />

itibar etmez. Hatta, ―Eskiye rağbet olsaydı, bit pazarına<br />

nur yağardı‖‘ gibi kendimize bir atasözü yaratmıĢızdır.<br />

Nedense eskiyi küçümseyen, onu geri kalmıĢlık sayan bir<br />

ön yargımız oluĢmuĢ. Bize göre, kafamızdaki, özellikle<br />

mimarideki tutku ve beğenimiz devasa boyutta çok katlı,<br />

demirli, betonarme olan yapılardır. Ne yazık ki bu durum<br />

yurdumuzun birçok yerinde olduğu gibi <strong>Marmaris</strong>‘in de<br />

çirkin, çarpık ve çok katlı yapılaĢmasına neden<br />

olmuĢtur…<br />

42


Sarı Ana kimdir, nereden gelmiĢtir?<br />

‗Sarı Ana ve Türbesi‘ konusunda en eski tarihi<br />

bilgileri Evliya Çelebi‘nin (1611-1682) ünlü<br />

‗Seyahatname‘sinde buluyoruz. (1) Evliya Çelebinin<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e geliĢ tarihi kaynakçada belirtilen kitapta 1671<br />

yılıdır. (2) KürĢat Ekrem Uykucu‘nun 1970 yılında yazmıĢ<br />

olduğu ‗<strong>Marmaris</strong> Tarihi‘ adlı eserinde, (3) Evliya Çelebi<br />

Seyahatnamesinden de yararlanmıĢ olduğunu aĢağıdaki<br />

kısa bilgilerden anlıyoruz :<br />

―Batı Anadolu halkı, özellikle Muğla ve <strong>Marmaris</strong><br />

halkı Sarı Ana‘nın evliyalığına inanmıĢ olanca güçleri ile<br />

ona bağlanmıĢtır. Sarı Ana‘nın uzun saçları sarı<br />

olduğundan bu ad verilmiĢtir. Diğer adı ise ‗Yörük<br />

Fatma‘dır. Batı Anadolu‘nun TürkleĢmesinde nasıl<br />

Mevlevi Tarikatı büyük bir rol oynamıĢ, Türklük hamurunu<br />

yoğurmuĢsa, Yörük Fatma Ana da Kanuni‘nin<br />

ordusundaki asker ve hayvanları Allah‘ın büyük bir lütfü ile<br />

doyurmuĢtur. Bu nedenle Sarı Ana‘yı ziyaret edenler<br />

baĢaramadıkları, olmasını istedikleri her Ģeyi ona söyler,<br />

Allah‘a kendileri için Ģefaatte bulunmasını isterler. Askere<br />

giden gençlerin ailesi Sarı Ana‘yı ziyaretlerinde dilekte<br />

bulunur, türbenin bahçesinden bir avuç toprak alıp evine<br />

götürür, oğlu askerden döner veya dileği yerine gelince bu<br />

toprağı geri getirir, bu yapılmazsa dileğin bozulacağına<br />

inanılır. Eski Türbe gayet basit bir mimariye sahip olup<br />

bazı yerlerinde Osmanlı yapı tarzının özelliklerine de<br />

rastlanır‖…<br />

Kızım ġule Aktepe‘nin (Uysal) 1993 yılında Ege<br />

Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı<br />

Bölümü‘nü Bitirme Tezi ‗<strong>Marmaris</strong> Yöresi Halk Edebiyatı<br />

ve Folkloru‘ dur. (4) Bu çalıĢmada Sarı Ana‘ya da yer<br />

verilmiĢtir. 1997 yılında Çanakkale 18 Mart Üniversitesi<br />

Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim<br />

Dalı Bölümünde vermiĢ olduğu ―Muğla Ġli Ziyaret Yerleri‘<br />

43


adlı Yüksek Lisans Tezinde (5) Sarı Ana‘ya dair Ģu<br />

bilgileri buluyoruz:<br />

―Sarı Ana 16. yüzyılda yaĢamıĢ, keramet sahibi,<br />

ermiĢ bir kadındır. 1522‘ de Rodos‘u kuĢatmak için<br />

takriben yüz bin kiĢilik ordusu ile Temmuz ayında<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e gelen Kanuni, Sarı Ana‘nın ününü duyar<br />

duymaz onu ziyarete gider. Ziyaret anında Sarı Ana tek<br />

ineğinden süt sağmaktadır. Kanuni, Sarı ana‘ya ziyaret<br />

amacını söyler ve onunla sohbet eder. Sarı ana<br />

Kanuni‘ye; ―Duydum ki, Rodos‘u fethe gidiyormuĢsun.<br />

Askerlerine kahvaltı için taze süt vermek istiyorum. ġimdi<br />

emrini ver, ne kadar kazan, tencere, kap kacak varsa<br />

getirsinler‖ der. Kanuni‘ de Sarı Ana‘ya teĢekkür eder.<br />

Kazanlar getirilir. Sarı Ana ineğinin altına sürdüğü koca<br />

koca kazanları ineğin memesinden sağdığı sütle<br />

doldurmaya baĢlar. Kanuni gördüğü, izlediği mucize<br />

karĢısında hayretini gizleyemez ve Ģöyle der. ―Fatma<br />

Bacım, nedir bu bereket, sadece bir inekten bu kadar süt<br />

sağmak nasıl oluyor‖ der demez ineğin memesinden süt<br />

yerine kan gelmeye baĢlar. Sarı Ana hemen seslenir.<br />

―Yüce PadiĢahım, kalbini düzelt, nazarını affetmesi için<br />

Allah‘a tövbe etmelisin ‖ deyince Kanuni duaya baĢlar ve<br />

Allah‘tan af diler. Bunun üzerine yine inek süt vermeye<br />

devam eder. Kanuni, Sarı Ana‘nın söylendiği gibi keramet<br />

sahibi ermiĢ bir kadın olduğuna inanarak kendisine<br />

Rodos‘u fetihte baĢarılı olup olamayacağını da sorar. Sarı<br />

Ana‘nın yanıtı Ģu olur: ―KarĢı ova‘daki (Armutalan)<br />

askerlerinin içinde oradaki armut ağaçlarından sahiplerine<br />

sormadan koparan askerlerin varsa onları sefere götürme,<br />

Rodos‘u alacaksın‖ der. Kanuni emrini verir ve askerler<br />

aranır. Ağaçlardan armut alan olmamıĢtır.<br />

Kanuni, ertesi günü ordusunu <strong>Marmaris</strong>‘in<br />

Günnücek Burunucu mevkiinde Ġstanbul‘dan <strong>Marmaris</strong><br />

Limanına gelmiĢ bulunan takriben 400 kadırga ile 300‘ü<br />

yardımcı olmak üzere 700 tekneye bindirir. Kendisi de<br />

Mahmut Reis‘in kadırgasına biner. Askerler gemilere<br />

binerken Sarı Ana‘nın Ģifalı Ilıca suyundan içerek<br />

44


mataralarını buradaki çeĢmeden doldurur, 28 Temmuz<br />

1522 günü de Rodos seferine çıkarlar. (*) Osmanlı<br />

Ordusu takriben 5 ay süren kuĢatmadan sonra adayı<br />

fetheder. 2 Ocak 1523‘de ‗YeĢil Melek‘ adlı kadırga ile<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e dönen Kanuni Sarı Ana‘ya yardım ve duaları<br />

için tekrar ziyarette bulunur. Evine ulaĢan yolu ve dere<br />

(Değirmen Çayı) üzerine bir taĢ köprü yapılmasını<br />

emrederek 3 Ocak 1523 de <strong>Marmaris</strong>‘ten Ġstanbul‘a<br />

gitmek üzere ayrılır.<br />

Kemerli TaĢ Köprü –YapılıĢ Tarihi – 1523 (11Aralık 1992<br />

Sel felaketinde yıkıldı)<br />

Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, Kanuni Sultan<br />

Süleyman‘ın <strong>Marmaris</strong>‘in Pilav Deresi mevkiindeki bir tepe<br />

üzerinde (Pilav Tepe) ikamet eden ‗Yakup Baba‘ yı<br />

ziyaret ettiği, Rodos KuĢatması hakkında görüĢünü aldığı<br />

yazılıdır. Buna göre; Yakup Baba‘nın, Kuran‘dan bir ayet<br />

okuyup, bunu padiĢaha yazdırarak, ‖Var Sarı Oğlan<br />

Rodos‘u al‖ der. KuĢatma sonrası <strong>Marmaris</strong>‘e dönüĢünde<br />

(Takriben 5 ay sonra) bu evliyanın ölmüĢ olduğunu<br />

öğrenir.<br />

Kanuni‘nin yukarıda adları geçen iki evliyayı<br />

ziyaretleri sırasındaki almıĢ olduğu öneriler bazı<br />

45


yayınlarda birbirine karıĢtırılmaktadır. Kanuni‘nin her iki<br />

evliyanın görüĢ ve dualarını alarak anılan sefere çıktığını<br />

ve baĢarılı olduğunu düĢünürüm.<br />

Değerli bir dostum olan sayın Mehmet Sadi<br />

Nasuhoğlu‘nun yazmıĢ olduğu ‗Rodos-Anılar ve Öyküler‘<br />

(6) ile ‗Rodos-Anılar ve Tarihçe‘ (7) adlı kitaplarında çok<br />

yararlı bilgiler buldum. Ġkinci kitabında Kanuni ve Sarı Ana<br />

konusunda kendisine sağlamıĢ olduğum bazı bilgilere de<br />

yer vermiĢ. Dört yabancı dil bilen bu araĢtırmacı yazar<br />

büyüğümüze buradan bir kez daha saygı sunuyor,<br />

teĢekkür ediyorum. Sayın Nasuhoğlu ilk kitabının bir<br />

bölümünde Rodos‘ta görev yapan Osmanlı valilerine de<br />

yer vererek Ģunları yazmıĢ: ―Rodos, 1522 yılında diğer<br />

adalarla birlikte Kanuni tarafından fethedildikten sonra<br />

1912‘de Ġtalyanlar tarafından iĢgal edilinceye kadar 390 yıl<br />

Osmanlı Ġdaresi altında yaĢamıĢ ve bu süre içinde<br />

Rodos‘ta pek çok önemli ve aydın devlet adamımızın<br />

gerek vali, gerekse mutasarrıf olarak görev yaptıkları<br />

görülmüĢtür. Bunlardan Rodos‘un fethinde büyük<br />

yararlılığı görünen Kurdoğlu Muslihittin Reis adanın<br />

idaresine ilk atanan validir.‖<br />

Yazarın kitabında yukarıya aldığım son paragrafa<br />

bir iki cümleyle ben de kısa bir not düĢmek istiyorum. Türk<br />

Ġnsanı kadirbilirdir. Yiğidin hakkını yiğide verir. Deniz<br />

yoluyla <strong>Marmaris</strong>‘ten Fethiye‘ye giderken takriben 40 mil<br />

uzaklıktaki kıyıda adeta deniz trafiğini gözeten, denize<br />

hakim bir yarımada vardır. Fethiye ve Göcek Körfezi‘ne<br />

girmekte olan tekneler kıyıyı iskele yanına alarak buradan<br />

içeri dönüĢ yaparlar. ĠĢte burası ‗Kurdoğlu Burnu‘dur.<br />

Anadolu‘dan güney Batı‘ya, Akdeniz‘e ve Ege‘ye yaslanan<br />

sıradağların, burunların denizle kucaklaĢtığı yerlerden<br />

sadece birisidir burası. Ünlü denizci ve zamanın ilk Rodos<br />

valisi olan ‗Musliihittin Kurdoğlu‘nun adını taĢımasını<br />

önemli ve anlamlı bulurum. Kurdoğlu Muslihittin Reis Türk<br />

ve yabancı denizcilerin dilinde ve kullandıkları bizim<br />

haritalarda dünden bu güne yaĢadı ve bundan böyle de<br />

ebediyen yaĢayacaktır…<br />

46


<strong>Marmaris</strong>‘in Sarı Ana ve Türbesi için diğer bir<br />

kaynak kiĢi yine bir <strong>Marmaris</strong>lidir. Bu değerli bilim kadını<br />

hemĢerimiz, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili<br />

ve Edebiyatı bölümünde yıllarca Öğretim görevlisi olarak<br />

çalıĢtıktan sonra emekli olan Sayın Nerin Köse‘dir. O<br />

dönemde terzilik yaparak kazandıklarıyla kızını okutabilen<br />

babası ‗Dıdık Salih‘i de burada takdir ve rahmetle anarım.<br />

Sayın Köse, kızım ġule‘ye olduğu gibi birçok öğrenciye<br />

Türk Edebiyatını öğretmede, sevdirmede emeği geçen bir<br />

<strong>Marmaris</strong>li bilim kadınıdır. Sarı Ana konusunda uzun bir<br />

araĢtırma yapmıĢ (8) ve bu çalıĢmanın bir kopyasını da<br />

bana vermiĢti. Kendine buradan bir kez daha teĢekkür<br />

ediyorum. Sayın Köse‘nin Sarı Ana hakkında<br />

yazdıklarının yukarıda değinilmeyen sadece bazı<br />

bölümlerini buraya aldım.<br />

―Kanuni Sultan Süleyman ordusuyla Rodos‘a<br />

geldiğinde kaleyi deniz tarafındaki kapısından girerek<br />

kuĢatmaya çalıĢsa da baĢarılı olamaz. O anda Kanuni‘nin<br />

hayalinde Sarı Ana ortaya çıkar ve kaleyi kara tarafından<br />

(Datça-Bozburun- ReĢadiye Yarımadasına bakan Trianda<br />

kıyılarından) kuĢatmasını söyler. Kale komutanı ile<br />

Kanuni özel ulak aracıyla haberleĢmesinde, her iki tarafta<br />

ağır zayiat verilip kan döküldüğü için sabah horoz ötene<br />

kadar ateĢ kes ilan etme konusunda anlaĢırlar. Ancak,<br />

karĢı taraf buna riayet etmeyip kale içindeki Türkleri<br />

kılıçtan geçirmeye baĢlayınca kale kapısından kanların<br />

aktığını gören ordu, henüz horoz ötmediği için müdahale<br />

edemez. Tam bu anda Sarı Ana yine belirip ―Horozlar<br />

ötsün‘ diye dua eder etmez bütün horozlar vakitsiz<br />

ötmeye baĢlar. Osmanlı Ordusu savaĢa devam eder ve<br />

kaleyi kuĢatmayı ve Rodos‘u fethi baĢarır‖.<br />

Sayın Köse, araĢtırmasında, Sarı Ana‘nın nereden<br />

gelmiĢ olabileceğine dair ise Ģu görüĢlere yer vermiĢ:<br />

―Bilindiği gibi gerek fetih ve istila, gerekse<br />

Anadolu‘daki Moğol zulmünden kaçmak amacıyla<br />

baĢlayan ve yıllarca süren Türk göçleriyle Anadolu bir<br />

47


yandan yıkılıĢ, diğer yandan kuruluĢ manzarası<br />

gösteriyordu. Nitekim Türkler yeni yurtlarına geldikleri<br />

andan itibaren hastane, kervansaray, hamam, türbe,<br />

zaviye, cami, medrese vb. müesseseler kurarak<br />

Anadolu‘nun TürkleĢmesinde ve ĠslamlaĢmasında büyük<br />

bir rol oynamıĢlardır. Fetih sonrası kurulan Ahi TeĢkilatı<br />

ve bu teĢkilatın kadınlar kolu olan Anadolu Bacıları<br />

TeĢkilatı (Bacıyan-i Rum) da bu görevi yüklenen sosyal,<br />

kültürel, ticari ve hatta siyasi kuruluĢların baĢında<br />

gelmektedir. Bilinen ilk lideri Ahi Evren‘in eĢi Fatma Bacı<br />

olan Bacıyan-i Rum ve Ahi TeĢkilatı, Moğolların<br />

Anadolu‘ya girip önlerine gelen yeri yıkıp yakmalarına<br />

kadar faaliyetlerini sürdürdüler. Selçuklu hükümdarı<br />

2.Gıyasettin Keyhusrev‘in ordularını yenen Moğollar,<br />

karĢılarında Ahileri ve Türkmenleri buldular. Daha sonra<br />

IV. Kılıçaslan zamanındaki diğer Moğol akınında da bu<br />

teĢkilat düĢmana karĢı savaĢtı. Ancak Ahiler de çok zarar<br />

gördüler. Ahilere ait olan yerler müsadere edilerek<br />

Mevlana ve yakınlarına verildi. Mevlana ve yakınlarına<br />

bağlanan ahilere dokunulmamakla beraber Ahilerin<br />

çoğunluğu Anadolu‘nun uç bölgelerine göçtükleri, eski<br />

fonksiyonlarını buralarda uygulama olanağı bulmaya<br />

çalıĢtıkları bilinmektedir. ĠĢte, efsanelerde karĢımıza çıkan<br />

‗Yörük Fatma‘ veya ‗Sarı Ana‘nın Anadolu‘yu kasıp<br />

kavuran Moğol istilası nedeniyle bu teĢkilatın kurulduğu<br />

yere uzak yerlerden birisi olan <strong>Marmaris</strong>‘e gelmiĢ kadın<br />

temsilcilerden birisi olduğu düĢünülmektedir. Keza<br />

bacıların en önemli faaliyetlerinden birisi kendi bölgelerine<br />

gelen yabancı ve göçerlerin barındırılması ve<br />

ağırlanmasıdır. <strong>Marmaris</strong>‘te de Kanuni‘nin askerlerine süt<br />

veya yiyecek, içecek verilmesi görevi Sarı Ana‘nındır‖.<br />

Kaynakça olarak kısaca yukarıya aldığım pasajları<br />

ve daha birçok <strong>Marmaris</strong>linin görüĢleri muvacehesinde Ģu<br />

sonuca varabilirim:<br />

Sarı Ana ve ataları her ne kadar Orta Anadolu<br />

kökenli görünse de, Kanuni döneminde yani 16. yüzyılda<br />

<strong>Marmaris</strong>‘te yaĢamıĢ ve burada ölmüĢtür. Sarıana aydın,<br />

48


anılan teĢkilatın burada baĢkanlığını, liderliğini yapmıĢ bir<br />

kadındır. Onun <strong>Marmaris</strong>li olmadığını söylemek hem bu<br />

evliyaya ve hem de <strong>Marmaris</strong>‘e haksızlık yapmak olur.<br />

Sarı ana bu manada ölmemiĢ, en az 500 yıldır<br />

<strong>Marmaris</strong>‘te yaĢamaktadır.<br />

Sarı Ana‘nın 1986 yılında inĢa edilen yeni türbesine<br />

dıĢarıdan bakıldığında birçok türbe, cami ve mescitlerde<br />

görülen bir kubbesi, kemerli ve renkli camlı pencereleri<br />

vardır. Batıya açık kapıdan içeri girince de Sarı Ana‘nın<br />

mezarı ve üzerinde sandukası odanın tam ortasındadır.<br />

BaĢ bölümü güney batıya doğrudur. Batı yönüne açılan<br />

bir kapı, bunun üzerinde ve giriĢ yanında mermer üzerine<br />

Arapça harflerle yazılmıĢ kitabeleri görmekteyiz. Bunların,<br />

takriben 1980‘li yıllarda fotoğraflarını çekip Ege<br />

Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde çevirisi yapılması için<br />

hemĢerimiz Sayın Nerin Köse‘ye göndermiĢ, kendisi de<br />

bunu sağlayıp bana iade etmiĢti. Bu çevirilerin benzeri<br />

yukarıda anılan kaynak kiĢiler ve araĢtırmalarında aynen<br />

mevcuttur. Bunları, türbeye giderek yeniden fotoğraflarını<br />

çekip yazıma koydum. Kapı kiriĢi üstündeki Arapça yazılı<br />

kitabede, ‗Ya hazret-i Mevlana‘ yazılıdır. Yandaki kitabede<br />

ise, ‗Mahmut Han Bin Abdülhamit el Muzaffer‘ yazısı ile<br />

II. Mahmut‘a ait mahlaslı Osmanlı Tuğrası ve altında Ģu<br />

satırları ve tarihi içermektedir. .<br />

―Külliye HaĢim Dede oldu zamanında kuĢad<br />

Eyleyup inĢasına himmet sır-ı cennet mekan<br />

<strong>Marmaris</strong> halkı dün o Ģah-i erkemi<br />

Üfleyub rahmetle yad itse sezadır her zeban<br />

Yazdı Safvet de dü-gah akar idüp tarihini<br />

Mevlevi dargahı yaptı lütf idüb Mahmut Han (Hicri<br />

1252-Miladi 1836)‖<br />

49


Eski türbeden kalan ve yenisine monte edilen mermer<br />

kitabe giriĢ kapısı üstünde. Osmanlıca,<br />

Türbe giriĢ kapısında eskisinden alınıp yenisine<br />

monte edilen tuğralı kitabe<br />

50


Sarı Ana mezar ve sandukası<br />

Sarı Ana Türbesinin hemen batı yanında küçük bir<br />

mezarlık mevcuttur. Buradaki mezarlara baktığımızda<br />

bazılarının taĢları kaybolmuĢtur. Yenilerinin taĢları ve<br />

üzerindeki yazılar Arapça ve Türkçedir. <strong>Marmaris</strong> ilçe<br />

olduktan ve Cumhuriyet dönemi baĢladıktan sonra Ģehir<br />

mezarlıkları yapılmaya, ölenler oralara gömülmeye<br />

baĢlanmıĢ. Eskiden, hatta bizim çocukluk yıllarımızda eski<br />

caminin hemen güneyi ve Ģehir hamamının bulunduğu yer<br />

ile Sarı Ana‘ya yakın olan bu günkü Ģehir stadyumu<br />

mezarlıktı. O zaman bazı hatırlı aileler, hemĢeriler ölen<br />

yakınlarını kendi arsa veya bahçelerine gömebilmiĢlerdir.<br />

Sarı Ana‘ya ve onun ilahi gücüne inananlar da türbesinin<br />

yanına gömülmek istediklerinden burada da bir mezarlık<br />

oluĢmuĢtur. Buradaki mezarlar arasında takriben üç yüz<br />

yılık mezarlar vardır. Yine, Sarı Ana Türbesi yakınında, bu<br />

günkü Orman ĠĢletme Müdürlüğü ve Emniyet<br />

Görevlilerinin lojmanlarının bulunduğu yerin hemen kuzey<br />

yanında çam ağaçları arasında aile büyüklerimize ve<br />

<strong>Marmaris</strong>lilere ait 7 mezar bulunmaktadır.<br />

‗Sarı Ana ve Türbesi‘ adlı çalıĢmaya nokta<br />

koymadan önce ailem tarafından bizzat yaĢanan ve pek<br />

51


olağan görünmeyen bir olayı okurlarımla paylaĢmak<br />

istiyorum.<br />

Kızım ġule Üniversiteyi bitirip mezun olunca<br />

annesiyle Sarı Ana‘da bir mevlit okutmayı kararlaĢtırır. Bu<br />

öneri eĢim Gülsen‘den gelmiĢtir. Çünkü dört yıl önce<br />

üniversite sınavlarına girerken anne-kız türbeyi ziyaret<br />

etmiĢler, bu defa ki ziyareti de okulunu baĢarıyla bitirip<br />

öğretmen olduğu için teĢekkür anlamında planlamıĢlar.<br />

Zaten, <strong>Marmaris</strong>liler gelenek olarak bu tür ziyaretleri<br />

yaparlar. Özellikle, çocuğu askere gidenler, evlenenler ve<br />

daha birçok iyi dilek için ziyaret yapılır, adak adanır,<br />

dileğin yerine gelmesi halinde de teĢekkür için burada<br />

mevlit okutulur.<br />

Mevlit, genellikle kıĢın öğleden sonra, yazın da<br />

havanın biraz serinlediği saatler olan akĢamüzeri olur.<br />

ġule mevlit‘e aile yakınları, dost ve arkadaĢlarını davet<br />

eder. Gündüz mevlitlerine sadece kadınlar katıldığı için<br />

okuyacak olan kadın hoca bulunur, ikram edilecek yiyecek<br />

ve içecekler türbeye önceden taĢınır. ġule‘nin mevlidi<br />

türbe bahçesinde ikindi namazı sonrası baĢlamıĢtır.<br />

Mevlitte sıra yiyecek ve içeceklerin dağıtımına geldiğinde<br />

türbeye bir koca otobüs dolusu ziyaretçi gelir. Bunlar,<br />

sessizce mevlit dinleyenlerin arasına girip, oturacak yer<br />

bir bulup dinlemeye ve duaya katılırlar. Börekler,<br />

poğaçalar, ĢiĢe meĢrubatlar ġule, annesi ve diğer genç<br />

akraba hanımlar tarafından dağıtılır. Ancak, ġule‘yi ve<br />

annesini bir endiĢe, korku sarar. Öyle ya, getirdikleri<br />

yiyecek ve içecekler bu kadar insana nasıl yetecek?<br />

Üstelik aynı anda yanı baĢlarındaki camiden çıkan bazı<br />

kız çocukları ve kadınlar da mevlide katılırlar. ĠĢte ne<br />

olmuĢsa o anda olur, kasalardaki meĢrubatlar,<br />

sepetlerdeki, paketlerdeki yiyecekler bir türlü bitmek<br />

bilmez, sanki sihirli bir el bir taraftan eksilenleri<br />

tamamlamaktadır. ġule annesine, annesi ġule‘ye bakar<br />

ve kimseye hissettirmeden gözyaĢlarını tutmak isteseler<br />

de yapamazlar. Yakın akraba ve davetliler de bu<br />

mucizenin farkında olmuĢ olacak ki, onlar da hissettiklerini<br />

52


―Bu tamamen bir Sarıana mucizesi olsa gerektir. Allah,<br />

‗Halil Ġbrahim Bereketi‘ verdi, aman nazar etmeyelim,<br />

Ģükredelim‖ diyerek hislerini açığa vururlar. Mevlit biter ve<br />

herkes Gülsen ve ġule‘ye ―Allah kabul etsin‖ deyip Sarı<br />

Ana Türbesinden ayrılır.<br />

ġule ve annesi Gülsen eve gelip yaĢanan mucizeyi<br />

bana da mutluluk ve duygu yüküyle anlattıklarında,<br />

doğrusu ben de onlara katılmadan edemedim. ―Desenize<br />

Sarı Ana size Halil Ġbrahim bereketi vermiĢ, yardım etmiĢ‖<br />

deyince, hemen her ikisi birden ―Mevlitteki kadınlardan<br />

birçoğu da aynısını söyledi‖ deyip bir kez daha<br />

duygulanırlar.<br />

Nedir acaba bu sıkça kullandığımız ―Halil Ġbrahim<br />

Bereketi‖ deyiĢinin aslı ve nereden gelmiĢ olabileceğine<br />

dair bir öyküyle ―Sarı Ana ve Türbesi‘ baĢlıklı yazımı<br />

bitirmek istiyorum :<br />

Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeĢ varmıĢ.<br />

Büyüğü Halil, küçüğü de Ġbrahim. Halil evli ve çocuklara<br />

sahip, Ġbrahim ise henüz bekarmıĢ. Bu kardeĢler ortak bir<br />

tarlaya sahip olup ne mahsul çıkarsa ikiye pay ederlermiĢ.<br />

Geçim kaynakları tarladan elde edilen ürünlerdenmiĢ. Bir<br />

yıl yine harman yapmıĢlar, buğdayı tarlada ikiye<br />

bölmüĢler. ĠĢ kalmıĢ ambara taĢınmasına. Halil bir teklifte<br />

bulunmuĢ. ―Ġbrahim kardeĢim, ben gidip çuvalları<br />

getireyim, sen de buğdayı bekle‖ demiĢ. ―Olur Ağabey‖<br />

demiĢ Ġbrahim. Halil çuval getirmeye gidince, Ġbrahim<br />

Ģöyle düĢünmüĢ. ―Ağabeyim evli, çocukları var, daha çok<br />

buğday onun evine lazım, kendi hakkımdan biraz daha<br />

buğdayı onunkine katayım‖ deyip öyle yapmıĢ. Az sonra<br />

Halil elinde çuvallarla dönmüĢ. ―Hadi Ġbrahim, önce sen<br />

doldur, ambara taĢımaya baĢla‖ demiĢ. Ġbrahim, ―Olur‖<br />

deyip doldurmuĢ kendi hakkından çuvala buğdayı,<br />

düĢmüĢ ambarın yoluna. Ġbrahim gidince, bu defa Halil<br />

Ģöyle düĢünmüĢ. ―Çok Ģükür ben evliyim, kurulu bir<br />

düzenim var. Ama, kardeĢim daha bekar, o çalıĢıp, para<br />

biriktirecek, ev kurup evlenecek. En iyisi ben kendi<br />

53


payımdan onunkine birkaç kürek buğday atayım‖ deyip<br />

öyle de yapmıĢ. Velhasıl, biri ambara gittiğinde diğeri<br />

kendi payından birkaç kürek atarak birbirlerinden habersiz<br />

bunu devam ettirmiĢler. Nihayet akĢam olmuĢ, karanlık<br />

basmıĢ. GörmüĢler ki, buğdayları bir türlü bitmiyor,<br />

azalmıyor. Allah, bu kardeĢlerin saf ve temiz duygu ve<br />

düĢüncesini çok beğenmiĢ olacak ki, Halil ve Ġbrahim‘i<br />

ödüllendirmiĢ. Buğdaylarına bir bereket vermiĢ ki günlerce<br />

iki kardeĢ taĢımakla bitirememiĢler. Tabii ki kardeĢler<br />

ĢaĢmıĢlar bu iĢe. Ambarları dolup, taĢmıĢ…<br />

Bu gün bereket denilince hepimizin aklına bu<br />

kardeĢler ve bu öykü gelir. Bunu, yeri geldiğinde güzel<br />

ahlakı, erdemliliği simgeleyen bir deyiĢ, atasözü olarak<br />

kullanırız. Tıpkı kızım ġule‘nin mevlit töreninde olduğu<br />

gibi. Biz <strong>Marmaris</strong>liler buna ‗Sarı Ana Bereketi, kerameti‘<br />

de diyoruz.<br />

Sarı Ana‘mıza Allah‘tan rahmet diliyorum..<br />

Not: Kitap üzerinde çalıĢtığım 2010–11 yıllarında ‗8<br />

Mart Dünya Kadınlar Günü‘ kutlandı. Anadolu‘da<br />

kurulmuĢ ilk kadın teĢkilatı olan ‗Bacıyan-i Rum‘un<br />

16.Yüzyılda <strong>Marmaris</strong>‘te Ģubesini açan, maddi ve manevi<br />

yönden yoksul ve düĢkünlere yardım eden, Ahilik ve<br />

Mevlevilik geleneklerini <strong>Marmaris</strong>‘e taĢıyıp halk tarafından<br />

‗Evliya Kadın‘ olarak tanınıp sevilen ‗Sarı Ana türbe ve<br />

çevresi hazırlanacak bir tasarımla <strong>Marmaris</strong>‘te öne<br />

çıkarılmalı, manevi ve kutsal değer bakımından yeni bir<br />

Ġnanç Ziyaret Yeri kimliğine kavuĢturulmalıdır. Katıldığım<br />

bir gezide ‗Kutsal ġehir‘ olarak da ün kazanmıĢ Kudüs‘ de<br />

Hazreti Meryem‘in öldüğü kabul edilen ve sonradan<br />

kiliseye çevrilen yerde yüzlerce ziyaretçi gördüm. Efes‘teki<br />

Meryem Ana evi ve küçük Ģapeli de binlerce yerli ve<br />

yabancı turist tarafından her gün ziyaret edilir. Oysa biz<br />

Ġsa‘ Peygamber‘in Kudüs‘te çarmıha gerilip<br />

öldürülmesinden sonra annesi Meryem‘in Havari Yuhanna<br />

(Aziz John) ile birlikte Efes‘e gelip yaĢadığını ve buradan<br />

ruhunun miraçla cennete gittiğini bilir ve söyleriz. Ġki bin yıl<br />

54


öncesinde bunun hangi seçeneğinin doğru olduğuna dair<br />

tam ve somut bir kanıt yoktur. Bugüne kadar da Hıristiyan<br />

dünyasında ve mezhepler arasında henüz bir uzlaĢma<br />

sağlanamamıĢtır. Öyleyse, <strong>Marmaris</strong>‘in Evliya<br />

mertebesindeki Sarı Anası Yörük Fatma ve Türbesi somut<br />

kanıt ve bize kalan yapıtlarıyla öne çıkarılmalı, inanç<br />

turizmi açısından bir alternatif ziyaret yeri ve müzeye<br />

dönüĢtürülmelidir.<br />

Yazar Erol Uysal Marina arkasındaki ‗Ilıca‘ olarak<br />

tanımlanan suyun kaynağının Sarı Ana Türbesinin altında<br />

bulunduğunu, <strong>Marmaris</strong> <strong>Belediyesi</strong> tarafından ‗Burunucu‘<br />

mevkiine yapılmakta olan yeni bir çeĢmenin adının ‗Sarı<br />

Ana ve Kanuni ÇeĢmesi‘ olmasını‘ bir dilekçe ile ilgililere<br />

duyurdu. <strong>Marmaris</strong> <strong>Belediyesi</strong> bu çeĢme ve çevresini yeni<br />

bir tasarımla ele alarak yeniden düzenlemiĢ, mermerden<br />

yapılmıĢ anıtsal bir çeĢmenin alınlığına Kanuni‘nin tuğrası<br />

da iĢlenerek anılan yer ark ve dinlence yeri kimliği<br />

kazanmıĢtır.<br />

55


‘Sarıana ve Kanuni ÇeĢmesi’ açılıĢtan önce<br />

Kaynakça:<br />

(1) Evliya Çelebi Seyahatnamesinden<br />

Seçmeler -Yasemin AkbaĢ-2004<br />

(2) Yakın Dönem Tarihimizde Rodos ve 12<br />

ada-Doç.Dr. Ali Fuat Örenç<br />

(3) <strong>Marmaris</strong> Tarihi- KurĢat Ekrem Uykucu-<br />

1970<br />

(4) <strong>Marmaris</strong> Yöresi Halk Edebiyatı ve<br />

Folkloru- ġule Aktepe-1993<br />

(5) Muğla Ġli Ziyaret Yerleri Yüksek Lisans Tezi<br />

- ġule Aktepe 1997<br />

(6) Rodos-Anılar-Öyküler 2004<br />

(7) Rodos Anılar-Tarihçe- M.Sadi Nasuhoğlu -<br />

2008<br />

(8) Sarı Ana Türbesi ve Rodos Seferi -<br />

AraĢtırma- Doç. Dr. Nerin Köse- 1990<br />

56


MARMARĠS LĠMANI VE ZĠYARETÇĠLERĠ<br />

Bugün üzerinde yaĢadığımız topraklar, denizler,<br />

göller ve dağlar binlerce yıl öncesinin tarih, kültür, sanat<br />

eser ve kalıntılarıyla dopdoludur. Anadolu‘da var olan<br />

tarihi değeri, doğal güzelliği, zenginliği öne çıkarırken,<br />

Anadolu ve Türk insanının güler yüzü, yardım severliği,<br />

misafirperverliğini de unutmamak gerektir. Tüm bunların<br />

bir araya geldiği ender yerlerden birisi de <strong>Marmaris</strong>‘tir.<br />

Ünlü karikatürist, değerli insan ve hemĢerimiz merhum<br />

Lütfü Küçük‘ün çizdiği bir portre karikatüründe <strong>Marmaris</strong><br />

kabuğunu açmıĢ bir midye içinde görünen, parıldayan,<br />

ıĢık saçan bir incidir. 1980‘li yıllarda Ġtalya‘da yapılan<br />

dünya karikatürcüler yarıĢmasında birincilik ödülü almıĢ<br />

bu eser, <strong>Marmaris</strong>liler tarafından anıtlaĢtırılıp, Ģehrin giriĢ<br />

bulvarına dikilmiĢtir. Bu vesileyle, merhum usta sanatçı<br />

Lütfü Küçük ‘ü Ģükranla ve rahmetle bir kez daha<br />

anıyorum.<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e ender güzellikleri katan öncelikler içinde<br />

dağlarını, endemik olanlarıyla bitki ve ağaçlarını, ılıman<br />

iklimi ve sıcak kanlı insanlarını sayabiliriz. <strong>Marmaris</strong><br />

limanının ünlü ziyaretçilerine geçmeden önce kısaca<br />

liman ve denizine değinmek yararlı olur diye düĢündüm.<br />

<strong>Marmaris</strong> limanı, tarih boyunca Akdeniz ve tüm<br />

dünya denizcilerine kucak açmıĢ, denizdeki her türlü<br />

tekneye barınaklı, stratejik önemi haiz bir demirleme ve<br />

sığınma yeri olmuĢtur. Özellikle doğu komĢusu antik<br />

Kaunos (Dalyan) Limanı 10.-11. yüzyıllar içinde Dalyan<br />

Nehrinin (Calbis) yüzyıllarca taĢıdığı alüvyonla zamanla<br />

dolmuĢ, liman ağzının kapanmasına neden olmuĢtur.<br />

Böylece önceki önemini yitiren antik liman sivrisinek<br />

yatağı ve sıtma (malarya) salgını yaratmıĢtır. Durum böyle<br />

olunca bölgede deniz ticareti Rodos ve <strong>Marmaris</strong><br />

limanlarından yapılmaya baĢlanmıĢtır.<br />

<strong>Marmaris</strong> Limanı, adı deniz haritalarında körfez<br />

olarak geçse de, günümüzde ticaret, turizm, yat iĢletme<br />

58


ve konaklama gibi ana sektörlere hizmet veren bir alt<br />

yapıya sahip bulunması nedeniyle ‗Liman‘ olarak<br />

tanımlanır.<br />

Eski <strong>Marmaris</strong> Limanından bir görüntü – (1980 yılı<br />

öncesi)<br />

<strong>Marmaris</strong> limanı takriben 3x4 = 12 mil kare bir<br />

büyüklüğe sahip küçük sayılacak kapalı bir limandır.<br />

Limana esas giriĢ ve çıkıĢ boğazdandır. Limanda, küçük<br />

teknelerin giriĢ ve çıkıĢına uygun Ġçmeler -Keçi Adası<br />

arasında dar bir kanala da sahiptir. Limanın en derin<br />

noktası takriben 31m. civarındadır. Gündüzleri güneyden<br />

kuzeye, akĢamları da kıyıdan güneye doğal bir akıntısı<br />

vardır. Bu sayede liman kendini temizleyebilme yapısını<br />

bu güne kadar korumuĢtur. Ancak, yoğun yağıĢlar sonrası<br />

dağlardan, Ģehir merkezindeki dere yatak ve kanalları<br />

vasıtasıyla denize taĢınan erozyon toprak ve diğer<br />

maddeler limanı doldurarak geleceğini tehdit etmektedir.<br />

Antik Karya Ģehirlerinden biri olan ve Physkos olarak<br />

bilinen Ģehrin bu günkü limanın kuzey batısındaki Asarlık<br />

tepe üzerinde kurulduğunu halen ayakta kalabilen Ģehir<br />

59


surlarından biliyoruz. Bu Ģehrin limanı da anılan tepenin<br />

hemen altındaki bu günkü Beldibi mezarlığının bulunduğu<br />

yere yakındı. Tarihçi ve arkeologlara göre eski liman<br />

erozyon sonucu dolmaya baĢlamıĢ, Roma döneminden<br />

itibaren de güneye çekilerek özellikle Ege ve Akdeniz<br />

kıyılarındaki diğer antik limanlarda olduğu gibi, (Efes,<br />

Milet ve Kaunos) önce bataklığa dönüĢmüĢ, sonra da<br />

iĢlevini tamamen yitirmiĢtir. Eskileri ile Ģimdiki limanlar<br />

arasında kilometreleri bulan bir yer değiĢimi olmuĢtur.<br />

<strong>Marmaris</strong> limanı özelinde de en yakın 30-40 yıllık<br />

geçmiĢte kıyıların doldurulması, denizde yat ve tekne<br />

trafiğinin artması, marinalar, yağmur mevsimlerinde<br />

yaĢanan su taĢkınları ve sel olayları ile liman dolmaya<br />

devam etmiĢtir. Bu durum, biyolojik kirlilikle birlikte seyir,<br />

demirleme, yelken, yüzme ve diğer spor türleri için gerekli<br />

sağlıklı ve yeterli kullanım alanını daraltmıĢ, salt ticaret<br />

uğruna daha da küçültülmeye neden olacak giriĢimler<br />

gündeme gelmiĢtir. Bazı çevrecilerin ve dalgıçların liman<br />

dibinden aldıkları deniz dibi örneklerinin analizinde liman<br />

dibinin biyolojik kirliliğinin arttığı, canlı dip ekolojisinin<br />

ölmekte olduğu, önlem alınmazsa limanın gelecekte<br />

bataklığa ve kokuĢmaya dönüĢeceği ifade edilmiĢtir. Bu<br />

konuda, yıllardır söylediğimiz, yazdığımız uyarılara karĢı<br />

bugüne kadar planlı bir önlem alındığı ne görülmüĢ, ne de<br />

duyulmuĢtur.<br />

<strong>Marmaris</strong> Limanını, antik çağlardan baĢlayarak<br />

ziyaret eden ve gelmiĢ geçmiĢ ünlü kavim ve kiĢilere<br />

değinmeden önce <strong>Marmaris</strong>‘in dününe, MÖ.3400 yıllarına<br />

kadar uzanan, diğer bir deyiĢle bu günden 5 bin yıl<br />

öncesine kısa bir yolculuk yapmak yararlı olur.<br />

Yukarıda değinilen bu tarihi derinlik bize ‗Erken<br />

Bronz Çağı‘nı gösterir. Bu uzun süreçte, mutlaka<br />

Anadolu‘da olduğu gibi <strong>Marmaris</strong>‘in de sayıca az olsalar<br />

bile mutlaka yaĢayan sakinleri vardı. Bunları, Hitit, Karya,<br />

Ġyon, Dor, Pers, Ġskender ve Helen gibi çağ ve kavim<br />

adlarıyla telaffuz ederken, <strong>Marmaris</strong>‘in bu eski<br />

medeniyetlerin otoritesi ve nüfuzu altında kaldığını<br />

60


unutmayalım. Burada adları geçenlere kıyasla daha yeni<br />

sayabileceğimiz Roma, Bizans, Selçuklu, Beylikler,<br />

Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde <strong>Marmaris</strong> ve<br />

Limanının adından eskiye kıyasla daha çok söz edildiğini<br />

belirtmek de yerinde olacaktır.<br />

Yukarıda isimlerini saydığım uygarlıkların,<br />

kolonilerin, <strong>Marmaris</strong> dahil Akdeniz, Ege ve Karadeniz‘e<br />

kıyısı olan tüm liman ve kıyılardan ticaret, ulaĢım ve<br />

avlanmak için yararlandıklarını geride kalan tarihi eser ve<br />

bıraktıkları izlerde görebiliyoruz.<br />

<strong>Marmaris</strong>‘i bilinen çağ ve tarihi dönemlerden bugüne<br />

çeĢitli kayıtlarda bugünkünden farklı adlara sahip<br />

buluyoruz. Bunlardan Phiscus, Phyckos, Fiskos adları<br />

öncelik alır. (1) Tarihin babası sayılan Herodot buranın<br />

Ġyonlar tarafından kurulduğunu belirtiyor. Herodot,<br />

―Ġyonyalılar Ģimdiye değin gezdiğim, ama görmeye<br />

muvaffak olamadığım dünyanın en güzel seması altında<br />

<strong>Marmaris</strong>isos‘da mesut ve mutlu yaĢıyorlar‘ diyerek Ģehrin<br />

adını ‗Mermerisos‘ olarak telaffuz etmiĢ. Ġngiliz tarihçi Sir<br />

Charles Texier ise Ģehrin adının ‗Feniks‘ olduğunu<br />

yazmıĢtır. Feniks‘in kalesinden, dağlarından ve halkının<br />

Büyük Ġskender‘e karĢı direniĢinden bahseden Texier pek<br />

muhtemelen Feniks liman ve kalesinden bu günkü<br />

Fenaket-TaĢlıca liman ve köyünü kastetmektedir. Bu<br />

durumda Büyük Ġskender‘in donanmasının (MÖ.334)<br />

Bodrum‘dan Fenaket limanına (Feniks) geldiğini, buradan<br />

da <strong>Marmaris</strong> Limanına uğramadan doğu‘ya Fethiye‘ye<br />

(Telmesos) geçmiĢ olduğunu düĢünüyoruz.<br />

Sayın Levent Seral, <strong>Marmaris</strong> Kasabası‘nın Kısa<br />

Tarihçesi (2) adlı ve takriben on sayfalık bir<br />

araĢtırmasında dünden bugüne değiĢen <strong>Marmaris</strong>‘in<br />

adlarına yer vermiĢ. Bunlar; Physkos, Porto Fisco,<br />

Mamulas, Mamalos, Marmara, Marmora, Porto di<br />

Marmora, Marmaras, Mermerus, Marmaritsa, Mermeriçe,<br />

Mermeris‘ gibi sözcüklerdir. Moğol istilalarından kaçan<br />

bazı Türkmenlerin 13-14. yüzyılda Aydın, Muğla ve<br />

61


<strong>Marmaris</strong> gibi bölgelere gelerek yerleĢtiğini, bunlardan<br />

‗Mamulu‘ aĢiretinden bazı oba ve oymakların <strong>Marmaris</strong>‘e<br />

gelerek kendi adlarını Ģehre ‗Mamulas‘ olarak verdiklerini,<br />

daha sonra bu sözcüğün <strong>Marmaris</strong>‘e dönüĢmüĢ olduğunu<br />

kabul etmenin yerinde olacağını vurgulamıĢ.<br />

Kendi bilinen tarihimizden baĢlayarak <strong>Marmaris</strong><br />

Limanına gelen önemli kiĢi ve denizcilere dair yaptığım<br />

kiĢisel araĢtırmalarda bazı ilginç bilgilere rastladım.<br />

Burada onlara da biz göz atalım.<br />

<strong>Marmaris</strong> Limanına sadece 29 mil mesafede<br />

bulunan Rodos Adası 14. yüzyılın baĢında Hıristiyan Sen<br />

John ġövalyeleri tarafından iĢgal edilince, Ortadoğu‘dan<br />

Batı Akdeniz‘e ticaret malları taĢıyan gemilerin güvenlikle<br />

seyir yapabilmeleri tehlikeye girer. Adanın, Anadolu<br />

kıyılarına, özellikle <strong>Marmaris</strong>‘e yakın oluĢu adada<br />

üslenmiĢ korsanların faaliyetlerini kolaylaĢtırmıĢ, özellikle<br />

<strong>Marmaris</strong>, Bodrum ve Fethiye bunlardan çok zarar<br />

görmüĢtür. Önce Selçuklular, sonra Beylikler döneminde<br />

her bakımdan Akdeniz‘in güvenliğinin sağlanması için<br />

Rodos Adasının Türk-Ġslam kontrol ve yönetiminde<br />

bulundurulması düĢünülmüĢ, bu dönemde oluĢturulan<br />

donanma ve ordu sık sık <strong>Marmaris</strong> Limanına gelmiĢtir. 13.<br />

Yüzyılda MenteĢe ve Mesut Beyler Rodos‘a ve oradaki<br />

korsanlara karĢı müdahalelerde bulunmuĢlardır. 14.<br />

yüzyılda da Rodos adasının korsan ve Ģövalyelerden<br />

temizlenmesi için <strong>Marmaris</strong> Limanından Rodos‘a kuĢatma<br />

giriĢimlerinde bulunulmuĢ, Ada‘nın çok sağlam kalelerle<br />

çevrili olması ve Akdeniz‘deki Hıristiyan ülke<br />

donanmasının Ģövalyelere yardımı sonucu ada<br />

alınamamıĢtır. (3) 15. Yüzyılda Fatih Sultan Mehmet,<br />

Rodos‘un mutlaka alınmasını istemiĢ, bunun için 1479<br />

yılında adanın keĢfini yapmak üzere yüz kadar gemiyle<br />

Mesih PaĢayı görevlendirmiĢtir. Mesih PaĢa Rodos‘a<br />

gizlice çıkarak keĢif yapmıĢ, adanın alınmasının zor<br />

olduğunu düĢünerek geri çekilmiĢtir. Muhtemelen Aralık<br />

ayında <strong>Marmaris</strong> Limanına gelip demir atarak hafif<br />

donanmasıyla kıĢı burada geçirmiĢtir.<br />

62


Mesih PaĢa, 28 Temmuz 1480 tarihinde Fatih‘in<br />

emriyle <strong>Marmaris</strong>‘ten Rodos‘u kuĢatmayı baĢlatmıĢ,<br />

ordusuyla Rodos‘un Yahudi mahallesi tarafından kaleye<br />

girmek üzereyken bir yeniçerinin Rodos kalesinin burcuna<br />

Osmanlı sancağını dikmesine rağmen Mesih PaĢa‘nın<br />

Ģehrin iĢgalinde yağmaya izin vermeyip tüm hazinelerin<br />

padiĢahın olduğunu söylemesi üzerine askerin heyecanı<br />

kırılmıĢtır. Bu arada kaleye girenlere yardım gitmeyince<br />

içeriye giren askerler Ģövalyeler tarafından kılıçtan<br />

geçirilmiĢ ve Osmanlı ordusu ağır zayiat vererek Bodrum<br />

ve <strong>Marmaris</strong> limanlarına gerisin geriye çekilmiĢtir. Fatih<br />

Sultan Mehmet Mesih PaĢa‘yı baĢarılı olamadığı için<br />

görevden azletmiĢtir.<br />

Fatih Sultan Mehmet zamanında alınamayan<br />

Rodos‘u almakta kararlı olan Kanuni Sultan Süleyman‘ın<br />

emrinde babası Yavuz Sultan Selim (I. Selim) zamanında<br />

hazırlanmıĢ mükemmel bir donanma vardı. Donanma<br />

Komutanı Pulak Mustafa PaĢa 400‘ü asıl olmak üzere 700<br />

parçadan oluĢan donanmayla Rodos‘a ve <strong>Marmaris</strong>‘e<br />

doğru yelken açar. Kanuni de, Ġstanbul‘dan yüz bini aĢkın<br />

orduyla Kütahya - Aydın – Muğla yolunu takip ederek 44<br />

günde <strong>Marmaris</strong>‘e ulaĢır. Burada, adanın muhasarasını<br />

kendisi gelmeden önce bitirilemediğini öğrenen Kanuni,<br />

ordusunu <strong>Marmaris</strong> Limanının ‗Burunucu‘ mevkiindeki<br />

blok taĢ ve kayalardan yapılmıĢ rıhtımdan kadırgalara<br />

bindirir. Bu mevki, bu günkü liman iĢletmesinin inĢası<br />

sırasında yapılan beton blokların altında<br />

kalmıĢtır.(Burunucu)<br />

Kanuni‘nin <strong>Marmaris</strong>‘e geldiğinde ziyaret ettiği evliya<br />

kadın ‗Sarı Ana‘ya ait anılara yine bu kitabın ‗Sarı Ana ve<br />

Türbesi‘ bölümünde yer verdim. Kanuni, baĢarılı bir<br />

kuĢatma ve fethi tamamlarken Rodos‘ta takriben beĢ<br />

aydan fazla kalmıĢ, <strong>Marmaris</strong>‘e dönüp bir gün<br />

geceledikten sonra yine kara yoluyla <strong>Marmaris</strong>‘ten<br />

Ġstanbul‘a hareket etmiĢtir. (02 Ocak 1523)<br />

63


16. Yüzyılın ünlü denizcisi Türk Amiral Piri Reis<br />

Kanuni‘nin Rodos seferine katılmıĢ, hazırladığı iki dünya<br />

haritası ve Kitab-ı Bahriye adlı eserlerinde denizlerdeki<br />

seyir ve demirleme yerlerini göstermiĢtir. Bu ünlü<br />

denizcinin mutlaka <strong>Marmaris</strong>‘e bizzat gelmiĢ olduğunu<br />

düĢünürüz. Piri Reis‘in deniz haritaları o yıllarda dünyanın<br />

ilkleri arasında sayılmıĢ, <strong>Marmaris</strong>‘in Ģehir adının ise bu<br />

yüzyılda ‗Mermeris‘ olduğu kaydedilmiĢtir.<br />

<strong>Marmaris</strong> Limanı, deniz ve denizciler için bir<br />

ressamın Doğu ile Batı Akdeniz‘in ortasında bir çok eski<br />

uygarlıkların karada ayak izlerini, denizdeki<br />

yakamozlarını, dümen sularını, yelken, direk, rüzgâr<br />

sesleri ve siluetlerini silinmez Ģekilde tuvale iĢlediği bir<br />

resim gibi çok stratejik, barınaklı bir buluĢma yeridir. 15.<br />

ve 16. Yüzyılda Osmanlı Devleti ve donanması için<br />

Akdeniz‘in bir Türk Gölü olmasıyla <strong>Marmaris</strong> ve limanı da<br />

önem kazanıp ünlenir. Böylece, Türk Denizcilik tarihinde<br />

<strong>Marmaris</strong> bir adım daha öne çıkar. Zamanın denizci,<br />

gezgin, yazar, çizer takımı eserlerinde buna yer verip<br />

tuttukları kayıtlarla tarihe not düĢmüĢlerdir.<br />

Bunlardan ilki 1671 yılında <strong>Marmaris</strong>‘e gelen Evliya<br />

Çelebi‘dir. Bu ünlü gezginin Seyahatnamesinde<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e ait bazı notlar vardır. Bunlardan biri Ģehrin<br />

adına aittir. Çelebi, <strong>Marmaris</strong>‘ten Habip BölükbaĢı‘nın<br />

fırkatesine binip, Tokalaç Ahmed Kaptan‘ın reisliğinde<br />

Rodos‘a geçmiĢtir. Tokalaç Ahmet Mıstan Sokağında<br />

yaĢamıĢtır) Kanuni Sultan Süleyman Rodos Seferine<br />

çıkmadan önce <strong>Marmaris</strong>‘te görmüĢ olduğu kaleyi küçük<br />

bulup beraberindeki mimara ― Ya mimar, bu kaleyi azdır‖<br />

der. ġehrin adı ‗Mimarazdır‘dan ‗<strong>Marmaris</strong>‘ e dönüĢür.<br />

Diğer bir rivayete göre de Rodos‘un kuĢatılması sonunda<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e dönüĢünde kalenin emrettiği ölçüde<br />

büyütülmediğini gören Kanuni mimarını cezalandırmak<br />

için ―Mimarı asın‖ demiĢ ve Ģehrin adı bu sözcüklerden<br />

oluĢmuĢtur. Herodot‘tan baĢlayıp birçok seyyah ve<br />

tarihçinin bazı söylenceleri, hele böyle küçük bir yerleĢim<br />

yeri adı hakkında tam kanıtı olmadan yorum yapmak ve<br />

64


unun kesin kabul edilmesi doğru olmayacaktır. Zira<br />

Kanuni döneminde Ģehir adının ‗Mermeris‘ olduğunu tarihi<br />

kayıtlardan öğreniyoruz. ġehir adının ‗Mermeris‘ ten<br />

‗<strong>Marmaris</strong>‘ e dönüĢmüĢ olmasının ‗Mimarı As‘tan daha<br />

kolay ve inandırıcı olduğu açıktır.<br />

Bundan ayrı olarak; ‗<strong>Marmaris</strong> adının 13.yüzyıldan<br />

itibaren baĢlayan Moğol akınlarından korunmak için<br />

özellikle Türkmenlerin Tokat ve civarından oymak ve<br />

obalar hainde göç edip Muğla, Aydın, Milas ve <strong>Marmaris</strong><br />

bölgesine geldiğini biliyoruz. Bunlardan, <strong>Marmaris</strong><br />

Bölgesine gelen aĢiretlerden ‗Mamulas Obası‘nın Ģehre<br />

kendi adlarını vermesinden zamanla Ģehir adının<br />

Mamulas‘dan <strong>Marmaris</strong>‘e dönüĢmüĢ olacağı da ayrı bir<br />

olasılıktır. <strong>Marmaris</strong>‘in adının aslının nereden<br />

kaynaklandığı konusunda araĢtırma yaparken yukarıdaki<br />

seçenek beni daha derin ve biraz da mistik düĢünmeye<br />

sevk etti. Örneğin, Armutalan Beldesinde Tokat‘tan gelip<br />

yerleĢmiĢ, orada site kurmuĢ ‗Tokatlılar‘ aklıma ilgimi<br />

çekti. Bir an kendi kendime ―Tokat nere, <strong>Marmaris</strong> neresi‖<br />

dedim. Bunun yorumunu yaparken de Ģöyle<br />

düĢündüm.―Tokatlı hemĢerilerimizin ataları bu yerleĢim<br />

yerinde 13.yüzyıldan itibaren yaĢamıĢ, maddi<br />

yaĢamlarından manevi dünyalarına <strong>Marmaris</strong>‘te göçmüĢ,<br />

Ģimdi burada gömülüler. Bugünkü Tokatlıları ataları<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e çağırmıĢ olamaz mı? BoĢuna mı demiĢler<br />

―Tarih tekerrür eder‖ diye... Bu yaklaĢım ilk nazarda biraz<br />

mizahi görünse de yemekli bir toplantıda yaptığım<br />

konuĢmanın baĢlangıcında tüm katılımcıları kastederek<br />

―Merhaba Tokatlılar‘ diyerek önce herkesin dikkatini<br />

çekmiĢ, hemen ardından da bu tarihi gerçeği kısaca<br />

açıklamıĢtım. Özellikle Tokat kökenli hemĢerilerden büyük<br />

bir alkıĢ da almıĢtım.<br />

<strong>Marmaris</strong> adı Roma Döneminde Latince ‗Mare‘ ve<br />

‗Maris‘ sözcüklerinin birleĢmesinden türemiĢ ‗Güzel deniz‘<br />

anlamında <strong>Marmaris</strong>‘e verilmiĢ bir isim de olabilir. Ne<br />

olursa olsun, bugünkü ‗<strong>Marmaris</strong>‘ adı içindeki üç sesli beĢ<br />

sessiz harflerle ezelinden bu güne bilinen tüm isimlerin en<br />

65


güzeli olsa gerektir. Gelin buna ―Adı güzel, kendi güzel<br />

<strong>Marmaris</strong>‖ deyip geçelim...<br />

18. ve 19. Yüzyıllarda da, Osmanlı<br />

Ġmparatorluğunun gerilemesi devam ederken<br />

limanlarımızda Ġngiliz, Fransız bandıralı savaĢ gemilerinin<br />

ziyaretlerinin arttığını biliyoruz. ĠĢte, bu dönemde tarihi<br />

önemdeki ören yerlerimiz talan edilmeye baĢlıyor. Bunun<br />

için eserlerin özellikle Ġngiltere‘ye taĢınması savaĢ<br />

gemileriyle oluyor. Knidos, (Datça), Bodrum<br />

(Halikarnasos) Xanthos (Kınık-Fethiye) bu dönemde<br />

soyuluyor. Neyse, bu ayrıca iĢlenecek önemde bir<br />

konudur. Talan edenlere çöküĢe geçen Osmanlı Ġdaresi<br />

izin verdiğinden talancıları da tek taraflı hırsız tutmak adil<br />

olmasa gerektir…Ne de olsa bu eserler dünyanın ünlü<br />

müzelerinde sergileniyor, orada görenler asıl yerini de<br />

görmek için ülkemize gelebiliyorlar. Bakarsınız bir gün<br />

gelir ana vatanına iade edilirler...<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in stratejik konumlu limanının ününü<br />

duyan ünlü denizci Ġngiliz Amiral Horatio Nelson 1789<br />

yılında Fransız Komutan I.Napolyon‘u Doğu Akdeniz‘de<br />

takibi sırasında donanmasındaki denizcilerin dinlenmesi,<br />

ikmal ve bakım gibi gereksinmeleri sağlamak için savaĢ<br />

filosuyla <strong>Marmaris</strong>‘e geldiğini bazı yabancı kaynaklardan<br />

öğreniyoruz. Yakın tarihlerde Mavi Tur‘a (Blue Voyage)<br />

çıkacak yatçılar ve gezginlerin yararlanması için Ġngiliz<br />

denizci ve yatçı Rod Heikell‘in 1988 yılında bir kitabı<br />

yayılandı. Adı, ‗Türkiye‘nin Turkuvaz Kıyıları‘ .(4) (The<br />

Turquoise Coast of Turkey) Anılan eser halen<br />

kitaplığımdadır. Bu kitapta Ġngiliz Amiral Nelson‘un<br />

<strong>Marmaris</strong> anılarına da yer verilmiĢtir. Ünlü denizci Amiral<br />

Nelson övgü ile bahsettiği <strong>Marmaris</strong> ve Limanı hakkında<br />

Ģu ifadelere yer vermiĢ: ―<strong>Marmaris</strong> limanı barınaklı,<br />

rüzgâra karĢı korumalı, denizciler için ideal bir demirleme<br />

yeridir. Dağları çam ve tipik Akdeniz bitki örtülü, adeta bir<br />

cennet parçasıydı. Burada, denizin temiz ve berrak,<br />

kırmızı kiremitli evlerin beyaz badanalı oluĢu çok güzel<br />

görüntü oluĢturuyordu‖...<br />

66


Amiral Nelson‘un 19.yüzyılın sonunda yazdığı<br />

anılarında büyük bir övgüyle <strong>Marmaris</strong> ve Limanına yer<br />

vermesi, Birinci ve Ġkinci Cihan SavaĢlarından sonra ve<br />

bundan takriben 50 yıl önce baĢlayan, adına ‗Mavi Tur‘<br />

denilen bir tatil seçeneğinin belki de bilinmeden bu<br />

günlere taĢımasına yardımcı oldu. Bu konuya daha sonra<br />

değineceğim. Daha sonraları yat turları hakkında<br />

bölgemiz ve kıyılarının önemini bize ve dünyaya duyuran<br />

Can Yücel, Sabahattin ve Bedri Rahmi Eyüboğlu<br />

kardeĢler, Azra Erhat, YaĢar Kemal, Halikarnas Balıkçısı<br />

takma adıyla Cevat ġakir Kabaağaçlı gibi aydın, yazar,<br />

Ģair, ressam ve diğer sanatçılar ‗Mavi Tur‘un öncüleri<br />

oldular. Anılan isimler, <strong>Marmaris</strong> limanına kayıtlı ‗Hürriyet‘<br />

isimli<br />

Mavi Tur'da bir gulet ve akĢam vakti<br />

Mütevazı bir yatla yaĢadıkları tatilin adını ‗Mavi<br />

Tur‘ olarak koyan ilk gezginler olmuĢtur. ‗Hürriyet‘,<br />

<strong>Marmaris</strong> limanına kayıtlı 16 m. uzunluğa ve 4<br />

kabiniyle 12 kiĢilik yolcu kapasitesine sahipti.<br />

‗Hürriyet‘, (her kabinde bir çift için ve bir tek ranzalı<br />

yatak) yine <strong>Marmaris</strong>li olan kaptan Ali Eroğlu damadı<br />

67


ve yeğeni Ali Fuat Eroğlu, oğlu Süleyman Eroğlu ve<br />

gemici Mehmet Yaldız ile denizlerde Mavi Tur‘u yerli<br />

ve yabancılara ilk tanıtanlardır. ‗Hürriyet‘, Mavi Tur‘un<br />

öncüsü olduğu halde tıpkı Yavuz zırhlısı, Bandırma<br />

ve Nusret mayın gemilerinin baĢına geldiği gibi önce<br />

satılmıĢ, sonra da parçalanıp odun olup yakılmıĢtır.<br />

Oysa Hürriyet ve benzer tekneler veya maketleri,<br />

süngerci ve dalgıçlara ait malzeme ve çapalar kıyıda<br />

yapılacak bir açık deniz müzesinde sergilenip<br />

ziyarete açılabilirdi. Böyle bir tasarım <strong>Marmaris</strong>‘e<br />

kültürel boyut, geçmiĢe özlemli bir zenginlik de<br />

katardı...<br />

Sağdan ikinci: Sabahattin Eyüboğlu, soldan ikinci<br />

:HeykeltraĢ ġadi Çalık Hürriyet’le Mavi Turda. 1966<br />

68


<strong><strong>Marmaris</strong>'in</strong> ilk Mavi Tur Teknesi 'Hürriyet' (Soldan sağa) Kadir<br />

Ayhan, Kaptan Ali Eroğlu, film yapımcısı GüneĢ Karabuda, Yazar<br />

YaĢar Kemal, (Sağdan sola) birinci ayakta duran AliFuat Eroğlu.<br />

BaĢ güvertedekiler Ġsveçli film grubu. YaĢar<br />

Kemal‘in ‗YeĢil Kertenkele‘ adlı romanını filme<br />

çekmek için gelmiĢler.<br />

Hürriyet’ Mavi Tur’da. BaĢ güvertede Ali Fuat Eroğlu<br />

ve kıçta kayınpederi kaptan Ali Eroğlu,<br />

Ansiklopedik bilgilere göre Ġngiliz Amiral Nelson<br />

Fransa‘ya karĢı savaĢ patlak verince Amiral Hood‘un<br />

Akdeniz filosuna katılır. Korsika Adasındaki Bastia Limanı<br />

kuĢatmasındaki savaĢta sağ kolunu kaybeder. Buna<br />

69


ağmen Napolyon ve filosunu takibi sürdüren Nelson,<br />

Ebukir Körfezinde yakaladığı Fransız donanmasını demirli<br />

olarak yakalayıp üstün bir manevrayla yok eder. (1798)<br />

Bu baĢarı nedeniyle kendisine Ġngiliz Lordlar kamarası<br />

üyeliği verilir.<br />

Ġngiliz Amiral Horatio Nelson 1758-1805<br />

Yukarıdaki resimde Amiral Nelson‘u, Napolyon‘a<br />

karĢı kazandığı Aboukir (Ebu Hur) deniz savaĢından<br />

sonra III. Selim‘in sorgucu ve sol kolundaki apoletin<br />

hemen altında bulunan ay-yıldızlı ―Murassa NiĢanı‖yla<br />

görüyoruz. Bilindiği üzere, Mısır‘a çıkıp Doğu Akdeniz<br />

seferini baĢarıyla gerçekleĢtiren, fakat orada mahsur<br />

kalan Napolyon o moral bozukluğuyla ve can havliyle<br />

Akka kalesine saldırmıĢsa da Türk Komutan Cezzar<br />

Ahmed PaĢa‘nın kuvvetleri karĢısında yenilmiĢ, nihayet<br />

1799 yılında bir firkateyne atlayarak Mısır‘dan Fransa‘ya<br />

kaçmak zorunda kalmıĢtı. 2010 yılı Ekim ayında bu kaleyi<br />

ve Akka Ģehrini ziyaret ettim. Ünlü Türk Komutan Cezzar<br />

Ahmed PaĢayı ve Ģehitlerimizi burada rahmetle andım.<br />

70


ĠĢte bu zafer sonrasında Osmanlı Sultanı III. Selim, Amiral<br />

Nelson‘u, ‗Bilvesile‘ Osmanlı‘ya yardımlarından dolayı<br />

tebrik etmiĢ ve bu niĢanı Ġngiliz Amiral Nelson‘a diğer<br />

hediyelerle birlikte göndermiĢtir. Bu hediyeler bugün<br />

Ġngiliz Deniz Harp Okulu‘nun bulunduğu Greenwich‘deki<br />

Deniz Müzesinde teĢhir edilmektedir. Kazandığı zaferle<br />

Osmanlı Devleti‘ne dolaylı olarak yardımda bulunan<br />

Nelson, PadiĢah‘tan aldığı pırlantalı sorgucu önemli<br />

törenlerde taktığı gibi, ‗Murassa NiĢanı‘ da göğsünden hiç<br />

eksik etmemiĢtir. Hatta 1805 yılında yapılan ünlü<br />

Trafalgar savaĢında Napolyon‘un ipini çektikten sonra<br />

savaĢta aldığı yaralardan dolayı sancak gemisinin<br />

ambarlarından birinde son nefesini verirken<br />

üniformasındaki 3 niĢandan birisi bu ay-yıldızlı zarif<br />

Osmanlı niĢanıydı. (Kaynak: Abidin Daver, ‗Abukir Deniz<br />

Harbi‘ Nisan 1950)<br />

Amiral Nelson‘un bu baĢarıları elde ederken<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e de uğrayıp yazdığı anısında izlenimlerine yer<br />

verdiğine baĢlangıçta değinmiĢtim. Burada, halen<br />

gizemini koruyan bir konuya da ayrıca yer vermek<br />

istiyorum.<br />

Çocukluğumuzdan beri büyüklerimizden Bedir<br />

Adasının Cennet Adası‘na bakan güney kıyısındaki<br />

düzlükte yabancı denizcilere ait bir mezarlık olduğunu<br />

biliyoruz. Bu mezarların hangi milliyete sahip kiĢilere ait<br />

olduğu konusunda fazla bilgimiz yoktur. Ancak yukarıda<br />

değindiğimiz bilgiler ıĢığında bir tahmin yapabiliriz.<br />

<strong>Marmaris</strong> Limanına 18.yüzyıl sonunda Ġngiliz Amiral<br />

Nelson ve savaĢ filosu gelmiĢ. Daha çok sonra da<br />

<strong>Marmaris</strong> Birinci Cihan SavaĢında Fransız donanması<br />

tarafından 1912, 1914 ve 1916 yıllarında bombalanmıĢ.<br />

1914‘de bir Alman torpido botu limana sığınmıĢ. SavaĢ<br />

sonrası da 11 Mayıs 1919‘da Ġtalyan askerleri fiilen<br />

<strong>Marmaris</strong>‘i iĢgal etmiĢ. Bu durumda aklımıza ilk gelen<br />

Amiral Nelson ve gemileridir. Zira 18. ve 19. yüzyıllarda<br />

limana Ġngiliz ve Fransız savaĢ gemilerinin girebilmesi<br />

71


kolaydı. Nelson‘un donanmasıyla <strong>Marmaris</strong> Limanını<br />

ziyaret amaçları çerçevesinde ikmal, bakım ve onarım<br />

dıĢında hasta, yaralı tedavisiyle, ölen birkaç denizcinin<br />

gömülmesi gibi nedenler düĢünülmelidir. Liman içindeki<br />

Bedir Adasının Cennet Adasına bakan yamacı da küçük<br />

bir mezarlık olarak kullanılmıĢ olabilir.<br />

Amiral Nelson‘dan takriben yüz yıldan fazla bir süre<br />

sonra Birinci Dünya SavaĢı öncesi ve sonrasında limana<br />

Fransız, Ġngiliz ve Ġtalyan gemilerinin girmiĢ olduğu bir<br />

gerçektir. Ancak, ölen denizcilerin buraya gömülmesi için<br />

yeterli zaman ve güvenli bir ortamın olmayacağı dikkate<br />

alınırsa bu seçenek ihtimal dıĢı da olabilir. ġimdi hayatta<br />

olmayan bazı süngerci ve denizci hemĢerilerimiz geçmiĢ<br />

yıllarda buraya çıkıp mezarları ve bazı taĢ parçalarıyla<br />

üzerlerinde haç iĢareti gördüklerini söylemiĢlerdir. Ancak<br />

aradan geçen yıllarda rüzgâr, yağıĢ ve nem gibi nedenler<br />

yüzeyde bir iz bırakmamıĢtır. Ne de olsa aradan takriben<br />

150 yıl geçmiĢtir.<br />

Babası balıkçı olan ve çocukluğunda mezarları<br />

gördüğünü ve yerini bildiğini söyleyen Ġsmet Erdem ne<br />

yazık ki 2008 yılında vefat etti. Bu hemĢerimiz, <strong>Marmaris</strong><br />

<strong>Belediyesi</strong>nin Tarih Bülteninde, (5) 1953 yılında Ġngiliz<br />

Donanmasına ait birkaç savaĢ gemisinin <strong>Marmaris</strong><br />

limanına dostluk ziyaretinde bulunduğunu, <strong>Marmaris</strong><br />

Kürek takımı ile düzenlenen yarıĢmada kürek takımından<br />

bir Ġngiliz askerinin fenalaĢıp vefat ettiğini, Bedir<br />

Adasındaki yabancı asker mezarlığına gömüldüğünü<br />

babasından duyduğunu belirtmiĢtir.<br />

Temmuz 2007‘de <strong>Marmaris</strong> <strong>Belediyesi</strong>ni ziyaret<br />

eden ‗Turkish Daily News‘ adlı bir yayın kurumunun<br />

muhabiri Bayan Ruth Macquiddy yabancı mezarlığını<br />

görmek istemiĢ, Ġsmet Erdem‘in ve bir Belediye<br />

görevlisinin de refakatinde bir tekneyle Bedir Adasına<br />

giderek orada varlığı bilinen mezarlığı ziyaret etmiĢlerdir.<br />

Bilinen yerde taĢ, toprak, kiremit parçaları dıĢında belirgin<br />

baĢka bir ize rastlanmamıĢtır. Aynı gazetenin 14 Temmuz<br />

72


2007 sayısında bu konuya ‗<strong>Marmaris</strong>‘s Historical Gem<br />

Rediscovered‘ (<strong>Marmaris</strong>‘in Tarihi Değeri Yeniden<br />

KeĢfedildi) baĢlığıyla değinilmiĢ, yerinde çekilen bir<br />

fotoğraf da yazıya eklenmiĢti.<br />

Sonuç olarak; ―Antik çağlardan beri <strong>Marmaris</strong><br />

limanına giren her türlü teknedeki mürettebat, asker veya<br />

yolcunun ölmesi halinde meskûn olmayan bakir yerlere<br />

gömülmesi doğaldır‖ diyorum...<br />

Bedir Adasında yabancı mezarlığı- Ġsmet Erdem<br />

(solda) Gazeteci Ruth Quiddy (sağda)<br />

Bedir Adasında varlığını bildiğimiz mezarların<br />

kimlere ait olduğu konusunda kesin bir Ģey söyleyemesek<br />

de, yukarıdaki değerlendirmeler ıĢığında yabancı<br />

askerlere ait olabileceği akla daha yakın gelmektedir.<br />

<strong>Marmaris</strong> ve Limanına 10. Osmanlı PadiĢahı olan<br />

Kanuni Sultan Süleyman‘dan sonra gelen 31. Osmanlı<br />

padiĢahı 2. Mahmut‘un oğlu, Abdülmecit‘tir. Bilindiği<br />

üzere, PadiĢah Abdülmecit kendinden sonra en son dört<br />

Osmanlı PadiĢahının babasıdır. Tanzimat Reformlarının<br />

uygulanmasını yerinde görmek için Ege Adalarını<br />

73


kapsayacak 24 günlük bir geziye çıkan PadiĢah, 2<br />

Haziran 1850‘de veliaht Aziz ve Murat efendiler, serasker<br />

Rıza PaĢa, Ticaret nazırı Ġsmail PaĢa ve Rodos‘ta güzel<br />

vakıf eserleri ihya etmiĢ Tophane MüĢir‘i (Gazi veya<br />

MareĢal) Rodoslu Ahmet Fethi PaĢa‘yı da beraberinde<br />

götürmüĢtür. PadiĢah Rodos‘u ziyaretinde Ģehrin saat<br />

kulesi, muvakkithane, (Cami yanında namaz vakitlerini ve<br />

rasatla ilgili bilgileri veren yapıt) rüĢtiye (Ortaokul) ve bazı<br />

projelerin temelini atar. (6) O yıllarda henüz nahiye olan<br />

<strong>Marmaris</strong>‘te rüĢtiye olmadığı için aile büyüklerimizden<br />

Mıstan Sokağında doğmuĢ amcam Mehmet Uysal ve bazı<br />

<strong>Marmaris</strong>liler orta eğitimini yapmak için Rodos‘a gitmiĢler.<br />

Bilindiği üzere, <strong>Marmaris</strong>‘te ilk ortaokul açılıĢı 1949–50<br />

eğitim yılında oldu. Ben de halen kullanımda olan ve vali<br />

Recai Güreli zamanında yaptırılan <strong>Marmaris</strong> Atatürk<br />

Ġlkokulunu bitirip, aynı okulun üst katının Orta Okul olarak<br />

açılmasından sonra 1952–53 öğretim yılında ilk mezun<br />

olan <strong>Marmaris</strong>lilerdenim. <strong>Marmaris</strong>‘te lise eğitimi ise 1973<br />

yılında baĢlamıĢtır. Bu ayrıntıyı not olarak düĢtükten<br />

sonra Osmanlı PadiĢahı Abdülmecit ve heyetinin Ege<br />

adalarına 24 gün süren gezisinde <strong>Marmaris</strong> Limanına<br />

uğramadan geçtiği düĢünülemez. O dönemde <strong>Marmaris</strong><br />

Mütevelli heyeti baĢkanı olan (Yönetici-Voyvoda) büyük<br />

dedem Zeynel Abidin (1805--1875) bu heyeti karĢılayıp<br />

(1850) ve <strong>Marmaris</strong>‘te ağırladığı aile büyüklerimize<br />

söylenmiĢtir. Düne kadar <strong>Marmaris</strong>‘e sadece Kanuni<br />

Sultan Süleyman gelmiĢ diye bilinirken, PadiĢah<br />

Abdülmecit‘in de <strong>Marmaris</strong>‘i muhtemelen denizden gelip<br />

ziyaret etmesi olasıdır. .<br />

Türk Denizcilik Tarihine deniz trajedisi olarak geçen<br />

bir olaya da burada kısaca değinmek istiyorum. Japon<br />

Ġmparatoru Meiji ülkeler arası iliĢkileri pekiĢtirmek için<br />

Prens Komatsu Akihito‘yu Amerika ve Avrupa‘ya, sonra<br />

da Ġstanbul‘a gönderir. (1887) PadiĢah II. Abdülhamit<br />

Prens‘in niĢan ve hediyelerini kabul ederek bir savaĢ<br />

gemisini iadei ziyaret için Japonya‘ya göndermeyi<br />

kararlaĢtırır. 1889 yılının 14 Temmuz günü Japonya‘ya<br />

74


gitmek üzere Ġstanbul‘dan hareket eden Ertuğrul<br />

Firkateyni aynı ay içinde <strong>Marmaris</strong> Limanına da uğrayıp<br />

demirler. <strong>Marmaris</strong> Limanında ne kadar kaldığına dair bir<br />

bilgiye ulaĢamadım. Bilindiği üzere Ertuğrul‘un 11 ay<br />

süren maceralı yolculuğu sonunda Japonya‘ya varıĢı 17<br />

Haziran 1890 tarihidir. Ertuğrul burada 3 ay kaldıktan<br />

sonra 15 Eylül 1890 tarihinde dönüĢe geçmiĢ, daha seyrin<br />

ikinci gününde yakalandığı amansız fırtınada kayalara<br />

çarparak batmıĢtır. Bu elim olayda 607 Türk<br />

Denizcisinden sadece 69‘u kurtulabilmiĢ, diğerleri boğulup<br />

Ģehit olmuĢlardır. (7) Bu elim olay denizcilik tarihimizde<br />

yer almıĢ, ayrı bir inceleme ve değerlendirme konusu<br />

olmuĢtur.<br />

Ertuğrul Firkateyni<br />

<strong>Marmaris</strong> Limanının yakın tarihimizde en önemli<br />

ziyaretçisi, Cumhuriyetimizin kurucusu, Büyük önder<br />

Atatürk‘tür. Atamız <strong>Marmaris</strong>‘e iki defa gelmiĢtir. Bu<br />

konuda hemĢerimiz Emekli öğretmen sayın Duran Ergül<br />

‗ün bir araĢtırması olmuĢ, edinilen bilgiler <strong>Marmaris</strong> Tarih<br />

Bülteninde yayınlanmıĢtır. Kaynak olarak ise<br />

CumhurbaĢkanlığı BaĢyaverliğinin ‗Nöbet Defteri‘ adlı<br />

kayıtları gösterilmiĢtir. Bundan ayrı olarak kendi<br />

araĢtırmamda Prof. Dr. Sayın Utkan Kocatürk‘ün<br />

Kaynakçalı ‗Atatürk Günlüğü‘, ‗Doğumundan Ölümüne<br />

75


Atatürk‘ adlı kitabında da bu bilgiler doğrulanmıĢtır.(8) Bu<br />

kaynaklara göre; Atamız ―Gülcemal‖ adlı gemiyle 30 Ocak<br />

1933 günü Fethiye‘den <strong>Marmaris</strong> Limanına gelmiĢ, bir<br />

gece kaldıktan sonra 31 Ocak günü Ġzmir‘e gitmek üzere<br />

limandan ayrılmıĢtır.<br />

Gülcemal Gemisi (1874-1937)<br />

Atamızın ikinci ziyareti (9) bu defa ‗Ege‘ adlı vapurla<br />

23–24 ġubat 1935 tarihinde olmuĢtur. (10) Bu iki<br />

ziyaretten ayrı olarak <strong>Marmaris</strong> Tarih Bültenindeki<br />

demecinde hemĢerimiz 1930 doğumlu Zühtü TaĢkın daha<br />

kendisinin 6 yaĢında ilkokula giden öğrenci<br />

olduğunu,1936 yılının 20 Mayıs günü Atamızın<br />

‗Sadıkzade‘ adlı vapur ile <strong>Marmaris</strong>‘e geldiğini,<br />

öğretmenleriyle Atatürk‘ü vapurda ziyaret ettiklerini<br />

söylemiĢtir. Bu ziyarete dair araĢtırmalarda bir kayda<br />

rastlanmamıĢtır.<br />

<strong>Marmaris</strong> Atatürkçü DüĢünce Derneği ve <strong>Marmaris</strong><br />

<strong>Belediyesi</strong> Ulu Önderimiz Atatürk‘ün <strong>Marmaris</strong>‘e ilk geliĢ<br />

tarihi olan 30 Ocak 1933 tarihini her yıl anma kararı<br />

almıĢtır. Ġlk defa 30 Ocak 2010 tarihinde bu anlamlı gün<br />

<strong>Marmaris</strong> Atatürk Anıtı önünde yapılan törenle kutlanmıĢ,<br />

30 Ocak 2011 günü de tekrarlanmıĢtır.<br />

Cumhuriyetimizin kurucusu, 20. yüzyılın en iyi asker<br />

ve devlet adamı olarak ünü dünyaya yayılan büyük önder<br />

76


Atatürk‘ün <strong>Marmaris</strong>‘e geliĢi biz <strong>Marmaris</strong>liler için büyük<br />

bir onur ve gururdur. Atamızın yukarıda tarihleri<br />

belirttiğimiz ziyaretleri kısa sürelidir. Ġlk ziyareti kıĢ<br />

mevsiminin tam ortasında Ocak ayında olmuĢtur. KıĢın<br />

denizden yapılan böyle bir ziyaretin önceden planlanmıĢ<br />

olsa bile gemi kaptanının hava ve deniz koĢullarını<br />

dikkate alarak önerisi dikkate alınarak yapıldığı kabul<br />

edilmelidir. O günlerin gemileri bu günküler gibi her tür<br />

hava ve deniz koĢullarlında seyir yapabilir durumda<br />

değildi. Atamızın <strong>Marmaris</strong>‘e gelip de Ģehre inmeyiĢini<br />

yanlıĢ yorumlayanlar büyük hata yaparlar.<br />

Atatürk <strong>Marmaris</strong>‘e 30 Ocak 1933 günü geldiğinde<br />

önceden nükseden sağlık sorunları olduğu<br />

düĢünülmelidir. Bu mevsimde yapılan seyahat bir ‗Mavi<br />

Tur‘ değildir. Seyahat 52 yaĢındaki Atatürk‘ün amacı<br />

kurduğu Cumhuriyetin kıyılarını bir de denizden izlemek,<br />

yaptığı ve yapılması gereken devrimlerin dinlenmiĢ bir<br />

zihin ve bedenle gözden geçirilmesi için uygun bir çalıĢma<br />

ortamında olmaktan baĢka bir Ģey değildir.<br />

YaĢlı ve Ģimdi aramızda olmayan değerli<br />

büyüklerimden öğrendiğime göre, <strong>Marmaris</strong>liler Ata‘sına<br />

‗HoĢ Geldiniz‘ demek için kayıklara, motorlara doluĢarak<br />

gemiyi ziyarete gitmiĢlerdir. Atamızın <strong>Marmaris</strong> Limanına<br />

geliĢlerinin programda olup olmadığını bilemiyoruz.<br />

Mutlaka bu kısa ziyaretler hava ve deniz koĢullarına,<br />

geminin ikmal ve onarım ihtiyaçlarına ve bir de<br />

CumhurbaĢkanı olarak zaman, görev ve sorumluluklar<br />

dikkate alınarak yapılmıĢtır. <strong>Marmaris</strong>‘in 1933 yılında<br />

nüfusu 2000, 1935‘de ise 2500 civarındadır. <strong>Marmaris</strong><br />

geçmiĢ yıllarda çok değiĢken, rakamlarla iniĢ ve çıkıĢ<br />

gösteren bir nüfus yapısına sahiptir.(11) Böyle küçük<br />

yerleĢim birimlerine CumhurbaĢkanı düzeyinde devlet<br />

adamları, hele bir kıĢ mevsiminde denizdeyken yerleĢim<br />

yeri mülki amirliğine hitaben bir mesajla iletiĢim kurulur,<br />

doktor önerisi ve hava durumu dahil her türlü koĢul<br />

dikkate alınarak ziyarete çıkılıp çıkılmama kararı alınır. Bu<br />

karar çıkmama yönündeyse mülki ve yerel yönetim<br />

77


amirleri bir heyetle gemiyi ziyaret ederler. <strong>Marmaris</strong>‘te de<br />

aynen bu olmuĢtur.<br />

Bu büyük insan, komutan ve devlet adamı, Askeri<br />

Ġdadi‘den (Lise) Harp Okulu, Kurmay Akademisine,<br />

ġam,(Suriye) Trablusgarp, (Libya) Sofya, (Bulgaristan)<br />

Çanakkale, Arıburunlar,‘dan Milli Mücadele ve<br />

Kongrelere, TBMM‘ini kurmaktan Ġnönüler, Sakarya,<br />

Büyük Taarruz ve Büyük Zafer‘e, Cumhuriyeti kurma,<br />

Devrimleri gerçekleĢtirmekten isyanları bastırmağa kadar<br />

geçen çetin ve amansız süreçte önce bir insan olarak<br />

mutlaka yorulmuĢtur. Bütün bunları yaparken sağlık<br />

sorunlarına aldırmamıĢ, kurduğu Cumhuriyetin ebediyen<br />

yaĢaması için durmak bilmeden çalıĢmaya devam<br />

etmiĢtir. Bu hızlı ve zor hayati görevler sağlık sorunlarını<br />

daha da arttırmıĢ, henüz genç sayılacak yaĢta ruhunu<br />

Yüce Allah‘a, fikir ve düĢüncelerini, kurduğu Cumhuriyeti<br />

Yüce Türk Milletine emanet ederek aramızdan ayrılmıĢtır.<br />

CumhurbaĢkanı Gazi Mustafa Kemal 29 Ekim 1933<br />

günü Cumhuriyetin kuruluĢunun onuncu yıl dönümü<br />

töreninde ―Onuncu Yıl Söylevi‘ni okurken <strong>Marmaris</strong> halkı<br />

Ģimdi Liman BaĢkanlığının bulunduğu meydana<br />

toplanmıĢ, radyolardan hem söylevi dinliyor, hem de<br />

meydana sarı yaldızla boyanmıĢ bir Atatürk büstünün<br />

açılıĢ törenini izliyordu. Bu büstün denize bakan<br />

kaidesinde ―Cumhuriyetin 10. Yıldönümü burada kutlandı‖<br />

yazılıydı. Biz milli bayram ve Atamızı anma törenlerini hep<br />

bu anıtın çevresinde toplanarak yaptık. Atamızın 10. yıl<br />

söylevinin son cümlesi o gün adeta <strong>Marmaris</strong>lilerin<br />

belleğine kazınmıĢtır. Atamızın söylevi hepimizin bildiği<br />

üzere Ģu tümcelerle bitiyor:<br />

―Türklüğün unutulmuĢ büyük medenî vasfı ve büyük<br />

medenî kabiliyeti bundan sonraki inkiĢafıyla, geleceğin<br />

yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneĢ gibi<br />

doğacaktır. NE MUTLU TÜRKÜM DĠYENE!<br />

78


29 Ekim 1933 Atatürk Büstünün <strong>Marmaris</strong>'te açılıĢı<br />

1936 yılında, Yüce Atatürk‘ün kurduğu genç<br />

Cumhuriyetin ilke ve devrimlerinden her <strong>Marmaris</strong>li gibi<br />

etkilenen Atatürkçü Öğretmen Ferit Kayan hissiyatını Ģu<br />

cümlelerle Ģiire dönüĢtürüp yine kendisi ‗MarĢ‘ olarak<br />

<strong>Marmaris</strong> Gençliğine armağan ediyor. <strong>Marmaris</strong> ve<br />

<strong>Marmaris</strong>li Milli MarĢ‘ımızdan sonra iĢte aĢağıdaki kendi<br />

marĢını da yazıp söylemeye baĢlıyor.<br />

79


<strong>Marmaris</strong> Gençlik MarĢı<br />

Ġnleyen Akdeniz‘i bağrına basmak için,<br />

Uzanan kollarında gücün var mı derlerse.<br />

Turgut‘un vasiyeti Ģahlansın için için,<br />

<strong>Marmaris</strong> çocuklarına ufuk dar mı derlerse.<br />

Kudretin can damarı gençliğin kalbindedir,<br />

O gençlik ki kalbini yurda armağan verir.<br />

AĢka susayan gönül akmadan durulur mu ?<br />

Ülküyle yanan gönül zincire vurulur mu?<br />

Lastik adalelerle, bakırlaĢmıĢ tenlerle,<br />

Sırtımızda on bin yıl yarına koĢuyoruz.<br />

Tarihsel yolumuzda koĢtukça coĢuyoruz,<br />

CoĢtukça koĢuyoruz, koĢtukça coĢuyoruz.<br />

Ġkinci Cihan SavaĢı‘nın baĢladığı 1939 yılı baĢında<br />

Genelkurmay BaĢkanı MareĢal Fevzi Çakmak Muğla ve<br />

çevresindeki askeri birlikleri denetlemek için gemiyle<br />

<strong>Marmaris</strong> Limanına gelir. (12) Muğla Valisi Recai Güreli<br />

tarafından 1938 yılında yaptırılan <strong>Marmaris</strong> Atatürk<br />

Ġlkokuluyla halen Kaymakamlık Binası olarak<br />

kullanılmakta olan Hükümet Konağını ziyaret eden<br />

MareĢal Fevzi Çakmak mülki, askeri erkân ve halkla<br />

yaptığı temaslarda harbin olası geliĢmelerinin ülke ve<br />

bölge üzerindeki etkilerini ve alınacak önlemler<br />

konusunda bilgi alıĢ veriĢinde bulunur.<br />

80


MareĢal Fevzi Çakmak <strong>Marmaris</strong>'te-1939<br />

Ġkinci Dünya SavaĢında <strong>Marmaris</strong> Limanı ve en<br />

yakınındaki Akdeniz‘in önemli adalarından birisi olan ve<br />

390 yıl Türk Ġdaresinde kalan Rodos‘un durumuna kısaca<br />

değinerek cereyan eden dramatik birkaç olaya da burada<br />

yer vermek istiyorum.<br />

Bilindiği üzere tarih boyunca Doğu ve Batı<br />

Akdeniz‘de ticaret yolunu kontrol eden Kıbrıs, Rodos ve<br />

Girit Adaları adlarından sıkça söz edilen kara parçaları<br />

olmuĢlardır. <strong>Marmaris</strong> özelinde Rodos Adası, Anadolu<br />

Yarımadasına en yakın konumda bulunması nedeniyle<br />

sosyal, ekonomik ve siyasi iliĢkilerde hep öne çıkmıĢtır.<br />

Daha erken çağlarda olduğu gibi 15. yüzyıldan beri<br />

coğrafi konumu ve Anadolu sahillerine yakınlığı<br />

dolayısıyla Türk- Müslüman Ticareti ve kutsal yerleri<br />

ziyaret etmede sorun yaratmıĢtır. Zamanla Akdeniz<br />

Korsanlık Merkezine dönüĢen Rodos‘un elde<br />

bulundurulması gerekliliği Selçuklular ve Beylikler<br />

döneminde düĢünülmüĢ, Fatih Sultan Mehmet döneminde<br />

giriĢimlerde bulunulmuĢ ve nihayet Kanun Sultan<br />

Süleyman tarafından kuĢatılıp Osmanlı topraklarına<br />

katılmıĢtır. Birinci Dünya SavaĢı öncesinde 1912‘de Ġtalya<br />

81


tarafından iĢgal edilen Rodos, Ġkinci Dünya SavaĢı<br />

sırasında Almanlar tarafından iĢgal edilince Müttefiklerin<br />

karĢı koymasıyla savaĢ alanına dönüĢmüĢtür. Özellikle<br />

savaĢın en kanlı cereyan ettiği yıl olan 1944‘de çoğunluğu<br />

Türk soydaĢlarımız olan ama aralarında Ġtalyan, Fransız,<br />

Rum, Yahudi ve hatta Alman göçmenler temin ettikleri<br />

yüzer vasıtalarla adadan kaçmaya baĢlamıĢlardır. Sayıları<br />

binlerle ifade edilen bu insanlar aç ve sefil vaziyette baĢta<br />

yerleĢim yeri olan <strong>Marmaris</strong> Limanına, deniz ve hava<br />

Ģartları müsait olmazsa en yakın ‗KarĢıyaka‘ denilen<br />

Datça-Bozburun Yarımadasına ulaĢmayı amaçlamıĢlardır.<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e ulaĢanlar camilere, okullara hatta evlere<br />

dağıtılmıĢ, kendilerine Kızılay ve halk tarafından yiyecek,<br />

içecek, giyecek verilmiĢtir.<br />

Bu büyük göçün olduğu 1944 yılında 7 yaĢımda<br />

okula yeni baĢlayan bir çocuktum. AkĢamları Rodos<br />

Adasının bombalanıĢını ve mermi ve topların çıkardığı<br />

sesi duyar, alevini havada görürdük. <strong>Marmaris</strong>‘te özel<br />

seferberlik uygulaması vardı. Evlerde karartma<br />

uygulanıyordu. Okul önlüklerimizin beyaz olan yakalarını<br />

takmıyorduk. Birçok yiyecek, içecek, yakacak maddesi<br />

karneyle veriliyordu. Eski camiye alınan göçmenler<br />

baĢlarında bekçi veya polis nezaretinde Mıstan Sokağının<br />

deniz kıyısına getiriliyor, denizde yıkanmaları<br />

sağlanıyordu. Evimizin kerevetinden (Tahta balkon)<br />

denize giren göçmenlerin dalıp taĢlardan topladıkları<br />

denizkestanelerini (kara dikenleri) elleriyle yumurta kırar<br />

gibi açıp içini yediklerini izlerdim. Gördüklerim açlık ve<br />

sefaletin ta kendisiydi. Annemin yardım edemeyiĢine<br />

üzüntüsünü ―Bir iki kiĢi değiller ki ekmekle, Ģekerle<br />

beslesek, bu kadar insana ne verilebilir ki‖ demesini daha<br />

dün gibi anımsarım. Yine diğerlerine göstermeden<br />

acınacak haldekilere bir Ģeyler vermeye gayret ederdi.<br />

Aslında bizim de ekmek dahil verecek fazla yiyeceğimiz<br />

yoktu. Ekmek, kibrit, gaz yağı, Ģeker gibi temel gıda<br />

maddeleri karneyle veriliyordu. Buna rağmen biz<br />

<strong>Marmaris</strong>liler elimizdekileri onlarla ve Rodos‘ta kalan<br />

82


soydaĢlarımızla paylaĢtık, göçmenlere misafirperverlik<br />

gösterdik. Birçok aile göçmenleri evlerinde konuk etti.<br />

O günlerde Rodos‘un idaresi halen Almanların<br />

elinde olduğu için Türkiye‘ye iltica etmek isteyen<br />

göçmenlere Almanlar yardım ediyorlardı. (13) Adı ‗Anna‘<br />

olan bir Alman gemisine sayısı 200 kadar olan ve<br />

çoğunluğu Türk olan göçmenler doluĢur. Gemi gecenin<br />

karanlığında Rodos‘tan ayrılıp <strong>Marmaris</strong>‘in Kadırga<br />

Burnuna yakın bir yere ulaĢtığında motoru bozulur. Deniz<br />

fırtınalı ve dalgalıdır. Gemi imdat ister. Bir Türk gemisi<br />

halat atarak gemiyi kayalarda parçalanmaktan kurtarıp<br />

<strong>Marmaris</strong> Limanına kadar çeker. Gemide ve <strong>Marmaris</strong>‘te<br />

karartma uygulandığından göz gözü görmez. Gemidekiler,<br />

ıslak yatak, battaniyelerde aç, susuz ve hasta durumda<br />

umutlarını yitirmek üzeredirler. <strong>Marmaris</strong> ve liman<br />

yetkilileriyle irtibat sağlanamamıĢtır. ĠĢte tam o sırada<br />

gemide göçmen olarak bulunan bir ailenin 18–19<br />

yaĢlarındaki ‗Çelenk‘ isimli kızı bu durumdan kurtulmanın<br />

çaresini denize atlayıp kıyıya yüzerek gidip ilgililere haber<br />

vermekte bulur. Ve de öyle yapar. Ġlgililere ulaĢır. Gemiye<br />

yardım gelir. Göçmenler kurtarılır. Sağlık muayene ve<br />

tedavileri yapılıp geçici konaklamaları sağlanır.<br />

Aralarında, uzun süren açlıktan sonra birden yemek<br />

yemeleri yüzünden ölenlerin, hasta olanların varlığından<br />

söz edilir.<br />

Yine o günlerin bir sabahında okul giysimi giymiĢ<br />

tam evden çıkacakken Yalancı Boğaz üzerinden alçaktan<br />

uçarak bizim evin üzerine doğru gelmekte olan bir uçağı<br />

gördüm. Evin içinde ve kerevette hepimiz yere yattık.<br />

Uçak neredeyse çamaĢır tellerine takılacak vaziyette<br />

alçaktan uçup geçti. Ağabeyim, ―Bu Ġngiliz uçağı‖ dedi.<br />

Uçağın kuyruğundaki Ġngiliz Bayrağını görmüĢ. Sonra<br />

okulda duyduk ki o uçak arızalıymıĢ veya Alman<br />

uçaklarının açtığı ateĢle isabet alarak zorunlu olarak<br />

Gökova‘ya iniĢ yapmıĢ. Gökova‘da o zaman bugünkü gibi<br />

okaliptüs ağaçları yüksek değildi. Henüz taze fidandılar.<br />

Bunların hemen kuzey doğusundaki arazide uçak pisti<br />

83


vardı. Pervaneli küçük keĢif uçakları için buraya bir pist<br />

yapılmıĢtı. Anılan uçak bu piste inmiĢti. Yanılmıyorsam bu<br />

uçak harp sonrasında bir süre daha Gökova‘da kaldı.<br />

Muğla‘ya giderken uçağı pistte gördüğümü iyi<br />

hatırlıyorum. Sonrasında, ―Hükümetin verdiği izinle Ġngiliz<br />

Büyük Elçiliği uçağı parçalara ayırtarak Ġngiltere‘ye<br />

taĢıtmıĢ‖ denildi.<br />

KeĢke bu uçağı tarihi bir olayın simgesi, anısı olarak<br />

yerinde sergilemeyi düĢünebileydik...<br />

Kitap çalıĢmamı tamamlayıp yeniden gözden<br />

geçirdiğim 2011 yılının ġubat ayında <strong>Marmaris</strong> Limanına<br />

Amerikan Deniz Kuvvetlerine ait ‗Enterprise‘ adlı Uçak<br />

Gemisi geldi. Limanda dört gün kaldı. Dev uçak gemisi<br />

halkın ziyaretine açık olunca bir grup arkadaĢla biz de<br />

ziyaret ettik. Gemiyi ziyaretimizde bir hemĢerimizin<br />

―Buradan sonra rotanız nereye‖ sorusuna görevli subay<br />

―Eve‖ demiĢti. Oysa o günlerde Kuzey Afrika‘nın Akdeniz<br />

kıyılarındaki Tunus, Mısır ve Libya gibi ülkelerde<br />

karıĢıklıklar vardı. Bu devasa savaĢ makinesinin eve<br />

gitmesi hiç olası değildi. Amerikan Subayı haklıydı. Asker<br />

kökenli olduğum için ―Öyle soruya ancak böyle yanıt<br />

verilir‖ dedim. Oysa ‗Enterprise‘ eve gitmeyip, Libya<br />

açıklarından üzerindeki uçaklarla Albay Kaddafi<br />

destekçileri üzerine füze yağdırmaktaydı. Önce Tunus,<br />

sonra Mısır‘da yönetim değiĢti. Libya‘da iç savaĢ ve<br />

ardından müttefik güçlerin havadan ve denizden ateĢli<br />

müdahalesi kitabı yayına verdiğim günlerde halen devam<br />

ediyordu. Libya‘daki iç savaĢın anılan diğer Kuzey Afrika<br />

ülkelerinden daha kanlı ve tehlikeli safhaya dönüĢmesiyle<br />

bu ülkede çalıĢmakta olan takriben 20–25 bin Türk<br />

ĠĢçisinin hayatı tehlikeye girince acilen Türkiye‘ye<br />

tahliyelerine karar verildi. Bunun için en yakın yer olan<br />

<strong>Marmaris</strong> Limanı tercih edildi. Denizden <strong>Marmaris</strong><br />

Limanına askeri ve sivil gemilerle, havadan uçaklarla<br />

Dalaman Hava Limanına getirilen çoğunluğu Türk ve<br />

diğer ülke vatandaĢları kısa zamanda vatanlarına,<br />

evlerine döndüler. Devletimiz, Türk Kızılay‘ı, yerel<br />

84


yönetimler, <strong>Marmaris</strong>liler ve tüm iĢletmeler gelen<br />

göçmenlere sıcak ilgi ve yardımlaĢma içinde olarak<br />

dünyaya örnek bir davranıĢ sergilediler. Bu olay bize<br />

Ģunları gösterdi, anımsattı:<br />

Türkiye kıtalar arası ve denizaĢırı bir operasyonu,<br />

özellikle barıĢçıl, insan ve haklarını koruma, kurtarma<br />

konusunda yeterli donanıma ve lojistik kapasiteye sahiptir.<br />

GerçekleĢen tahliye operasyonu bir nebze de olsa<br />

koĢulların ve aradaki mesafenin bugünkü kadar uygun<br />

olmadığı 15.yüzyıl sonunda ecdadımızın beĢ yüz bin<br />

Yahudi‘yi Ġspanya‘dan tahliye edebildiği tarihi olayı da<br />

anımsattı.<br />

Böylece ‗<strong>Marmaris</strong>‘in Mıstan Sokağı‘ adlı kitabımın<br />

‗<strong>Marmaris</strong> Limanı ve Ziyaretçileri‘ baĢlıklı bölümünde en<br />

yakın tarihte vukua gelmiĢ bir olay da yer almıĢ oldu. ĠĢte<br />

tarih budur, ve tarihi bu yüzden severim...<br />

85


Kaynakça<br />

(1) <strong>Marmaris</strong> Tarihi-K.Ekrem Uykucu-1970<br />

(2) <strong>Marmaris</strong> Kasabası Kısa Tarihçesi- O. Levent Seral<br />

04.04.1998<br />

(3) Osmanlı Tarihi- Ord. Profesör Ġ.Hakkı UzunçarĢılı<br />

(4) The Turquois Coast of Turkey-Rod Heikell<br />

(5) <strong>Marmaris</strong> Tarih Bülteni-Sayı 15<br />

(6) Rodos‘ta Saklı Zamanlar –ġahap KaĢlıoğlu-2007<br />

(7) Doğumundan ölümüne Atatürk- Prof. Dr. Utkan<br />

Kocatürk<br />

(8) <strong>Marmaris</strong> Tarih Bülteni Sayı: 30-45<br />

(9) <strong>Marmaris</strong>‘in ġanlı Tarihi (fotoğraf) <strong>Marmaris</strong> Ticaret<br />

Odası 30.8.2010<br />

(1)<strong>Marmaris</strong> Tarihi-K.Ekrem Uykucu-1970<br />

(1) Denizde Efelik Olmaz-Fatma Çimen -2007<br />

(1) Rodos-Anılar ve Tarihçe- M.Sadi Nasuhoğlu<br />

Erol Uysal <strong>Marmaris</strong> Ortaokulundayken Cumhuriyet<br />

Bayramında<br />

86


ġANLI YAVUZ VE KÖPEK BALIĞI<br />

Yukarıdaki yazı baĢlığı altında <strong>Marmaris</strong> Limanını<br />

ziyaret eden iki misafire ayrıca değinmeyi uygun gördüm.<br />

Bilindiği üzere, eski Neolitik (TaĢ Devri) çağlardan beri<br />

insanlar ticaret, ulaĢım ve keĢifler için denizlere açılmıĢlar,<br />

limanları, adaları sıkça ziyaret etmiĢlerdir. <strong>Marmaris</strong><br />

Limanı da Akdeniz‘le Ege‘nin birleĢtiği çok stratejik bir yer<br />

ve barınaklı konumda olduğundan tarih boyunca önem<br />

kazanmıĢtır. En yakın tarihimizde, özellikle Birinci Cihan<br />

SavaĢı yıllarında <strong>Marmaris</strong> Limanı dıĢındaki sularda Türk,<br />

Alman, Fransız, Ġngiliz, Ġtalyan ve Yunan savaĢ gemileri<br />

devriye görevi yapmıĢlar, en yakın Rodos, Ġstanköy,<br />

Sömbeki ve Meis gibi Adalar Ġtilaf Devletleri<br />

donanmalarının uğrak ve ikmal yerleri olmuĢtur. <strong>Marmaris</strong><br />

ve diğer Ege‘ye kıyısı bulunan limanlarımız bombalanmıĢ,<br />

halk bundan zarar görmüĢtür.<br />

Yakın tarihte görülen siyasal ve askeri stratejik<br />

geliĢimlerle ilgili olarak Türk Deniz Kuvvetlerinde savunma<br />

amaçlı bazı kuvvet kaydırmaları oldu. . Doğu Akdeniz<br />

Ülkelerindeki siyasi istikrarsızlıklarla, Batı komĢumuz<br />

Yunanistan‘ın Kıbrıs baĢta olmak üzere kıta ve hava<br />

sahanlıkları, adaların silahlandırılması, kara suları gibi<br />

bazı önemli konularda uluslararası antlaĢmalar hilafına<br />

siyaset yapmaya baĢlamasından sonra sadece<br />

Marmara‘da değil, Ege ve Akdeniz‘de de deniz üssü<br />

bulundurmak gereği duyuldu. Böylece, 1980‘li yıllarda<br />

<strong>Marmaris</strong> yakınındaki Aksaz Limanı Deniz Üs Komutanlığı<br />

oldu. Bu Üs ve Liman aynı zamanda NATO Üyesi<br />

Ülkelerin savaĢ gemilerinin ziyaret, ikmal ve destek gibi<br />

ihtiyaçlarını da karĢılamaktadır. Esasen Türk Donanması<br />

anılan üs yapılmadan önce de <strong>Marmaris</strong> ve Doğu<br />

Akdeniz‘deki limanlarımızı sıkça ziyaretler yapardı. Türk<br />

Donanması ve Bahriyesi önce <strong>Marmaris</strong> ve<br />

<strong>Marmaris</strong>lilere, sonra da Akdeniz‘e daha yakın konumda<br />

olup uluslar arası antlaĢmaların gereği olarak uzak<br />

87


denizlerde emniyet, denetim ve devriye görevlerine<br />

<strong>Marmaris</strong>‘ten çıkmaktadır. ġanlı Sancağımızı uluslar arası<br />

sularda dünya barıĢı ve güvenliğinin birer bekçileri olarak<br />

dalgalandırmaktadırlar. Aksaz Limanı, Akdeniz ve<br />

Bölgedeki tesanütün eskiye nazaran daha iyi durumda<br />

olması nedeniyle NATO müttefiki ve dost yabancı deniz<br />

kuvvet donanma ziyaretlerine de izin vermektedir. .<br />

Özellikle, 1950‘li yıllardan itibaren Donanmamızı<br />

Akdeniz‘de meydana gelen kriz dönemlerinde ve yıllık<br />

planlı tatbikat veya manevralarda <strong>Marmaris</strong> limanında sık<br />

görürdük. Çocukluk yıllarımızda bahriyenin geliĢiyle<br />

<strong>Marmaris</strong> birden Ģenlenir, donanma kıyıya bando çıkarıp<br />

gösteri yapar, askerlerden oluĢan futbol, voleybol, yüzme<br />

ve kürek takımlarıyla <strong>Marmaris</strong>liler spor yarıĢmaları<br />

düzenler, donanmadan karaya sinema makinesi çıkarılır,<br />

film gösterileri izlerdik. <strong>Marmaris</strong>‘in genç kızlarından bir<br />

kaçı azıları gönlünü bir denizciye kaptırıp evlenmiĢ, bize<br />

de bahriyeli eniĢte kazandırmıĢlardır. Özetle söylemek<br />

gerekirse eski <strong>Marmaris</strong>‘te sivil-asker iĢbirliğinin güzel ve<br />

mutlu örnekleri sergilenmiĢ, bu durum Ģimdi de aynen<br />

devam etmektedir…<br />

ġanlı Yavuz seyirde (1947)<br />

88


Buradan itibaren yazı baĢlığımız ‗ġanlı Yavuz ve<br />

Köpek Balığı‘na dönelim.<br />

Deniz Kuvvetlerimize ait donanmanın tatbikat ve<br />

manevra sonrası <strong>Marmaris</strong> Limanına sık ziyaret yaptığına<br />

önceden değinmiĢtim. Donanmanın o zaman sancak<br />

gemisi olan ve yakın tarihimizdeki rolünü yakından<br />

bildiğimiz Yavuz zırhlısının kendisi baĢlı baĢına bir kitaba<br />

sığmayacak kadar görev ve olayların içinde olmuĢtur.<br />

Bunlara kısaca değinelim.<br />

Yavuz, yakın tarihimizde adından çok bahsedilen<br />

zamanın bir savaĢ makinesiydi. Benim çocukluk ve<br />

ergenlik yıllarımda askerlik çağına gelmiĢ <strong>Marmaris</strong>li<br />

gençlerden Yavuz‘da bahriye askerliği yapan birçok<br />

hemĢerimiz vardı. Berber dükkanlarının ayna veya<br />

duvarlarında bu zırhlının veya üzerine hatıra olarak bu<br />

gemide askerlik yapan hemĢerinin baĢında ‗TCG.YAVUZ‘<br />

yazılı bahriyeli Ģapkasıyla çekilmiĢ fotoğrafı olurdu. Ne de<br />

olsa Yavuz‘da askerlik yapmak biraz da ayrıcalıktı.<br />

HemĢerimiz Mustafa Peköz Yavuz‘da askerliğini yapan<br />

onlarca <strong>Marmaris</strong>liden sadece biridir. Burada, <strong>Marmaris</strong><br />

Limanında demirli iken içinde kendi adının da geçtiği<br />

‗Yavuz‘un iki olayına değineceğim.<br />

89


ġanlı Yavuz <strong>Marmaris</strong>’te - 1951<br />

<strong>Marmaris</strong>li Denizci Mustafa Pekoz Yavuz'da bahriye<br />

askeriyken -1951<br />

90


Yavuz, anımsanacağı üzere 1912 yılında Alman<br />

tezgahlarında yapıldı. Ġlk adı ‗Goben‘ olan bu zırhlı diğer<br />

sınıftaĢı ‗Breslau‘ ile birlikte Birinci Cihan SavaĢının<br />

baĢlangıcında 10 Ağustos 1914 günü Ġngiliz savaĢ<br />

gemilerinin takibinden kaçarak Çanakkale Boğazı önlerine<br />

gelirler. Boğazdan içeri girme izni isterler. Bu izin hemen<br />

verilir. Ġngilizlere gemilerin Osmanlı Devleti tarafından<br />

satın alındığı söylenir. Zira Osmanlı Devleti Almanya ile 2<br />

Ağustos 1914 tarihinde ittifak imzalamıĢtır. Anılan<br />

gemilerin adları ‗Yavuz Sultan Selim‘ ve ‗Midilli‘ olarak<br />

değiĢtirilip, direklerine de Türk Bayrağı çekilerek<br />

Karadeniz‘e açılırlar. Kırım yarımadasındaki Sivastopol,<br />

Odessa, Novrosiyk, Teodosya limanlarını bombalarlar.<br />

Doğal olarak bu durum Türklerin savaĢta fiilen Almanların<br />

yanında olunduğunu göstermiĢtir. Yavuz savaĢ süresince<br />

Karadeniz‘de aktif kalır. 10 Mayıs 1915‘te 17 gemiden<br />

oluĢan bir Rus filosundan kurtulmayı son anda baĢarır. 8<br />

Ocak 1916‘da ‗Imperatriza Maria‘ gemisinin 30,5 santimlik<br />

toplarının ateĢi altında kalır. 20 Ocak 1918‘de Yavuz ve<br />

Midilli bu kez Amiral Hubert von Rebeur-Paschwitz<br />

komutası altında ilk kez Çanakkale‘den çıkıp Selanik‘e<br />

giderler. Yavuz‘un yardımıyla HMS Raglan ve M28<br />

batırılır. Lakin kader arkadaĢı Midilli mayına çarparak<br />

batar. Yavuz da üç mayın yarası alıp zar, zor Çanakkale<br />

boğazına döner. Çanakkale yakınlarında karaya oturtulur.<br />

26 Ocakta yüzdürülerek 1927 yılında yeniden donanmaya<br />

katılana kadar Ġstanbul‘da demirli kalır. Bu arada adı<br />

‗Yavuz Selim‘ olarak değiĢtirilir. 1930‘ da Türkiye<br />

Cumhuriyeti Donanmasının Sancak Gemisi olur. 1938<br />

yılının 19 Kasımında en acılı, hüzünlü görevlerinden<br />

birisini yapar. Yabancı ve Türk Donanmasının bazı<br />

gemileri eĢliğinde Atatürk‘ün naĢını Ġstanbul<br />

Sarayburnu‘ndan‘ alıp Ġzmit‘e taĢır.<br />

Yavuz, 1950 yılına kadar Türk Donanmasında<br />

‗Duayen Gemi‘ olarak hizmette kaldı. 1950 de aktif<br />

görevden ayrılırken filoya bağlı diğer savaĢ gemileriyle<br />

birlikte sancak gemisi olarak maceralı geçen yaĢamının<br />

91


son ve veda ziyaretini <strong>Marmaris</strong>‘e yaptı. Çeyrek yüzyıla<br />

yakın Gölcük‘te demirli kalmaya devam ederek bir tür idari<br />

birim, bir hapishane ve müze olarak varlığını sürdürdü. 7<br />

Haziran 1973‘te hurda fiyatıyla bir Ġtalyan Ģirketine jilet<br />

yapılmak üzere satıldı. Koca Yavuz Ģarkı ve türkülere<br />

konu oldu. Bunlardan çocukluğumuzda sıkça<br />

duyduğumuz, hatta söylediğimiz ‗Yavuz geliyor Yavuz da<br />

suları yara yara‘ türküsü daha dün gibi belleğimdedir.<br />

Yavuz‘un hatıra olarak saklanan bazı parçaları Ġstanbul<br />

Deniz Müzesi, Gölcük, Ġskenderun gibi Ģehirlerde teĢhir<br />

edilmektedir.<br />

Yavuz‘u kısaca tanıdıktan sonra, bu zırhlı ile ilgili iki<br />

olaya burada yer vermek istiyorum. Her iki olay 1950<br />

yılının Mayıs ayında <strong>Marmaris</strong>‘te meydana geldi. Neydi<br />

bunlar bir göz atalım:<br />

Birincisi, 22 Mayıs 1950 Pazartesi günü rahmetli<br />

Celal Bayar Türkiye Cumhuriyetinin 3. CumhurbaĢkanı<br />

seçilmiĢ, radyolar, gazeteler bu haberi anons ediyor,<br />

yazıyorlardı. Aynı gün, Türk Deniz Kuvvetleri savaĢ<br />

filosuna ait gemiler <strong>Marmaris</strong> limanına geldi. Yavuz<br />

zırhlısı limanın ortasında sancak gemisi olarak demirli<br />

durumdaydı. CumhurbaĢkanı seçimi dolayısıyla<br />

Yavuz‘dan atılan 101 pare topun <strong>Marmaris</strong>‘e doğru olan<br />

baĢ güvertesinden ateĢlenenleri bazı evlerin camlarının<br />

kırılmasına neden oldu. Ben o gün daha 13 yaĢımda<br />

mahalle arkadaĢlarımla kulaklarımızı tıkayarak kıyıdan top<br />

atıĢlarını sayarak izliyordum. Yavuz‘un güvertesindeki<br />

ateĢlenen toplar bir sancak ve bir iskele tarafından<br />

ateĢlendiğinde önce namlu ağız alevi ve dumanını<br />

görüyor, bir iki saniye sonra da sesini, yankısını dağlarda<br />

duyuyorduk. Bahar mevsimi nedeniyle havada çiçek<br />

tozları uçuĢuyor, karayelden esen hafif bir rüzgârın<br />

serinlettiği havaya çam, defne, piren ve hatta günlük<br />

kokuları karıĢıyordu. <strong>Marmaris</strong> o gün büyük bir Ģenlik<br />

havası içerisindeydi. Yavuz halkın ziyaretine açılmıĢ, biz<br />

de kardeĢlerimle gemiyi ziyarete gitmiĢtik. Donanmadaki<br />

denizcilere Ģehir izni verilmiĢ ve bahriyeliler çarĢıyı,<br />

92


yolları, kıyıları doldurmuĢtu. Bazı denizciler gemideki<br />

birikmiĢ kirli çamaĢırlarını da bir torbaya koyup derelere<br />

doğru gidip yıkamayı tercih etmiĢlerdi. O zaman yüzmek,<br />

çamaĢır yıkamak için en uygun yerlerden birisi merkeze<br />

uzak da olsa üzerinde üç su değirmeni bulunan ‗Değirmen<br />

Çayı‘ idi. Bu çay, <strong>Marmaris</strong>‘in en yüksek zirvesi olan<br />

Balan Dağı (990 m.) eteklerinden vadilere, oradan da<br />

küçük Ģelaleler, çağlayanlar halinde bir gölete düĢen<br />

temiz, berrak sulardan oluĢuyordu. GeçmiĢte <strong>Marmaris</strong><br />

Ģehir içme suyu buradan getirilmiĢti. Doğanın kendi<br />

kendine yarattığı bu gölet ve çevresi doğal park, piknik ve<br />

yürüyüĢ alanı, hatta yüzmeye gidilen cennet gibi bir yer<br />

durumundaydı. 1980‘li yılların sonunda <strong>Marmaris</strong> tanıtımı<br />

için Türkçe- Ġngilizce olarak hazırladığım broĢürde ‗Yavuz<br />

Plajı‘nı <strong>Marmaris</strong>‘te yerli ve yabancı turistler için<br />

gezilecek, görülecek doğal parklardan birisi olarak<br />

belirtmiĢtim. Göletin batısındaki Değirmen Çayı‘nda taĢlar<br />

üzerinde çamaĢır yıkayanlar olur, ―Sabuna hiç gerek yok,<br />

suya sokunca çamaĢırlar pir pak oluyor‖ diyen<br />

hemĢerilerin sesi hala kulaklarımdadır.<br />

ĠĢte, tam bu yerde acılı bir olay meydana geliyor.<br />

Yavuz‘dan Ģehir iznine çıkan bir denizci asker kirlenmiĢ<br />

birkaç iç çamaĢırını da yanına alıp buraya geliyor. Önce<br />

çamaĢırlarını yıkayıp kurumaları için makilerin dallarına<br />

asıyor. Gölette yüzen diğer denizcileri görünce o da<br />

yüzmek için kayadan kendini göletin ortasına bırakıyor.<br />

Yüzme bilmediği için boğuluyor. Bunu gören diğer<br />

denizciler Ģaka yapıyor sanıp, ilgilenmiyorlar. Maalesef bu<br />

denizci orada boğulup ölüyor. Bu haber kısa zamanda<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e ve tüm gemilerdeki denizcilere duyuruluyor.<br />

Ölen denizci törenle memleketine uğurlanıyor.<br />

Donanmadan Ģehir izne çıkma hemen yasaklanıyor.<br />

<strong>Marmaris</strong>liler birden mateme bürünüyorlar. Birkaç gün<br />

sonra da Yavuz ve donanma duygulu sirenler çalarak<br />

sabahın erken saatlerinde limandan ayrılıp gidiyor. Bu<br />

dramatik olaydan sonra, <strong>Marmaris</strong>liler bu gölete ‗Yavuz<br />

Plajı‘ adını veriyorlar.<br />

93


1980‘li yıllarda yapılaĢma, göç alma ve artan su<br />

talebi karĢısında göletin suyu Ģehir içme suyu kuyularına<br />

bağlandı. ‗Yavuz Plajı‘nın su seviyesi düĢtü ve bu güzel<br />

alternatif doğal gezi alanı, bu günkü ‗Turgut ġelale‘si gibi<br />

yaĢaması, yaĢatılması gerekirken ardında sadece adını<br />

bırakıp gözden kaybolup gitti. Tıpkı Yavuz‘un jilet olup<br />

gitmesi ve sadece adının yadigar kalması gibi…<br />

Diğer olay ise <strong>Marmaris</strong>‘e korku, heyecan<br />

yaĢatmıĢtır. Hani bir zamanlar ‗Jaws‘ filmleri izlerdik ya<br />

olay tıpkı onu çağrıĢtırıyor.<br />

Yavuz zırhlısı yine 1951 yılında planlı bir deniz<br />

tatbikatından dönüĢte diğer savaĢ gemileriyle beraber<br />

<strong>Marmaris</strong> limanını ziyarete gelir. Güzel bir yaz akĢamı,<br />

Ģimdiki Ziraat Bankası önlerinde, kordondaki sıralarda<br />

çoğunluğu yaĢlılar, az da olsa bazı yerli yabancı turistler<br />

oturmakta, Gölenye (1) ve Karapınar (2) yönlerinden<br />

esen karayel ve Börülce Rüzgarı (3) ile serinlemektedirler.<br />

Bir yanda belediye tellalı Topal Galip Amca‘nın elindeki<br />

megafonla açık hava sinemasındaki filmi anons ediyor,<br />

diğer tarafta ġekerci Kadir‘in saplarını mısır inciri<br />

kabuğuna veya taze domateslere tutturduğu elmalı ve<br />

horozlu Ģekerleri, ‗‖Haydi horozlu Ģeker, haydi elmalı<br />

Ģeker, tanesi yüz para‖ diye satmaya çalıĢıyordu.<br />

Çocuklar kanepelerde oturan annelerinden kendilerine<br />

hemen horozlu Ģeker aldırıyorlardı. Hafsa teyze (Hapse<br />

diye söylenir) futasını baĢından omzuna atıp baĢını<br />

açarak günün sıcaklığından kendince Ģöyle bir ―oh‖<br />

demek için ―Acık yanaĢın bakan‖ deyip kanepede<br />

oturmakta olan diğer kadınların yanına oturur.<br />

Kadınlardan biri ―Nasılsın Hapse abla‖ der demez ―Nasıl<br />

olan ben, ni bu milletin deliliği, Ģımarıklığı, baĢımıza daĢ<br />

(4) yağacak. Kadınlar utanmayı galdırmıĢ, deliye bakara‖<br />

vb. sözlerin hemen ardından sanki Hapse Abla‘nın sesini<br />

kesmek istercesine denizden su yüzüne çıkan bir canavar<br />

kıyıya hızla yaklaĢıp kuyruğuyla büyük bir su kitlesini<br />

kanepelerde oturanların üzerine serpiĢtirir. Hapse Abla ve<br />

yanındakiler ne olduğunu anlamadan ve ĢaĢkınlık içinde<br />

94


sırılsıklam olurlar. Keza kıyıda oturan çocuklu bir aileye<br />

horozlu Ģeker satmakta olan ‗ġekerci Kadir de su<br />

serpintisinden nasibini alır, elindeki Ģeker tepsisini yere<br />

düĢürür. Kanepelerde oturmakta veya kıyıda dolaĢmakta<br />

olanlar ne olduğunu bilemeden ĢaĢkınlık içinde kalırlar.<br />

Olayı görmeyenlerden bazıları gördüğünü söyleyenlere<br />

―Hadi canım sende, birisi denize atlamıĢ, Ģaka yapmıĢtır‖‘<br />

diyerek inanmazlar. Aradan bir saat geçer geçmez sanki<br />

inanmayanlara söyleneni kanıtlamak ister gibi bu defa<br />

daha kuvvetli bir kuyruk çarpması ile deniz suyunu oturan<br />

veya ayakta olanların üzerine serpip kafa ve bedeninin bir<br />

kısmını göstererek kıyıdan uzaklaĢıp giden yine ayni<br />

canavardır. Gördüklerinin devasa büyüklükteki bir köpek<br />

balığı olduğu böylece kanıtlanmıĢtır.<br />

Olay hemen kaymakamlığa, ardından polis ve<br />

jandarmaya, limanda demirli olan filonun sancak gemisi<br />

Yavuz‘a duyurulur. Denize çıkıĢ yasaklanır, limandaki<br />

savaĢ gemileri ve karadaki güvenlik ekibi alarm<br />

durumuna geçer.<br />

95


Yavuz, bahriye askerleri ve mataforaya asılı köpek<br />

balığı –1951<br />

Limanda bahriye askerleri bir hücum bot içinde<br />

makineli tüfekli keskin niĢancılarla gündüz ve gece<br />

devriye gezmeye baĢlar. Ertesi sabah canavar köpek<br />

balığı Ordugâh (6) Mevkiinde kıyıya yakın bir yerde<br />

kuyruğu ve yelesini suyun üzerine çıkarıp yüzerken<br />

görülür. Keskin niĢancılar derhal üzerine makineli tüfekle<br />

ateĢ ederler. Askerler balığın vurulduğunu suyun üstünde<br />

arda kalan kan izlerinden anlayıp takip ederler. Fakat<br />

canavar yine kaybolur. Bir gün sonra sabah erken<br />

saatlerde kıyıya vurmuĢ vaziyette uzun yalı mevkiinde<br />

96


görülür. Yavuz‘dan gelen büyük bir bot ve içindeki<br />

askerler 5 metre boyunda ve takriben 2 ton ağırlığındaki<br />

cam göz türü köpek balığını kuyruğundan bağlayıp<br />

Yavuz‘a sürükleyerek götürürler. Canavar, Yavuz‘un<br />

iskele üstündeki büyük bir vincin mataforasına resimde<br />

görüldüğü gibi asılır.<br />

Olayı öğrenince biz de ağabeyimle sandalımıza<br />

atladığımız gibi kürek çekerek soluğu Yavuz‘un yanında<br />

aldık. Askerler botlarla Yavuz‘un etrafında emniyet<br />

kordonu oluĢturmuĢlardı. Gelenleri belirli mesafede<br />

tutuyorlardı. Ulusal ve yerli basın muhabirleri oradaydı.<br />

DönüĢümüzde canavarı gördüğümüzü ailemize, herkese<br />

anlattık. Yavuz zırhlısı ve Köpek Balığı o günlerde<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e bir hareket getirdi. Çevreden, uzak yerlerden<br />

Yavuz‘u ve canavarı görmek için gelenler oldu. Basın<br />

aracılığıyla <strong>Marmaris</strong> bir turizm hareketliliği yaĢadı.<br />

Ancak, bir müddet hepimizin denize girmeye çekindiğimizi<br />

itiraf etmeliyim. Olaya dair yapılan açıklamalarda, ―Bu tür<br />

büyük balıkların gemilerin dümen suyunu izlediklerini, dar<br />

boğazlardan gemilerle limanlara girdikten sonra daha<br />

derin sulara açılmak için çıkıĢ boğazını ararken sıkıntı<br />

yaĢadıklarını, böyle durumlarda da çılgınlıklar<br />

yapabilecekleri‖ ifade edilmiĢti. O zaman fotoğrafçı Azmi<br />

amcanın çektiği fotoğrafı bir hemĢerimden alıp<br />

büyülttürerek evimizin duvarına asmıĢtık.<br />

1998 yılında <strong>Marmaris</strong> Aksaz Deniz Üs<br />

Komutanlığını bir ziyaretimde o zaman Tuğamiral olan<br />

Orhan Aydın PaĢamıza çerçeveli Yavuz ve Köpekbalığı<br />

fotoğrafını makamında hediye etmiĢtim. Çok mutlu<br />

olmuĢtu. Ama ne yazık ki, <strong>Marmaris</strong>‘ten Tümamiral olarak<br />

terfi edip tayinle ayrılan bu değerli insanı 1999 Marmara<br />

depreminde kaybettik. Bu vesile ile aziz ruhunu saygı ile<br />

selamlıyor, rahmetle anıyorum.<br />

Yavuz ve Köpekbalığı olayının ardından geçen<br />

birkaç yılda <strong>Marmaris</strong>liler yüzerken kıyılardan fazla<br />

açılmadılar. Hatta yaramazlık yapan küçük çocuklarına<br />

97


―Ağlamaya veya yaramazlık yapmaya devam edersen<br />

seni köpek balığına yem olarak atarım‖ diyen anneler<br />

olmuĢtu. Ama Ģimdiki zamanelere bu söylense, ―Haydi at<br />

da görelim‖ derler o da ayrı mesele. Bu bile zamanın<br />

değiĢtiğini, köprülerin altından o günlerden buyana çok su<br />

akıp geçtiğini bize anımsatan ilginç bir örnek olsa<br />

gerektir...<br />

Yerel isim ve açıklamalar :<br />

(1) Gölenye (Ġçmeler Beldesinin eski adı)<br />

(2) Karamınar: (Karapınar) Halk Plajı, <strong>Marmaris</strong><br />

<strong>Belediyesi</strong> Binası arka tarafı<br />

(3) Börülce rüzgarı (Halk Plajı arkasındaki sebze<br />

bahçelerinden esen rüzgar<br />

(4) DaĢ ( TaĢ)<br />

(5) Mısır Ġnciri (Meyvesinin kabuğu dikenli Kaktüs<br />

ağacı)<br />

(6) Ordugah (Kanuni‘nin Rodos Seferinde (1522)<br />

Osmanlı ordunun konaklama yerinden birisi<br />

(Pamucak Mevkii)<br />

98


MARMARĠS BOMBALANIYOR<br />

Yakın tarihimizde biz Türkler için, ‗SavaĢta<br />

kazandıklarını masa baĢında kaybeder‘ diyenler de<br />

olmuĢ. Bunun doğru veya yanlıĢ bir yargı olduğunu bir<br />

yana bırakarak, yaĢadığımız toprağın, yerin, Ģöyle bir<br />

asırlık geçmiĢini araĢtırmaya kalksak doğru dürüst bir<br />

kitap, kayıt, doküman veya kaynak bulmakta<br />

zorlandığımız bir gerçektir. Durum böyle olunca en kolay<br />

baĢvuru noktamız çoğunluğa kıyasla biraz uzunca<br />

yaĢamıĢ hemĢerilerimiz, büyüklerimiz oluyor. Onlarında<br />

değerini bilmede yeterince duyarlı olmadığımızdan<br />

özellikle küçük yerleĢim birimlerinde bazı önemli bilgi, anı,<br />

öykü ve gelenekler kaynak olabilecek değerlerle beraber<br />

ebedi yolculuğa çıkıp toprağa gömülüp gidiyor. ĠĢte, ne<br />

acıdır ki, bizim <strong>Marmaris</strong>‘te de durum aynen böyledir…<br />

1977 yılında emekli olup <strong>Marmaris</strong>‘e döndükten<br />

sonra <strong>Marmaris</strong>‘in dününü daha yakından incelemek,<br />

çevresini tanımak için bir mercek altına almayı<br />

kararlaĢtırdım. Bu anlamda ilk araĢtırmaya yaĢadığım<br />

ailemle baĢladım. Babam, annem ve aile yakınlarım baĢta<br />

olmak üzere diğer yaĢlı akraba ve hemĢeriler kaynak<br />

kiĢilerim oldular. Daha sonra da bu güne kadar yazılmıĢ<br />

yayın ve kayıtları incelemeye çalıĢtım. Bu bilgileri<br />

konularına göre ayrı dosyalarda topladım. 1988-1991<br />

yılları arasında ‗<strong>Marmaris</strong> Turizm Tanıtma ve<br />

GüzelleĢtirme Derneği‘ Yönetim Kurulu BaĢkanlığım<br />

sırasında da dernek kitaplığında mevcut bazı yayınlardan<br />

yararlandım. Bunlardan, Ġstanbul Eğitim Enstitüsü Tarih<br />

Öğretmeni sayın KürĢat Ekrem Uykucu‘nun 1969‘da yazıp<br />

1970 yılında yayınlanan ‗<strong>Marmaris</strong> Tarihi‘ adlı kitabı<br />

bunlardan birisidir. Bu değerli hocamızla yaĢıyorsa iletiĢim<br />

kurmak çabası içinde olmama rağmen, ‗Muğla Tarihi‘,<br />

‗Ġstanbul BeĢiktaĢ‘, ‗Osmanlı Tarihi‘ gibi yazdığı kitaplar<br />

dıĢında hakkında fazla bilgi elde edebilmiĢ değilim.<br />

99


Dileyelim ve ümit edelim ki yaĢıyordur. YaĢıyorsa<br />

kendisine bir <strong>Marmaris</strong>li olarak minnet ve saygı<br />

sunuyorum. Değilse, <strong>Marmaris</strong>‘i tanıtma ve gündemde<br />

tutmada verdiği emek ve gösterdiği gayret için aziz<br />

hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.<br />

Yazı baĢlığı olan ‗<strong>Marmaris</strong> Bombalanıyor‘ a<br />

gelmeden önce o sürece nasıl ve neden gelindiği<br />

sorularına kısaca yanıt aramak istiyorum.<br />

Bilindiği üzere, Osmanlı Ġmparatorluğu dini, rengi,<br />

dili, etnik köken ve kültürü ayrı olan insanları adaletli<br />

olarak yüzyıllarca yönetmiĢ, üç kıtada 600 yıl egemenlik<br />

kurmuĢtur. 1364 yılında Orhan Gazi, Gelibolu‘nun fethi ile<br />

Avrupa‘ya ilk adımı atmıĢ, 1378‘de I.Murat Balkanlar‘a<br />

sahip olmuĢ, 1453‘te Fatih Sultan Mehmet Ġstanbul‘u<br />

fethederek çağ kapayıp çağ açmıĢtır. 1514‘te Yavuz<br />

Sultan Selim Çaldıran Seferi‘ne çıkmıĢ,1517‘de Mısır<br />

Seferini tamamlamıĢ, 46 yıllık padiĢahlığı döneminde<br />

Kanuni Sultan Süleyman kendisinden önce ve sonra 36<br />

Osmanlı PadiĢahı arasında <strong>Marmaris</strong>‘e gelip Rodos<br />

kuĢatmasına geçen hükümdar olmuĢtur. 1522‘de Rodos‘u<br />

kuĢatmayı baĢarmıĢtır. Mohaç Seferi ve diğer baĢarıları<br />

devam ettirerek, onun zamanında Akdeniz bir ‗Türk<br />

Gölü‘ne dönüĢmüĢtür. Barbaros, Oruç, Hızır, Turgut, Salih<br />

Reis ve Piyale PaĢa gibi kıymetli denizcilerimiz Umman,<br />

Kızıldeniz, Akdeniz, Atlas ve Hint Okyanuslarında<br />

Osmanlı Türk Sancağını onurla dalgalandırmıĢlardır. 1529<br />

ve 1683 I. ve II. Viyana KuĢatmalarında Osmanlı Orduları<br />

Viyana kapılarına dayanmıĢ, kuĢatmayı aylarca<br />

sürdürebilmiĢtir. 1911 Trablusgarp ve 1912 Balkan<br />

SavaĢları hüsranla sonuçlanınca 1354 yılında Avrupa‘ya<br />

ilk adımı attığımız Gelibolu yarımadasına dönüĢümüz<br />

baĢlamıĢ, koca imparatorluk çökmüĢtür.<br />

20. yüzyılın baĢında Avrupa‘da da durum karıĢıktır.<br />

28 Haziran 1914‘de Avusturya-Macaristan Veliahtının bir<br />

Sırplı tarafından öldürülmesi ile I.Cihan SavaĢı çıkmıĢ,<br />

Ġngiltere, Fransa ve Rusya birleĢip Ġtilaf Devletleri,<br />

100


unların karĢısında da Ġttifak Devletleri olarak önce<br />

Almanya, Avusturya, Macaristan ve sonra da Osmanlı<br />

Devleti vardır. Bu dönemde Trablusgarp, Balkanlar,<br />

Galiçya, Irak, Filistin, Yemen, Suriye, Kafkaslar olarak 8<br />

cephede savaĢmakta olan Osmanlı Ordusu 9. cephe<br />

olarak Çanakkale‘de de savaĢmak durumunda kalmıĢtır.<br />

Birinci Cihan SavaĢının yarattığı ateĢ çemberi içine kıyı<br />

Ege‘deki yerleĢim birimleri de girmiĢtir. <strong>Marmaris</strong> Bodrum<br />

gibi kıyı yerleĢim birimleri 1912, 1914 ve 1916 yıllarında<br />

bombalanmıĢtır.<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in bombalanmasına dair resmi<br />

yayınlardan bir tanesi Genel Kurmay BĢk.lığı Harp Tarihi<br />

Encümeni sayı 50605 ve 26 Ağustos 1940 Ankara tarihli<br />

dokümandır. Buna göre <strong>Marmaris</strong> iki defa<br />

bombalanmıĢtır. Ġlki miladi 5 Mayıs 1912, Rumi 1328<br />

tarihinde,,ikincisi ise miladi 29 Temmuz 1916, Rumi<br />

1332‘de olmuĢtur. KürĢat Ekrem Uykucu‘nun ‗<strong>Marmaris</strong><br />

Tarihi‘ (1) adlı kitabında ise bu tarih 1914 yılının Temmuz<br />

ve Ağustos ayları olarak verilmiĢtir. <strong>Marmaris</strong>‘in<br />

bombalanması olayında hedef kale, tepe mahallesi ve<br />

askeri birliklerin olduğu düĢünülen bazı önemli noktalar<br />

olmuĢtur. Bu yıllarda <strong>Marmaris</strong> merkez nüfusu takriben<br />

bin kiĢi civarındadır. Kanuni döneminde, ‗Marmarus‘ adlı<br />

köy olarak 50 kiĢilik nüfusu olduğu bilinen <strong>Marmaris</strong> 1867<br />

yılında ‗Kaza‘ ve kaymakamlık oluĢuna kadar değiĢik<br />

nüfus hareketleri yaĢamıĢtır. Bu konuda, ‗<strong>Marmaris</strong> Tarihi‘<br />

araĢtırması yapan hemĢerimiz sayın O.Levent Seral‘ın<br />

notlarına da göz attım. Konumuz kalenin bombalanması<br />

olduğu için burada daha fazla ayrıntıya girmeye gerek<br />

görmedim. Sadece kalenin bombalanma nedenini<br />

rahmetli babamdan yaĢamında kendi ağzından<br />

duymuĢtum. Babam bana Ģunları anlatmıĢtı:<br />

―Ben henüz beĢ yaĢındayken babam ölünce 4<br />

kardeĢ yetim kaldık. Kalenin bombalanması olayında da<br />

on yaĢında çocuktum. Evlerimizde elektrik, su yoktu. Evin<br />

altındaki kuyu suyunu kullanıyorduk. <strong>Marmaris</strong> geceleri ay<br />

olmadığı günlerde zifiri karanlıktı. Sadece bekçi düdüğü<br />

101


duyulurdu. Herkes erkenden evine kapanırdı. Limana<br />

geceleri gavur gemileri keĢif için girer çıkardı.<br />

Kaymakamlığın ilanlarını tellaldan duyardık. Herkesin<br />

kapısı penceresi kilitli ve arkasında dayka (kalın odundan<br />

destek) vardı. Harp hali olduğu için yiyecek, yakacak<br />

sıkıntısı vardı. Anam düven (evlerdeki dokuma tezgahı)<br />

dokur, para kazanır, bize bakardı. Ağabeyim Mustafa<br />

benden 5 yaĢ büyüktü. Kabadayı, gösteriĢli çocuk olduğu<br />

için onu askere aldılar. O yıllar Balkan SavaĢı vardı.<br />

Trakya‘da Çatalca‘da Ģehit oldu haberi geldi. Bizim ne<br />

olacağımız belli değildi. Bir gün açık denizde ‗Yalancı<br />

Boğaz‘ açıklarında gavur gemileri görünmüĢ. Bunları<br />

kaledeki muhafız birlik komutanı dürbünle görmüĢ. O<br />

zaman <strong>Marmaris</strong>‘in güvenliği için hem limana giriĢte ve<br />

hem de Yalancı Boğaz‘da kıyı koruma, gözetleme için<br />

karakol askerleri vardı. Bunlar kaledeki komutanla<br />

iĢaretleĢirlermiĢ. DüĢman gemisi kıyıya veya <strong>Marmaris</strong><br />

Boğazına rota tuttuğu zaman karĢılıklı olarak uzunca bir<br />

odundan yapılmıĢ sırığa içi saman dolu çuvalı iple yukarı<br />

çekerek karĢılıklı iletiĢim sağlarlarmıĢ. Gece oldu mu da<br />

tehlike ateĢ yakarak bildirilirmiĢ. Eskiden, kıyıdaki<br />

evimizden Yalancı Boğaz‘a yaklaĢan bir geminin bacası<br />

veya köprü üstünü, bacasından çıkan dumanı çıplak gözle<br />

görebilirdik. Örneğin, iki haftada bir Ġstanbul-Ġzmir-<br />

<strong>Marmaris</strong>-Fethiye- Antalya-Ġskenderun arası iĢleyen<br />

zamanın Dumlupınar, Konya, Nejat, Etrüsk, Ankara adlı<br />

yolcu ve yük gemileri bu sulara geldiği veya <strong>Marmaris</strong><br />

Boğazından Körfeze giriĢte yolcusu olanlarla ticari mal<br />

bekleyenler hazırlığa baĢlar, çocuklar ise geminin geliĢini<br />

―Ağla vapur, Ağla vapur‘ diye bağırıp, çağırarak<br />

bekleyenleri geliĢten haberdar ederlerdi. (ġimdi Yalancı<br />

Boğaza Marina, çekek yerleri ve dolgular yapılınca bu<br />

görüĢ kayboldu) ĠĢte ne olduysa bir sabah erken saatlerde<br />

oldu. Kale komutanı Yalancı‘ Boğaz‘daki karakoldan<br />

çuvalın direğin tepesine çekildiğini görünce oradaki keĢif<br />

ve gözetleme unsurlarına kıyıya yaklaĢan yabancı askeri<br />

gemiye ikaz için ateĢ açma emrini yine karĢı iĢaret verir.<br />

Fransız gemisine doğru karakoldan ve kaleden ikaz atıĢı<br />

102


yapılır. Bizimkilerin açtığı ateĢ sadece yabancı gemiye<br />

kıyılarımıza yaklaĢmama iĢareti olmaktan öte bir iĢe<br />

yaramamıĢtır, atılan kurĢunların gemiye ulaĢması bile<br />

olası değildir. Fransız‘ın savaĢ gemisi ve komutanı<br />

mutlaka bu uyarı ateĢini ciddiye almıĢ olacak ki, ― Bize<br />

ateĢ öyle açılmaz, böyle açılır‘ dercesine salvo atıĢlara<br />

baĢlar. Kaledeki komutan ve yardımcılarıyla Yalancı<br />

Boğazdaki karakol askerlerinin birkaçı bu atıĢlar sonrası<br />

etkisiz duruma getirilir. <strong>Marmaris</strong> Kalesinin kuzey<br />

yakasına düĢen bombalardan ikisi buradaki Hafsa Sultan<br />

Kervansarayı‘nın duvarına isabet eder. Burada Buradaki<br />

kemerin içine korunmak için saklanmıĢ yaĢlı kadın, erkek<br />

ve çocuklardan bazıları duvara isabet eden bombaların<br />

Ģarapnel parçalarından etkilenerek ölürler, yaralanırlar.<br />

Bunların içinde ölen dedem ve halam ve bazı yakınlarımız<br />

vardı. Bizi annem önceden Tersane Bölgesine<br />

götürdüğünden bombalamadan etkilenmedik‖ dedi.<br />

Babamdan sağladığım bu bilgi bana göre<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in bombalanma nedeninin birinci nedeni sadece<br />

karakol askerlerinin Fransız savaĢ gemisine piyade<br />

tüfekleriyle açtığı ateĢ değil. Burada değineceğim ikinci<br />

nedeni daha önemli buluyorum. O da Ģu olmalıdır. Yine o<br />

günlerde <strong>Marmaris</strong> Limanına Ġngiliz ve Fransız savaĢ<br />

gemilerinin takibinden kaçan bir Alman denizaltısı<br />

girmiĢtir. HemĢerimiz Sayın Fatma Çimen‘in ‗Denizde<br />

Efelik Olmaz‘ (2) adlı kitabında adı geçen ve bizim<br />

mahalle komĢumuz, babamla çocukluk arkadaĢı olan<br />

‗Mıstan Sokağı‘ sakinlerinden merhum Ġsmail Kutay‘ın<br />

(Lakabı, Bacaksızın Ġsmail) ifadesine göre, zamanın<br />

<strong>Marmaris</strong> Kaymakamı bu denizaltıyı bir heyetle ziyarete<br />

bile gitmiĢtir. Ġtilaf Devletleri Akdeniz Donanma<br />

Komutanlığı Alman Denizatlısının kendilerine teslimini<br />

istemiĢ, bu istek zamanında yerine getirilmeyince geminin<br />

limandan kaçmasını önlemek için <strong>Marmaris</strong> Boğazını<br />

mayınlamıĢlardır. Bunun üzerine <strong>Marmaris</strong>‘te bulunan<br />

askeri birlik komutanı ve diğer mülki erkan sağladıkları<br />

uzman personelle bu mayınları söktürüp boğazı açmıĢlar,<br />

103


Alman denizatlısını <strong>Marmaris</strong> Limanında mahzur<br />

kalmaktan kurtarmıĢlardır. Sökülen mayınlar ise o günün<br />

zor koĢullarında <strong>Marmaris</strong>‘ten Ġstanbul‘a, oradan da<br />

Çanakkale‘ye gönderilerek bu defa Çanakkale Boğazına<br />

döĢenmiĢtir, 18 Mart 1915 günü sabahı çok hayati bir<br />

görevde kullanılmıĢtır. Durumun böyle geliĢtiğini öğrenen<br />

Ġtilaf Donanması <strong>Marmaris</strong>‘i ve <strong>Marmaris</strong>lileri<br />

cezalandırmak için kaleyi ve Ģehri onra topa tutmuĢ,<br />

kalenin ve <strong>Marmaris</strong>‘in savunmasında görev almıĢ<br />

zabitlerden Leyneli YüzbaĢı Cavit Bey ile Topçu subayı<br />

Ömer Efendi, diğer asker ve masum insanları Ģehit<br />

etmiĢlerdir. .<br />

<strong>Marmaris</strong> Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD)<br />

Yönetim Kurulu BaĢkanlığım sırasında <strong>Marmaris</strong><br />

<strong>Belediyesi</strong>nden de izin alarak bombalamada Ģehit olanlar<br />

ve yaralananlar anısına Kalenin Kemeraltı‘ mevkiindeki iki<br />

dar sokağa anı plaketi asılmıĢ, üzerine Ģehitlerimiz olan<br />

‗Leyneli YüzbaĢı Cavit‘ ile ‗Topçu zabiti Ömer Efendi‘nin<br />

adları yazılmıĢtır. O günlerin Leyne‘si bu günün Yatağan<br />

ilçesine bağlı Turgut beldesidir. Bir dernek gezimizde bu<br />

aziz Ģehidimizin memleketini ve varsa yakınlarıyla<br />

tanıĢmak için Turgut beldesine uğradık. O günkü<br />

Belediye BaĢkanı sayın Muammer Bahçeli‘den önceden<br />

randevu alarak buluĢtuk. Sayın Bahçeli gurubumuzu<br />

karĢıladı ve bize beldesini tanıttı. YüzbaĢı Cavit Bey‘in<br />

ailesinin Ġzmir‘e taĢındığını, naĢının da Ġzmir‘e taĢınıp,<br />

orada defnedildiğini söyledi. <strong>Marmaris</strong>‘in savunmasında<br />

Ģehit düĢmüĢ diğer askerlerin nerede gömülü olduklarını<br />

maalesef halen bilemiyoruz.<br />

104


Bombalamada ölenlerin, yaralananların bulunduğu Kemeraltı<br />

Mevkii<br />

105


Sonuç olarak, <strong>Marmaris</strong>‘in bombalanması<br />

konusunda Ģu değerlendirmeyi yapabiliriz. <strong>Marmaris</strong><br />

1912, 1914 ve 1916 yıllarında bombalanmıĢtır. Kalenin<br />

altındaki kemer altına kendilerini korumak için sığınan<br />

yaĢlı, kadın ve çocuklardan oluĢan 15-20 kiĢilik bir<br />

topluluktan bazıları Ģehit olmuĢ, bazıları da<br />

yaralanmıĢlardır. Bunlardan, uzun yıllar yaĢayan ama<br />

Ģimdi hayatta olmayan hemĢerilerle yaptığımız<br />

sohbetlerde en çok can kaybı ve hasarın 1916 yılındaki<br />

bombalamada olduğu anlaĢılmıĢtır. Bu durumda 1912 ve<br />

1914 bombalamalarında ölen veya yaralananların olup<br />

olmadığına dair bir bilgi yoktur. Bombalamada ölen, Ģehit<br />

olan ve yaralanan hemĢerilerimizin birçoğunun isim veya<br />

lakaplarını öğrenerek buraya aldık. O tarihte <strong>Marmaris</strong><br />

gibi küçük bir yerleĢim biriminde bu tür detaylar kayda<br />

alınmadığı için maalesef tam bilinemiyor. Bu konuda aile<br />

büyüklerimiz, komĢu ve hemĢerilerimiz kaynak kiĢiler<br />

olmuĢtur.<br />

1916<br />

Kalenin bombalanmasında top mermisinin düĢtüğü yer-<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in bombalanmasında ölen ve yaralanan<br />

<strong>Marmaris</strong>lilerinden bilinenlerin ad ve lakapları Ģöyledir:<br />

106


Hüseyin Güven<br />

Topal Hüseyin<br />

Hacı Selim<br />

Hacı Selim‘in Hamdi‘nin kızı Makbule (lakabı,<br />

Topal Makbule)<br />

Vesile hanım (Hamdi‘nin karısı, Makbule<br />

Gökova‘nın annesi<br />

ġevki<br />

Tüfekçilerden bir kadın ve çocuğu<br />

Maya karısı ġerife ve çocuğu<br />

Gülsüm Karaduman<br />

Yazar E.Uysal ve Makbule Gökova, 2005<br />

Takriben 95 yıl, neredeyse bir asır önce yaĢanan bu<br />

dramatik olayda Ģehit olanları tespite çalıĢtım. Yaralı ve<br />

gazilerden hayatta kimse kalmadı. Ben de bu gerçeği<br />

görerek halen ve geleceğin genç kuĢaklarına,<br />

<strong>Marmaris</strong>lilere küçük bir hizmette bulunmak, yaĢadığımız<br />

her günün çabucak düne dönüĢtüğü gerçeğinin bilincinde<br />

olarak elimi çabuk tutup olayları bizzat görüp yaĢayan<br />

<strong>Marmaris</strong>li büyüklerimizle konuĢtum. ĠĢte bunlardan birisi<br />

babaannemin üvey kardeĢi Makbule Gökova‘ydı.. 1916<br />

Fransız bombardımanında korunmak için saklandığı<br />

Kemer altında annesini, babasını kaybetmiĢ. Ayağına<br />

isabet eden Ģarapnel parçası onu henüz genç kızlığında<br />

107


özürlü kılmıĢ. Lakabı ‗Topal Makbule‘ olmuĢ. Kendisiyle<br />

hayattayken 2005 yılında bir sohbet ettim. Bombalama<br />

olayını kendi ağzından dinledim. Sevgili teyzemiz Gökova<br />

97 yaĢında, yani kendisini, ziyaretimden iki yıl sonra 2007<br />

yılında hayata gözlerini yumdu. Tıpkı yaĢamında<br />

söyleĢide bulunduğum Çanakkale Gazimiz Gölenyeli<br />

(Ġçmeler) Ekrem Kaz ve diğer değerli gazilerimiz gibi...<br />

.Birçok olay ve anıya, bilgilere böyle bir kitapta yer<br />

vermeyi hemĢerilik görevi saydım. Kitabın, <strong>Marmaris</strong><br />

yaĢayanına yarar sağlayacağına olan inancımla,<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in bombalanma ve savunmasında Ģehit ve gazi<br />

olan asker, hemĢeri ve vatandaĢlarımızı minnetle anıyor,<br />

aziz ruhları önünde saygıyla eğiliyorum.<br />

Yazar Erol Uysal 1924 doğumlu Kemal Karaduman’’ı<br />

ziyaretinde<br />

(1) <strong>Marmaris</strong> Tarihi – Ekrem Uykucu -1970<br />

(2) Denizde Efelik Olmaz- Fatma GebeĢ<br />

Çimen–2007<br />

108


MARMARĠS’ĠN ‘<strong>MISTAN</strong> <strong>SOKAĞI</strong>’<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in ‗Mıstan Sokağı‘ yazdığım kitabın adı<br />

oldu. Tepe Mahallesinin ve <strong>Marmaris</strong> Kalesinin güney<br />

doğusu, limanın kuzey batısında, ‗DevedaĢı‘ ile ‗Çulluk‘ ve<br />

‗Kısayalı‘ mevkii arasında kalan, doğudan batıya takriben<br />

iki yüz metre uzunluğundaki bu dar sokaktaki mütevazı bir<br />

evde doğmuĢum. çocukluğumu, ilk öğretim yıllarımı bu<br />

sokaktaki taĢ yapılı denize sıfır konumdaki yerde<br />

yaĢadım. Eğitim alıp meslek sahibi olmak için 16 yaĢımda<br />

ayrıldığım ailem ve <strong>Marmaris</strong>‘e özellikle yaz mevsiminde<br />

izinli olarak en fazla 15-20 gün için gelip tatil yapabildim.<br />

Emekli olarak temelli döndüğümde aradan tam 26 yıl<br />

geçmiĢti. Bu vuslatın gerçekleĢmesini dostlarıma ‗Tilkinin<br />

dönüp dolaĢacağı yer kürkçü dükkanıdır‘ atasözüyle<br />

açıklamaya çalıĢtığımı daha dün söylemiĢ gibiyim.<br />

Burada, bana özel bir durumu üzerine basarak<br />

vurgulamak istiyorum. Bugün, 2011 yılının henüz<br />

baĢlangıcında yazmayı bitirmek üzere olduğum bu kitabın<br />

son rötuĢlarını 1937 yılının 17 Eylül gününde doğduğum<br />

ve kitaba adını verdiğim ‗Mıstan Sokağı‘ndaki evde<br />

yapıyorum.<br />

Daha düne kadar <strong>Marmaris</strong>‘te yaĢayan bizden daha<br />

yaĢlı hısım, akraba ve komĢulara dede, nine, amca, hala,<br />

dayı, teyze, ağabey ve abla derken, onların birer ikiĢer<br />

maddi dünyadan çekilmelerinden sonra benzer lakap ve<br />

adlarla çağrılma, hitap ve bilinme sırası Ģimdi de bana<br />

geldi. Zaman su gibi akıp geçiyor. Mıstan Sokağı<br />

sakinlerinin çoğu maddi dünyadan manevi yaĢama uçup<br />

gittiler. Geride anılarını ve taĢ evlerini bıraktılar. Bazen,<br />

Mıstan Sokağının dingin bir gününde ortasında durup<br />

109


―‗Ey Deniz kıyılılar! Neredesiniz babalar, anneler, dostlar,<br />

akrabalar, komĢular. Nereye gittiniz‖ diye haykırmak<br />

geliyor içimden. Sonra kendi isyanıma iç güdüm yanıt<br />

veriyor. Ama bu yanıt sanki onlardan geliyor. . ,‖Devir<br />

teslim dünyası evlat, bir gün sizde bizim gibi olacaksınız‖<br />

der gibiler. ―Doğru‖ deyip ayaklarımın yere bastığını fark<br />

ediyorum...<br />

.‗Mıstan Sokağı‘nı eski <strong>Marmaris</strong>‘in diğer<br />

mahallelerinde yaĢayanlar fazla bilemezler. Burada sanki<br />

ayrı bir dünya vardı ve değiĢik insanlar yaĢardı. Bunları bir<br />

uçtan diğer uca isim ve lakaplarıyla kısaca anımsarken<br />

içlerinden bazıları sanki ‗biz de varız, unutma beni, bizi ‘<br />

der gibiler. Olabilir, bazılarını atlayabilirim. Dile kolay,<br />

aradan neredeyse yarım yüzyıl geçti ve Ģimdi artık<br />

sokakta bu yazıda adlarını, lakaplarını verdiğim komĢu ve<br />

sokak sakinlerinden çok azı hayattalar.<br />

Doğudan batıya Mıstan Sokağı (2009)<br />

Bilindiği üzere, 1934 yılına kadar soyadı<br />

kullanılmadığı için aile ve kiĢiler lakaplarıyla tanınırdı. Her<br />

110


ailenin bir lakabı vardı. Anılan sokağa da bu geleneğe<br />

uyan bir ad verilmiĢti. Bunun özünde ailemiz büyükleri<br />

vardır. ġöyle ki; Babamın babası Ġbrahim dedemin babası<br />

yani büyük dedemin adı Mustafa‘dan kısaltma olarak<br />

‗Mıstan‘ olmuĢ. Mıstan dedemler dört kardeĢmiĢler.<br />

Bunlar, Ġbrahim, (Hacı Ġbram) Mustafa, Hasan ve Hüseyin.<br />

Bu kardeĢ çocukları evlendiklerinde de birbirlerine yakın<br />

evlerde oturmuĢlar. Aile ve akrabaların genel adı<br />

‗Mıstanlar‘, yaĢadıkları sokağa da ‗Mıstan Sokağı‘<br />

denilmiĢ. Ġbrahim dedemin çocuklarından birisi olan<br />

Mustafa fiziği güçlü ve iri olduğu için daha on altı<br />

yaĢındayken 1911-12 Balkan SavaĢında askere alınmıĢ,<br />

Trakya‘da Ģehit olmuĢ, bir daha eve dönmemiĢ. Ġbrahim<br />

dedemin eĢi ġerife ninem Mustafa‘nın acısını vefat ettiği<br />

1952 yılına kadar hiç unutmadı. Çocukluğumuzda bize<br />

hep gözyaĢları dökerek oğlunu, hiç görmediğimiz<br />

amcamızı ve onunla yaĢadığı anıları anlatmıĢ, Ģunları<br />

söylemiĢti:<br />

―Yavrum, aslanım, oğlum Mustafa daha çok gençti.<br />

Bir gün Mıstan Sokağına <strong>Marmaris</strong> Askerlik ġubesinden<br />

bir zabitle, yanında bir tellal elinde megafonla çıka geldi.<br />

Yanlarında bir de davulcu vardı. Önce davul gümbürdedi.<br />

Ardından tellal anonsa baĢladı. ―Duyduk duymadık<br />

demeyin, 1895 doğumlu gençler de savaĢ nedeniyle<br />

askere alınacaktır. 24 saat içerisinde Askerlik ġubesine<br />

teslim olacaklardır. Zamanında gelmeyenler asker kaçağı<br />

sayılacaklar ― denilince yüreğime bir sızı düĢtü. Fidan gibi<br />

Mustafa‘mın yaĢı henüz 16‘ idi. O daha 10 yaĢındayken<br />

dedeniz öldü. Mustafa, ağabeyi Mehmet ve babanız<br />

Hüseyin yetim kalmıĢtı. Mustafa o gün bu ilanı duyunca<br />

çok sevindi. Boynuma sarılarak ‗Anacığım, oğluna<br />

güveniyorlar, öyle olmasa bu yaĢta beni askere mi<br />

alırlardı‘ demiĢti. Ertesi günü askerlik Ģubesine gidip<br />

kaydını yaptırdı. Aynı günün gecesinde yıkandı,<br />

çamaĢırlarını tahta bavuluna yerleĢtirdim. Gece yanımda<br />

boynuma sarılarak yattı. Sabah güzel bir kahvaltı<br />

yaptıktan sonra elimi öptü. Bavulunu alıp Mıstan Sokağı<br />

111


yokuĢundan çıkıp kaybolup gitti. Ardından su döktüm,<br />

dualar ettim. Yavrumun gidiĢi o gidiĢ. Bir daha<br />

kendisinden haber alamadık. ġubeden 6-7 ay sonra Ģehit<br />

olduğu haberini aldık. Oğlumun acısına dayanamadım.<br />

Ondan sonra hep hasta oldum. Ana yüreği yavrularım,<br />

ateĢ düĢtüğü yeri yakıyor, dayanılması çok zor. Allah<br />

kimsenin baĢına evlat acısı vermesin. Sizler sağ olun.<br />

Ben siz torunlarım olmasa hiç yaĢayamazdım‖ .<br />

ġerife Ninem, evdeki tezgahında ilk el dokumacılığı<br />

yapan kadınmıĢ. Ninem, kocası Ġbrahim dedem kayın<br />

pederiyle Kâbe‘ye gidip Hacı olduktan sonra daha babam<br />

beĢ yaĢındayken 1908 yılında ölmüĢ. Ninem, yetim kalan<br />

çocuklarını büyütüp yetiĢtirmek için evde dokumacılığı<br />

öğrenmiĢ. <strong>Marmaris</strong>lilere ait eski fotoğraflardaki kalın<br />

çizgili, sarı, bej, gri renklerdeki baĢörtüleri yerel adıyla<br />

‗futa‘ bezi çoğunlukla ġerife ninem dokumuĢ.<br />

Çocukluğumuz onun tezgahının (düven) üzerinde, altında<br />

oynamakla geçti. Hatta ona kardeĢlerimle yardım etmek<br />

isterdik. <strong>Marmaris</strong>‘te ipek böceği kozasından elde edilen<br />

ipek iplikle (bürümcük) kumaĢ yapma ve dokumayı<br />

baĢlatanların bir kaçını daha anımsayabiliyorum. SipariĢ<br />

üzerine, <strong>Marmaris</strong>‘in Yılancık Adasına üslenmiĢ Akdeniz<br />

Korsanlarını etkisiz duruma getirip, zamanın Rodos Valisi<br />

Deli ġükrü PaĢa tarafından Rodos Adasında<br />

ödüllendirilen denizci <strong>Marmaris</strong>lilerin giydikleri ninemin<br />

imal ettiği gömleklermiĢ. Bu gömleklerle ġükrü PaĢanın<br />

huzuruna çıkan leventleri, PaĢa,‖HoĢ geldiniz Sarı<br />

Gömlekliler‖ diyerek karĢılamıĢ. Bundan sonra da<br />

<strong>Marmaris</strong>lilere yörede ‗Sarı gömlekliler‘ denilmiĢ. Has<br />

ipekten yapılan giysilere ‗Sadakor‘ denirdi. Babam<br />

evlenmeden önce bakkal dükkanı açmasına maddi<br />

manevi katkı sağlayan, evlenirken de güvey gömleğini<br />

dokuyup diken yine n,nem olmuĢ. Bu gömleği onun ve<br />

babamın hatırası olarak hala saklarım. <strong>Marmaris</strong>lilere<br />

‗Sarı Gömlekliler‘ denilmesinde katkısı olan ve 1952<br />

yılında ben on beĢ yaĢımdayken 87 yaĢında maddi<br />

yaĢamını tamamlayan bu değerli Türk Kadını babaannemi<br />

112


(biz kardeĢler o zaman ‗nine‘ sözcüğünü kullanırdık) bir<br />

kere daha takdir, minnet ve saygı ile anıyorum.<br />

ġerife Uysal zamanın <strong>Marmaris</strong>li kadınlarının giydiği<br />

ve kendi dokuduğu futa ile<br />

Amcam Mustafa‘nın Ģehit haberi duyulduktan sonra<br />

mahalleli Ģehit Mustafa‘nın adı ebediyen yaĢasın için<br />

sokağın adının hep ‗Mıstan‘ olarak kalmasını ister. Sokak<br />

sakinleri bunu yapar ve sokağa ‗Mıstan Sokağı‘ adı verilir.<br />

ġehitlerin mezarı olmaz. Onlar, Allah katında en mutena<br />

yerdedirler. Aradan yıllar geçti, ‗Deniz Kıyısı Sokağı‘ oldu.<br />

Daha sonra da sokaklar numaralandırılınca bizim Mıstan<br />

Sokağı 28. sokak olup çıktı. Bu değiĢime burada yer<br />

vermeseydik yeni nesil akraba ve <strong>Marmaris</strong>liler bunu hiç<br />

bilemeyecekler, bu sokakta yaĢamıĢ ilginç insanlar, adları,<br />

anıları, özellikleriyle birlikte toprağa gömülüp gidecekti.<br />

Belki de bize ilham kaynağı olan bu dürtü Mıstan dede‘nin<br />

veya Ģehit Mustafa Amcamın, hatta bugün hayatta<br />

olmayan Mıstan Sokağı sakinlerinin ruhlarından gelen bir<br />

mesaj veya aldığımız ilhamdan olsa gerektir. Öyleyse, bu<br />

sokağın sakinlerini gelin biraz yakından tanıyalım.<br />

113


Mıstanlardan halen hayatta olanlar Hayriye Düzenli (90)ve<br />

Mıstan sokağındaki evimizin tam karĢısındaki evde<br />

Çolak ġavkı (ġevki) ve karısı Hayriye Teyze yaĢardı.<br />

Kızları YaĢar Abla mahalleyi bırakın <strong>Marmaris</strong>‘in en güzel<br />

kızıydı. Çolak ġavkı içki içer, özellikle akĢamları sarhoĢ<br />

olur, sağa sola sataĢır, bağırır, çağırır, naralar atardı. Ġçki<br />

içmediği zaman çok iyi bir insan ve komĢuydu. Bir<br />

kolunun yok oluĢu nedeniyle kendisine bu lakap verilmiĢti.<br />

Ayık olduğu bir günde kendisine kolunun hangi nedenle<br />

kesik olduğunu sormuĢtum. Aldığım yanıt, ―Askerliğimde<br />

Ģehir iznindeyken bir askeri inzibat beni yakalamak istedi.<br />

KarĢı gelip bir de yumruk attım. Ġnzibat tabancasını<br />

ateĢledi ve kolumdan vuruldum. Beni yakalayıp hastaneye<br />

götürdüler. Atılan mermi omzuma yakın yerden kol<br />

kemiğimi kırmıĢtı. Hastanede kolum alçıya alınsa da<br />

hareketli olduğumdan tam yerine kaynamayıp kangrene<br />

dönüĢtü. Doktorlar kolumu kestiler‖ dedi. ġavkı amca tek<br />

114


koluyla efeliğe, dayılığa soyunur, bazı düğün ve<br />

kutlamalarda olay çıkarırdı. O zaman biz çocuklar Mıstan<br />

sokağında onun geliĢini nara atması üzerine duyar, ―ġavkı<br />

geliyor‖ diye evlerimize kaçıĢırdık. Dev yapılı bir adamdı.<br />

Tek koluyla koca bir pirinç, un veya Ģeker çuvalını sırtına<br />

alıp taĢır veya arabaya atabilirdi.<br />

Mıstan Sokağı sakinleri, (Soldan sağa-Ayten, Dürüye,<br />

Kadriye, Bezmigül ve GülĢen-<br />

Çocukken, Mıstan sokağında yaĢayan akraba,<br />

komĢu ve mahalle sakinlerini lakap ve isimleriyle tanırdım.<br />

‗Mıstan Sokağı‘nın her iki yanında oturanlardan<br />

anımsadıklarım Ģunlardır. Duran Ġlgün (Ġstiklal SavaĢı<br />

Gazisi) çocukları, Mehmet, Halil, Kemal Ġlgün‘ler,<br />

Nazmiye‘nin Hasan, Dolmalar, Mayiller, Hüseyin amca,<br />

çocukları Salih, Apti Yüce, Mıstan oğlu Hüseyin, Mıstan<br />

oğlu Mustafa (Kaçıka) Ali oğlu Mehmet, Ekincikli Mustafa,<br />

Hüseyin Gökmen, Fatma Hanım hala, Halil Bey, AltındiĢ<br />

Mustafa, ÇebiĢin Kemal, 41‘li Kemal, Yörükoğlu Mustafa,<br />

Turunçlu Mustafa, Hasan Demirci, Kel Mustafa,<br />

Tahtakıran Hüseyin ve kardeĢi Duran, Hacı Selim, Gabız<br />

Hasan,AĢçı Alirıza, Pampik Duran, Adalı HurĢit,<br />

115


Kadıoğulları, Bacaksızlar, Kabakçı Kamil, KeleĢin Güllü<br />

ve Koca Apti, Havanın Hayriye, Ali Usta, Memeterezinin<br />

(Mehmet Reis‘in) Kemal ve Mehmet, Kemal GümüĢay,<br />

Hüseyin GümüĢay, Ġlhan GümüĢay, Hayrettin Gökmen,<br />

Ekizler, Baharlılar, Yorgancı Hayriye, Tokalaçlar,<br />

Marangoz Mehmet, Ġbinin Mehmet, Bekçi Halil amca ve<br />

Mükerrem teyze, ĠbiĢler,(ĠbiĢ kaptanlar) Kampazın YaĢar,<br />

Ali Osman YeĢilyurt, Tokalar, Adalı Mehmet Ali oğlu<br />

Mehmet Gök anımsayabildiğim komĢularımızdı.<br />

Bunlardan, Hacı Selim‘e ait bir anektoda ‗<strong>Marmaris</strong>‘in<br />

Günlük Ağaçları‘ baĢlığı altındaki yazımda yine bu kitapta<br />

yer verdim. Eskiden Hacı Selim ve yakınları bu sokakta<br />

otururlarmıĢ. ‗Bacaksızlar‘ olarak lakabı geçen aileye<br />

gelince; Mehmet Amcanın boyunun kısa olmasıyla<br />

‗Bacaksız Mehmet‘ lakabını aldığını, hanımı Dürüye teyze<br />

ile çok sevimli büyüklerimiz olduklarını iyi hatırlıyorum.<br />

Çocukları, o zaman en küçüğü bile bizden yaĢlı,<br />

ağabeylerimiz olan altı erkek kardeĢtiler. YaĢ<br />

sıralamasına göre en büyükleri Ġsmail Hakkı Kutay,<br />

Cevdet, Sadık, Akif, Lütfü ve Rifat‘tır. Bunlardan Ġsmail,<br />

Cevdet ve Sadık öldüler. Diğerleri yaĢıyorlar. Bacaksız<br />

Mehmet amcanın çocukları ilköğretimlerinden sonra<br />

<strong>Marmaris</strong>‘ten ayrılarak Ġstanbul‘a okumaya gittiler. Ġlk, orta<br />

ve yüksek okullardan diplomalı olarak değiĢik meslek<br />

dallarında birçok kurumda çalıĢarak emekli olup<br />

Ġstanbul‘da yaĢamaya devam ettiler. En küçükleri Rifat<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e dönüp yerleĢti. Ama hepsi çocukluklarını<br />

yaĢadığı <strong>Marmaris</strong>‘i ve Mıstan Sokağını unutmadılar. Her<br />

yıl özellikle yaz aylarında <strong>Marmaris</strong>‘e eski evlerinin<br />

önündeki bir kahvede çay içip anıları ve çocukluklarını<br />

tekrar yaĢamaya çalıĢırlar. <strong>Marmaris</strong>‘e geldiklerinde<br />

‗Mıstan Sokağı‘nın eski sakinleri olarak bu kardeĢ<br />

ağabeylerle sohbetlerim oldu. Onların bilgi ve anılarından<br />

yararlandım.<br />

‗Mıstan Sokağı‘ sakinleri arasında renkli kiĢiliklerini<br />

gördüğüm, anımsadığım birçok komĢumuz vardı.<br />

Kadıoğlu Sabahattin Keskin bahriye askerliğini deniz<br />

116


kuvvetlerinin ‗Yıldıray‘ denizatlısında yapmıĢ. Denizaltıyı<br />

Türkiye‘ye getirmek için Amerika‘ya gitmiĢ. 1950‘li yıllarda<br />

Holywood‘da ‗Robin Hood‘ türü kahramanlık filmleriyle<br />

ünlü aktör Erol Flynn‘ın filmlerini izlemiĢ olacak ki, bana<br />

ismimin benzerliği nedeniyle ‗Erol Flayn‘ derdi. Sonradan<br />

kendisine de <strong>Marmaris</strong>li arkadaĢları ‗Clay‘ lakabını<br />

takmıĢlar. Yeri geldiğinde dünya Ģampiyonu boksör<br />

‗Muhammed Ali Clay‘ gibi yumruk attığını söylemesinden<br />

bu lakap takılmıĢ. Denizi ve havayı çok iyi bilip tahmin<br />

yürüten, elleriyle kıyıdan ahtapot yakalayan, balık tutan,<br />

esprileri, Ģiirleri ve hayata biraz da Bodrum‘lu Neyzen<br />

Tevfik felsefesine benzer açıdan bakan komĢumuz<br />

Sabahattin, Hacı Selim‘in torunlarındandır. Kadıoğlu<br />

Sabahattin ne yazık ki o zamanlar bir çok <strong>Marmaris</strong>li genç<br />

hemĢerilerin alkole esir düĢüp sağlığını kaybettiği gibi<br />

yaĢama erken veda ederek evlenip yuva kuramadan<br />

sessizce maddi yaĢamdan manevi dünyaya göçüp gitti.<br />

Kabakçı Kamil‘in ve eĢi Dürüye teyzenin oğlu<br />

Mustafa Kemal orta eğitim yaĢlarında Antalya‘ya gitti.<br />

Liseyi orada okudu. Antalyaspor‘da profesyonel futbolcu<br />

oldu. Havanın Hayriye‘nin Hasan Bey taĢımacılık yapardı.<br />

Sesi güzeldi. <strong>Marmaris</strong>‘in yaz günleri akĢam saatlerinde<br />

evinin önündeki deniz kıyısı taĢlarına oturur, günlük<br />

ormanlarının gerisindeki Balan Dağı tepesinden doğmakta<br />

olan ayın ilk ıĢıklarında denizin üstünde görünmeye<br />

baĢlayan yakamozları yararak gezintiye çıkan kürekli<br />

sandallardaki genç kızlara adeta serenat yaparak Ģarkılar<br />

söylerdi. ‗Mehtaplı gecelerde hep seni andım‘, Bu ne<br />

sevgi ah bu ne ızdırap‘, ‗Baharın gülleri açtı‘ gibi o<br />

günlerin popüler Ģarkılarını söyler, dinleyenlerin beğenisini<br />

kazanırdı.<br />

117


Mıstan Sokağı’nın deniz cephesi -1940-50’li yıllarda<br />

‗KeleĢin Güllü‘ adlı teyzemiz bu sokağı bırakın<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in halk doktoruydu. <strong>Marmaris</strong>liler her türlü sağlık<br />

sorununu ona sorar, ilacı o önerir, yine kendi hazırlardı.<br />

Kocası Apti oğlu Hüseyin Galiçya‘da Ģehit olmuĢ ve orada<br />

kalmıĢ. Burada, bir parantez açıp, önemli bulduğum bir<br />

konuya değinmek istiyorum.<br />

Osmanlı Ordusunun değiĢik cephelerde savaĢtığını<br />

ve bunlardan birisinin de Galiçya olduğunu biliyoruz. Bu<br />

yerler nerelerdi? Galiçya, bu günkü Ukrayna ile Polonya<br />

arasında bir savaĢ cephesiydi. (1) Enver PaĢa'nın, koca<br />

imparatorluk topraklar kaybederken Alman Kralına ve<br />

Avusturya‘ya yaranmak için 1916 yılında buraya<br />

gönderdiği iki tümen 12.000 askerimizin arasında yurdun<br />

her köĢesinden, <strong>Marmaris</strong>‘ten ve Mıstan Sokağı<br />

sakinlerinin kıymetli yavruları olan gençler de vardı. Apti<br />

oğlu Hüseyin‘ler, Hasan ÇavuĢ, Ali usta‘lar onlardan<br />

sadece birkaçıdır. Bunlar, Galiçya cephesine<br />

götürülmeden önce Çanakkale‘de savaĢmıĢ yorgun<br />

savaĢçılardı. Gidenlerin çoğu Ģehit oldular. Sağ kalanlar<br />

da Galiçya‘dan Filistin cephesine sevk edildiler.<br />

118


ĠĢte bunlardan birisi de <strong>Marmaris</strong> Ġsmet PaĢa<br />

sokağında ‗Dolmabahçe‘ olarak bilinen bahçeli evde<br />

ikamet eden Hasan ÇavuĢ amcamızdır. Hasan ÇavuĢ ve<br />

eĢi Akkaanne‘nin (Akkadın) yaĢamına dair anekdotları en<br />

iyi bilen üç oğlundan birisi değerli ağabeyimiz, <strong>Marmaris</strong>‘in<br />

yüksek eğitim görmüĢ ve profesör olmuĢ simge<br />

isimlerinden birisi olan Sayın Mustafa Ayyıldız‘dır.<br />

Kendisinin anlattıklarına göre; Babası Hasan ÇavuĢ ve<br />

annesi Akkadın en büyük oğlunun adını Kemal,<br />

ortancanınkini Ġsmet ve en küçüğününkini de Mustafa<br />

koymuĢtur. Milli mücadele ve KurtuluĢ savaĢı sonrası<br />

kurulan cumhuriyetin yarattığı heyecan ve rüzgar<br />

kazanılan zaferin öncüleri olan Mustafa Kemal ve Ġsmet<br />

Ġnönü‘nün adlarını böylece Ayyıldız ailesine taĢımıĢtır.<br />

Hasan ÇavuĢ bununla da yetinmeyip yaĢadığı sokağın<br />

adını ‗Ġsmet PaĢa Sokağı‘ olarak belediyeye<br />

kaydettirmiĢtir. Hasan ÇavuĢ, 1915‘de Çanakkale de,<br />

1916-17‘de Galiçya‘da, 1917-18‘de Filistin cephesinde<br />

çavuĢ olarak görev yapan bir <strong>Marmaris</strong>lidir. SavaĢa,<br />

Avrupa cephesindeki Galiçya‘dan Kuzey Afrika<br />

cephesindeki Filistin-Mısır cephesine giderken kendisini<br />

bekleyen trajedinin fazla farkında olmamıĢtır. Ġngilizlerin<br />

tahminen on bin Osmanlı askerine karĢı yaptıkları<br />

iĢkenceyi yaĢayanlardan kurtulup 1918 Mondros AteĢ Kes<br />

AntlaĢmasıyla vatanına dönebilen ender gazilerden birisi<br />

de Hasan ÇavuĢ olur. Filistin‘de yaĢayan bu elim olayı<br />

Hasan ÇavuĢ‘un yaĢamında çocuklarına anlattığı<br />

anılarından ve tarihi kayıtlardan öğrendik. Rahmetli Hasan<br />

ÇavuĢ (Ayyıldız) binlerce Türk askeri gibi aĢağıda kısaca<br />

değindiğimiz olaydan çok etkilenmiĢ, gözlerinden de<br />

rahatsız olarak <strong>Marmaris</strong>‘e dönmüĢtür. Olay kısaca Ģöyle<br />

cereyan eder:<br />

119


Hasan Ayyıldız (Hasan ÇavuĢ) Galiçya ve<br />

Trablusgarp Gazisi<br />

Birinci Dünya SavaĢında Ġngilizlere 150 bin<br />

askerimiz esir düĢer. Bu askerlerden bir kısmı da Mısır‘ın<br />

Ġskenderiye Ģehri yakınlarında bulunan SeydibeĢir Usare<br />

Kampı‘na hapsedilir. Kampın tam adı, ‗SeydibeĢir<br />

Kuveysna Osmani Usaray‘i Harbiye‘ kampıdır. Bu kampta,<br />

1918‘de Filistin Cephesinde esir düĢen 16. Tümenin 48.<br />

Alayına bağlı Osmanlı askerleri tutulmaktadır. 12 Haziran<br />

1920‘e kadar iki yıl boyunca türlü eziyet, ağır hakaretler<br />

ve aĢağılanmaya maruz kalırlar. Ġnsanlık dıĢı yapılan bu<br />

uygulamalarda Ermeni asıllı Ġngiliz subaylarının rolü<br />

büyüktür. Kampta, Türkçe bilen Ermeni tercümanların<br />

yalan yanlıĢ çevirileri ve kıĢkırtmaları nedeniyle ölenler<br />

dıĢındaki askerleri teslim etmek Ġngilizlerin iĢine gelmez.<br />

Çünkü olası yeni bir savaĢta, bu askerlerin yeniden<br />

karĢılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından Ġngilizlerin<br />

beyinlerine iĢlenir. Çözüm toplu katliamdır. Askerlerimiz,<br />

mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla arınma<br />

(dezenfekte) havuzlarına sokulur. Ancak suya normalin<br />

çok üzerinde ‗krizol‘ maddesi katılmıĢtır. Mehmetçik, daha<br />

120


ayağını soktuğunda aĢırı ‗krizol‘ maddesi nedeniyle<br />

haĢlanır. Ġngiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerimizin<br />

havuzdan çıkmalarına izin vermezler. Mehmetçikler,<br />

bellerine kadar gelen suya baĢlarını sokmak istemeyince<br />

bu defa da havaya ateĢ etmeye baĢlarlar. BaĢını suya<br />

sokup çıkaranların artık gözleri görmez olur. Çünkü<br />

gözleri yanmıĢtır. DıĢarı çıkanların halini gören sıradaki<br />

askerlerimizin direniĢleri de fayda etmez. Böylece, on beĢ<br />

bin askerimiz kör olur. Bu vahĢet, 25 Mayıs 1921 tarihinde<br />

TBMM‘de görüĢülür. Milletvekilleri Faik ve ġeref Beyler<br />

önerge vererek, Mısır‘da esirlerin ‗krizol‘ banyosuna<br />

sokularak 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini,<br />

bunu yapan Ġngiliz doktor, Garnizon Komutanı ve diğer<br />

askerlerin cezalandırılması için TBMM‘nin teĢebbüse<br />

geçmesini isterler. Ancak yeni kurulan devletin bin bir türlü<br />

derdi olduğundan, daha önemli ve ağır sorunlarla uğraĢan<br />

TBMM‘nde bu hesap sorma iĢi unutulup gider. Sonunda,<br />

bu gün olduğu gibi kendi suçlarını baĢkalarına mal ederek<br />

bizi de soykırımla suçlarlar. Bunu dünyaya ambalajlayıp<br />

yeni Türkiye Cumhuriyetinin kuruluĢundan bu güne kadar<br />

böyle satarlar. Rahmetli Ġsmet Ġnönü ―DıĢarıda kendimizi<br />

iyi anlatamıyoruz‖ demiĢti. Tarihimizi, geçmiĢimizi<br />

okumadan, bilmeden, doğruları yazmadan dünyaya bu ve<br />

benzer olayları nasıl anlatabilirdik, anlatabiliriz? (Kaynak:<br />

Osmanlı Ordusunun çektiği iĢkenceler-Tarih ve Ġnkılap<br />

Tarihi-Ġnterenet‘ten)<br />

<strong>Marmaris</strong> dahil, yurdun dört köĢesinde daha düne<br />

kadar Ģimdi hayatta olmayan yakınlarımızın, hemĢerilerin<br />

ya kendileri veya akrabaları, ya da yakınlarından o<br />

yıllarda 10–15 yıl askerlik yapıp, gazi veya Ģehit olanlara<br />

ait birçok anekdot dinlemiĢizdir. Bunların çoğu da gerçek<br />

yaĢanmıĢ olaylardır. ġimdi, üç kıtada, bakımlı, bakımsız,<br />

bilinen, bilinmeyen onlarca, yüzlerce mezar, binlerce<br />

hektar topraklarda Ģehitlerimiz yatmaktadır. (2) Onları<br />

minnet ve rahmetle bir kez daha anıyoruz.<br />

121


Galiçya'da Türk Ģehitliklerinden sadece birisi<br />

Galiçya'da Alman ve Türk askerleri<br />

Milli Ģairimiz Mehmet Akif Ersoy bakın bunu en<br />

veciz ve kısa olarak Ģiirinde nasıl dile getirmiĢ:<br />

―EĢele bir yerleri örten karı<br />

Ot değil onlar dedenin saçları<br />

Dinle Ģehit sesleridir rüzgârı‖...<br />

122


‗Mıstan Sokağı‘ sakinlerinden babası Galiçya Ģehidi<br />

Apti oğlu Hüseyin‘in oğlu Koca Apti Gün 1946‘da<br />

Ġstanbul‘da yapılan Türkiye Kürek ġampiyonasında<br />

birincilik alıp Türkiye Ģampiyonluk kupasını <strong>Marmaris</strong>‘e<br />

getiren kürekçiler arasındaydı. Zaten bu denizciler<br />

arasında ‗Mıstan Sokağı‘nda yaĢayanlar çoğunluktadır.<br />

Apti Gün‘ün eĢi Dürüye teyzemiz komĢu, mahalleli<br />

kadınlar ile bizim evin önünde oturur, ellerindeki yazmaya<br />

oya iĢlerler, sohbet ederlerdi. Biraz mizah ve neĢe bu<br />

konuĢmalara egemen olduğunda Dürüye Teyze gülerek<br />

ve sesinin en yüksek tonuyla ‗vıyyy‘ diye telaffuz<br />

edilebilecek uzunca bir slogan atıp, diğer arkadaĢları olan<br />

komĢu kadınlarını da neĢelenmeye davet ederdi. Bazen<br />

de böylesine mutlu ve coĢkulu ortamda ‗Topal Zürüye‘<br />

lakaplı kardeĢini ellerinde def gibi tuttuğu tepsi, o yoksa<br />

bir tencereye vurarak sağladıkları ritim ve birlikte<br />

söyledikleri oyun havasıyla oynatıp eğlenirlerdi.<br />

Ġstanbul’da Türkiye Şampiyonu Türkiye <strong>Marmaris</strong> Kürek ġampiyonu Takımı- 1946 olan <strong>Marmaris</strong> Kürek<br />

Takımı 1946<br />

Baharlılar, <strong>Marmaris</strong> ve <strong>Marmaris</strong>lilere, hatta<br />

çevredeki yerleĢim yerlerine moral ve eğlence<br />

bakımından takriben elli yıl hizmet vermiĢ müzik<br />

yapan bir ailedir. Baharlı Mehmet amca trombon,<br />

123


çocukları Hüseyin Fikri, Ġsmail klarnet ve saksofon,<br />

Naci trompet, Mesut davul, Mehmet cümbüĢ<br />

çalarlardı. Burada bu aileye ait bir olaya yer vermek<br />

istiyorum.<br />

Aile grubu müzisyenler Köyceğiz‘e bir düğüne<br />

davet edilirler. Düğün gece geç vakitlere kadar<br />

devam ettiği için o gece Köyceğiz‘de bir otelde<br />

kalmak zorunda kalırlar. Düğün bir zengin<br />

düğünüdür. Çevrilen banknot her düğünde olduğu<br />

gibi davul çalan Mesut tarafından yerden toplanır,<br />

önlerinde duran masadaki Ģapkaya konur. Verilen<br />

molalarda ailenin kasası Hüseyin Fikri paraları<br />

cebine istif eder. Düğün sonrası ekip düğün sahibinin<br />

sağladığı pansiyona yerleĢir. Hüseyin Fikri ile kardeĢi<br />

Mesut aynı odayı paylaĢırlar. Mesut o zaman genç<br />

ve bekar olduğu için hakkına düĢen para genellikle<br />

ve sadece harçlık düzeyindedir. Oysa o gün zengin<br />

düğünü olmuĢtur ve rekor denecek para çevrilmiĢ,<br />

ancak paraların hepsini Hüseyin Fikri almıĢtır. Ne<br />

yapsın zavallı Mesut, ―Nasılsa ağabeyim derin<br />

uykuda, bir de horluyor, farkına varmaz‖ diye<br />

düĢünerek sessizce yataktan paraların saklandığı<br />

ağabeyine ait askıda asılı duran ceketin cebine elini<br />

atar. Bir tomar kağıt paranın içinden eline geldiği<br />

kadarını alır. O anda uyku numarasına yatmıĢ<br />

Hüseyin Fikri ağabey gayet sakin bir Ģekilde<br />

yatağından doğrularak Mesut‘a, ―sayıktır yavrum,<br />

hepsi sayıktır‖ deyince Mesut o an sukutu hayale<br />

uğrayıp ağabeysine aynen Ģu yanıtı verir. ―Sene<br />

uyku durak yok mu, yatakta da beni mi gözlep durun‖<br />

...<br />

Mıstan Sokağı‘na ve <strong>Marmaris</strong> limanına tepeden<br />

bakan Tepe Mahallesi sakinleri de Mıstan Sokağında<br />

yaĢayanlardan ayrı düĢünülemez. Ne de olsa denize,<br />

124


kıyıya ulaĢmak için bu sokaktan geçerlerdi. Kuzey<br />

doğudan itibaren Mıstan Sokağı‘nın bir üst terasında,<br />

diğer bir tanımlamayla Ģehrin ‗küçük akropolü‘<br />

diyebileceğim tepede aile büyüklerimiz yaĢamıĢlar.<br />

18.yüzyılın sonunda <strong>Marmaris</strong> Osmanlı Ġdaresinde Rodos<br />

Vilayetine bağlı ve takriben bin kiĢilik bir nüfusa sahip<br />

nahiye iken mali ve idari yönetimi (Voyvodalık) büyük<br />

dedemiz Zeynel Abidin,e verilmiĢtir. O da mütevelli<br />

heyetinin baĢkanı olarak <strong>Marmaris</strong>-Dalaman arasındaki<br />

bölgenin özellikle tarım arazilerine ait ‗tımar‘ gelirlerini<br />

toplayıp Aydın Sancak Beyliğine teslim edermiĢ. Nüfusu<br />

az <strong>Marmaris</strong> nahiyesinin yönetim ve asayiĢinden de<br />

sorumlu ‗Abidin Ağa‘ dedemiz otoriter kiĢiliğe sahip<br />

baĢarılı bir idareciymiĢ. Tepe Mahallesinin en üst<br />

noktasındaki evde yaĢar, ÇeĢme meydanında, Mıstan<br />

Sokağında veya denizde bir sarhoĢ narası duyduğunda,<br />

―Orda neler oluyor? Geleyim mi‖ diye seslendiğinde<br />

muhatapları kaçacak delik ararmıĢ. Oğlu Mustafa Ağa<br />

babasının görevini bir süre devam ettirmiĢ. <strong>Marmaris</strong>,<br />

1867‘de kaza (ilçe) olunca ilk kaymakam atanmıĢ.<br />

Mustafa Ağanın oğlu Kamil ağa da atalarının tepedeki<br />

evinde yaĢamaya devam etmiĢler. Atalarımıza ve<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e ait bazı bilgileri en son ailemizin yaĢlıları olan<br />

dedem Kamil Ağa‘nın eĢi, anneannem AyĢe Atasoy<br />

(1950) ve babaannem ġerife Uysal (1952) ölmeden<br />

önceki yıllarda kendi ağızlarından dinlemiĢtim. Tabii ki<br />

bazıları da rahmetli annem Bezmigül Uysal‘a aittir.<br />

Atalarımıza ait evler, kültür varlıkları olarak yıkıntı<br />

durumunda halen tepede görülmektedir.<br />

125


Tepe mahallesi Mıstan Sokağına bakan yamaç evleri<br />

Atalarımızdan ayrı olarak tepenin eteklerindeki dar<br />

yollarda, tek katlı, taĢ duvarlı, kırmızı kiremitli, özel<br />

<strong>Marmaris</strong> bacalı evlerde yaĢayanlardan, <strong>Marmaris</strong>‘in<br />

1944–45 yıllarında Belediye BaĢkanı olan Hafız Kamil,<br />

(Ġsmet Kamil Öner) Ġstiklal<br />

126


<strong>Marmaris</strong> Voyvodası dedem Zeynel Abidin‘in evi<br />

madalyalı Ali Esen ve Duran Ġlgün, ġahap Karabenli,<br />

Çanakkale Gazisi Yeni Ali, (Ali Kutluay) sünger dalgıçı<br />

Samıdın Ali, Kamil Efe, Evli ġükrü, Çilli Bekir, Ekizler ve<br />

Halil Efeler vb. eski <strong>Marmaris</strong>liler deniz kıyısına çıkmak<br />

için Mıstan Sokağı‘ na inen mahallelilerdi.<br />

Mıstan Sokağında, eski komĢulara kıyasla bugün<br />

daha genç olan plan komĢularımız var. Bunlardan Bayan<br />

‗Beatris‘ <strong>Marmaris</strong> ve Mıstan Sokağı sevdalısı, ressam,<br />

Ġsviçre asıllı, <strong>Marmaris</strong>lileĢtirdiklerimizden bir bayandır.<br />

Mıstan Sokağında yaptığı resimleri yaĢadığı evin<br />

önündeki asmanın altında sergiler, buradan geçen<br />

turistlere sattığı resimlerden elde ettiği kazançla hayatını<br />

sürdürür, artanını da sokak kedilerine yiyecek almaya<br />

harcar. Bu sokağa aĢık diğer bir yabancı kökenli<br />

hemĢerimiz bayan Elizabeth‘tir. Merhum Profesör Sefa<br />

Meray‘ın eĢi olan Bayan Elizabeth aydın bir hanım olup,<br />

çocuklara Ġngilizce yabancı dil konusunda yardımcı<br />

127


olduğu gibi <strong>Marmaris</strong>‘i yurt dĢında tanıtmada da katkısı<br />

olmuĢ yabancı asıllı hemĢerilerimizdendir.<br />

Mıstan Sokağında uzun yıllardan beri ikamet eden<br />

bir de mimarımız vardır. Sayın Taner Kasap, bazı eski<br />

evleri yöre mimarisine uygun tarzda ve anıtlar kurulunun<br />

onayı ile yenileyip, sayıları henüz az da olsalar<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e güzel görüntü sağlamada büyük rol<br />

üstlenmiĢtir. Gönlümüzden geçen, Mıstan Sokağı, kale ve<br />

müze çevresinin yapılacak bir çalıĢma ve tasarımla<br />

yeniden ele alınması, buranın sanat, kültür ve diğer<br />

eliĢleri gibi eser ve yapıtların sergilendiği, otantik bir Türk<br />

Eviyle birlikte turistlerin ziyaretine açık bir cazibe alanına<br />

dönüĢtürülmesidir.<br />

Yukarıda lakap veya isimleri geçen komĢu ailelerin<br />

bizimle yaĢıt olan çocukları ve kendi kardeĢlerimle Mıstan<br />

Sokağında çelik çomak, uzun atlama, saklambaç, koĢma<br />

kale, dama, bez içine saman veya paçavra doldurulmuĢ<br />

top ile futbol, voleybol gibi oyunlar oynardık. Evlerin taĢ<br />

duvarlarında eĢek arı yuvaları olurdu. Bazen mahalle<br />

arkadaĢları arıların yuvasını bir sopa ile dürter, arıları<br />

kızdırır, arılarda sokaktan geçenleri sokardı. Bu sokak<br />

adeta bizim oyun bahçemiz, parkımızdı. Kıyılar taĢlık,<br />

kayalık olduğu için buralardan denize atlayarak<br />

yüzebiliyorduk. Sokağın baĢında Mahbube teyze ile<br />

Mustafa amcamın taĢ evinin bir merdiveni vardı. Onun altı<br />

yağmurda saklanma yerimizdi. Mahbube teyze mevlitlere<br />

gidip kuran okurdu. Eve dönüĢte verilen çerezle,<br />

Ģekerlerden bize de verirdi. Bana leblebi vermiĢ olmalı ki,<br />

ben adını doğru söyleyemediğim için ona ‗Bebbe anne‘<br />

(Leblebi anne) derdim. EĢi Mustafa amcam kitabın<br />

‗Mıstan Sokağı‘ndan sonraki kahramanıdır. Çocuk<br />

denecek yaĢta yaĢadığı bir maceradan sonra kendisine<br />

verilen ‗Kaçıka Mustafa‘ lakaplı bu amcamızın öyküsünü<br />

kitabımızın bundan sonraki bölümünde okuyacak,<br />

kendisiyle yaptığımız sohbetin ayrıntılarını da<br />

bulacaksınız. .<br />

128


Bu bölümde Mıstan Sokağının renkli kiĢi ve<br />

ailelerine yer verdim. Mıstan Sokağı özellikle folklorik<br />

açıdan ele alındığında kendi baĢına bir kitap olacak değer<br />

ve zenginliğe sahiptir. En iyisi, Mıstan Sokağından yine<br />

ayrılmadan, amcam ‗Kaçıka Mustafa‘nın gerçek olan<br />

öyküsüne geçelim...<br />

Kaynakça:<br />

(1) ‗Kumandanım Galiçya Ne yana DüĢer‘ adlı kitap.<br />

Yazan: M. ġevki Yazman<br />

(2) <strong>Marmaris</strong> Ticaret Odasının (MTO) <strong>Marmaris</strong>‘in<br />

ġanlı Tarihi adlı bülteni 30.8.2010<br />

Not: <strong>Marmaris</strong> Ticaret Odası‘nın 30 Ağustos Zafer<br />

Bayramının 88. yıldönümünde (30 Ağustos 2010)<br />

yayınlamıĢ olduğu bültende <strong>Marmaris</strong>‘in Ģanlı tarihinde<br />

1894–1974 yılları arasındaki dönemde ve değiĢik<br />

cephelerde canlarını vermiĢ Ģehitlerimizin kimlikleri<br />

yayınlandı. Kalıcı ı olması amacıyla aynen buraya aldım.<br />

Anılan kuruma teĢekkür ediyorum. Burada isimleri<br />

olmayan ve cephede hastalanıp hastanede ölen<br />

Ģehitlerimizin de varlığı düĢünülürse listedeki Ģehit sayısı<br />

daha da artacaktır. Tüm Ģehitlerimizi minnet ve Ģükranla<br />

anıyor, Allah‘tan rahmet diliyorum. ġEHĠTLER ÖLMEZ<br />

VATAN BÖLÜNMEZ! (EU)<br />

129


ġEHĠTLERĠMĠZ<br />

S.No. Adı Baba Adı Tarih<br />

1 Adem Adem 1921<br />

2 Ahmet Hasan 1918<br />

3 Ahmet …. 1950<br />

4 Ali Mehmet 1921<br />

5 Ali …. 1915<br />

6 Ali Mustafa 1915<br />

7 Ali Ahmet 1916<br />

8 Ali H.Kadı Durak 1915<br />

9 Ali Hüseyin 1916<br />

10 Ali Hüseyin 1916<br />

11 Ali Ġsmail 1916<br />

12 Ali Mehmet 1917<br />

13 Ali Mustafa 1915<br />

14 Ali Mustafa 1917<br />

15 Ali Mustafa 1915<br />

16 Durali AteĢ Mehmet 1916<br />

17 Duran Mustafa 1915<br />

18 Duran Mehmet 1916<br />

19 DurmuĢ Mustafa 1917<br />

20 DurmuĢ …. 1951<br />

21 Fahri …. 1915<br />

22 Fazlı Ġsa 1915<br />

23 Fehmi Efendi Mehmet 1916<br />

24 Habip Ġbrahim 1916<br />

25 Hacı Mehmet Abdi 1916<br />

26 Hacı Salih Ali 1916<br />

27 Halil Ali 1916<br />

28 Halil Salih 1915<br />

29 Halil Osman 1915<br />

30 Halil Mustafa 1915<br />

31 Halil Ali 1916<br />

32 Halil Hüseyin 1915<br />

33 Halil Ali 1916<br />

130


34 Halil Mustafa 1915<br />

35 Halil Musa 1916<br />

36 Hasan Mustafa 1916<br />

37 Hasan Osman 1915<br />

38 Hasan Ali 1921<br />

39 Hasan Hayri 1921<br />

40 Hasan Halil 1915<br />

41 Hüseyin Mehmet<br />

131<br />

1916<br />

42 Hüseyin Mehmet 1916<br />

43 Hüseyin Mustafa 1915<br />

44 Ġsa Hasan 1921<br />

45 Ġbrahim Ömer 1916<br />

46 Ġsmail Ahmet 1915<br />

47 Mahir Topal Ömer 1915<br />

48 Mehmet Recep 1915<br />

49 Mehmet Hasan 1916<br />

50 Mehmet Hüseyin 1915<br />

51 Mehmet Ġsmail 1915<br />

52 Mehmet Koca Halil 1915<br />

53 Mehmet Mehmet 1915<br />

54 Mehmet Mehmet 1915<br />

55 Mehmet Mehmet 1915<br />

56 Mehmet Salih 1916<br />

57 Mehmet Yusuf 1915<br />

58 Mehmet Abdülhamit 1921<br />

59 Mehmet DurmuĢ 1921<br />

60 Mehmet Mehmet 1921<br />

61 Mehmet Mehmet 1922<br />

62 Mehmet Veli 1922<br />

63 Mehmet Mehmet 1915<br />

64 Mehmet Ömer 1918<br />

65 Mehmet Halil Mehmet 1915<br />

66 Muharrem Seyit Ali 1921<br />

67 Muharrem …. 1950<br />

68 Murat Hüseyin 1916<br />

69 Murat Süleyman 1917


70 Musa Hasan 1915<br />

71 Musa DurmuĢ 1916<br />

72 Mustafa Ali 1917<br />

73 Mustafa Hamit 1915<br />

74 Mustafa Hüseyin 1915<br />

75 Mustafa Hüseyin 1915<br />

76 Mustafa Hüseyin 1915<br />

77 Mustafa Mehmet 1915<br />

78 Mustafa Yahya 1915<br />

79 Mustafa …. 1950<br />

80 Mustafa Ali 1915<br />

81 Nuri Acar Mehmet 1953<br />

82 Osman Mustafa 1915<br />

83 Osman Turan 1916<br />

84 Osman Ġbrahim 1915<br />

85 Osman Mehmet 1921<br />

86 Osman Mehmet 1915<br />

87 Osman<br />

Çetiner<br />

DurmuĢ 1974<br />

88 Ömer Mustafa 1915<br />

89 Ramazan Mehmet 1894<br />

90 Recep Mehmet 1921<br />

91 Rıza<br />

Ali 1921<br />

92 ġaban Ahmet 1916<br />

93 ġaban Abdullah 1916<br />

94 Salih Abdullah 1915<br />

95 Salih Mehmet 1915<br />

96 Salih Mehmet 1915<br />

97 Salih Mehmet 1915<br />

98 ġevket Hasan 1917<br />

99 Seyit Ahmet Ġbrahim 1916<br />

100 ġükrü Ahmet 1921<br />

101 ġükrü Ġsa 1921<br />

102 Süleyman Osman 1915<br />

103 Süleyman Salih 1916<br />

104 Süleyman Recep 1916<br />

132


105 Karayiğit …. …<br />

106 Tahir Ġzzet 1917<br />

107 Veli Ali 1918<br />

108 Veysel Ġsmail 1916<br />

109 Yusuf Mehmet 1916<br />

110 Yusuf Mehmet 1915<br />

111 Yusuf Sadık 1915<br />

* Ġzmir‘de görevliyken eĢim ilk çocuğumuza<br />

hamileydi. Bayram tatili için otobüsle <strong>Marmaris</strong>‘e<br />

gidiyorduk. Yanımdaki koltukta alkollü olduğu ağzının<br />

kokusundan belli olan yaĢlı bir yolcu vardı. Bana kim ne<br />

olduğumu dahil bir sürü sorular sordu. Kendinden<br />

bahsetti. Ġstiklal SavaĢına katıldığını, Afyon-Ġzmir mihveri<br />

üzerinde çetin savaĢlara katılıp düĢmanı Ġzmir‘de denize<br />

döktüklerini, Atatürk‘ün muzaffer ordusunun mensubu<br />

olmaktan büyük bir kıvanç duyduğunu söyledi. Ben de<br />

içkili olduğundan bu ifadeleri biraz ihtiyatla dinledim.<br />

Sorularına kısa yanıtlar verdim. Sonunda, ―EĢin hamile,<br />

çocuğun erkek olacak. Adını, benim önerdiğim adı<br />

koyacaksan söyleyeceğim. Ama bir Ģartım var. Önerdiğim<br />

adı koymazsan çocuğun gözü kör olsun mu? dedi. Ben<br />

de, ―Adın ne olduğunu söyle, beğenirsem dediğini<br />

yaparım‖ dedim. ―Adı Mustafa Kemal olacak‖ der demez<br />

ağlamaya baĢladı. ―Tamam, ağlama, erkek olursa söz bu<br />

adı koyacağız‖ dedim. Otobüs mola verince olayı eĢime<br />

de anlattım. O da çocuğun adını kabul etti. <strong>Marmaris</strong><br />

dönüĢü babam ve annem bizimle Ġzmir‘e geldiler. Babam<br />

katarakt ameliyatı oldu. 11 Kasım 1965 günü doğum<br />

evinde oğlumuz dünyaya geldi. Doğrudan hastanedeki<br />

babama ve refakatindeki anneme müjdeye gittim. Çok<br />

sevindiler. Çocuğun adı konusunda onların da görüĢünü<br />

aldım. Babam ağabeyi Mustafa‘nın Ģehit olduğunu, adının<br />

Mustafa konmasını önerdi. Ancak, otobüs<br />

yolculuğumuzdaki sarhoĢ yolcunun da ad konusunda bir<br />

Ģartı bulunduğunu, Mustafa Kemal olmasını önerdiğini<br />

133


söyleyince oğlumuzun adının Mustafa Kemal olmasını<br />

birlikte kararlaĢtırdık. ġimdi o dünün çocuğu Mustafa<br />

Kemal Kurmay Albay olarak kahraman Türk Silahlı<br />

Kuvvetlerinde görev yapıyor…<br />

134


KAÇIKA MUSTAFA<br />

Mustafa, Mıstan Oğullarından Kara Mustafa‘nın oğlu<br />

olup Miladi 1898 <strong>Marmaris</strong> doğumludur. Mıstan<br />

Sokağındaki mütevazı balıkçı, denizci evinde doğar.<br />

Mustafa‘nın doğduğu yıllarda ‗<strong>Marmaris</strong>‘te sosyal ve<br />

ekonomik durum acaba nasıldı‘ sorusuna birkaç cümleyle<br />

yanıt aramanın, bunu yaparken de sanırım Osmanlı<br />

Ġmparatorluğunun o dönemdeki durumuna kısaca göz<br />

atmak yararlı olur.<br />

Bilindiği üzere, Osmanlı Ġmparatorluğunun 1683‘den<br />

1922 yılları arasındaki 239 yıllık sürece ‗Gerileme ve<br />

ÇöküĢ‘ dönemi denir. Osmanlı Orduları, Yükselme<br />

Dönemi sürecinde elde edilen toprakları kendi yönetim ve<br />

kontrolünde bulundurmak için o dönemde Trablusgarp,<br />

Balkanlar, Galiçya, Irak, Filistin, Yemen, Suriye, Kafkaslar<br />

ve Çanakkale olmak üzere 9 cephede savaĢmıĢtır.<br />

1522-1912 yılları arasında 390 yıl Osmanlı<br />

Ġmparatorluğuna ait bulunan Rodos adası bu süreç<br />

içerisinde devletin yaptığı atamalarla valiler tarafından<br />

yönetilmekteydi. Rodos ile diğer adaların Ege ve Akdeniz<br />

kıyılarımıza yakınlığı deniz ticareti ve taĢımacılık<br />

bakımından yarar sağlamıĢ olsa da, <strong>Marmaris</strong> gibi denize<br />

kıyısı bulunan yerleĢim yerlerinde yaĢayanlar özellikle<br />

Akdeniz‘de üslenmiĢ korsanların talan, yağma, her türlü<br />

kaçakçılık ve terör gibi olumsuz etkilerinden zarar<br />

görmüĢlerdir. Rodos adasında bu dönemde Osmanlı<br />

Valisi olan ġükrü PaĢa (Deli lakaplı) <strong>Marmaris</strong><br />

Kaymakamlığına bir yazı göndererek <strong>Marmaris</strong>‘in Yılancık<br />

Adasına üslenmiĢ korsanlardan temizlenmesini ister.<br />

<strong>Marmaris</strong> kaymakamı, hemen muhtar ve sözü dinlenen<br />

büyükleri toplayarak bir ekip oluĢturur. Bu ekibin<br />

kumandasını Mıstan Sokağında yaĢayan ĠbiĢ ve Kadir<br />

kaptanlara verir. Yelken ve kürekle gecenin karanlığından<br />

istifade ederek daha Ģafak sökmeden Yılancık Adasını<br />

135


asarak korsanları etkisiz hale getiriler. Bu olaya ‗Kıstan<br />

Sokağı‘ bölümünde değindim. (2)<br />

Bölgede, I. Dünya savaĢının patlak vermesini<br />

hazırlayan nedenler öncesinde ateĢ ve korku hüküm<br />

sürmekte, Trablusgarp‘ı iĢgal etmek için Osmanlı Devleti<br />

ile savaĢ halinde bulunan Ġtalya, Anadolu‘dan gelen<br />

yardımları kesmek için 1912 yılında Rodos baĢta olmak<br />

üzere ‗On iki Adalar‘ı iĢgale baĢlar. (3)<br />

Kaçıka Mustafa‘nın doğduğu yıl olan 1898‘de<br />

PadiĢahı 2. Abdülhamit‘tir. (1876–1909) O yıllarda Ġngiliz,<br />

Fransız, Alman, Ġtalyan su üstü ve sualtı savaĢ gemileri<br />

Ege ve Akdeniz‘de adeta kovalamaca oynamaktadırlar.<br />

Denize kıyısı bulunan Kuzey Afrika, Güney Avrupa ve<br />

kıyılar bombalanmaktadır. Kimin dost, kimin düĢman<br />

olduğu bilinmemektedir. <strong>Marmaris</strong>‘te de halk büyük bir<br />

panik ve korku içindedir. <strong>Marmaris</strong>‘in o yıllarda köyleri<br />

hariç merkez nüfusu 4 bin civarındadır. <strong>Marmaris</strong> ve<br />

çevresinde yaĢayan 500-600 kadar Rum ve az sayıda<br />

Ermeni kökenli vatandaĢ da vardır. Bunlar, ticaretle<br />

uğraĢır, değirmen iĢletir, maden çıkartır, dalgıçların deniz<br />

dibinden çıkarttığı süngerleri alıp yabancı Ģirketlere<br />

satarak komisyon alırlar. Ayrıca, günlük ağaçlarından elde<br />

edilen ve o zaman tıpta ve parfümeri sanayinde kullanılan<br />

sığla yağını üreticiden alıp ihraç ederler. Bunun için de sık<br />

olarak Rodos‘a ve baĢka yerlere gidip gelirler. Bunların<br />

aralarında aleyhimize casusluk, kaçakçılık, hırsızlık<br />

yapanları ve yapanlara yardımcı olanları da vardır.<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in Mıstan Sokağındaki taĢ evin deniz<br />

cephesindeki kıyısında Küçük Mustafa‘nın babasına ait bir<br />

sandal vardır. Küçük Mustafa bununla kürek çekmeyi,<br />

babasıyla balığa çıkmayı, kıyılardan odun toplamayı<br />

öğrenir.<br />

136


Mustafa Amca ve ‘Bebbe Anne’ Mıstan Sokağındaki<br />

evin kerevetinde<br />

Babasıyla Günlük ve Adaağzı ormanlarından odun<br />

getirirler, anneleri odunlarla taĢ evin Ģöminesinde yemek<br />

piĢirir. KıĢın ise ocak‘taki canlı korlardan mangala<br />

maĢayla alarak ısınma sağlanırdı. Çocukluğumda, kıĢ<br />

geceleri biz onları, onlar bizi ziyaret ettiğimizde mangalda<br />

kahve, çay yapılıp ikram edilirdi. Külde ve korda piĢirilen<br />

kahve ve çayın kokusu ve lezzetinin baĢka olduğu<br />

söylenirdi.<br />

Küçük Mustafa ve Ağabeyi RaĢit‘in babaları ölünce<br />

evin iĢleri ve anneye bakmak onlara kalır. RaĢit askere<br />

alındığında Mustafa henüz on yaĢındaydı. Balık tutup<br />

satarlar, odun keser, arıcılık yapar, bal satar, yabancı<br />

tacirlerin iĢlettiği maden ocaklarında çalıĢır evin geçimini<br />

sağlarlardı. RaĢit askere gidince iĢler küçük yaĢta<br />

olmasına rağmen küçük Mustafa‘ya kaldı. 1913 yılıydı. Bir<br />

gün <strong>Marmaris</strong>‘in batısındaki Bodrum‘un yabancı savaĢ<br />

gemileri tarafından bombalandığı duyuruldu.<br />

Bombalamayı yapanın Fransız Dupleix ve Kleber adlı<br />

savaĢ gemileri olduğu söylendi. (4) Aynı gemiler veya<br />

benzer sınıflardan olanlarının 1912, 1914 ve 1916<br />

yıllarında <strong>Marmaris</strong>‘i de bombaladıklarını düĢünürüm.<br />

1912 ve 1914 bombardımanlarında <strong>Marmaris</strong>‘te ölen veya<br />

yaralanan olmadığını, ancak 1916 bombardımanın ölüm,<br />

yaralanma ve hasara sebep olduğu kaydedilmiĢtir. (6)<br />

137


Bodrum ve <strong>Marmaris</strong>‘in bombalanma gerekçesi Ġngiliz ve<br />

Fransızlara göre ―Kıyılardan Alman gemilerine yakıt ve<br />

malzeme yardımı yapılmakta olması‖ dır.<br />

<strong>Marmaris</strong> Kıyıları eski çağlardan beri Ege ve<br />

Akdeniz‘de adı sözde ticaret, ama özde talan, hırsızlık,<br />

gasp ve kaçakçılıkla uğraĢan Akdeniz korsanlarının hedef<br />

ve barınma yerlerinden sadece birisiydi. Bu korsanlar<br />

sayıları az da olsalar buralarda yaĢayan azınlıkların<br />

yardımını da alıyorlar, gereğinde iĢlerine engel olmaya<br />

çalıĢanları kaçırarak fidyeyle tehdit ediyorlardı.<br />

ĠĢte, 1914 yılının bir bahar gününde 15 yaĢındaki<br />

Mustafa ağabeyi askerde olduğu için arı kovanlarına<br />

bakmak için yaya olarak önce <strong>Marmaris</strong>‘e 13 km.<br />

uzaklıktaki Aksaz Karaağaç köyüne, oradan da Dalyan‘a<br />

gitmek üzere evinden sabahın Ģafak vaktinde ayrılır.<br />

Evden çıkarken annesi ―Oğlum, kötü rüya gördüm, arılar<br />

seni boğmuĢ, aman dikkatli ol, zaten ortalık güvensiz,<br />

gavur gemileri denizlerde cirit atıyor‘ der. Mustafa, sırtında<br />

bir erzak torbası, içinde anasının hazırladığı kumanya ile<br />

yola çıkarken, ―Merak etme anacığım çabuk dönerim‖ der.<br />

<strong>Marmaris</strong>‘ten Aksaz‘a takriben üç saatte varır. Önce<br />

ağabeysi RaĢit‘in kendisine emanet ettiği arı kovanlarına<br />

bakar. Kovandan bir parça petek balı alıp anasının<br />

hazırladığı haĢlama yumurta, çökelek peyniri, zeytin ve<br />

kuru soğandan oluĢan menusuna katıp yer. Dereden su<br />

içer. Sabah erken kalktığı için yemekten sonra uyku<br />

hisseder ve bulunduğu yerdeki çimlerin üzerine uzanıp<br />

‗Ģekerleme yapar‘. Aradan on dakika geçer geçmez<br />

kıyıdan kovanların bulunduğu yere doğru ayağında<br />

körüklü çizmesi, elinde kırbacı olan iri kıyım bir adamla<br />

yanında iki yardımcısı Mustafa‘nın baĢında dikilir,<br />

―Kıpırdama, yoksa seni vururuz‖ deyip ellerlindeki tabanca<br />

ile tehdit savururlar. Hemen iri kıyım adamın yardımcısı<br />

olan iki kiĢi Mustafa‘nın ellerini arkadan bağlar, Mustafa‘yı<br />

kıyıdaki teknelerine sürükleyip götürürler. Mustafa ne<br />

yapacağını ĢaĢırmıĢ, hemen aklına anasının evden<br />

çıkarken söylediği kötü rüya görmesi gelmiĢtir. Ancak<br />

138


çaresizdir ve korsanların eline düĢmüĢtür. ―KeĢke anamın<br />

dediğini yapıp yola çıkmasaydım‖ diyerek içinden<br />

piĢmanlık geçirir.<br />

Sağdan sola (önde) amcam Mustafa (Kaçıka Mustafa)<br />

Babam Hüseyin ve annem Bezmigül. Arkada Mustafa’nın eĢi<br />

Mahbube Hanım<br />

Tekne kıyıdan uzaklaĢır. Motoru güçlü ve hızı<br />

yüksek olan tekne bir solukta Yılancık Adası‘na (5) varır.<br />

Mustafa orada sorgulanmaya baĢlar. Sorulara öylesine<br />

basit yanıtlar vermeye çalıĢır. Birçoğuna ‗Bilmem,<br />

bilmiyorum‖ der. Körüklü çizmeli iri kıyım bıyıklı adamdan<br />

baĢka teknede beĢ-altı kiĢi daha vardır. Teknede<br />

bunlardan ikisi kalır, diğerleri adaya çıkarlar. Oradakilerle<br />

görüĢmeleri olur ve hemen tekneye dönüp adadan<br />

ayrılırlar. Mustafa, teknede bulunanların Rum olduklarını<br />

anlar. Türkçe bilen ve liderleri olduğunu düĢündüğü<br />

Rum‘a ‗Beni niye kaçırdınız, suçum nedir‘ der. Yetkili olan<br />

Rum komutan, ―Ġstihbarattan, kıyılardan kaçırdığımız canlı<br />

hayvanları, yiyecek içecekleri, yaptığımız soygunları<br />

anında ihbar eden bir çocuk olduğunu, güvenlik güçlerine<br />

nerede olduğumuzu haber verip bizi yakalatma da<br />

yardımcı olduğunu, bunu da yapanın sen olacağını<br />

düĢündük. Yoksa yalnız baĢına evinden bu kadar uzak bir<br />

yere gelmiĢ olman baĢka türlü nasıl yorumlanır? ġimdi<br />

139


sana efe -gerilla kıyafeti vereceğiz, bunu giyeceksin, seni<br />

önce ikmal için Sömbeki (Simi) adasına (6) götüreceğiz.<br />

Oradaki Fransız askeri gemisiyle harp esiri olarak<br />

Fransa‘ya kampa gideceksin‖ der. Mustafa üzüntüsünden<br />

verdikleri yiyeceklere elini sürmez. Hep annesini, gördüğü<br />

rüyayı ve kendisine söylediklerini düĢünür. Tekne<br />

Sömbeki Adasına (Symi) gelir Mustafa burada Fransız<br />

askeri gemisine teslim edilir. Gemide baĢka esirler de<br />

vardır. Mustafa küçük olduğu için diğerleri gibi kamaralara<br />

hapsedilmez. Gemide bir Fransız asker onu kendi çocuğu<br />

göz önüne gelmiĢ olmalı ki, anlatabildiği kadarıyla<br />

teselliye çalıĢarak, ―Bu günler geçer, ailene yakın<br />

zamanda dönersin‖ der. Gemi dört günde Fransa‘nın<br />

Marsilya limanına varıp kıyıya yanaĢır. Esirleri gruplara<br />

bölerler. Mustafa ‗Lyon Esir Kampı‘na gönderilir. Askeri<br />

kamyonda birkaç Türk esirle birlikte hapishaneye<br />

dönüĢtürülmüĢ bir kaleye çıkarlar. YaĢı küçük olması<br />

Mustafa‘ya avantaj sağlar. O‘na ayrı bir oda verirler. Diğer<br />

odalardaki esirler yakındaki bir taĢocağında taĢ kırmaya<br />

götürülürken, Mustafa‘ya kalenin çim ve bahçesini<br />

sulama, bakım yapma görevi verilir.<br />

Kale Komutanının 13-14 yaĢlarında güzel bir kızı<br />

vardır. Kız, Mustafa‘nın Türkiye‘den esir olarak geldiğini,<br />

baĢka bir suçu olmadığını öğrenince baba ve annesine<br />

duruma üzüldüğünü, Mustafa‘yla konuĢmak, arkadaĢ<br />

olmak istediğini, ona Fransızca öğretebileceğini söyler.<br />

Aile, önce bu öneriye karĢı dursa da tek çocuğu olan<br />

kızlarını kıramazlar. Kız, Mustafa‘ya annesinin<br />

piĢirdiklerinden, hatta babasının tütünlerinden ve pipo<br />

koleksiyonundan birini alıp, ‗bununla içmen sağlığına<br />

sigaradan daha az zararlıdır‘ der. Böylece Mustafa pipo<br />

içmeye baĢlar. Kızın adı ‗Nicole‘ dür. Nicole, Mustafa‘yı<br />

sevmiĢtir. Her fırsatta Mustafa‘yı ziyaret eder, istediği bir<br />

Ģey olup olmadığını sorar. Mustafa Fransızca konuĢmaya<br />

baĢlar.<br />

Mustafa‘nın kaçırıldığında ağabeysi RaĢit<br />

Çanakkale‘de askerdir. 1915 yılının 18 Mart‘ında<br />

140


oğazdan geçmeyi, Ġstanbul ve Karadeniz‘e ulaĢmayı<br />

deneyen Ġngiliz ve Fransız savaĢ gemileri Türk<br />

Askerlerinin döĢediği mayınlar ve kıyılardan ateĢlenen<br />

toplarla düĢmanın modern savaĢ gemilerini birer birer<br />

Çanakkale Boğazının dibine gönderirler. Boğazdan<br />

geçmeye muvaffak olamayınca karadan çıkarmalar<br />

yaparak suyolunu geçiĢe açmaya çalıĢsalar da<br />

karĢılarında Anafartalar Kahramanı Albay Mustafa Kemal‘i<br />

bulurlar. Burada, Türk Ordusunun Mustafa Kemal<br />

kumandasında akıllara durgunluk veren direniĢ ve karĢı<br />

taarruzu düĢmanı bir kez daha boynu bükük olarak geriye<br />

dönmeye mecbur eder. ĠĢte bu dönüĢ sırasında Ege ve<br />

Akdeniz kıyılarındaki liman Ģehir ve kasabalarımız<br />

düĢman donanması tarafından bombalanır. Ölenler,<br />

yaralananlar olur. <strong>Marmaris</strong> Kalesi Kemeraltı Mevkii, Tepe<br />

Mahallesindeki Halil Efendinin evi isabet alarak hasar<br />

görür.<br />

Mustafa‘nın ağabeyi RaĢit 1916 yılında Gelibolu<br />

cephesindeki birliğinden mazeret izni alarak <strong>Marmaris</strong>‘e<br />

döner. Zira daha önce Çanakkale‘de askerliğini yapan bir<br />

<strong>Marmaris</strong>liden kardeĢi Mustafa‘nın kaçırıldığını<br />

öğrenmiĢtir. Eve gelip annesini periĢan durumda gören<br />

RaĢit, Mustafa‘nın kaçırılma öyküsünü sorar, öğrenir.<br />

Henüz nerede olduğunun bilinemediğini, ancak<br />

söylentilere göre, Mustafa‘yı kaçıranın ‗Andon Givoni‘ adlı<br />

bir Rum korsan olduğunu, bölgeye terör estirip, gasp,<br />

hırsızlık, insan kaçırma gibi eylemlerle korku ve dehĢet<br />

saçtığını, en son Aksaz ve Çiftlik yakınlarında<br />

göründüğünün köylülerce söylenmekte olduğunu öğrenir.<br />

RaĢit Ġki yıldır çok olumsuz koĢullarda cereyan eden<br />

savaĢın verdiği yorgunluğu bir iki günde üzerinden<br />

attıktan sonra soluğu doğrudan <strong>Marmaris</strong> kaymakamının<br />

odasında alır. Odacıya durumu anlatıp kaymakama çıkar.<br />

Önce kendisini tanıtır. KardeĢinin takriben bir buçuk yıl<br />

önce kaçırıldığını, yöre insanı adı ‗Andon‘ olan Rum<br />

korsandan Ģüphelendiğini söylemeye çalıĢırken<br />

kaymakam RaĢit‘in sözünü keser ve ―Biz her Ģeyi<br />

141


iliyoruz, kardeĢin için de çok üzüldük. Ancak bu ‗Andon‘<br />

denen deyyus öyle sıradan bir korsan değil, tam<br />

profesyonel bir eĢkıya. Sen buna yalnız baĢına ne<br />

yapabilirsin ki‖ der. RaĢit söz alıp Ģunları söyler: ―Sayın<br />

Kaymakamım, ben kendime güveniyorum. Bu korsan<br />

kıyılarımızda dolaĢıyormuĢ. Biliyorsunuz daha önce<br />

akrabam, komĢum ĠbiĢ kaptan arkadaĢlarıyla birlikte<br />

bunların Yılancık Adasındaki örgüt yuvasını dağıtmıĢlardı.<br />

Bu yüzden Rodos Valisi Deli ġükrü PaĢadan ödül bile<br />

aldılar. Ben ödül mödül istemiyorum. Mustafa‘nın<br />

intikamını alacağım. Pusu kurup bu katilin kellesini alıp<br />

size getireceğim. Yeter ki siz bana bir yardımcı jandarma<br />

askeri ile silah ve mermi verin, gerisine karıĢmayın‖‘der.<br />

Kaymakam hemen Ġlçe Jandarma Komutanını<br />

çağırır, durumu anlatır. RaĢit‘in isteği sağlanır. Bir<br />

jandarma er yardımcı verilir. Ġlk iki gün Aksaz Limanı (7)<br />

kıyılarında gözetlemede kalırlar. RaĢit‘in izni de bitmek<br />

üzere olduğundan elini çabuk tutması gerektir. Sonra<br />

batıya Çiftlik tarafına geçerler. Köylüler, ―Bekleyin, Andon<br />

bugün buraya gelebilir ―derler. RaĢit ve jandarma eri<br />

kıyıdaki harıp (harnup) ağacının arkasında pusuya<br />

yatarlar. Çiftlik boğazından içeri bir tekne girer. Rotası her<br />

defasında olduğu gibi doğrudan kıyıdaki ahĢap iskeledir.<br />

Tekne hızla kıyıya yaklaĢır. Jandarma erinin adı<br />

Cemal‘dir. RaĢit Cemal‘e ―Ġlk ateĢi ben açayım, çünkü<br />

Çanakkale cephesinde binlerce mermi yaktım, deveyi<br />

dizinden, pireyi gözünden vuracak kadar deneyim<br />

kazandım. ĠĢ, ikinci atıĢa kalırsa ben sana söylerim‘ der.<br />

Cemal de ‗tamam RaĢit Abi‘ der.<br />

142


Ġstiklal Madalyalı Mustafa Zengin (Kaçıka Mustafa) <strong>Marmaris</strong><br />

Merkez mezarlığında ebedi istirahatgahında<br />

Tekne iyice kıyıya ve iskeleye yaklaĢınca baĢ<br />

güvertede ayakta direğe dayalı duran, baĢında Ģapka,<br />

elinde kırbaç, ayaklarında körüklü çizmeyle adeta poz<br />

verenin katil ‗Andon‘ olduğu iyice belli olur. Gez, göz,<br />

arpacık yaparak ‗Bismillah‘ çekip tetiğe basan RaĢit koca<br />

bir çam yarması gibi olan Andon‘u teknesinin<br />

güvertesinden kıyıya düĢürür. Jandarma Cemal de<br />

teknedeki yardımcısını silah çekmeye fırsat vermeden<br />

üzerine atlayıp yakalar. Andon tam boynundan, çene<br />

altından vurulmuĢtur. Fazla kan kaybından ölmek<br />

üzeredir. RaĢit, Andon‘u sudan kumsala sürükleyip sorar.<br />

―KardeĢim Mustafa‘yı sen kaçırmıĢsın, ne yaptın, sağ mı,<br />

yaĢıyor mu‖ der. Andon önce su ister. Ağzına matara ile<br />

su verildikten sonra ―‗Mustafa Fransa‘da, Lyon esir<br />

kampında‖ der demez son nefesini verir. RaĢit, kardeĢinin<br />

sağ olduğuna hem sevinmiĢ ve hem de düĢman da olsa<br />

bir insan öldürmekten hüzünlenmiĢtir. Andon‘a bakarak,<br />

‖<strong>Marmaris</strong>liler kızgın köpek baĢını yer derler. Ölenin<br />

143


ardından konuĢulmaz ama sen Ģimdi yaptığın kötülüklerle<br />

eĢek cennetini boyladın Andon Efendi‖ der…<br />

RaĢit ve Jandarma Cemal birbirlerine ayni anda<br />

―Biz Ģimdi ne yapacağız‖ der gibi bakıĢırlar. RaĢit Cemal‘e<br />

―Bu iki metre boy, yüz kusur kilo ağırlıktaki cesedi bırak<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e taĢımayı yerinden kaldırmak bile mümkün<br />

değil. Cemal ―Öyleyse, buraya bir yere gömelim‘‘der.<br />

RaĢit hemen yanıt verir. ―Gövdesi olabilir ama kafasını<br />

kaymakama göstermem gerek, en iyisi boynundan kesip<br />

kafayı torbaya koyalım, bedeni de yukarıda bir yere<br />

gömelim‖ der ve öyle de yaparlar. Birkaç köylü de bunlara<br />

yardımcı olur.<br />

Çiftlik, Bayır, Gölenye köyleri üzerinden patika yolda<br />

hızlı yürüyüĢle <strong>Marmaris</strong>‘e gelip kimseye bir Ģey<br />

söylemeden kaymakama çıkarlar. Odacı bunları içeri alır.<br />

Kaymakam RaĢit‘i hemen tanır. Alaylı bir Ģekilde ―Hayrola<br />

RaĢit Kaptan, Andon‘u bulabildin mi bari‖ der demez,<br />

RaĢit Kaptan önce sırtındaki torbayı çıkarıp önüne alarak<br />

içindeki kanlı baĢı saçından tuttuğu gibi ―ĠĢte Kaymakam<br />

Bey, Andon‘ un kellesini size verdiğim söz üzerine<br />

getirdim‖ der. Hiç beklemediği bir durum ve görüntüyle<br />

yüz yüze gelen kaymakam kanlı baĢı görünce olduğu yere<br />

düĢüp baygınlık geçirir. Kesik baĢ, bir kazığın ucuna<br />

sokularak Andon‘a kin besleyen acılı ve kinli <strong>Marmaris</strong>liler<br />

tarafından sokaklarda gezdirilir. RaĢit, bu olaydan sonra<br />

Gelibolu‘daki birliğine döner. SavaĢ koĢulları ve Anadolu<br />

iĢgali devam etmektedir. RaĢit terhis olamaz. Takriben on<br />

yıldır askerdir. KurtuluĢ SavaĢına da katılır...<br />

Lyonda esir kampında olan Mustafa, esir<br />

mübadelesinde buradan ayrılırken kendisini çok seven ve<br />

arkadaĢı olan kamp yöneticisinin kızı Nicole ve ailesi<br />

Marsilya‘ya kadar gelirler. Mustafa‘ya Fransa‘da kalması<br />

için öneride bulunurlar. Ancak Mustafa ―Sonra dönebilirim,<br />

önce vatanıma, anama bir kavuĢayım‖ diyerek veda edip,<br />

Nicole‘ü elindeki mendili ile gözyaĢlarını siler durumda<br />

bırakarak bindiği yabancı bandıralı gemiyle Marsilya<br />

144


Limanından ayrılıp Ġstanbul‘a gelir. Ġstanbul‘da esaretten<br />

dönen Türkleri Galata Rıhtımında karĢılamaya gelen<br />

yoğun bir kalabalık oluĢmuĢtur. Rıhtımda Mustafa‘yı<br />

bekleyen kimse yoktur. Mustafa aktarmalı olarak Ġzmir,<br />

Aydın ve Muğla üzerinden <strong>Marmaris</strong>‘e döner. <strong>Marmaris</strong>‘te<br />

onu karĢılayanlar ―Sılan mübarek olsun Mustafa‖ diyerek<br />

Mıstan Sokağındaki evine kadar getirirler. Annesi<br />

sevinçten ağlamaktadır. Mustafa‘yı bağrına basar, o da<br />

duygulanır, annesine sarılıp ellerinden öper.<br />

Mustafa‘nın o zaman yaĢı küçük ve esarette geçen<br />

beĢ yıllık süresi askerlik hizmetinden sayılmadığı için<br />

hemen askere alınır. .Ağabeyi RaĢit, Dayımoğlu Halil,<br />

Hamdi Yüzak, Em.Bnb.Edip Bey, Rıfkı Efendi, Hafız<br />

Mehmet Efendi, Hafız Kamil Efendi Aydınlı Halil Bey,<br />

Münir Bey Muğla Kuvayi-Milliye Heyetine katılarak görev<br />

alırlar. Afyon Cephesinde Ġstiklal SavaĢına katılıp madalya<br />

alan ağabeyi RaĢit gibi Mustafa da Ġstiklal Madalyası<br />

sahibi olur. Cumhuriyetin ilanından sonra Muğla Kuvayi<br />

Milliye Heyetinde görev almıĢ ve sonra <strong>Marmaris</strong> Belediye<br />

BaĢkanlığı da yapmıĢ <strong>Marmaris</strong>li Hamdi Yüzak‘ın kız<br />

kardeĢi Mahbube Hanımla evlenip ‗Süheyla‘ adını<br />

verdikleri bir kızları olur.<br />

Mustafa‘ya kaçırılma anlamında <strong>Marmaris</strong>liler<br />

tarafından ‗Kaçıka Mustafa‘ lakabı takılmıĢtır. Onu, hep<br />

ağzında piposu, baĢında kasketi daima titiz ve temiz<br />

giysilerle görürdük. Ailece birbirimizi ziyaret etmek<br />

istediğimiz uzun kıĢ gecelerinde duvarı bitiĢik olan<br />

evlerimizden birbirimize elbise fırçasının tahta tarafıyla<br />

vurup ―Kahve içmeye bekliyoruz‖ veya ‗‘Geliyoruz‖ mesajı<br />

iletirdik.<br />

Öykü kahramanlarımızdan Zeybek RaĢit Ġstiklal<br />

madalyalı bir kahraman ve denizci olarak ‗Zeybek RaĢit<br />

Kaptan‘ unvanını alır. Evlenip çoluk çocuk sahibi olur.<br />

YaĢamının son yıllarında oğullarının yanına giden Zeybek<br />

RaĢit 1959 yılında Fethiye‘de vefat eder ve burada<br />

gömülüdür.<br />

145


Mustafa amcayı ise <strong>Marmaris</strong>‘te 1978 yılında 80<br />

yaĢındayken kaybettik. Arapça okuma ve yazmayı bilen<br />

ve çoğu kez elinde Kuran‘la Mıstan Sokağında hasta olan<br />

komĢuları ve bizi ziyaret edip ―Nazar olmuĢsun‖ diyerek<br />

defalarca esneyip nazar duası okumasını hiç<br />

unutmadığım eĢi Mahbube Teyze de (Bebbe anne)<br />

1988‘de hayata gözlerini yumdu.<br />

ġimdi, albümdeki bazı fotoğraflara baktığımda<br />

içlerinden sadece birkaçının hayatta olduklarını<br />

görüyorum. Zaman su gibi akıp geçiyor. Kanuni Sultan<br />

Süleyman‘ın da hayranlığını kazanmıĢ divan Ģairimiz<br />

Baki‘nin; ―Baki kalan bu kubbede hoĢ bir sedadır‘ sözünün<br />

doğruluğunu daha iyi anlıyor, ardında sedaları kalanlara<br />

Allah‘tan rahmet diliyorum...<br />

Kaynakça:<br />

(1) ‗Kumandanım, Galiçya ne yana düĢer‘ adlı<br />

ġevki Yazman‘ın kitabı<br />

(2) <strong>Marmaris</strong> Tarihi-KürĢat Ekrem Uykucu-<br />

1970<br />

(3) ― ― ― ― ― ―<br />

(4) Ġbrahim Nezihi Beyin mektubu-Bodrum<br />

Sualtı Arkeoloji Müzesi komutan kulesi broĢürü 3 Haz<br />

1915<br />

(5) <strong>Marmaris</strong> Aksaz Boğazının güneyinde dar<br />

ve uzun küçük ada-Zamanında yılanların çok olması<br />

nedeniyle bu ad verilmiĢ<br />

(6) <strong>Marmaris</strong>-Hisarönü Körfezi ağzına yakın<br />

Yunan adası. (Simi)<br />

(7) <strong>Marmaris</strong>‘e 13 km. doğuda liman. ġimdi<br />

askeri deniz üssü<br />

146


MARMARĠS’ĠN GÜNLÜK AĞAÇLARI<br />

Günlük Ağacı (Liquidambar Orientalis)<br />

Ġnsanların, hangi iĢ ve meslek grubundan olursa<br />

olsunlar olanakları ölçüsünde kendisi ve aile bireylerinden<br />

ayrı olarak doğup büyüdüğü Ģehir, kasaba veya köye<br />

karınca kararınca maddi veya manevi bir katkıda<br />

bulunmasının önce insanlık, sonra da bir erdemlilik<br />

olduğuna inananlardanım. 1964 yılında Ġzmir‘de açılan<br />

Turist Rehberliği kursuna katılıp kokart aldığım yıllarda<br />

ülkemizin özellikle yabancılara tanıtılması gerekli olan<br />

tarih, kültür ve doğa zenginliği yanında <strong>Marmaris</strong> ve<br />

yöresinin ―Günlük-Sığla Ağaçları‖nın adı ve ne oldukları<br />

hiç bilinmiyordu. Yıllar sonra doğa ve çevre korumaya<br />

duyarlılık ve alternatif turizm çeĢitliliği gündeme çıkmaya<br />

baĢlayınca bitki, (flora) ve hayvan (fauna) türlerine de<br />

ilginin arttığı görüldü.<br />

Öncelikle; Doğduğum, yetiĢtiğim güzel <strong>Marmaris</strong>‘e<br />

bir zenginlik katacağına inandığım ve sonra ―Turizm<br />

147


Elçileri‖ benzettiğim rehber arkadaĢlarıma bugüne kadar<br />

öne çıkmamıĢ, günden güne de nesli azalmakta, değeri<br />

hakkında ise çok az kiĢinin bilgisi bulunduğu Günlük<br />

(sığla) Ağaçlarını önce kendim tanımak ve sonra da<br />

tanıtmak amacıyla bir çalıĢma yaptım. Tüm dünyada<br />

benzeri ender görülen bu ağaç türünün ülkemize ve<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e bir zenginlik ve çeĢitlilik kazandırdığına<br />

inandım.<br />

Bu ağaçları günlük yerel gazete yazılarımda öne<br />

çıkaran birkaç yazımdan sonra ilk defa bazı yayın<br />

kurumları <strong>Marmaris</strong> ve çevresindeki günlük ağaçlarının<br />

bulunduğu park ve orman iĢletmelerine gelerek yerinde<br />

çekim yaptılar. ĠZ TV ve TRT 2 TV bu ilklerden ikisiydi. 18<br />

Mayıs 2006 günü belgesel nitelikte hazırlanan yapıtlar<br />

bazı akademisyen ve uzmanların da görüĢleri alınarak adı<br />

geçen TV‘ler tarafından kendi kanallarında gösterime<br />

sunuldu. Bu çekimlerde bizim de görüĢlerimize yer verildi.<br />

Yapıtın TV‘lerden ilgi ile izlendiği ve büyük beğeni<br />

kazandığını mutlulukla gördüm, duydum ve öğrendim.<br />

<strong>Marmaris</strong> <strong>Belediyesi</strong> ―Sığlanın GözyaĢları‖ adıyla ĠZ<br />

TV‘nin yaptığı bu çalıĢmayı CD‘ye aldırıp çoğaltarak halka<br />

dağıttı. Bu güzel bir giriĢimdi. Ancak, bu CD‘lerden<br />

herkesin kolay sahiplenmesi kolay olsa da, CD çalarda<br />

izleyebilmesi zor olacaktı. Özellikle okullardaki genç<br />

çocuklarımıza bu ağaçlarımızı sevdirmek ve korumak için<br />

her an ellerinin altında olacak ve kolayca okunabilecek bir<br />

yayına ihtiyaç olduğunu görerek küçük bir broĢür<br />

hazırladım. Adını da ‗<strong>Marmaris</strong>‘in Günlük Ağaçları‘<br />

koydum. <strong>Marmaris</strong> <strong>Belediyesi</strong> anılan broĢürü bastırıp<br />

‗Tarih Bülteni‘ ile birlikte dağıtımını yaptı. Ayrıca,<br />

<strong>Marmaris</strong>‘te bir ilk olarak Mayıs 2005‘de ―Gençlik ve<br />

Bahar ġenlikleri kapsamındaki etkinliğe Günlük<br />

Ağaçları‖nın tanıtımı da konuldu. Akademisyen ve<br />

üniversite öğretim görevlilerin de katıldığı panel ve<br />

yarıĢmalar düzenlendi. Halka ücretsiz günlük ağaç<br />

fidanları dağıtılarak bu ağacın tanıtımına katkıda<br />

bulunuldu. <strong>Marmaris</strong>‘te tarih, kültür ve doğa turizminde<br />

148


çeĢitlilik yaratacak bu tür giriĢim ve destekleri için baĢta<br />

<strong>Marmaris</strong> Belediye BaĢkanı sayın Ali Acar‘a ve böylesi<br />

giriĢimlerde yardımcı olan herkese teĢekkürü bir borç<br />

biliyorum.<br />

―<strong>Marmaris</strong>‘in Günlük Ağaçları‖ baĢlığı altında<br />

yaptığımız araĢtırmanın mutlaka yeterli ve tam olduğunu<br />

söyleyemeyiz. Konunun uzmanları, akademisyenler<br />

mutlaka daha kapsamlı çalıĢmalar ve yapıtlar ortaya<br />

koyacaklardır. Nitekim araĢtırmamızda böyle bir<br />

çalıĢmanın yapılmakta olduğunu öğrendim. Bunun da<br />

ayrıntısına ilerdeki sayfalarda değindim.<br />

Günlük Ağaçları konusunda araĢtırma yaparken<br />

bazı yetkililer ve konunun uzmanı kiĢilerle görüĢtüm.<br />

Ggünlük yağı (sığla) istihsalini fiilen yapanlarla temas<br />

sağlayıp bilgi ve görüĢ alıĢveriĢinde bulundum.<br />

Bunlardan, araĢtırmamızda adı geçen, geçmeyen herkese<br />

teĢekkürü bir borç biliyorum. Ayrıca bu çalıĢmanın sadece<br />

bir doğasever, <strong>Marmaris</strong> sever tarafından hazırlandığının<br />

göz önünde tutulmasını, uzman kiĢi veya kurumların<br />

düzeltme, görüĢ ve önerilerine her zaman açık olduğumu<br />

önemle belirtmek isterim.<br />

Değerli okurlar; Anadolu Medeniyetleri Mısır, Asur,<br />

Miken Medeniyetleriyle aĢağı yukarı yaĢıttır. Özellikle<br />

<strong>Marmaris</strong> ve çevresi dahil kıyılarımızda, deniz diplerinde<br />

yüzlerce batık mevcuttur. Zamanımızda bunların<br />

bazılarına su altı arkeologları dalar, kurtarma çalıĢmaları<br />

yaparlar. Eskiden bunu sünger avcıları yapıyordu. Bu<br />

batıklardan çıkarılan değiĢik türde toprak amforaların<br />

(testi) bazılarının diplerinde katı sıvı ve birikim halinde<br />

çam ağaçlarından elde dilen ―reçine‖ ile günlük<br />

ağaçlarından istihsal edilen ―sığla yağı‖ (balsam)<br />

görülmüĢtür. Takriben 3000 yıllık dönemde (MÖ.3000-<br />

MÖ. 332) otuz sülaleye mensup eski Mısır kralları<br />

firavunların ölümünden sonra Nil nehrinin batısında inĢa<br />

edilen anıt mezar ve tapınaklara (piramitler dahil)<br />

gömülmeden önce bedenleri mumyalanırdı. Bu iĢlem için<br />

149


gövdesinden sığla yağı, çam reçinesi sağlanan ağaçların<br />

Mısır‘da olmayıĢı nedeniyle Akdeniz‘in karĢı yakasındaki<br />

Anadolu‘dan, <strong>Marmaris</strong>, Fethiye, Antalya, Dalyan<br />

(Caunos) Datça gibi limanlardan getirildiği biliniyor.<br />

Mısır‘da Giza bölgesindeki kral Keops, Kefren ve<br />

Mikerinos‘a ait piramitlere eĢlik ve korumacılık yapan<br />

gövdesi aslan, baĢı insan olan 70 metre uzunluğunda ve<br />

20 metre geniĢliğinde bir ‗Sfenks‘ anıtı vardır. Bunun<br />

hemen yanında da 46 metre boyunda, 1224 parça sedir,<br />

dut gibi sağlam ve deniz suyuna dayanıklı ağaçlardan<br />

elde elden keresteden inĢa edilmiĢ bir tekne<br />

sergilenmektedir. Bu kayık firavunu maddi yaĢamından<br />

manevi yaĢamına sanal olarak taĢıması içindir. Bu yapıtta<br />

da bölgemizin ağaçlarından elde edilen odun veya<br />

kereste kullanılmıĢtır. Bundan ayrı olarak Akdeniz‘de<br />

Mısır‘ın kuzey liman Ģehirlerinden birisi olan<br />

‘Ġskenderiye‘nin Anadolu ve <strong>Marmaris</strong> kıyılarına denizden<br />

karĢı yaka komĢusu olması nedeniyle denizden yapılan<br />

ticaretin ve taĢımacılığın öne çıktığı görülür. Eski<br />

Datça‘nın Knidos‘lu mimarı, fizik ve matematikçisi<br />

Sostratos Ġskenderiye‘nin hemen kuzey kıyısındaki<br />

‗Pharos‘ adasına MÖ. 5. yüzyılda bir deniz feneri inĢa<br />

etmiĢtir. Bu fenerin yüksekliği 120 metredir. (Art and<br />

History of Egypt) Burada sedir, çam, zeytin gibi reçineli<br />

odun yakılarak, odunların alevi ve verdiği ıĢık büyük bir<br />

cam ayna ile yansıtılarak denizcilerin bu feneri onlarca mil<br />

uzaktan görebilmesi sağlanmıĢtır. ‗Helenistik Dönem‘de<br />

bu yapıt ‗Dünyanın Yedi Harikası‘ndan birisi olarak bilinir.<br />

Anılan fenerde yakılan odunların arasında mutlaka bu gün<br />

olduğu gibi o zaman da <strong>Marmaris</strong>‘in dağlarına, yeĢil<br />

örtüsüne güzellik katan peyzajını oluĢturan çam, zeytin,<br />

gibi ağaçlarından elde edilen odunun da varlığı<br />

düĢünülmelidir. (Kaynak-‗Art and History of Egypt‘) Tüm<br />

bunlardan ayrı olarak yukarıda değinilen sığla, odun ve<br />

kereste ticaretinin yakın tarihe kadar bölgemizde<br />

yapıldığını kanıtlayan bir <strong>Marmaris</strong>li hemĢerimizin<br />

anlattıklarına da burada yer vermek istedim.<br />

150


Atalarımızdan akrabamız da olan Sayın Saim<br />

Gökova özellikle yaĢı ilerlemiĢ annesinden (Makbule<br />

Gökova 17 Ocak 2007‘de 98 yaĢında vefat etti) öğrendiği<br />

bazı anekdot ve diğer bilgileri 2004 yılında benimle<br />

paylaĢtı. Bunlara kısaca burada kendi ağzından yer<br />

verelim:<br />

―Rahmetli babaannem büyük dedem Hacı Selim‘in<br />

kızıdır. Büyük dedemiz Hacı Selim ve gelini Vesile Birinci<br />

Cihan Harbi sırasında ve 1916 yılında <strong>Marmaris</strong>‘i Fransız<br />

donanmasının Yalancı Boğaz dıĢından bombalaması<br />

sırasında sığındıkları kalenin Kemeraltı mevkiinde diğer<br />

birçok <strong>Marmaris</strong>li ile birlikte Ģehit düĢmüĢler, annem de bir<br />

bacağını kaybetmiĢ. Annemin anlattığına göre; Kanuni<br />

Sultan Süleyman‘ın padiĢahlığı döneminde (1520-1566)<br />

<strong>Marmaris</strong>-Fethiye arasındaki bölge validesi Hafsa<br />

Sultan‘a verilmiĢ. Valide Sultan, kendi adına kurulan vakfa<br />

Dalaman-<strong>Marmaris</strong> arasındaki araziden elde edilen her<br />

türlü ürünün satıĢından, <strong>Marmaris</strong> Kalesinin altındaki<br />

menzil hanenin iĢletilmesinden ve günlük ağaçlarından<br />

elde edilen sığla yağını Mısır‘a ihraç ederek sağlanan<br />

gelirden yardımda bulunmuĢtur. Mısır‘a sığla yağı ihracatı<br />

büyük dedemin yaĢadığı yıllarda da sürmüĢ. Hacı Selim<br />

dedem paraçelesi ile (yelken ve kürekli takriben 10 m.<br />

boyunda kayık-tekne) denizden taĢımacılık yapmıĢ, iki<br />

damadını da gemici olarak yanına almıĢtır. Bir defasında<br />

sığla yağı yüküyle <strong>Marmaris</strong>-Ġskenderiye seferine kendisi<br />

çıkmayıp iki damadıyla baĢka bir denizciyi göndermiĢ,<br />

lakin haftalar, hatta aylar geçmiĢ paraçele <strong>Marmaris</strong>‘e<br />

dönmemiĢtir. <strong>Marmaris</strong>liler ümidi kesip, teknenin<br />

battığına, mürettebatın da boğulduğuna inanmaya<br />

baĢlamıĢlar. Bir gece, Hacı Selim dedem rüyasında<br />

paraçelenin ve içindekilerin sağ olduklarını, <strong>Marmaris</strong>‘e<br />

geri döndüklerini görmüĢ. Evdekilere, rüyasını anlatıp<br />

ardından, ― Allah‘tan ümit kesilmez‖ demiĢ. Bu rüyadan<br />

yakınları ve <strong>Marmaris</strong>liler çabucak haberdar olmuĢlar. Aile<br />

yakınları gözlerini sıkça olarak <strong>Marmaris</strong> Boğazına<br />

dikerek umutla beklemeye baĢlamıĢlar. O günlerin birinde<br />

151


oğazda limana girmekte olan bir yelkenli görülmüĢ.<br />

Yelkenli tekne, pruvası <strong>Marmaris</strong> Limanına doğru olmak<br />

üzere Gölenye‘den (Ġçmeler) esmekte olan kuvvetli<br />

karayeli iskele yanından yelkenine doldurarak hızla<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e yaklaĢmaktaymıĢ. Tekneyi gören çocuklar<br />

dokuz oturak (hızla koĢarak) Hacı Selim dedenin evine<br />

koĢmuĢ ve kapıyı heyecanla vurmuĢlar. Hacı Selim Dede<br />

almakta olduğu aptesttini yarıda bırakıp hemen kapıyı<br />

açmıĢ. ―Hayrola çocuklar‖ demiĢ. Gelen çocuklar hep bir<br />

ağızdan ―Paraçele göründü, geliyor‖ diye bağrıĢmıĢlar.<br />

Hacı Selim iyice emin olmak için ayağındaki terlikle<br />

çocukları da yanına alarak evinin hemen yakınındaki<br />

kalenin güney burcuna çıkmıĢ. Kale, ne de olsa <strong>Marmaris</strong><br />

Boğazını ve limanını en iyi gören yerdir. Giderken içinden<br />

dualar etmekte, adaklar adamaktaymıĢ. Nefes nefese<br />

kalmıĢ ama o anda kendi gözleriyle gördüğü haberin<br />

doğruluğunu kanıtlayınca çocuklara hemen okkalı bahĢiĢ<br />

dağıtmıĢ. Paraçele rıhtıma iyice yaklaĢınca içindekiler<br />

iyice seçilmeye baĢlamıĢ. Sevinçten adeta çılgına dönen<br />

dedem Hacı Selim, ―Atalarımız çocuktan al haberi derlerdi<br />

de inanmazdım, ne kadar doğruymuĢ‖ demiĢ. Hemen<br />

kaleden aĢağıya inip evden sırtına ceket, ayağına<br />

ayakkabı giyip rıhtıma koĢmuĢ. <strong>Marmaris</strong> halkı da kıyıya<br />

toplanmıĢ. Davulcu, zurnacı olayı duyar duymaz soluğu<br />

kıyıda almıĢlar. Tekne demirleyip iskelesini karaya<br />

uzatınca baĢta Hacı Selim dedem ve sevinç gözyaĢlarıyla<br />

tekneye doluĢan akrabalar sarmaĢ dolaĢ olmuĢlar.<br />

Ancak, yüzlerce mil uzaktan salimen gelen paraçele<br />

neredeyse bir kulaç suda batma tehlikesi geçirmiĢ. O<br />

tarihlerde merkez nüfusu bin kiĢi civarında olan<br />

<strong>Marmaris</strong>‘te kısa sürede olaydan herkesin haberi olmuĢ.<br />

Büyük bir sevinç yaĢanmıĢ. Hacı Selim Dedemin<br />

mutluluktan önce ağladığı, ardından da sevincini kayığın<br />

baĢına toplanan <strong>Marmaris</strong>lilere hitaben yaptığı<br />

konuĢmayla paylaĢmıĢ. Önce, Allah‘a hamd-ü selam<br />

olsun demiĢ ve sonra eĢ, dost, akraba ve <strong>Marmaris</strong>lilere<br />

teĢekkür etmiĢ.<br />

152


O günlerde akrabalardan birisi yaĢanan bu olayı bir<br />

Ģiire dönüĢtürmüĢ. Bu Ģiir düne kadar aile yakınlarımız<br />

tarafından iyi bilinirdi. ġimdi bunu bilenlerin sayısının çok<br />

az olduğunu düĢünüyorum. ġiir aynen Ģöyledir:<br />

Hey hey, müjdeler olsun !<br />

Göründü paraçele,<br />

Essin meltemler essin<br />

Bıçak urganı kessin.<br />

Söyleyin Hacı Selim‘e,<br />

Deveden kurban kessin.<br />

Bize derler Met Reisler,<br />

Telli kurĢun atarız,<br />

Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için,<br />

El ele verir Beldibi‘ne ereriz‖...<br />

Verdiği bilgiler ve daha önce hiç bir yerde<br />

yayınlanmamıĢ Ģiiri bana yazdırıp ‗<strong>Marmaris</strong>‘in Günlük<br />

Ağaçları‘ baĢlıklı yazımızda yayınlanmasına yardımcı<br />

olduğu için kuzenim, dostum Saim Gökova‘ya teĢekkür<br />

ederim. Burada değindiğim olaya yazı baĢlığına göre ‗Ne<br />

alakası var‘ diyebilecek okurlarım olabilir. Ancak yaĢanan<br />

maceranın zamanında <strong>Marmaris</strong>‘ten yapılan sığla yağı<br />

ihracatından kaynaklandığını unutmamak gerekir…<br />

Günlük ağaçlarından sağlanan sığla yağının diğer<br />

bitkilerden elde edilenlerle birlikte tıbbın babası olan<br />

Hippokrates (MÖ.460-377-Ġstanköy) döneminden<br />

baĢlayarak ilaç olarak kullanıldığını bazı kaynaklardan<br />

öğreniyoruz. MS. 3. yüzyılda yaĢamıĢ ve mide ülserinden<br />

rahatsızlık çeken Roma Ġmparatoru Caracalla, zamanın<br />

sağlık merkezlerinden olan Epidaurus, Kos ve<br />

Bergama‘daki sağlık merkezlerinde (Asklepion) tedavi<br />

görmüĢtür. Bergama Asklepion‘unda günlük ağacından<br />

çıkartılan sığla balsamı, çam reçinesi ve diğer bitkilerden<br />

elde edilen doğal ilaçlarla tedavi görüp Ģifa bulduğunu<br />

153


azı yabancı kaynaklardan rehberliğimin ilk yıllarında<br />

öğrenmiĢtim.<br />

<strong><strong>Marmaris</strong>'in</strong> ‘Günnücek Milli Parkı’ndaki günlük<br />

ağaçları<br />

Bu ağaç türünün ve salgıladığı balsamın ağacın<br />

gövdesinden istihsalinde kabukların (kapçık) presten<br />

geçirilip yağının ayrıĢtırılmasından sonra arda kalan posa<br />

kurutularak buhur (tütsü) elde edilir. Ansiklopedik bilgilere<br />

göre; Eski çağlarda bazı tapınak ve ibadet yerlerinde<br />

tanrılaĢtırılan veya kutsallaĢtırılan kralların onuruna<br />

günlük ağacı kabukları yakılırdı. Kudüs tapınağında koku<br />

sunağı vardı. Burada her gün günlük yanardı.<br />

Hıristiyanlığın ilk yıllarında bir pagan geleneği olduğu<br />

gerekçesiyle günlük yakmaktan vazgeçilse de 4.<br />

yüzyıldan itibaren kilise bu geleneği benimsedi. O zaman<br />

günlük dumanının insanların dualarının göğe yükseliĢini<br />

simgelediğine ve hatta Ģeytanın bu kokudan korkup o<br />

yerden uzaklaĢtığına inanılırmıĢ. Dumanının antiseptik<br />

özellik taĢıdığı bugün de tıbben kabul edilmiĢtir. Ġslam<br />

dininde ve kutsal kitap Kuran-ı Kerim‘de bildiğimiz<br />

kadarıyla günlük yakmak hakkında bir ayet bulunmamakla<br />

birlikte bazı özel dini günlerde kandil ve mevlitlerde ve<br />

hatta vefatlarda günlük yakıldığını, <strong>Marmaris</strong> ve<br />

çevresinin vatanı olan günlük ağacından bu ürünün<br />

154


sağlanmasının kolay olması nedeniyle de yerli halk<br />

tarafından özel günlerde halen uygulandığını biliyoruz..<br />

Günlük ağacı gövde kesiti<br />

Günlük Ağacı her yerde görülen veya yaĢayan bir<br />

bitki türü değildir. Bu yüzden böyle ender görülen bitki<br />

türlerine bitki biliminde (Botanik) ―Endemik‖ sıfatı<br />

verilmiĢtir. Latince‘de adı ―Liquidambar Orientalis‖ olarak<br />

geçer. Tohumlu bitkiler kategorisinde olup<br />

Güvercinağacıgiller (Hamamelidaceae) familyasındandır.<br />

Boyları 20 m. kadar yükselebilir. Yaprak dökücü türdendir.<br />

Yapraklar palmat 5x10, 6x13.5 loplu yumurtamsı,<br />

dikdörtgenimsi ve yarı keskin sivri uçlu, kenarda oyukludiĢli<br />

veya testere diĢli, tüysüz veya nadiren ana<br />

damarların alt taban kısmında kısa kümesi tüylüdür.<br />

Meyveli baĢlar 2,5-3 sm. çapında, sarkıcıdır. Her ġubat<br />

ayının baĢında tomurcuklanma baĢlar. Yapraklarını Kasım<br />

ayı sonunda döker. Deniz seviyesinde ve 800m<br />

yüksekliğe kadar olan sulak ve batak yerlerde yetiĢir.<br />

Ömürleri, iĢletmecilerin ifadesiyle binlerce yıldır. Yeter ki<br />

bakımı iyi yapılsın, ağaç gereksinim duyduğu yeterli suyu<br />

bulsun ve yaĢama ortamı bozulmasın. Ağacın<br />

gövdesinden özellikle sıcak yaz aylarında alınan yağın adı<br />

―Ak günlük‖, sonradan elde edilen buhur olmuĢ siyah<br />

haline de ―Kara günlük‖ denir. Bu gün yeryüzünde nesli<br />

tükenmekte olan bu ağaç türüne ülkemizde Güney ve<br />

güneybatıdan baĢka yer ve kıta olarak sadece Kuzey<br />

155


Amerika (Kaliforniya) Kuzey Afrika ve Hindistan‘da<br />

rastlanmaktadır. Türkiye‘de günlük ağaçları Muğla Ġli<br />

hudutları içinde <strong>Marmaris</strong>, Köyceğiz, Dalaman, Fethiye ve<br />

az sayıda olmak üzere Denizli Ġline bağlı Acıpayam ilçesi<br />

ile Antalya Ġli Sütçüler bölgesinde vardır. Ġklim yapısı sıcak<br />

ve suyu bol, yumuĢak zeminde yaĢayan bu ağaçların<br />

kökleri Ģemsiye gibi açılıp toprak yüzeyine yakın<br />

olduklarından satıh sularıyla beslenirler. Ülkemizde<br />

bulundukları bölgelerde özellikle turizmin getirdiği<br />

canlılıktan yararlanmak için göç ederek gelen ve her yıl<br />

artan nüfus nedeniyle merkezdeki su tüketimini<br />

karĢılamak için dere yatakları ve doğal pınarların<br />

çevresine açılan artezyenler ağaçların kurumalarına<br />

neden olmuĢtur. Bundan ayrı olarak yangın, çevresel atık<br />

ve kirlilikler, sığla yağı ve buhur istihsalinin bilinçsizce<br />

yapılması gibi nedenler yüzünden de günlük<br />

ormanlarındaki bu nadide ağaç nesli tükenmekte olan<br />

birçok hayvan, balık ve bitki türünde olduğu gibi sessizce<br />

gözden kaybolmaktadır. 1940‘lı yıllarda 6300 hektar olan<br />

sığla istihsali neredeyse 1000 hektara düĢmüĢtür. ĠĢte,<br />

bizi de ihtisas konumuz olmadığı halde böyle bir araĢtırma<br />

yazısı yazmaya sevk eden ana neden de bu olsa gerektir.<br />

‘Grup Doğayla BarıĢ, Çevre ve Sanat Derneği‘<br />

baĢlattıkları bir proje ile ‗Akdeniz‘in Tılsımı‘ adını<br />

verdikleri bu ağaçları tanıma, tanıtma, koruma ve<br />

çoğaltma kapsamında bir proje baĢlatmıĢlar, bu konuda<br />

çok yararlı çalıĢma ve yayınlar yapmaktadırlar. Proje<br />

koordinatörlüğünü sayın Hakkı Çopuroğlu‘nun yaptığı bu<br />

çalıĢmalarda emeği geçen üyelere teĢekkür ediyorum.<br />

Geçtiğimiz yıllarda bir gazete haberinde ―Sığlaya<br />

DNA testi‖ baĢlıklı bir yazı yayınlandı. Muğla Üniversitesi<br />

Eğitim Fakültesi öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Biyolog<br />

Sayın Belgin Göçmen TaĢkın‘ın ―Türkiye‘deki Relikt<br />

Endemik Sığla Ağacı Popülâsyonlarında Genetik<br />

ÇeĢitliliğin Ġzoenzimleri ve RAPR Belirteçler Yardımıyla<br />

Saptanması‖ adlı bir proje oluĢturulduğuna değinilerek<br />

156


Sayın TaĢkın‘ın Ģu açıklamalarına yer veriliyordu.<br />

(Hürriyet Ege eki 25.02.2005)<br />

―Halk arasında günnük adıyla da bilinen günlük<br />

sığla ağaçları baĢta ilaç sanayi ve parfümeri sektöründe<br />

olmak üzere bir çok alanda kullanılıyor. Tarla açma ve<br />

turizm faaliyetleri nedeniyle sayıları hızla azalıyor. Sığlalar<br />

yok olma tehlikesiyle karĢı karĢıyalar. 20. yüzyıl<br />

baĢlarında Muğla Ġl genelinde 6321 hektarlık alanda sığla<br />

ağacı vardı. Bugün, 1337 hektarlık alanda sığla yetiĢiyor.<br />

1999‘da 9463kg. sığla yağı elde edilirken bu rakam 2002<br />

yılında 3108 kg. düĢtü. Ağacın ekonomik değeri çok<br />

yüksektir. Sığla ağaçlarının bu güne kadar genetik yapısı<br />

araĢtırılmadı. Bu araĢtırmalar sonucunda yok olma<br />

tehlikesi bulunan sığla ağaçları koruma altına alınacak.<br />

Proje, dünyada ilk olma özelliği taĢıdığı için TUBĠTAK‘ tan<br />

destek geldi. Proje maliyetinin tamamını TUBĠTAK<br />

karĢılayacak. Uygulamaya Mart ayında baĢlayacağız.<br />

Belirlenen bölgelerde 50 m. arayla sığla ağaçlarının<br />

yapraklarından örnekler alınacak. Bunlar üzerinde bitkinin<br />

yapısını inceleyen RAPD analizi, DNA testleri<br />

uygulanacak ve modifiye edilmiĢ boyama yöntemleri<br />

kullanılacak. Proje sonunda sığla ağaçlarının sistematiği<br />

ortaya çıkacak. Evrimi belirlenecek ve jeolojik zamanlarda<br />

kıtaların ayrılmasına iliĢkin bilgiler ortaya çıkacak. Ayrıca<br />

bu ağaçların korunmasına iliĢkin öneriler geliĢtirilecek‖<br />

deniliyordu.<br />

Memnuniyetle görüyoruz ki üniversitelerimizdeki<br />

genç öğretim görevlileri hocalarımız konunun önemine<br />

daha bilimsel yoldan yaklaĢarak çözüm ve yöntem<br />

bulmada arayıĢ içindeler. Bu konuda çalıĢmalarının hangi<br />

safhada olduğunu öğrenmek için telefonla aradığımız<br />

Sayın Belgin Göçmen TaĢkın bize sevindirici ve olumlu<br />

haberler verdi. Yukarıda gazetede verilen bilgiler<br />

içeriğindeki çalıĢmaların aynen yapıldığını bildirdi.<br />

TUBĠTAK‘ la ilgili proje baĢvurusunun bir kopyasını da<br />

internet adresimize hemen gönderdi. Kendisine göstermiĢ<br />

157


olduğu ilgi ve yardımlaĢma için buradan bir kez daha<br />

teĢekkür ediyoruz.<br />

Çocukluğumuzun <strong>Marmaris</strong>‘inde Ģimdi büyük bir<br />

özlemle yad ettiğimiz anılarımız içinde ―Günlük‖ veya o<br />

zamanki adıyla ―Günnücek‖ hep vardır. Bu cennet ve<br />

doğa harikası yer mesire ve dinlence yerimiz olarak<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in milli parkıydı. <strong>Marmaris</strong>li olup da kenarda<br />

köĢede, duvarda albümde kalmıĢ ve Günnücek‘te çekilmiĢ<br />

siyah-beyaz bir fotoğrafı olmayan yoktur‖ desem doğru<br />

söylemiĢ olurum. Ailecek veya tam ergenlik çağımızda<br />

arkadaĢlarla yürüyerek veya denizden Günnücek Parkına<br />

giderdik. Özellikle, sandalla gitmenin zevkine doyum<br />

olmazdı. Çatma Pınar‘ın baĢına kadar kürek çekerek bu<br />

cennet bahçesinin içinde olurduk. Günlük Ormanı içinden<br />

akıp giden çayların, derelerin coĢkusu, çıkardığı ruhu<br />

okĢayan ve dinlendiren ses hale kulaklarımdadır. ―Çatma<br />

Pınar‖, ―Kadın Azmağı‖ ve ―Killik Çayı‖ hepimizin günlük<br />

konuĢmalarımızda adının sıkça geçtiği nadide güzellikteki<br />

yerlerdi. Burada ağaçlara kurulan hamaklar, deniz<br />

kıyısında yakalanıp taze piĢirilip yenilen levrek, kefal,<br />

çipuraların tadı hala damağımızdadır. Hele anamız dolma,<br />

kuru bakla salatası, makarna yapar, babamızın çatma<br />

pınarın havuzunda ıslatılan ve neredeyse suyun<br />

soğukluğundan çatlamak üzere olan kocaman bir karpuzu<br />

kesmesi vardır ya.... adeta bunlar birer ibadettir, bir tür<br />

törendir. Genç kızlar, genç anneler kulaklarının arkasına<br />

bir tutam günlük dalı, defne, mersin, kekik veya piren dalı<br />

takar, bunlardan sofradaki toprak testi veya vazoya<br />

ıslatılırdı. Bülbüller, serçeler, güvercinler öter, sincaplar<br />

günlük ağacı meyveleri olan tırtıklı lopları diĢleriyle ―tıkır<br />

tıkır‖ ses çıkararak kırıp yerken bir yandan da yan gözle<br />

bizi izlerlerdi. Bunlardan soframıza kadar yaklaĢanlar bile<br />

olurdu. Bizden baĢlarına bir zarar geleceğinden<br />

korkmazlardı. Burası bir orman, piknik alanı değil, adeta<br />

bitkiler, kuĢlar, balıklar ekolünün yaĢadığı, bizi misafir<br />

kabul edip ağırlamak için azami gayreti, özveriyi<br />

158


gösterdiği ev sahipleriydiler. Pikniğin bitip, güneĢin battığı<br />

ve billur billur, gürül gürül akan derelerin suyunun<br />

kararmaya baĢladığı bir vakitte bu defa ev sahibi ailenin<br />

gündüz ortalıkta görülmeyen diğer fertleri de sahneye<br />

çıkar, ‗pev....pev‘ diye bağırıp çağırmaya baĢlarlardı.<br />

Bunlar, ‗Günlük Ailesi‘nin mensupları, ‗çakallarıydı. Sanki<br />

bize, ‖Sizi bu kadar ağırlayabiliyoruz, doğayı artık bize<br />

bırakın, herkes evine saman damına, hepinize güle güle‖<br />

demek ister gibiydiler.<br />

Değerli okurlar; Galiba burada biraz duygusallığa<br />

kaçtım. Nede olsa günden güne azalamaya, hatta<br />

kaybolmaya baĢlayan nice maddi ve manevi değerlerimizi<br />

genç kuĢaklarımızın görebilme olasılığı azalıyor. Bunların<br />

yaĢatılması için önce neler olduklarını bilmemiz, sonra da<br />

korunması konusunda bilimsel önlemler almamızın<br />

gerekliliğine inanıyorum.<br />

Günlük Ağaçlarında sığla yağı ve buhur istihsali<br />

ağaçların sağlıklarının bozulmaya, kuruyup sayılaının<br />

azalmaya baĢlamaları üzerine bölge genelinde bir iki saha<br />

dıĢında istihsali durduruldu. Orman Bölge<br />

Müdürlüklerindeki görevlilerden aldığımız bilgiler<br />

doğrultusunda Günlük orman ve sahaları her bölgeye<br />

göre numaralandırılmıĢ. 2005 yılında sadece 69 numaralı<br />

Çetibeli Günlük sahasına iĢletme izni verilmiĢ. Eskiden<br />

sığla istihsal iĢi Orman Bakanlığı ve dolayısıyla bölge<br />

müdürlükleri tarafından iĢçi temin edilerek uzman görevli<br />

gözetiminde yapılır, elde edilen tonlarca ürünün satıĢı<br />

yine adı geçen kurumun yetkilileri tarafından önce<br />

depolanıp sonra satıĢı yapılırdı. ġimdi öyle değil.<br />

Ülkemizde serbest pazar ekonomisi ve özelleĢtirme<br />

uygulaması gündeme geldiğinden bu yana iĢletmeye<br />

açılacak saha önce ihaleye çıkarılıyor. Muğla bölgesinde<br />

Çetibeli‘ndeki 69 numaralı iĢletme sahası dıĢında iĢlenen<br />

ve sığla istihsali yapılan saha olmadığını öğrendik.<br />

159


Günlük ağacından sığla yağı elde etme<br />

Sığla istihsalini ve iĢletmeyi yakından görmek ve<br />

hem de fotoğraf çekmek için güneĢli güzel bir havada tek<br />

iĢletme sahası olan TaĢan-Çamlık iĢletme sahasına gittik.<br />

Burada, eĢiyle beraber ağaçlardan ellerindeki özel kaĢıkla<br />

yağ çıkaran Sayın Ġsmet Baka ve eĢine sorular sorduk,<br />

yanıt aldık. Sayın Ġsmet Baka ve eĢi genç yaĢlarından<br />

bugüne kadar hep bu iĢi yapmıĢlar. Ġsmet Baka, aslen<br />

Ula‘lı olduğunu, yetmiĢi geçen yaĢıyla eskiye nazaran bu<br />

iĢte çalıĢmanın artık zor olmaya baĢladığını söylemek<br />

istese de, iĢini çok sevdiğini, bu iĢten ekmek yediğini, biri<br />

erkek diğeri kız iki çocuğunu da üniversitede okutarak<br />

oğlunun jeoloji mühendisi, kızının da öğretmen olmasına<br />

ekonomik desteği bu iĢten sağladığını söyledi. Bazı<br />

sorularımıza iĢini hiç bırakmadan yanıt vermeye çalıĢan<br />

Ġsmet Baka‘nın iĢ disiplini, yaptığı iĢinden zevk almasını,<br />

eĢiyle dayanıĢma içindeki görüntülerini doğrusu takdir<br />

ettik. Buradaki sahada iĢletmeyi ihaleyle geçen yıllarda<br />

olduğu gibi yine kendileri almıĢ. ġartnameye göre çapı<br />

(kutru) yirmi santim ve daha yukarı olan 1000 ağaçta<br />

üretim yaparak takriben 200kg.yağ çıkarmayı umuyorlar.<br />

(Bir ağaçtan takriben 200 gr. sığla yağı elde ediliyor.)<br />

Verilen bilgiye göre; Yağ istihsali için ağaçların<br />

gövdelerinde takriben 4–6 cm. en ve 70 cm derinliğinde<br />

kızartma yerleri açma ve temizlik iĢlemi her yılın Nisan‘da<br />

baĢlıyor. Çıkan yağlar belli aralıklarla ve özel kaĢıklarla<br />

toplanıp içinde sıcak su bulunan kazana boĢaltılıyor.<br />

160


Kazan dolar dolmaz ürün prese alınıp sıkılıyor. Preste<br />

sıkılarak suyu alınan yağ beton havuza akıyor. Geride<br />

kalan posa buhur olarak alınıp kurutulmak üzere sergiye<br />

alınıyor. Yağ ise tenekelere doldurularak yerli veya<br />

yabancı alıcılara satılıyor. Bu üretim Kasım ayı sonuna<br />

kadar devam ediyor.<br />

Sığla yağı ilaç ve kozmetik sanayinde kullanılır.<br />

Günlük yağı ve buhur, balcı, baharatçı ve aktar gibi bazı<br />

satıĢ yerlerinden temin edilir. Birçok hastalığa iyi geldiği,<br />

kuvvet ve peklik verici, yatıĢtırıcı, idrar arttırıcı, adet<br />

söktürücü, romatizma ağrılarını dinlendirici ve sindirim<br />

sistemini özellikle mide ve bağırsak rahatsızlıklarını<br />

giderici özellikleri olduğu biliniyor.<br />

Günnücek Milli Parkı ve günlük, çam, defne ağaçları arasından<br />

bize göz kırpan <strong>Marmaris</strong> Körfezi<br />

―<strong>Marmaris</strong>‘in Günlük Ağaçları‘ adlı araĢtırma küçük<br />

bir kitapçıkta ayrı olarak <strong>Marmaris</strong> <strong>Belediyesi</strong> tarafından<br />

bastırılıp yayınlandı. Bu çalıĢmayı güzel ülkemiz,<br />

topraklarımız ve üzerindeki nadide ağaçların bilinmesi,<br />

korunması, tanıtımı için yaptım. <strong>Marmaris</strong>‘in Günlük<br />

Ağaçları‘ adlı araĢtırmamı aĢağıdaki cümlelerle<br />

sonlandırıyorum:<br />

Hepimizin bildiği ve bilmesi gerektiğine inandığımız<br />

bir özellik Ģudur. Buna ayrıcalık da diyebiliriz. Anadolu<br />

coğrafyası değiĢik topografik yapı ve iklimlere sahip<br />

olması dolayısıyla geçmiĢten günümüze bazı canlı<br />

türlerinin ortaya çıkması için bir laboratuardır. Bunun canlı<br />

161


türlerinin çok az değiĢime uğrayarak günümüze kadar<br />

gelmesinde ise müze gibi görev yaptığı bir gerçektir.<br />

YaĢamakta olduğumuz 21. yüzyılın dünya kamuoyunda<br />

biyoloji yüzyılı olacağı yönünde çok güçlü bir inanıĢ vardır.<br />

Yine okuduğumuz kitaplarda, izlediğimiz TV yayınları ve<br />

belgesellerde görüyoruz ki dünyadaki ekosistemlerin canlı<br />

kısmının önemli bir bölümünü bitkiler oluĢturmaktadır.<br />

Elektrik düğmesi nasıl aydınlığın ve karanlığın kumandası<br />

ve sigortası ise bitkiler de tüm canlılığın kumandası ve<br />

sigortası konumundadır. Bitkiler olmadan oksijen ve besin<br />

olmaz. Ġnsan dahil Eko Sistemdeki tüm canlıların ayrı<br />

görevleri vardır. Eğer bu canlıların yok oluĢuna göz<br />

yummaya devam edecek olursak görevler yerine<br />

getirilmeyecek ve zinciri oluĢturan halkalar kopacaktır.<br />

Her canlı türünü bir halka, tüm canlıları ve yaptıkları<br />

görevleri de bir zincir olarak düĢünebiliriz. Bu halkaların<br />

kopmaması, zincirin parçalanmaması için öncelikle<br />

çevremizdeki canlı türlerini iyi tanımamız gerekir. Böylece,<br />

tanıdığımız bildiğimiz Ģeyleri daha iyi koruyup<br />

kollayabiliriz. Bunları ben değil, bilim ve çalıĢanları<br />

söylüyor...<br />

162


.<br />

Marina arkasında <strong>Marmaris</strong> Milli Parkı ve Günlük<br />

Ağaçları<br />

163


Ġkinci Bölüm<br />

YEREL GAZETE YAZILARIMDAN SEÇMELER<br />

NATO VE ANIMSATTIKLARI<br />

NATO, Ġngilizcesi ‗North Atlantic Treaty<br />

Organization‘ sözcüklerinin baĢ harflerinden oluĢmuĢtur.<br />

Türkçesi ‗Kuzey Atlantik AntlaĢması Örgütü‘ dür. Bilindiği<br />

üzere bu kuruluĢ 2. Dünya SavaĢı sonrası oluĢan siyasi<br />

ve askeri ortamda 9 Nisan 1949‘da Washington<br />

AntlaĢması ile kurulan kolektif bir savunma örgütüdür.<br />

Özetle anılan antlaĢmanın üçüncü, dördüncü ve beĢinci<br />

maddelerinde üye ülkelerin ortak savunma için<br />

yeteneklerini geliĢtirmeye, herhangi bir üyenin toprak<br />

bütünlüğü, siyasî bağımsızlık ve güvenliği tehlikede<br />

olduğunda bir araya gelmeyi ve herhangi birine<br />

saldırıldığında bu saldırının hepsine karĢı yapılmıĢ bir<br />

saldırı olarak kabul etmeyi taahhüt eder.<br />

Türkiye bu örgüte Yunanistan‘la birlikte eĢ zamanlı<br />

olarak 1952 yılında kabul edilmiĢtir. En son Arnavutluk ve<br />

Hırvatistan‘ın katılımıyla NATO‘ya üye ülke sayısı 28<br />

olmuĢtur. NATO‘da görev yaptığım 1960‘lı ve 70‘li<br />

yıllarda örgüte üye sayısı 15 veya 16 ülkeydi. ġimdi<br />

neredeyse bu rakam ikiye katlanmıĢ. Avrupa Birliğinin<br />

kuruluĢundan bugüne de yıldan yıla artan üye ülke<br />

sayısının 27 ile neredeyse NATO üyesi ülkeler sayısına<br />

ulaĢtığı bir gerçektir. Ancak Güney Kıbrıs‘ın üyeliği bizde<br />

aranan Ģartlara haiz olmadığı halde kolayca gerçekleĢince<br />

bizi daha ne zaman olacağı belli olmayan bekletmenin<br />

maksatlı olduğu gerçeğini de burada vurgulamalıyım.<br />

Sovyet Rusya Blok Ülkelerle birlikte güçlü bir tehdit<br />

oluĢtururken Avrupa‘nın doğusunda en güçlü NATO<br />

Kalkanı‘ olarak tanımlanan Türkiye, tehlike geçince Ģimdi<br />

AB dıĢında tutuluyor. Bunun yorumunu artık sağır sultanın<br />

bile böyle yapmakta olduğunu düĢünüyorum…<br />

164


Muvazzaf bir asker olarak yurt içi ve yurt dıĢında<br />

toplam sekiz yıl NATO‘da çalıĢmıĢ olmam nedeniyle<br />

yazacak, söyleyecek çok konu ve anılarım vardır.<br />

Bazılarına zamanı ve yeri geldikçe günlük bir gazete<br />

yazısına sığacak kadarıyla kısaca değinir, siyasi<br />

geliĢmeler ve olayları değerlendirip kendimce eski ile<br />

bugünü kıyaslarım. Bunlardan birini siz okurlarımla bu<br />

yazımda paylaĢmak istiyorum. Bunu yaparken biraz<br />

geçmiĢe dönmemiz gerekiyor.<br />

Yıl 1989, bundan tam 20 yıl önce doğup büyüdüğüm<br />

<strong>Marmaris</strong>‘te emeklilik yaĢamımı sürdürüyorum.<br />

Bulgaristan‘da Türk asıllı soydaĢlarımıza büyük bir baskı<br />

ve soykırım uygulaması yapıldı. Henüz, NATO‘ya karĢı<br />

cephe olan ―Varsova Paktı‖ ile birlikte Berlin duvarı<br />

yıkılmıĢ değildi. Yarım milyona yakın soydaĢ Türk<br />

Trakya‘sına kaçıp sığındılar. NATO, basından takip<br />

ettiğim kadarıyla bir Ģey yapmıyor, yapamıyordu. Bu<br />

durumdan büyük bir üzüntü duyup tepkimi, belirtmek<br />

istedim. Görev yaptığım Belçika‘nın Brüksel‘deki NATO<br />

Genel Sekreterliğine Ġngilizce bir mektup yazdım. Bu<br />

mektubun Türkçe içeriği aĢağıdadır. Anılan mektupta<br />

NATO‘yu kuruluĢundaki antlaĢma hükümlerini yerine<br />

getirmeye çağırdım. 15 Haziran 1989 tarihinde yazdığım<br />

mektuba 4 Temmuz 1989 tarihinde zamanın NATO Genel<br />

Sekreteri Alman Malfred Wörner‘den aldığım Ġngilizce<br />

yanıtın Türkçe özeti de aĢağıdadır.<br />

Ulusal basın bu olayı duymuĢ olacak ki beni Milliyet<br />

Gazetesi Yazı ĠĢleri Müdürlüğünden aradılar. Amacın,<br />

―Olayı bir de benim ağzımdan öğrenip, doğrulamak‖<br />

olduğu söylendi. Ben de herhangi bir gizlilik taĢımayan bu<br />

mektupların karĢılıklı olarak yazılmıĢ olduğunu ifade ettim.<br />

Bunu Milliyet Gazetesi 7 Ağustos 1989 tarihinde baĢ<br />

sayfada haber yaparak yayınladı. O günkü gazetenin bu<br />

haberi içeren kupürlerini dosyamda saklamıĢtım. Onları<br />

da fotoğraflarını çekerek aynen yazıma aldım.<br />

165


Bu vesileyle, 1988‘den öldüğü yıl olan 1994 yılına<br />

kadar büyük bir baĢarıyla 6 yıl NATO Genel Sekreteri olan<br />

Türk dostu merhum Malfred Wörner‘i bir kez daha<br />

saygıyla, rahmetle anıyorum. Bilindiği üzere VarĢova<br />

Paktı ve Demir Perde Berlin Duvarı ile birlikte bir yıl sonra<br />

yıkılıp tarihe karıĢınca bu olay da birçok benzerleri gibi<br />

tarihin sayfalarında kaldı. Bulgaristan‘da ve daha sonra<br />

Sırpların Bosna-Hersek‘te ‘sergiledikleri katliam ve<br />

insanlık suçunun durdurulmasında NATO‘nun yaptığı<br />

görev unutulmamalıdır. Bu müdahalede NATO adına<br />

görev yapan Türk Hava Kuvvetlerimizin de katkısı vardır.<br />

NATO Genel Sekreterinin Erol Uysal'a verdiği resmi yanıt<br />

166


Erol Uysal‘ın NATO Genel Sekreterliğine yazdığı<br />

Ġngilizce mektubun Türkçe özeti Ģöyledir:<br />

―Sayın Genel Sekreter; Ġçinde bulunduğumuz<br />

günlerde Bulgaristan‘da yaĢamakta olan soydaĢlarımıza<br />

karĢı Bulgar Hükümeti büyük boyutta insanlık suçu<br />

iĢlemektedir. SoydaĢlarımızı Bulgaristan‘dan sınır dıĢına<br />

gitmeye, kalanlar asimile edilmeye zorlamakta, direnenler<br />

katledilmektedir. Bu olay Türklere karĢı önceden<br />

planlanmıĢ bir tür soy kırıma dönüĢmüĢtür. Bundan ayrı<br />

olarak VarĢova Paktı‘na üye olan bir devlet komĢusu<br />

Türkiye‘yi ve NATO‘yu adeta yok sayıp tahrik ve tecavüz<br />

boyutuna varan mütecaviz bir tutum sergilemektedir.<br />

Açıkça belirtmem gerekirse, yıllarca NATO‘da görev<br />

yapmıĢ emekli bir asker olarak NATO‘nun yukarıda<br />

değindiğim geliĢmelere ilgisiz kalmıĢ görünmesini hayret<br />

ve üzüntü ile takip ediyorum. Oysa NATO AntlaĢmasının<br />

ilgili maddelerinin bu vahim geliĢme karĢısında<br />

uygulamaya konulması gerektiğini düĢünüyorum. Bu<br />

konuda NATO Delegasyonlarının özel bir toplantı yaparak<br />

bir bildiri ile Bulgaristan Hükümetini suçlaması,<br />

Bulgaristan‘da yaĢayan Türkler üzerinde uygulanmakta<br />

olan düĢmanca ve insanlık dıĢı politikadan acilen<br />

vazgeçilmesi istenmelidir.<br />

Saygılarımla… Erol Uysal, E. Tank Kd. BĢçvĢ. 15<br />

Haziran 1989<br />

NATO Genel Sekreteri Manfred Wörner‘in Erol<br />

Uysal‘a yanıtı:<br />

Sayın Erol Uysal; 15 Haziran 1989 tarihli<br />

mektubunuza teĢekkür ederim. Bulgaristan‘ın<br />

soydaĢlarınıza karĢı yapmakta olduğu insanlık dıĢı<br />

iĢkence ve tehcir politikası için duyduğunuz üzüntüye<br />

aynen katılıyorum. Sizi temin ederim ki; Bu konu NATO‘da<br />

ve bağlı birimlerde öncelikli konu olarak ele alınmaktadır.<br />

Müttefik ülkeler hem Sofya hem de diğer bazı ülkeler<br />

167


nezdinde Türk azınlığının lehine olacak giriĢimlerde<br />

bulunulmaktadır. Bu konuda Avrupa Ġnsan Hakları<br />

Komisyonunun harekete geçirilerek Bulgaristan‘ın Türk<br />

azınlıklar üzerine uygulanmakta olan insanlık dıĢı<br />

politikadan biran önce vazgeçirilmesi konusunda gereken<br />

düzeltmeleri yapması istenmiĢtir. Bu konu NATO‘nun<br />

öncelikli meselelerinden birisi olarak gündemimizdedir.<br />

Ayrıca Avrupa Ġnsan Hakları Koruma Bildirgesine imza<br />

atmıĢ ülkeler konu üzerinde yoğun çalıĢmaktadır. Burada,<br />

30 Mayıs 1989 tarihli bildirgede tüm NATO üyesi<br />

devletlerle Avrupa Ġnsan Hakları Koruma AntlaĢması<br />

maddelerinin öncelikle uygulamaya konulması konusunda<br />

giriĢimlerin olduğunu size duyurmak isterim. Ġmza M.<br />

Wörner 04 Temmuz 1989<br />

07 Ağustos 1989 Tarihli ‗Milliyet Gazetesi‘nin ön<br />

sayfasındaki haberde konuyla ilgili yazı baĢlığı:<br />

―WÖRNER, SESSĠZ KALMIYORUZ‖ olmuĢtu. Haber<br />

Ģöyle devam etmiĢti. ―Yıllarca NATO‘da çalıĢan Emekli<br />

Astsubay Erol Uysal NATO Genel Sekreterine Bulgar<br />

zulmüne sessiz kalınmasını eleĢtiren mektup yazdı. Genel<br />

Sekreter Manfred Wörner de yanıtında, Sessiz<br />

kalmıyoruz‖ dedi… 17.04.2009<br />

Milliyet Gazetesinin bu konu ile ilgili yaptığı habere<br />

yukarıda kısaca yer verdim. Onları buraya tekrar<br />

yazmadım. Sadece anılan gazete kesiti ve fotoğrafı<br />

ekledim. <strong>Marmaris</strong>‘te Yerel bir gazetede de yayınlanan bu<br />

yazıma önemine binaen yayınlanacak olan kitabımın son<br />

rötuĢlarını yaptığım günlerde ve takriben olaydan 22 yıl<br />

sonra aĢağıdaki eklemeyi yapmayı da uygun buldum.<br />

Değerli Okurlar; Son yıllarda ülkemiz siyasi açılımlar<br />

konusunda önemli konukları ağırladı. Danimarka<br />

BaĢbakanı Rasmussen, ABD BaĢkanı Obama ülkemize<br />

geldiler. Türkiye, ―Rasmussen‘in NATO Genel<br />

Sekreterliğine atanmasına, Fransa‘nın NATO‘ya tekrar<br />

alınmasına bazı koĢullar yerine getirilmedikçe‖ deyip<br />

168


çekince koyamadı. Bunları ABD istiyordu ve bu isteği<br />

yerine getirdik. ġimdi sırada baĢka isteklerin yerine<br />

getirilmesi var. Bunların neler olduğunu önümüzdeki<br />

günler bize gösterecek. Dünyada milli çıkarlarından hiç<br />

taviz vermeyen komĢular, ülkeler, siyaset adamları var.<br />

Bunlara birkaç örneği en yakınımızdakilerden verecek<br />

olsam, Yunanistan‘ın Makedonya, Kıbrıs ve Ege<br />

sorunlarında, Ermenistan‘ın milli politikaya dönüĢtürdüğü<br />

sözde soykırım ve Azerbaycan-Karabağ‘ı iĢgali<br />

meselesinde, Talabani‘nin PKK‘ya silah bıraktırmaya<br />

yanaĢmaması ilk akla gelenler olur. Siyaseti, milli<br />

politikayı hükümetler yapar ama halkın, üniversitelerin,<br />

birey olarak vatandaĢın da sorumlulukları vardır. Milli<br />

politikanın takip ve yürütülmesinde, halkın<br />

bilinçlendirilmesinde sivil toplum kuruluĢlarına büyük<br />

görevler düĢer. Milli politika siyaset dıĢıdır. Milli politikanın<br />

sağlam ve hayati temeller üzerine oturmasında sivil<br />

üstünlük (inisiyatif) hareketine ihtiyaç vardır. Bunun güçlü<br />

olduğu yer ve zeminde kolay kayma olmaz. Türkiye<br />

Cumhuriyetini kuran büyük önder Atatürk‘ün milli<br />

politikaya verdiği önem ve değeri O‘nun derin ve geniĢ<br />

ufkunu belli eden anlamlı sözlerinde bulabiliriz. ĠĢte<br />

bunlardan sadece birisi olan ve Hürriyet ve Bağımsızlık<br />

üzerine aĢağıda söyledikleridir:<br />

―Hürriyet ve Bağımsızlık benim karakterimdir. Ben<br />

milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından<br />

olan bağımsızlık aĢkı ile yaratılmıĢ bir adamım.<br />

Çocukluğumdan bugüne kadar ailevi, hususi ve resmi<br />

hayatımın her safhasını yakından tanıyanlarca bu aĢkım<br />

bilinir. Bence bir millete Ģerefin, haysiyetin, namusun ve<br />

insanlığın yerleĢmesi ve yaĢaması mutlaka o milletin<br />

hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben<br />

Ģahsen bu saydığım özelliklere çok ehemmiyet veririm ve<br />

bu özelliklerin kendimde varlığını iddia edebilmek için<br />

milletimin de aynı özellikleri taĢımasını Ģart ve esas<br />

bilirim. Ben yaĢayabilmek için mutlaka bağımsız bir<br />

169


milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık<br />

bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin<br />

menfaatleri gerektirdiği takdirde insanlığı teĢkil eden<br />

milletlerden her biriyle uygarlık gereği olan dostluk ve<br />

siyaset iliĢkilerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim.<br />

Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir<br />

milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız<br />

düĢmanıyım. 1921 (Mart 2011)<br />

170


NOEL BABA VE MERSĠN AĞACI<br />

Hıristiyan dünyasında Noel Baba, asıl adıyla Aziz<br />

Nicholas iyi eğitim görmüĢ, kendini insanlara adamıĢ,<br />

yardım sever kiĢiliğiyle bilinir. Özellikle çocuklara<br />

hediyeler veren Aziz Nicholas için yazılmıĢ birçok hikaye,<br />

söylence vardır. Örneğin, zamanında zengin olan ve<br />

evlenme çağına gelmiĢ üç kızı bulunan bir tüccar iflas<br />

edip muhtaç duruma düĢünce çok sıkıntılı günler<br />

yaĢamaya, hatta intihar etmeyi düĢünmeye bile baĢlar.<br />

Bunu öğrenen Nicholas bir gece bu ailenin evinin<br />

bacasından aĢağı bir kese dolusu altını bırakır gider.<br />

Sabah ocağın içinde altınları gören aile çok sevinir.<br />

Bozulan iĢlerini yeniden rayına koyup kızlarını<br />

evlendirirler. Her yıl Aralık ayının sonunda kutlanan<br />

‗Noel‘de yaĢanan canlılık ve tatil Ġsa Peygamberin<br />

doğumunun kutlamasıyla beraber bu Aziz‘i de hatırlama,<br />

ona sevgi, saygı sunmak için yapılır.<br />

Bazı Batı ülkelerinde Noel Baba‘ya değiĢik adlar<br />

verilmiĢtir. Örneğin, Fransa‘da Pere Noel, Ġngiltere‘de<br />

Father Christmas, Amerika‘da Santa Claus, Almanya‘da<br />

Heilige Nikolaus gibi isimlerle tanınır. Ülkemizde ise ‗Noel<br />

Baba‘ olarak bilinen bu din adamının asıl adı Aziz (Seant)<br />

Nicholas‘tır. Miladi 245 yılında Antalya-Fethiye arasındaki<br />

antik Ģehir olan Patara‘da (GelemiĢ) doğmuĢ, 326 yılında<br />

da Demre‘de (Myra) ölmüĢtür. Bu din adamının doğum<br />

yeri olan Patara MÖ. 5. yüzyılda Likya Federasyonuna<br />

bağlı 6 önemli Ģehirden birisi olmuĢ ve daha sonra Aziz<br />

Nicholas döneminde Demre‘nin (Myra) piskoposluk<br />

merkezi yapılmasıyla ün kazanmıĢtır. Ölümünden sonra<br />

Aziz Nicholas için Demre‘de bir kilise yapılmıĢ, değiĢik<br />

dinlere mensup gezginler burayı Efes - Meryem Ana evine<br />

veya Seant John (Aziz Yuhanna) kilisesine olduğu gibi<br />

ziyarete baĢlamıĢlardır. Kilise, Cumhuriyet döneminde<br />

onarılarak müzeye dönüĢtürülmüĢ ve ziyaretlere<br />

171


açılmıĢtır. Burada her yıl Aralık ayının ilk haftasında Kültür<br />

ve Turizm Bakanlığı ve Demre (Kale) <strong>Belediyesi</strong>nin<br />

iĢbirliğiyle ‗Noel Baba Kutlama ve Anma Etkinliği‘ yapılır.<br />

Bu etkinliğe çoğunluğu yerli ve yabancı turistler katılır. Bu<br />

yıl ki kutlamaya 15 yeni evlenecek çift davet edilmiĢ olup<br />

Demre‘deki kilisede nikâhları kıyılacak. Antalya‘da<br />

otellerde konaklayan takriben 500 kiĢilik davetli de törene<br />

katılarak nikah, ayin ve diğer etkinliklerde hazır<br />

bulunacaklar. Ayrıca, Devlet Filarmoni Orkestrası kilise<br />

önündeki meydanda konser verecek.<br />

GeçmiĢ yıllarda yine bir Aralık ayı baĢında böyle bir<br />

etkinlikte bulunmuĢtuk. Ancak yörede Aralık ayı içerisinde<br />

havanın yağıĢlı olması açık alanda yapılacak gösteri ve<br />

etkinlikleri olumsuz etkileyip iptale neden olmuĢtu.<br />

Noel Baba‘nın doğduğu ve yaĢadığı yerin aslında<br />

Antalya Ġlimize bağlı Akdeniz kıyısındaki Patara ve Demre<br />

yerleĢim yerleri olduğu Batı‘da fazla bilinmiyor. Ancak Ġncil<br />

dahil dini kitaplarda Aziz Paul‘ün (Hz. Yahya) Roma‘ya<br />

çağrılıp orada katledilmesinden önce liman Ģehri Demre‘yi<br />

(Myra-Andriace-Çayağzı)) ziyareti, burada tekne<br />

değiĢtirmesi portakallarıyla da ünlü bölgenin önemini daha<br />

da arttırmıĢ. Zaten Aziz Nicholas‘dan önce bu bölgede<br />

binlerce yıl yaĢayan bir medeniyet hüküm sürmüĢtü.<br />

Bunun somut kanıtı Demre‘deki (Myra) antik Ģehir<br />

kalıntılarıdır. Benzetmek gerekirse toplu konut tarzında<br />

yontulmuĢ kaya mezarları (Nekropol) ve tiyatro bunlardan<br />

bugüne kadar ayakta kalmıĢ ve iyi korunmuĢ antik<br />

yapılardır. Doğal olarak zengin medeniyet geçmiĢi ve dini<br />

açıdan Piskoposluk merkezi olan Myra, Aziz Nicholas‘ın<br />

döneminde de Hıristiyanlık açısından daha fazla ilgi ve<br />

üne kavuĢmuĢtur. Ġtalyan denizci veya tacirler buranın<br />

dini, manevi ve ticari önemini düĢünerek 1087 yılında<br />

Demre‘ye gelmiĢler, buradaki eserleri yağma edip<br />

gemilerine yükleyerek Ġtalya‘nın ‗Bari‘ Ģehrine<br />

götürmüĢlerdir. Bunların arasında Aziz Nicholas‘a ait lahit<br />

içinde kalan kemikler de bulunuyormuĢ. Yağmacılar<br />

172


aldıkları kemiklerle birlikte birçok antik eseri de buradaki<br />

kiliseye satıĢlar. Daha sonra Bari‘deki kilise yenilenerek<br />

Avlusuna bir lahit konmuĢ, Demre Kilisesindeki lahitten<br />

çalınan kemikler de bunun içine konup, ―Aziz Nicholas‘<br />

Bari‘de öldü, buraya gömüldü‖ denilerek Hıristiyanlar için<br />

bir tür haç yeri oluĢturulmuĢtur. Bu olay Hıristiyan<br />

dünyasında bayağı tutmuĢ, o günden beri Ġtalya‘nın ‗Bari‘<br />

Ģehri önemli bir ziyaret yeri olarak her yıl yüz binlerce<br />

turiste ev sahipliği yapmaya baĢlamıĢtır. Halen,<br />

Demre‘deki kilisede Aziz Nicholos‘a ait olduğu bilinen bir<br />

mermer lahit ile diğer din ve kilise görevlilerine ait birkaç<br />

lahit mezar vardır. Demre‘deki kiliseden kurtarılan bazı<br />

objeler ise bu gün Antalya müzesinde sergilenmektedir.<br />

1960‘lı yılların bir Aralık ayında, rahmetli hocamız<br />

‗Halikarnas Balıkçısı‘ takma adıyla da bilinen merhum<br />

rehber-yazar Cevat ġakir Kabaağaçlı ile Efes turundaydık.<br />

Sohbet sırasında konu ‗Noel ve Noel Baba‘ya gelmiĢti.<br />

Demre‘deki kiliseye bir gurup din adamını götürdüğünü,<br />

onlara rehberlik yaptığını söyleyerek sözü Aziz‘in<br />

mezarına getirmiĢ ve Ģunları söylemiĢti. ―Ġtalyanlar ticareti<br />

iyi bilirler. Ne de olsa ataları Cenevizli, Venediklidir.<br />

Demre‘deki kilisede bulunan beyaz mermerden yontulmuĢ<br />

lahit‘in kapağını kırıp açınca içinde sadece insan kemikleri<br />

görüp hayali sukuta uğrarlar. Belli ki onlar küp dolusu altın<br />

veya para umuyorlarmıĢ. O anda ilahi bir koku onlara<br />

mucize gibi gelmiĢ. Söylenceye göre güzel ve ritüel bir<br />

kokunun etkisinde kalıp bir ara kendilerinden bile<br />

geçmiĢler. Bir defa daha dikkatli bakmıĢlar ki lahdin<br />

içinden gelen bu güzel koku halen tap taze yeĢil durmakta<br />

olan mersin bitkisindenmiĢ. Lahdin altındaki küçük bir<br />

delikten çıkıp büyüyen mersin fidanı bu Aziz‘in mezarını<br />

kokuya bürümüĢ. O mersin bitkisini de kökünden söküp<br />

Aziz‘in kemikleriyle birlikte götürmüĢler‖...<br />

Merhum Kabaağaçlı‘nın anlattıklarına ben de birkaç<br />

cümle ile yorum katmıĢtım. ―Belli ki yöreye mersin bitkisi<br />

ve bunların çıkardıkları nefis koku egemen olunca Aziz<br />

173


Nikholas‘tan önce antik Ģehirde yaĢayan kavimler Ģehrin<br />

adını ‗Myrtle‘ (Mersin) sözcüğünden üretilen ‗Myra‘<br />

koyuvermiĢler. Yüzlerce, binlerce yıldır bu bitkinin güzel<br />

kokulu yapraklarından bazı tıbbi ilaç ve parfümeri<br />

ürünlerinin yapılarak değerlendirilmiĢ olduğunu<br />

sanıyorum. Tıpkı bölgemize has ‗endemik tür‘ olarak<br />

yakından tanıdığımız <strong>Marmaris</strong>‘in Günlük Ağaçları ve<br />

Sığla Yağı‘ gibi. Bunlar aromalı tipik Akdeniz bitkileridir.<br />

Umarım Demre‘den söküp götürdükleri mersin bitkisi<br />

Ġtalya‘nın Bari‘sinde tutmuĢtur. Zira benim <strong>Marmaris</strong>‘ten<br />

alıp Gökova-Karaca‘ya diktiğim fidan yer değiĢimini<br />

sevmedi ve tutmadı‖ demiĢ gülüĢmüĢtük...<br />

Latince adı ‗Myrtus Communis‘ olan mersinin<br />

bölgemizde yaĢayanlar tarafından hala eskiden olduğu<br />

gibi kesilip mezarlara konma adetinin sürmekte olduğunu<br />

da göz ardı edemeyiz. Özellikle dini günler ve bayram<br />

arifelerinde yapılan mezarlık ziyaretlerinde bölgemizde<br />

herkesin elinde genellikle bir demet mersin dalı ile<br />

sergilediği görüntüler bunun somut kanıtı olsa gerektir.<br />

ÇağdaĢ toplumlarda insanoğlunu din, mezhep, köken,<br />

renk, zengin fakir demeden birleĢtiren, ama hiç de fark<br />

edilmeyen o kadar benzerlikler var ki. Ġyi ki de varlar. Ne<br />

de olsa bunlar birer katalizör görevi görüyorlar…07.12.<br />

2009<br />

174


175


MARMARĠS’ĠN AYYILDIZLARI<br />

<strong>Marmaris</strong>‘te bir gelenek 37 yıldır yaĢıyor.<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in değiĢik meslek ve iĢ kolunda ilkleri arasında<br />

gelen Prof. Dr. Sayın Mustafa Ayyıldız daha emekliye<br />

ayrılmadan 17 yıl önce çok güzel bir projeye imza atmıĢ.<br />

Bunun ne olduğuna ve sevgili hocamızın öz geçmiĢine<br />

dair bilgilere bu yazımda yer vereceğim. Ancak, ünlü ve<br />

baĢarılı bir kiĢinin yaĢamını, yazdığı eserleri kitaplarından<br />

okumak veya baĢkasından duymak baĢka, olgunluk<br />

çağında birlikte olup sıkça iletiĢim içerisinde kendisini<br />

yakından tanımak tamamen baĢkadır sanırım. ĠĢte biz,<br />

eĢim Gülsen ve ben hocamızı ve Ayyıldızlar‘ı yakından<br />

tanıyanlardanız. Kendileriyle ilgili bir anıma da burada yer<br />

vermek istiyorum.<br />

1957 yılının Nisan ayında <strong>Marmaris</strong>‘te 7.2<br />

Ģiddetinde bir deprem oldu. O zaman Ankara‘da askeri<br />

okuldan yeni mezun olmuĢ bir yıllık çiçeği burnunda<br />

Astsubay‘dım. Deprem nedeniyle kamu görevlilerine<br />

verilen mazeret iznini alarak aynı okuldan mezun olan<br />

hemĢerim Turgut Çakıcı ile birlikte tren biletimizi alarak<br />

Ankara Garındaki trenimizin kuĢetli vagonuna girdik. O<br />

zamanlar kömür yakılarak iĢletilen trenle önce Aydın‘a,<br />

oradan da otobüsle <strong>Marmaris</strong>‘e gidecektik.<br />

Kompartımanımıza girer girmez bizden önce gelip<br />

yerleĢmiĢ genç bir çiftle karĢılaĢtık. Kendileriyle hemen<br />

tanıĢtık, hatta akraba bile çıktık. Yeni evli olduklarını,<br />

deprem nedeniyle <strong>Marmaris</strong>‘teki ailelerine geçmiĢ olsun<br />

ziyaretine gitmekte olduklarını öğrendik. Vakit ilerleyip<br />

gece olunca kuĢetlerimizi açıp uyumak için elektriği<br />

kapatıp yattık. Tren, adeta oflar, puflar gibi sesler<br />

çıkararak Afyon yakınlarında küçük bir istasyonda durdu.<br />

Mustafa Ağabey yattığı yerden geldiğimiz istasyonun<br />

adını okuyamayınca bana seslendi. ―Erol, bak bakalım<br />

nereye gelmiĢiz‖ dedi. Ben de baĢımı hafifçe kaldırıp<br />

176


camdan dıĢarı baktım. Uyku sersemliğiyle dıĢarıdaki<br />

binanın üzerinde yazan tabelayı okuyup ―Revizörlük‘teyiz<br />

Mustafa Ağabey‖ dedim. Mustafa Ağabeyi bir gülmek<br />

tuttu. Arkasından eĢi Muaalla yenge, ikisi birlikte<br />

gülmekten kırıldılar. Mustafa ağabeye neden güldüklerini<br />

sorduğumda ―Oğlum, revizörlük istasyon adı değil,<br />

duraktaki teknik hizmet görevlilerine ait bir bölümdür‖<br />

deyince kırdığım potu anlayıp özür diledim. Bu defa hep<br />

birilikte gülüĢtük. Bu ‗revizörlük‘ sözcüğü Aydın‘a kadar da<br />

mizah konumuz olup gitti...<br />

Ayyıldız Ailesiyle ilk tanıĢmamız bu tren<br />

yolculuğunda olmuĢtu. Emekli olup ana-baba ocağı<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e yerleĢtikten sonra birbirimizi çok daha<br />

yakından tanıdık. Sosyal iliĢki ve sivil toplum kuruluĢu<br />

etkinlikleri kapsamında dayanıĢma, gezi, panel, gazete<br />

yazıları, TV oturumlarında genellikle birlikte olduk.<br />

Ayyıldızlar Karaca‘daki tarlamızda da bize komĢu oldular.<br />

.<br />

‗Atatürk Ġlk Öğretim Okulu BaĢarılı Öğrencilere<br />

Ayyıldız Ödülü Saat Verme‘ geleneği 37 yıldır<br />

yaĢamaktadır. Bunun özünde Atatürk sevgisi ve<br />

hayranlığının yatmakta olduğu açıktır. Bakın, Mustafa<br />

Ayyıldız Haziran 2007‘deki ödül töreninde baĢarılı<br />

öğrencilere saat ödülü verirken konuĢmasının birkaç<br />

cümlesinde ne diyor:<br />

―Sevgili Öğrenciler, Atatürk Sevgisi ve Atatürk‘ün<br />

devrimlerinin koruyucusu, yılmaz bekçileri olmak gibi asli<br />

göreviniz vardır. Bunu tüm yaĢamınız boyunca hiç<br />

unutmayın. BaĢarılı olan öğrencileri ödüllendirmekteki asıl<br />

amacın teĢvik ve yönlendirme olduğudur. Burada, genç<br />

öğretmenlere ve velilere de düĢen büyük görevler vardır.<br />

BaĢarılı öğrencilerin arkasında mutlaka onlar vardır ve<br />

olmalıdır‖…<br />

<strong>Marmaris</strong> Atatürk Ġlkokulu baĢarılı öğrencilere<br />

‗Ayyıldız Ödülleri‘ verme geleneğine yine baĢka bir<br />

177


Ayyıldız daha katıldı. Değerli HemĢerimiz, <strong>Marmaris</strong><br />

Esnaf ve Sanatkarlar Odası BaĢkanı Sayın ġükrü Ayyıldız<br />

da baĢarılı öğrencileri ödüllendirmeye Oda BaĢkanı olarak<br />

destek veriyor. Her yıl yapılan ödül törenleri okul<br />

öğrencilerinin folklor oyunları, Ģiir okuma, hikaye anlatımı<br />

ve diğer gösterilerle sona eriyor. Okul müdürü ve genç<br />

öğretmenlerin yönetiminde baĢarılı bir Ģekilde uygulanan<br />

etkinlikte emeği geçen herkesi buradan bir kez daha<br />

kutluyor, sınavlara hazırlanan öğrencilere baĢarılar<br />

diliyorum.<br />

Değerli hocamız Em. Prof. Dr. Mustafa Ayyıldız‘ın<br />

kısa bir özgeçmiĢine de aĢağıda yer vererek kendisine ve<br />

tüm Ayyıldızlar‘a sağlık ve mutluluk diliyor, ‗Atatürk<br />

Ġlköğretim Okulu BaĢarılı Öğrencilere Altın Saat Ödülü<br />

Verme‘ geleneğinin ebediyen yaĢaması ve yaĢatılmasını<br />

diliyorum. 15.06.2007 (ÇağdaĢ <strong>Marmaris</strong>)<br />

E. Prof. Dr. Mustafa AYYILDIZ‘ın Öz GeçmiĢi:<br />

1933 yılında <strong>Marmaris</strong>‘te doğdu. 1945‘de <strong>Marmaris</strong><br />

Atatürk Ġlkokulundan, 1948‘de Muğla Ortaokulundan,<br />

1951‘de Antalya Lisesinden, 1955‘de Ankara Üniversitesi<br />

Ziraat Fakültesinden mezun oldu. 1956‘yılında aynı<br />

okuldan mezun olan eĢi Mualla hanımla evlendi. 1958‘de<br />

doktor, 1964‘de doçent oldu. 1960–1962 yıllarında<br />

ABD‘de mesleki incelemelerde bulundu. 1968–1969 yılları<br />

arasında Almanya-Kiel Üniversitesinde müĢterek<br />

araĢtırmalar yaptı. 1971‘de Profesör oldu. DıĢ ülkelerdeki<br />

bilimsel toplantılara katıldı. Ankara Üniversitesinde<br />

senatör olarak görev yaptı. Diğer üniversitelerde ders<br />

verdi. Sayısız bilim adamı yetiĢtirdi. 8 adet ders kitabı ile<br />

100‘e yakın makale ve araĢtırması yayınlandı. Yeni<br />

üniversite kuruluĢlarında yardımcı oldu. Ġngilizce,<br />

Fransızca ve Almanca bilir. 1987 yılında kendi isteğiyle<br />

emekli oldu. Biri kız ikisi erkek 3 çocuğa, 4 toruna sahiptir.<br />

Emeklilik yaĢamında da boĢ durmadı. 1970 yılında daha<br />

178


görevdeyken Atatürk Ġlkokulunda ‗Ayyıldız Altın Saat<br />

Ödülü‘nü tesis etti. Bu gelenek halen yaĢamaktadır 1991<br />

yılında <strong>Marmaris</strong> Kültür ve Doğayı Koruma Derneğini<br />

kurmuĢ ve bu Derneğin BaĢkanlığını uzun müddet<br />

yürütmüĢtür. 1998‘de <strong>Marmaris</strong> Atatürk Ġlköğretim Okulu<br />

Ek Bina ĠnĢaatı Yürütme Komitesi BaĢkanlığına seçilerek<br />

8 Mayıs 1998 tarihinde binanın temeli atılmıĢtır. Okul<br />

yöneticileri, Okul Koruma Derneği ve Okul Aile Birliği<br />

üyelerinin özverili çalıĢmaları ile hayırsever<br />

vatandaĢlardan bağıĢlar toplanmıĢ keza geceler<br />

düzenlenerek elde edilen gelirler eklenerek bina inĢaatı<br />

yürütülmüĢtür. Binanın üçüncü ve dördüncü katları ile<br />

çatının yapılması hayırsever hemĢerimiz Mehmet Acar<br />

tarafından tamamlanmıĢ olup bu katlara Mehmet Acar‘ın<br />

ismi verilmiĢtir. Ayrıca bağıĢta bulunan Mustafa Kutluay,<br />

Sebahat Selçuk ve Azmi Selçuk‘un isimleri sınıflara<br />

verilmiĢtir. Son olarak VĠNSAN inĢaat Ģirketi binanın eksik<br />

kalan kısımlarını bitirerek bina inĢaatı bitirilmiĢtir. Bina<br />

inĢaatı 16 ay gibi kısa sayılabilecek bir zamanda bitirilerek<br />

1999 yılı Eylül ayında Eğitim ve Öğretime açılmıĢtır.<br />

Yapılan Ek Binada iki derslikli ana sınıfı, 11 adet Derslik,<br />

Laboratuar, ĠĢ Teknik Odası, Bilgisayar Odası, resim ve<br />

Müzik Odası, spor Salonu, Konferans Salonu, Öğretmen<br />

Odaları ile Öğrenci Kantin ve Kafeteryası bulunan modern<br />

bir Eğitim yuvası meydana gelmiĢ bulunmaktadır. 1992<br />

yılında <strong>Marmaris</strong>‘te Aids SavaĢım Derneğini, 1998‘de<br />

Tema Vakfı Ģubesini kurmuĢtur. 16 Mayıs 1997‘de Turunç<br />

beldesinde tesis edilen ‗<strong>Marmaris</strong> 19 Mayıs Kültür<br />

Merkezi, Toplum Hizmetleri Vakfı‘ <strong>Marmaris</strong> temsilcisi<br />

Prof.Dr. Mustafa Ayyıldız‘ın açıĢ konuĢması ile hizmete<br />

girmiĢtir. 2003 yılının Nisan ayında iki <strong>Marmaris</strong>‘in köklü<br />

aileleri olan Ayyıldız ve Karayiğit ailelerini bir araya<br />

getirerek her yıl buluĢma ve tanıĢmayı gelenek haline<br />

dönüĢtürmüĢ, aile soy ağacını güncelleĢtirerek her<br />

yıldönümündeki etkinlikte katılımcılara dağıtmaktadır.<br />

Doğa, toprak, bitki ve çiçeklerle uğraĢıyı çok seven çok<br />

179


seven Mustafa Ayyıldız hafta sonlarında Karaca‘daki<br />

tarlasında hobilerini tatmin etmekte, denizde yüzmekte,<br />

hamakta kitap okuyarak dinlenmektedir. Sayın Mustafa<br />

Ayyıldız‘ın çevre koruma içerikli bazı yazıları yerel<br />

gazetede yayınlanmaktadır. <strong>Marmaris</strong>‘in Ay Yıldızlarına<br />

sağlık, mutluluk dolu nice yıllar dileriz.<br />

E. Prof. Dr. Ayyıldız Ödül Töreninde<br />

180


BĠR LÜTFÜ KÜÇÜK VARDI...<br />

Dilimize Arapçadan girmiĢ fazilet, kadirĢinaslık ve<br />

vefa sözcüklerinin öz Türkçesi erdemlilik, iyilikseverlik ve<br />

sevgi demektir. Bizim kuĢak günlük konuĢmalarımızda<br />

bazen eski sözcükleri kullandığımız olur. Bunlar, insana<br />

özgü ve güzel ahlaka dair oldukları, sanki eskisiyle daha<br />

ağdalı, vurgulu anlam verdikleri için dağarcığımızda<br />

kalmaya devam ederler.<br />

DoğuĢtan <strong>Marmaris</strong>li olup devamlı burada<br />

yaĢayanlarla, takriben en son yirmi yılını <strong>Marmaris</strong>‘te<br />

geçiren hemĢerilerimiz çok iyi anımsayacaklardır. Bir<br />

dönem Atatürk Bulvarına paralel deniz ve halk plajı yaya<br />

yürüyüĢ yolu üzerinde resim ve karikatür sanatçıları vardı.<br />

Bunlar özellikle sezonun hareketli olduğu yaz günleri<br />

akĢamlarında bir tente altı ve stant gerisinde otururlar,<br />

gecenin geç saatlerine kadar yürüyüĢ yolundan gelip<br />

geçen yerli ve yabancı turistlerden isteyenlerin<br />

karikatürlerini çizerlerdi. ĠĢte bunların arasında ünlü bir<br />

sanatçı olan hemĢerimiz Lütfü Küçük de vardı. EĢimle<br />

akĢam yürüyüĢlerinde kendisinin önünden geçerken<br />

selamlaĢır, bazen ayakta ve bazen de oturup kısa<br />

söyleĢiler yapardık. Sevgili Küçük bir keresinde<br />

karikatürümüzü çizmeyi önerince kabul etmiĢtik. Bizimle<br />

hem konuĢuyor ve hem de elini çalıĢtırıyordu. Aradan on<br />

dakika geçmeden bizim karikatürümüzü çizmiĢti bile.<br />

Eserinin altına imzasını atıp yazdığı tarih 11 Ekim<br />

1996‘dır. Çizdiği anlamlı portrede benim ceplerimi bazı<br />

broĢür ve yayınlarla doldurmuĢ, sağ koltuğumun altına bir<br />

kalem koymuĢ, saksıdaki çiçeği eĢim Gülsen‘e verirken<br />

sol elime de ‗Önce <strong>Marmaris</strong>‘ sloganı iliĢtirmiĢti. Ertesi<br />

gün bu portreyi çerçeveletip evimizin oturma odası<br />

duvarına asmıĢtık. O günden bu güne aradan 15 yıl<br />

geçmiĢ. Bu portreye baktıkça değerli sanatçıyı hep<br />

rahmet ve sevgiyle anarız.<br />

181


182


Lütfü Küçük 'Önce <strong>Marmaris</strong>' diyenlerdendi. .<br />

Portrede E.Uysal ve EĢi. 11.10.1996<br />

Lütfü Küçük kimdir?<br />

Lütfü Küçük 1945 yılında Isparta‘nın Uluborlu<br />

ilçesinde doğdu. Portre karikatürüne çocuk yaĢta baĢlayıp<br />

16 yaĢında profesyonel oldu. Ġstanbul Tatbiki Güzel<br />

Sanatlar Akademisinde eğitimini tamamlayan sanatçı<br />

uluslararası karikatür yarıĢmalarında dereceler<br />

kazandı.1963–1968 yılları arasında Akbaba Dergisinde<br />

karikatür çizmeye baĢladı. 1963‘te Bulgaristan‘ın baĢĢehri<br />

Sofya‘da ‗Portre Karikatürü‘ çizme yarıĢmasında birinci<br />

oldu. Ġnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 30.<br />

Yıldönümü nedeniyle 1979 yılında Fransa‘da düzenlenen<br />

karikatür yarıĢmasında yine birincilik kazanan Küçük,<br />

1980‘de Ġtalya‘daki yarıĢmada üçüncülük ve 1985 yılının<br />

183


Aralık ayında Fransa-Paris‘te Avrupa Turizm Birliği‘ne üye<br />

46 ülkeden katılan 139 sanatçı içinden birinciliği<br />

kazanarak ödül aldı. Çizdiği karikatüründe <strong>Marmaris</strong>‘i<br />

‗Dünyanın Ġncisi‘ olarak gösterdiği yorumuyla ‗Grand<br />

Prize‘ ödülüne layık görülmüĢtür. ĠĢte bu ödül <strong>Marmaris</strong> ve<br />

<strong>Marmaris</strong>lileri heyecanlandırmıĢ, onurlandırmıĢtı,<br />

Lütfü Küçük herkesin sevdiği, saydığı ve takdir<br />

ettiği bir hemĢerimiz olmuĢtu. YarıĢmaya katıldığı<br />

eserinde çok sevdiği ve yerleĢtiği <strong>Marmaris</strong>‘i ―Dünyanın<br />

Ġncisi‖ yapmıĢtı. Kendisine, bu baĢarısıyla <strong>Marmaris</strong>‘i<br />

tanıtmada çok büyük katkısı olduğu ve olacağı kabul<br />

edilerek zamanın Belediye Meclisi kararıyla 1985 yılında<br />

<strong>Marmaris</strong> Belediye BaĢkanı merhum Muharrem Elgin<br />

ilçenin ―Fahri HemĢerilik Beratı‖nı verdi. TRT‘de ‗Stüdyo<br />

Pazar‘ Cenk Koray, Erkan Yolaç ve Ömer Önderli ile<br />

programlar yapan sanatçının 17 Haziran 1986 tarihli Milli<br />

Piyango çekiliĢ biletlerinde <strong>Marmaris</strong>‘i Dünyanın Ġncisi<br />

yapan ve ödül kazanan portresi yer aldı. Sanatçı eserlerini<br />

sol eliyle çizip, sağ eliyle yazardı. Ne yazık ki bu değerli<br />

sanatçı ve hemĢerimiz yakalandığı amansız hastalıktan<br />

kurtulamayarak genç sayılacak bir yaĢında (56) 7 Mayıs<br />

2001 günü hakkın rahmetine kavuĢarak yine çok sevdiği<br />

<strong>Marmaris</strong>‘te toprağa verildi.<br />

Sanatçının eseri Milli Piyango biletinde<br />

184


<strong>Marmaris</strong> halkı bu değerli sanatçı ve hemĢeriyi<br />

ebediyen yaĢatmak için ‗<strong>Marmaris</strong>‘i Dünyanın Ġncisi‘<br />

olarak çizip ödül kazandığı eserini bir anıta dönüĢtürüp<br />

Ģehrin giriĢ bulvarına dikerek kendisine olan vefayı<br />

gösterdi. Ancak, <strong>Marmaris</strong>‘i iyi bilmesi gerekenler de dahil<br />

birçok hemĢerim bu anıtın ne olduğunu maalesef<br />

bilmiyorlar. Gazete yazımı yazmadan önce anıtı ziyaret<br />

ederek fotoğrafını çektim. Çevresi yemyeĢil biçilmiĢ çimle<br />

kaplı ve çok temizdi. Ancak anıtın ne olduğunu belirten bir<br />

kitabesi yoktu. Anıt üzerindeki cam kaplama ve bezemeler<br />

dökülmüĢ vaziyetteydi. <strong>Marmaris</strong> giriĢ bulvarlarını<br />

çiçeklendirip, peyzajı güzelleĢtiren belediyemiz bu anıtın<br />

kitabesini de kısa zamanda tamamlayacaktır.<br />

Sanatçının 1985’de Fransa'da 1. Ödülü kazanan yapıtının<br />

Ģehir giriĢindeki Anıtı (Midye kabuğunu açmıĢ, içinde inci tanesi<br />

<strong>Marmaris</strong>)<br />

185


Yazımızın baĢında dedik ya... ‗fazilet, erdem, vefa<br />

ve daha niceleri‘ diye. Bunlar sözlüklerle alfabetik<br />

sıralamada yer almak veya sadece ağız ve dudaklarda<br />

mırıldanmak için var olan sözcükler olmasa gerektir.<br />

Böyle özverili ve donanımlı hemĢeriler kolay yetiĢmiyor.<br />

Görünen o ki zamanımızda her Ģeyi ama her Ģeyi hızlı<br />

yaĢayıp çabuk tüketiyoruz. Türk ulusu, <strong>Marmaris</strong> halkı<br />

ülkesine, memleketine her yönden yararı olmuĢ<br />

simgeleĢmiĢ isimleri hiç unutmamalıdır. Sanatçının<br />

ailesini ziyaret ettik. EĢi Sema Hanım biraz sitemli olarak<br />

Ģunları söyleyebildi: ―Lütfü, <strong>Marmaris</strong> sevdalısı bir<br />

insandı. Yeniden maddi yaĢamına dönecek olsaydı ve<br />

kendisine unutulmuĢ olduğu söylenseydi mutlaka ―Olsun<br />

varsın, ben <strong>Marmaris</strong> ve <strong>Marmaris</strong>lileri seviyorum‖ derdi...<br />

Değerli insan, sanatçı hemĢerimizi en azından her<br />

yıl ölüm yıldönümünde anıp, genç kuĢaklara tanıtarak<br />

onları da erdemli, yararlı ve yaratıcı olmaya<br />

özendirmeliyiz. Bunu yapmaya kararlıyız. Aramızdan<br />

ayrılıĢının 6. yıldönümünde değerli insan, sanatçı<br />

kardeĢimiz Lütfü Küçük‘ü sevgi, saygı ve rahmetle bir kez<br />

daha anıyor, cennet mekânı olsun diyorum. 7 Mayıs 2007<br />

186


AĞA LĠMANINDAN BATIK HAMAMA<br />

1994 yılının Eylül ayında turist rehberi olarak<br />

katıldığım bir ‗Mavi Tur‘u <strong>Marmaris</strong>-Antalya arasındaki<br />

takriben 168 deniz millik seyirde tam on günde<br />

tamamlamıĢtık. Benzer turlara daha sonraki yıllarda da<br />

devam ettim. 1990‘lı yıllardan önce bu kıyılar ve<br />

yakınlarındaki eski yerleĢim birimleri olan bu günkü ören<br />

yerleri henüz bu günkü kadar öne çıkmamıĢtı. Doğal<br />

olarak yöredeki tarihi yerler, doğa, bitki ve hayvan özetle<br />

çevre ve çevre bilimi pek gündemde değildi. O yıllarda<br />

buraları gören, iyi bilen rehber ve deniz adamı, hatta<br />

tekne kaptan ve mürettebatı da sayıca azdı. Yabancı<br />

yatçıların izlenimleri zaman zaman yatçılık dergi ve diğer<br />

tanıtım organlarında yayınlanınca bakir durumdaki doğal<br />

ve tarihi zenginlik cazip hale gelerek daha uzun etaplı<br />

Mavi Turlar turistler için bir tatil seçeneği olmaya baĢladı.<br />

Doğal olarak seyahat acenteleri ve yatçılık firmaları,<br />

rehber ve yat mürettebatı ile birlikte kendilerini bu yeni<br />

talebi karĢılamak için gerekli tanıtım, pazarlama ve diğer<br />

alt yapı eksikliklerini tamamlamaya baĢladılar.<br />

Ġlk yıllarda kaptan ve mürettebat arasında yabancı<br />

dil konuĢan az olduğu için seyahat acenteleri gulet gibi<br />

ahĢap ve diğer fiber yatlarda mutlaka bir rehber<br />

görevlendirirdi. ġimdi ise birçok yat kaptan ve mürettebatı<br />

az çok yabancı dil bildiklerinden bazı deniz turlarına<br />

rehbersiz de çıkabiliyorlar. Tura çıkacak teknede rehbere<br />

ayrı bir kabin tahsis edilecek olması müĢteri adedine ve<br />

tekneyi kiralayan açısından artı maliyet getireceğinden<br />

rehber gereksinimi ziyaret edilen limandan veya<br />

demirleme yerinden sağlanabiliyor.<br />

Bu kısa açıklamadan sonra ‗Ağa Limanından Batık<br />

Hamama‘ baĢlıklı yazımızın içerdiği bir ‗Mavi Tur‘a<br />

dönelim.<br />

187


Gezi planımıza göre, <strong>Marmaris</strong>‘ten baĢlayıp<br />

Antalya‘da sone erecek olan 10 günlük turun ilk etabında<br />

Ekincik-Dalyan‘ı (Kaunos) ziyaret ettik. Akdeniz‘de, yazın<br />

baĢlangıcı olan Mayıs ve Haziran aylarında güney yönden<br />

esen Lodos rüzgarı bazen sertleĢerek fırtınaya bile<br />

dönüĢür. Kaunos harabelerini ve ünlü plajını ziyaret edip<br />

gecelediğimiz Ekincik Limanında gece de devam eden<br />

fırtına sabah dinmiĢti. Ekincik‘ten sabah kahvaltı<br />

yapmadan Fethiye Körfezine kadar olan takriben dört<br />

saatlik mesafeyi rüzgar almadan geçmek için erken demir<br />

alarak ayrıldık. DiĢibilmez Burnuna ve oradan da<br />

Kurdoğlu‘na kadar ölü deniz yedik. Teknedeki müĢterilerin<br />

çoğunu deniz tuttu. Kendilerini kamaradan kıç ve baĢ<br />

güverteye atıp serin hava almaya çıktılar. Anakara iskele<br />

(sol) yanımızda olarak kıyıya paralel yaptığımız seyirde<br />

önce büyük burunlardan birisi olan ‗DiĢibilmez‘i, sonra da<br />

‗Kurdoğlu‘ Burnunu geçip körfez içine girdik. Burası,<br />

Göcek Körfezinin en güney ucundaki giriĢ yönünde ilk koy<br />

olan ‗Ağalimanı‘ dır. Demirleyip kıyıya halat attık. Fethiye-<br />

Antalya yönüne tura çıkan ‗Mavi Tur‘ tekneleri guletler<br />

sabahın erken saatlerinde geceledikleri ‗Ekincik‘<br />

limanından güneyli ve batılı rüzgâr canlanmadan motor<br />

çalıĢtırarak takriben dört saatte buraya ulaĢırlar. Ekincikte<br />

yanımızda demirli guletten tanıdığımız Mavi Tur‘cuların<br />

Ağa Limanı‘na bizden önce gelip yüzdüklerini görüp tekrar<br />

selamlaĢtık.<br />

Bir gün öncesinde kuvvetli esen lodos denizde<br />

solağan (Ölü deniz) meydana getirmiĢti. DiĢibilmez‘den<br />

baĢlayıp ‗Kurdoğlu Burnu‘na kadar uzanan kıyı rotasında<br />

seyir eden yatlar ve müĢteriler genellikle soloğandan<br />

olumsuz etkilenir, ‗deniz tutması‘ yaĢarlar. Bu rota deniz<br />

tutanların baĢının derdidir. Gurubumuzdan birkaç kiĢinin<br />

bundan etkilendiğini gördüm. Yanımıza demir atan<br />

teknedeki yolcular da iĢaretle bize ölü denizden rahatsız<br />

olduklarını söylemek istediler. Ancak daha önce böyle<br />

turlara çıkan turistler deneyimli olduklarından beraberinde<br />

188


azı ilaç ve ilk yardım malzemesi taĢırlar. Ben de rehber<br />

olarak ister karada ister denizde olsun sırt çantamda<br />

kendim veya turistim için gerekli olabilecek ilk yardım<br />

malzemesini daima taĢırım ve rehber arkadaĢlarıma da<br />

bunu öneririm.<br />

Ağa Limanına demir atar atmaz, hemen denize<br />

inmek için takılan merdivenin baĢına kümelenen<br />

müĢteriler kısa zamanda kendilerini turkuvaz renkli pırıl<br />

pırıl tertemiz sulara attılar. Sonrasında duĢ alıp önceki<br />

canlılıklarına kavuĢarak hep birlikte kahvaltı yaptık.<br />

Dinlence, yüzme, güneĢlenme, eğlenme, okuma<br />

dıĢında ikinci yaĢ grubu, aydın, ekonomileri iyi olan<br />

turistlerin turu satın alırken beklentileri içinde tarihi ve<br />

arkeolojik yerleri ziyaret, doğa, bitki-çiçek (flora) hayvan<br />

(fauna) gibi ekosistemi görmek, fotoğraf çekmek daima<br />

önde gelir. Bu gereksinmeyi karĢılamak için profesyonel<br />

turist rehberine düĢen görev arz-talep dengesini dikkate<br />

alarak turistlerine seçenekler sunmaktır. ĠĢte ben de bunu<br />

bir nebze yerine getirmek için özellikle bu bölgede Ağa<br />

Limanından Batık Hamam‘a yürüyüĢ, tırmanıĢ (hiking) ve<br />

ören yeri ziyaretini önerdim. Hepsi bir an önce hareket<br />

etmek için hazırlanmaya baĢladılar. Uygun teçhizat,<br />

kamera, giysi ve yeterli suyu sırt çantalarımızı alarak<br />

kıyıya çıktık.<br />

TırmanıĢ ve iniĢ mesafemiz takriben beĢ<br />

kilometreydi. YürüyüĢ, tırmanıĢ ve ziyaret yolu ve<br />

noktalarını yanımda taĢıdığım haritadan göstererek<br />

kısaca anlattım. BaĢlangıç Ağa Limanı, bitiĢ Batık<br />

Hamam‘dı. Yatımız, yürüyüĢ, tırmanıĢ bitiĢ noktamız olan<br />

Batık Hamama dolaĢarak bizi orada bekleyecek ve orada<br />

geceleyecektik.<br />

Saat tam on biri gösteriyordu. Pırıl pırıl güneĢli güzel<br />

bir sonbahar gününün baĢlangıcında tekneden filikayla<br />

kumsala çıkıp takriben 30 derece eğimli patika yoldan<br />

yürüyüĢe geçtik. Benimle birlikte on bir kiĢiydik. YürüyüĢ<br />

189


aĢlangıç noktasından takriben 600 ila 1000metre kıyı<br />

boyunca sağ yanımızda çam, mersin, zeytin, çilek,<br />

harnup, zakkum ağaçları ve dalları arasından denizi,<br />

kayaları ve enfes turkuvaz renkli suları izleyip, fotoğraf<br />

çekerek ilerledik. Çalılıklar arasında önce keçileri, sonra<br />

biraz ileride çoban barınağına benzer bir kulübeyi gördük.<br />

Kulübenin yanında arı kovanları ve vızır vızır bal yapmak<br />

için uçuĢan arıları görünce, ―Aramızda arı sokmasına<br />

karĢı alerjisi olan var mı‖‘ dedim. ―Yok‖ iĢaret ve yanıtını<br />

alınca sevindim. Diğerlerine nazaran daha yaĢlı olan Bay<br />

Nelson gülerek ve espritüel bir ifadeyle kendisini<br />

kastederek ―Bir yıl önce bypass ameliyatı geçiren yaĢlı bir<br />

dinozor var‖ deyip herkesin gülmesine neden olurken<br />

kibarca benim de dikkatimi çekti. Bunu öğrendikten sonra<br />

kendisine hissettirmeden onu hep gözlem altında tuttum.<br />

Mümkün olduğunca grubun önünde, onlara çok yakın<br />

veya birlikte yürüyor, doğa ve canlılar ile ilgili yöreye özgü<br />

bildiklerimi anlatıyor, soruları yanıtlıyordum. Birden yerde<br />

patikanın bir yanından diğer yanına geçmekte olan siyah<br />

renkli büyükçe bir akrep gördüm. Grubu durdurdum ve<br />

akrebi gösterdim. Kenardan bir taĢ alıp öldürmek isteyince<br />

içlerinden birisi ‗Erol öldürme, bize zararı yok‘ dedi. TaĢ<br />

elimde kaldı. Diğerleri de aynı görüĢteydi. ‗Çok zehirli,<br />

tehlikelidir‘ dedimse de ‗Bize zararı yok, yaĢasın‘ dediler.<br />

Akrep ise salınarak yan taraftaki taĢlara doğru süzülüp<br />

gitti. Bu olay bana turistlerimden aldığım önemli bir ders<br />

oldu. Hatta biraz da bu dersten utanç duymadım desem<br />

yalan olur. Ama ders derstir, sınıfta olmuĢ, dağ baĢında<br />

olmuĢ fark etmiyor. Yararı olduğu kesin. Zira daha sonraki<br />

yılarda bir Dalyan (Caunos) turunu bitirmiĢ <strong>Marmaris</strong>‘e<br />

limana dönmek üzere hareket edecekken otobüse bir bal<br />

arısı girmiĢ ve içerdeki turistleri paniğe düĢürmüĢtü.<br />

Hemen olaya müdahale ettim. Arı, pencere camında<br />

yürüyordu. ĠĢaret parmağımı arının yürüyüĢ yoluna<br />

koyunca arı parmağıma tırmandı. Arıyı dıĢarı götürüp<br />

bıraktım, uçup gitti. Hayatımda aldığım en coĢkulu<br />

190


alkıĢlardan birisi de bu oldu. Otobüsteki 44 kiĢi beni<br />

coĢkuyla alkıĢladı. Öldürseydim, bazıları ‗Erol,<br />

öldürmeyecektin‘ diyebileceklerdi. Hayat deneyim ve<br />

dersle dolu. Yeter ki almasını bilelim…<br />

TırmanıĢta mola yerim ‗Lydae‘ adlı antik bir Ģehrin<br />

kalıntılarının bulunduğu yer oldu.<br />

‗Lydae‘ buradaki antik yerleĢim yerinin adı olup<br />

hakkında fazla bilgi olmadığı için burayı bilen de azdır.<br />

Kültür ve Turizm bakanlığı envanterinde görünse de kazı<br />

ve yenileme adına buraya henüz arkeolog eli<br />

değmemiĢtir. Arkeolojik kalıntılara bakınca, çevresi<br />

duvarlarla korunmuĢ, içinde Agorası (Pazar yeri), iki<br />

mezar anıtı (Heroon), çeĢme, sarnıçın ve diğer bazı<br />

kalıntıların Roma ve Bizans çağına ait olduklarını<br />

gösteriyordu. Belli ki burada küçük bir yerleĢim varmıĢ.<br />

Hemen yakınında da ‗Arymaxa‘ adında Lydae‘ye bağlı bir<br />

yerleĢim birimi mevcut olup kıyıya yakın yerinde savunma<br />

duvarları var. (1) Bunları gördükten sonra hemen<br />

yakınındaki taĢ yapılı bir çoban evini ziyaret ettik. Genç bir<br />

köylü kadın ve çocuğu bizi evinin bahçesinde karĢıladı.<br />

Çay içmeye davet etti. Elinde kirman, belli ki keçi kılından<br />

çorap örüyordu. Daveti kabul edip, eve girdik. Tek odalı<br />

evin ocak (Ģömine) önündeki minderlere oturduk. Ocakta<br />

çay demlenmiĢ, servise hazır durumdaydı. Evde aromalı<br />

taze çalı bitkisi olan ada çayı ile kekik kokusu vardı. Kekik<br />

içmeyi istedik. Mis gibi taze kekiğin içine bir çay kaĢığı<br />

dolusu süzme bal koyup limon sıkarak içtik. Bu arada<br />

çoban kadın el becerileri olan renkli oyalı yazmaları dolu<br />

bohçayı açarak göstermeye baĢladı. Bayanlar birer ikiĢer<br />

bunlardan aldılar. Çocuğa para verdiler. Kocasının nerede<br />

olduğu sorulunca, ―AĢağıda ‗Binlik Koyu‘nda, teknesi<br />

orada, her sabah erkenden balığa çıkar, kıyıdaki<br />

restorana balık satar, akĢam döner‖ dedi. Böyle sade ve<br />

olduğunca doğal bir ortamda olmak, bunu yaĢayıp<br />

fotoğrafla tespit etmek turistlerim için büyük bir mutluluk<br />

191


oldu. ―Daha gidecek uzun yolumuz var‖ deyip kadın ve<br />

çocuğuna veda edip oradan ayrıldık.<br />

Önce büyük bir su sarnıcını gördük. Belli ki Roma<br />

döneminde, yapılmıĢ, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde<br />

kullanılmıĢ. Ġçinde halen su var ve hayvanlara buradan su<br />

veriliyor. Burada, çitlembik (Terebinth Tree) ve harnup<br />

(Keçi Boynuzu- Ceretonia Siliqua) ağaçları altındaki tahta<br />

çardakta oturan yaĢlı bir kadınla sohbet ettik. Patikanın<br />

devamında karĢı taraftan iki genç turist gelmekteydi.<br />

Fransız olduklarını öğrenince kırık Fransızcamla onlarla<br />

selamlaĢıp konuĢtum. .Buraları görmekten çok mutlu<br />

olduklarını söylediler. Bunlar dere yatağının kuzeyinden<br />

geliyordu. Oysa Batık Hamam‘a gitmek için normal yolun<br />

batıda olduğunu biliyordum. Merak edip önemli bir kalıntı<br />

mı var diye o istikamete doğru gittim. ―Fazla merak<br />

adamın baĢına iĢ açar‖, veya ―Bildiğin yoldan sapma‖<br />

türünde atasözlerimiz vardır ya, bunun ne kadar doğru<br />

olduğunu baĢıma gelen bu olayda daha iyi yaĢadım.<br />

Takriben iki yüz metre kadar yürüdükten sonra patika bitip<br />

çalılık ve kesif sarmaĢıklar baĢlayınca yanlıĢ yola girdiğimi<br />

anladım. Önce hiç panik yapmamağa gayret gösterdim.<br />

Ancak, ormanda kaybolduğumuz da kesindi. Bunu<br />

gurubumdakiler fark etti. Yüksek çam ağaçlarının dalları<br />

arasından yüzümüze ulaĢan kızgın güneĢ çoğumuzu<br />

terletmiĢ, bir molaya ihtiyaç duymuĢtuk. Ağaç kütükleri,<br />

kaya ve taĢ parçaları gibi üzerine oturulabilecek açık bir<br />

alanda mola verdim. Ġçimde, bir nebze korku ve endiĢe<br />

karıĢığı heyecan yaĢamakta olsam da, bunu gurubuma<br />

yansıtmamaya azami gayret gösterdim. Su içmelerini,<br />

doğru patikayı bulmak için çevrede küçük bir keĢif<br />

yapacağımı, esas yolu bulduğumda düdük çalarak bana<br />

doğru yaklaĢmalarını söyleyip patikanın gerisine yürüdüm.<br />

Çantamdan haritamı çıkarıp bulunduğum yeri tayin ettim.<br />

‗Baldıranlık Tepe‘nin eteğindeki kuru dere yatağının<br />

kuzeye doğru derinleĢtiğini, kanyona dönüĢtüğünü, bu<br />

kanyonun karĢı yakasında olduğumu saptadım. Biraz<br />

192


daha geriye gidip batıya giden asıl patikayı buldum.<br />

Guruba doğru yaklaĢıp düdük çaldım. Bana doğru<br />

yaklaĢtıkça konuĢmalarını duyar oldum. Ġçlerinden birisi,<br />

‗Erol bize bazı safari turlarında, ‗Tracking‘ (iz sürme)<br />

olağan olduğu gibi heyecan verici bir oyun planlamıĢ<br />

olmalı‘ deyip gülüĢüyorlardı. Grupla buluĢunca<br />

konuĢmalarını duymamıĢ gibi davrandım.<br />

Kadıdağ‘ın 450 metre rakımlı sırtlarında kuru dere<br />

yataklarının çok dar geçit veren yanından geçerek<br />

‗Gökgemiler Limanı‘nın yalısına indik. Bu vadinin içinde<br />

çınar ve günlük ağaçlarına tünemiĢ, sayıları az da olsa<br />

kahverengi beyaz benekli kelebekler gördük. Buraya,<br />

Temmuz ve Ağustos aylarında kelebekler çoğalmak için<br />

gelirler ve sayıları daha da artar. Rodos Adasının<br />

merkeze 27 km uzaklıktaki Filerimos Tepesinde aynı tür<br />

kelebeklerden binlercesini ağaç gövdelerine tünemiĢ<br />

halde görmüĢtüm. ‗Panaxia‘ cinsi olarak bilinen bu<br />

kelebekler sakin ve nemli yerlerde yaĢar ve sessizliği<br />

severmiĢ. En küçük bir ses onları uçmaya zorlar, uzun<br />

süre uçarlarsa da ölürlermiĢ. Nesli de tükenmekte<br />

olduğundan koruma altına alınmıĢlar. Bizde bunun<br />

bilincinde olarak sadece bir defa el çırparak uçmalarını<br />

sağlayıp fotoğraflarını çektik.<br />

193


‗Panaxia‘ cinsi kelebekler<br />

Turist Rehberi E.Uysal gurubuyla Haziran 1997<br />

Biraz uzun ve maceralı geçen yürüyüĢ sonunda<br />

‗Gökgemiler Limanı‘ndaki plajdan kendimizi Akdeniz‘in<br />

kucağına attık. Oradan da kısa bir tırmanıĢ ve iniĢle ünlü<br />

‗Batık Hamam‘a ve yatımıza ulaĢtık.<br />

194


Teknede akĢam yemeği öncesinde kıç güvertede<br />

soğuk içki ve aparatif servisi yapıldı. Sohbet esnasında<br />

gurubumuzdan bir kadın bana Ģu soruyu yöneltti. ―Bay<br />

Erol, size bir Ģey sormak istiyorum. Bugün yaptığımız<br />

gezide patika orman yolunda kayboluĢumuz gerçek miydi,<br />

yoksa önceden planlanmıĢ yapay bir senaryonun<br />

uygulaması mıydı? dedi. Bu soruyu hemen yanıtlamayıp<br />

zaman kazanmak için diğerleriyle birlikte ben de güldüm.<br />

―Evet‖ deyip birinci seçeneği doğruladım. Çünkü<br />

Ġçgüdüm beni doğruyu söylemeye zorladı. Yanıtımı biraz<br />

daha açmaya devam ettim. ―Kaybolduğumuz doğrudur.<br />

Buralara ‗hiking‘ veya ‗tracking‘ diye tabir ettiğimiz<br />

yürüyüĢlere az gelirim. Dolayısıyla yöreyi ve patikaları<br />

unutabiliyoruz. Keza patikalar bitki örtüsüyle çabuk<br />

kapanabiliyor. Sezon baĢında ilgililerce açılan tırmanıĢ<br />

yolları sezon ortası veya sonuna doğru yabani bitki örtüsü<br />

altında kalabiliyor. Bizim de bu günkü Ģanssızlığı<br />

yaĢamamız bundandır‖ deyince hem rahatladım ve hem<br />

de doğruyu söylememden gurubumun da memnun<br />

olduğunu gördüm. Çok enteresan ve güzel bir gün<br />

yaĢadıklarını belirten ifadelerle bana teĢekkür ettiler. Bir<br />

teĢekkürü de gurubun inatçı kiĢiliğe sahip üyesinden<br />

aldım. O kimdir, ne yapmıĢtır kısaca anlatayım:<br />

Olayın kahramanı Bay Thomas‘tı. Her iki elini<br />

cebine sokarak yürümeye alıĢmıĢ. Onu bu yürüyüĢte bir<br />

türlü bu alıĢanlığından vazgeçiremedim. Ġkaz edince<br />

çıkarıyor, ardından unutup yine sokuyordu. Tam<br />

yürüyüĢün bitimine yakın Batık Hamam‘a doğru tepeden<br />

aĢağı inerken bir ara arkada kalmıĢ bana seslendi. Dönüp<br />

geriye bakınca bir kayanın üstüne oturmuĢ bana iĢaret<br />

ettiğini gördüm. Yanına yaklaĢtım ve ―Hayrola, ne oldu‖<br />

der demez burnunu, yüzünü gösterdi. Yine elini cebine<br />

sokmuĢ, çam pürçüklerinin ayağının kaymasına neden<br />

olmasıyla yüz üstü yere düĢmüĢ. Bereket versin bir eli<br />

cebinde değilmiĢ, diğerinden yardım almıĢ. Yoksa yüzü<br />

gözü parçalanacakmıĢ. Bana teĢekkürü de bunun içinmiĢ.<br />

195


‗Bir Türk‘ten aldığım bu dersi hayatım boyunca<br />

unutmayacağım‘ diyerek espri yapıp kadehini benim<br />

Ģerefime kaldırdı…<br />

Bir rehber için bundan büyük ödül ne olabilir ki?<br />

Kültür turları sonunda ülkesine dönen turistlerimden hep<br />

övücü mektuplar, mesajlar aldım. Bunları, arĢivimde özel<br />

bir dosya içerisinde saklarım. Güzel ülkem ve cennet<br />

<strong>Marmaris</strong>‘i tanıtmada karınca kararınca bir katkım<br />

olmuĢsa ne mutlu bana ve benzer katkıları olanlara… 15<br />

Haziran 1997<br />

196


ARKA SOKAKLAR<br />

Dünyadaki altı milyar insanın takriben bir milyara<br />

yakını turizm yapıyor. Bu rakam her yıl az da olsa artıyor.<br />

Ülke olarak Türkiye bu kocaman pastadan sadece %2-2.5<br />

pay almaktadır. Gelenlerin çoğunluğu da arzu edilen ve<br />

kiĢi baĢına en az 2000 dolardan fazla harcama yapan<br />

ekonomisi güçlü turist değildir. Bunun nedenlerini<br />

sektörün içinde olanlar hep yazmıĢ veya söylemiĢlerdir.<br />

Ancak bu güne kadar köklü değiĢimlerle turizm<br />

politikasının en üst seviyeden baĢlayıp en alt kademesine<br />

kadar koordineli olarak ele alınamayıĢı ve sadece kapalı<br />

salonlarda yapılan konuĢma ve serzeniĢlerle yetiniliĢin<br />

sonucu olarak turizmi ülke genelinde bütün yıl boyu süren<br />

bir ekonomik sektör durumuna getiremedik. Böylece arz<br />

talep dengesinin bozuk olduğu bir yapılanmayla sektör<br />

içindeki tüm yatırımcı küçük ve büyük iĢletmeciler olarak<br />

durumdan Ģikâyet etmekten baĢka bir Ģey yapmadık.<br />

Oysa demokratik toplumlarda yerel sorunların çözümü<br />

orada yaĢayan halk ve onları temsil eden yerel<br />

yönetimlerle sağlanır...<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in ‗Tepe Mahallesi‘nde ‗Kıyı YanaĢma<br />

Yeri‘ ve bir ‗YürüyüĢ Bandı‘ vardır. Burası gelen turistin<br />

mutlaka gelip dolaĢtığı bir tür ‗Cazibe Merkezi‘<br />

durumundaki önemli bir yerdir. Bu alan, batıda Atatürk<br />

Anıtı, doğuda Netsel Marina ve Kuzeyde eski cami ile bir<br />

üçgen içerisindedir. Bu bölgede tarihi bir kale, içinde<br />

küçük bir müze ve çevresinde tipik iki katlı taĢ evler vardır.<br />

Bugüne kadar sadece bu bölge <strong>Marmaris</strong>‘in kültürel, tarihi<br />

ve folklorik yapısını sergileyen ve dolayısıyla öne çıkaran<br />

bir merkez olabilirdi. Yıllardan beri gelip burada görev<br />

yapıp ayrılan mülki ve yerel yöneticiler ―Buraya sit kurulu<br />

karıĢıyor, biz bir Ģey yapamıyoruz‖ edebiyatının arkasına<br />

197


saklandılar. Oysa biz bir Ģey yapın, otel, apart, mendirek<br />

yapın, restoran açın demiyoruz ki...<br />

<strong>Marmaris</strong>’in Tepe Mahallesindeki arka sokaklarından<br />

sadece birisi<br />

Turistlerin bu sit alanını rahatlıkla gezebileceği,<br />

fotoğraf çekebileceği bir cazibe yaratmayı, diğer bir<br />

deyiĢle buranın eski konumuna, düzeyine getirilmesini<br />

öneriyoruz. Buradan 1960‘lı, 70‘li ve hatta 80‘li yıllarda<br />

rehber öncülüğünde kalabalık turist kafileleri geçer,<br />

fotoğraf çekerler ve bu bölgeye büyük bir ilgi duyarlardı.<br />

ġimdi bu arka sokaklar deniz cepheli restoranların arka<br />

bahçesi, görevli personelin pineklediği, alet, edevat ve<br />

motosikletlerin park yeri olarak kullanılıyor. Son günlerde<br />

de geç saatlere kadar gürültülü müzik yapılarak barlar<br />

sokağına benzemeye dönüĢtüğünü üzülerek görüyorum.<br />

Değerli HemĢerilerim; Allah aĢkına düĢünün bir kere<br />

orta ve daha ileri yaĢtaki ve genç turistlerden daha çok<br />

ekonomik ve satın alma gücü olan turistler barlar<br />

198


sokağında olduğu gibi böyle karmaĢık, gürültülü ortama<br />

gelir yemek yer, içer, para harcar mı?<br />

<strong>Marmaris</strong> <strong>Belediyesi</strong> Eylül ayında Olağan Meclis<br />

Toplantısı için Kent Konseyi Yürütme Kurulundan bu<br />

bölge baĢta olmak 2008 yılından itibaren uygulamaya<br />

girecek bazı önlemler hakkında görüĢ ve çalıĢma<br />

istemiĢtir. <strong>Marmaris</strong>‘in Tepe Mahallesi ve Yat Limanı<br />

konularında <strong>Marmaris</strong> Kent Konseyi Yürütme Kurulu üyesi<br />

ve bu yazının yazarı Erol Uysal bu bölgede yapılacak<br />

tasarım ve uygulamalar konusunda yazılı önerilerde<br />

bulunmuĢtur. Belediyeler, yetkisizlik, siyasi ve ekonomik<br />

mülahazalarla karĢılarına çıkan engeller nedeniyle bazı<br />

proje ve tasarımlara çoğu defa el atamamaktadır. Oysa<br />

olumlu ve iyi niyetle düĢünülen tasarımlar milli bütçeye<br />

katkı payını arttıracağı gibi <strong>Marmaris</strong>‘in tanıtımına da<br />

yarar sağlayacaktır.<br />

Tepe Mahallesinin <strong>Marmaris</strong> Turizm ve Kültürüne<br />

kazandırılması konusunda en azından düĢünce bazında<br />

değiĢik görüĢler vardır. Bu konuda meseleye hangi açıdan<br />

bakıldığı önem kazanmaktadır. Yerel yönetimlerin<br />

hazırladığı proje ve tasarımlara yetkili organların siyasi<br />

düĢünme veya bürokratik engellemelerle köstek olmak<br />

yerine destek vermesi aydınlığa, ıĢığa ve güzelliğe çıkıĢ<br />

için en akılcı yol olacaktır. <strong>Marmaris</strong>‘in yeni ve büyük<br />

konaklama tesisleri inĢası yerine küçük, ama gördüğü<br />

iĢlev bakımından anlamlı, kültürel geçmiĢi yansıtan ve<br />

bugün için eksik görülen yapıtlara ihtiyacı vardır. Bunların<br />

bazılarını yerel yönetimlerin kendi çabalarıyla yapmaya<br />

çalıĢtıklarını da görmekten mutluluk duyuyorum.<br />

17.06.2010<br />

199


BĠR KONGRE GEZĠSĠ VE BAZI NOTLAR<br />

Hafta içinde, <strong>Marmaris</strong> ve Muğla ilimiz 12 değiĢik<br />

ülkeden 40 bilim adamının katıldığı uluslararası bir<br />

kongreye ev sahipliği yaptı. ―1. Uluslararası Arıcılık ve<br />

Muğla Çam Balı kongresi‖ baĢlığı altında ülkemizde ilk<br />

defa yapılan bu bilimsel çalıĢmanın 24 Kasım 2008<br />

Pazartesi günkü programında yerli ve yabancı<br />

katılımcılarla <strong>Marmaris</strong> Bölgesinde ‗Çam Balı Üretim Alanı<br />

Gezisi‘ vardı. Buna rehber olarak katıldım. Sabah saat<br />

10.00‘da baĢlayan gezinin önceden planlanmıĢ olan<br />

ziyaret yerlerine gidiĢin ilk durağı Ġçmeler üzerinden<br />

Turunç beldemiz oldu. Bu beldeye ‗Turunç‘ adının<br />

verilmesinin, eskiden bu yörede sıkça bulunan turunç<br />

ağaçlarından kaynaklandığına değindim. Katılımcılar<br />

arasında turunç ağacını hiç görmemiĢ olanlar da vardı. Bu<br />

ağaç türünü tanımlarken sıkça yediklerimizden olan ve<br />

‗citrus‘ olarak bilinen portakal, mandalin ve greyfurt gibi<br />

meyvelerle suyunu sıktığımız limonun bütün bunların<br />

anası ‗turunçgiller‘ olduğuna değindim. Turunç<br />

<strong>Belediyesi</strong> Belde giriĢ yoluna bu ağacı tanıtmak amacıyla<br />

turunç fidanları dikmiĢ. Bunlar büyüdükçe belde ve<br />

körfezin yukarıdan görüntüsü mutlaka daha güzel<br />

olacaktır.<br />

Turunç iskele ve belde meydanında kısa bir mola<br />

verdikten sonra güneydeki Kumlubük‘e geçtik. Yol<br />

üzerindeki Antik ‗Amos‘ kentinin giriĢ kapısında durarak<br />

burası hakkında kısa bir tarihi açıklamada bulundum. Bu<br />

mevsimde bal arılarının sıkça ziyaret ettiği ve<br />

bölgemizdeki ağaç türlerinden olan harnup ağaçlarını<br />

(Cerotonia Siliqua) yakından gördük. Katılımcılar, hem bu<br />

ağaçların hem de antik Ģehrin sur duvarlarıyla antik<br />

limanın fotoğraflarını çektiler.<br />

Kumlubük‘ün içinden geçerek güney batı yönündeki<br />

yolu takiben 880m. yüksekliğindeki <strong>Marmaris</strong>‘in Balan<br />

200


Dağ‘ından sonra (990 m.) ikinci büyük rakımlı dağı olan<br />

Palamut Tepe ve Osmaniye köyü istikametine giden yola<br />

saptık. Aramızda bulunan Arıcılar Birliği Üyesi ve Kongre<br />

Görevlisi olan Osmaniyeli Hüseyin Aydın yol üzerinde<br />

durmayı önerip ilginç bir Ģey göstereceğini söyledi. Bunun<br />

üzerine iĢaret ettiği yerde durup araçtan indik. Burada<br />

yolun hemen solunda yüzlerce yıl öncesinden<br />

zamanımıza kadar sağlam kalmıĢ kesme taĢtan yapılma<br />

bir kovan yatağını gördük. Hüseyin Aydın‘ın anlattıklarını<br />

Ġngilizceye çevirerek anlatıp soruları yanıtladım. Büyük bir<br />

taĢ duvar ve rampa görüntüsü veren bu yapı, arıcılığın bu<br />

bölgede çok önceden yapıldığını kanıtlaması açısından<br />

bilim adamları tarafından ilginç bulundu. Bu kovan<br />

yatağının önemli tarihi bir kalıntı olarak yerini gösteren bir<br />

tanıtım levhasının buraya dikilmesi yararlı olacaktır.<br />

Buradan sonra gezi planımıza göre bir arıcıya ait<br />

kovanlığı, kovan ve arıları ziyaret ettik. Mustafa adlı<br />

Osmaniyeli bir arıcının 380 adet kovanlarından bazılarını<br />

açıp arıları ve petekleri gördük. Kovanlar kekik, adaçayı,<br />

değiĢik makiler ve çam ormanlarının arasına serpiĢtirilmiĢ,<br />

arılar etrafımızda vızır vızır dolaĢıyor, peteklere bal<br />

taĢıyorlardı. Gösteri için tütsülenip açılan kovanlarda<br />

binlerce arıyı ve her kovanda tek olan kraliçe ana arıyı<br />

gördük. Altı kiĢilik genç bir ekipten oluĢan aile arılar ve<br />

kovanlarla ilgilenirken bize de misafirperverliklerini<br />

sergilemede azami gayret içinde oldular. Böyle bir doğal<br />

ortamda hazırlanan lokma, petek ve süzme bal<br />

ikramından herkes çok mutlu oldu. Peteği kopararak,<br />

süzme balı ise parmaklayanların mutluluklarına diyecek<br />

yoktu. Akademisyenler doğal ortamı, arıları, kovanları çok<br />

sağlıklı buldular. Kovanlığın sahipleri olan arıcılarla<br />

samimi ortamda sohbet ettiler. KarĢılıklı sorular soruldu,<br />

yanıtlar alındı. Buradan öğle saatlerinde Osmaniye<br />

köyüne hareket ettik. Bu yol üzerinde takriben 600-700m.<br />

yükseklikte olduğumuzdan sedir, karaçam, kayın, meĢe<br />

201


gibi bazı ağaç türleriyle yüksek rakımlı yerlere özgü bitki<br />

ve çiçek türlerine rastladık.<br />

Osmaniye‘ye girince köylülerin geleneksel Türk<br />

misafirperverliğini göstermek için kahvenin bulunduğu<br />

meydana toplanmıĢ, bizi beklemekte olduklarını gördüm.<br />

Buradaki manzara sanki bir düğüne, Ģöleni andırıyordu.<br />

Bize ayrılan bölüme oturduk. Masalara servis önceden<br />

yapılmıĢtı. Bal, köy ekmeği, keçi peyniri, gözleme,<br />

zeytinyağı, ayran ve bazı organik yiyecekler köy ürünleri<br />

soframızı süslüyordu. Köy muhtarı Türköz Deveci heyete<br />

―HoĢ geldiniz‖ deyip kısa bir konuĢma yaptı. Misafirler<br />

ikram edilen yiyecekleri büyük bir iĢtahla yediler. Dünya<br />

Arıcılar Birliği BaĢkanı Ġngiliz Richard köylülere hitaben<br />

yaptığı konuĢmada; ―Arı ve bal çok önemli iki unsurdur.<br />

Sağlıklı ortamda sağlıklı arıdan elde edilen bal en iyisidir.<br />

Burada gördük ki, zengin bitki örtüsüne (Flora) sahip bu<br />

bölgede doğal olarak sağlıklı arı ve organik bal elde<br />

edilmektedir. Biz dünyanın her yerine gidiyoruz. Böyle<br />

güzel doğal ortama az rastladık. Bunun değerini bilin,<br />

sahiplenin ve koruyun. Geleneksel Türk misafirperverliğini<br />

duymuĢtuk ama yaĢamamıĢtık. Burada bunu bütün<br />

doğallığıyla yaĢayıp gördük. Hepinize çok teĢekkür<br />

ediyoruz. Sağlıklı yaĢam ve bol kazanç diliyoruz‖ dedi.<br />

Kongrenin Organizasyon Komitesinde görevli Trakya<br />

Üniversitesi öğretim görevlisi Emekli Profesör Dr. Sayın<br />

Muhsin Doğaroğlu da yaptığı konuĢmada:<br />

‖Zengin ağaç ve bitki çeĢidiyle bu bölgemiz gurur<br />

kaynağımızdır. Dünyada bal üretiminde ön sıralardayız.<br />

Bilinçli arıcılık ve sağlıklı üretim ekonomik açıdan yöre ve<br />

bölge insanımızın bundan daha yüzyıllarca<br />

yararlanmasını sağlayacaktır. Böyle yerlerde maden<br />

çıkaracağım diye doğanın dengesini bozmak, bitki<br />

örtüsünü kirletmek, yok etmek yöre ve bölge arıcılığına,<br />

bal üretimine vurulan en büyük darbe olacaktır. Bunu<br />

yarın kongredeki sunumda da vurgulayacağım. Hepinize<br />

202


ize gösterdiğiniz misafirperverlik için kendim ve tüm<br />

heyetimiz adına teĢekkür ediyorum‖ dedi.<br />

Arı kültürü (Apiaculture) ve inceleme gezisine<br />

katılan kongre üyelerini Osmaniye‘den Bayır köyüne<br />

götürüp oradaki anıt ağaçlarımızı, Turgut Köyüne inerken<br />

MÖ. 4. yüzyıla ait piramit mezarı, Orhaniye‘deki ‗Kız<br />

Kumu‘nu da görmelerini sağladım. Geziye katılanlarla<br />

Datça yolu üzerinden <strong>Marmaris</strong>‘teki otele dönüĢümüzde<br />

vedalaĢırken bir kıĢ mevsimi baĢlangıcında ama sanki bir<br />

ilkbahar havasında, doğal, tarihi, kültürel ve folklorik bir<br />

ortamda bir gün de olsa gezmek ve yöreyi görmekten<br />

büyük bir mutluluk duyduklarını ifade ederek bana ve<br />

geziyi düzenleyenlere teĢekkür ettiler.<br />

1. Dünya Arıcılık ve Muğla Çam Balı Kongresine<br />

katılan akademisyenler 25, 26 ve 27 Kasım 2008 günleri<br />

Muğla Üniversitesi‘nde sunularda bulunup önergeler<br />

vererek çalıĢmalar yaptılar. 28 Kasım 2008 Cuma günü<br />

de bölgeden ayrılacaklar.<br />

Kongre bildirilerinden edindiğimiz bilgilere göre;<br />

Muğla bölgesinde 5850 aile 950 bin kovanla arıcılık<br />

yapıyor. Birliğe kayıtlı 3400 üye bulunuyor. Bugün için<br />

Muğla Ġli ülkemiz çam balı üretiminin %75‘ine<br />

sahiptir. Ülkemiz ise koloni varlığı yönünden dünyada<br />

ikinci sırada bulunuyor. Ancak böyle önemli ve ekonomik<br />

yararı olan sektörün bir yasasının olmayıĢı büyük bir<br />

eksiğimizdir. Osmaniye köyü ve çevresini her yıl bu<br />

mevsimde arısı, balı ve bitki örtüsüyle tanıtmak için bir<br />

Ģenlik düzenlenmesinin yöremize ekonomik ve sosyolojik<br />

canlılık kazandıracağına inanmaktayım. Ve diyorum ki;<br />

Bunu yaparken Osmaniye köyü giriĢine ‗‖Maden<br />

ocaklarına gider‖ levhası değil, buranın ―Arı ve bal<br />

cenneti‖ olduğunu simgeleyen bir anıtı maddi ve manevi<br />

anlamda buraya dikmemiz anlamlı olacaktır.<br />

203


I.Uluslararası Arıcılık ve Muğla Çam Balı<br />

Kongresinin ülkemize, Muğla ve <strong>Marmaris</strong> yöremize<br />

yararlı olmasını diliyorum.. 27.11.2008<br />

TEMA Vakfı yerli ve yabancı bilim adamları kovan ve arılar<br />

üzerinde inceleme yaparken Ağustos 2010<br />

Muğla‘dan <strong>Marmaris</strong>‘e 30 km. kala Sakar Tepeden Gökova ve<br />

Akuliptüs ağaçları- Sağ arka zeminde <strong><strong>Marmaris</strong>'in</strong> Altın Sivrisi.<br />

(Eutenna) ‗Arıcılık ve bal‘ için ‗Cennet‘ denilebilecek en uygun<br />

peyzajlardan sadece birisi görülüyor.<br />

204


KISSADAN HĠSSE<br />

Ġnsanoğlu evrenin kuruluĢundan bu yana ikili veya<br />

daha çoklu toplumsal iliĢkilerde kendi söylediklerinin,<br />

inandıklarının doğru olduğu konusunda hep katı ve inatçı<br />

olmuĢtur. Bunu kendi çevremizde, aile iliĢkilerinde, mal,<br />

para, mülkiyet paylaĢımı, siyaset, ekonomi, sanat, bilim,<br />

kültürde, hatta sporda görür, yaĢarız. Anılan konulardaki<br />

anlaĢmazlık bazen milletler ve devletlerarası iliĢkilerde de<br />

ortaya çıkabilir. Hatta tarihte okuduğumuz ve milyonlarca<br />

insanın ölümüne, yaralanmasına, maddi ve manevi zarar<br />

görmesine neden olan savaĢ ve ihtilafların ana nedeni<br />

hep bir taraf veya cephenin kendi veya kendilerine göre<br />

haklı veya doğru olduğuna katı bir Ģekilde inanmasıdır. Bu<br />

geliĢim bazen öyle noktalara ve düzeye çıkar ki, haklılık<br />

veya haksızlığı bir yana bırakın, karĢı tarafın sosyolojik ve<br />

eğitim durumunun kendi düzeyinde olmadığı önyargısıyla<br />

bozuk davranıĢların sergilendiğini görürüz. Bunu bir<br />

öyküyle örnekleyelim:<br />

Köyündeki evinden eĢeğine binip tarlasına gitmekte<br />

olan bir köylü vatandaĢ toprak yolda karĢısından hızla<br />

kendisine doğru gelmekte olan bir özel aracı yolun<br />

ortasına eĢeğiyle çıkıp eliyle iĢaret yaparak durdurur.<br />

Lüks aracını kullanmakta olan ensesi kalın cüzdanı<br />

kabarık türden ‗kalantor‘ diye de tanımlanan bir sürücü<br />

karakaçana binmiĢ köylüyü çiğnememek için sert bir fren<br />

yapıp durmak zorunda kalır. Araç ve çevre toz bulutu<br />

içinde kalır. Kızgın bir Ģekilde aracının camını açan araç<br />

sürücüsü, ―Nedir yaptığın, yolun ortasında durulur mu,<br />

durmayıp geçseydim Ģimdi üzerinde olduğun hayvanla<br />

beraber ‗eĢĢek cennetini‘ boylayacaktın‖ der. Sakin bir<br />

Ģekilde eĢeğinden inip cebindeki sigara tabakasını açarak<br />

bir sigara sarmaya çalıĢan köylü araca ve sürücüye<br />

yaklaĢıp Ģöyle der. ‖Affedersin Ağam, cuvaramı yakmak<br />

için ateĢim yoktu da, çakmak veya kibritin var mı<br />

diyecektim‖ der. Sürücü kalantor adam, ―Hay Allah çattık<br />

205


elaya, bunun için yol kapatılır mı‘, sende akıl yok mu‖ der<br />

ve bağırıp çağırır, köylüye hakaret eder. Araç sürücüsü<br />

toprak yolda ani durmadan dolayı havaya çıkan tozu iyice<br />

soluyup ciğerlerine çektikten sonra iyice sinirlenir. Bir an<br />

ne yapması gerektiğini düĢünürken aklına bir muziplik<br />

gelir. Köylüye Ģöyle der. ―Sigara içmem köylü kardeĢ,<br />

ateĢim, çakmağım yok. Yakabilirsen el fenerim var, onu<br />

vereyim‖ der. Köylünün yanıtı hemen ‗olur, sağ olasın, bir<br />

denesem fena olmaz‖ olur. Adam elini aracının torpido<br />

gözüne uzatarak oradaki el fenerini alır, köylüye verir.<br />

Köylü feneri alır, düğmesine basıp ıĢığını ağzındaki<br />

sigaraya tutar. Hiç konuĢmadan her ikisi de dakikalarca<br />

beklerler. Sonuçta el fenerinin pili biter, fener söner.<br />

Köylü, adama, ―Zannedersem fenerin pili bitti, yine de<br />

teĢekkür ederim‘ deyip el fenerini iade eder. Adam,<br />

arabasını çalıĢtırıp gazladığı gibi baĢını sallayarak oradan<br />

uzaklaĢır. AkĢam evine döndüğünde eĢine, ―Yahu, Ģu<br />

bizim köylüler ne kadar cahil insanlar, akıl alacak gibi<br />

değil‖ der. Karısı, ―Hayrola, bir aksilik mi oldu‖ deyince<br />

olayı anlatır ve devam eder. ―Adam hala el feneriyle<br />

sigara yakılamayacağını bilmiyor. Biz böylesine cahil<br />

insanlarla nasıl adam olur, ilerler çağ atlarız. DüĢününce<br />

doğrusu insanın çıldıracağı geliyor‖ deyince karısı da ―Ne<br />

acı, sinirlenmekte haklısın kocacığım‖ der.<br />

Öte yanda tarla dönüĢü eĢeğini köy kahvesinin<br />

önündeki asma çardağının direğinden birine bağlayıp<br />

―Selamın Aleyküm‖ diyerek kahveye giren köylüye<br />

kahvedeki arkadaĢları ―Aleyküm selam‖ der demez<br />

içlerinden birisi hemen soruyu patlatır. ―‗Hayrola Emin<br />

OnbaĢı, bir sorun mu var. BaĢka zaman eĢeği kahveye<br />

getirmezdin de‖ deyince soruyu yöneltene ve onu dikkatle<br />

dinlemekte olan diğer arkadaĢlarına Ģu yanıtı verir.<br />

―Sorma birader, çoktandır önümüzdeki yolda arabayla<br />

hızlı geçip ve bize toz yutturan o Ģımarık, küstah herif<br />

vardı ya ona dersini verdim. Size bunu müjde edeyim diye<br />

doğrudan kahveye geldim. O deyyus bir daha bu yoldan<br />

206


hızlı geçmeye cesaret edemeyecektir artık‖ der.<br />

Kahvedekilerin hepsi sanki önceden anlaĢmıĢlar gibi hep<br />

bir ağızdan, ―Nasıl oldu bu iĢ, yoksa adamı dövdün mü<br />

Emin OnbaĢı‖ deyince, ―Durun, sabırlı olun, adamı<br />

dövmeden beter ettim‖ deyip olayı baĢtan sona anlatır.<br />

Kahvedeki köylüler, ―Hay Allah senden razı olsun, yalnız<br />

biz değil, köy okulumuzdaki çocuklarımız, öğretmenler,<br />

kadınlarımız, özetle tüm köylü bu adamın yaptığından çok<br />

rahatsızdı. O geçtiği zaman tozdan göz gözü görmüyor,<br />

kadınlarımızın yıkadıkları tertemiz çamaĢırlar toz içinde<br />

kalıyordu. Allah senden razı olsun Emin OnbaĢı‘ deyip<br />

hep birlikte onu alkıĢlarlar.<br />

Bu övgülü sözler karĢısında Emin OnbaĢı Ģu<br />

karĢılığı verir. ―Adam zengin olmuĢ, belli ki okumuĢ<br />

yazmıĢ birine benziyor ama daha el feneriyle sigara<br />

yakılamayacağını bilmiyor. ĠnĢallah benim kendisine<br />

verdiğim dersi almıĢtır. Ama Ģu da bir gerçektir. Adam<br />

olmak sadece okumakla, zengin olmakla olmuyor. Zaten<br />

bizim ilerleyemeyiĢimiz, kalkınamayıĢımızın esas nedeni<br />

böylesi ve benzerlerinin iĢ baĢında olmasındandır. Bize<br />

düĢen görev, çocuklarımızı okutmak, onları devlet, millet<br />

yönetimine sahip çıkmaya yönlendirmektir. Böyle miskin,<br />

tembel kahvede pineklersek çocuklarımızı okutamazsak,<br />

köyün önünden geçen kısacık toprak yolu bile asfalt<br />

yapamaz, yaptıramazsak ömür boyu böyle görgüsüz,<br />

kibirli, Ģımarık insanların oyuncağı oluruz‖...<br />

Bu sözler köyün tüm sakinlerini harekete geçirmiĢ<br />

olmalı ki, müteakip günlerde köylü imece usulü köyün<br />

yolunu asfalt yapar. Hem kötü sürücünün çıkardığı<br />

tozdan, hem kötü yoldan kurtulur, kendilerine özgüven<br />

kazanırlar.<br />

Buradaki, ‗kıssadan hisse‘de doğrusunu söylemek<br />

gerekirse Yüce Atatürk‘ün Köylü Milletin Efendisidir‘<br />

sözünü bir kez daha anımsamadan edemiyorum…<br />

14.03.1985<br />

207


DADAġ DĠYARI ERZURUM<br />

Bir vatandaĢ ―HemĢerim, memleket neresi? ‖ diye<br />

sorarsa elbette ―<strong>Marmaris</strong>‖ derim. Ama ―Ġkincisi neresi<br />

olur‖ denilirse hiç tereddütsüz ―DadaĢ diyarı Erzurum‖<br />

derim.<br />

Erzurum‘a duyduğum yakınlığın yaĢamımda hep<br />

ayrı bir yeri olmuĢtur. Çocukluk günlerimde (1940‘lı yıllar)<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e on beĢ günde bir ‗Erzurum‘ adında bir yolcu<br />

ve yük gemisi gelirdi. Okuma yazmayı yeni öğrenmeye<br />

baĢlamıĢtım. Ġçinde sesli harflerin çok olduğu ‗Erzurum‘<br />

sözcüğünü kendi ismimin ilk hecesiyle özdeĢ olduğu için<br />

sever, kolay geldiği için yazar, söyler ve gemi <strong>Marmaris</strong><br />

boğazından göründüğünde de ―Erzurum boğazdan<br />

göründü‖ anlamında mahallenin çocukları ile birlikte ‗Ağla<br />

vapur‘ (gemi göründü demek) diyerek bağrıĢır, çığrıĢırdık.<br />

Yirmili-otuzlu yaĢlarımın 1960-63 ve 1970-73 olmak<br />

üzere altı yılını Doğu Anadolu‘da ve ülkemizin doğudaki<br />

kalesi olan Erzurum‘da yaĢadım. Bilindiği üzere, Türk<br />

Silahlı Kuvvetlerinin Kara ve Jandarma birliklerinde<br />

muvazzaf subay, astsubay olarak personelin çoğu ‗ġark<br />

Hizmeti‘ olarak bilinen bu zorunlu hizmet nedeniyle<br />

Erzurum ve yakınındaki garnizon ve birliklerde görev<br />

yapmıĢlar ve halen yapmaktadırlar. Sovyetler Birliği<br />

parçalanmadan önceki yıllarda Güney Kafkasya<br />

Cephesinde Rus tümenleri vardı. O zamanlar, ―Türkiye<br />

NATO‘nun Doğudaki Kalkanı‖ olarak tanımlanır, askeri<br />

birliklerimizin çoğunluğu anılan cepheye karĢı ana<br />

savunma mihverleri üzerinde konuĢlandırılırdı. Erzurum<br />

ve yöresinde ayağımızdaki botların, tanklarımızın<br />

paletlerinin basmadığı toprak, tepe, yamaç kalmazdı. Her<br />

asker ve ailesinin bu yörede mutlaka kaldığı yılları,<br />

unutamadığı anıları olmuĢtur.<br />

208


ĠĢte bu yazımda, aradan otuz sekiz yıl geçmesine<br />

rağmen hiç unutamadığım bir anımı silah arkadaĢlarım ve<br />

okurlarla paylaĢmak istiyorum.<br />

Yıl 1970, Aralık ayının yirmisi ve bir pazar günü<br />

sabahıydı. Birkaç gündür yağan kar nedeniyle Kandilli-<br />

Erzurum yolu karla kapanıp tekrar ekiplerce trafiğe<br />

açılıyordu. Sabah kalktığımızda karın kalınlığı<br />

oturduğumuz toprak konutun yola bakan penceresini<br />

neredeyse kapatmak üzereydi. EĢim hamileydi. Doktor<br />

on-on beĢ gün önceki görüĢmemizde doğumun bu<br />

günlerde olacağını söylemiĢ, ancak eĢim henüz doğum<br />

belirtileri hissetmeyince iĢi galiba biraz ağırdan almıĢtı.<br />

ĠĢte o sabah evde bir telaĢ vardı. Kayınvalidem ve eĢim<br />

heyecanlıydılar. Doğum sancısı baĢlamıĢtı. Hemen<br />

Kandillide tek olduğu bilinen ebeyi telefonla aradım.<br />

Aldığım yanıt ―Ebenin acilen baĢka bir doğum için yakın<br />

bir köye gittiği‖ oldu. Bu durumda tam bir panik yaĢadım.<br />

EĢim ve kayınvalidem doğum için gerekli malzemeyi bir<br />

çantaya koyarken ben de garnizondan ambulans<br />

sağlamaya gittim. Karlı ve kaygan yollarda Ģarampole<br />

yuvarlanan araçları kurtarmak için kapanan yolun bazı<br />

kesimlerinde kurtarma ekiplerinden izin isteyerek normal<br />

Ģartlarda 45 dakikada gidilen Erzurum Doğum Evine tam<br />

iki saatte ulaĢabildik. Hemen doğuma alınan eĢim Gülsen<br />

beĢ on dakika içinde kızımızı dünyaya getirdi. Getirdi de,<br />

gelin bir de bana sorun… Hani sıkıntılı bir olay<br />

yaĢandığında ―Dokuz doğurduk‖ denir ya, iĢte biz de o<br />

haldeydik.<br />

O yıllarda çocuğun cinsiyeti önceden bilinmiyordu.<br />

Kızım olduğunu öğrenen arkadaĢlarım, meslektaĢlarım<br />

kızımın takma adını hemen ―Nene Hatun‖<br />

koyuvermiĢlerdi. .―ĠnĢallah Nene Hatun gibi güçlü,<br />

cesaretli, vatansever olur‖ temennisinde bulunmuĢlardı.<br />

Nene Hatun hakkında yeterli bilgim de yoktu. Erzurum‘u<br />

sevip de Nene Hatun‘u tam bilmemek ayıp olurdu. Nene<br />

209


Hatun‘u iyi öğrendim. Okurlarımın anımsamaları için de<br />

kısaca buraya aldım:<br />

Nene Hatun 1857- 1955 yılları arasında yaĢamıĢ ve<br />

98 yaĢında hayata gözlerini yummuĢ Erzurumlu yiğit bir<br />

kadındı. Ölümünden üç ay önce Türk Kadınlar Birliği<br />

tarafından yılın annesi seçildi. Tarihimizde 93 harbi<br />

olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaĢı sırasında<br />

Erzurum‘daki Aziziye Tabyasının savunulmasında<br />

kahramanca savaĢtı. Böylece adını milli tarihimize<br />

yazdırdı. Mücadeleye küçük yaĢtaki oğlunu ve kızını evde<br />

bırakarak katıldı. SavaĢ sırasında 20 yaĢlarında genç bir<br />

gelin ve anneydi. ÇarpıĢmalarda binlerce Ģehit ve yaralı<br />

vardı. Nene Hatun da yaralılar arasındaydı. Bir Türk<br />

Kadını olarak vatan, namus, bayrak ve toprak sevgisinin<br />

en güzel örneğini gösterdi. Ölümünden bir kaç yıl önce<br />

kendisini ziyaret eden NATO görevlisi bir Amerikalı<br />

subayla evinde yaptığı sohbette, ―O zaman vazifemi<br />

yapmıĢtım. Bu gün de ilerlemiĢ yaĢıma rağmen aynı<br />

hizmeti daha mükemmeliyle yapacak ruh ve imana,<br />

cesaret ve heyecana sahibim‖ demiĢti. .<br />

210


Erzurumlu Gazi ‘Nene Hatun’ 1857-1955<br />

Erol Uysal Erzurum'da çocukları Mustafa Kemal ve ġule ile<br />

-1972<br />

211


Aradan yıllar geçti. Kızım ġule büyüdü. Atatürkçü,<br />

baĢarılı bir öğretmen, iyi bir anne oldu. On üç yıldır<br />

Anadolu Liselerinde Türkçe Edebiyat derslerine giriyor.<br />

ġule‘yi çocukluğundan bugüne arkadaĢlarım ‗Nene Hatun‘<br />

takma adıyla çağırıp, bu aziz kadının ruhunu hep Ģad<br />

ettiler. Bu kahraman ve aziz DadaĢ Kadını takdir, minnet<br />

ve rahmetle anıyorum.<br />

Erzurum, zengin doğa, tarih, kültür ve folkloru ile<br />

sadece birkaç sütuna sığdırılacak yer değildir. Erzurum‘u<br />

ve anılarımızı yazmaya kalksak destan olurdu. Güzel<br />

vatanımızın bu güzel yiğitler diyarı ve çevresi insanımız<br />

tarafından mutlaka gezilmeli, görülmelidir.<br />

Erzurum, 2006‘da Ġtalya‘nın Torino Ģehrinde yapılan<br />

oylamada 2011 yılında yapılacak ‗25. Dünya Üniversiteler<br />

Arası KıĢ Oyunları‘na ev sahipliğini kazandı. Bu haber<br />

Erzurumlular kadar bizi de sevince boğdu. Bu sayede<br />

ülkemiz dünyaya bu defa değiĢik bir yöremizden<br />

tanıtılacak. Bundan iyi bir tanıtma fırsatı olamaz.<br />

Hazırlıklar Ģimdiden baĢladı. Ġnanıyoruz ki; devletimiz,<br />

hükümetimiz, ilgili bürokratlar ve Erzurumlular bu fırsatı<br />

çok iyi değerlendirip Erzurum‘un kültür ve turizmde cazibe<br />

merkezlerimizden birisi olmasına gayret sarf edecek ve<br />

baĢarılı olacaklardır.<br />

Erzurum‘un Milli Mücadelenin kazanılmasındaki rolü<br />

büyüktür. Mustafa Kemal ve Kongre Heyet ArkadaĢları<br />

KurtuluĢ SavaĢının önemli kalelerinden birisi olan<br />

Erzurum ve Kongresini 23 Temmuz- 7 Ağustos 1919<br />

tarihleri arasında bu kahraman DadaĢların diyarında<br />

yaptı. Erzurum; Kongre Binası, Atatürk Üniversitesi,<br />

Palandöken Kayak Merkezi, Tortum ġelalesi, Oltu taĢı,<br />

Çifte Minareli Medrese, Kümbetler, Bar Oyunu, Sarı Kız<br />

ve diğer türküleri, Balıklı Göl Efsanesi, Cirit oyunu, zengin<br />

ve lezzetli mutfağı, Karasu ve aynalı sazanı, alabalığı ve<br />

daha yüzlerce tarihi, doğal, kültürel ve folklorik<br />

212


zenginliğiyle görülmeye değerdir. Gelecekte de Erzurum<br />

her yönden hak ettiği düzeye gelecektir.<br />

<strong>Marmaris</strong>‘ten DadaĢ diyarı Erzurum‘a ve tüm<br />

Erzurumlulara kucak dolusu selam ve sevgi gönderiyor, ―<br />

ġen olasın Erzurum, Ģen ola!‖ diyorum. Aralık 2006<br />

Tortum ġelalesi Erzurum Kongre Binası<br />

213


ĠNCĠR VE TUVALET<br />

1954 yılında ayrıldığım <strong>Marmaris</strong>‘ten yılda bir izinli<br />

olarak geliĢlerim dıĢında 23 yıl gurbette kalmıĢtım.<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e hasretin vuslata dönüĢü 1977 yılına giriĢte<br />

oldu.<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e kavuĢurken umduklarımız<br />

bulduklarımızla örtüĢtü mü? Buna maalesef ―Evet‖<br />

diyemiyorum. <strong>Marmaris</strong>‘i, kıĢ mevsiminin olumsuz hava<br />

koĢulları içinde alt yapısının olmadığı, sel, çamur, kuru<br />

havalarda toz ve bir inĢaat Ģantiyesi görünümünde<br />

buldum. Ġzmir‘den evimizi buraya taĢıdıktan sonra bir<br />

dönem piĢmanlık duydum dersem yalan söylemiĢ olmam.<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in bu olumsuz görüntüsünün nedenlerini burada<br />

yaĢamaya baĢlayınca daha yakından görmeye,<br />

öğrenmeye baĢladım. Ana nedene burada kısaca<br />

değinmek istiyorum.<br />

1957 yılı Nisan ayında meydana gelen depremden<br />

sonra Ġmar ve Ġskan Bakanlığı evleri hasar görenlerin<br />

baĢvurularını değerlendirip sözde hak edenlere uzun<br />

vadeli geri ödemeli ve ucuz deprem evleri vermiĢ. Burada,<br />

‗sözde‘ sözcüğünü kullandım. Nedeni Ģudur. Bazı<br />

hemĢerilerimiz evleri hasar görmediği halde hasarlı olarak<br />

gösterip bu evlere sahip olmuĢlar. Evler sahiplerine<br />

dağıtıldıktan sonra <strong>Marmaris</strong> Turizminde küçük birimler<br />

olarak pansiyonculuğun yolu açılmıĢ. Yerli ve yabancı<br />

turistler bundan sonra <strong>Marmaris</strong>‘e gelmeye baĢlamıĢlar. O<br />

yıllarda <strong>Marmaris</strong>‘te alt yapı olmadığı için çarĢıdaki tek<br />

tuvaletin kirlenmiĢ suları bir kanalla denize dökülür,<br />

kıyıdan geçen yayaların burunlarını tıkamasına neden<br />

olurdu. Evlerde de foseptik çukurları kullanılırdı. Hele<br />

bizim Tepe Mahallesi tuvalet sularını lagarlarda biriktirir,<br />

yağmurlu, fırtınalı havalarda kapaklar açılır, denize deĢarj<br />

edilirdi. 1970‘lı yıllarda, bırakın <strong>Marmaris</strong>‘i, ülkenin birçok<br />

büyüklü küçüklü yerleĢim biriminde kanalizasyon sistemi<br />

214


yoktu. Buna rağmen turizm baĢlamıĢtı. Örneğin<br />

<strong>Marmaris</strong>‘te alt yapı bitirilmeden baĢlayan yapılaĢma, yol<br />

ve kanalizasyon çalıĢmaları yüzünden bahar aylarında<br />

gelmeye baĢlayan turistler bizi yıllarca süren onarım ve<br />

inĢaat Ģantiyesi halinde, toz, çamur içinde buldular. ĠĢte<br />

biz de bu karmaĢanın içinde kapağı doğup büyüdüğümüz<br />

ve yıllarca özlemini duyduğumuz <strong>Marmaris</strong>‘e attık. Özetle<br />

ifade etmek gerekirse, Türkiye, turizme kapılarını alt<br />

yapısını tamamlamadan erken açınca <strong>Marmaris</strong><br />

örneğinde olduğu gibi homojen tabir edilen ve her yıl<br />

kendileriyle beraber baĢkalarını, yakınlarını da getiren<br />

turistlerini kaybetti.<br />

Çarpık yapılaĢma ve alt yapı konularını irdeleyen,<br />

daha iyi turizm için akla gelen her Ģeyi sayıları binleri aĢan<br />

yazılarımda takriben yirmi beĢ yıldır gündeme taĢıdım.<br />

Bunların hepsini özel klasörlerde saklıyorum.<br />

‗ġansız Anlar‖ veya ―Olaylar‘ olarak tanımladığım o<br />

günlerin ve özellikle turist rehberlerinin baĢlıca<br />

sorunlarından birisi olan tuvaletlerimizin geçmiĢteki<br />

durumunu somut Ģekilde ortaya koyacak bir olaya burada<br />

yer vermek istiyorum. Böylece, dünden bugüne nereden<br />

nereye geldiğimizi daha iyi değerlendirebiliriz.<br />

1960‘lı yılların sonunda Ġzmir‘de bir rehber<br />

arkadaĢla tanıĢmıĢtım. Adı ‗Marius‘ idi. Beni evine de<br />

davet etmiĢti. Kısa bir sohbet anında bana bir nebze<br />

yaĢamından da bahsetti. Ġzmir Alsancak‘ da küçük bir<br />

apartman dairesinde oturuyordu. Ġlk görüp dikkatimi çeken<br />

Ģeyin Marius‘un çok zengin bir kitaplığa sahip olduğuydu.<br />

Kitaplar yabancı dilde yazılmıĢ değerli eserlerdi.<br />

Marius‘un Ġspanyolca, Fransızca, Ġngilizce, Ġtalyanca ve<br />

Türkçe konuĢtuğunu önceden duymuĢtum. Diğer rehber<br />

arkadaĢlar ―Kitapları onun tek varlığıdır, onları kimseye<br />

ödünç vermez‖ demiĢlerdi. Belli ki kitapların adlarına<br />

bakınca özellikle tarih, kültür, sanat ve arkeolojiye ilgisinin<br />

fazla olduğu anlaĢılıyordu. . Beni kırmamak için bu<br />

215


prensibinden vazgeçip birkaç kitabından yararlandığımı iyi<br />

anımsarım<br />

Marius‘un hayat öyküsü oldukça enteresandı.<br />

Fransa‘da doğmuĢ, annesi onu yeni doğmuĢ bebekken<br />

kiliseye bırakılmıĢ, sonra çocuk bakım ve koruma evinde<br />

büyümüĢ. Olgunluk çağlarında eğitimini tamamlayıp<br />

Türkiye‘ye gelerek Türk vatandaĢı olmuĢ. Rehber kursuna<br />

katılıp kokardını almıĢ ve rehber olarak çalıĢmaya<br />

baĢlamıĢ.<br />

ĠĢte yazımıza baĢlık attığımız olay burada baĢlıyor.<br />

Marius, rehber olarak birkaç yabancı dil bildiğinden çok<br />

tur alırdı. Bir defasında Ġzmir‘deki bir acentenin Amerikalı<br />

turist gurubuyla Konya‘ya ve oradan da Kapadokya‘ya tur<br />

almıĢ. Mevsim yaz ve Ağustos ayı. Ġzmir‘den çıkıp Aydın‘a<br />

yaklaĢırken otobüsteki turistlerine geleneksel Türk<br />

misafirperverliğini göstermek için Ġncirliova‘da durarak iki<br />

sepet dolusu taze incir almıĢ. Amerikalılar inciri çok sever<br />

ve birçoğu kabuğunu da soymadan yemiĢ. Turistlerin<br />

bazıları da inciri yedikten sonra üzerine su içmiĢler.<br />

Rehber Marius ―O zaman bu konuda henüz genç ve<br />

deneyimsizdim. Ġncir yendikten sonra üstüne su<br />

içilmesinin yaratabileceği sıkıntıyı bilmiyordum‖ diyor.<br />

Aydın, KöĢk, Sultanhisar geçildikten sonra turistlerin<br />

içinden yaĢlıca ve ĢiĢman olan bir Bayan Marius‘u yanına<br />

çağırarak rahatsızlandığını, acilen tuvalete gitme ihtiyacı<br />

olduğunu söylemiĢ. Marius Ģoföre dönerek, yakında<br />

tuvalet varsa durmasını rica etmiĢ. ġoför, ―Buralarda<br />

tuvalet ne gezer, Denizli‘ye kadar bu yolda tuvalet yok,<br />

istenirse yol kenarında dururum, tütün tarlalarına, Ģeftali<br />

ağaçları arasına gider iĢini görebilir‖ demiĢ. Marius,<br />

olurdu, olmazdı derken Ģoför taĢ duvarlı, üzeri teneke<br />

parçalarıyla kapatılmıĢ ve duvarında ‗OO‘ (100) numara<br />

yazan bir yapı görünce hemen Marius‘a müjdeyi vermiĢ.<br />

Yolun sağına yanaĢarak durmuĢ. Marius kadını aĢağıya<br />

indirip tahta kapılı kulübemsi yere yönlendirmiĢ. Kendisi<br />

de kulübenin biraz açığında beklemeye baĢlamıĢ. Kadın<br />

216


irkaç dakika sonra ―Marius, Marius, Help me, Come in!‖<br />

(Marius, gel bana yardım et) diye bağırmaya baĢlamıĢ.<br />

Marius birden ĢaĢırmıĢ ve içinden ―Bu kadın tuvalette ya<br />

yılan ya da fare gördü‖ deyip kapıyı tıklatıp sorunun ne<br />

olduğunu sormuĢ. Turist kadın Marius‘un içeri girmesini<br />

istemiĢ. Marius‘un içeri girince gördüğü kimsenin<br />

görmeden bilebileceği türden bir olay değil. Kadın yer<br />

tuvaleti kullanmayı bilmediğinden olduğu gibi zemindeki<br />

deliğin üzerine oturulacağını sanıp oturmuĢ. Ġhtiyacını<br />

gördükten sonra doğrulabilmek için yanda tutunacak bir<br />

tutamak olmadığından Marius‘tan yardım istemiĢ. Marius<br />

kadına yardım ederek otobüse girmesini sağlamıĢ. Ancak<br />

meydana gelen olayı merakla bekleyen otobüsteki diğer<br />

turistlere ne söyleyebileceğini düĢünüp bunu önce kadına<br />

sormuĢ. ―Otobüsteki arkadaĢlara yaĢanan olayı<br />

söyleyelim mi‖ demiĢ. Kadının gülerek verdiği yanıt,<br />

―Söyleyelim ki, onlarında baĢına böyle bir olay gelmesin‖<br />

olmuĢ. Mariıus olayı anlatmıĢ. Tüm turistler olayın<br />

kahramanı da birlikte olarak gözlerinden yaĢ gelircesine<br />

gülmekten katılmıĢlar. Bazen benzer olaylar karĢısında<br />

deriz ya, ―Ağlar mısın, güler misin‖ diye. YaĢanan olay da<br />

buna benzemiĢ.<br />

Tuvalet deyip geçmeyelim. Varken değeri bilinmez.<br />

Turizm, turist ve turist rehberi için tuvalet düne kadar en<br />

büyük meseleydi. Hani, ―‗Türk turizmi tuvaletten çektiğini<br />

baĢka Ģeyden çekmedi‖ dersek doğru söylemiĢ oluruz.<br />

ġimdi akaryakıt istasyonları sayesinde eski durumdan<br />

genelde kurtulduk. Tuvalet, Türk Turizminin gündeminden<br />

hayli düĢtü. Yine de seyrek de görülse temiz olmayan yer<br />

klozeti, pisuar su kaçağı, susuzluk, kağıt veya peçete<br />

bulunmayıĢı gibi benzer bir çok sorunla karĢılaĢabiliyoruz.<br />

Ayrıntı gibi görünen bu tür sorunları turiste yaĢatırken<br />

sözde ―Kaliteli turist‖ beklentimize atıfta bulunuruz. Turist<br />

bir mal veya emtia değil ki ona kaliteli veya kalitesiz<br />

diyelim. Bu sözcüklerle demek istediğimiz paralı, kültürlü,<br />

217


görgülü turist ise onlara hitap edecek tesis ve ürünü tam<br />

ve eksiksiz sunmaya özen göstermeliyiz. 15.10.1985<br />

218


24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ<br />

Yine bir 24 Kasım gününde Cumhuriyetimizin<br />

kurucusu Yüce Atatürk‘e ‗BaĢöğretmen‘ unvanı<br />

veriliĢinin 82. ve bu günü kutlamaya baĢlamanın 29.<br />

yıldönümündeyiz.<br />

Ailemde hayata gözlerini yummuĢ, emekli<br />

olmuĢ ve halen bu mesleği büyük bir zevk ve Ģevkle<br />

yapmakta olan kızım, gelinim, kardeĢim ve yakın<br />

dost olan öğretmenler vardır. Öğretmenlik çok özel,<br />

çok yüce bir meslektir. Bedeli hiçbir maddi karĢılıkla<br />

ölçülemeyecek kadar saygın, sevgi ve fedakârlık<br />

mesleğidir. Sınırları okul ve sınıf duvarlarıyla<br />

çizilemeyecek, zil ile baĢlayıp bitmeyecek kadar ağır<br />

bir sorumluluk gerektiren kutsal bir görevdir. Bu<br />

mesleğin tarih boyunca da böyle görüldüğünü,<br />

―Bilgelik Mesleği‖ olarak kabul edildiğini, değerinin ve<br />

öneminin her dönemde vurgulandığını biliyoruz.<br />

Atatürk diyor ki ―Dünyanın her yerinde öğretmenler<br />

toplumun en özverili ve en saygıdeğer öğeleridir.‖<br />

Yüzyıllar öncesinde Diyojen, ―Yeryüzünde öğretmenlikten<br />

daha Ģerefli bir meslek tanımıyorum.‖ demiĢ. Sokrates ise,<br />

öğretmenin ve öğretmenliğin önemini, ―Dünyada her Ģeye<br />

değer biçilebilir ama öğretmenin eserine değer biçilemez.<br />

Çünkü onun eseri hem her Ģeydir hem de hiçbir Ģeydir.‖<br />

diye belirtmektedir. Hz. Ali ise, Öğretmenliğin paha<br />

biçilmez değerini en kısa ve etkili biçimde, ―Bana bir harf<br />

öğretenin kırk yıl kölesi olurum‖ demiĢtir…<br />

Değerli Okurlar; Yazımın baĢında kızımın da<br />

öğretmen olduğunu belirttim. Hepiniz bilirsiniz, okul<br />

yönetimi ‗Öğretmenler Günü‘ kutlamaları için çeĢitli<br />

etkinlikler düzenler. Bu konuda, KarĢıyaka Ġlçe Milli Eğitim<br />

Müdürlüğü tüm okullardaki öğretmenleri arasında ‗Niçin<br />

219


Öğretmen Olunur‘ baĢlığı altında bir kompozisyon<br />

yarıĢması düzenlemiĢ. KarĢıyaka Anadolu Lisesinde<br />

Edebiyat Öğretmenliği yapmakta olan kızım ġule Aktepe<br />

(Uysal) bu yarıĢmaya ‗Ben de YaĢadım Diyebilmek‘<br />

baĢlıklı kompozisyonla katılmıĢ. Ġlçe Milli Eğitim<br />

Müdürlüğü anılan kompozisyonu ‗Ġlçe Ġkincisi‘ olarak<br />

değerlendirmiĢtir. Tabii ki, her anne ve baba gibi kızımızın<br />

bu baĢarısından gurur duyduk. ġule‘yi bir kez de buradan<br />

kutluyor, gözlerinden öpüyoruz.<br />

ġule Aktepe‘nin Ġzmir-KarĢıyaka Ġlçesinde ikincilik<br />

ödülü kazanan kompozisyonunu gazete köĢemde<br />

yayınlamak ve siz değerli okurlarımla paylaĢmak için<br />

aynen yazıma aldım. Tüm öğretmenlerin gününü kutluyor,<br />

sağlık, mutluluk ve baĢarı diliyorum. 24.11.2010<br />

BEN DE YAġADIM DĠYEBĠLMEK’<br />

YaĢamı adlandırdığımız an, ölümü de keĢfettiğimiz<br />

andır aslında. Bir madalyonun iki yüzü gibi; birinde bize<br />

bahĢedilenin güzelliğini gösteren bir resim, diğerinde<br />

bunun ömrümüzle sınırlı olduğunu hatırlatan bir baĢka<br />

resim.<br />

Ġnsan, hem hiç ölmeyecekmiĢ gibi yaĢamanın, hem<br />

de ölümsüz olabilmenin sırlarını aramanın peĢine düĢer<br />

hemen. Filozofların yaĢamı ölüm ve yaĢamı sorgulamakla<br />

geçer. Tutunacak bir dal, yaĢamdan ayrılırken ―Ben de<br />

yaĢadım‖ diyebileceği bir kanıt arar. Aksi takdirde su<br />

yüzeyinde gezdirilen bir çubuk gibi geçici bir iz kalacak,<br />

eninde sonunda su, siz hiç değmemiĢçesine<br />

kapanacaktır. Bu, ölümden de beterdir. Bir tanık arar<br />

insan yaĢadığına. Kimi beste yapar, kimi bir bina, kimi de<br />

çocuk. Umudu, ölümünden sonra birilerinin onu<br />

hatırlayacağıdır.<br />

Öğretmen olmak, hayatı anlamlı kılmanın belki de<br />

en güzel yoludur. Ortalama 25 yıl öğretmenlik yapan<br />

birinin 3000–4000 civarı öğrencisi olacaktır. Ne bu sayıda<br />

220


este yapmak, ne bu sayıda bina yapmak ne de bu kadar<br />

çocuğa sahip olmak insan için mümkündür. Kaldı ki<br />

öğretmenlik parçaları bütününden daha fazla eden ilginç<br />

bir formüle de imza atar. Öğretmen bilir ki derse her<br />

giriĢinde göz göze geldiği bu genç beyinler, bir gün<br />

kendisini aĢacaklar.<br />

Öğretmen aslında ders anlatmaz, sahne alır. Bilgiyi,<br />

en kısa yoldan, en eğlenceli ve en etkili Ģekilde sunmaya<br />

çalıĢır. Bu nedenle alkıĢları duyamasa da mesela bir<br />

Sezen Aksu‘nun konser sonrası hissettiklerine benzer bir<br />

arınma hisseder 45 dakikaların sonunda. Koridorlarda<br />

saygı ve sevgiyle onu süzen bir topluluğun arasından<br />

geçerken kendine duyduğu güven ve hissettiği itibar<br />

Sezar‘ı gölgede bırakır.<br />

Özdemir Ġnce aydın insanı ―Sadece branĢıyla ilgili<br />

bilgiyi barındıran değil, verdiği eserlerle çağını da<br />

aydınlatan kiĢi‖ olarak tanımlıyor. Bu anlamda öğretmen<br />

sadece öğretmen olarak kalmıyor, çağına yön verecek<br />

çocukları da eseri kılıyor. Etik değerleri sorgulayan,<br />

verimli, kendindeki yaratıcı yönleri keĢfedip geliĢtirmeyi<br />

becerebilen çocuklar yaratmaya çabalıyor. Bu nedenle<br />

―aydın‖ olabiliyor. Onları iyi ve güzelden yana bulduğunda<br />

sahne gerisinde haklı bir gurur yaĢıyor.<br />

Ġnsan yarınların güzel olacağına dair umut taĢımak<br />

ister. Öğretmense yarınların bugünden yazıldığını bilir.<br />

Yarınların mimarlarının kendi yetiĢtirdikleri olacağını bilir.<br />

Bu sorumluluk korkutucudur ama muhteĢemdir de. Tarihi<br />

yazanların yetiĢtireni olmak… Bu, her Ģeye değerdir.<br />

Çaresizliği kabul etmemek için öğretmen olunur.<br />

YanlıĢlara karĢı teslimiyet içinde olmamak için, iyi ve<br />

doğruyu aramanın zevkini insanlığa sunmak için<br />

öğretmen olunur. Herkesin A dediğine ―ya B<br />

ise?‖diyebilme cesaretini verebilmek için, her gün hiç<br />

bıkmadan yeniden yeni bilgilerle doğabilmenin güzelliğini<br />

çocuklara gösterebilmek için öğretmen olunur. Donuk ve<br />

221


mutsuz gözlere ilimin ıĢığını vermek için, hayattaki en<br />

büyük değerin ve mirasın Ģerefle bitirilmiĢ bir hayat<br />

olduğunu öğretebilmek için öğretmen olunur.<br />

Sait Faik‘in ―Haritada Bir Nokta‖ adlı öyküsünde<br />

Ada‘ya yıllar sonra dönen ve artık yazmama kararı<br />

vererek Ada‘da hiçbir Ģeye karıĢmadan huzur içinde bir<br />

yaĢam sürmek isteyen yazarın, gördüğü bir haksızlıktan<br />

sonra yeniden kaleme sarılıĢı anlatılır. Öykü, etkileyici bir<br />

finalle biter: ―Söz vermiĢtim kendi kendime: Yazı bile<br />

yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan baĢka ne<br />

idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü<br />

bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım.<br />

KoĢtum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Ada‘nın<br />

tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük<br />

değnekler yontmak için cebimde taĢıdığım çakımı<br />

çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum<br />

öptüm. Yazmasam deli olacaktım.‖ ĠĢte öğretmen için de<br />

bu meslek böylesine elzemdir. Ġnsana ―Öğretmesem deli<br />

olacaktım‖ dedirtir.<br />

Bir bahçıvana niçin ağaç yetiĢtiriyorsun diye<br />

soramayız. Bir öğretmen de niçin öğretmen olduğunu<br />

bilmez, bunu zamanla kavrar. Çünkü onun da tek amacı<br />

güzel ve verimli ağaçlar elde edebilmektir. Bu sayede<br />

ölüme meydan okur. Çünkü o bahçeden meyve yiyenler,<br />

adını bilmese de bu bahçıvana ölümsüzlük payesini<br />

vereceklerdir.<br />

ġule Aktepe –Edebiyat Öğretmeni 24.11.2010<br />

222


ġule Aktepe ödül töreninde (sağdan ikinci)<br />

223


AKDENĠZ VE ÇEVRE<br />

Üç yanı Akdeniz, Ege ve Karadeniz gibi denizlerle<br />

çevrili Anadolu Yarımadası üç ana kıtanın birleĢtiği<br />

yerdeki konumu dolayısıyla tarih boyunca çeĢitli<br />

medeniyetlerin yaĢam ve geçit yeri olmuĢtur. Ege‘yi de<br />

Akdeniz ailesine katarak her iki denizden yararlanma<br />

ayrıcalığına sahip dünyada ender coğrafi ve fiziki yapıya<br />

sahip <strong>Marmaris</strong>‘i dünden bugüne birçok yazımızda olduğu<br />

gibi biraz daha öne çıkarmak istiyorum.<br />

Esasen, <strong>Marmaris</strong>‘i ve Akdeniz‘i bekleyen tehlike<br />

tüm dünya denizlerinde var. En son Meksika açıklarındaki<br />

petrol tankerinin batıp tüm yakıtın okyanus sularına<br />

akması, sızmasıyla özellikle Kuzey Amerika kıtasının<br />

Güney kıyılarının kirlenmesi, canlıların bundan olumsuz<br />

etkilenmesi hepimizin sıkça duyduğu, TV‘lerde izlediğimiz<br />

doğaseverleri üzen olaylardan sadece birisiydi<br />

Biz, kendi denizimize, Akdeniz‘e yüzümüzü<br />

döndüğümüzde 21 ülkenin özellikle siyasi, ekonomik, tarih<br />

ve kültürel anlamda bu denizden yararlandığını<br />

görüyoruz. Dünya denizlerinin sadece %1‘ini oluĢturan<br />

Akdeniz‘de takriben 450 milyon insan yaĢamakta olup,<br />

bunlardan bizimde içinde olduğumuz 150 milyon kiĢi kıyı<br />

Ģeridindedir. Denizde taĢımacılık, yatçılık, turizm, tüketim,<br />

konaklama ve hizmet sektöründe ticaret yapan bunca<br />

insanın daha düne kadar yeterince ilgi duymadığı çevre<br />

kirliliği ve hayati önemdeki bu günkü durum denizde<br />

yaĢayan canlılarla çevresinde yaĢayan insan ve tesisleri<br />

tehdit eder hale gelmektedir.<br />

‗Neden‘ ve ‗Niçin‘ sorularına yanıt aradığımızda<br />

denizlerin ve tüm akarsuların kirlenmekte olduğu<br />

gerçeğiyle yüz yüze kalırız. Bilimsel araĢtırmalar, deniz,<br />

göl ve akarsularda ekol oluĢturmuĢ canlı türlerinin günden<br />

224


güne sayıca azalmakta hatta tükenmekte olduğunu<br />

gösteriyor.<br />

Ben, <strong>Marmaris</strong> kalesinin hemen güney eteklerindeki<br />

bir taĢ evde doğup büyüdüm. Mütevazı evimizin<br />

bodrumunda malzeme ve odun saklar, onun üzerindeki<br />

katta da yaĢardık. Deniz cephesine açık tahtadan<br />

yapılmıĢ bir kerevetimizde sıcak yaz günlerinde akĢam<br />

yemeklerini burada yer, geceleri de gökyüzündeki ayı,<br />

yıldızları kardeĢlerimle yan yana yatıp seyrederek<br />

uyurduk. O zamanlar deniz temizdi. Balıkları, yosunları<br />

akvaryumdaymıĢ gibi izlerdik. Hiç unutmadığım, hep<br />

dostlarımla paylaĢtığım bir anıma burada yer vermek<br />

istiyorum.<br />

Bir gece canlı bir balıkla denize kerevetten misina<br />

ile bırakma atıp misinanın ucunu parmağıma bağlayarak<br />

yatıp uyumuĢtum. Gecenin yarısında sicimin parmağımı<br />

çekmeye baĢladığını hissederek uyanmıĢ, oltaya takılmıĢ<br />

beĢ kg.lık bir sinariti kerevete çekmeyi baĢarıp tüm<br />

ailemizi ve komĢuları ayağa kaldırmıĢtım.<br />

<strong>Marmaris</strong> kıyılarında 1940‘lı yıllarda ahtapotların<br />

parmakları taĢların üzerine çıkar, kediler ahtapotun<br />

parmağından ısırmak ve balıkları yakalamak için pusuda<br />

bekleĢirlerdi. Yine, 1960‘lı yıllarda bir lodos fırtınasında bir<br />

Akdeniz foku rahmetli Adil Olcay‘ın evinin önünde karaya<br />

vurmuĢ, yakalanıp Ġzmir Hayvanat Bahçesine<br />

gönderilmiĢti. Uzmanlara göre 1980 yılında Akdeniz‘de<br />

1000 üzerinde fok yaĢarken Ģimdi bu rakam 70-80 gibi<br />

neredeyse bitmek üzere olan sayıya düĢmüĢtür. Son<br />

zamanda medyatik olmaya baĢlayan ―Badem‖ bu yüzden<br />

koruma altında tutuluyor. Geçtiğimiz yıl Gökova‘da<br />

serbest bırakılınca yüzenlere yaklaĢıp oynaĢmak istemesi<br />

onları korkutmuĢ, balıkçıların ağlarına da zarar vermesi<br />

yüzünden yeniden korumaya alınmıĢtı. DiĢi olan<br />

‗Badem‘in serbest kaldığı sürede bir sevgilisi olup<br />

olmadığını bilmiyoruz. Bildiğimiz bu hayvancağızın<br />

225


özgürce Akdeniz‘in sularında yüzmesi, sevgilisini bulması,<br />

en azından diğer hemcinsleri gibi yaĢaması yanlısıyız.<br />

Gökova‘da, Karaca‘daki kafesinde dar bir alanda<br />

hapsedilip gün boyu bağırıp, çağırmasına doğrusu<br />

gönlümüz hiç razı değildi. En son okuduğum bir gazete<br />

haberinde geçtiğimiz Kasım ayında serbest bırakılan<br />

Badem bir erkek arkadaĢ bulmuĢ ve onunla birlikteymiĢ.<br />

Buna sevindik doğrusu. Ne de olsa Badem anne olacak<br />

ve yavruları olup üretkenlik görevini yapabilecek. Haydi<br />

hayırlısı…<br />

Akdeniz Foklarının evi sayılan kıyılardaki mağaraları<br />

günlük gezi tekneleriyle Ģimdi turistler ziyaret ediyor.<br />

Mağaralarda foklar, diğer bir deyiĢ ile bademler yerine<br />

Ģimdi Ademler, Havvalar yüzüyor. Artık fokların sadece<br />

fotoğraflarını, heykellerini görüyoruz. Bilinçsiz avlanma ve<br />

teknoloji, suların biyolojik kirliliğinin artması tüm<br />

denizlerde olduğu gibi ne yazık ki Akdeniz‘de de çevresel<br />

kıyıma neden oluyor. Foklar, deniz kaplumbağalarla<br />

birlikte (Caretta Carettalar) tüm deniz canlılarının deyim<br />

yerindeyse köküne kibrit suyu ekiliyor.<br />

226


<strong><strong>Marmaris</strong>'in</strong> 'Badem' adlı diĢi foku<br />

Adına ‗Pastırma Yazı‘ dediğimiz Aralık ayında<br />

olmamıza rağmen <strong>Marmaris</strong>‘te hala sonbahar devam<br />

ediyor. YaĢam mahallerinde henüz ısıtma aracı<br />

kullanmayanlar hemĢerilerimiz var. Oysa Avrupa‘da soğuk<br />

ve kar yağıĢı yaĢamı olumsuz etkiliyor. Biz de bu güzel<br />

günlerde balık avlama hobimizi karĢılamak için yeğenim<br />

YaĢar Özkan ve oğlu Ali ile liman içerisinde balığa çıktık.<br />

Demirlediğimiz kerterizde çoğunluğu izmarit olmak üzere<br />

barbun, mercan ve kupez (lapa) tuttuk. Bir ara YaĢar‘ın<br />

sicimine büyük bir balık takıldı. Ben ve Ali YaĢar‘a balığı<br />

içeri kolay almasında yardımcı olabilmek için sicimlerimizi<br />

hemen sarmaya baĢladık. Bu arada YaĢar‘ın sicimindeki<br />

balığa ne tür büyük balık olabileceğine dair isimler<br />

bulmaya çalıĢtık. Trança, fangiri, akya, lahoz, orfoz vs.<br />

gibi,..<br />

YaĢar, tüm hünerini göstererek balığı yukarı almaya<br />

çalıĢıyordu. Balık bir iki metre yukarı çıkıyor, tekrar geri<br />

isteyince misinayı bırakıyordu. Öyle yapmasa balık<br />

koparacaktı. Bu süreç en az on beĢ dakika sürdü.<br />

Misinanın ucundaki göremediğimiz ve adını da<br />

227


koyamadığımız balığın ani bir hareketle yüzeye çıkması<br />

üzerine bizim YaĢar, ―Tüh misinayı kesti, kopardı‖ deyip<br />

sicimi sarmaya baĢladı. Üzüldük tabii. Biz ―Acaba ne<br />

balığı olabilir? Anılan isimlerden bir balık türü müydü?‖<br />

diye tahminler yürütürken devasa boyutta bir deniz<br />

kaplumbağası yüzeye çıkıp bize doğru bakarak ―Püfff‖<br />

demez mi? ġaĢırıp kaldık. Sanki bize; ―Ben sizin<br />

sevdiğiniz, ama neslimi denizleri kirleterek tüketmekte<br />

olduğunuz ‗Caretta Caretta‘ kaplumbağasıyım. Sizi, ne<br />

olduğumu meraktan ve üzüntüden kurtarmak için yüzeye<br />

çıktım. Kusura bakmayın‖ der gibiydi. O anda<br />

beraberimde kameran olmadığı için bu anı tespit<br />

edememekten çok üzüldüm.<br />

Önce bu duruma üzülmediğimi hatta sevindiğimi<br />

itiraf etmeliyim. ġayet bu deniz canlısının ne tür balık<br />

olduğunu görmeseydik büyük bir nasibi kaçırdığımıza<br />

üzülecektik. Diğer sevincim ise, hala az da olsalar bu tür<br />

canlıların sularımızda varlığıydı…<br />

Geçtiğimiz Mayıs ayının 29 ve 30‘ncu günlerinde<br />

Göcek ve Fethiye‘de ―Akdeniz‘i Temiz Tutalım‖ adlı bir<br />

kampanyada 500 kiĢiyi bulan gönüllü ordusu kıyılarda<br />

temizlik yaptı. TURMEPA (Deniz Temiz Derneği) bu<br />

etkinliğin yapılmasında öncü oldu. Deniz ve kıyılarımızın<br />

kirlilikten tam arındırılması kolay değil. Anılan örgütün<br />

çalıĢmaları internet‘te okunacak olursa, ülkemiz kıyıları<br />

kirlenmeye, erozyonla dolmaya, kokuĢmaya açıktır. Liman<br />

ve kıyılarından yararlanan tüm tesis ve turistlerin bundan<br />

olumsuz etkileneceği de kesindir. Çevre koruma örgütleri;<br />

Üniversite ve bilim adamlarının bilimsel yayın ve<br />

önerileriyle denizlerimizin temiz tutulmasında halkın<br />

bilinçlendirilmesine dönük etkinlik ve denetimleri, temizlik<br />

kampanyalarını aralıksız yapmalıdır. Bunu <strong>Marmaris</strong>‘te<br />

de yapan çevre gönüllüleri hemĢerilerimize gönülden<br />

teĢekkür ediyorum..<br />

228


Önce öğrenme, bilgilenme, sonra düĢünme, hem de<br />

çağdaĢ düĢünme, fikir ve görüĢ bildirme anlamında eski<br />

<strong>Marmaris</strong>lilere ait kısa ve anlamlı bir anonim deyiĢle<br />

yazımı noktalıyorum.<br />

―Akıl olmayınca nenesin fikir, Abdi garıyı boĢamıĢ<br />

nenesin Bekir‖… 24.11.2010<br />

229


EK MENDĠREK YĠNE GÜNDEMDE<br />

Değerli Okurlarım; Yeni bir yıla girerken önce<br />

geçtiğimiz günlerde açılıĢında bulunduğum ‗Türkiye<br />

Fuarı‘nı (Travel Turkey) yazayım diye tasarlarken yerel<br />

TV‘lerimizde geçmiĢ yılardan bu güne gündemden<br />

düĢmeyen ‗Ek Mendirek Projesi‘nin tekrar öne çıktığını<br />

gördüm. Atalarımız ―Müflis esnaf eski veresiye defterlerini<br />

karıĢtırırmıĢ‖ demiĢler. Ben de bu konuyla ilgili açık<br />

oturumlara katılmıĢ ve yazılar yazmıĢ bir hemĢeriniz<br />

olarak eski yazılarıma bir göz attım.<br />

Ġzlediğim yerel TV Haber Bülteninde Muğla Su<br />

Ürünleri Dekanı bir bilim adamı ile TV yönetmeninin<br />

röportajında anılan projenin onaylanması için belirli<br />

verilerin yeniden alınacağını bildirip diğer bilimsel<br />

görüĢlere değindiler. Program sonunda bilinen görüĢ ve<br />

öngörülerde bir değiĢme olmadığını gördüm. Ancak<br />

geçmiĢ yıllarda yazılı ve sözlü görüĢlerim olduğundan<br />

dosyalarıma bir kez daha göz attım. Ġçlerinden önemli<br />

bulduğum ve 29 Kasım 2005 tarihli ‗ÇağdaĢ <strong>Marmaris</strong>‘<br />

Gazetesinde yayınlanan yazımı 5 yıl aradan sonra biraz<br />

kısaltarak buraya almayı yararlı buldum.<br />

Doğrusunu söylemek gerekirse ve benden yana beĢ<br />

yıl öncesiyle bugünkü görüĢüm arasında en ufak bir<br />

değiĢim olmadı. <strong>Marmaris</strong>li hemĢerilerimle okurların görüĢ<br />

ve önerilerinde bir değiĢme olup olmadığını da merak<br />

etmiyor değilim…22.12.2010<br />

ĠĢte size beĢ yıl önce yazdığım yazımın özeti:<br />

230


EK MENDĠREK PROJESĠNE ‘HAYIR’<br />

Geride bıraktığımız 25 Kasım 2005 Cuma günü<br />

<strong>Marmaris</strong> Ticaret Odası salonunda yapılan <strong>Marmaris</strong><br />

Feribot Ġskelesinin uzatılmasına iliĢkin toplantıda oturum<br />

yöneticisinin tarafsızlığını koruyamadığını görünce<br />

salondan ayrıldım.<br />

Anılan toplantıda, sözde, ‗Ek Mendirek Projesi<br />

<strong>Marmaris</strong> Halkına Danısma Toplantısı‘ niteliğinde<br />

baĢlamıĢken, toplantıya <strong>Marmaris</strong> halkını temsil edenlerin<br />

30-40 kiĢiyi geçmediği, onların da bu projeyi destekler<br />

görünenlerden oluĢmasıydı. Benim için demokratik<br />

gözükmeyen böyle bir ortamda bulunmamın anlamı<br />

kalmamıĢtı. Projeye vize almak için ―Halkın GörüĢü Alındı<br />

mı‖ sorusuna önyargılı olarak ―Evet‖ yanıtı almak için<br />

sadece ―Oldu bitti‖ ye getirilmek istenilen bir ortamda<br />

olmak yerine görüĢlerimi yerel gazete köĢeme taĢıyarak<br />

konuyu hemĢerilerim ve okurlarımla paylaĢmak isteyip<br />

salondan ayrıldım.<br />

AĢağıda maddeler halinde ele aldığım konunun<br />

değerlendirmesini de sağduyulu, <strong>Marmaris</strong>‘i seven ve<br />

çevreye duyarlı değerli hemĢerilerime bırakıyorum<br />

1. <strong>Marmaris</strong>‘te kıĢ aylarında hakim olan rüzgar<br />

lodostan eser. Yapılması projelendirilen Ek<br />

Mendireğin limanın güney batısına doğru en az 300<br />

metre uzayacağı düĢünüldüğünde, sert lodos rüzgarına<br />

karĢı gemilerin yanaĢma ve aborda olmalarının riskli ve<br />

zor olacağı kesindir. Bundan ayrı olarak, olası ek<br />

mendirek diğer tekne ve yatların, su ve yelken sporlarının<br />

manevra ve seyir alanını daha da daraltarak körfezin fiziki<br />

konumuna, deniz ulaĢımına çok olumsuz etki yapacaktır.<br />

231


2 ġimdiye kadar limana aynı günde ikiden fazla<br />

turist taĢıyan gemi ziyareti çok ender<br />

Oldu. Gelecek yılın planlı gemi giriĢ sayısı 25-30<br />

adet civarındadır. Bunun ek mendirek yapılırsa adedinin<br />

artacağı söylenmektedir. Bu doğrudur. Ancak, limanın<br />

doğal konumu ve fiziki kapasitesinin kısıtlı olduğu<br />

tamamen göz ardı edilmektedir.<br />

3 3. <strong>Marmaris</strong>, geçmiĢ yıllarda salt fiziki ve yatak<br />

adediyle kapasiteyi yükseltmek için çok katlı çarpık<br />

yapılaĢmayı bilim insanlarının tüm uyarılara, bizim<br />

defalarca yazmamıza, söylememize rağmen tercih<br />

etmiĢtir. Oysa Ģehrin mimari yapılaĢması sağlam bir<br />

zemin üzerinde değildir. Erozyonla dolmuĢ yumuĢak<br />

zemin üzerine etüdü yapılmadan çok katlı yapılaĢmaya<br />

geçilmiĢtir. Bu yöntemde yatak adedi artmıĢ, lakin<br />

tesislerin doluluk oranı sadece birkaç ayla sınırlı kalmıĢtır.<br />

Bir olay veya kriz halinde limana gemi gelmeyebilir. Böyle<br />

durumda da mendirek de onlarca yüzlerce otel ve diğer<br />

konaklama tesisleri gibi atıl durumda kalabilecektir…<br />

4 .Bir dönem bu çirkin yapılaĢma furyasıyla<br />

<strong>Marmaris</strong> mimari estetiği, cazibesi olmayan, sözde bir<br />

turizm merkezi olarak tanıtılınca, kenti ziyaret eden bir<br />

turizm bakanı ―<strong>Marmaris</strong> bitmiĢtir‖ deyivermiĢti. Toplantıda<br />

bulunan bu yazının yazarı söz alıp ―Peki, <strong>Marmaris</strong> böyle<br />

olurken siz nerdeydiniz‖ deyince toplantının tadı kaçmıĢ,<br />

tüm yöneticiler neredeyse bu sözleri söyleyene (bana)<br />

salondan neredeyse kovacak gibi sert bakıĢlar<br />

serdetmiĢlerdi. Bu günkü durum da bana o günleri<br />

anımsatıyor. ―Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar‖<br />

ama benim <strong>Marmaris</strong>‘ten baĢka yere gitmeye hiç niyetim<br />

yok…<br />

5 . Fiziki büyüme ile her Ģey güllük gülistanlık<br />

olsaydı dinozorlar hala ayakta kalırdı. Temel ve asıl<br />

gerçekler bilinmeden aceleyle alınan kararların yanlıĢlığı<br />

hepimizin yüzüne bir Ģamar gibi çarpmıĢtır.<br />

232


6 . Bugüne kadar yıllarca ‗‖KıĢ turizmi‖ baĢlayacak<br />

denildi. Bu gerçek dıĢı vaatler göçü getirdi. <strong>Marmaris</strong> bir<br />

tatil beldesi kimliğinden Ģehir, kent havasına büründü. Bu<br />

durum ekonomisi güçlü turist yerine, çarĢıdaki tuvalete<br />

girip para harcamamak için gemiye veya oteline dönerek<br />

‗her Ģey dahil‘ e itibar eden turist profili yarattı. <strong>Marmaris</strong><br />

paralı turistin dinleneceği, eğleneceği yer olmaktan çıktı.<br />

7. <strong>Marmaris</strong> Körfezinin suyu yıldan yıla<br />

kirlenmekte, bu durum plajları tehdit edecek duruma<br />

gelmektedir. Kirlenme, deniz canlılarının sayısını<br />

azaltmakta, deniz dibi habitatını, ekolojisini bozmaktadır.<br />

Bu yargı bana ait değil, uzman dalgıç ve bilim adamlarının<br />

tespitidir.<br />

8 .Kapalı bir havuza benzemekte olan <strong>Marmaris</strong><br />

liman mendireğine yanaĢan gemilerin güçlü ve büyük<br />

pervaneleri deniz dibini karıĢtırmakta, geminin<br />

mendirekten ayrılıĢı esnasında bulunduğu yerin takriben<br />

100x 100 alanı kahverengi renge bürünmektedir. Bu,<br />

baĢka ülkelerde römorkörlerle yapılmakta, açık denizde<br />

mendireği olan limanlarda bile yasaklanmakta, belirli<br />

derinliğe varmadan pervane döndüren gemilere ceza<br />

verilmektedir.<br />

9. <strong>Marmaris</strong> liman mendireği açık denizde<br />

değildir. Bu günkü mendireğin bulunduğu yer de fazla<br />

derin olmayıp sadece 10 m. civarındadır. <strong>Marmaris</strong><br />

körfezinin en derin yeri de 30 m.dir. Körfezin<br />

çevresindeki plajlardan yararlananların sayısı Ģehrin<br />

nüfusu, konaklama tesislerinde kalan turist ve teknelerde<br />

yaĢayanlarla birlikte yüksek sezonda takriben 150 bin<br />

kiĢiyi bulmaktadır. Üstelik bu rakam her yıl belirli bir artıĢla<br />

ivme kazanarak belirli bir süre daha devam edecektir.<br />

Ama nereye kadar? Tabii ki, ‗Harç bitti, yapı paydos‘<br />

denilinceye kadar. Bunun olasılığı da uzak bir öngörü<br />

değildir. Bilim adamları böyle söylüyor. Bu durumda biz<br />

233


ilime mi, yoksa kapasiteyi arttırarak kısa vadede kazanç<br />

elde etmeye çalıĢanlara mı inanacağız?<br />

10 . KomĢumuz Yunanistan, Mısır, Ġsrail,<br />

Lübnan ve Kıbrıs‘ın büyük kapasiteli mendirekleri<br />

Akdeniz‘e açık limanlardadır. <strong>Marmaris</strong> limanı gibi<br />

barınaklı, tek boğaz giriĢli, kısıtlı akıntısı olan liman<br />

Akdeniz‘de yoktur. Burası karada olduğu gibi denizde de<br />

‗Özel Çevre Koruma‘ kapsamı içine alınmalıdır. Mutlaka<br />

bir mendirek yapılacak denilirse körfez dıĢına olmalıdır.<br />

Körfez içinde açıkta demirlemenin dahi deniz dibi<br />

ekolojisine vereceği zararın büyük olacağı bilim adamları<br />

tarafından ifade edilmektedir. <strong>Marmaris</strong>‘in durgun<br />

sularında 4 adet marina mevcut olup, bunlarda takriben<br />

üç bin yat konaklamaktadır. AĢağıya fotoğrafını aldığım<br />

bu yorgun ve yaĢlı körfez bu yükün altından<br />

kalkamayacak, kısa zamanda bir yılkı atına dönüĢecektir.<br />

11 . Yeni ek mendirekle ilgili olarak,<br />

―Yapılmasının mahzuru yoktur‖ raporu veren veya<br />

verecek olan yerel yönetimler, mülki amir ve üniversiteler<br />

yeniden sualtı araĢtırması ölçüm ve , verilerinin<br />

değerlendirilmesi yapılmadan anılan projeye onay<br />

veremezler. Limanın son durumunu tespit etmeden,<br />

geleceğine dair ömür biçmeden projeye olur verirlerse<br />

her Ģeyden önce bizden sonraki neslin hakkı yenmiĢ olur.<br />

Üstelik bu bir ağır suç iĢlemek olur.<br />

Biz lafı ve konuyu fazla uzatmadan kısa ve öz Ģunu<br />

söyler, bunu yazarız. <strong>Marmaris</strong> hepimizindir. <strong>Marmaris</strong>, bir<br />

tüketim yeri veya maddesi değildir. Onu gözden çıkarıp<br />

atıp kurtulamayız. <strong>Marmaris</strong>‘i korumanın tek yolu yapılan<br />

yanlıĢları düzeltmektir. Yeni yanlıĢlar yapma devri<br />

kapanmalıdır. Bu ve benzer projelere aldırıĢ etmemek,<br />

geleceğimizin yok edilmesi, çocuklarımız ve torunlarımızın<br />

hakkının yenmesini kabullenmek olur. <strong>Marmaris</strong>li gününü<br />

gün edip galesiz yaĢayamaz. ―Hatır gönül konur‖ diye<br />

Doğruya eğri, eğriye doğru denemez. Aksi halde daha da<br />

234


çamura batar, ―Ha var, ha yok‖ örneğini sergileyerek<br />

manen tarihten kaybolup silinip gideriz. <strong>Marmaris</strong>‘te<br />

herkesle barıĢ ve kardeĢlik, dostluk, akrabalık duyguları<br />

içinde birlikte mutlu yaĢamak tek amacımız olmalıdır.<br />

Özetle: Sade bir vatandaĢ ve <strong>Marmaris</strong>li olarak<br />

proje sahiplerini ve buna destek verenleri yeniden<br />

düĢünmeye, hatta kirlenmeye ve kokuĢmaya hassas olan<br />

bu limanı korumaya dönük alınacak baĢka önlemlere de<br />

yardımcı olmaya davet ediyorum.<br />

‗Ek Mendirek Projesine‘ deprem evlerinin beĢ kata<br />

çıkarılmasına verdiğim tepkide olduğu gibi kocaman bir<br />

―HAYIR‖ kaydı koyuyor, <strong>Marmaris</strong> tarihine bunu önemli bir<br />

not olarak düĢüyorum. Bu güne kadar <strong>Marmaris</strong> için<br />

öngörülerimde ne yazık ki hep haklı çıktım. Aslında hep<br />

yanılmayı istedim ama maalesef olmadı. … 29.11.2005<br />

<strong>Marmaris</strong> Körfezine Soru: Neden durgun, yorgun, düĢüncelisin<br />

vefakar, cefakar, çilekeĢ körfez? Yanıt :‖Beni alttan, üstten, kirletip,<br />

kıyıdan, köĢeden doldurup küçültüyorsunuz. Sözde beni beğenip,<br />

övüp, seviyorsunuz. Sevmek yok etmek midir? Ben yorgun, üzgün,<br />

düĢünceli ve hasta olmayayım da kim olsun‖ …<br />

235


ECYAD KALESĠ VE DÜġÜNDÜRDÜKLERĠ<br />

Hafta içinde gazetelerin baĢ sayfalarında Suudi<br />

Arabistan Kralı Fahd‘ın emriyle Osmanlı eseri olan Ecyad<br />

Kalesinin buldozerlerle yıktırılıp yerine lüks bir otel<br />

inĢaatının baĢlayacağı haberi vardı. Bu olay,<br />

―Bazılarımıza kendi topraklarımızdaki tarihi ve kültürel<br />

eserlere değer vermezsek yurt dıĢındaki ecdadımıza ait<br />

olanlara da baĢkalarının hiç değer vermeyeceği‖<br />

yorumuna neden oldu.<br />

Bilindiği ve anımsanacağı üzere, Suudi Arabistan‘ın<br />

Mekke Ģehrinde 1781 yılında Kabe‘nin asi kabilelerden<br />

korunması için Osmanlı PadiĢahı Abdullaziz ve II.<br />

Abdülhamit zamanında hâkim bir tepedeki 23 dönümlük<br />

arazide inĢa edilmiĢ ‗Ecyad Kalesi‘ I. Dünya SavaĢında<br />

Türk Askerlerinin Garnizonu olarak kullanılmıĢ. Ne yazık<br />

ki 2002 yılında yıkılarak yerine gökdelen otel yapılarak<br />

buradaki 500 yıllık Türk Tarihi silinip yok edilmiĢtir.<br />

Geçtiğimiz yıllarda denizden yaptığımız <strong>Marmaris</strong>-<br />

Antalya turunda KaĢ-Demre arasındaki Kekova Adasını<br />

(Tersane Adası) ziyaret ettik. Burada mihrabı (apsis) daha<br />

önce ayakta durmakta olan bir Bizans kilisenin yıkılmıĢ<br />

olduğunu gördüm. Nedenini sorduğumda ―Lodos<br />

fırtınasında yıkıldı‖ denmiĢti. Aradan birkaç yıl geçti.<br />

Burayı yine bir turumda ziyaret ettim. Kilise ve yıkıntısının<br />

hala yerde kalmakta olduğunu gördüm. Çoğunluğu<br />

Hıristiyan olan ve kendi dinine ait bir yapının bu Ģekilde<br />

ayaklar altında olmasının turist üzerindeki olumsuz etkisini<br />

algılamıĢ olduğumdan bu bölgenin sorumluluğunu taĢıyan<br />

Antalya müze müdürlüğüne durumu bildirdim. ―Bu eser<br />

kilise olarak ziyaret ediliyor. Eskiden apsisi vardı. ġimdi<br />

bir yıkıntı halinde olumsuz izlenim veriyor. Biz sanki baĢka<br />

dinin ibadet edilen yerlerine saygılı davranmıyoruz<br />

Ģeklinde algılanabilir, bunu neden ayağa kaldırmıyoruz,<br />

tamir etmiyoruz; Ģayet bu mümkün değilse bu taĢ, tuğla,<br />

236


sıva yıkıntısını ortadan kaldıralım‖ dedim. ġimdi ismini<br />

anımsayamadığım Antalya müze müdürü önce güldü.<br />

Sonra, ―Bunu biz de biliyoruz. Bu ve buna benzer eserlere<br />

ne yazık ki müdahale edemiyoruz. Kilise kültür<br />

bakanlığının eski eserler, kültür ve tabiat varlıkları<br />

kategorisine alınarak kayda girmiĢse bununla ilgili iĢlemler<br />

ilgili ülke temsilciliği ve Kültür Bakanlığının bilgisi dahilinde<br />

yapılır. Yani bu konuda bir sürü yasal ve bürokratik usuller<br />

var. Diğer bir deyiĢle eski eserin tamamen ortadan<br />

kaldırılması suç sayılıyor‖ demiĢti.<br />

Kekova Adasında (Batık ġehir) bir kilise (mihrabı<br />

yıkılmadan önce)<br />

Kültür varlıklarının birçoğu atalarımıza veya<br />

onlardan önceki kavimlere ait olsa da, bunlar tarihi ve<br />

kültürel hazinelerimizdir. Bunlara, olgun yaĢtaki paralı ve<br />

aydın turistler daha çok değer verir, sıkça ziyarete<br />

gelirler. Bu gün, soğuk sıcak demeden, kıĢ yaz ziyaret<br />

edilen birçok kültür, tarih ve inanç turizmi için çok önemli<br />

ziyaret yerlerimiz vardır. Bunların birçoğu açık hava<br />

müzeleri Ģeklinde hiç dokunulmamıĢ bir durumda<br />

toprakaltı veya üstünde yatmaktadırlar.<br />

237


Rehber olarak konuya biraz yakın olduğumuz için<br />

1977 yılında emekli olarak geldiğimiz <strong>Marmaris</strong>‘te bu tür<br />

eserlerin korunması ve ziyarete açılması konusunda<br />

giriĢimlerde bulundum. Sarı Ana Türbesi, Kanuni‘nin<br />

yaptırdığı TaĢ Kemer Köprü, Kalenin altındaki Menzilhane<br />

(Sultan Galeri), Kale ve Müzesi, Yavuz Plajı, Günlük<br />

ağaçları, Antik Physkos, Amos, Sedir Adası ve daha<br />

baĢkaları hep dile getirdiğim, yazılarımda sıkça<br />

değindiğim yerler ve eserler oldu. O günden bugüne ne<br />

yapıldı? <strong>Marmaris</strong> Kalesinin restorasyonu ve Müze açılıĢı<br />

tam on yıl sürdü. Ağır pirinçten dökülmüĢ Osmanlı Topları<br />

henüz kale içine alınamadı. . Antik Physkos Ģehrine ait<br />

mermer sunak ve üzerleri yazılı kaideler yağmur ve güneĢ<br />

altında Kaymakamlık Lojmanı bahçesinde açıkta duruyor.<br />

Yavuz plajı, Günlük Ormanları ve doğusu Ģehre su<br />

yetmiyor diye sondaj ve çakıl dolgu malzemesi alma<br />

yerleri oldu. Kanuni‘nin kemer köprüsünü sel aldı. Sarı<br />

Ana Türbesi yenilenecek diye yıkıldı. Yerine küçük<br />

modern bir mescit açıldı. Eski tarihi vasfı kalmadı. Kalenin<br />

kuzeyindeki Menzilhane çamaĢırhane oldu. Deve taĢı<br />

kırılıp ortadan kaldırıldı. TaĢ Arkası (Eylik DaĢı) kayalıkları<br />

ve arkasındaki Kaktüs tepe çok kata dönüĢen deprem<br />

evleri ve TansaĢ binasının arkasında kalarak gözden<br />

kayboldu. Buranın deniz cephesine verdiği doğal görüntü<br />

yok edildi.<br />

Ben daha neler yazayım. Milli park olan günlük<br />

ormanı önü ve çevresi Marina, Sahil Güvenlik gibi<br />

iĢletmeler tarafından iĢgal edilip dolduruldu. Kanuni‘nin<br />

Rodos seferine çıkan askerlerinin kadırgalara bindiği<br />

‗Burunucu Rıhtımı beton ve kayalarla kapatılıp üzerine<br />

Liman Tesisi yapıldı. Bunlar yapılmalıydı, lakin tarihi ve<br />

doğal önemleri yüzünden en azından kenarına, köĢesine<br />

bir kitabe yazılıp geçmiĢi anımsatılabilirdi. Bu tür ben-biz<br />

yaptık odlulara batıda ‗Vandallık‘ deniyor. ―Kültürel<br />

eserleri ve doğayı korumak adına ne yapılabilir‖ sorusu<br />

hiçbir zaman akla gelmiyor. Genelde Ġlk düĢünülen rant ve<br />

238


çıkardı. Sadece <strong>Marmaris</strong>‘te değil ülke genelinde de<br />

durum değiĢik değildi. Ege ve Akdeniz kıyılarındaki yazlık<br />

denilen yoğun çirkin yapılaĢma bu konuda insanımızın<br />

bakıĢ açısını ortaya koyması açısından somut bir örnektir.<br />

Bunlara ‗hayalet evleri‘ (Ghost House) deniyor.<br />

Bu durumda Suudi Arabistan kralı Fahd‘ ın<br />

ülkesindeki Osmanlı kalesini yıktırıp otel yaptırıyor diye<br />

kızmaya hakkımız var mı? Veya Ecyad Kalesinin yıkımına<br />

tepki olsun için kaç kiĢi ve hangi hacı adayımız haç<br />

ziyaretini ertelemiĢtir? Suudi Arabistan‘a gidinceye kadar<br />

biz daha kendi <strong>Marmaris</strong> kalemizin çevresini tam<br />

düzenleyebildik mi? <strong>Marmaris</strong>‘i kent yapıp göç aldıran,<br />

sonra da altyapı ihtiyaçlarını karĢılayacağız diye her yıl<br />

yıkımdan, onarımdan kurtulabildik mi?<br />

Özetle belirtmek gerekirse; biz bırakın Echad<br />

Kalesini, kendi burnunuzun dibindeki eserlere sahip<br />

çıkmadık. Tarihi, kültürel ve sanatsal eser ve varlıkları<br />

olan ülke ve yerlerin daha çok turist çektiğini görüyor,<br />

biliyoruz. Sadece ―Sezon yok, bütün yıl turizm var‖<br />

demekle yetinenlerin sözleri maalesef iyi niyetle<br />

söylenmiĢ hatta aldatıcı olmaktan ileri geçemedi. 10<br />

Ocak 2002<br />

239


ĠLGĠNÇ BĠR ‘BABALAR GÜNÜ’ KUTLAMASI<br />

Yazdığım gazete idaresiyle çocuklarım ‗Babalar<br />

Günü‘ dolayısıyla bana bir sürpriz yapmak istemiĢler.<br />

Bunun ayrıntısını ve benim onlara yanıtımı burada ‗Mıstan<br />

Sokağı‘nın son bölümüne aldım. Bizler gibi tüm anne ve<br />

babalar da hissettiklerimizi mutlaka algılayacak,<br />

duygulanacaklardır.<br />

Oğlum Mustafa Kemal ile kızım ġule‘nin gazetede<br />

yayınlanan ‗Babalar Günü‘ kutlaması gazetenin 17<br />

Haziran 2006 tarihli yayınında çıktı. Benim onlara yanıtım<br />

ise 30 Haziran 2006 tarihlidir. Her iki yazının dizilip<br />

yayınlanmasında emeği geçen ‗ÇağdaĢ <strong>Marmaris</strong><br />

Gazetesi‖ yönetici ve çalıĢanlarına buradan tekrar<br />

teĢekkür ediyor, kutlama ve yanıtları aynen aĢağıda<br />

yayınlıyorum. Erol Uysal - 27 Aralık 2010<br />

EROL UYSAL’A KIZI ġULE VE OĞLU MUSTAFA<br />

KEMAL’ DEN BĠR SÜRPRĠZ VAR…<br />

Gazetemizin duayeni Erol Uysal‘a Babalar Günü‘<br />

nedeniyle bir sürpriz yapalım istedik. Erol Ağabeyimizin<br />

kızı ġule Aktepe (Uysal) ve oğlu Mustafa Kemal Uysal<br />

―Babalar Günü‖ nedeniyle babaları Erol Uysal‘a birer<br />

mektup gönderdiler. Bizleri derinden heyecanlandıran,<br />

sizleri de emin olun çok duygulandıracak olan örnek iki<br />

mektubu gazetemiz sayfalarından okutmak istedik. Haydi<br />

Ģimdi iki mektubu birlikte okuyalım…<br />

ġULE’nin mektubu<br />

Ġnsanlar bir ömrü birlikte tükettikleri, yaĢam<br />

sürelerinin önemli bir kısmını birlikte geçirdikleri, artık<br />

―Söylenecek ne varsa söyledik birbirimize‖ dedikleri<br />

240


insanlara, aslında hiçbir Ģey söylememiĢ oluyorlar.<br />

Nasıl desem, sürekli yanımızda olanlarla değil de,<br />

daha uzaktakilerle her Ģeyi paylaĢmıĢ oluyoruz.<br />

Hangimiz durup da her gün yemek yapan annemize<br />

―Annecim, daha birçok yerde yemek yiyorum ama<br />

hiçbir yemek seninki kadar büyük bir lezzet<br />

yaratamıyor, çünkü ben senin yemeklerinle karnımı<br />

doyurduğum kadar kalbimi de doyuruyorum‖<br />

demiĢtir? Zaten yemekten sonra böyle içli bir<br />

konuĢma yapsak annemiz içki içtiğimize hükmeder.<br />

Ya da hangimiz ―Ağbicim sen iyi ki varsın, bir<br />

sıkıntıya düĢtüğümde seni arayabileceğimi bilmek<br />

kadar güzel bir Ģey yok. Sen benim canım<br />

ağabeyimsin (Ablamsın-kardeĢimsin…) ―demiĢizdir?<br />

Bunlar sona saklanması, içimizde kalması gereken<br />

ifadelerdir ve genellikle asla söylenmeden taraflardan<br />

biri ölür. Oysa ben sevdiklerimle ilgili böyle bir son<br />

istemiyorum. Sevdiklerimin benim için ne ifade<br />

ettiğini ben ve onlar yaĢıyorken söylemek istiyorum.<br />

Diyeceksin ki, ―Eee, bize ne bundan, otur mektup yaz<br />

o zaman‖, haklısınız, ama ben bunu tüm <strong>Marmaris</strong>‘in<br />

bilmesini istiyorum. Belki o zaman herkes evladı,<br />

kardeĢi, karısı, sevdikleri için bunun ne ifade ettiğini<br />

sorgular ve kendi hislerini henüz herkes sağken<br />

söyleme cesareti bulur.<br />

Elbette daha gençken, babamın zaten yapması<br />

gerekeni yaptığını düĢünür, onu diğer babalardan<br />

pek de ayrı tutmazdım. Hatta ―Az harçlık veriyor, çok<br />

disiplinli davranıyor, akĢamları dıĢarı çıkmama izin<br />

vermiyor‖ diye onu suçlardım da. Oysa ben daha o<br />

yıllarda babasıyla sabah saat altıda balığa giden tek<br />

kızdım. Daha on sekizimi doldurmama bir yıl varken<br />

Karaca‘nın toprak yolunda araba kullanmayı<br />

241


öğrenmiĢtim. Ġngiliz aile dostlarımız vardı.<br />

Ġngilizcedeki ‗The‘ nın ―Belirli harfi tarif‖ olduğunu<br />

biliyordum. Sabahları TRT‘nin klasik müziği ve<br />

babamın gazete yazılarını yazdığı daktilo sesiyle<br />

uyanıyordum. Bütün çarĢı esnafının erkek olduğu bir<br />

zaman diliminde dükkânı öğleden sonraları küçük bir<br />

kız çocuğu olarak çeviriyordum. Derken, <strong>Marmaris</strong>‘te<br />

ilkokuldan mezun olduktan sonra kendimi Ġzmir Türk<br />

Koleji‘nde buldum. Kamil amcamın kızı Yelda ile iyi<br />

bir eğitim almamız için bu okula kaydımız yapıldı. Yıl<br />

1985‘ti ki o zamanlar sadece alıĢveriĢ yapmak veya<br />

ciddi sağlık sorunları olduğu zaman gidilen Ġzmir‘e iki<br />

kız okumak için gelmiĢtik. Birçok yakınımız, kız<br />

çocuklarının aileden ayrılmasının çok yanlıĢ<br />

olduğunu söyledi, babam ve annemin bu kararını<br />

macera olarak gördüler. Ama babam ve amcam bu<br />

tepkilere göğüs gerdiler. Ve ailemden ayrı yatılı hayat<br />

günleri baĢladı.<br />

O yaz tatile geldiğimde babam, ―<strong>Marmaris</strong><br />

Turizm Tanıtma Bürosuna git ve öğrendiğin<br />

Ġngilizceyi kullan‖ dedi. Böylece hem yaz tatilimi<br />

öldüren babama kızıyor, hem de neden bedava<br />

çalıĢtığımı anlamaya gayret ediyordum. Sonraki yaz<br />

Dalyan turuna rehber olarak gitmeye baĢladım. Bir<br />

sonraki yılın yazında kendimi babamla birlikte<br />

Ankara‘da Turizm Enformasyon sınavında buldum.<br />

Sınavı kazandım. Ne zaman yanımda çeyiz, evlilik<br />

lafı geçse suratı değiĢiyor, anneme ―Böyle Ģeylerle<br />

çocuğun kafasını doldurma Gülsen‖ diyordu. Sanki<br />

benim için hedeflediği bir kıvam varmıĢ da, ben o<br />

kıvama gelmeden elinden gitmemden korkuyordu.<br />

Üniversiteyi kazanınca derin bir oh çekti. Hele<br />

mesleğe baĢladığımda bana gülüĢü değiĢti. Yüksek<br />

242


lisansı kazanıp tezimi birlikte hazırlarken artık iki<br />

meslektaĢtık. Ve ben sıradan bir babam olmadığını<br />

biliyordum. <strong>Marmaris</strong>‘e üç boy büyüktü mesela. Onu<br />

rehberlik yaparken dinleyip de utanmayacak ateĢe<br />

yoktur. Çünkü çok azı 40–50 kiĢilik gruplara sahip<br />

olduklarımızı anlatabilecek gurura, milliyetçiliğe,<br />

bilgiye ve etkileyiciliğe aynı anda sahiptir. Ben<br />

<strong>Marmaris</strong> gibi paranın döndüğü bir yerde bana<br />

paranın sadece araç olduğunu öğretebildiği için,<br />

bütün öğünlerde bizimle yemek yiyip sohbet ettiği<br />

için, çağına meydan okuyup beni bir erkek gibi<br />

dirayetli yetiĢtirdiği için, insanın memleketine karĢı<br />

sorumlulukları olduğunu, bunun için gazetelere<br />

yıllarca parasız yazı yazmak gerekebileceğini<br />

gösterdiği için, yaĢadığı yer milyarlarca para<br />

değerinde de olsa eĢiyle gün batımında dedelerinin<br />

yerinde kahve içmenin paha biçilemez olduğunu<br />

bilmemi sağladığı için, henüz bir yılan cenneti iken<br />

Karacadaki tarlayı tüm ailenin kucaklaĢma yeri haline<br />

getirdiği için babama minnettarım. Bir daha dünyaya<br />

gelsem yine onun evladı olmak isterdim. Onun kızı<br />

olmak kesinlikle bir ayrıcalık. Canım babam, babalar<br />

günün kutlu olsun!<br />

Not: Annecim, bana sakın gücenme, dilerim bir<br />

gün seni de sana anlatma Ģansım olur. Kızınız ġule<br />

Aktepe (Uysal) 17.06.2006<br />

Mustafa Kemal’in mektubu<br />

Baba, seninle ilgili ilk hatırladığım elinde bir<br />

akordeon, bizim sana ―Hadi baba Ģimdi de Hatırla<br />

Sevgilim‘i çal, söyle‖ dememizdir. ġark‘taydık. Erzurum-<br />

243


Kandilli geceleri, dıĢarıda kar vardı. Sonra Ankara,<br />

Karaoğlan ve Kıbrıs, karartma, ilk siyah beyaz televizyon<br />

ve Belçika-Brüksel günleri. KomĢumuz Ġtalyan Madam<br />

Georgia‘nın bana Fransızca ders vermesini hatırlıyorum.<br />

Kadın Fransızca saymayı öğretirdi de hep on sayısını<br />

unuturdum. Yine bir gün sayı saydırırken bana dizini<br />

iĢaret ettin. Ben de tam Türkçe aksanıyla ―diz‖ deyiverdim.<br />

Dünyaları unutsam Fransızcadan unutmayacağım<br />

kelimedir 10 sayısı...<br />

Yaz tatilinde bütün Avrupa‘yı dolaĢan kaç kiĢi vardır<br />

ki bu dünyada? ―Yine direği, yanlıĢ yere taktık Gülsen‖<br />

diyerek bir çadırı kurmanızı izlerdik. ġule ile bana<br />

anlattığın masalların meĢhurdur senin: Ünlü ‗Mıttak‘<br />

hikâyeleri, kız mıydı, oğlan mıydı hiç bilemedik onu. Evde<br />

harici elbisenin ceket düğmelerini parlatırken eve dolan<br />

kavil kokusu giyime verdiğin önemi hatırlatır hep. Ne<br />

zaman metal parlatıcı görsem kokusunu senin kokun<br />

olarak duyumsarım. Sonra bıyık bıraktın. ―Babamızın<br />

bıyıkları çııık-mıĢ ― tezahüratı o günden kalmadır.<br />

Saint Joseph kapısında annemle sınav çıkıĢı beni<br />

sorgulamanızı unutmak mümkün mü? ―Ne<br />

sordular?‖demiĢtiniz de 150 soruluk koca sınavdan<br />

aklımda kalan tek coğrafya sorusunu ―Türkiye‘ye en uzun<br />

kara sınırı olan ülkeyi sordular‖ demiĢtim. Yanıtım<br />

Suriye‘ydi. Annem ―Yunanistan‖ dedi. Sen de ―Hadi len,<br />

Irak olacaktı‖ demiĢtin. Sonra yarım saat yok Yunanistan,<br />

yok Irak diye kavga etmiĢtiniz. Allah‘tan soruyu bilip okulu<br />

kazanmıĢtım.<br />

Sen oğlunu kolejde okutmak için arabanı satan<br />

adamsın. Yıllar sonra aldığın gıpgıcır arabayı da sonuna<br />

kadar açık bir teybin ―Komançerooo!‖ kasetini değiĢtirirken<br />

devirip ıskartaya çıkardığımı itiraf etmeliyim. Bu durumda<br />

sana en az iki araba borçlu oluyorum galiba baba. Aslında<br />

bana arabayı sen öğretemedin. Ne zaman hata yapsam,<br />

bir güzel saydırırdın da ben de o araba dersinden nefret<br />

244


ederdim. Mübarek bir emekli Astsubay arkadaĢın adı<br />

Nurettin miydi? ĠĢi iki seansta bitirmiĢti.<br />

IĢıklar Askeri Lisesine giriĢte haki eğitim elbisesiyle<br />

sizi nizamiyeye uğurladığımı hatırlıyorum. Bir anda nasıl<br />

yalnız kalmıĢtım. Yalan yok, asker olmayı çok istemiĢtim.<br />

Annemle Bursa‘dan <strong>Marmaris</strong>‘e kadar ağlaya ağlaya eve<br />

dönmüĢsünüz. Sonra da her izin dönüĢünde TaĢlık‘taki<br />

Pamukkale yazıhanesinde annemle beni uğurlardınız. O<br />

zamandan beri otobüsle uğurlanmaktan nefret ettim. Hep<br />

içimde bir yalnızlık düğümlenir oldu. 1991-94 oğlun<br />

ġark‘ta. Helal olsun, nasıl dayandın? Annem her saat<br />

televizyonda haber kollarmıĢ. Ne zaman bir yerde çatıĢma<br />

ve Ģehit var, anneme, ―Saçmalama Gülsen, aramızda<br />

önce en yaĢlı annen var, herkes sırasıyla gidecek‖ deyip<br />

kestirip atarmıĢsın. Haklı çıktın da sadece bizim ocak için<br />

haklıydın. Sırasız çok vatan evladı melek olduydu, hala da<br />

olurlar da, ben neden olamadım diye suçlanırım bazen…<br />

Düğünüm çocuğum, çocuklarım Hep yanımdaydın.<br />

Hep benimleydin. Issız dağ baĢlarında da hep beni<br />

gözlerdin. Hala da gözlersin. Memleket meselelerinde,<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in sorunlarında, Ġngilizce sınavlarında, balığa<br />

gitmelerde, tercüman rehberlikte, kaptanlıkta,<br />

bahçıvanlıkta, hayatta neyi hiç sevmedin söyleyeyim.<br />

Dükkan beklemeyi sevmedin, sevemedin. Bu adam benim<br />

babam, <strong>Marmaris</strong>li, 69 yaĢında ve yılda en az yüz makale<br />

yazar, en az 127 bin km. yol kat eder, hızlı yürür, zavallı<br />

annem ona yetiĢmek için koĢmak zorunda kalır. KoĢmayı,<br />

hayata susamayı, kana kana içmeyi biz ondan öğrendik.<br />

Tarihi olana, eski olana saygı duymayı, doğayı korumayı<br />

ondan öğrendik. Öğrenmesek de, bütün bunları<br />

yapmamıĢ olsan da biz seni yine sevecektik Sen dünyaya<br />

sevilmeye gelmiĢsin. Seninle gurur duyuyorum. Ama<br />

daha da fazlası seni sıcacık bir kucak kadar candan<br />

seviyorum. Babam benim…Oğlun Mustafa Kemal<br />

17.06.2006<br />

245


Erol Uysal’ın ÇOCUKLARINA Yanıtı<br />

Geride bıraktığımız 18 Haziran Pazar günü ‗Babalar<br />

Günü idi. Çocuklarımız Mustafa Kemal ve ġule bana bir<br />

sürpriz yapmıĢlar. Bunlara, ‗çocuk‘ desek de Ģimdi biri kırk<br />

41, diğeri ise 35 yaĢındalar. Kendilerinin 10 yıllık baba ve<br />

anne olmalarına çok az zaman kalmıĢ. Artık onlar da<br />

Ģairin tanımladığı yaĢ ortalaması olan 35‘i devirdiler. Dilek<br />

ve duamız, tüm çocukların, tabii ki anne ve babalarıyla<br />

birlikte yaĢayıp sağlıklı ve uzun ömürlü olmasınadır.<br />

Bizim bu koca çocuklar ‗Babalar Günü‘nü bu defa<br />

değiĢik bir yöntemle kutlamak için halen birbirlerine uzak<br />

ve ayrı Ģehirlerde olmalarına karĢın önce kendi aralarında<br />

ve sonra da yazdığım gazete sahibiyle kurdurdukları<br />

iletiĢim sonrası ayrı hazırladıkları yazıları önceden<br />

gazeteye göndermiĢler. Tabii ki benim bundan haberim<br />

yok. Çünkü o günlerde Karaca‘da tarladaki ağaçların<br />

bakım ve sulanmasıyla meĢguldüm.<br />

Babalar Günü‘nden bir gün önce, yani Cumartesi<br />

günü Karaca‘dan <strong>Marmaris</strong>‘e döndüm. Arabamı oto parka<br />

bıraktıktan sonra eve yaya giderken ‗ÇağdaĢ <strong>Marmaris</strong><br />

Gazetesi‘nin önünden geçiyordum. Gazete sahibi Sayın<br />

Saadet Berber her zamankinden biraz daha farklı ve<br />

heyecan içinde benim gazeteye kadar gelmemi rica etti.<br />

Ben de kabul edip birlikte gazete çalıĢma odasına girdik.<br />

Doğrusu ben de merak etmiĢtim. Daha oturmadan ―Biz<br />

de bir emanetiniz var, çocuklarınızdan geldi‖ deyip elime<br />

bir gazete tutuĢturdu. ―Bu günkü gazetede çocuklarınızın<br />

size bir sürprizi var. Lütfen bunu akĢam evde Gülsen<br />

hanımla birlikte okuyun‖ dedi. Çok merak edip hemen<br />

oracıkta gazetenin sayfalarını karıĢtırıp baĢlığı büyük<br />

puntolarla yazılmıĢ ‗Mektup‘ yazıyı görünce hızlıca iki<br />

paragrafını okudum. Duygulanıp geri kalanını okumakta<br />

zorlanacağımı hissedince izin isteyip teĢekkür ederek<br />

―Bunu evde okumam daha iyi olacak‖ deyip evin yolunu<br />

tuttum.<br />

246


Meğer gazete Gülsen‘e sabah ulaĢtırılmıĢ. Ben de<br />

ona sürpriz yapmak istiyordum. Daha üstümü<br />

değiĢtirmeden çocukların mektubunu bir solukta okudum.<br />

Okurken duygulanıp Gülsen‘i kucakladım. O da ağlamaya<br />

baĢladı. Ġkimizde birbirimize ―ĠĢte bizim çocuklarımız, iĢte<br />

bunlardan da bu beklenir‖ deyip mektubu tekrar okuduk.<br />

Yolda rastladığımız ve yazıyı okuyan dostlarımız bizzat<br />

veya telefonla duygulandıklarını söyleyip bizi kutladılar.<br />

Çocuklara yanıt vermemiz gerektiğini düĢündüm.<br />

EĢime Ģaka yollu ―SataĢma var‖ deyip hemen kaleme<br />

sarıldım. Ne de olsa onlar da baba, anne oldular. ĠĢte<br />

yanıtım…<br />

Sevgili yavrularım. Biz de sizi çok seviyoruz.<br />

Ġnanıyorum ki; tüm çocuklar anne ve babalarını çok<br />

severler. Baba ve anaların çocuklarından beklediği güzel<br />

ahlak, olumlu düĢünce, insan ve doğa sevgisi ve bunlarla<br />

iletiĢimde çağdaĢ ve bilimsel yaklaĢımlara yer verip,açık<br />

ve net tutum sergilemek arzu edilen ve beklenen<br />

erdemlilik değil midir? Zaten bunlar varsa karĢılıklı sevgi<br />

ve saygı kendiliğinden olur.<br />

Ġnsan yaĢamında maddiyattan ziyade manevi<br />

değerler daha önemlidir. Sizinle, dünyaya geldiğinizden<br />

beri yaĢadığız ve yaĢamakta olduğumuz süreç sayısız<br />

anılarla, güzel paylaĢımlarla doludur. Bunların bazılarına<br />

kısaca değinip önce Mustafa Kemal‘den baĢlayayım. Ne<br />

de olsa atalarımız ―Su küçüğün yol büyüğün‖ demiĢler. Bu<br />

ve yaĢam bir yöntem bir yol ise sanırım teĢbihte hata<br />

yapmıĢ olmuyorum.<br />

Oğlum Mustafa Kemal;<br />

1960‘lı yılların ikinci yarısında yürümeye<br />

baĢladığında, o zaman evimizdeki siyah-beyaz TV‘de<br />

yayın sabah baĢlar, akĢam biterdi. .Yayın baĢı ve<br />

sonunda Anıt Kabirdeki bayrak töreni gösterilirdi. Sen de<br />

ekranda görünen askerler gibi evde esas duruĢa geçer,<br />

247


ellerin ve kollarınla sanal göndere bayrak çekerdin.<br />

Evimizde o anda misafirler varsa, ―Bu çocuk mutlaka<br />

asker olur‖ derlerdi. Çocukluğunda zannederim biraz da<br />

ben seni ‗Militarize‘ ettim. Sizi tanklara, tören ve<br />

kutlamalara götürürdüm. Bir keresinde birlikte nöbetçiyken<br />

oturduğumuz kerpiçten yapılma toprak evden sefer tasıyla<br />

annenin hazırladığı yemeği getirirken eldiven takmadığın<br />

için soğuktan parmakların donmuĢtu. Eski durumuna<br />

gelmesi için ellerlini hayli ovuĢturmuĢtum. Sonrasında da<br />

annen baĢımın etini yemiĢti. Ama bu iĢi isteyerek ve<br />

severek yaptığın için hiç umursamamıĢtın. Yine birinde<br />

Erzurum‘dan yıllık izinle <strong>Marmaris</strong>‘e geldiğimde ateĢlenip<br />

hasta olunca, rahmetli babaannen ―Bu çocuğa bu ad (<br />

Atatürk‘ün adını kastederek) biraz ağır geldi, yavrum adını<br />

kaldıramıyor herhalde‖ demiĢti.<br />

Ġlköğretimin bir bölümüne Belçika-Brüksel‘de devam<br />

ettin. Orta öğretimi Ġzmir St. Joseph‘te yaptın. Birinci<br />

dönem karnende sadece müzik dersinden zayıfın vardı.<br />

Müzik öğretmeni sana ‗Çanakkale Türküsü‘nün solfej<br />

olarak notalarıyla okunması ödevini vermiĢti. Buna evde<br />

birlikte çalıĢtık. Her defasında es‘i atlıyordun. Aynı hatayı<br />

tekrarlayınca ―Es eĢĢekoğlu eĢĢek es‖ diye bağırınca<br />

yandaki komĢular ―Erol Beye bir Ģey mi oldu‖ deyip kapıya<br />

gelmiĢlerdi…<br />

Ortaokulu bitirince Ġstanbul GS Lisesine gitmeni<br />

istemiĢtik. Sen askeri okulu istedin. O günlerde sivil<br />

okullarda anarĢi ve karıĢıklık olduğundan senin tercihine<br />

karĢı durmadık. Ġmtihanı kazanıp IĢıklar Askeri Lisesine<br />

seni teslim etmeye gittiğimizde daha okula katılır katılmaz<br />

sıfır numara saç kestirip eğitim elbisesi içinde karĢımıza<br />

çıkmıĢ, annenle öğrencilerin arasında ağlamamak için<br />

kendimizi bayağı zorlamıĢtık. Ardından, bu duygu yüküyle<br />

yas tutarcasına Bursa‘dan <strong>Marmaris</strong>‘e dönmüĢtük.<br />

Sevgili oğlum; Yıllar geçip gidiyor. Geçen yılların<br />

çocuk Mustafa Kemal‘i sen Ģimdi kurmay yarbaysın.<br />

248


Seninle gurur duyuyoruz. Bu güne kadar olduğun gibi<br />

vatanına, Ģanlı Türk Ordusuna ve ailene layık, sağlık ve<br />

mutluluk içinde yaĢamana duacıyım. EĢin, kızım (Gelinim)<br />

sevgili Emel, dünya tatlısı akıllı yavruların, torunlarım Erol<br />

ve Kaya ile sağlık, mutluluk ve baĢarı dolu bir yaĢam<br />

diliyor, gözlerinden öpüyor, yolun ve Ģansın açık olsun!<br />

Babanız Erol Uysal<br />

Kızım ġule;<br />

Doğumun, Erzurum‘da karlı ve tipili eksi 36<br />

derecede, yollarda kar kalınlığının 35 cm. olduğu bir<br />

günde oldu. Görev yaptığım Kandillideki garnizondan bir<br />

Pazar günü sabahı annenin doğum sancısı baĢlayınca<br />

Erzurum‘a askeri ambulansla gitmiĢtik. Aracın içinde<br />

annenin ellerini sıkıca tutmuĢ ―Ha gayret Gülsen, az<br />

kaldı, sabret, diĢini sık‖ diyordum. Kar ve tipi yüzünden<br />

normal zamanda 45 dakikada alınacak yolu bir buçuk<br />

saatte aldık. Aslında doğumun yolda olabilirdi. Annenin<br />

gösterdiği gayret kadar sen de bize anlayıĢlı<br />

davranmıĢtın. Yoksa Ģimdi olmayan sertifikalarım içinde<br />

‗Doğum yaptırma belgesi‘ de evimizin duvarında asılı<br />

olurdu…<br />

Hastaneye varır varmaz on beĢ dakika içinde<br />

doğmuĢ, gözlerini hayata ve bize açmıĢtın. (20 Aralık<br />

1970) O zaman çocuğun cinsiyeti önceden bilinmezdi. Ne<br />

yalan söyleyeyim, lojmanlardaki arkadaĢların hanımları<br />

birbirimizi ziyaretlerde Gülsen‘in karnına bakarak ―Bu<br />

çocuğunuz da erkek olacak‖ deyince bizi<br />

koĢullandırmıĢlar, ben de ağzım kulaklarımda bu<br />

öngörüden memnuniyet duyup belli etmemeye gayret<br />

göstermiĢtim. Hani ―Sağlıklı olsun da kız oğlan fark<br />

etmez‖ geyikleri gibi... HemĢireler, ‖Erol Bey kızınız oldu,<br />

görebilirsiniz‖ deyince içeri girerken sanki bir burukluk<br />

yaĢadım. Annenin kucağında seni görüp ikinizi de<br />

alınlarından öperken sen ağlıyorken birden bana bakıp<br />

249


gülücük vermiĢtin. O anda sevinç ve mutluluğumu tarif<br />

etmek imkansızdı. Sanki dünyalar benim oldu.<br />

Erzurum-Kandilli‘de kıvırcık, kumral saçları olan,<br />

hareketli, pusette oturmayı sevmeyen, çok canlı bir kızdın.<br />

Bir yıllık izin dönüĢü <strong>Marmaris</strong>‘ten otobüse binmiĢtik.<br />

Önce Ankara‘ ya, oradan da trenle Erzurum‘a gidecektik.<br />

Daha otobüse biner binmez ağlamaya baĢladın. Diğer<br />

yolcuları rahatsız ediyoruz diye ön koltuklardaki yerimizi<br />

arkadakilerle değiĢip seni bir battaniye içinde uyutmak için<br />

annenle beraber arka sahanlıkta sallamaya baĢladık. Yine<br />

uyutamadık. Muğla‘da verilen molada hemen eczaneye<br />

gidip bir ilaç aldım. Ġlacı suda eritip sana içirmeye çalıĢtık.<br />

Sanki ilaç ters etki yaptı. Ankara‘ya kadar sen yine doğru<br />

dürüst uyumadın. Uykusuzluktan biz uyuyunca sen<br />

koltuktan aĢağıya düĢmüĢsün, seni kucağımızda<br />

görmeyince de paniğe kapılıp koltukların altında aramaya<br />

baĢladık. Sonunda önümüzdeki koltuğun altında bulduk.<br />

Bu durumda ne tren ne de otobüsle gidemezdik.<br />

Doğrudan taksiyle Esenboğa Hava Alanına gidip durumu<br />

iĢletme müdürlüğüne anlattım. Ġstanbul‘dan gelen<br />

Erzurum uçağından 3 koltuk için bilet bulabildim. Sen de<br />

ayakta biletli yolcu olduğundan hosteslerin kucağında ilk<br />

uçuĢu yaptın. O zaman çok modern sayılan DC-9<br />

uçağıyla zamanında Erzurum‘a indik. Kandilli otobüsüne<br />

gün batımı bindiğimizde sen tüm bir gece ve bir gündüz<br />

uykusuzluğunu bu kısa otobüs yolculuğunda gidermiĢtin.<br />

ġule, seninle çok güzel ortak anılarımız var. Bunları<br />

buraya sığdırmak olası değil. Bir Babalar Gününde bana<br />

böylesine sürpriz hazırlama düĢüncesinin senden<br />

geldiğini düĢünmüĢtüm. YanılmamıĢım. ġimdi bakıyorum<br />

da, okulunu, öğretmenlik mesleğini, çocukları, insanları,<br />

hayvanları ve doğayı seviyorsun. ÇağdaĢ, çalıĢkan,<br />

öğrencileri tarafından sevilen, sayılan bir edebiyat<br />

öğretmenisin. Okullar ve öğretmenler arası kompozisyon<br />

yarıĢmalarında derecelerin var. Bunları yerel gazete<br />

yazılarımda gururla yayınlıyorum.<br />

250


Bana balıkçılık arkadaĢlığı yaptın. Üniversite<br />

bitirme ve Yüksek Lisans Tez çalıĢmaları için benim gibi<br />

çok sevdiğin <strong>Marmaris</strong>‘i konu seçtin. Ben de sana bu<br />

tezler için yaptığımız yerinde geziler ve çalıĢmalarda<br />

yoldaĢlık, arkadaĢlık yaptım.<br />

Kızım ġule; Ağabeyin ve senin iyi yetiĢmenizde<br />

annenizin büyük emeği vardır. Size bu yanıtımın gazetede<br />

yayınlanacağı 30 Haziran 2006 Cuma günü annenizin<br />

doğum günüdür. Gülsen‘in yaĢ gününü kutlarken bana,<br />

ailemize sizler gibi çocuklar kazandırdığı için annenize,<br />

sevgili eĢim Gülsen‘e teĢekkür ediyor, onu sevgiyle<br />

kucaklıyorum. Seni, damadım Hayrettin‘i oğlunuz torunum<br />

Barbaros‘u öpüyor, sizlere ömür boyu sağlık, mutluluk ve<br />

baĢarı diliyorum. Sağ olun. Var olun!<br />

Erol Uysal- 30.06.2006<br />

251


KĠġĠ SEVMEYE GÜCÜN VAR MI?<br />

Yukarıdaki ―KiĢi sevmeye Gücün Var mı‖ tümcesi<br />

‗ÇağdaĢ <strong>Marmaris</strong> Gazetesi‘nde 29 Nisan 2005‘te<br />

yayınlanan köĢe yazımın baĢlığıdır. Ancak, bu baĢlık<br />

bana ait değildir. 23 Nisan 2005 tarihinde aramızdan<br />

ayrılıp manevi dünyasına göçen değerli büyüğümüz<br />

Emekli Büyükelçi Özdemir Benler‘in oğlu Ahmet‘in mezar<br />

taĢındaki yazıdır bu…<br />

Sevgili Özdemir Ağabeyimiz bir Ermeni katilin kahpe<br />

kurĢunlarına hedef olup Ģehitlik mertebesine ulaĢan oğlu<br />

Ahmet Benler‘le yan yana Armutalan mezarlığında ebedi<br />

uykularına çekilmiĢ yatmaktadır.<br />

YaĢamında evlat acısını kalplerine gömen Benler<br />

ailesinin evladı Ahmet‘in mezar taĢına yazdırdıkları<br />

sıradan bir kitabe, yazıt değil, adeta insanlığa bir<br />

mesajdır.‖KiĢi Sevmeye Gücün var mı?‖<br />

83 yaĢında aramızdan ayrılan değerli büyüğümüzün<br />

<strong>Marmaris</strong> <strong>Belediyesi</strong>nin yayınlamakta olduğu Aylık Tarih<br />

Bültenine konuk edileceğini öğrenince, kalıcı olması için<br />

ölümünden 3 gün sonra yayınlanan ve Ģimdi aradan<br />

neredeyse 5 yılın geçtiği aĢağıdaki gazete yazımı anılan<br />

bültende yayınlanması için gönderdim. Sayın Özdemir<br />

Benler‘i ve oğlu Ahmet‘i bir kez daha rahmetle anıyorum.<br />

Erol Uysal- 27.12.2010<br />

KĠġĠ SEVMEYE GÜCÜN VAR MI?<br />

Değerli ağabeyimiz Emekli Büyükelçi Özdemir<br />

Benler‘i 25 Nisan 2005 tarihinde kaybettik. Ailesine,<br />

252


ÇağdaĢ <strong>Marmaris</strong> Gazete çalıĢanlarına, Armutalan ve<br />

<strong>Marmaris</strong>li dostlarına baĢsağlığı diliyorum.<br />

Sevgili Özdemir ağabeyimizin vefatından 4-5 ay<br />

önceki bir yazımda onun adı geçmiĢti. Bir keresinde,<br />

―Ġlerleyen yaĢına rağmen gazeteye haftada iki gün yazı<br />

gönderir, eli kalem tutan diğer dostlarını da yazmaya<br />

teĢvik eder‖ demiĢtim. Diğer bir yazımda da yazı baĢlığı<br />

yaptığım oğlu Ahmet‘in mezar taĢındaki kitabesine<br />

değinmiĢtim.<br />

Rahmetli Özdemir Ağabeyin doğa, çevre, iç ve dıĢ<br />

politika, turizm gibi konularda yazdığı yazılarda belirli bir<br />

ölçü ve düzey vardı Yazılarında kiĢi ve kurum adlarına yer<br />

vermez, verse de adları geçenlere bir eleĢtiri veya<br />

sitemde bulunulacaksa onu çok yumuĢak ve kırmadan<br />

yapar, bize de bunu önerirdi. Genellikle yapıcı,<br />

cesaretlendirici bir üslubu vardı.<br />

Bazı derneklerin baĢkanlığını yaptığım yıllarda<br />

değerli eĢi Jale Hanım ve Özdemir Ağabeyi bazı<br />

etkinliklerimize davet etmiĢtik. Kibarca bunu istemediler.<br />

Bilindiği üzere Benler ailesi Hollanda-Lahey‘de Büyükelçi<br />

iken oğlu Ahmet bir Ermeni suikastçının kahpe<br />

kurĢunlarına hedef olup Ģehit olmuĢtu. (12.10.1979) NaĢı<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e getirilerek Armutalan mezarlığına defnedildi.<br />

Benler ailesi emekli olduklarında oğlunun yakınında ve<br />

çok sevdikleri <strong>Marmaris</strong>‘te olmayı isteyerek Armutalan‘a<br />

yerleĢtiler.<br />

O yıllarda hızını daha da arttıran Ermeni tedhiĢ<br />

örgütleri dıĢ görevdeki temsilcilerimizi hedef alarak<br />

birçoğunu hunharca katletmiĢ, ülke çapında nefret<br />

duygularımızın tavana vurmasına neden olmuĢtu.<br />

Ermenilerin ―Sözde Ermeni Soykırımı‖ adına dünyada<br />

açtıkları kampanya yalan ve asılsız iddialar üzerine<br />

kurulmuĢtu. Bu kampanyalar bazı ülkelerde zemin ve<br />

anlayıĢ bulmuĢ, bu ülkelerle ikili siyasi ve ekonomik<br />

iliĢkilerimiz zedelenmiĢti. Yine o günlerde, gerçek dıĢı<br />

253


suçlamaları ve bunlara destek olan ülkeleri kınamak için<br />

<strong>Marmaris</strong>‘te de bir platform oluĢturmak istedik. Özdemir<br />

Ağabeyimizi de dolaylı yollardan bu etkinliğin içinde<br />

görmeyi düĢledik. Kibarca katılamayacağını söylemiĢti.<br />

Kavga değil barıĢ yanlısıydı. GeçmiĢin kin ve nefretini bu<br />

güne taĢımak istemiyordu. Kendisini iyi anladım ve<br />

görüĢüne saygı duydum.<br />

Bir dostumuzun vefatı nedeniyle Armutalan<br />

mezarlığında Özdemir Ağabeyin mezarını ziyaretimde<br />

oğlu Ahmet‘in mezar taĢında ―KiĢi sevmeye cesaretin var<br />

mı‖ kitabesi yazılıydı. Bu yazıt, hümanist bir insan olarak<br />

Özdemir Benler‘i tanımlayan kısa ve anlamlı bir kanıttı.<br />

O günlerde yazar ve Ģair Özdemir Ġnce‘nin Hürriyet<br />

Gazetesindeki 24 Nisan 2005 tarihli köĢe yazısı ilgimi<br />

çekti. Yazı uzundu ama tamamını okudum. Anılan<br />

yazıdan bazı bölümleri burada okurlarımla paylaĢmak<br />

istiyorum.<br />

Sayın Ġnce, 1 Mayıs 1979‘ da Atina‘da Dafni<br />

<strong>Belediyesi</strong>nin bir etkinliğine davet edilmiĢ. YetmiĢ yaĢını<br />

dolduran Yunanlı Ģair Yannis Ritsos‘un yaĢ günü<br />

kutlanacakmıĢ. Sayın Ġnce davete katılmıĢ. Kutlamada,<br />

Sayın Ġnce yabancı dilde yayınlanan ilk kitabını katılanlara<br />

imzalayıp veriyormuĢ. YaĢlı bir kadın Sayın Ġnce‘ye<br />

yaklaĢarak tercümanı aracılığıyla kendini tanıtmıĢ.<br />

Ġnce‘nin imzaladığı kitabın sayfalarına bir göz attıktan<br />

sonra, ―Ġyi Türkler de vardır‖ demiĢ. Sayın Ġnce bu ifade<br />

karĢısında adeta yıkılmıĢ. Bir yazısında aynen Ģu<br />

ifadelere yer vermiĢti:<br />

‖Yüreğimin bir el bombası gibi patladığını hissettim.<br />

Gözlerim buğulandı. Ġnsanlığın evrensel kardeĢliğine<br />

inanması gereken bir Yunanlı komünist bana iyi Türkler<br />

de vardır, yani çoğunluğu kötüdür demek istiyordu. ġimdi<br />

biz ―Ġyi Yunanlılar da vardır, iyi Ermeniler de vardır, iyi<br />

bilmem….ler de vardır desek bir kusur iĢlemiĢ sayılmayız,<br />

ama bunu demiyoruz, demeyiz de‖…<br />

254


Ama, Sayın Ġnce yaĢadığı bu üzücü olayın ardından<br />

1979 yılı Mayıs ayında Yunanistan‘ın Hydra Adasına gidip<br />

sıkıntısını aĢağıdaki ―Ġrdeleme‖ ye dökmüĢ:<br />

―Her Ģey bana altmıĢ yıl öncesini anımsatıyor;<br />

Neden gelmiĢlerdi, nasıl gittiler?<br />

Onlar neyi unutmamıĢlardı, çağlar boyunca?<br />

Unutmayanlar var, bizde de, burada da.<br />

Çanlar çalıyor, güzel bir kız bakıyor bana,<br />

Bir acıyı, bir yanlıĢlığı yaĢıyorum burada,<br />

Hele ‗Ġyi Türkler de vardır‘ dedikleri zaman,<br />

Sormak gerek onlara: ‗Nedir iyi Türk olmak‘ ya da<br />

‗iyi bilmem ne olmak‘ ?<br />

Bence, horozların sabah sesiyle uyanmak, uzatılan<br />

dost eli sıkmak ve düĢünmemek, dondurmamak geçmiĢi<br />

bir saat kulesi halinde, ama unutmak, unutturmayan<br />

gölgesini bellek bellek sarkıtlarının‖…(Hydra 08.05.1979)<br />

255


ġehit Ahmet Benler ebedi istirahatgâhında<br />

Değerli okurlar; Sayın Benler ailesi sanki, yazar,<br />

Ģair Özdemir Ġnce‘nin bu uzun anlatısını okuduktan sonra<br />

en kısa ve öz olarak, ama tam anlamını içeren bir tek<br />

cümleyle hissiyatlarını ifade etmiĢler. Değerli insan,<br />

emekli büyükelçi, saygı değer ağabey ve hemĢerimiz<br />

Özdemir Benler‘le oğlu Ahmet‘i saygı ve sevgiyle anıyor,<br />

Yüce Allah‘tan rahmet diliyor, yazımı mezar taĢındaki<br />

anlamlı yazıtla noktalıyorum. ―KĠġĠ SEVMEYE GÜCÜN<br />

VAR MI?<br />

Erol Uysal-29 Nisan 2005<br />

256


ġehit Ahmet ve Babası Özdemir Benler<br />

257


BĠR KÜLTÜR GEZĠSĠ<br />

Geçtiğimiz Pazar günü <strong>Marmaris</strong> Kültür ve Doğayı<br />

Koruma Derneğinin düzenlemiĢ olduğu TaĢlıca (Phoenix)<br />

gezisine katıldık. Bu gezide, havanın güneĢli ve ılık<br />

olmasının da etkisiyle <strong>Marmaris</strong>‘te kültür ve doğayı<br />

koruma ve sevme konusunda hiçte anımsanmayacak<br />

sayıda hemĢerimizin bulunduğunu görmekten mutlu<br />

oldum..<br />

Gezi yolu üzerinde verilen ilk molada <strong>Marmaris</strong><br />

Müze Müdür Vekili Dr. NeĢe Kırdemir ile Arkeolog Bora<br />

Ayyıldız gezi proğramı ve görülecek yerler hakkında bilgi<br />

verdiler. Ben de bölge hakkında genel bir açıklamada<br />

bulundum. Bilindiği üzere ReĢadiye Yarımadası olarak<br />

bilinen bölge Hisarönü Körfezi ile adeta ikiye bölünür.<br />

Meydana gelen çatalın sağ kolu Çubucak üzerinden<br />

Datça ve Tekir Burnu‘na (Knidos) ulaĢırken diğer sol<br />

kanadı ise Hisarönü, Turgut, Orhaniye, Bayır, Selimiye,<br />

Söğüt, TaĢlıca ve Bozburun‘a kadar uzanır. KavĢaktan bu<br />

çatalın sağına, yani Datça istikametine gidildiğinde<br />

takriben 10 km sonra Bencik veya BalıkaĢıran olarak<br />

bilinen dar, her iki yanı deniz olan bir yere gelinir. Buranın<br />

adı özellikle bölgenin tarihini yazan Heredot dahil bir çok<br />

yazarın eserinde geçer. MÖ. 546‘da Lidya‘nın baĢĢehri<br />

olan Sardes‘i (Salihli) kuĢatıp bu imparatorluğa son veren<br />

Pers Ordusu Harpagus‘un önderliğinde Karya ve Likya<br />

kentlerine saldırmıĢ, bazı Ģehirler kendilerini savunmak<br />

için yaĢlı, kadın ve çocuklarıyla hayvanlarını, paralarını ve<br />

kıymetli eĢyalarını ateĢe verip yakmıĢ, en son neferine<br />

kadar savaĢarak yok olup gitmiĢlerdir. Bazıları da Pers<br />

ordusunun gücünü önceden öğrendiklerinden<br />

savaĢmadan teslim olmuĢlar.<br />

Knidoslular, savaĢmak yerine bir stratejiye<br />

baĢvurmuĢlar. Bencik mevkiindeki dar ve boyun<br />

258


durumundaki yeri kazarak bir kanal açıp kara ordusuyla<br />

gelmekte olan Pers ordularını burada durdurmayı ve<br />

kendilerini korumayı düĢünmüĢlerse de bunu<br />

baĢaramamıĢlar. Pers ordusu Datça-Knidos istikametine<br />

doğru ilerlemede biraz zorlanmıĢ da olsa hedefe<br />

ulaĢmıĢlardır.<br />

Burası, antik çağda Akdeniz‘den Ege‘ye ve Ege‘den<br />

Akdeniz‘e geçmek için kullanılan en yakın geçit yeri<br />

olmuĢtur. Tarihçiler, burası için bir balığın havaya<br />

sıçradığında bir kıyısından diğerine atlayabildiğini, küçük<br />

teknelerin bir taraftan diğer yana karadan kızaklarla<br />

taĢınarak geçirilebildiğini yazmıĢ, yörede yaĢayanlar da<br />

buraya özel durumundan dolayı ―BalıkaĢıran‖ veya<br />

―KayıkaĢıran‖ adını vermiĢlerdir. Oysa Ģimdi bu geçit<br />

erozyon ve doğal bitki örtüsüyle kapandığı için büyük yat<br />

ve teknelerin geçiĢine olanak vermemektedir: Bazen<br />

buradan bir kanal açılmasıyla Gökova ve Bodrum‘a<br />

geçiĢin kolay olacağı gündeme gelmiĢ olsa da bu görüĢ<br />

ciddiyet kazanmamıĢtır.<br />

Gezi yerimiz doğrudan TaĢlıca (Phoenix) olduğu için<br />

yol üzerindeki küçük yerleĢim yerlerinde durmadık.<br />

TaĢlıca Köy Meydanında bir mola verip çay içtik. TaĢlıca<br />

muhtarı ve köylüler bizi çok sıcak karĢıladılar. Köylü<br />

hemĢerilerimizin birçoğuyla önceden tanıĢıyorduk.<br />

Bunların bazıları ve yakınları <strong>Marmaris</strong> ve çevresindeki tur<br />

teknelerinde, restoranlarda denizci, aĢçı, garson olarak<br />

çalıĢırlar. Bu eski çağlarda da mutlaka böyle olmuĢtur.<br />

Karyalıların aslının Anadolu‘dan Ege Adalarına gidenler<br />

olduğunu biliyoruz. Önce Dor ve sonra Peleponez<br />

SavaĢlarında bulundukları yerleri terke mecbur kalarak<br />

Ģimdiki Yunan Adalarına göç ettikleri düĢünülebilir. ġayet<br />

öyle olmasaydı MÖ.12. yüzyılda Akalarla Truvalılar<br />

arasında cereyan eden, destanlara, filmlere, oyunlara<br />

konu olan ünlü ‗0n yıl SavaĢı‘nda Truvalıların müttefiki<br />

olmak yerine Akalıların yanında dövüĢmeleri gerekmez<br />

miydi?...<br />

259


TaĢlıca Köyü taĢlık, kayalık bir yerde konuĢlanmıĢ.<br />

Adı üzerinde ve tabiri caizse yer gök taĢ. Hani taĢ ihracatı<br />

söz konusu olsa bu köyün halkı çok kısa zamanda köĢeyi<br />

dönerdi. Köyün antik çağda kullanılmıĢ ―41 Su kuyuları‖<br />

halen iyi durumda ve köye su sağlıyor. Bu kuyular kıĢın su<br />

ihtiyacını karĢılasa da yazın yeterli olmuyor. Köy halkı<br />

susuzluk çekiyor. Ellerinde plastik ĢiĢe ve kovalarla<br />

kuyuların baĢında gördüğümüz köy kadınları, kızları bana<br />

Doğu ve Güneydoğu Anadolu‘da 30-40 yıl önce<br />

gördüklerimi anımsattı. ―<strong>Marmaris</strong> barajından Rodos‘a<br />

dahi su satacağız, vereceğiz ―diyenlerin kulakları çınlasın.<br />

Siz bırakın Rodos‘u, kendi köylerimize, köylümüze su<br />

veremiyoruz, önce bunu halledelim...<br />

TaĢlıca‘nın antik adı ne olursa olsun belli ki eski bir<br />

yaĢam merkeziydi. ―Megaron― olarak tanımlanan evler<br />

yerleĢimin kanıtları. Bunlara diğer mabet, mezar ve<br />

kalıntıları ekleyebiliriz. Bodrum Kalesindeki müzede<br />

sergilenen cam eserler Serçe Limanında batan takriben<br />

15 m. Boyundaki 11. yüzyıl Bizans Batığı‘ndan çıkarıldı.<br />

Limanı daha önce denizden görmüĢtük. ġimdi de karadan<br />

ziyaret ettik. Buranın hemen batısında Bozukkale<br />

(Loryma) var. Neresinden bakarsak bakalım yöremizin,<br />

ülkemizin her yanı kültür ve tarih hazineleriyle dolu.<br />

Bozukkale de (Lorryma) ayrı bir ziyaret yeri, yazı<br />

konusudur.<br />

Kültür Gezimizi, <strong>Marmaris</strong>‘e dönüĢte Bayır‘dan<br />

Turgut köyüne inerken sol yanda, dağın yamacında<br />

taĢtan yapılı piramit Ģeklinde bir mezar anıtı görüyoruz.<br />

Mimarisi, Milas‘taki ‗GümüĢkesen‘ ve Bodrum‘daki<br />

‗Mousolos‘un Anıt Mezarlarının minyatür prototipini<br />

çağrıĢtırıyor. MÖ.3. yüzyılda bölgede yönetici veya<br />

komutan olan ‗Diagoras‘a ait olduğu üzerindeki yazıttan<br />

öğrenilmiĢtir. (A)<br />

260


<strong>Marmaris</strong>- Turgut Köyündeki piramit mezar<br />

Bir kültür gezisini güzel bir havada, sanat, tarih ve<br />

doğaseverlerle geçirerek <strong>Marmaris</strong>‘e döndüğümüzde<br />

dağarcığımızdaki bilgileri tazelemekten ve albümlerimize<br />

yeni fotoğraflar katmaktan mutluyduk. Bu geziyi<br />

düzenleyen <strong>Marmaris</strong> Kültür ve Doğayı Koruma Derneği<br />

BaĢkanı Sayın Ġ.Kamil Öner‘e, <strong>Marmaris</strong> Müze Müdür V.<br />

Dr. NeĢe Kırdemir ve Arkeolog Bora Ayyıldız‘a teĢekkür<br />

ediyorum. 13.01.2005<br />

Kaynak<br />

(A) Beyond The Meander –George Bean 1903–1977<br />

261


ÖLÜLER ALTIN TAKMAZ<br />

<strong>Marmaris</strong>‟te geride bıraktığımız haftayı hareketli<br />

yaşadık. Önce, <strong>Marmaris</strong> Kent Konseyinin olağan Genel<br />

Kurul Toplantısını yaptık. Bunun ardından <strong>Marmaris</strong> Adliye<br />

Sarayının açılışına katıldık. Aynı gün 17. Genel Kurulunu<br />

<strong>Marmaris</strong>‟te yapan Akdeniz Çevre Platformu‟ toplantısının<br />

sadece bir bölümüne katılabildik. Gönül isterdi ki üç gün<br />

devam den konuşmalara katılabilelim. Ertesi günü de Yüce<br />

Atatürk‟ün ebediyete intikalinin 69. Yıldönümünde<br />

düzenlenen anma törenine katıldık. Atatürk‟ün manevi<br />

varlığının ve değerinin tüm ulusça her geçen gün daha<br />

çok anlaşılması dünyanın ve ülkenin içinde bulunduğu<br />

durumu dikkate aldığımızda tek teselli kaynağımız<br />

olmaktadır. O‟nun için ne söylesek azdır. Büyük Önder‟i<br />

minnet ve şükranlarımızla bir kez daha rahmetle anıyor,<br />

manevi huzurunda saygı ile eğiliyoruz.<br />

Değerli okurlar; <strong>Marmaris</strong> Kent Konseyinin Olağan<br />

ilk Genel Kurul toplantısında gündem maddeleri içerisinde<br />

projesi telaffuz edilen İçmeler maden ocağı ile <strong>Marmaris</strong><br />

Milli Parkı olan Günnücek„in bitmekte olan işletmeciliğinin<br />

yeniden ihaleye çıkarılmaması konusu vardı. Bu konuda<br />

söz alan genel kurul üyeleri her iki proje ve ihale<br />

yenilenmesine karşı çıktılar.<br />

“<strong>Marmaris</strong> için, doğa ve turizm için büyük değer<br />

taşıyan dünyada ender bulunan böylesi varlıkların<br />

korunması, Milli Park kimliğine yakışır duruma getirilmesi<br />

ve turizm çeşitliliği (alternatif) olarak değerlendirilip<br />

kazanılması asıl amaç kabul edilmelidir” denildi. Bu<br />

maksatla <strong>Marmaris</strong> Kent Konseyi Yürütme Kurulunun<br />

organizasyonunda Çevre Çalışma Grubu Başkanı sayın Filiz<br />

Ersan‟ın öncülüğünde imza kampanyası başlatıldı.<br />

Hemşerilerimizin katılımı çok üst düzeyde oldu.<br />

262


Hemşeriler, “Artık <strong>Marmaris</strong>‟e sahip çıkmak zamanı geldi<br />

de geçiyor, zararın neresinden dönülse kardır” diyorlar...<br />

Akdeniz Çevre Platformu‟nun (AKÇEP) Genel Kurulu<br />

gündeminde Kaz Dağında altın arama konusu da vardı.<br />

Türkiye Orman Mühendisleri Odası eski Başkanı Sayın<br />

Salih Sönmezışık :”Kaz Dağlarındaki altın arama<br />

faaliyetleri Türkiye‟nin altında imzası bulunan Biyolojik<br />

Çeşitlilik Sözleşmesine ve Dünya Mirasını Koruma<br />

Sözleşmesi gibi uluslar arası sözleşmelere aykırıdır” diyor.<br />

Orman yangınları, 2B ve 2C konularını da gündeme<br />

getiren Sönmezışık, ülkenin dağlarının, parklarının,<br />

yeryüzünün tarih, kültür, ekoloji, mitoloji, turizm ve<br />

ekonomi açısından en değerli karasal eko sistemlerinin<br />

başında gelmektedir. Sadece Kaz Dağlarında 101<br />

familyaya ait 906 bitki türü var. Bu türlerin 43 tanesi<br />

endemiktir” diyor.<br />

Bir doğa sever olarak bu ve benzer görüşlere<br />

katılmamak elde değil. Bilindiği üzere, <strong>Marmaris</strong>‟in<br />

Günnücek Parkındaki ve çevresindeki Günlük Ağaçları da<br />

endemiktir. Günnücek, sadece <strong>Marmaris</strong>‟in<br />

değil Türkiye‟nin milli parkıdır. Bir milli parkta ne olması,<br />

ne yapılması gerekiyorsa o yapılmalıdır. Bu yasa<br />

gereğidir…<br />

Diğer yandan aşağıdaki haberi bir gazetenin Pazar<br />

ekinde okudum. Önemine binaen aynen buraya aldım.<br />

Bakın haberde ne diyor: Asıl adı Necip Yılmaz.<br />

Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik<br />

Fakültesini bitirmiş. Fransızca Turist Rehberliği yapmış.<br />

Turistler kendisine “Niko Guido” lakabını takmışlar. Doğa<br />

tutkusu bu ya… vatandaşın doğayı, çevreyi ve dolayısıyla<br />

ülkeyi sahiplenmesi için ilginç bir yönteme başvurmuş.<br />

Bunu daha önce “Tuz Gölü Kuruyor” diye yapmış ve “Su<br />

Perisi” adlı fotoğrafla ödül almış. Şimdi de gitmiş Kaz<br />

263


dağlarında kız arkadaşı ve çevre gönüllüsü bir bayanın<br />

çıplak görüntülerini çekip bir karede toplamış. Röportajı ve<br />

fotoğrafı gazeteye veren Sayın Sibel Arna‟nın açıklamasına<br />

göre Guido‟nun ve manken arkadaşının amacı, ”Doğayı bu<br />

şekilde katletmeye devam edersek ileride giyinik veya<br />

çıplak olmamızın bir anlamı kalmayacak, çünkü<br />

yaşayabileceğimiz bir dünya olmayacak” demişler. Doğru<br />

da söylemişler... 15.11.2007<br />

264


MİTOLOJİK HİKAYELER<br />

Turist rehberi olmak için Turizm Bakanlığının<br />

düzenlediği kurslarda rehber adaylarına genel kültür,<br />

tarih, arkeoloji, ülke coğrafyası içinde kara, deniz, akarsu<br />

ve göllerdeki bitki ve hayvanlara dair ekoloji, folklor, etnik<br />

yapı, din ve inanç, mitoloji, sosyal ve ekonomik konular<br />

dahil ülkemizin uluslar arası iliĢkilerini de içine alan<br />

dersler verilir. Mitoloji, özellikle uzun mesafeli turlarda<br />

rehberin eline mikrofonu alarak anlattığı ve diğer konulara<br />

kıyasla daha fazla ilgi duyulan bir konu olur. Doğal olarak<br />

mitolojik hikâyelerin anlatımı mutlaka konuya, yöreye ve<br />

doğaya uygun ortamda olur. Ġçinde bulunulan durumla hiç<br />

ilgisi olmayan bir hikâyenin anlatımı ―Dam üstünde<br />

saksağan, vur beline kazmayı‖ atasözünü çağrıĢtırır. Ben<br />

de öyle olmamak için Temmuz sıcağında çok ciddi<br />

konuları irdelemek yerine yöremize ait birkaç hikâye ile<br />

okurların ve bazı yerli tatilcilerin ilgisini çekmek istedim..<br />

Rodos Adası <strong>Marmaris</strong>‘e denizden sadece 27 mil<br />

uzaklıktadır. Deniz Otobüsü ile 50 dakikada gidilir.<br />

Rodos‘un ‗Mandıraki‘ Limanının giriĢinde iki geyik heykeli<br />

vardır. Takriben 3000 yıl öncesinde Traklar Adaya<br />

geldiklerinde Rodos‘da yılan çokmuĢ. Traklar yaĢadıkları<br />

topraklarda yılan olduğu için deneyimlilermiĢ. Yılanlardan<br />

korunma ve kurtuluĢu adaya beraberinde geyik getirmekte<br />

bulmuĢlar. Geyikler, yılanları ayak ve boynuzlarıyla<br />

öldürürmüĢ. Ġçimden, <strong>Marmaris</strong> Karaca köyündeki<br />

tarlamızda nadir de olsa engerek ve karayılan görülüyor.<br />

Bazı dostlarım bana, , ―Senin yılanların yüzünden buraya<br />

gelmekten korkuyoruz‖ derler. Onlara, ―Hatırınız için<br />

Trakların Rodos‘ta yaptığı gibi buraya gey,k çiftliği<br />

yapacağım‖ der gülüĢürüz...<br />

Bizim ‗Caretta Cretta‘ Deniz kaplumbağalarıyla<br />

ünlü Dalyan Plajı var ya, bölgemize gelen turistlerin %90‘ı<br />

denizden veya karadan mutlaka orayı ziyaret eder, antik<br />

265


Ģehir Caunos‘u gezer, plajda yüzerler. Tarihte bu Ģehir<br />

Milas‘ta yerleĢik Karya Kralının oğlu Caunos tarafından<br />

kurulmuĢtur. ġimdi gördüğümüz kaya mezarlarından<br />

birisinin de kral Caunos‘a ait olabilir. Mezarların MÖ.<br />

4.Yüzyıl yapımı olduğunu bilsek de, Ģehri kuran<br />

Caunos‘un mezarının halefleri tarafından küçük<br />

değiĢimler yapılarak aynı yere gömüldükleri düĢünülebilir.<br />

Caunos‘un ‗Byblis‘ adında bir kız kardeĢi varmıĢ.<br />

Birbirlerini severek aĢk yaĢamıĢlar. Kral olan baba bu<br />

iliĢkiyi bitirmek için oğlunu yine kendi krallığına ait bölge<br />

olan bu günkü Dalyan‘a göndermiĢ. Bu delikanlı kendi<br />

adını ‗Caunos‘ olarak bu Ģehre vermiĢ. Gel gör ki kız<br />

kardeĢi Byblis bu ayrılığa dayanamamıĢ. Kendini kayalık<br />

bir yerden uçuruma atarak intihar etmiĢ. Caunos buna çok<br />

üzülmüĢ. Byblis‘in saçları kamıĢ bitkisine dönüĢerek<br />

Dalyan ve Iztusu kanalının her yerinde büyüyüp,<br />

serpilmiĢ. Caunos‘a da sadece bu kamıĢları okĢamak<br />

kalmıĢ. O devirlerde kardeĢin kardeĢle evlenmesi bu<br />

günkü gibi sapık iliĢki olarak düĢünülmezmiĢ. Bu tür<br />

aĢklara da ―Caunian Love‖ yani ―Caunos AĢkı‖ denmiĢ...<br />

Bir gün çoban ‗Pan‘ her zaman yaptığı gibi kuzu ve<br />

keçilerini meraya salmıĢ. Hayvanlar karınlarını doyurunca<br />

onları akarsu kenarına getirip su içmelerini sağlamıĢ.<br />

Hayvanların içtikleri billur suların içinden ansızın ―Syrinx‖<br />

isimli bir su perisi görünüvermiĢ çoban ‗Pan‘a. Çoban<br />

Pan su perisinin güzelliği karĢısında adeta büyülenip<br />

hemen kıza âĢık olmuĢ. Ona ulaĢmak için elini uzatmıĢ,<br />

lakin su perisi kılık değiĢtirip kamıĢ bitkisi oluvermiĢ.<br />

Çoban Pan ne yapsın, almıĢ eline bıçağı, kesmiĢ<br />

kamıĢtan bir parça, tüm hünerini icra ederek kendine<br />

güzel bir kaval (flüt) yapmıĢ. BaĢlamıĢ kavalı üflemeye.<br />

Öyle güzel çalmıĢ ki çevredeki tüm canlılar ve su perileri<br />

büyük bir dikkat ve hayranlıkla Pan‘ın üflediği kavalın<br />

sesini dinlemiĢler. ĠĢte o zamandan beri dağda, bayırda,<br />

ovada kaval çalan çobanlar görürüz. Onlar aslında eski bir<br />

geleneği, aĢkı tekrarlıyorlar. Onların Pan‘la Syrinx‘in<br />

266


aĢkını, öyküsünü bilip bilmediklerini söylemek zor olsa da<br />

belli ki aĢk ölümsüz, devam edip gidiyor. ġarkılarda,<br />

türkülerde, gazellerde yalan veya yanlıĢ olsa bile...<br />

Ölüm gerçek ve çaresi yok. Ġnsan yaĢı uzamakta<br />

olsa da ölüm kaçınılmaz. YaĢlılık sağlık sorunu da varsa<br />

zor. Aile yakınlarından yaĢlı bir teyzemiz hayatı çok<br />

seviyor olmalı ki bir sohbetimizde bana Ģöyle yakınmıĢtı.<br />

―Erol oğlum, tıp ilerledi, her türlü icat yapılıyor da ölüme<br />

çare bulunmuyor‖ dedi. Biz de konuyu biraz da provoke<br />

ederek, ―Teyze, gerçekten doğru söylüyorsun, bilim<br />

adamları her tür çalıĢma, araĢtırma ve buluĢlar yapıyorlar.<br />

Belki insan ömrü daha çok uzayacak‖ der demez, ―Napan<br />

ben onların çalıĢmasını, ben öldükten sonra uzamıĢ ne<br />

yazar, söyle onlara ellerini çabuk tutsunlar, Ģu güzel<br />

<strong>Marmaris</strong>‘te birkaç yıl daha yaĢamak Ģansım olsun‖ deyip<br />

hüzünlendik, sonra da gülüĢtük.<br />

Tarih öncesinde ölüme çare bulunmuĢ. Bir<br />

mitolojik hikâyedir bu. Sağlık tanrısı Asklepion bulduğu<br />

ilacın reçetesini elinde taĢırken baĢ tanrı Zeus ölümsüzlük<br />

sadece kendisine kalsın için Asklepios‘u yıldırımıyla<br />

çarparak olduğu yere yığıp kül edivermiĢ. Asklepios,<br />

elindeki ölümsüzlük reçetesiyle birlikte toprağa karıĢıp<br />

gitmiĢ. Aslında gitmemiĢ, topraktan, reçeteden çıkma bir<br />

bitki yetiĢmiĢ. Adı ‗sarımsak‘ olmuĢ. O günden beri biz<br />

dünya insanları bilmeden sarımsak yeriz. Almanya‘ya ilk<br />

iĢçi olarak giden Türk vatandaĢlarımıza Almanlar çok<br />

sarımsak yedikleri için küçümser ve aĢağılayıcı gözle<br />

bakar, ―Sarımsakçı Türkler‖ derlermiĢ. Almancı adını<br />

taktığımız Almanya‘da çalıĢan vatandaĢlarımızın ifadesine<br />

göre Ģimdi Almanların çoğu sarımsakçı olmuĢ. Tabii ki<br />

uzun yaĢayabilmek için...Sağlıklı, mutlu ve uzun bir<br />

yaĢam dileğimle...15.07.2003<br />

267


AŞURA GÜNÜ<br />

Aslı ‗AĢure‘ değil ‗AġURA‘. Biz ‗aĢure‘ diyoruz.<br />

Arapça‘da aĢere (on)) kökünden gelmektedir. Yani<br />

‗Onuncu Gün‘. Muharrem ayının 10‘nuncu gününde<br />

Kerbelâ‘da Hazreti Ali‘nin oğlu Hüseyin‘in Ģehit ediliĢinin<br />

de adıdır AĢura. Biz buradan çok gerilere gidip biraz daha<br />

karıĢtıralım AĢura‘yı iyi piĢirmek için...<br />

Ansiklopedik bilgilere göre, AĢure Günü‘nden<br />

anlaĢılan Musa Peygamber ile Ġsrailloğulları‘nın Firavunun<br />

baskısından kurtulmaları nedeniyle gün batımından yine<br />

gün batımına yirmi dört saat süreli oruç tuttukları,<br />

hububattan yapılmıĢ bir tatlı ve bir çorba ile oruç açtıkları<br />

bir kutlama günüymüĢ. AĢure günü geleneği<br />

Müslümanlığa Musevilikten geçmiĢ. Müslümanlar<br />

tarafından daha çok benimsenen bir baĢka görüĢe göre<br />

bu gelenek peygamber Ġbrahim‘e kadar uzanır ve aĢure<br />

günü Cahiliye Döneminde de Araplar tarafından kutsal<br />

sayılır, kutlanırmıĢ. Peygamberimizin eĢi AyĢe‘nin<br />

belirttiğine göre, KureyĢ Kabilesi aĢure günü oruç<br />

tutarmıĢ. Ancak, Hicretin ikinci yılında (MS.624) Ramazan<br />

Orucu farz kılınınca Peygamberimiz aĢure günü oruç<br />

tutmayı bırakmıĢ.<br />

Nuh‘un gemisinin Büyük Tufan‘dan, Ġbrahim<br />

peygamberin Nemrut‘un ateĢinden o gün kurtulduğu,<br />

peygamber Yakup‘un oğlu Ġsmail‘e o gün kavuĢtuğu, yine<br />

Ġbrahim Peygamberin Kâbe‘yi bir AĢure Günü‘nde inĢa<br />

ettiği kutsal kitaplarda geçmiĢtir. Hazreti Ali‘nin oğlu<br />

Hüseyin‘in AĢure Günü olan 10 Muharrem‘de Ģehit<br />

edilmesi aĢure‘nin Ġslam tarihindeki önemini arttırmıĢ,<br />

ġiiler bu günü yas günü olarak kabul etmiĢlerdir.<br />

AĢure, hepimizin bildiği üzere kırık buğday, pirinç<br />

unu, kuru fasulye, nohut, bakla, kuru üzüm, kayısı, kuru<br />

incir, portakal kabuğu, fıstık, fındık, ceviz, badem, nar ve<br />

gül suyuyla yapılır. Burada aklımıza gelmeyen baĢka<br />

268


katkılar da olabilir. Bu günlerde akraba ve dostların bir<br />

kase içinde evimize gönderdikleri veya bizzat getirdikleri<br />

aĢure ülkemizde her yıl uygulanan bir gelenektir. Rehber<br />

olarak Anadolu üzerindeki zenginliği, hem tarih ve kültür<br />

ve hem de arkeolojik, etimolojik ve folklorik olarak aĢureye<br />

benzetiriz. Binlerce yıldan beri Güney‘den Kuzey‘den,<br />

Doğu‘dan Batı‘dan bir çok kavimin ayak bastığı, iz<br />

bıraktığı, kendi kültür ve folklorunu Anadolu‘ya taĢıdığı<br />

tarihi bir gerçektir. Bugün, Anadolu Medeniyetleri olarak<br />

tanımladığımız bu kültür zenginliği bunun kanıtıdır. Bu<br />

zenginlik, çeĢitlilik bir bakıma aĢureye benzemektedir.<br />

Efsaneye göre, Nuh tufanında hazreti Nuh‘un<br />

teknesine binenlerin beraberlerinde getirdikleri kuru<br />

yiyeceklerden yapılan tatlının veya yemeğin adı da<br />

aĢuredir. AĢurenin o güzel lezzeti, yemesinin hoĢluğu<br />

nasıl küçük bir kâsenin içinde ve üzerindeki tarçınıyla<br />

bizlere ―Yemeyip de yanında yat‖ dedirtiyorsa, Anadolu<br />

topraklarında yaĢayan ulusumuzun her bireyi bir kâsenin<br />

içindeki aĢure gibi birlik ve beraberlik içinde, tasayı,<br />

kıvancı paylaĢarak huzur ve güven içinde yaĢadığında<br />

tüm sorunların üstesinden gelir. Bazen önümüze sorunlar<br />

çıkar, tekerleğe çomak sokanlar olur. Bunlar hep zengin<br />

tarihimizde olmuĢtur. Böylesi olaylar aĢurenin içindeki<br />

katkıların tadının bozulmasına, ayrıĢmasına çalıĢsalar da<br />

baĢarılı olamazlar. Buna izin vermeyiz. Birlik ve<br />

beraberliğimiz bin yıllarca yaĢayan aĢura gibi sonsuza<br />

dek yaĢayacaktır, yaĢamalıdır da...<br />

Çocukluk yıllarımın <strong>Marmaris</strong>‘inde Karabiberlerin<br />

Ali Amca Kocapınar‘ın (ġadırvan) yanındaki aĢçı<br />

dükkânında aĢure de satardı. Ailemden aldığım harçlıkla<br />

okul dönüĢü burada mutlaka durur, Ali Amcanın üstü nar<br />

taneleriyle bezeli aĢuresinden yerdim. ġimdi o tadı<br />

bulamasam da yine evlerde yapılan aĢureden yer,<br />

çocukluğumun ağız tadını almaya, yaĢamaya çalıĢırım.<br />

269


‗AĢure Günü‘ kutlu ve mutlu olsun! Ağzınızın tadı<br />

bozulmasın! 05.02.2009<br />

270


<strong>Marmaris</strong> Günnücek'te bir AĢure Günü ve AĢure<br />

kazanları<br />

271


BİR DALYAN TURU<br />

―Sezon yok, yıl boyu turizm‖ diyenlerin kulakları<br />

çınlasın. Bu sloganı neredeyse yirmi yıldır duyar, bir türlü<br />

gerçekleĢmediğini de görürüz. Nedenlerini yerel<br />

gazeteme daha önce defalarca yazdım. Olmadı.<br />

Tarımla uğraĢanların içinde bulunduğumuz<br />

mevsime ―Bağ bozumu‖ tanımıyla, turizmcilerin ―Sezon<br />

sonu‖ deyiĢleri galiba benzerlik taĢıyor.<br />

Sezon içerisinde kıyı demirleme yerlerinde sıkça<br />

görülen gulet yatlar her Sonbaharda sıraları gelince çekek<br />

yerlerinde karaya alınırlar. Ta ki sezon baĢı gelinceye<br />

kadar burada kıĢlarlar. Özel Fiber yatlar ve bazı ‗charter‘<br />

tekneler ise kıĢı marinalarda geçirirler.<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e en yakın tekne yapım merkezi<br />

Bozburun‘da Kasım ayı baĢında sezonun kapanıĢ<br />

kutlaması ‗Gulet Festivali‘ yapılır. Mavi Tur‘un yorgun<br />

savaĢçıları etkinliğe katılan ziyaretçileri son defa<br />

teknelerinde ağırlar, hep birlikte eğlenilir ve sezon<br />

kapatılır. Tıpkı bağ bozumu gibi... Biz de her yıl bu<br />

etkinliğe katılmaya çalıĢırız. Ama içimizdeki ses bize hep<br />

―KeĢke yıl boyu bu tekneleri iĢletebilsek‖ der. ―Sezon yok,<br />

yıl boyu turizm‖ en azından Mavi Tur iĢletmeci, mürettebat<br />

ve tekneleri için maalesef geçerli olamıyor.<br />

Burada, ―Sezon yok, yıl boyu turizm‖ diyenlerin de<br />

bir konuda hakkını yememek gerek. BoĢuna mı demiĢler,<br />

―Yiğidi öldür ama hakkını yeme‖ diye. Turizm yapma ve<br />

yaptırmanın değiĢik ve çoğalan alternatifleri içinde<br />

<strong>Marmaris</strong>‘te sadece ‗Kruvazör Turizmi‘ bu sloganı<br />

kullananları biraz haklı çıkaracak gibi görünüyor. Aslında<br />

gönlümüzden geçen; Kongre, dağcılık, treking (iz-yol<br />

bulma), rafting (Sal veya lastik botla nehirde maceralı<br />

spor yapma), dalıĢ, su sporları, kayak, ikinci bahar ve<br />

emekliler için özel kültür, kaplıca ve sağlık gibi çeĢitlilik<br />

272


içeren turizmin kıĢ mevsiminde de yapılmasıdır. Bu olursa<br />

sektör ve iĢletmecinin yeni sezona hazırlanma, personel<br />

istihdam ve eğitimi dahil bir çok sorun giderilmiĢ olacak,<br />

ve iĢletme tabiri caiz ise ‗islim üstünde‘ duracaktır. Bunun<br />

örneğini turizmde ileri gitmiĢ ülkelerde görüyoruz. .<br />

Konuyu, <strong>Marmaris</strong>‘i önümüzdeki gün ve aylarda<br />

ziyaretleri planlanan ve binlerce turist getirecek büyük<br />

kruvazörlere taĢımak istiyorum. Ġçinde bulunduğumuz<br />

Ekim ayında çeĢitli acentelere ait en az 10 turist gemisi<br />

limanı ziyaret edecek. Kasım ve Aralık aylarında da<br />

fevkalade bir olumsuzluk olmazsa bu gemilerin liman<br />

ziyaretleri yılsonuna kadar devam edecek. Söylenen o ki;<br />

―Gelecek sezon erken baĢlayacak ve kruvazör turizmi<br />

daha da canlanacak‖ deniyor. Bu durumda günlük ve<br />

yatısız kruvazör turist ziyareti yıl boyuna dönüĢebilir.<br />

Yeter ki Akdeniz‘e kıyısı bulunan ülkelerde, örneğin Mısır,<br />

Suriye, Ġsrail, Lübnan, Tunus, Cezayir ve Kıbrıs, hatta<br />

Türkiye gibi ülkelerde de turist, liman ve seyir güvenliğini<br />

olumsuz etkileyecek terör baĢta olmak üzere olumsuz<br />

geliĢmeler meydana gelmesin. Turist ve turizm için<br />

öncelikle aranan koĢulardan baĢta geleni güvenlik ve<br />

emniyet olduğunu herkes bilmektedir.<br />

11 Ekim 2006 Pazartesi günü limanımıza ünlü<br />

―Quinn Elizabeth-2‖ Transatlantiği geldi. Sayısı 1750‘ye<br />

varan çoğunluğu Ġngiliz yolcunun yarısı Kaunos<br />

harabelerini görmek üzere Dalyan‘a gitti. Diğer yarısı da<br />

çarĢıya alıĢveriĢe indi. Ben de rehber olarak takriben 17<br />

otobüsün birinde çoğunluğu Ġngiliz ve yaĢları 60-70‘in<br />

üzerinde olan turistlerimle Dalyan‘a gittim. Hava güneĢli,<br />

güzel bir sonbahar günüydü. Kültür turu yapacak ileri yaĢ<br />

turistler için bundan iyisi olamazdı. Turistlerimin,<br />

<strong>Marmaris</strong>-Dalyan güzergâhındaki tarla ve bahçelerle çam<br />

ormanı kaplı dağ ve tepeleri büyük bir zevk ve hayranlıkla<br />

izlediklerini gördüm. Gökova‘daki okaliptüslerle, piramit<br />

Ģeklinde kurutulmaya bırakılmıĢ susam demetleri, köy<br />

evlerinin çatılarındaki güneĢ enerjileri, üzerinde portakal,<br />

273


mandalina ve limonlarla yüklü narenciye ağaçları,<br />

zeytinlikler turistlerimin dikkatini çekti. Bunların hepsini<br />

onlar bana sormadan açıklamaya gayret ettim. Sorulanları<br />

yanıtladım. Bu tura katılmaktan mutlu oldukları<br />

yüzlerinden anlaĢılıyordu. Hele, Türk Bayraklarımızla<br />

donatılı Dalyan nehir teknelerine binince kaptanımızı<br />

ismiyle tanıttığımda hep birden coĢkulu alkıĢlayıĢları<br />

mutluluklarını belli etmiĢti. Teknede, ünlü kaya mezarları<br />

önünde motoru stop ettirip küçük bir açıklamada<br />

bulundum. Sonra kıyıya yanaĢıp arkeologların ‗Kazı Evi‘<br />

olarak kullandıkları yapının hemen altındaki patika yolda<br />

15–20 dakikalık yaya yürüyüĢüyle kendimizi harabelerin<br />

arasında bulduk. Turistlerin ileri yaĢlarına rağmen bu dik<br />

yokuĢu fire vermeden tırmanıĢı sürdürmelerinden doğrusu<br />

mutlu olup onları tebrik ettim. Gurubumu, önce Roma<br />

Hamamı yakınındaki çitlembik ağacının gölgesinde<br />

oturtup temiz havayı teneffüs etmeye ve dinlenmeye,<br />

Akdeniz ve Ege‘nin mavi sularının kucaklaĢtığı denizi ve<br />

ünlü plajı izlemeye bıraktım. Ardından antik Ģehrin kısa bir<br />

tarihini anlattım. Eski liman, agora, tapınak ve Ģehir<br />

surları, ‗Caretta Caretta‘ kaplumbağalarından bahsettim.<br />

Kiliseyi, gözlem platformunu ve antik tiyatroyu ziyaret<br />

ettik. Gurubum tiyatroda oturmuĢ halde açıklamamı<br />

dinlerken içlerinden ayakta kalıp fotoğraf çekmekte olan<br />

70 yaĢlarında görünen bir erkek Ġngiliz‘in aniden yere<br />

yığılıp kaldığını gördüm. Hemen konuĢmamı kesip<br />

üzerine gittim. Tiyatroda bulunan diğer guruplar dahil<br />

yüzlerce turiste hitaben içlerinde doktor veya hemĢire olan<br />

varsa lütfen yardıma gelsin çağrısı yaptım. EĢi ve birkaç<br />

kiĢi hemen geldiler. Ġlk yardım yaptık. EĢine daha önce<br />

böyle bir rahatsızlığı olup olmadığını sordum. ―Olmadı‖<br />

dedi. Hastayı gölgeye aldık. Ören yeri giriĢindeki<br />

görevliden yardım istedim. Olayı ayrıca acenteye cep<br />

telefonumla bildirdim. Bu arada hastanın yüzünü ve yere<br />

çarpan yerlerdeki kanamalarını çantamdaki oksijen ve<br />

steril kağıt mendil ile temizledim. Köyden araçla bir<br />

274


hemĢire geldi. Olayı anlattık. Hasta biraz daha iyileĢmiĢti.<br />

Koluna girip arabaya bindirdik. Tekneye kadar arabayla,<br />

sonra tekneyle Dalyan‘a geldik. Kendisi ve ailesine<br />

ambulansla hastaneye gönderebileceğimi söylediğimde<br />

―gerek olmadığını, iyi olduğunu‖ herhalde bir spazm<br />

geçirdiğini, gemide doktora görüneceğini söylediler.<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e limana döndük. Ġlgimize defalarca teĢekkür<br />

ederek gemiye bindiler.<br />

Ġlkbahar ve sonbaharda ören yerlerini ziyaret eden<br />

turistlerin yaĢ ortalaması genelde yüksektir. Dalyan<br />

plajında yazın bulunan Kızılay bayraklı ilk yardım sağlık<br />

ekibinin hiç değilse gemi turlarının olduğu ve çoğunluğu<br />

yaĢlılardan oluĢan turlarda, günün belirli saatlerinde<br />

Kaunos harabelerinde bulunması turizm adına çok<br />

yerinde ve yararlı bir hizmet olur diye düĢünüyorum.<br />

Bayılan turisti harabelerin içinde sadece gölgeye<br />

taĢıyacak bir sedye bile bulunmayıĢı doğrusu bizi sıkıntıya<br />

soktu. Bu eksikliği ertesi günü doğrudan Muğla Valiliğine<br />

yazdım. Yararı olduğunu, en kolay ve çabuk ilk yardımın<br />

yapılması için gerekli önlemin alındığını ilgililerden<br />

öğrenip mutlu oldum. 14.10.2006<br />

275


‘Quinn Elizabeth’ Transatlantiği <strong>Marmaris</strong>'te<br />

08.11.2006<br />

276


BİR OTURUMUN ARDINDAN<br />

11 Kasım 2003 Salı gecesi yerel TV olan Kanal 48‘<br />

de Sayın Kemal Aküzüm‘ün yönettiği ―Yansımalar‖ adlı<br />

oturumun birinci bölümünü izledim. KonuĢmacılar,<br />

<strong>Marmaris</strong> Mimarlar ve Mühendisler Odasına kayıtlı tanıdık<br />

hemĢerilerimizdi. Kariyerleri inĢaat ve mühendislik olsa da<br />

katılımcılara vatandaĢların telefonla sordukları sorular<br />

oturum konularından ziyade <strong>Marmaris</strong>‘in genel<br />

sorunlarını da içeriyordu. Onlar da sorulara yanıt vermeğe<br />

çalıĢtılar.<br />

Asıl mesele neydi? Bunun yanıtı çok basit.<br />

<strong>Marmaris</strong>’te geçmişte yapılan yanlışlıklar, çarpık<br />

yapılaşma ve halen tamamlandığı söylendiği halde<br />

tam randımanlı işlemeyen alt yapı sorunlarıdır.<br />

Mimar ve mühendisler olur da yapılaşmanın<br />

planlı, <strong>Marmaris</strong>’in konumuna uyan mimari<br />

estetik ve turizmine olumlu katkı sağlayacak<br />

perspektifler gündeme neden gelmesin?<br />

Geçmişten bugüne dere ve çayların yoğun<br />

yağışlarla sürüklediği alüvyonlarla dolmuş delta<br />

niteliğindeki kıyılara yakın yerlerdeki güzelim<br />

mandalina, portakal, limon bahçeleri imar<br />

tadilatları yapılarak çarpık yapılaşmaya kurban<br />

edildi. Toplantıda söz alıp konuşan <strong>Marmaris</strong><br />

Mimarlar Odası Yönetim Kurulu Üyesi mimar<br />

Sayın Mustafa Eroğlu’nun “1980’li yıllarının<br />

başını felaketin başladığı bir milat olarak ele<br />

almamız doğru ve gerçekçi bir yaklaşım olur”<br />

demesi acı gerçeğin bir ifadesi oldu.<br />

277


1980’li yıllarda yazdığımız gazete yazılarım<br />

arşivimizde saklıdır. Israrla ve bıkmadan<br />

defalarca bu konuya değindim. Yine bu yıllarda<br />

Avrupa’dan yeni dönmüş, oralarda gördüklerimi<br />

<strong>Marmaris</strong>’te gördüklerimle kıyaslıyor, uyarılarda<br />

bulunuyordum. <strong>Marmaris</strong>’in sadece bizim değil,<br />

ülkemiz ve dünya insanlarının hayranlık duyduğu<br />

bir yer olduğunu, böyle oturum ve toplantılarla<br />

gündeme taşıyor, yerel gazetede yazıyordum. O<br />

zamanın yerel yönetici ve bazı turizm<br />

yatırımcıları beni neredeyse aforoz edecekler,<br />

“negatif düşünen adam” olarak tanımlayacaklardı.<br />

Bunların bana yanıtları özetle, “Vatandaşın yasal<br />

hakkını kısıtlayamayız, herkesin çocukları<br />

evlenecek, ev bark gerekli, mandalina, portakal<br />

karın doyurmuyor” oldu. Oysa asıl suçlular böyle<br />

düşünenlerdi. Geleceği görebilen, bilen için bu<br />

hakkı kullanmanın başka ve daha olumlu<br />

seçenekleri aranabilirdi. O kadar bilimsel veriler<br />

ve yöntemler vardı ki, bunu ortaya koymak<br />

işlerine gelmiyordu.<br />

Derdimiz sadece karada değildi. Denizde, kıyılarda,<br />

<strong>Marmaris</strong> Körfezi‘nde de yapılaĢma baĢladı. Bunun için<br />

de mücadele verdik. Basit hesaplamayla körfezin ömrünü<br />

tahmin ettik. Ġç körfezlerin doğal kaderi tarihteki<br />

örneklerine bakınca gerçekten ilginçtir. Tarihte Ġzmir<br />

Körfezi‘nin bir ucu bugünkü EĢrefpaĢa‘daki Agora‘da,<br />

diğer ucu da Bayraklı ‗daydı. Dalyan (Kaunos) Ģehri<br />

kaplumbağa plajından dört km. içerde, harabelerin<br />

bulunduğu yerdeydi. Efes antik kentinin limanı Büyük<br />

278


Tiyatroya yakındı. Bu gün deniz Pamucak‘tadır.<br />

Neresinden bakarsak bakalım Ege Denizi 4 ila 5 km.<br />

çekilmiĢ. Bunlara daha baĢka limanları ekleyebiliriz.<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e gelince; <strong>Marmaris</strong> Körfezinin geçmiĢ<br />

tarihte kuzey kıyıları Beldibi‘nde olup Antik Ģehir olan<br />

Physkos‘un limanı sanayi sitesindeydi. ġimdi <strong>Marmaris</strong><br />

Kalesinin bulunduğu sit ve tepe bir ada idi. Bu durumda<br />

gelecekte <strong>Marmaris</strong> Körfezi Cennet Adasına doğru dolup<br />

bataklığa dönüĢecek. Bu süreci uzatmak elimizdedir.<br />

Körfezin her yıl kıyılarından içeri doğru küçüldüğünü,<br />

tabanından yağmurlar sonrası gelen ve körfezin suyunu<br />

çikolata rengine dönüĢtüren toprakla dolma, sığlaĢma ve<br />

kirlenme süreci yaĢadığı bir gerçektir. Bunun aksini<br />

söyleyecek çıkarsa öylesinin alnını karıĢlamam, elini<br />

öperim....<br />

Olası deprem tehlikesi ayrı bir meseledir. Bu sorun<br />

‗Demokles‘in Kılıcı‘ gibi tepemizde durmaktadır. 1999<br />

Ağustos‘unda meydana gelen Marmara Depremi sonrası<br />

hepimizi bir korku sarmıĢtı. Çabuk unutuldu. Anılan<br />

oturumda bu konu değerli bir inĢaat mühendisi<br />

hemĢerimiz tarafından dile getirildi. Afet halinde kurtarma<br />

konusunda <strong>Marmaris</strong>‘te de bir tim kurulduğu söylendi.<br />

Fakat afetten öncesi için kapsamlı bir çalıĢmanın<br />

yapıldığını hiç duymadık. Oturumda yine baĢka bir inĢaat<br />

mühendisi ―Deprem evleri bölgesine yapılan inĢaatların<br />

elli santim derinliğe atılan temelleri var‖ dedi. Buranın ve<br />

benzer yerlerin risk alanı olduğu yine baĢka bir uzman bir<br />

ağızdan söylendi. O an, o gün bunu duyan, TV‘de isleyen<br />

ve anılan beĢ katlı binalarda oturan hemĢerilerimizin ruh<br />

haletini, psikolojisini düĢünebiliyor muyuz? Bu onlara<br />

olduğu kadar bizi de endiĢe vermiyor mu? Bu güne kadar<br />

bu yapılarda bir iyileĢtirme, denetim yapıldı mı? Bunun<br />

olası Ģiddetli bir depremde hesabını kim verecek?<br />

Ülke genelinde çok katlı yapılaĢmanın olduğu ve<br />

fay hatlarının geçtiği baĢka riskli yerlerde oturan<br />

279


insanımızın da durumu elbette bundan farklı olmasa<br />

gerektir. Bu riski ve korkuyu yaĢayanların tek teselli<br />

kaynağı, ―Biz inĢaatta demir ve çimentoyu çok kullandık‖<br />

gibi maalesef saf ve bilinçsiz, tabiri caizse ―Züğürt<br />

tesellisi‖ ile yetiniliyor. BaĢımıza ne geliyorsa maalesef<br />

bilim, ilim ve tekniği göz ardı ederek kendimizi sadece<br />

kadere terk etmemizden ileri geliyor. Böyle yapan ülkelere<br />

‗Üçüncü Dünya Ülkeleri‘ deniyor. Ġster kabul et, ister<br />

etme...<br />

Sonuçta; bu tür toplantı ve programların yararına<br />

inanırım. Riskli yapılaĢma alanı olan çok katlı yerler ve<br />

özellikle deprem evlerindeki yapılaĢmadan bazı görüntüler<br />

bu oturuma taĢınabilirdi. Oturumda öncelik, önemine<br />

binaen yapılaĢmayla ilgili konuĢan sözcülere verilmeli,<br />

oturumun seyrini bozmadan izleyenlere ve ilgililere gerekli<br />

uyarı ve bilgileri iletebilmeleri sağlanmalıydı. Kısıtlı zaman<br />

içinde izleyicilerden telefonla konu dıĢı soru almak<br />

oturumun akıĢına ve konuĢmacıların konu dıĢında da<br />

sorulara muhatap olmalarına neden oldu. 12.11.2003<br />

280


BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?<br />

— <strong>Marmaris</strong> Limanını ziyaret eden Amerikan Askeri<br />

Gemilerinde sabah kalk borusunun ardından Amerikan ve<br />

Türk Milli MarĢlarının kasetten çalındığını ve bunun Yat<br />

Limanından duyulduğunu...<br />

— Tarihte çıplak kadın heykelcikleri ilk defa<br />

Anadolu‘da yapılmıĢ. Nasıl mı? ĠĢte kanıtı. Konya-<br />

Karahöyük kazılarında çıkarılan eserler arasında Erken<br />

Hitit Çağı‘na ait kanatlı, çıplak ve bikinili ĠĢtar (Asur<br />

Tanrıçası) heykelleri de bulunmuĢ. Demek ki boĢuna<br />

değil, MÖ.4.asrın ünlü helkeltraĢı Praksiteles‘in Knidos‘ta<br />

yonttuğu, biri giysili ve diğeri çıplak iki heykelden çıplak<br />

olanı Knidosluların beğenisini kazandığı için Datça‘da<br />

kalmıĢ. Giysili Tanrıça Afrodit‘i (Venüs) Ġstanköy (Kos)<br />

Adası halkı tercih etmiĢ. ―Bu ne demek oluyor‖<br />

diyebilirsiniz. binlerce yıl öncesi Anadolu‘da sanat<br />

sergilemek ahlaki kısıtlamalara takılmıyormuĢ. O çağda<br />

Anadolu‘da çıplak insan heykeli canlıların doğal<br />

durumunu ve güzelliğini yansıtmak için yontucular<br />

tarafından sanat kabul edilerek yapılırmıĢ. Daha düne<br />

kadar Ankara‘nın Sıhhiye kavĢağındaki Hitit GüneĢ<br />

Kursu‘na, parklardaki çıplak Venüs heykellerine karĢı<br />

olanlar bilmem hala aynı kafadalar mı? O dönemde<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e çok yakın olan Knidos Afrodit‘inin çıplak<br />

heykelini görmek için uzaklardan Karya‘ya gelenler<br />

bölgenin ilk turistleri olmuĢlardır. Özetle söylemek<br />

gerekirse bölgemizde ‗Turizm‘ dün veya bilmem kaç yıl<br />

önce değil bundan 2500 yıl önce baĢlamıĢ...<br />

—Antik Dünyanın 7 Harikasından 2‘si ülkemizdedir.<br />

Bunlar, Efes‘in ‗Tanrıça Artemis‘i (Diana) adına yapılmıĢ<br />

Ġyon Tarzındaki Tapınak ile Bodrum‘daki Karya Satrapı<br />

Mausolus adına karısı ve aynı zamanda kız kardeĢi<br />

Kraliçe Artemisia tarafından MÖ.4. yüzyılda inĢa edilmiĢ<br />

‗Mausoleum‘ adlı Anıt Mezar‘dır. Diğer 5 harika ise<br />

281


Ģunlardır. Babil Kraliçesi Semiramis‘e ait ‗Asma<br />

Bahçeleri‘, ‗Mısır Piramitleri‘, ‗Ġskenderiye Feneri‘ (Pharos)<br />

Rodos Adasında liman ağzında GüneĢ Tanrısı Apollon‘a<br />

adanmıĢ ‗Colossus‘ ve HelkeltraĢ Phidas tarafından<br />

yapılıp Parthenon-Athena Tapınağında sergilenen ‗Zeus<br />

(Jupiter) Heykeli‘dir. Bunlardan, MÖ. 4. Yüzyılda<br />

Ġskenderiye Fenerini inĢa eden mimarın Datça-Knidoslu,<br />

yani hemĢerimiz Sostratus olduğunu biliyor muydunuz?<br />

— Hürriyet Gazetesinde Sayın Yalçın Bayer‘in<br />

―Yeter, Söz Milletin‖ köĢesinde bir okur ‖Cenaze töreninde<br />

tabutun üzerine konan yeĢil örtü üzerindeki Arapça<br />

yazının ne anlam taĢıdığını acaba insanlar biliyor mu?‖<br />

demiĢ. Sizi bilmem ama ben bilmiyordum, öğrendim. ĠĢte<br />

anlamı: ―Herkes ölümü tadacak ve bize<br />

döndürüleceklerdir‖ Bu bir Ayeti Kerime‘ imiĢ. Okur<br />

eklemiĢ;‖ Bunun neden Türkçesi yazılmıyor‖ diyor. Benim<br />

buna yanıtım ―Okur hem haklı hem de haksız‖ olacaktır.<br />

Haklı, çünkü tüm canlılar vadesi gelince öleceğini<br />

anımsayarak ölçülü olmalıdır. Haksız, çünkü insan olarak<br />

her cenazede ölümün ne olduğunu görüyoruz. Bunu<br />

ayrıca dikte eder gibi okutmanın gereği var mı? Türkçe<br />

olsa ne yazar, Arapça olsa ne? En iyisi Halk Ozanımız<br />

Yunus Emre‘nin aĢağıdaki dörtlüğünü ve felsefesini<br />

algılamakla yetinsek olmaz mı?<br />

―Geldi geçti ömrüm benim Ģol yil esüp geçmiĢ gibi<br />

Hele bana Ģöyle geldi bir göz açıp getmiĢ gibi.<br />

ĠĢ bu söze Hak tanuktur, bu can gözüne konuktur,<br />

Bir gün ola çıka gide kafesten kuĢ uçmuĢ gibi‖...<br />

Yunus Emre (1238-1320)<br />

282


- Amerika‘daki dünyanın en yüksek dikilitaĢı<br />

‗Washington Anıtı‘dır. 1848–1888 tarihleri arasında ve<br />

169,29 metre yükseklikte inĢa edilen bu anıt ülkenin<br />

kurucusu George Washington‘a ithaf edilmiĢtir. Anıtın<br />

açılıĢında gönderilen hediyeler arasında Osmanlı Sultanı<br />

Abdümecid‘in mermer plaket üzerinde PadiĢah Tuğrası ile<br />

Türk hat sanatının örneğini içeren bir yazıt vardı. Bu<br />

hediye halen anıt üzerindedir. Anılan eser zamanın ünlü<br />

hattatı Kazasker Mustafa Ġzzet Efendi tarafından<br />

yazıldığını... Ankara‘yı 6.4.2009‘da ziyaret ederek<br />

TBMM‘de bir konuĢma yapan ABD BaĢkanı Obama<br />

―Bağımsızlığımızda bize birçok ülke dost ve destek oldu.<br />

Bunlardan birisi de Ġstanbul‘dandı. Dostluğumuz 156 yıl<br />

geçmiĢe dayanıyor‖ dediğini... Hat sanatçısı Kazasker<br />

Mustafa Ġzzet Efendinin deri üzerine iĢlediği Arapça Allah,<br />

Peygamber, 4 Halife, Hasan ve Hüseyin yazılı 8 yuvarlak<br />

levhanın her birinin çapının 5.60m.olduğunu, bunların<br />

Ayasofya müzesinin tavanında asılı durmakta olduğunu...<br />

283


Amerika'daki George Washinton Anıtı<br />

— Olimpiyat Oyunları eski Yunanda BaĢ Tanrı Zeus‘a<br />

yapılan dini merasimin bir parçasıydı. Daha sonra modern<br />

oyunlar, sportif disiplinle insanların bazı yönlerini terbiye<br />

edip geliĢtirmesi, dünya barıĢına katkı sağlanması<br />

amaçlanmıĢtır. Oyunlar bir sporcunun Olimpiyat AteĢini<br />

yakmasıyla baĢlar ve tüm oyunlar süresince meĢale<br />

yanar. Oyunların bitiĢinde söndürülür.<br />

284


Beş kıtayı temsilen ilk kez 1920 Olimpiyatlarında<br />

kullanılan Olimpiyat Bayrağı beş dairenin birbirine<br />

geçmesinden oluşur. Mavi daire Avrupa'yı, sarısı Asya'yı,<br />

siyahı Afrika'yı, kırmızı Amerika'yı, yeşil de Avustralya'yı<br />

temsil eder. Bu beş kıtanın üzerinde bir tek güneş parlar.<br />

Güneş ışınlarından yararlanılarak bir büyüteçle yakılan<br />

olimpiyat meşalesi ve birbirine geçmiş 5 dairenin sloganı<br />

ise Latince „Circus‟ (Daha hızlı) „Altius‟ ( Daha yüksek) ve<br />

„Fortius‟ (Daha güçlü) demek olduğunu...<br />

285


Ünlü helkeltraĢ Phidas’ın yontusu olan Zeus Heykeli<br />

(kopyası).<br />

Aslı antik çağın 7 harikasından birisiydi. Sağ elinde<br />

Nike, solda ise Tanrısal Simge ve Asa ile.<br />

(Atina Akropolindeki ‗Atena Tapınağı‘ için yapılmıĢ)<br />

— Zeytin Ağacının adı kutsal kitaplarda da geçer.<br />

Âdem Peygamber ölmeden önce oğullarından birisini<br />

yanına çağırıp bir isteğini iletir. Nedir bu istek? Allahtan<br />

merhamet ve af dilemek için üç ağacın tohumlarını bulup<br />

getirmesini ve onların kendi ağzına konulmasıdır. Oğul<br />

286


abasına sorar. ―Baba, hangi ağaçların tohumlarını<br />

getireyim‖ der. Âdem ağaçları tarif eder. Oğul babasının<br />

dileğini yerine getirmek için hemen koĢarak gider ve<br />

istenilen ağaçların tohumlarını, (çekirdeklerini) getirip<br />

babasının ağzına koyar. Ardından Âdem ölür, toprağa<br />

gömülür. Aradan aylar, yıllar geçer, mezarının üzerinde üç<br />

adet taze fidan belirir. Hızla büyürler. Bunlar Zeytin, Sedir<br />

ve Selvi ağaçları olurlar. Zeytin BarıĢı, Sedir sağlık, güç<br />

ve kuvveti, Selvi ise ölümü simgeler. ―Ölüm Allahın emri‖,<br />

―Ölüm yüz akı‖ gibi sözler ebedi ayrılıklar sonrası sıkça<br />

söylediğimiz sözlerdir. Selvi ölümü simgeler ama<br />

mezarlıklarda yatan mevta(ölü) ruhlarının selamete,<br />

aydınlığa eriĢmesine adeta basamak olur. Ġyi ruhların<br />

koruyucusudur. En büyük dedemiz Âdem‘in demek ki bir<br />

bildiği varmıĢ. Kim bilir? Ben de bu ağaçlardan<br />

Karaca‘daki tarlamıza diktim. ―Ne olur ne olmaz‖<br />

diyerekten...<br />

Hitit GüneĢ Kursu<br />

287


— Hitit GüneĢ Kursu, Orta Anadolu‘da kurulmuĢ<br />

Hitit Uygarlığı sanatının sembolü sayılan bir nesnedir.<br />

GüneĢi sembolize eden dairesel biçimin etrafına<br />

yerleĢtirilmiĢ öğelerden oluĢur. Bazılarının üstünde ses<br />

çıkarması için sallanan parçalar, kimisinde barıĢı<br />

sembolize eden geyik figürü, kimisinde de üremeyi<br />

sembolize etmek üzere kuĢ, ağaç figürleri vardır. AhĢap<br />

asaların ucuna takılarak dini törenlerde kullanıldığı veya<br />

at koĢum takımlarının arasında kullanıldığı sanılmaktadır.<br />

Genellikle tunçtan yapılır.<br />

Tunç Hitit GüneĢ Kursu simgesi kiĢisel kartvizitimi,<br />

tunçtan yapılmıĢ bir mermer tabalı kopyası da çalıĢma<br />

masamı süsler. (EU)<br />

288


SON SÖZ VE ġĠĠR<br />

Dün geçmiĢte kaldı. Yarın ne olacağı belli olmaz.<br />

Bugün size bir hediyedir. Değerini bilin!<br />

(Anonim)<br />

(Yesterday is history. Tomorrow is mystery. Today is a gift<br />

that is why it is called ‗Present‘).<br />

―DüĢüncen konuĢmana,<br />

KonuĢman hareketine,<br />

Hareketin kaderine yansır.<br />

GÜZEL DÜġÜN, GÜZEL YAġA...<br />

Mevlana Celaleddin-i Rumi<br />

YOK, BÖYLE BĠR YER<br />

<strong>Marmaris</strong>‘te yaĢarız,<br />

Kıymetini bilmeyiz,<br />

Millet Amerika‘dan gelir,<br />

Biz denize bile girmeyiz...<br />

Gelen bir daha gelir,<br />

Gelen bir daha gelir,<br />

Rus‘u, Alman‘ı Ġngiliz‘i,<br />

Sanki onlar <strong>Marmaris</strong>li,<br />

Biz birbirimiz görmeyiz...<br />

AlmıĢ herkesi para deliliği,<br />

Giyim guĢam hep afili,<br />

Gideceğimiz yer zaten belli,<br />

Görsek de selam vermeyiz...<br />

289


Kaç kiĢiydik, kaç kiĢi kaldık,<br />

Nerelerden nerelere geldik,<br />

Biz birlikte n‘olduk,<br />

<strong>Marmaris</strong>‘çe bile gonuĢmayız...<br />

Bene bakın bene bakın...<br />

GeçmiĢ uzak, ölüm yakın,<br />

<strong>Marmaris</strong>‘e sahip çıkın,<br />

Böyle bir yer bulamayız...<br />

Feyzus böle demiĢ,<br />

Ġyi de demiĢ,<br />

Ġmzamı atarım altına,<br />

Aynen öööle...<br />

Yani...Bence ...<br />

Fevzi Olcay (Feyzus) 2009<br />

HemĢerim Fevzi Olca haklı. ‗Yok böyle bir yer‘ diyor<br />

Ģiirinde. Bir baĢkasında da ‗<strong>Marmaris</strong>‘imi Verin Geri‘ diyor<br />

AĢağıya birkaç fotoğrafını aldım <strong>Marmaris</strong>‘in. Bunlara<br />

bakıp siz de kendi kendinize ―VAR MI BÖYLE BĠR YER‖<br />

sorusunu sorup yanıtlayın...<br />

MARMARĠS‘ĠMĠ VERĠN GERĠ<br />

Yalancıyı, Burnucunu, Ilıca‘yı,<br />

Tahta köprüyü, Çulluğu, DevedaĢını,<br />

Ġskeleyi, DaĢlığı, Mengeneyi,<br />

<strong>Marmaris</strong>‘imi verin geri.<br />

Kaldırın yatları, guletleri,<br />

Bağlayın Hürriyet‘i, Süzer‘i,<br />

Görmek istiyorum eski düzeni,<br />

<strong>Marmaris</strong>‘imi verin geri.<br />

290


Yıkın apartmanları, kırın betonları,<br />

Bahçeli, ağaçlı, çiçekli,<br />

Nerede o güzelim depremevleri,<br />

<strong>Marmaris</strong>‘imi verin geri.<br />

Kısayalı‘ya, DaĢlığa, Uzunyalı‘ya,<br />

Çekelim kayıkları tekneleri,<br />

Özlemedik mi Hoo, Hu, Yussa Bre demeyi,<br />

<strong>Marmaris</strong>‘imi verin geri.<br />

Fevzi Olcay (Feyzus -2008)<br />

HemĢerim Feyzus ‗Yok böyle bir yer‘ diyor önceki<br />

Ģiirinde. Bir diğerinde ise ‗<strong>Marmaris</strong>‘imi Verin Geri‘ diyor.<br />

Ben de buradan kendisine katılarak, ―Gidenler Gelmez,<br />

Gidenler gelmez, ama bilelim yitirdiklerimizi, hiç değilse<br />

kalanları koruyalım, yaĢatalım‖ diyorum.<br />

AĢağıya albümden birkaç fotoğrafını aldım<br />

<strong>Marmaris</strong>‘in. Bunlara bakıp siz de kendi kendinize ―VAR<br />

MI BÖYLE BĠR YER‖ sorusuna yanıt verin değerli<br />

okurlar...<br />

ALBÜMDEN BAZI FOTOĞRAFLAR<br />

291


<strong>Marmaris</strong> Kalesi ve Liman<br />

292


<strong>Marmaris</strong>’e Marinadan bir bakıĢ<br />

293


Amerikan Uçak Gemisi 'Enterprise' <strong>Marmaris</strong> Limanında<br />

08.02.2011<br />

<strong>Marmaris</strong> Boğazından gemiyle çıkıĢ. Sağda, Boğaz Feneri,<br />

Keçi Adası ve arkada Ġçmeler<br />

294


Sedir Adasında 'Siklamen' çiçekleri<br />

MTO BaĢkanı Mehmet Baysal, Prof.Dr. Haluk Soyuer, yazar<br />

Erol Uysal (ortada) bir toplantıda<br />

295


Bir toplantıda Yönetim Kurulu Üyeleri ve diğer davetlilerle<br />

11.03.2011<br />

Uzman arıcı bal arılarıyla<br />

296


<strong>Marmaris</strong> Belediye BĢk.Ali Acar Rehberler gününde<br />

rehberlerle 21.02.2009<br />

297

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!