Marmaris'in MISTAN SOKAĞI - Marmaris Belediyesi
Marmaris'in MISTAN SOKAĞI - Marmaris Belediyesi
Marmaris'in MISTAN SOKAĞI - Marmaris Belediyesi
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
ÖN SÖZ<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in<br />
‗<strong>MISTAN</strong> <strong>SOKAĞI</strong>‘<br />
Çağımızda, elektronik iletiĢim araç ve gereçlerinin<br />
çoğalması günlük yaĢamı kolaylaĢtırsa da, burada<br />
eskilerin deyiĢiyle ‗Silah icat oldu, mertlik bozuldu‘ gibi bir<br />
atasözünü anımsamamak elde değil. Artık iletiĢimi<br />
özellikle yazıĢmak yerine bilgisayar, cep telefonu, faks<br />
gibi elektronik aygıtlarla sağlıyoruz. Mektupla,<br />
tebrikleĢmeyle bize güzel yazma gayret ve becerisi de<br />
sağlayan alıĢkanlıklarımız geçmiĢte kaldı. ġimdi onları<br />
özenli, duygusal bir yaklaĢımla bir çok eski gelenek ve<br />
göreneklerimizle tarihe gömüp, içimizde kalan bir<br />
buruklukla sadece yad ediyoruz.<br />
1974–1976 yılları arasında iki yıl Belçika-Brüksel<br />
NATO Karargâhında daimi görevdeyken özel kullanmak<br />
için ‗Triumph‘ marka ‗F‘ klavyeli bir daktilo almıĢtım.<br />
Daktiloyu alıĢımın ilginç bir anısı var. Kısaca anlatayım:<br />
Brüksel Türk Büyükelçiliğinde 30 Ağustos Zafer<br />
Bayramı yıldönümü kutlamasına eĢimle birlikte<br />
katılmıĢtım. Gündüz yapılan resmikabul töreninden<br />
ayrıldıktan sonra bazı ihtiyaçlarımızı karĢılamak için<br />
alıĢveriĢ merkezine gittik. Büyük bir mağazanın vitrininde<br />
daktilolar sergilenmiĢti. Fiyatları da indirimliydi. Ġçeri girip<br />
baktığımda gördüğüm bir daktilo ve markası dikkatimi<br />
çekti. EĢim Gülsen‘e daktiloyu gösterip, marka adını<br />
sevdiğimi, bu güne tam yakıĢtığını, zira markasının<br />
Türkçe adının ‗Zafer‘ olduğunu, bunu alacağımı söyledim.<br />
O da olumlu yanıt verince daktiloyu satın aldım.<br />
1
37 yaĢındaki 'Zafer' (Triumph) adlı daktilom<br />
Emekli olup <strong>Marmaris</strong>‘e döndükten sonra tüm<br />
amatör gazete ve dergi yazılarımı hep bu daktiloyla<br />
yazdım. Ne zaman 1990‘lı yılların baĢında bilgisayarı,<br />
tabiri caizse ―kuyruğundan yakaladım‖, iĢte o zaman<br />
benim sadık dostum, duygumu, düĢüncemi, Ģikâyetimi<br />
paylaĢtığım bu ‗Zafer‘ marka daktilomun pabucu dama<br />
atıldı. Ama ona karĢı bir kadirĢinaslık örneği de<br />
sergilemedim değil. Daktilomu rahmetli Anamın bize<br />
yaĢamında hediye ettiği ceviz çeyiz sandığının içine<br />
koyarak dinlenmeye aldım.<br />
Yirminci yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla girerken<br />
yazıĢmanın sadece resmi kurum ve kuruluĢlar arasında<br />
kaldığını, ancak kitap yazmanın evrenselliği ve önemini<br />
idrak edenlerin sayesinde eskisinden daha çok yazarımız<br />
olduğuna da seviniyorum. Onların sayesinde güzel<br />
romanlar, kültür yayınları, anılar, hikaye ve öyküler<br />
okuyabiliyoruz. 1935 yılında <strong>Marmaris</strong>‘te Ġl Kültür<br />
Müdürlüğünün açtığı okuma yazma kursuna katılarak<br />
diploma alan rahmetli annem Bezmigül‘ün (Gülhanım)<br />
gurbetteki oğluna (bana) kurĢun kalemle kendine özgü<br />
okunaklı eğik el yazısıyla gönderdiği mektupları unutmam<br />
mümkün değil. Bu gün değerini daha iyi anladığım o<br />
2
mektupları saklayıp bir koleksiyon yapmadığıma<br />
üzülürüm. Onun, yaĢadığım evin duvarına asılı 70 kusur<br />
yaĢındaki diploması, ondan da yaĢlı evlenmeden önce<br />
kendi elleriyle çeyiz olarak iĢlediği duvarda asılı duran<br />
çerçeveli ‗ġahmeran‘ panosu ve bir çok güzel ve doğru<br />
sözü, bize ve torunlarına anlattığı anekdotları ve<br />
hikayeleriyle hep anıyor, yaĢatıyoruz…<br />
Bezmigül Uysal‘ın ‗Ulus Okulları Sınav Belgesi‘ 28.3.1939<br />
<strong>Marmaris</strong><br />
3
Annemin iĢlediği ‘ġahmeran’ panosu-1933<br />
‗Söz uçar gider, yazı ebediyen kalır‘ demiĢ<br />
yazmanın önemini bizzat yaĢayıp, hissedenler. BeĢ bin<br />
yıl öncesinden bu güne çivi, kalem veya baĢka objelerle<br />
taĢ, kaya, ağaç, kabuğu, papirüs veya hayvan derisi<br />
(parĢömen) kâğıt üzerine yazılanlar olmasaydı insan<br />
yaĢamı, inançlar bu günkü değerlere, evrenselliğe<br />
ulaĢamazdı. Bilim ve sanat yazısız olabilir miydi? Buraya<br />
Darwin‘in güzel bir sözünü sıkıĢtırmak istiyorum.<br />
―Bilim ve sanat, bir kuĢun iki kanadı gibidir. Bu iki<br />
kanadı kullanabilen toplumlar uçar ve özgür olurlar.<br />
Uçamayanlar ise tavuk olur. Tavuk, önüne atılan bir avuç<br />
yemi gagalarken, arkadan yumurtalarının alındığının<br />
farkında bile olmaz‖...<br />
Yazmayı severim. Yazmak için okumak gerektir.<br />
Yazmayı seven okumayı da sevecektir. 1954 yılında<br />
baĢlayan gurbet yaĢamımda ailemle iletiĢimi önceleri<br />
mektupla, yazıĢmayla sağlardım. Yazma alıĢkanlığımın<br />
temeli böyle atıldı. Kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerine<br />
Astsubay olarak katıldıktan sonra da yazmayı devam<br />
ettirdim. Astsubay Okulunda açılan ‗Öğretmenlik Kursu‘na<br />
katıldım. Toplu izleyiciye hitabı ilk defa 10 Kasım 1956‘da<br />
4
Yüce Atamızın aramızdan bedenen ayrılıĢının 18. yılında<br />
o zaman Kara Harp Okulunun hemen yanındaki Zırhlı<br />
Birlikler Okulunda yaptım. 1970-73 yılları arasında ‗KıĢ<br />
ÇalıĢmaları‘ kapsamında Erzurum Kandilli‘deki Tugay‘ın<br />
komutan, subay ve astsubaylarına ‗NATO ve VarĢova<br />
Paktı Kuvvet Kıyaslamaları‘ ve ‗Dünyada Ġstihbaratın<br />
Önemi‘ baĢlıklarını içeren konularda iki konferans<br />
sundum. Yurt içi ve yurt dıĢı görevlerde kurmay üst rütbeli<br />
komutan ve subaylarla çalıĢtım. 1968 yılında bir NATO<br />
Tatbikatında Yunanistan‘ın Selanik Ģehrinde bir ay kaldım.<br />
Yüce Atamızın doğduğu müzeye dönüĢen evi birkaç kere<br />
ziyaret ettim. 1974 yılında Belçika Brüksel‘deki NATO<br />
Karargâh‘ı Türk Askeri Temsil Heyeti BaĢkanlığında 2 yıl<br />
‗Daimi Görev‘de bulundum. Burada görevli diğer Türk<br />
Askeri personelle tüm sivil-asker NATO personeline bir<br />
parti düzenledik. Ülkemizin önemli yiyecek ve içeceklerini,<br />
hanımlarımızın giydiği folklorik giysilerimizi tanıttık. Tarihi,<br />
kültürel ve doğal zenginliğimizi açıklamalı ‗slayt‘ gösterisi<br />
yaparak katılımcıların büyük beğeni ve övgüsünü aldık.<br />
1977 yılında kendi isteğimle emekli olup doğduğum,<br />
büyüdüğüm <strong>Marmaris</strong>‘e dönünce hareketli bir yaĢamdan<br />
sonra adeta denizden çıkmıĢ balığa dönmüĢtüm. Tam<br />
yerleĢim ve intibakı sağladıktan sonra sivil toplum<br />
örgütlerine üye oldum. Bunlardan birisi <strong>Marmaris</strong> Turizm<br />
Tanıtma ve GüzelleĢtirme Derneği oldu. Bu dernekte iki<br />
dönem 4 yıl yönetim kurulu baĢkanlığı yaptım. Kültür ve<br />
Turizm Bakanlığının her yıl sezon öncesi Nisan ayında<br />
düzenlediği Turizm Haftası etkinlikleri kapsamında<br />
okullarda ülkemizi, kültürel ve tarihi mirası koruma ve<br />
tanıtma amaçlı ‗slayt ‗gösterili sunumlar yaptım. Bunu,<br />
yerel televizyonlarda turizm, kültür, tanıtım, milli anma<br />
günleri ve bayramlarda panel, konferans gibi etkinliklerle<br />
sürdürdüm. 1994-2000 yılları arasında iki dönem ‗Kamu<br />
Yayarına ÇalıĢan Dernekler‘ statüsündeki Türkiye Emekli<br />
Astsubaylar Derneği (TEMAD) <strong>Marmaris</strong> ġube BaĢkanlığı<br />
yaptım. Meslek Ġçi Eğitim ve Kalifiye Eleman YetiĢtirme<br />
(MEKSA) proğramı kapsamında <strong>Marmaris</strong> ve<br />
5
çevresindeki komĢu ilçe ve beldelerde turizm ve tanıtım<br />
derslerine öğretmen olarak katıldım.<br />
Ġlk gazete yazım 1984 yılında yine <strong>Marmaris</strong>‘in ilk<br />
gazetesi olan ‗YeĢil <strong>Marmaris</strong>‘te yayınlandı. Bu gazete<br />
uzun ömürlü olamadı. Ardından, <strong>Marmaris</strong> Postası, Muğla<br />
Hamle, Ġçmeler Haber, ÇağdaĢ <strong>Marmaris</strong>, <strong>Marmaris</strong> Life<br />
gibi yayın organlarında yazdım. Konuk yazar olarak Muğla<br />
Devrim, halen ‗Aktüel <strong>Marmaris</strong>‘ adlı Ġnternet<br />
Gazetesi‘nde yazmaktayım.<br />
Yukarıda adı geçen gazete ve dergilerde takriben<br />
25 yıllık sürede yazdığım yazı sayısı iki bine yakındır.<br />
En son, 2007 yılında kuruluĢu tamamlanan<br />
<strong>Marmaris</strong> Kent Meclisinde bir dönem Yürütme Kurulu<br />
üyeliğinde bulundum.<br />
Neler yazdım? ‗Neler yazmadım ki‘ desem haklı<br />
olurum. Yazılarımda genellikle <strong>Marmaris</strong> gündeminde<br />
olan konuları irdeledim. Bu gün ‗keĢke yapmasaydık‘ veya<br />
olgunlukla ‗hatalıyız‘ diyebildiğimiz birçok konuyu önceden<br />
yazarak toplum ve yönetim organlarına yardımcı olmaya<br />
çalıĢtım. HemĢerilerin <strong>Marmaris</strong>‘in çevresel ve alt yapı<br />
sorunlarını azaltma ve çözmede dikkat ve ilgilerini<br />
çekmeye gayret ettim. Bunlardan, çarpık yapılaĢma,<br />
çevre ve <strong>Marmaris</strong> körfezinin korunması, turizm için<br />
kalifiye eleman, turiste karĢı etik davranıĢ, kaliteli hizmet<br />
konularıyla kültürel ve tarihi konular önde gelenlerdir.<br />
Yazılarımın ne kadar dikkate alındığını bilemesem<br />
de, ne yazık ki zamanın beni haklı çıkardığını gördüm.<br />
Yakınlarımdan, arkadaĢlarımdan ―Sen boĢuna emek<br />
harcıyorsun, yazıyı kim okuyor, balık baĢtan kokar‖ gibi<br />
yanıtlar alsam da buna tepkim hep ―<strong>Marmaris</strong> için ne<br />
yapsak azdır‖ demek oldu. Her ortamda gerçekleri<br />
yazmaktan, söylemekten vazgeçmedim.<br />
Zaman su gibi akıp geçiyor. Genç kuĢağın<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in dününü, tarihini, folklorunu bilmesi,<br />
6
öğrenmesi için yazılı kaynak veya eser sayısı maalesef<br />
çok az.<br />
<strong>Marmaris</strong> tarihi hakkında halen elimizde bulunan ilk<br />
eser sayın K. Ekrem Uykucu‘ya ait olan ‗<strong>Marmaris</strong> Tarihi‘<br />
adlı yapıttır. Bunu, Kızım ġule Aktepe‘nin (Uysal) Ege<br />
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi bitirme tezi‘ olan<br />
‗<strong>Marmaris</strong> Folkloru ve Edebiyatı‘ baĢlıklı kitabı takip eder.<br />
Gönlümüzden geçen, <strong>Marmaris</strong> konusunda evlerimizdeki<br />
aile kitaplıklarında, Ģehir kütüphanesinde daha fazla eser<br />
bulunmasıdır.<br />
<strong>Marmaris</strong> hakkında ilk tanıtım broĢürünü Türkçe ve<br />
Ġngilizce olarak 1957 yılında kurulmuĢ ilk dernek olan<br />
Turizm Tanıtma ve GüzelleĢtirme Derneği BaĢkanlığım<br />
döneminde 1989 yılında hazırladım. Bundan önceki<br />
yıllarda da küçük tanıtım broĢürlerinin mutlaka yapılmıĢ<br />
olduğunu düĢünüyorum<br />
Kapsamlı bir <strong>Marmaris</strong> kitabı 1993 yılında Belediye<br />
BaĢkanı merhum Ġsmet Karadinç döneminde <strong>Marmaris</strong><br />
<strong>Belediyesi</strong> Sanat ve Kültür DanıĢmanı, sanatçı ve<br />
araĢtırmacı yazar, değerli insan sayın Kamil Dürüst<br />
tarafından yazılıp belediye tarafından bastırılmıĢtır. Bunu,<br />
Sayın Ali Acar‘ın <strong>Marmaris</strong> belediye baĢkanı olduğu 2004<br />
yılında yine belediyemizin güzel ve zengin fotoğraflı bir<br />
<strong>Marmaris</strong> albüm-kitabı takip etmiĢtir.<br />
Yakın geçmiĢte, hemĢerilerimizden sayın Fatma<br />
Çimen, Duran Ergül, M. Suat GülĢen, Rifat Kalakoğlu,<br />
Nermin ġahin, Güzin ġahin, Oya Dirikcan‘ın tarih, öykü,<br />
antoloji ve Ģiir içerikli kitapları yayınlandı. Sayın Umur<br />
Özlüer, kendisinin sahibi olduğu, yazdığı dergi ve<br />
gazetesinde, açtığı sergi ve birçok sanatsal etkinliklerde<br />
hep <strong>Marmaris</strong> ve Ġçmeleri öne çıkarmaya gayret gösterdi.<br />
Buna halen de devam ediyor. Muğla Gazeteciler Derneği<br />
BaĢkanı gazeteci, araĢtırmacı yazar Sayın Ünal TürkeĢ<br />
<strong>Marmaris</strong>‘i de içine alan, özellikle ‗KurtuluĢ SavaĢında<br />
Muğla‘ adlı kitabıyla bölgemiz yakın tarihine ıĢık tutan<br />
değerli hemĢerimizdir. Ġsmini anımsayamadığım veya<br />
7
tanımak Ģansım olmayan ama <strong>Marmaris</strong>‘in yazın hayatına<br />
katkıları olan tüm hemĢerilerimi buradan bir kez daha<br />
kutluyor, teĢekkür ediyorum.<br />
<strong>Marmaris</strong>li Ģair ve değerli mahalle ve ilkokul<br />
arkadaĢım merhum Em. Hava Pilot Albay, Ģair Erdoğan<br />
Çokduru‘yu da ayrı bir paragraf ve cümle içinde hasret ve<br />
rahmetle anıyorum.<br />
Değerli yazarların bazı kitaplarının yayınlanmasında<br />
maddi ve manevi katkıda bulunan kurum ve kiĢilere de<br />
ayrıca teĢekkür ediyorum.<br />
2005 yılı Mayıs ayında <strong>Marmaris</strong> Belediyemizin<br />
düzenlemiĢ olduğu ‗Bahar ve Gençlik ġenliği‘ dolayısıyla<br />
‗<strong>Marmaris</strong>‘in Günlük Ağaçları‘ adlı küçük bir broĢür<br />
hazırlamıĢtım. Belediyemiz bunu Kültür Yayınları<br />
kapsamında bastırmıĢ ve dağıtmıĢtı. Bu yayının yöremizin<br />
doğal güzelliğini ve önemini tanıtmada yardımcı olduğuna<br />
inanıyorum. Zira düne kadar öne çıkmayan, aslında çok<br />
önemli bir endemik (ender) tür olan Günlük (Sığla)<br />
ağaçlarıyla da <strong>Marmaris</strong> öne çıkmalıydı. 2005 yılı Haziran<br />
ayında ĠZ TV ve TRT-2 Ekibi benim de içinde olduğum<br />
yerinde çekimler ve röportajlar yaparak bunları belgesel<br />
olarak yayınladı. Bu yapıtın CD‘si yapılıp <strong>Marmaris</strong><br />
<strong>Belediyesi</strong> tarafından halka dağıtıldı. <strong>Marmaris</strong> Belediye<br />
BaĢkanı ve belediye çalıĢanlarına broĢürün yayınında<br />
gösterdikleri ilgi ve yardımları için teĢekkür ediyorum.<br />
Belgesel nitelikteki bu yapıt TV‘lerde defalarca yayınlandı.<br />
Bu yapıtın değerlendirmesinde ‗Genç ve ÇağdaĢ<br />
Gazeteciler Ödülü‘ almıĢ olduğunu öğrendim. Anılan<br />
yapıtta beni de izleyenler ―Sizi, Sığlanın Göz YaĢları adlı<br />
belgeselde gördük‖ dediklerinde mutlu olduğumu<br />
söylemeliyim...<br />
Değerli okurlarım; Yazdığım bu kitabın adını<br />
‗<strong>Marmaris</strong>‘in Mıstan Sokağı‘ koydum. Bu adın ne anlam<br />
taĢıdığını geniĢ bir Ģekilde ve aynı baĢlık altında kitap<br />
içeriğinde bulacaksınız.<br />
8
Kitap iki bölümden oluĢuyor. Birinci bölümde,<br />
<strong>Marmaris</strong> ve en yakınındaki beldelere kısa bir genel<br />
bakıĢtan sonra gerçek, ama biraz da öyküleĢtirilmiĢ tarihi<br />
olay ve anekdotlara yer verdim.<br />
Ġkinci bölümde ise, yirmi beĢ yıldır yazdığım bazı<br />
gazete yazılarımdan seçmeler bulacaksınız. Doğrusunu<br />
söylemek gerekirse ―burada zorlanmadım‖ diyemem.<br />
Yirmi beĢ yıl amatör olarak yazıp dosyaladıklarım<br />
arasından konu ve yazı seçmek kolay olmadı. Umarım,<br />
siz değerli hemĢeriler ve okurlarım ‗<strong>Marmaris</strong>‘in Mıstan<br />
Sokağı‘nı sabırla okursunuz. Bulduğum, duyduğum<br />
cesaret,, inanç ve tesellimin kaynağı sehven eksik veya<br />
yanlıĢ olabilecek her hangi bir konuda göstereceğiniz<br />
hoĢgörüde saklıdır.<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in Mıstan Sokağı adlı bu yapıtın kültür<br />
yayınları kapsamına alınarak basım ve dağıtımını<br />
sağlayan <strong>Marmaris</strong> Belediye Belediye BaĢkanı Sayın Ali<br />
Acar‘a, Belediye çalıĢanlarına yteĢekkür ediyorum. Ayrıca<br />
kitabın yayına hazırlanmasında yardımcı olan kızım ve<br />
damadım ġule ve Hayrettin Aktepe‘lere, fotoğraf ve<br />
konuların diziliĢinde yardımı olan değerli kardeĢim Sayın<br />
Ġlhan Barlas ile gazeteci Yılmaz Yeter‘e teĢekkür<br />
ediyorum.<br />
<strong>Marmaris</strong> Ticaret Odamızın normal çalıĢmaları içine<br />
kültür ve sanatı da katmakta olduğunu görmekten büyük<br />
mutluluk duyuyorum. Anılan kurum en son ‗Amos‘ antik<br />
yerleĢim yerinde yapmıĢ olduğu tasarım, düzenleme ve<br />
burayı ziyarete açma giriĢimi ile <strong>Marmaris</strong> ve yöresine<br />
turizm, kültür ve tanıtım adına çok yararlı katkıda bulundu.<br />
Mart 2011 ayı içerisinde güzel bir baĢvuru kitabı olan<br />
‗Karya‘dan Cumhuriyet‘e‘ adlı eser Sayın Eylem Miray<br />
Apak, Mukbil Gülkokan ve Selçuk Soytürk tarafından<br />
yazılarak bu güzide kurum tarafından yayınlandı. BaĢvuru<br />
ve kaynak niteliğindeki kitapta ‗<strong>Marmaris</strong> Tarihi, Milli<br />
Mücadelede <strong>Marmaris</strong> ve <strong>Marmaris</strong> ġer‘iyye Sicilleri ve<br />
Sosyo Ekonomik Hayat‘ gibi ilginç tarihi konular yer alıyor.<br />
9
Adı geçen yazarları ve kitabın yayınında yardımcı olanları<br />
kutluyorum.<br />
Bir kez daha doğup, halen yaĢamakta olduğum ve<br />
bundan gurur, mutluluk duyduğum <strong>Marmaris</strong> adına<br />
yüksek sesle ―HER ġEY AMA GÜZEL OLAN HER ġEY<br />
MARMARĠS ĠÇĠN‖ diyor, tüm hemĢeri ve okurlarıma<br />
saygı ve sevgi sunuyorum.<br />
Biraz uzayan önsözümü <strong>Marmaris</strong> sevdalısı,<br />
asker, pilot ve Ģair merhum Erdoğan Çokduru‘nun<br />
‗<strong>Marmaris</strong>‘im‘ adlı Ģiiriyle sonlandırıp sizi ‗<strong>Marmaris</strong>‘in<br />
Mıstan Sokağı‘nı okumaya davet ediyorum.<br />
Saygılarımla…<br />
Erol Uysal<br />
Ülkesel Turist Rehberi<br />
05 Nisan 2011-<strong>Marmaris</strong><br />
10
MARMARĠS‘ĠM<br />
Bir gece düĢ içinde sabırsız sana geldim, .<br />
Sen gene eski sen, resmin gene eski resim.<br />
<strong>Marmaris</strong>, <strong>Marmaris</strong>, <strong>Marmaris</strong>‘im.<br />
Ġspirto kokusu var havada,<br />
Sağ sağa yaslan, sol sola yalpa.<br />
SarhoĢlar ünleĢir çıkmazlarında,<br />
Yok birine kızasım,<br />
Ben onlara, onlar da bana kızsın.<br />
<strong>Marmaris</strong>, <strong>Marmaris</strong>, <strong>Marmaris</strong>‘im.<br />
Gene coĢmuĢ Kocapınar,<br />
ġırıl Ģırıl ıĢıldar.<br />
Aptes alınır ezan vakti,<br />
Yalağında ıslanmıĢ karpuzlar,<br />
KazınmıĢ kabuklarına isim.<br />
<strong>Marmaris</strong>, <strong>Marmaris</strong>, <strong>Marmaris</strong>‘im.<br />
Sünger dönüĢü kordonda dalgıç karıları,<br />
DöĢlerinde beĢibiyerdeler.<br />
Çiğinlerinde çocukları,<br />
Çıkmadı mı motordan kocaları,<br />
Dizlerinde yumrukları çığlıkları,<br />
Günlerce sürer ağıtları..<br />
Sen de vurgun yemiĢsin belden yukarı.<br />
Bir gece düĢten uyanıp,<br />
Kan ter içinde sana geldim.<br />
Sen ne eski sen,<br />
Resmin ne eski resim,<br />
Hav ar yu‘sun <strong>Marmaris</strong>‘im.<br />
11<br />
Erdoğan Çokduru<br />
1937-1999
Bir resim sergisinde <strong>Marmaris</strong> Bel. BĢk. Sayın Ali Acar, yazar Erol<br />
Uysal ve sanatseverlerle<br />
12
Ġ Ç Ġ N D E K Ġ L E R<br />
BĠRĠNCĠ BÖLÜM<br />
ÖYKÜLEġTĠRĠLMĠġ TARĠHĠ OLAYLAR VE<br />
ANEKDOTLAR Sahife<br />
<strong>Marmaris</strong> ve yakın Çevre Beldelere kısa bir bakıĢ<br />
DevedaĢı ve Mediha<br />
Menzilhane ve Bulamaç<br />
Sarı Ana ve Kanuni<br />
<strong>Marmaris</strong> Limanı ve Ünlü Ziyaretçileri<br />
ġanlı Yavuz ve Köpek Balığı<br />
<strong>Marmaris</strong> Bombalanıyor<br />
Mıstan Sokağı<br />
Kaçıka Mustafa<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in Günlük Ağaçları<br />
ĠKĠNCĠ BÖLÜM<br />
YEREL GAZETE YAZILARIMDAN SEÇMELER<br />
NATO ve Anımsattıkları<br />
Noel ve Mersin Ağacı<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in Ayyıldızları<br />
Bir Lütfü Küçük Vardı<br />
Ağa Limanından Batık Hamama<br />
Arka Sokaklar<br />
Bir Kongre Gezisi ve Notlar<br />
Kıssadan Hisse<br />
13
DadaĢ Diyarı Erzurum<br />
Ġncir ve Tuvalet<br />
24 Kasım Öğretmenler Günü<br />
Akdeniz ve Çevre<br />
Ek Mendirek Projesine Hayır Diyorum<br />
Echad Kalesi<br />
Erol Uysal‘a Çocuklarından Bir sürpriz ve Yanıtı<br />
KiĢi Sevmeye Gücün Var mı?<br />
Bir Kültür Gezisi<br />
Ölüler Altın Takmaz<br />
Mitolojik Hikâyeler<br />
AĢure Günü<br />
Bir Dalyan Turu<br />
Bir Oturumun Ardından<br />
Bunları Biliyor muydunuz?<br />
Ġlginç Birkaç Anı<br />
Son Söz ve Bir ġiir<br />
14
Doğudan batıya Mıstan Sokağı -2010<br />
15
Erol Uysal<br />
17 Eylül 1937‘de <strong>Marmaris</strong>‘in Tepe Mahallesi<br />
‗Mıstan Sokağı‘nın deniz kıyısındaki taĢ yapılı evde<br />
doğdu. Babası Hacı Ġbrahim oğlu Hüseyin Uysal<br />
(Gözlüklü Hüseyin) annesi Kamil Atasoy (Kamil Ağa)<br />
kızı Bezmigül (Gülhanım) idi. Ailenin üçü erkek bir<br />
kız dört çocuğundan ilk ikincisi olan Erol Uysal Ġlk<br />
ve Orta öğretimini <strong>Marmaris</strong>‘te yaptıktan sonra<br />
Astsubay olmak için Ankara‘da Zırhlı Birlikler<br />
Okulunda okudu. Mezun olup Türk Silahlı<br />
Kuvvetlerine katıldı. Yabancı dil kurslarına katılarak<br />
Ġngilizce öğrendi. Erzurum-Kandilli ortaokulunda<br />
öğretmen açığı olduğu için bir dönem Ġngilizce<br />
derslere girdi. Yurdun değiĢik bölgelerindeki birlik ve<br />
garnizonlarda (iki defa üçer yıl olmak üzere altı yıl<br />
ġark Hizmeti‘nde ve iki yıl Belçika-Brüksel‘deki<br />
NATO Karargahı ‗Türk Askeri Temsilciliği‘nde Daimi<br />
Görevde bulundu. Üç defa yurt dıĢına giderek kurs,<br />
eğitim, tatbikat ve tercümanlık gibi görevler yaptı.<br />
1964 yılında Gülsen hanımla evlendi. Erkek ve kız<br />
olmak üzere iki çocukları ve dört torunu var.<br />
Oğlu Mustafa Kemal halen Türk Silahlı<br />
Kuvvetlerinde Kurmay Albay rütbesinde, kızı ġule Aktepe<br />
(Uysal) Ġzmir‘de Anadolu Lisesinde Türk Dili ve Edebiyatı<br />
Öğretmenidir.<br />
Erol Uysal 1977 yılında kendi isteğiyle emekli oldu.<br />
Serbest olarak Ülkesel Kokartlı Turist Rehberliği<br />
yapmaktadır. Amatör olarak yerel gazetelerde 30 yıldır<br />
yazı yazmakta, <strong>Marmaris</strong> ve çevresi üzerinde tarih, kültür<br />
ve folklorik araĢtırma yapmaktadır. 2005 yılında<br />
‗<strong>Marmaris</strong>‘in Günlük Ağaçları‘ adlı bir araĢtırması olan<br />
kitapçığı yayınlanmıĢtır.<br />
16
Birinci Bölüm<br />
ÖYKÜLEġTĠRĠLMĠġ TARĠHĠ OLAYLAR VE<br />
ANEKDOTLAR<br />
<strong>Marmaris</strong> ve Çevre Beldelere Kısa Bir BakıĢ:<br />
<strong>Marmaris</strong><br />
<strong>Marmaris</strong>, ‗Neolitik‘ veya diğer adıyla ‗Cilalı TaĢ<br />
(MÖ. 8000-5500) devirlerinden bu güne geçen takribi on<br />
bin yıllık zaman içinde Akdeniz ve Ege Denizine, ‗Kral<br />
Yolu‘ ve ‗Ġpek Yolu‘na açık kapıları olan, Anadolu<br />
coğrafyasının Güneybatı köĢesinde adeta nadide bir<br />
mücevherdir. Çok stratejik ve korunaklı bir limana sahip<br />
olan <strong>Marmaris</strong>‘te 1936 yılında ilkokul öğretmenliği de<br />
yapan Ferit Kayan bu cennetin özelliği, iklimi, halkı ve<br />
kültüründen aĢırı derece etkilenmiĢ olmalı ki, kendi yazıp<br />
bestelediği ‗<strong>Marmaris</strong> Gençlik MarĢı‘nın bir mısrasında,<br />
‗Sırtımızda on bin yıl yarına koĢuyoruz‘ diyerek <strong>Marmaris</strong><br />
ve Anadolu Coğrafyasında yaĢayan tüm kavimlerin<br />
medeniyet düzeyi, kültür ve sanat eserlerini önemseyip<br />
benimsemiĢ, onları bu günlere taĢımıĢtır.<br />
Yazının icadıyla birlikte MÖ.3400‘lerde Karyalıların<br />
bu bölgede yaĢamaya baĢladığını Homer, Heredot,<br />
Diadoroso, Pliny, Strabo, Plutarch vb.antik devir<br />
yazarlarının eserlerinden öğreniyoruz. Karya, Hitit, Ġyon,<br />
Dor, Lidya, Pers, Ġskender ve Helen, Roma, Bizans,<br />
Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı dönemlerinin idaresi<br />
altında <strong>Marmaris</strong> küçük nüfusuyla köy ve nahiye<br />
denilebilecek düzeydeyken Osmanlı Vilayeti olan Rodos‘a<br />
bağlı bir kasaba idi. Muğla Vilayet olunca 1867‘de ilçe<br />
oldu ve Muğla Ġline bağlandı.<br />
17
<strong>Marmaris</strong>, Akdeniz‘e özgü iklimi, endemik olan<br />
Günlük ağaçları, çam baĢta olmak üzere çeĢitli Akdeniz<br />
bitki örtüsüne sahiptir. Barınaklı limanı, turkuvaz renkli<br />
kıyıları, koyları, plajları ve çevresindeki zengin tarih, kültür<br />
hazineleri ile ünlüdür. Akdeniz ve Ege‘deki adalara olan<br />
yakınlığıyla antik çağlarda olduğu gibi bu gün de yatçılık<br />
ve Mavi Tur, en büyüğünden en küçüğüne kadar yeni,<br />
kaliteli ve temiz konaklama tesisleriyle yılda iki milyona<br />
yakın yerli ve yabancı turiste ev sahipliği yapmaktadır.<br />
Eğlenme ve dinlenme öncelikli olmak üzere bir gezgin için<br />
aranan tarih, kültür, sanat, folklor, spor gibi tüm çeĢitliliğin<br />
varlığı ve bunların sunulduğu <strong>Marmaris</strong>‘i görmek,<br />
yaĢamak bir ayrıcalık olsa gerektir.<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in çevresinde antik çağlarda birer yerleĢim<br />
birimi olarak Karya Federasyonuna bağlı yerleĢim yerleri<br />
Ģimdi turistler için ilgi duyulan tarihi, kültürel ve folklorik<br />
gezi yerleri oldu. <strong>Marmaris</strong> merkez ve çevresinde<br />
yabancı ve yerli tarihçi ve arkeologların yaptığı kazı ve<br />
araĢtırmalarla gün ıĢığına çıkarılan eserler yerel ve ulusal<br />
müzelerde sergilenmekte, ziyarete açık yerler turistler<br />
tarafından gidilip görülebilmektedir.<br />
Antik çağlarda Physkos, Mermerisos, Marmora,<br />
Marmaras, Mermeris vb gibi adları olan <strong>Marmaris</strong>, 14.ve<br />
15. yüzyılda Orta Anadolu‘da Moğol istilasından korkup<br />
göç eden Türkmenlerden ‗Mamulas‘ obasının bölgeye<br />
yerleĢmesiyle bu günkü ‗<strong>Marmaris</strong>‘ adını almıĢtır. Diğer bir<br />
rivayete göre de, Kanuni Sultan Süleyman Rodos<br />
Seferine giderken ihyasını istediği kaleyi sefer dönüĢü<br />
gördüğünde küçük bulup, mimarına, ―Ya mimar bu kaleyi<br />
azdır‖ demiĢ ve kasabanın adı ‗Mimar azdır‘<br />
sözcüklerinden ‗Mimaraz‘, ‗Mimaras‘ olmuĢ, sonra da<br />
bugünkü ‗<strong>Marmaris</strong>‘ e dönüĢmüĢtür. Yine baĢka bir<br />
rivayete göre de; Kanuni Rodos dönüĢünde mimarın<br />
kaleyi küçük inĢa etmiĢ olmasına kızıp yöneticiye ―Mimarı<br />
As‖ emrini vermiĢ ve bu sözcük değiĢik söylemlerle bu<br />
günkü ‗<strong>Marmaris</strong>‘ adına dönüĢmüĢtür.<br />
18
Yukarıda değindiğimiz üzere, <strong>Marmaris</strong> çevresi<br />
tarihi ve kültürel çeĢitliliğin yanında doğal ve endemik<br />
ağaç türüne ve çeĢitli Akdeniz bitki örtüsüne,(flora)<br />
hayvan (fauna) arı, kovan ve bal zenginliğine sahiptir.<br />
ġehir merkezinde bir ortaçağ kalesi ve içerisinde yöreden<br />
getirilmiĢ eserlerin sergilendiği bir müzeyle kervansaray,<br />
cami, türbe ve ‗Eyilik TaĢı‘ mezar ve açık tarihi park alanı<br />
gibi ziyaret yerleri vardır.<br />
ġehrin ilk kuruluĢ yeri kuzeyde Asarlık Tepe<br />
üzerindedir. Burada Ģehir antik Ģehir surları mezar ve<br />
diğer Ģehir kalıntılar halen görülmekte olup, taĢınabilen<br />
küçük objeler müzelerde sergilenmektedir. <strong>Marmaris</strong> ve<br />
çevresinde sistemli bir arkeolojik kazı yapılmadığı için<br />
bazı antik çağ tarihine ıĢık tutacak kitabe, yazıt, heykel<br />
gibi eserlerin toprak altında olduğu sanılmaktadır. En son<br />
<strong>Marmaris</strong> güneyindeki Cennet Adası‘nda bulunan bir<br />
mağaranın yüz binlerce yıl öncesinin yaĢam izlerini<br />
taĢıdığı, buranın bilimsel yönden araĢtırılması ve<br />
kazısının yapılması gerekmektedir.<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in, deniz hava ve karadan her türlü ticaret<br />
ve turizme açık giriĢ kapıları vardır.<br />
Denizde, yatçılık, yerli yapım tekneler (Gulet) ve<br />
fiber yatlarla yapılan ‗Mavi Yolculuk‘ (Blue Voyage) yöreye<br />
büyük bir turizm girdisi sağlamaktadır. <strong>Marmaris</strong>‘ten<br />
Rodos‘a deniz otobüsleriyle her gün turist ve yolcu<br />
taĢımacılığı yapılmakta olup Rodos ve diğer Yunan<br />
adaları mavi turlar için belirli ve değiĢik rotalar olmaktadır.<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in merkez belediyesi olarak hemen<br />
yakınında üç belde belediye kuruluĢu da vardır. Bunlara<br />
da kısaca tarihi ve doğal özellikleriyle kendi baĢlıkları<br />
altında burada yer verelim.<br />
Takdir edilir ki, bu kitap ‗Ön söz‘ de belirtildiği gibi<br />
bir ‗<strong>Marmaris</strong> Tarihi‘ değildir. Bir ziyaretçinin bölgeyi iyi<br />
tanıması için daha çok bilgi ve sorulara yanıt aramada<br />
19
mutlaka bir rehbere, yöreye ait kitap veya broĢüre gerek<br />
duyulacaktır.<br />
Armutalan<br />
Armutalan, <strong>Marmaris</strong> Merkez Belediye‘ye bağlı bir<br />
köy iken 1987 yılında belediye olmuĢ, nüfusu on binin<br />
üzerindedir. <strong>Marmaris</strong>‘e sadece 3 km. uzaklıkta olan<br />
belde yüksekçe bir teras üzerine konuĢlandığından<br />
hemen kuzey batısındaki dağ eteklerinden veya<br />
<strong>Marmaris</strong>-Datça karayolunun panorama yerlerinden<br />
masmavi <strong>Marmaris</strong> Körfeziyle gerisinde <strong>Marmaris</strong> ve<br />
Armutalan Ovaları görülmeye, fotoğraf çekmeye değerdir.<br />
Armutalan Ovası Kanuni Sultan Süleyman‘ın (16.yüzyıl)<br />
Rodos Seferi sırasında yüz bin kiĢilik ordusuna<br />
konaklama yeri (ordugâh) olmuĢtur. Bu alanda her yer<br />
armut ağaçlarıyla bezenmiĢ olduğundan ordunun<br />
konaklamasında özellikle yaz sıcağında askerlerin<br />
güneĢten korunması için bu ağaçların gölgesi ve<br />
çevresinden yararlanılmıĢtır. Osmanlı Ordusu buranın<br />
adını ‗Armut Alanı‘ koymuĢ, Cumhuriyet Döneminde ise<br />
‗Armutalan Köyü‘ olarak isimlendirilmiĢtir. Bu yaĢam<br />
yerinin ağaçlarını ve köy adını ebediyen yaĢatmak için<br />
1987 yılında Belde ve Belediye kuruluĢuna geçen<br />
Armutalan, yerel yönetim olarak her dikim mevsiminde<br />
özel fidanlığında armut ağacı bulundurmakta, burada<br />
yaĢayan belde sakinlerine bahçelerine fidan dikmeyi<br />
önermektedir.<br />
Ġçmeler<br />
Ege denizi ve Akdeniz‘in tam kesiĢme noktasında<br />
bulunan Ġçmeler kasabasının eski adı ‗Gölenye‘olup köy<br />
olarak küçük nüfuslu bir yerleĢim yeriydi. Ġngiliz tarihçi ve<br />
yazar George Bean‘e göre Prof. Cook Gölenye‘de kutsal<br />
bir alan ve tapınak bulunduğunu, bunun Eren dağındaki<br />
sağlık yarı tanrıçası Hemithea‘ya ait olabileceğini,<br />
bölgedeki araĢtırmalarda ise bazı mermer parçaları ve<br />
sikkelerle, üzerlerinde kitabe ve simgeler olduğunu<br />
20
yazmıĢtır. (Beyond The Meander- George Bean -1903-<br />
1977)<br />
Eskiden köy olan ‗Gölenye‘ nin adı 1963 yılında<br />
‗Ġçmeler‘ olarak değiĢtirildi. Zira burada koyun güney<br />
kıyısında bir kaynaktan çıkan maden suyu içildiğinde<br />
müshil etkisi yaratıyordu. Yıllarca, belki de antik çağlardan<br />
beri ‗kür yeri‘ olarak ziyaret edilip, içilen bu Ģifalı su<br />
ünlenince köye bu ad verildi. Bu kit6abın yazarı da 1945–<br />
1955 yılları arasında ailesi ile birlikte buraya gelip Ģifalı<br />
sudan içmiĢtir. ġimdi ise çevresindeki yapılaĢma ve nüfus<br />
yoğunluğunun artmasıyla bu kaynak eski önemini yitirmiĢ,<br />
ilgililerce yenilenerek ziyarete açık hale getirilmesi<br />
düĢünülmektedir.<br />
1987 yılında belde olup belediye kuruluĢuna<br />
kavuĢan Ġçmeler Beldesinin nüfusu bugün 6 bin<br />
civarındadır. Merkez Ġlçe olan <strong>Marmaris</strong>‘e uzaklığı ise<br />
sadece 7 km.dir.<br />
Akdeniz ikliminde yetiĢen ağaç ve makilerle örtülü<br />
dağlarla çevrili Ġçmeler‘in <strong>Marmaris</strong> Körfezine açık ve<br />
takriben 1 km. uzunluğunda ve 50 m..geniĢliğinde güzel<br />
kumlu bir plajı vardır. Bu plaj ‗Mavi Bayrak‘ ödülü almıĢtır.<br />
Plajın hemen arkasında konaklama, eğlenme ve alıĢveriĢ<br />
merkezi vardır.<br />
Bir yanı deniz, diğer yanı orman olan ve takriben 8<br />
km. uzunluğundaki yaya yolu yürüyüĢ severler için güzel<br />
bir seçenektir. Bu yolda yürüyenler kısa zamanda<br />
<strong>Marmaris</strong>‘le kucaklaĢırlar. Eskiden Ġçmeler‘e (Gölenye) yol<br />
yoktu. <strong>Marmaris</strong>liler buraya kayıklarla kürek çekerek veya<br />
yaya yürüyerek giderler, Ģifalı kaynak suyundan içerek kür<br />
alırlardı. Gölenye‘de yaĢayan rahmetli Osman Amca<br />
omzunda taĢıdığı içinde mısır inciri (kaktüs) dolu<br />
tenekeyle uzun adımlarıyla yaya olarak kumsalı takiben<br />
kısa zamanda <strong>Marmaris</strong>‘e gelir, incirleri satıp köyüne geri<br />
dönerdi. O zaman birbirlerine lakap takmayı çok seven<br />
<strong>Marmaris</strong>liler bu hemĢerimize hemen ‗Tayyare Osman‘<br />
adını takıverdiler. Bununla da kalmadılar, sokakta, yolda<br />
21
uzun adımlarla hızlı yürümekte olan birine<br />
rastladıklarında, ―Ni le Tayyare Osman gibi nereye gidip<br />
durun‖ derlerdi, Muhatabından da ―Nineyin gari be, höle<br />
bi hava alan deye gendimi dıĢarı attıydım‖ yanıtını alırdı.<br />
1950‘li yıllarda Ġçmeler- Osmaniye arasındaki dağlık<br />
ve ormanlık alanda manganez madeni ve kireç ocağı<br />
iĢletilirdi. Rezervlerin az olması nedeniyle Ģirket zarar<br />
ettiğinden bu ocaklar 1960‘lı yıllarda kapanmıĢtı.<br />
Beldibi<br />
Beldibi, <strong>Marmaris</strong>‘in kuzeybatısında merkeze<br />
takriben 5 km uzaklıkta bir köy iken 1999‘da belde oldu.<br />
Beldibi, MÖ. 2 yüzyılda Rodos Birliğine bağlı kasaba<br />
(Deme) bağlı bir yer olmamasına rağmen diğer yerleĢim<br />
birimlerine dağlık bölgeden en kısa ve güvenli Ģekilde<br />
ulaĢmak için geçit sağlardı. Beldibi, Kuzey Batısındaki<br />
Gökbel mevkii ile Karadağ eteklerinde kurulmuĢ adeta<br />
doğaya saklanmıĢ bir küçük yerleĢim yeridir. Üç yanı<br />
dağlarla ve ormanla çevrili olmasından takma adı ‗Zümrüt<br />
Yer‘ olmuĢtur. ‗Gökbel‘ çeĢmesinden su içmek, <strong>Marmaris</strong><br />
ve körfezi tepeden izlemek, ciğerlere bol oksijen<br />
depolamak için ideal bir yerdir.<br />
Eski <strong>Marmaris</strong> (Phskos) Ģehrinin limanı buradaymıĢ.<br />
Limandan Ģehrin surlarına çıkan bir patika yol Ģehir<br />
akropol‘üne çıkar. Antik Limana gelen malların<br />
boĢaltılması ve bazı ürünlerin yüklenmesi burada<br />
olurmuĢ.<br />
ġehir mezarlığının bulunduğu yerde kazılar<br />
sırasında bazı deniz kabukluları görülmüĢtür. Bu da bize<br />
eski Physkos Ģehir limanının buraya kadar uzandığını<br />
gösterir. Bu durumda, ‖Biz <strong>Marmaris</strong>liler birkaç yükselti<br />
ve kayalık yerler dıĢında meydana gelen erozyonun<br />
yaratmıĢ olduğu delta üzerinde inĢa edilmiĢ yapılarda<br />
yaĢamakta olduğumuz gerçeğiyle yüz yüzeyiz. Olası<br />
deprem veya depremleri düĢündüğümüzde gerçeğin<br />
22
ürkütücü ve korkutucu yanını mutlaka dikkate almamız<br />
gerekiyor.<br />
Mondros AteĢ Kes AntlaĢmasının (30 Ekim 1918)<br />
imzalanmasından sonra <strong>Marmaris</strong>‘te bulunan bir tabur<br />
düzeyindeki askeri birlik silahlarını teslim etmeyip<br />
Karadağ‘ın kuzey batı eteğine çekilmiĢ. Burası antik<br />
çağlarda ‗Amnistos‘ olarak bilinen Ģimdiki ‗Altınsivrisi‘ nin<br />
batı etekleridir. Taburun intikalinden sonra buraya<br />
‗KıĢlacık‘ adı verilmiĢtir. Tabur Komutanı BinbaĢı Edip Bey<br />
silah, teçhizat ve diğer malzemeyi ‗Muğla Kuvayı Milliye‘<br />
TeĢkilatı‘na gizlice göndermiĢtir. (1) Bayır ile Karacasöğüt<br />
köyleri arasında olan bu yere köyün yaĢlıları halen<br />
‗KıĢlacık‘ derler.<br />
Bize göre, Beldibi-Gökbel- Ovacık kara yolu<br />
iyileĢtirilip trafiğe açılırsa, Gökova Körfezinin güney<br />
kıyılarına ulaĢım kısa ve kolay olacak, <strong>Marmaris</strong>, Beldibi<br />
ve çevresi turizm ve ulaĢım için yeni bir ulaĢım<br />
seçeneğine kavuĢacaktır.<br />
23
DEVEDAġI VE ‘MEDĠHA’<br />
Genç arkadaĢlarımı bilemem ama bizim kura<br />
rehberler takma adı ‗Halikarnas Balıkçısı‘ olan Cevat<br />
ġakir Kabaağaçlı‘yı iyi tanırlar. Rehberlerin duayeni<br />
Kabaağaçlı Oxford‘da ‗Yakın Çağlar Tarihi‘ eğitimi almıĢ,<br />
dokuz yabancı dil bilen, onlarca roman, öykü yazan,<br />
çeviren bir insandı. Anadolu ve Gökova sevdalısı, bize<br />
kocaman, güçlü bir haykırıĢ gibi gelen ünlü<br />
‗Merhaba‘sıyla yakından tanıdığım Balıkçı artık aramızda<br />
değil. Onu, 13 Ekim 1973‘de kaybetmiĢtik. ġimdi çok<br />
sevdiği Bodrum-Gümbet‘te gömülüdür. Ardında bıraktığı<br />
eserler onu hep yaĢatıyor, bize kendini unutturmuyor.<br />
Sevgili ġadan Gökovalı yapıtlarının birçoğunu derleyip,<br />
düzenleyerek yayına vermekle çok büyük bir hizmette<br />
bulundu. Kendisine buradan bir kez daha selam, sevgi<br />
gönderiyor, teĢekkür ediyorum.<br />
1960‘lı yılların sonuna doğru birkaç tura Balıkçı ile<br />
birlikte çıkmanın onurunu yaĢayanlardanım. Bu değerli<br />
insanı ölümünün 38.yılında rahmet ve sevgiyle anıyorum.<br />
ArkadaĢımız ġadan Gökovalı, Balıkçı‘nın ‗Merhaba<br />
Anadolu‘ adlı eserinde bakın ne güzel bir benzetme<br />
yapmıĢ. Balıkçıyı cennete götürmüĢler, ―Hani, nerede<br />
Gökova demiĢ.‖ Gökova, ne de olsa <strong>Marmaris</strong>‘in arka<br />
bahçesi sayılır. Biz <strong>Marmaris</strong>liler de bu güzel cennet<br />
parçasında yaĢadığımıza göre öldükten sonra cennete de<br />
gitsek garanti ―Nerede benim <strong>Marmaris</strong>‘im‖ deriz...<br />
24
'Halikarnas Balıkçısı' Cevat ġakir<br />
Kabaağaçlı 1890- 1973<br />
Değerli Okurlar; Müzisyenler genellikle bir hane<br />
geçiĢ taksimi yaptıktan sonra esas makamda karar<br />
kılarlar. Ben de konuyu ‗DevedaĢı‘na getirmek için<br />
adeta kısa bir peĢrev yaptığımın bilincindeyim.<br />
Anımsayacak olursak geride kalan yıllarda Suudi<br />
Arabistan‘daki ecdadımızın eseri olan ‗Echad Kalesi‘<br />
yıkılmasın için yazılar yazdık, biraz yaygara bile<br />
kopardık. Oysa burnumuzun dibindeki ‗DevedaĢı‘<br />
kırılıp, üstüne beton dökülürken sadece seyretmiĢtik.<br />
Bana öyle geliyor ki, DevedaĢı‘nda yaĢayıp, anıları<br />
olanlar, diğer bir deyiĢle Ģimdi hayatta olmayanlar<br />
cennette iseler mutlaka ‗Hani benim DevedaĢı‘m<br />
deyip, burayı aramıĢlardır…<br />
Bize mucize gibi görünen, hatta bir efsane tecelli<br />
etti‘ diyebileceğimiz gerçek bir olaya kısaca değinmek<br />
istiyorum.<br />
25
‗DevedaĢı‘ında devamlı denizi gözeten, denizden<br />
adeta sevdiği huri veya periyi bekleyen bir kız yaĢardı.<br />
Kızın adı ‗Mediha‘ idi. Mitolojik öykülerde adları geçen ve<br />
su perileri ‗Siren‘ler, ‗Harpi‘ler ve de ‗Nereid‘ler olarak<br />
bilinen yaratıklar büyülemiĢti sanki Mediha‘yı. Sevdiğinin<br />
veya çocuğunun gelmesini beklerdi bu kız DevedaĢ‘ında.<br />
Biliyoruz ki anılan bu mitolojik yaratıklar özellikle Ege ve<br />
Akdeniz sularında yaĢarlar, hatta bunların kabartmalarını<br />
Xanthos-Kınık‘ta pilye mezarların (Likyalılara özgü mimari<br />
yapıtlar) frizlerinde görürüz. Ancak, 1840 ve 1950‘li<br />
yıllarda Sir Charles Fellow, Charles Newton adlı Ġngiliz<br />
seyyahlar bunları ‗HMS/ Bezcon‘ adlı savaĢ gemisiyle<br />
Londra‘daki British Museum‘a taĢımıĢlar, bize de alçıdan<br />
yapılmıĢ kopyalarını bırakmıĢlardır...<br />
<strong>Marmaris</strong>liler DevedaĢı‘nı sahiplenmeyince adı<br />
çocukluğumuzda ‗Deli‘ye çıkan Maliyeci Nuri Efendinin<br />
genç kızı Mediha buna itiraz etmiĢ olmalı ki, manevi<br />
dünyasından toparlanıp bir deniz kızı (Mermaid) kılığında<br />
geri dönüp beyaz bir mermer heykel olarak dikildi<br />
‗DevedaĢ‘ının tam üstüne. Buradaki heykele sadece<br />
‗denizkızı heykeli‘ deyip geçerek bakmayalım. O heykel<br />
Mediha‘‘nın ta kendisidir. Yoksa baĢka yer mi yoktu<br />
<strong>Marmaris</strong>‘te heykel dikilecek…<br />
Mediha da böylece bir efsane oldu <strong>Marmaris</strong>‘e.<br />
Tıpkı, Sarı Ana, Yakup Baba, Göççü Dede, Murat ve<br />
Osman KardeĢler gibi…<br />
26
Deniz Kızı Mermaid<br />
‗DevedaĢı‘ çocukluğumuzun denize çivileme veya<br />
baĢ üstü atlama taĢları, bir tür tramplenleriydi. Kama veya<br />
piramit Ģeklinde olanına ‗Kılıç‘ derdik. Buradan<br />
ağabeylerimiz atlardı. Biz ‗Leblebi‘ ile ‗Topan DaĢ‘ı<br />
yeğlerdik. Biraz daha büyüyünce ‗Kılıç‘tan atlamaya<br />
baĢladık. Bu kayalar <strong>Marmaris</strong> körfezinin bir tür niĢan<br />
taĢları, simgeleriydi. Amatör balıkçılar sandallarıyla<br />
avlandıkları yeri tayin ve tespit etmek için bu kayalardan<br />
kerteriz alırlardı. Bunlardan birisinin uzaktan bakınca<br />
27
deveye benzemesi yüzünden buraya ‗DevedaĢı‘ denilmiĢ<br />
olsa gerektir. Akdeniz ve Ege‘de aynı adla bilinen<br />
kayalıklar da vardır. Batıdan esen sert karayel burada<br />
kırılır, sandal sefaları ‗Kısayalı‘ mevkiinde, yani bu<br />
kayaların doğusundaki Yat Limanı (Marina) bölgesinde<br />
olurdu. Karayel kaldığında DevedaĢı‘ndan batıya kürek<br />
çekilir, bu günkü halk plajı yani ‗Uzun Yalı‘ mehtaplı<br />
günlerde kayıklarla volta atılan uzun bir etap olur,<br />
‗Pamucak‘ mevkiindeki ‗Turban Tatil Köyü‘ne kadar<br />
uzanırdı.<br />
Üstte DevedaĢı – 1980<br />
28
YaĢamlarında yüzleri hep DevedaĢı'na dönük olan<br />
yüzücü ve kürekçiler <strong>Marmaris</strong> <strong>Belediyesi</strong>nin verdiği<br />
ödülleriyle- 1 Temmuz 2005 (Ön sırada soldan ikinci Halil<br />
Uygun vefat etti.)<br />
DevedaĢı‘ nın eski sakinlerinin çoğu birer ikiĢer<br />
maddi yaĢamlarından manevi aleme göçüp gittiler. Bugün,<br />
DevedaĢı‘ nın sanal olarak bulunduğu noktaya oturup<br />
yüzümüzü Cennet Adasına dönersek önce sağ ve sonra<br />
sol tarafta kıyıda evleri olanlar sanki birden ayağa kalkıp<br />
―Biz buradayız‖ diyecekler gibi gelir bana...<br />
DevedaĢı‘nın önce yüzleri güney ve güney batıya,<br />
sonra da güney ve güneydoğu‘ya bakan çoğunun hayatta<br />
olmadığı sakinlerini saygıyla anarak lakaplarıyla okurlara<br />
tanıtmak istiyorum.<br />
<strong>Marmaris</strong> Kalesinin hemen batı eteklerindeki<br />
evlerde yaĢayanlar: Nuri Efendiler, Tenten Hüseyin, ĠbiĢin<br />
Ebe Hayriye, Tokalar, Kabakçılar, Süleyman Efendi,<br />
Hamal Memet, Cevoğlanın Ali, Ġsmail Kargın, Selçuk,<br />
ġükrü Kaptan, Kıymıkçı Kamil (Kamil Ağa), Tokalaç‘ın<br />
Hamdi, ġevket Efendi, Yeni Ali, Çıkrıkçı Mustafa, Adil<br />
Öner, HaĢmet Memet ve aileleridir.<br />
29
<strong>Marmaris</strong> Kalesinin güney ve güneydoğu<br />
eteklerinde, DevedaĢ‘ının doğusundakileri anımsayacak<br />
olursak onları ‗Mıstan Sokağı‘ sakinleri olarak<br />
tanımlayabiliriz. Rum korsan Andon Civoni‘yi etkisiz hale<br />
getiren Zeybek RaĢit kaptan, Çıkıkçı Kemal, ĠbiĢin Hasan<br />
ve Mehmetler, Ali Usta, Ramazan‘ın Ömer, Tokalaç‘ın<br />
Ahmet, oğlu Ali, Memet Kocayiğit, Pantazın YaĢar,<br />
Havanın Hayriye, oğlu Hasan Bey, Apti oğlu Hüseyin,<br />
oğlu Koca Apti, KeleĢin Güllü (Halk doktoru) Baharlılar,<br />
Yorgancı Hayriye, Bacaksızlar, Pampik Duran, Turunçlu<br />
Mustafa, Dıngilinin Hasan, Adalı HurĢit, Tahta Kıranlar,<br />
Halil Bey, Ġsmet Gökmen, AltındiĢ Mustafa, Ekincikli<br />
Mustafa, Yörükoğlu Mustafa, Hacı Ġbrahim ve oğlu<br />
gözlüklü Hüseyin (Yazarın babası), Kaçıka Mustafa,<br />
Mıstanoğlu Hüseyin, oğlu Hasan, Ali oğlu Memet, Salih<br />
Usta, Marangoz Apti Yüce ve aileleridir....<br />
Değerli Okurlar; Bu kitabı yazmaya karar vermeden<br />
önce eskiden veya halen DevedaĢı‘nının yakınında<br />
ikamet eden bazı hemĢerilere ziyaretlerde bulunmuĢtum.<br />
Bunlardan en yaĢlısı ‗Tenten Hüseyin‘ lakaplı Hüseyin<br />
Tekin ağabeyimdir. Kendisiyle söyleĢi yaptığımda yaĢı 96<br />
idi. (Hüseyin Tekin Nisan 2010‘da vefat etti) YaĢamının<br />
büyük çoğunluğunu sünger avcısı olarak geçirmiĢ. Vurgun<br />
yemiĢ, ama yine dalmaya devam etmiĢ. Ayaklarından<br />
engelli olduğu halde tekerlekli sandalyesiyle <strong>Marmaris</strong>‘ in<br />
cadde ve sokaklarında dolaĢırken ona sık rastlardık.<br />
Sağlığı ve aklı yerindeydi. MüthiĢ Atatürkçü,<br />
Cumhuriyetimizin kuruluĢunun 86.yılında tören alanına<br />
gelip Ata‘ya saygı duruĢunda bulunmak istiyordu.<br />
Cumhuriyet kurulduğunda 9 yaĢındaymıĢ. Cumhuriyetin<br />
kuruluĢunun 10. yılında <strong>Marmaris</strong>‘in ilk anıtı olan ‗Atatürk<br />
Büstü‘nün açılıĢında bütün <strong>Marmaris</strong>lilerle birlikte 10.yıl<br />
MarĢını söylemiĢ. Kendisine neden ‗Ten Ten ‘lakabının<br />
takıldığını sorduğumda, ―Hızlı yürüdüğüm, tez canlı ve<br />
hareketli oluĢumdan‘ dedi. Atatürk ile ilgili aĢağıya<br />
aldığım bir anısını da benimle paylaĢtı.<br />
30
―Atatürk 23-24 ġubat 1935‘de ‗Ege‘ adlı gemiyle<br />
<strong>Marmaris</strong> limanına ikinci defa geldiğinde ben de Bedir<br />
Adası önünde sandalda balık avlıyordum. Ġri mercanlar<br />
tutmuĢtum. Sandalın gemiye yaklaĢmasına izin<br />
vermediler. Uzaktan Atatürk‘ü geminin güvertesinde<br />
Ģezlonkta güneĢlenirken gördüm. Rahatsız olduğu<br />
söyleniyordu. Ġçimden, Ata‘ya bu taze mercanlardan<br />
versem de piĢirtip yese biĢiciği kalmazdı dedim ama<br />
olmadı. O‘nu daha çok arayacağız‖ dedi.<br />
Yazar E.Uysal Hüseyin Tekin’le Temmuz 2009<br />
DevedaĢı‘nın her iki yanında yaĢayan burada<br />
isimlerini anımsayabildiğim hemĢerilerden Ali Usta<br />
Galiçya gazisi, Apti oğlu Hüseyin Ģehit, Zeybek RaĢit<br />
Çanakkale ve Ġstiklal SavaĢı Gazisi, Gaçıka Mustafa gazi,<br />
Cevolan‘ın Ali gazi, Koca Apti ‗1946 Ġstanbul Türkiye<br />
Kürek ġampiyonası‘nda birincilik ödülü alanlar içinde olan<br />
hemĢerilerimizdir. Burada adları geçenler, geçmeyenler,<br />
ama yüzü hep ‗DevedaĢı‘na dönük olan <strong>Marmaris</strong>liler<br />
turizm, ticaret, tarım, arıcılık ve bal, balıkçılık, süngercilik<br />
sektörlerinde çalıĢıp <strong>Marmaris</strong> ve ülke ekonomisine<br />
31
katkıları olan değerli büyüklerimizdir. Onların hepsine<br />
Allahtan rahmet diliyor, sevgi, saygı sunuyoruz.<br />
Tepe Mahallesinin ‗Mıstan‘ sokağında halen bir<br />
ozan yaĢar. Bu komĢumuz bal üreticisi Yörükoğlu<br />
Mustafa‘dır. Onu, keyfi, sağlığı yerinde olduğu zaman<br />
evinin önündeki koltukta eĢi Güler hanımla oturur görürüz.<br />
Bazen eline aldığı sazı çalar, bazen de kavalını üfler,<br />
arada bir de kendi yazdığı Ģiirlerini söyler. Bunlardan<br />
sadece birini aĢağıya aldım. EĢi Güler Hanım her yıl bal<br />
kesimi sezonunda Mıstan Sokağındaki mütevazı evlerinin<br />
önünde ateĢ yakarak kazanda karpuz kabuğu veya<br />
kabaktan bal ile kaynatıp piĢirdiği pestilden (bestel) sokak<br />
sakinlerine ve buradan geçenlere dağıtır. Bu gelenek<br />
Mıstan Sokağında yıllardır yaĢamakta, yaĢatılmaktadır.<br />
ĠĢte Yörük Oğlu Mustafa‘nın bir Ģiirinden birkaç mısra:<br />
32
O BENĠM ĠġTE<br />
Karanlık gecede bir yıldız koparsa,<br />
Gökyüzünden yanarak düĢerse,<br />
Batı Akdenizlere bütün denizler kaynarsa fırtınadan,<br />
Denizde çırpınan bir balık görürsen,<br />
O benim iĢte.<br />
Yakıcı poyraz eserse kuzeyden,<br />
Yalnız yakamıyorsa sevdiği yeri,<br />
Bir kara duman sararsa çevreyi,<br />
Dumanın içinde çırpınan bir kuĢ görürsen<br />
O benim iĢte...<br />
Yörükoğlu Mustafa, elinde sazıyla (Arka<br />
planda Mıstan Sokağ)<br />
Değerli okurlar; Bu dünyadan göç edenleri hep<br />
saygıyla, sevgiyle anarız da, yaĢarlarken güzel duygu ve<br />
düĢüncelerimizi açığa vurmayız. ġimdi albümlerdeki<br />
resimlere baktığımızda <strong>Marmaris</strong> tarihine adlarını yazdırıp<br />
maddi yaĢamdan manevi dünyaya göçenler çoğunluğu<br />
teĢkil ediyorlar. ġimdi onlara rahmet dilemekten baĢka<br />
yapacağımız ne olabilir ki...<br />
33
MENZĠLHANE VE BULAMAÇ<br />
<strong>Marmaris</strong> Kalesine çıkan yokuĢun sağında ‗Hafsa<br />
Sultan Kervansaray‘ı veya ‗Menzilhane‘ adlarıyla bilinen<br />
iki katlı ve kemerli dikdörtgen bir yapı vardır. Kuzey<br />
yönündeki meydana açık tonoz kemerli ana kapının<br />
hemen üzerindeki Osmanlıca yazılmıĢ kitabede, ‗Bu<br />
menzilhaneyi Sultan Selim Han‘ın oğlu Karalar ve<br />
Denizler Sultanı, Arap ve Acem Krallarının Efendisi Sultan<br />
Süleyman Han 1545 yılında yaptırmıĢtır‘ yazılıdır. Bu<br />
günkü görüntüsünden çok daha görkemli ve kapsamlı<br />
iĢlev görmesi için düĢünülerek yapılmıĢ kervansaray‘ın alt<br />
katında hamam, tuvalet, mutfak, berber, nalbant, idareci<br />
ve depo olarak kullanılan 8 odasının olduğu biliniyor. Üst<br />
kat tamamen konaklamaya ayrılmıĢ. Kervansaray, Birinci<br />
Cihan SavaĢında <strong>Marmaris</strong>‘in Fransız donanması<br />
tarafından bombalanması sonucu yıkılmıĢ. Cumhuriyet<br />
döneminde yapılan onarım ve tadilatlarla tek kat olarak<br />
odalara bölünerek iĢ yeri, kahve, bar olarak iĢletilmektedir.<br />
Anadolu‘da ‗Ġpek‘ ve ‗Kral Yolu‘ olarak bilinen ana ulaĢım<br />
yolundaki kervansarayların küçük bir benzeri olan<br />
<strong>Marmaris</strong> ‗Hafsa Sultan Kervansarayı‘ bir vakıf eser<br />
olarak Kültür ve Turizm Bakanlığınca yapılacak bir<br />
çalıĢmayla eski kimliğine kavuĢturulmayı beklemektedir.<br />
34
Bu yapıtın inĢa edildiği 16. yüzyılda altından gizli bir<br />
tünelin kalenin içine kadar uzandığı rivayet edilir.<br />
<strong>Marmaris</strong> Kalesinin 1980–90 yılları arasında yapılan<br />
restorasyon çalıĢmasında böyle bir yer altı yolunun olup<br />
olmadığına dair görüĢ belirtilmemiĢtir. Benim ve benden<br />
önceki daha yaĢlı kuĢağın bildiği bir Ģey varsa, o da<br />
burada odunla ısıtmalı <strong>Marmaris</strong> Ģehir hamamı olduğu, bir<br />
dönem kapalı sinema salonu olarak kullanıldığıdır. Henüz<br />
iki veya üç yaĢlarımdayken annemin beni de alıp bu<br />
hamama yıkanmaya getirdiğini iyi anımsarım.<br />
‗Hafsa Sultan Kervansaray‘ının bir vakıf eser olduğu<br />
aĢikârdır. HemĢerimiz sayın Levent Seral‘ın bir<br />
araĢtırmasına göre (1) anılan kervansaray önce 1360<br />
yılında MenteĢe soyundan gelen Ahmet Gazi tarafından<br />
yaptırılmıĢ, Kanuni Sultan Süleyman zamanında validesi<br />
AyĢe Hafsa Sultan‘a ‗paĢmak‘lık olarak temlik edilip,<br />
burayı vakfiye haline getirerek gelirini hayır iĢlerine<br />
hasrettiği kaydedilmiĢtir.<br />
<strong>Marmaris</strong> Kalesinin hemen kuzey batısında tonoz<br />
kemerli ana giriĢ kapısı meydana açıktır. Burası<br />
çocukluğumuzda erkek düğünlerin yapıldığı yerdi.<br />
Cumartesi günü kız ve erkek tarafının yaptığı kına<br />
akĢamlarından sonra büyük düğün Pazar günü burada<br />
35
yapılırdı. Öğleden sonra baĢlayıp gün batımına kadar<br />
devam eden düğün katılanlarla beraber kız evinden<br />
gelinin alınıp oğlan evine getirilmesiyle sona ererdi. Erkek<br />
düğünü gelini evinden almadan önce burada olur, kadınlar<br />
çevre evlerden izlerlerdi. Düğün düzeni önceden sağlanır,<br />
masalar, sandalyeler kahvelerden temin edilerek bu<br />
meydana getirilir, düğün düzeni kurulurdu. Masaların<br />
üzerine soğuk zeytinyağlı mezelerden fasulye piyazı,<br />
ciğer sote, tuzlu balık, salata, peynir gibi soğuk mezeler<br />
önceden konur, bunlarla birkaç yudum içki içildikten sonra<br />
sıcak yemek olarak etli nohut, haĢlama et, keĢkek servisi<br />
yapılırdı.<br />
Erol Uysal bir meydan düğününde (soldan ikinci)-<br />
1957<br />
Erkek düğünlerinde ‗Topal Galip‘ kadın<br />
düğünlerinde ‗Zela‘ (Zeliha Teyze) birer ikiĢer davetlileri<br />
oyuna davet ederdi. Özellikle erkek düğünlerinde oyuna<br />
kaldırma görevi yapan ‗Topal Galip‘ kendisi fazla içmez,<br />
düğünün olgun, kavgasız gürültüsüz yapılması için otoriter<br />
bir yönetici tavrı içinde olur, davetli erkekleri sırasıyla<br />
oyuna kaldırırdı. Kafayı erken bulan genç davetliler içkinin<br />
etkisiyle sıranın kendisinde olduğunu veya ―Ondan önce<br />
ben oynayacağım‖ gibi bir istemle mızık çıkarınca ortalık<br />
36
irden karıĢır, sandalyeler havada uçuĢmaya baĢlardı.<br />
Düğünü çevredeki evlerin balkon ve pencerelerinden<br />
izlemekte olan kadınların çığlıkları, ―Polis, polis‖ diye<br />
yardım istemeleri ortalığı savaĢ alanına döndürürdü.<br />
Yine bir Pazar günü öğleden sonrasıydı. Hafsa<br />
Sultan Kervansarayı‘nın kapısı önündeki meydanda bir<br />
düğün töreni vardı. Müzisyenler yerli olup ‗Baharlılar‘<br />
lakabıyla tanınan baba ve oğulları orkestrasıydı. Boruyu<br />
Baba Mehmet Bayer, Klarneti oğlu Hüseyin Fikri,<br />
saksafonu Ġsmail, trompeti Naci, Davulu (ritim saz)<br />
Mesut, cümbüĢü de torun Mehmet çalmaktaydı. Müzisyen<br />
kadrosunun sayısına bakılınca belli ki düğün zengin veya<br />
itibarlı birine aitti. Çevrilen paralar bu düğünde<br />
öncekilerden fazlaydı. Oynamaya kalkanların baĢları<br />
üzerinden havaya savrulan banknotlar yere düĢüyor,<br />
oynayanların ayakları altında çiğnenmesin için görevli bir<br />
genç bunları yerden toplayıp aile orkestrasının Ģefi,<br />
kıdemlisi ve aynı zamanda saymanı olan Hüseyin Fikri‘nin<br />
Ģapkasına koyuyordu. <strong>Marmaris</strong>liler, psikolojik rahatsızlığı<br />
nedeniyle bu genç para toplayıcı çocuğa ‖Deli Zeni‖<br />
lakabını takmıĢlar. Zeni (asıl adı Zihni) konu komĢu ve<br />
hemĢeriler tarafından himaye edilirdi. ‗Zeni‘ le düğünlerde<br />
para toplamada müzisyenlere yardım eder, oyuna<br />
kalkacaklara çevirmek için gerekli olan bozuk parayı<br />
Ģapkadaki paralardan bozar, bu iĢten bahĢiĢ de alırdı.<br />
ĠĢte bu düğünde de benzer görüntüler vardı.<br />
Müzisyenlerin Ģefi Hüseyin Fikri klarneti üflemeye verdiği<br />
aralarda bir kadeh rakı içip mezelerden yedikten sonra<br />
omzundaki mendiliyle yüzündeki teri siliyor, Ģapkaya<br />
dolan banknotları cebine indiriyordu. Para çeviren ve<br />
bahĢiĢ veren çok olunca müzisyenlerin ve Zeni‘nin yüzü<br />
gülüyordu. Ancak, her Ģey güzel giderken düğünün tam<br />
ortasında çıkan bir kavga ortalığı ana baba gününe<br />
dönüĢtürdü. Masa etrafında oturanlardan oyun sırası<br />
gelen bir gurupla, ―Oyun sırası bizim, biz oynayacağız‖<br />
diyenler arasında kavga baĢladı. <strong>Marmaris</strong>‘in meydan<br />
düğünlerinde böyle kavgalar olurdu.<br />
37
ĠĢte o gün de sandalyeler, ĢiĢeler havada uçuĢmaya<br />
baĢladı. Kafası, kaĢı, gözü yarılıp, yüzü gözü kan içinde<br />
olanların yumruklaĢması devam ediyordu. Güzel ve<br />
neĢeli geçmekte olan düğün yeri birden savaĢ alanına<br />
dönmüĢtü. Polisler, bekçiler ellerinde coplarla müdahale<br />
edip kavgacıları ayırmaya çalıĢırken havaya ateĢ bile<br />
etmiĢlerdi. Düğündeki tüm davetliler dağıtılmıĢ, meydanda<br />
masanın altına saklanmıĢ vaziyette sadece Deli Zeni<br />
kalmıĢtı.<br />
ĠĢte tam bu sırada kız evinden düğüne iki büyük<br />
tepsi dolusu zerde tatlısı gönderildi. Fakat düğün<br />
meydanında bunu yiyecek davetli kalmayınca masanın<br />
altında saklanmakta olan Deli Zeni ayağa kalkıp masanın<br />
üzerindeki tepsilerin birisini kaptığı gibi sevinçle soluğu<br />
evinin yolunda aldı. Bu anı çevredeki evlerin balkon ve<br />
pencerelerinden izleyenler ―ĠĢte bulamaç deliye kaldı diye<br />
buna denir‖ diyerek düğünün yorumunu yaptılar. Eskiden<br />
fakirlik nedeniyle düğünlerde bulamaç tatlısı ikram<br />
edilirmiĢ. Onun için bu atasözü ―Bulamaç deliye kaldı‖<br />
olarak bilinir. ġimdi düğünlerde zerde tatlısı veriliyor.<br />
Anadolu‘da buna ―Kime niyet, kime kısmet‖ de denir. Eski<br />
<strong>Marmaris</strong>liler de benzer olaylar için, örneğin, çok para ve<br />
servetinden kendi yaĢamında yeterince yararlanmayan<br />
‗var yemez‘ olarak da tanımlanan hemĢerilere, özellikle<br />
ölümünden sonra malı, parası, altını miras olarak<br />
sevmediklerine kalınca, yakın dost ve akrabaları, ―Ne<br />
olacak, bulamaç deliye kaldı‖ derler. Sanırım doğru da<br />
söylerler…<br />
38
Müzisyen ‘Baharlı’ KardeĢler (soldan sağa) Naci, Hüseyin,<br />
Ġsmail Bayer<br />
39
SARI ANA VE KANUNĠ<br />
Sarı Ana ve türbesinin yüzyıllarca <strong>Marmaris</strong>liler,<br />
hatta yakın yerleĢim birimlerinden gelenlerle önemli bir<br />
ziyaret yeri olduğunu biliyoruz. Ġkinci Cihan SavaĢı (1939–<br />
1945) yılları arasında henüz çocukken annemin bizi Sarı<br />
Ana türbesine ziyarete veya bazen mevlitlere beraberinde<br />
götürdüğünü iyi hatırlarım. O zamanki türbe fotoğrafta<br />
görüldüğü üzere mütevazı bir ev görünümündeydi. Ancak,<br />
Sarı Ana‘nın manevi ve ilahi kiĢiliğine inanan, güvenenler<br />
tarafından sıkça ziyaret edilirdi. Türbenin güney yanına<br />
1986 yılında inĢasına baĢlanıp 1988 de tamamlanan<br />
camiden sonra eskisi yıkılarak yerine daha küçük ölçekli<br />
bir türbe inĢa edildi. Bu yeni yapının giriĢ cephesine eski<br />
türbeden çıkarılan üzerleri Arapça yazıtlı mermer<br />
levhalara monte edildi. Burada, küçük bir anımı okurlarla<br />
paylaĢmak istiyorum.<br />
Sarıana Türbesi (Eski) -1980<br />
1990‘lı yılların sonunda <strong>Marmaris</strong> Ġlçe Turizm<br />
Müdürlüğüne Türkiye Radyo Televizyon kurumundan<br />
(TRT) bir çekim ekibi gelir. ―Ülke genelinde eski türbeleri<br />
son durumlarıyla kamerayla kayda almak için il, ilçe, belde<br />
ve köylere ziyaretler yapıyoruz. <strong>Marmaris</strong>‘e de bu<br />
40
maksatla geldik. Bazı kayıtlarda <strong>Marmaris</strong>‘te de ‗Sarı Ana‘<br />
adıyla bilinen eski bir türbenin varlığını görünce bunu<br />
kayda almak istedik. Türbe yerini ve tarihini bilen bir<br />
arkadaĢ varsa bize yardımcı olmasını rica ediyoruz‖<br />
derler. Ġlçe Turizm Müdürü, ―Bunun için size yardımcı<br />
olacak bir rehber <strong>Marmaris</strong>li arkadaĢımız var, ona telefon<br />
edip rica edelim, buradaysa o yardımcı olabilir‖ dedikten<br />
sonra bana telefon eder. Bu istek telefonda anlatılınca<br />
kabul edip Ġlçe Turizm Müdürlüğüne gittim. Gelen ekiple<br />
tanıĢıp ne için geldiklerini bir de onların ağzından<br />
dinledim. Aralarında yetkili olan görevli üstüne basarak<br />
―Eski türbeyi görüntülemek istediklerini, yenisiyle<br />
ilgilenmediklerini‖ yineleyince söz alıp Ģunları söyledim:<br />
Sarıana türbesi (Yeni)<br />
―Ziyareti düĢlediğiz türbenin hemen yanına cami<br />
inĢa edildi. Dar bir alan da kalan eski türbe yıkılıp<br />
yerine yeni küçük bir türbe yapıldı. Eskisinden arda<br />
kalan sadece mezar ve üzerindeki sandukayla,<br />
yıkılan duvarlardan alınan ve üzerinde Arapça<br />
41
harflerle yazılı kitabeleri görebilirsiniz‖ dedim. Bunun<br />
üzerine muhataplarım, ―O zaman durum değiĢti. Biz<br />
eski türbe için gelmiĢtik. Bu durumda gidip<br />
görmemize gerek kalmadı, teĢekkür ederiz‖ diyerek<br />
<strong>Marmaris</strong>‘ten ayrıldılar.<br />
Ġlçe Turizm Müdürlüğünden ayrılıp eve dönünce aile<br />
albümünde Sarı Ana türbesinin eski durumunu gösteren<br />
bir fotoğrafın olduğunu hatırlayıp onu arayıp buldum.<br />
Fotoğrafı 1980‘li yılların baĢında çekmiĢim. Resimde<br />
görüldüğü gibi, o eski türbe daha büyük bir yapıydı. Çatısı<br />
kiremit kaplı, duvarları taĢtan örülü, tek katlı, <strong>Marmaris</strong>‘e<br />
özgü klasik bir ev mimarisine sahipti. Bu fotoğrafta o<br />
zaman henüz 8 yaĢında olan kızım ġule‘yi de türbenin<br />
bahçesinde papatya, gelincik gibi çiçekleri toplar<br />
görüyoruz. Eski türbenin yıkılıp, yerine modern küçük bir<br />
yapı inĢa edilmesini gelen çekim ekibi kibarca eleĢtirmiĢ,<br />
doğrusu biz de bürodaki görevlilerle bundan üzülmüĢtük. .<br />
Hepimizin çok iyi bildiği üzere bizim insanımız eskiye fazla<br />
itibar etmez. Hatta, ―Eskiye rağbet olsaydı, bit pazarına<br />
nur yağardı‖‘ gibi kendimize bir atasözü yaratmıĢızdır.<br />
Nedense eskiyi küçümseyen, onu geri kalmıĢlık sayan bir<br />
ön yargımız oluĢmuĢ. Bize göre, kafamızdaki, özellikle<br />
mimarideki tutku ve beğenimiz devasa boyutta çok katlı,<br />
demirli, betonarme olan yapılardır. Ne yazık ki bu durum<br />
yurdumuzun birçok yerinde olduğu gibi <strong>Marmaris</strong>‘in de<br />
çirkin, çarpık ve çok katlı yapılaĢmasına neden<br />
olmuĢtur…<br />
42
Sarı Ana kimdir, nereden gelmiĢtir?<br />
‗Sarı Ana ve Türbesi‘ konusunda en eski tarihi<br />
bilgileri Evliya Çelebi‘nin (1611-1682) ünlü<br />
‗Seyahatname‘sinde buluyoruz. (1) Evliya Çelebinin<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e geliĢ tarihi kaynakçada belirtilen kitapta 1671<br />
yılıdır. (2) KürĢat Ekrem Uykucu‘nun 1970 yılında yazmıĢ<br />
olduğu ‗<strong>Marmaris</strong> Tarihi‘ adlı eserinde, (3) Evliya Çelebi<br />
Seyahatnamesinden de yararlanmıĢ olduğunu aĢağıdaki<br />
kısa bilgilerden anlıyoruz :<br />
―Batı Anadolu halkı, özellikle Muğla ve <strong>Marmaris</strong><br />
halkı Sarı Ana‘nın evliyalığına inanmıĢ olanca güçleri ile<br />
ona bağlanmıĢtır. Sarı Ana‘nın uzun saçları sarı<br />
olduğundan bu ad verilmiĢtir. Diğer adı ise ‗Yörük<br />
Fatma‘dır. Batı Anadolu‘nun TürkleĢmesinde nasıl<br />
Mevlevi Tarikatı büyük bir rol oynamıĢ, Türklük hamurunu<br />
yoğurmuĢsa, Yörük Fatma Ana da Kanuni‘nin<br />
ordusundaki asker ve hayvanları Allah‘ın büyük bir lütfü ile<br />
doyurmuĢtur. Bu nedenle Sarı Ana‘yı ziyaret edenler<br />
baĢaramadıkları, olmasını istedikleri her Ģeyi ona söyler,<br />
Allah‘a kendileri için Ģefaatte bulunmasını isterler. Askere<br />
giden gençlerin ailesi Sarı Ana‘yı ziyaretlerinde dilekte<br />
bulunur, türbenin bahçesinden bir avuç toprak alıp evine<br />
götürür, oğlu askerden döner veya dileği yerine gelince bu<br />
toprağı geri getirir, bu yapılmazsa dileğin bozulacağına<br />
inanılır. Eski Türbe gayet basit bir mimariye sahip olup<br />
bazı yerlerinde Osmanlı yapı tarzının özelliklerine de<br />
rastlanır‖…<br />
Kızım ġule Aktepe‘nin (Uysal) 1993 yılında Ege<br />
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı<br />
Bölümü‘nü Bitirme Tezi ‗<strong>Marmaris</strong> Yöresi Halk Edebiyatı<br />
ve Folkloru‘ dur. (4) Bu çalıĢmada Sarı Ana‘ya da yer<br />
verilmiĢtir. 1997 yılında Çanakkale 18 Mart Üniversitesi<br />
Sosyal Bilimler Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim<br />
Dalı Bölümünde vermiĢ olduğu ―Muğla Ġli Ziyaret Yerleri‘<br />
43
adlı Yüksek Lisans Tezinde (5) Sarı Ana‘ya dair Ģu<br />
bilgileri buluyoruz:<br />
―Sarı Ana 16. yüzyılda yaĢamıĢ, keramet sahibi,<br />
ermiĢ bir kadındır. 1522‘ de Rodos‘u kuĢatmak için<br />
takriben yüz bin kiĢilik ordusu ile Temmuz ayında<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e gelen Kanuni, Sarı Ana‘nın ününü duyar<br />
duymaz onu ziyarete gider. Ziyaret anında Sarı Ana tek<br />
ineğinden süt sağmaktadır. Kanuni, Sarı ana‘ya ziyaret<br />
amacını söyler ve onunla sohbet eder. Sarı ana<br />
Kanuni‘ye; ―Duydum ki, Rodos‘u fethe gidiyormuĢsun.<br />
Askerlerine kahvaltı için taze süt vermek istiyorum. ġimdi<br />
emrini ver, ne kadar kazan, tencere, kap kacak varsa<br />
getirsinler‖ der. Kanuni‘ de Sarı Ana‘ya teĢekkür eder.<br />
Kazanlar getirilir. Sarı Ana ineğinin altına sürdüğü koca<br />
koca kazanları ineğin memesinden sağdığı sütle<br />
doldurmaya baĢlar. Kanuni gördüğü, izlediği mucize<br />
karĢısında hayretini gizleyemez ve Ģöyle der. ―Fatma<br />
Bacım, nedir bu bereket, sadece bir inekten bu kadar süt<br />
sağmak nasıl oluyor‖ der demez ineğin memesinden süt<br />
yerine kan gelmeye baĢlar. Sarı Ana hemen seslenir.<br />
―Yüce PadiĢahım, kalbini düzelt, nazarını affetmesi için<br />
Allah‘a tövbe etmelisin ‖ deyince Kanuni duaya baĢlar ve<br />
Allah‘tan af diler. Bunun üzerine yine inek süt vermeye<br />
devam eder. Kanuni, Sarı Ana‘nın söylendiği gibi keramet<br />
sahibi ermiĢ bir kadın olduğuna inanarak kendisine<br />
Rodos‘u fetihte baĢarılı olup olamayacağını da sorar. Sarı<br />
Ana‘nın yanıtı Ģu olur: ―KarĢı ova‘daki (Armutalan)<br />
askerlerinin içinde oradaki armut ağaçlarından sahiplerine<br />
sormadan koparan askerlerin varsa onları sefere götürme,<br />
Rodos‘u alacaksın‖ der. Kanuni emrini verir ve askerler<br />
aranır. Ağaçlardan armut alan olmamıĢtır.<br />
Kanuni, ertesi günü ordusunu <strong>Marmaris</strong>‘in<br />
Günnücek Burunucu mevkiinde Ġstanbul‘dan <strong>Marmaris</strong><br />
Limanına gelmiĢ bulunan takriben 400 kadırga ile 300‘ü<br />
yardımcı olmak üzere 700 tekneye bindirir. Kendisi de<br />
Mahmut Reis‘in kadırgasına biner. Askerler gemilere<br />
binerken Sarı Ana‘nın Ģifalı Ilıca suyundan içerek<br />
44
mataralarını buradaki çeĢmeden doldurur, 28 Temmuz<br />
1522 günü de Rodos seferine çıkarlar. (*) Osmanlı<br />
Ordusu takriben 5 ay süren kuĢatmadan sonra adayı<br />
fetheder. 2 Ocak 1523‘de ‗YeĢil Melek‘ adlı kadırga ile<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e dönen Kanuni Sarı Ana‘ya yardım ve duaları<br />
için tekrar ziyarette bulunur. Evine ulaĢan yolu ve dere<br />
(Değirmen Çayı) üzerine bir taĢ köprü yapılmasını<br />
emrederek 3 Ocak 1523 de <strong>Marmaris</strong>‘ten Ġstanbul‘a<br />
gitmek üzere ayrılır.<br />
Kemerli TaĢ Köprü –YapılıĢ Tarihi – 1523 (11Aralık 1992<br />
Sel felaketinde yıkıldı)<br />
Evliya Çelebi Seyahatnamesinde, Kanuni Sultan<br />
Süleyman‘ın <strong>Marmaris</strong>‘in Pilav Deresi mevkiindeki bir tepe<br />
üzerinde (Pilav Tepe) ikamet eden ‗Yakup Baba‘ yı<br />
ziyaret ettiği, Rodos KuĢatması hakkında görüĢünü aldığı<br />
yazılıdır. Buna göre; Yakup Baba‘nın, Kuran‘dan bir ayet<br />
okuyup, bunu padiĢaha yazdırarak, ‖Var Sarı Oğlan<br />
Rodos‘u al‖ der. KuĢatma sonrası <strong>Marmaris</strong>‘e dönüĢünde<br />
(Takriben 5 ay sonra) bu evliyanın ölmüĢ olduğunu<br />
öğrenir.<br />
Kanuni‘nin yukarıda adları geçen iki evliyayı<br />
ziyaretleri sırasındaki almıĢ olduğu öneriler bazı<br />
45
yayınlarda birbirine karıĢtırılmaktadır. Kanuni‘nin her iki<br />
evliyanın görüĢ ve dualarını alarak anılan sefere çıktığını<br />
ve baĢarılı olduğunu düĢünürüm.<br />
Değerli bir dostum olan sayın Mehmet Sadi<br />
Nasuhoğlu‘nun yazmıĢ olduğu ‗Rodos-Anılar ve Öyküler‘<br />
(6) ile ‗Rodos-Anılar ve Tarihçe‘ (7) adlı kitaplarında çok<br />
yararlı bilgiler buldum. Ġkinci kitabında Kanuni ve Sarı Ana<br />
konusunda kendisine sağlamıĢ olduğum bazı bilgilere de<br />
yer vermiĢ. Dört yabancı dil bilen bu araĢtırmacı yazar<br />
büyüğümüze buradan bir kez daha saygı sunuyor,<br />
teĢekkür ediyorum. Sayın Nasuhoğlu ilk kitabının bir<br />
bölümünde Rodos‘ta görev yapan Osmanlı valilerine de<br />
yer vererek Ģunları yazmıĢ: ―Rodos, 1522 yılında diğer<br />
adalarla birlikte Kanuni tarafından fethedildikten sonra<br />
1912‘de Ġtalyanlar tarafından iĢgal edilinceye kadar 390 yıl<br />
Osmanlı Ġdaresi altında yaĢamıĢ ve bu süre içinde<br />
Rodos‘ta pek çok önemli ve aydın devlet adamımızın<br />
gerek vali, gerekse mutasarrıf olarak görev yaptıkları<br />
görülmüĢtür. Bunlardan Rodos‘un fethinde büyük<br />
yararlılığı görünen Kurdoğlu Muslihittin Reis adanın<br />
idaresine ilk atanan validir.‖<br />
Yazarın kitabında yukarıya aldığım son paragrafa<br />
bir iki cümleyle ben de kısa bir not düĢmek istiyorum. Türk<br />
Ġnsanı kadirbilirdir. Yiğidin hakkını yiğide verir. Deniz<br />
yoluyla <strong>Marmaris</strong>‘ten Fethiye‘ye giderken takriben 40 mil<br />
uzaklıktaki kıyıda adeta deniz trafiğini gözeten, denize<br />
hakim bir yarımada vardır. Fethiye ve Göcek Körfezi‘ne<br />
girmekte olan tekneler kıyıyı iskele yanına alarak buradan<br />
içeri dönüĢ yaparlar. ĠĢte burası ‗Kurdoğlu Burnu‘dur.<br />
Anadolu‘dan güney Batı‘ya, Akdeniz‘e ve Ege‘ye yaslanan<br />
sıradağların, burunların denizle kucaklaĢtığı yerlerden<br />
sadece birisidir burası. Ünlü denizci ve zamanın ilk Rodos<br />
valisi olan ‗Musliihittin Kurdoğlu‘nun adını taĢımasını<br />
önemli ve anlamlı bulurum. Kurdoğlu Muslihittin Reis Türk<br />
ve yabancı denizcilerin dilinde ve kullandıkları bizim<br />
haritalarda dünden bu güne yaĢadı ve bundan böyle de<br />
ebediyen yaĢayacaktır…<br />
46
<strong>Marmaris</strong>‘in Sarı Ana ve Türbesi için diğer bir<br />
kaynak kiĢi yine bir <strong>Marmaris</strong>lidir. Bu değerli bilim kadını<br />
hemĢerimiz, Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili<br />
ve Edebiyatı bölümünde yıllarca Öğretim görevlisi olarak<br />
çalıĢtıktan sonra emekli olan Sayın Nerin Köse‘dir. O<br />
dönemde terzilik yaparak kazandıklarıyla kızını okutabilen<br />
babası ‗Dıdık Salih‘i de burada takdir ve rahmetle anarım.<br />
Sayın Köse, kızım ġule‘ye olduğu gibi birçok öğrenciye<br />
Türk Edebiyatını öğretmede, sevdirmede emeği geçen bir<br />
<strong>Marmaris</strong>li bilim kadınıdır. Sarı Ana konusunda uzun bir<br />
araĢtırma yapmıĢ (8) ve bu çalıĢmanın bir kopyasını da<br />
bana vermiĢti. Kendine buradan bir kez daha teĢekkür<br />
ediyorum. Sayın Köse‘nin Sarı Ana hakkında<br />
yazdıklarının yukarıda değinilmeyen sadece bazı<br />
bölümlerini buraya aldım.<br />
―Kanuni Sultan Süleyman ordusuyla Rodos‘a<br />
geldiğinde kaleyi deniz tarafındaki kapısından girerek<br />
kuĢatmaya çalıĢsa da baĢarılı olamaz. O anda Kanuni‘nin<br />
hayalinde Sarı Ana ortaya çıkar ve kaleyi kara tarafından<br />
(Datça-Bozburun- ReĢadiye Yarımadasına bakan Trianda<br />
kıyılarından) kuĢatmasını söyler. Kale komutanı ile<br />
Kanuni özel ulak aracıyla haberleĢmesinde, her iki tarafta<br />
ağır zayiat verilip kan döküldüğü için sabah horoz ötene<br />
kadar ateĢ kes ilan etme konusunda anlaĢırlar. Ancak,<br />
karĢı taraf buna riayet etmeyip kale içindeki Türkleri<br />
kılıçtan geçirmeye baĢlayınca kale kapısından kanların<br />
aktığını gören ordu, henüz horoz ötmediği için müdahale<br />
edemez. Tam bu anda Sarı Ana yine belirip ―Horozlar<br />
ötsün‘ diye dua eder etmez bütün horozlar vakitsiz<br />
ötmeye baĢlar. Osmanlı Ordusu savaĢa devam eder ve<br />
kaleyi kuĢatmayı ve Rodos‘u fethi baĢarır‖.<br />
Sayın Köse, araĢtırmasında, Sarı Ana‘nın nereden<br />
gelmiĢ olabileceğine dair ise Ģu görüĢlere yer vermiĢ:<br />
―Bilindiği gibi gerek fetih ve istila, gerekse<br />
Anadolu‘daki Moğol zulmünden kaçmak amacıyla<br />
baĢlayan ve yıllarca süren Türk göçleriyle Anadolu bir<br />
47
yandan yıkılıĢ, diğer yandan kuruluĢ manzarası<br />
gösteriyordu. Nitekim Türkler yeni yurtlarına geldikleri<br />
andan itibaren hastane, kervansaray, hamam, türbe,<br />
zaviye, cami, medrese vb. müesseseler kurarak<br />
Anadolu‘nun TürkleĢmesinde ve ĠslamlaĢmasında büyük<br />
bir rol oynamıĢlardır. Fetih sonrası kurulan Ahi TeĢkilatı<br />
ve bu teĢkilatın kadınlar kolu olan Anadolu Bacıları<br />
TeĢkilatı (Bacıyan-i Rum) da bu görevi yüklenen sosyal,<br />
kültürel, ticari ve hatta siyasi kuruluĢların baĢında<br />
gelmektedir. Bilinen ilk lideri Ahi Evren‘in eĢi Fatma Bacı<br />
olan Bacıyan-i Rum ve Ahi TeĢkilatı, Moğolların<br />
Anadolu‘ya girip önlerine gelen yeri yıkıp yakmalarına<br />
kadar faaliyetlerini sürdürdüler. Selçuklu hükümdarı<br />
2.Gıyasettin Keyhusrev‘in ordularını yenen Moğollar,<br />
karĢılarında Ahileri ve Türkmenleri buldular. Daha sonra<br />
IV. Kılıçaslan zamanındaki diğer Moğol akınında da bu<br />
teĢkilat düĢmana karĢı savaĢtı. Ancak Ahiler de çok zarar<br />
gördüler. Ahilere ait olan yerler müsadere edilerek<br />
Mevlana ve yakınlarına verildi. Mevlana ve yakınlarına<br />
bağlanan ahilere dokunulmamakla beraber Ahilerin<br />
çoğunluğu Anadolu‘nun uç bölgelerine göçtükleri, eski<br />
fonksiyonlarını buralarda uygulama olanağı bulmaya<br />
çalıĢtıkları bilinmektedir. ĠĢte, efsanelerde karĢımıza çıkan<br />
‗Yörük Fatma‘ veya ‗Sarı Ana‘nın Anadolu‘yu kasıp<br />
kavuran Moğol istilası nedeniyle bu teĢkilatın kurulduğu<br />
yere uzak yerlerden birisi olan <strong>Marmaris</strong>‘e gelmiĢ kadın<br />
temsilcilerden birisi olduğu düĢünülmektedir. Keza<br />
bacıların en önemli faaliyetlerinden birisi kendi bölgelerine<br />
gelen yabancı ve göçerlerin barındırılması ve<br />
ağırlanmasıdır. <strong>Marmaris</strong>‘te de Kanuni‘nin askerlerine süt<br />
veya yiyecek, içecek verilmesi görevi Sarı Ana‘nındır‖.<br />
Kaynakça olarak kısaca yukarıya aldığım pasajları<br />
ve daha birçok <strong>Marmaris</strong>linin görüĢleri muvacehesinde Ģu<br />
sonuca varabilirim:<br />
Sarı Ana ve ataları her ne kadar Orta Anadolu<br />
kökenli görünse de, Kanuni döneminde yani 16. yüzyılda<br />
<strong>Marmaris</strong>‘te yaĢamıĢ ve burada ölmüĢtür. Sarıana aydın,<br />
48
anılan teĢkilatın burada baĢkanlığını, liderliğini yapmıĢ bir<br />
kadındır. Onun <strong>Marmaris</strong>li olmadığını söylemek hem bu<br />
evliyaya ve hem de <strong>Marmaris</strong>‘e haksızlık yapmak olur.<br />
Sarı ana bu manada ölmemiĢ, en az 500 yıldır<br />
<strong>Marmaris</strong>‘te yaĢamaktadır.<br />
Sarı Ana‘nın 1986 yılında inĢa edilen yeni türbesine<br />
dıĢarıdan bakıldığında birçok türbe, cami ve mescitlerde<br />
görülen bir kubbesi, kemerli ve renkli camlı pencereleri<br />
vardır. Batıya açık kapıdan içeri girince de Sarı Ana‘nın<br />
mezarı ve üzerinde sandukası odanın tam ortasındadır.<br />
BaĢ bölümü güney batıya doğrudur. Batı yönüne açılan<br />
bir kapı, bunun üzerinde ve giriĢ yanında mermer üzerine<br />
Arapça harflerle yazılmıĢ kitabeleri görmekteyiz. Bunların,<br />
takriben 1980‘li yıllarda fotoğraflarını çekip Ege<br />
Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde çevirisi yapılması için<br />
hemĢerimiz Sayın Nerin Köse‘ye göndermiĢ, kendisi de<br />
bunu sağlayıp bana iade etmiĢti. Bu çevirilerin benzeri<br />
yukarıda anılan kaynak kiĢiler ve araĢtırmalarında aynen<br />
mevcuttur. Bunları, türbeye giderek yeniden fotoğraflarını<br />
çekip yazıma koydum. Kapı kiriĢi üstündeki Arapça yazılı<br />
kitabede, ‗Ya hazret-i Mevlana‘ yazılıdır. Yandaki kitabede<br />
ise, ‗Mahmut Han Bin Abdülhamit el Muzaffer‘ yazısı ile<br />
II. Mahmut‘a ait mahlaslı Osmanlı Tuğrası ve altında Ģu<br />
satırları ve tarihi içermektedir. .<br />
―Külliye HaĢim Dede oldu zamanında kuĢad<br />
Eyleyup inĢasına himmet sır-ı cennet mekan<br />
<strong>Marmaris</strong> halkı dün o Ģah-i erkemi<br />
Üfleyub rahmetle yad itse sezadır her zeban<br />
Yazdı Safvet de dü-gah akar idüp tarihini<br />
Mevlevi dargahı yaptı lütf idüb Mahmut Han (Hicri<br />
1252-Miladi 1836)‖<br />
49
Eski türbeden kalan ve yenisine monte edilen mermer<br />
kitabe giriĢ kapısı üstünde. Osmanlıca,<br />
Türbe giriĢ kapısında eskisinden alınıp yenisine<br />
monte edilen tuğralı kitabe<br />
50
Sarı Ana mezar ve sandukası<br />
Sarı Ana Türbesinin hemen batı yanında küçük bir<br />
mezarlık mevcuttur. Buradaki mezarlara baktığımızda<br />
bazılarının taĢları kaybolmuĢtur. Yenilerinin taĢları ve<br />
üzerindeki yazılar Arapça ve Türkçedir. <strong>Marmaris</strong> ilçe<br />
olduktan ve Cumhuriyet dönemi baĢladıktan sonra Ģehir<br />
mezarlıkları yapılmaya, ölenler oralara gömülmeye<br />
baĢlanmıĢ. Eskiden, hatta bizim çocukluk yıllarımızda eski<br />
caminin hemen güneyi ve Ģehir hamamının bulunduğu yer<br />
ile Sarı Ana‘ya yakın olan bu günkü Ģehir stadyumu<br />
mezarlıktı. O zaman bazı hatırlı aileler, hemĢeriler ölen<br />
yakınlarını kendi arsa veya bahçelerine gömebilmiĢlerdir.<br />
Sarı Ana‘ya ve onun ilahi gücüne inananlar da türbesinin<br />
yanına gömülmek istediklerinden burada da bir mezarlık<br />
oluĢmuĢtur. Buradaki mezarlar arasında takriben üç yüz<br />
yılık mezarlar vardır. Yine, Sarı Ana Türbesi yakınında, bu<br />
günkü Orman ĠĢletme Müdürlüğü ve Emniyet<br />
Görevlilerinin lojmanlarının bulunduğu yerin hemen kuzey<br />
yanında çam ağaçları arasında aile büyüklerimize ve<br />
<strong>Marmaris</strong>lilere ait 7 mezar bulunmaktadır.<br />
‗Sarı Ana ve Türbesi‘ adlı çalıĢmaya nokta<br />
koymadan önce ailem tarafından bizzat yaĢanan ve pek<br />
51
olağan görünmeyen bir olayı okurlarımla paylaĢmak<br />
istiyorum.<br />
Kızım ġule Üniversiteyi bitirip mezun olunca<br />
annesiyle Sarı Ana‘da bir mevlit okutmayı kararlaĢtırır. Bu<br />
öneri eĢim Gülsen‘den gelmiĢtir. Çünkü dört yıl önce<br />
üniversite sınavlarına girerken anne-kız türbeyi ziyaret<br />
etmiĢler, bu defa ki ziyareti de okulunu baĢarıyla bitirip<br />
öğretmen olduğu için teĢekkür anlamında planlamıĢlar.<br />
Zaten, <strong>Marmaris</strong>liler gelenek olarak bu tür ziyaretleri<br />
yaparlar. Özellikle, çocuğu askere gidenler, evlenenler ve<br />
daha birçok iyi dilek için ziyaret yapılır, adak adanır,<br />
dileğin yerine gelmesi halinde de teĢekkür için burada<br />
mevlit okutulur.<br />
Mevlit, genellikle kıĢın öğleden sonra, yazın da<br />
havanın biraz serinlediği saatler olan akĢamüzeri olur.<br />
ġule mevlit‘e aile yakınları, dost ve arkadaĢlarını davet<br />
eder. Gündüz mevlitlerine sadece kadınlar katıldığı için<br />
okuyacak olan kadın hoca bulunur, ikram edilecek yiyecek<br />
ve içecekler türbeye önceden taĢınır. ġule‘nin mevlidi<br />
türbe bahçesinde ikindi namazı sonrası baĢlamıĢtır.<br />
Mevlitte sıra yiyecek ve içeceklerin dağıtımına geldiğinde<br />
türbeye bir koca otobüs dolusu ziyaretçi gelir. Bunlar,<br />
sessizce mevlit dinleyenlerin arasına girip, oturacak yer<br />
bir bulup dinlemeye ve duaya katılırlar. Börekler,<br />
poğaçalar, ĢiĢe meĢrubatlar ġule, annesi ve diğer genç<br />
akraba hanımlar tarafından dağıtılır. Ancak, ġule‘yi ve<br />
annesini bir endiĢe, korku sarar. Öyle ya, getirdikleri<br />
yiyecek ve içecekler bu kadar insana nasıl yetecek?<br />
Üstelik aynı anda yanı baĢlarındaki camiden çıkan bazı<br />
kız çocukları ve kadınlar da mevlide katılırlar. ĠĢte ne<br />
olmuĢsa o anda olur, kasalardaki meĢrubatlar,<br />
sepetlerdeki, paketlerdeki yiyecekler bir türlü bitmek<br />
bilmez, sanki sihirli bir el bir taraftan eksilenleri<br />
tamamlamaktadır. ġule annesine, annesi ġule‘ye bakar<br />
ve kimseye hissettirmeden gözyaĢlarını tutmak isteseler<br />
de yapamazlar. Yakın akraba ve davetliler de bu<br />
mucizenin farkında olmuĢ olacak ki, onlar da hissettiklerini<br />
52
―Bu tamamen bir Sarıana mucizesi olsa gerektir. Allah,<br />
‗Halil Ġbrahim Bereketi‘ verdi, aman nazar etmeyelim,<br />
Ģükredelim‖ diyerek hislerini açığa vururlar. Mevlit biter ve<br />
herkes Gülsen ve ġule‘ye ―Allah kabul etsin‖ deyip Sarı<br />
Ana Türbesinden ayrılır.<br />
ġule ve annesi Gülsen eve gelip yaĢanan mucizeyi<br />
bana da mutluluk ve duygu yüküyle anlattıklarında,<br />
doğrusu ben de onlara katılmadan edemedim. ―Desenize<br />
Sarı Ana size Halil Ġbrahim bereketi vermiĢ, yardım etmiĢ‖<br />
deyince, hemen her ikisi birden ―Mevlitteki kadınlardan<br />
birçoğu da aynısını söyledi‖ deyip bir kez daha<br />
duygulanırlar.<br />
Nedir acaba bu sıkça kullandığımız ―Halil Ġbrahim<br />
Bereketi‖ deyiĢinin aslı ve nereden gelmiĢ olabileceğine<br />
dair bir öyküyle ―Sarı Ana ve Türbesi‘ baĢlıklı yazımı<br />
bitirmek istiyorum :<br />
Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeĢ varmıĢ.<br />
Büyüğü Halil, küçüğü de Ġbrahim. Halil evli ve çocuklara<br />
sahip, Ġbrahim ise henüz bekarmıĢ. Bu kardeĢler ortak bir<br />
tarlaya sahip olup ne mahsul çıkarsa ikiye pay ederlermiĢ.<br />
Geçim kaynakları tarladan elde edilen ürünlerdenmiĢ. Bir<br />
yıl yine harman yapmıĢlar, buğdayı tarlada ikiye<br />
bölmüĢler. ĠĢ kalmıĢ ambara taĢınmasına. Halil bir teklifte<br />
bulunmuĢ. ―Ġbrahim kardeĢim, ben gidip çuvalları<br />
getireyim, sen de buğdayı bekle‖ demiĢ. ―Olur Ağabey‖<br />
demiĢ Ġbrahim. Halil çuval getirmeye gidince, Ġbrahim<br />
Ģöyle düĢünmüĢ. ―Ağabeyim evli, çocukları var, daha çok<br />
buğday onun evine lazım, kendi hakkımdan biraz daha<br />
buğdayı onunkine katayım‖ deyip öyle yapmıĢ. Az sonra<br />
Halil elinde çuvallarla dönmüĢ. ―Hadi Ġbrahim, önce sen<br />
doldur, ambara taĢımaya baĢla‖ demiĢ. Ġbrahim, ―Olur‖<br />
deyip doldurmuĢ kendi hakkından çuvala buğdayı,<br />
düĢmüĢ ambarın yoluna. Ġbrahim gidince, bu defa Halil<br />
Ģöyle düĢünmüĢ. ―Çok Ģükür ben evliyim, kurulu bir<br />
düzenim var. Ama, kardeĢim daha bekar, o çalıĢıp, para<br />
biriktirecek, ev kurup evlenecek. En iyisi ben kendi<br />
53
payımdan onunkine birkaç kürek buğday atayım‖ deyip<br />
öyle de yapmıĢ. Velhasıl, biri ambara gittiğinde diğeri<br />
kendi payından birkaç kürek atarak birbirlerinden habersiz<br />
bunu devam ettirmiĢler. Nihayet akĢam olmuĢ, karanlık<br />
basmıĢ. GörmüĢler ki, buğdayları bir türlü bitmiyor,<br />
azalmıyor. Allah, bu kardeĢlerin saf ve temiz duygu ve<br />
düĢüncesini çok beğenmiĢ olacak ki, Halil ve Ġbrahim‘i<br />
ödüllendirmiĢ. Buğdaylarına bir bereket vermiĢ ki günlerce<br />
iki kardeĢ taĢımakla bitirememiĢler. Tabii ki kardeĢler<br />
ĢaĢmıĢlar bu iĢe. Ambarları dolup, taĢmıĢ…<br />
Bu gün bereket denilince hepimizin aklına bu<br />
kardeĢler ve bu öykü gelir. Bunu, yeri geldiğinde güzel<br />
ahlakı, erdemliliği simgeleyen bir deyiĢ, atasözü olarak<br />
kullanırız. Tıpkı kızım ġule‘nin mevlit töreninde olduğu<br />
gibi. Biz <strong>Marmaris</strong>liler buna ‗Sarı Ana Bereketi, kerameti‘<br />
de diyoruz.<br />
Sarı Ana‘mıza Allah‘tan rahmet diliyorum..<br />
Not: Kitap üzerinde çalıĢtığım 2010–11 yıllarında ‗8<br />
Mart Dünya Kadınlar Günü‘ kutlandı. Anadolu‘da<br />
kurulmuĢ ilk kadın teĢkilatı olan ‗Bacıyan-i Rum‘un<br />
16.Yüzyılda <strong>Marmaris</strong>‘te Ģubesini açan, maddi ve manevi<br />
yönden yoksul ve düĢkünlere yardım eden, Ahilik ve<br />
Mevlevilik geleneklerini <strong>Marmaris</strong>‘e taĢıyıp halk tarafından<br />
‗Evliya Kadın‘ olarak tanınıp sevilen ‗Sarı Ana türbe ve<br />
çevresi hazırlanacak bir tasarımla <strong>Marmaris</strong>‘te öne<br />
çıkarılmalı, manevi ve kutsal değer bakımından yeni bir<br />
Ġnanç Ziyaret Yeri kimliğine kavuĢturulmalıdır. Katıldığım<br />
bir gezide ‗Kutsal ġehir‘ olarak da ün kazanmıĢ Kudüs‘ de<br />
Hazreti Meryem‘in öldüğü kabul edilen ve sonradan<br />
kiliseye çevrilen yerde yüzlerce ziyaretçi gördüm. Efes‘teki<br />
Meryem Ana evi ve küçük Ģapeli de binlerce yerli ve<br />
yabancı turist tarafından her gün ziyaret edilir. Oysa biz<br />
Ġsa‘ Peygamber‘in Kudüs‘te çarmıha gerilip<br />
öldürülmesinden sonra annesi Meryem‘in Havari Yuhanna<br />
(Aziz John) ile birlikte Efes‘e gelip yaĢadığını ve buradan<br />
ruhunun miraçla cennete gittiğini bilir ve söyleriz. Ġki bin yıl<br />
54
öncesinde bunun hangi seçeneğinin doğru olduğuna dair<br />
tam ve somut bir kanıt yoktur. Bugüne kadar da Hıristiyan<br />
dünyasında ve mezhepler arasında henüz bir uzlaĢma<br />
sağlanamamıĢtır. Öyleyse, <strong>Marmaris</strong>‘in Evliya<br />
mertebesindeki Sarı Anası Yörük Fatma ve Türbesi somut<br />
kanıt ve bize kalan yapıtlarıyla öne çıkarılmalı, inanç<br />
turizmi açısından bir alternatif ziyaret yeri ve müzeye<br />
dönüĢtürülmelidir.<br />
Yazar Erol Uysal Marina arkasındaki ‗Ilıca‘ olarak<br />
tanımlanan suyun kaynağının Sarı Ana Türbesinin altında<br />
bulunduğunu, <strong>Marmaris</strong> <strong>Belediyesi</strong> tarafından ‗Burunucu‘<br />
mevkiine yapılmakta olan yeni bir çeĢmenin adının ‗Sarı<br />
Ana ve Kanuni ÇeĢmesi‘ olmasını‘ bir dilekçe ile ilgililere<br />
duyurdu. <strong>Marmaris</strong> <strong>Belediyesi</strong> bu çeĢme ve çevresini yeni<br />
bir tasarımla ele alarak yeniden düzenlemiĢ, mermerden<br />
yapılmıĢ anıtsal bir çeĢmenin alınlığına Kanuni‘nin tuğrası<br />
da iĢlenerek anılan yer ark ve dinlence yeri kimliği<br />
kazanmıĢtır.<br />
55
‘Sarıana ve Kanuni ÇeĢmesi’ açılıĢtan önce<br />
Kaynakça:<br />
(1) Evliya Çelebi Seyahatnamesinden<br />
Seçmeler -Yasemin AkbaĢ-2004<br />
(2) Yakın Dönem Tarihimizde Rodos ve 12<br />
ada-Doç.Dr. Ali Fuat Örenç<br />
(3) <strong>Marmaris</strong> Tarihi- KurĢat Ekrem Uykucu-<br />
1970<br />
(4) <strong>Marmaris</strong> Yöresi Halk Edebiyatı ve<br />
Folkloru- ġule Aktepe-1993<br />
(5) Muğla Ġli Ziyaret Yerleri Yüksek Lisans Tezi<br />
- ġule Aktepe 1997<br />
(6) Rodos-Anılar-Öyküler 2004<br />
(7) Rodos Anılar-Tarihçe- M.Sadi Nasuhoğlu -<br />
2008<br />
(8) Sarı Ana Türbesi ve Rodos Seferi -<br />
AraĢtırma- Doç. Dr. Nerin Köse- 1990<br />
56
MARMARĠS LĠMANI VE ZĠYARETÇĠLERĠ<br />
Bugün üzerinde yaĢadığımız topraklar, denizler,<br />
göller ve dağlar binlerce yıl öncesinin tarih, kültür, sanat<br />
eser ve kalıntılarıyla dopdoludur. Anadolu‘da var olan<br />
tarihi değeri, doğal güzelliği, zenginliği öne çıkarırken,<br />
Anadolu ve Türk insanının güler yüzü, yardım severliği,<br />
misafirperverliğini de unutmamak gerektir. Tüm bunların<br />
bir araya geldiği ender yerlerden birisi de <strong>Marmaris</strong>‘tir.<br />
Ünlü karikatürist, değerli insan ve hemĢerimiz merhum<br />
Lütfü Küçük‘ün çizdiği bir portre karikatüründe <strong>Marmaris</strong><br />
kabuğunu açmıĢ bir midye içinde görünen, parıldayan,<br />
ıĢık saçan bir incidir. 1980‘li yıllarda Ġtalya‘da yapılan<br />
dünya karikatürcüler yarıĢmasında birincilik ödülü almıĢ<br />
bu eser, <strong>Marmaris</strong>liler tarafından anıtlaĢtırılıp, Ģehrin giriĢ<br />
bulvarına dikilmiĢtir. Bu vesileyle, merhum usta sanatçı<br />
Lütfü Küçük ‘ü Ģükranla ve rahmetle bir kez daha<br />
anıyorum.<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e ender güzellikleri katan öncelikler içinde<br />
dağlarını, endemik olanlarıyla bitki ve ağaçlarını, ılıman<br />
iklimi ve sıcak kanlı insanlarını sayabiliriz. <strong>Marmaris</strong><br />
limanının ünlü ziyaretçilerine geçmeden önce kısaca<br />
liman ve denizine değinmek yararlı olur diye düĢündüm.<br />
<strong>Marmaris</strong> limanı, tarih boyunca Akdeniz ve tüm<br />
dünya denizcilerine kucak açmıĢ, denizdeki her türlü<br />
tekneye barınaklı, stratejik önemi haiz bir demirleme ve<br />
sığınma yeri olmuĢtur. Özellikle doğu komĢusu antik<br />
Kaunos (Dalyan) Limanı 10.-11. yüzyıllar içinde Dalyan<br />
Nehrinin (Calbis) yüzyıllarca taĢıdığı alüvyonla zamanla<br />
dolmuĢ, liman ağzının kapanmasına neden olmuĢtur.<br />
Böylece önceki önemini yitiren antik liman sivrisinek<br />
yatağı ve sıtma (malarya) salgını yaratmıĢtır. Durum böyle<br />
olunca bölgede deniz ticareti Rodos ve <strong>Marmaris</strong><br />
limanlarından yapılmaya baĢlanmıĢtır.<br />
<strong>Marmaris</strong> Limanı, adı deniz haritalarında körfez<br />
olarak geçse de, günümüzde ticaret, turizm, yat iĢletme<br />
58
ve konaklama gibi ana sektörlere hizmet veren bir alt<br />
yapıya sahip bulunması nedeniyle ‗Liman‘ olarak<br />
tanımlanır.<br />
Eski <strong>Marmaris</strong> Limanından bir görüntü – (1980 yılı<br />
öncesi)<br />
<strong>Marmaris</strong> limanı takriben 3x4 = 12 mil kare bir<br />
büyüklüğe sahip küçük sayılacak kapalı bir limandır.<br />
Limana esas giriĢ ve çıkıĢ boğazdandır. Limanda, küçük<br />
teknelerin giriĢ ve çıkıĢına uygun Ġçmeler -Keçi Adası<br />
arasında dar bir kanala da sahiptir. Limanın en derin<br />
noktası takriben 31m. civarındadır. Gündüzleri güneyden<br />
kuzeye, akĢamları da kıyıdan güneye doğal bir akıntısı<br />
vardır. Bu sayede liman kendini temizleyebilme yapısını<br />
bu güne kadar korumuĢtur. Ancak, yoğun yağıĢlar sonrası<br />
dağlardan, Ģehir merkezindeki dere yatak ve kanalları<br />
vasıtasıyla denize taĢınan erozyon toprak ve diğer<br />
maddeler limanı doldurarak geleceğini tehdit etmektedir.<br />
Antik Karya Ģehirlerinden biri olan ve Physkos olarak<br />
bilinen Ģehrin bu günkü limanın kuzey batısındaki Asarlık<br />
tepe üzerinde kurulduğunu halen ayakta kalabilen Ģehir<br />
59
surlarından biliyoruz. Bu Ģehrin limanı da anılan tepenin<br />
hemen altındaki bu günkü Beldibi mezarlığının bulunduğu<br />
yere yakındı. Tarihçi ve arkeologlara göre eski liman<br />
erozyon sonucu dolmaya baĢlamıĢ, Roma döneminden<br />
itibaren de güneye çekilerek özellikle Ege ve Akdeniz<br />
kıyılarındaki diğer antik limanlarda olduğu gibi, (Efes,<br />
Milet ve Kaunos) önce bataklığa dönüĢmüĢ, sonra da<br />
iĢlevini tamamen yitirmiĢtir. Eskileri ile Ģimdiki limanlar<br />
arasında kilometreleri bulan bir yer değiĢimi olmuĢtur.<br />
<strong>Marmaris</strong> limanı özelinde de en yakın 30-40 yıllık<br />
geçmiĢte kıyıların doldurulması, denizde yat ve tekne<br />
trafiğinin artması, marinalar, yağmur mevsimlerinde<br />
yaĢanan su taĢkınları ve sel olayları ile liman dolmaya<br />
devam etmiĢtir. Bu durum, biyolojik kirlilikle birlikte seyir,<br />
demirleme, yelken, yüzme ve diğer spor türleri için gerekli<br />
sağlıklı ve yeterli kullanım alanını daraltmıĢ, salt ticaret<br />
uğruna daha da küçültülmeye neden olacak giriĢimler<br />
gündeme gelmiĢtir. Bazı çevrecilerin ve dalgıçların liman<br />
dibinden aldıkları deniz dibi örneklerinin analizinde liman<br />
dibinin biyolojik kirliliğinin arttığı, canlı dip ekolojisinin<br />
ölmekte olduğu, önlem alınmazsa limanın gelecekte<br />
bataklığa ve kokuĢmaya dönüĢeceği ifade edilmiĢtir. Bu<br />
konuda, yıllardır söylediğimiz, yazdığımız uyarılara karĢı<br />
bugüne kadar planlı bir önlem alındığı ne görülmüĢ, ne de<br />
duyulmuĢtur.<br />
<strong>Marmaris</strong> Limanını, antik çağlardan baĢlayarak<br />
ziyaret eden ve gelmiĢ geçmiĢ ünlü kavim ve kiĢilere<br />
değinmeden önce <strong>Marmaris</strong>‘in dününe, MÖ.3400 yıllarına<br />
kadar uzanan, diğer bir deyiĢle bu günden 5 bin yıl<br />
öncesine kısa bir yolculuk yapmak yararlı olur.<br />
Yukarıda değinilen bu tarihi derinlik bize ‗Erken<br />
Bronz Çağı‘nı gösterir. Bu uzun süreçte, mutlaka<br />
Anadolu‘da olduğu gibi <strong>Marmaris</strong>‘in de sayıca az olsalar<br />
bile mutlaka yaĢayan sakinleri vardı. Bunları, Hitit, Karya,<br />
Ġyon, Dor, Pers, Ġskender ve Helen gibi çağ ve kavim<br />
adlarıyla telaffuz ederken, <strong>Marmaris</strong>‘in bu eski<br />
medeniyetlerin otoritesi ve nüfuzu altında kaldığını<br />
60
unutmayalım. Burada adları geçenlere kıyasla daha yeni<br />
sayabileceğimiz Roma, Bizans, Selçuklu, Beylikler,<br />
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde <strong>Marmaris</strong> ve<br />
Limanının adından eskiye kıyasla daha çok söz edildiğini<br />
belirtmek de yerinde olacaktır.<br />
Yukarıda isimlerini saydığım uygarlıkların,<br />
kolonilerin, <strong>Marmaris</strong> dahil Akdeniz, Ege ve Karadeniz‘e<br />
kıyısı olan tüm liman ve kıyılardan ticaret, ulaĢım ve<br />
avlanmak için yararlandıklarını geride kalan tarihi eser ve<br />
bıraktıkları izlerde görebiliyoruz.<br />
<strong>Marmaris</strong>‘i bilinen çağ ve tarihi dönemlerden bugüne<br />
çeĢitli kayıtlarda bugünkünden farklı adlara sahip<br />
buluyoruz. Bunlardan Phiscus, Phyckos, Fiskos adları<br />
öncelik alır. (1) Tarihin babası sayılan Herodot buranın<br />
Ġyonlar tarafından kurulduğunu belirtiyor. Herodot,<br />
―Ġyonyalılar Ģimdiye değin gezdiğim, ama görmeye<br />
muvaffak olamadığım dünyanın en güzel seması altında<br />
<strong>Marmaris</strong>isos‘da mesut ve mutlu yaĢıyorlar‘ diyerek Ģehrin<br />
adını ‗Mermerisos‘ olarak telaffuz etmiĢ. Ġngiliz tarihçi Sir<br />
Charles Texier ise Ģehrin adının ‗Feniks‘ olduğunu<br />
yazmıĢtır. Feniks‘in kalesinden, dağlarından ve halkının<br />
Büyük Ġskender‘e karĢı direniĢinden bahseden Texier pek<br />
muhtemelen Feniks liman ve kalesinden bu günkü<br />
Fenaket-TaĢlıca liman ve köyünü kastetmektedir. Bu<br />
durumda Büyük Ġskender‘in donanmasının (MÖ.334)<br />
Bodrum‘dan Fenaket limanına (Feniks) geldiğini, buradan<br />
da <strong>Marmaris</strong> Limanına uğramadan doğu‘ya Fethiye‘ye<br />
(Telmesos) geçmiĢ olduğunu düĢünüyoruz.<br />
Sayın Levent Seral, <strong>Marmaris</strong> Kasabası‘nın Kısa<br />
Tarihçesi (2) adlı ve takriben on sayfalık bir<br />
araĢtırmasında dünden bugüne değiĢen <strong>Marmaris</strong>‘in<br />
adlarına yer vermiĢ. Bunlar; Physkos, Porto Fisco,<br />
Mamulas, Mamalos, Marmara, Marmora, Porto di<br />
Marmora, Marmaras, Mermerus, Marmaritsa, Mermeriçe,<br />
Mermeris‘ gibi sözcüklerdir. Moğol istilalarından kaçan<br />
bazı Türkmenlerin 13-14. yüzyılda Aydın, Muğla ve<br />
61
<strong>Marmaris</strong> gibi bölgelere gelerek yerleĢtiğini, bunlardan<br />
‗Mamulu‘ aĢiretinden bazı oba ve oymakların <strong>Marmaris</strong>‘e<br />
gelerek kendi adlarını Ģehre ‗Mamulas‘ olarak verdiklerini,<br />
daha sonra bu sözcüğün <strong>Marmaris</strong>‘e dönüĢmüĢ olduğunu<br />
kabul etmenin yerinde olacağını vurgulamıĢ.<br />
Kendi bilinen tarihimizden baĢlayarak <strong>Marmaris</strong><br />
Limanına gelen önemli kiĢi ve denizcilere dair yaptığım<br />
kiĢisel araĢtırmalarda bazı ilginç bilgilere rastladım.<br />
Burada onlara da biz göz atalım.<br />
<strong>Marmaris</strong> Limanına sadece 29 mil mesafede<br />
bulunan Rodos Adası 14. yüzyılın baĢında Hıristiyan Sen<br />
John ġövalyeleri tarafından iĢgal edilince, Ortadoğu‘dan<br />
Batı Akdeniz‘e ticaret malları taĢıyan gemilerin güvenlikle<br />
seyir yapabilmeleri tehlikeye girer. Adanın, Anadolu<br />
kıyılarına, özellikle <strong>Marmaris</strong>‘e yakın oluĢu adada<br />
üslenmiĢ korsanların faaliyetlerini kolaylaĢtırmıĢ, özellikle<br />
<strong>Marmaris</strong>, Bodrum ve Fethiye bunlardan çok zarar<br />
görmüĢtür. Önce Selçuklular, sonra Beylikler döneminde<br />
her bakımdan Akdeniz‘in güvenliğinin sağlanması için<br />
Rodos Adasının Türk-Ġslam kontrol ve yönetiminde<br />
bulundurulması düĢünülmüĢ, bu dönemde oluĢturulan<br />
donanma ve ordu sık sık <strong>Marmaris</strong> Limanına gelmiĢtir. 13.<br />
Yüzyılda MenteĢe ve Mesut Beyler Rodos‘a ve oradaki<br />
korsanlara karĢı müdahalelerde bulunmuĢlardır. 14.<br />
yüzyılda da Rodos adasının korsan ve Ģövalyelerden<br />
temizlenmesi için <strong>Marmaris</strong> Limanından Rodos‘a kuĢatma<br />
giriĢimlerinde bulunulmuĢ, Ada‘nın çok sağlam kalelerle<br />
çevrili olması ve Akdeniz‘deki Hıristiyan ülke<br />
donanmasının Ģövalyelere yardımı sonucu ada<br />
alınamamıĢtır. (3) 15. Yüzyılda Fatih Sultan Mehmet,<br />
Rodos‘un mutlaka alınmasını istemiĢ, bunun için 1479<br />
yılında adanın keĢfini yapmak üzere yüz kadar gemiyle<br />
Mesih PaĢayı görevlendirmiĢtir. Mesih PaĢa Rodos‘a<br />
gizlice çıkarak keĢif yapmıĢ, adanın alınmasının zor<br />
olduğunu düĢünerek geri çekilmiĢtir. Muhtemelen Aralık<br />
ayında <strong>Marmaris</strong> Limanına gelip demir atarak hafif<br />
donanmasıyla kıĢı burada geçirmiĢtir.<br />
62
Mesih PaĢa, 28 Temmuz 1480 tarihinde Fatih‘in<br />
emriyle <strong>Marmaris</strong>‘ten Rodos‘u kuĢatmayı baĢlatmıĢ,<br />
ordusuyla Rodos‘un Yahudi mahallesi tarafından kaleye<br />
girmek üzereyken bir yeniçerinin Rodos kalesinin burcuna<br />
Osmanlı sancağını dikmesine rağmen Mesih PaĢa‘nın<br />
Ģehrin iĢgalinde yağmaya izin vermeyip tüm hazinelerin<br />
padiĢahın olduğunu söylemesi üzerine askerin heyecanı<br />
kırılmıĢtır. Bu arada kaleye girenlere yardım gitmeyince<br />
içeriye giren askerler Ģövalyeler tarafından kılıçtan<br />
geçirilmiĢ ve Osmanlı ordusu ağır zayiat vererek Bodrum<br />
ve <strong>Marmaris</strong> limanlarına gerisin geriye çekilmiĢtir. Fatih<br />
Sultan Mehmet Mesih PaĢa‘yı baĢarılı olamadığı için<br />
görevden azletmiĢtir.<br />
Fatih Sultan Mehmet zamanında alınamayan<br />
Rodos‘u almakta kararlı olan Kanuni Sultan Süleyman‘ın<br />
emrinde babası Yavuz Sultan Selim (I. Selim) zamanında<br />
hazırlanmıĢ mükemmel bir donanma vardı. Donanma<br />
Komutanı Pulak Mustafa PaĢa 400‘ü asıl olmak üzere 700<br />
parçadan oluĢan donanmayla Rodos‘a ve <strong>Marmaris</strong>‘e<br />
doğru yelken açar. Kanuni de, Ġstanbul‘dan yüz bini aĢkın<br />
orduyla Kütahya - Aydın – Muğla yolunu takip ederek 44<br />
günde <strong>Marmaris</strong>‘e ulaĢır. Burada, adanın muhasarasını<br />
kendisi gelmeden önce bitirilemediğini öğrenen Kanuni,<br />
ordusunu <strong>Marmaris</strong> Limanının ‗Burunucu‘ mevkiindeki<br />
blok taĢ ve kayalardan yapılmıĢ rıhtımdan kadırgalara<br />
bindirir. Bu mevki, bu günkü liman iĢletmesinin inĢası<br />
sırasında yapılan beton blokların altında<br />
kalmıĢtır.(Burunucu)<br />
Kanuni‘nin <strong>Marmaris</strong>‘e geldiğinde ziyaret ettiği evliya<br />
kadın ‗Sarı Ana‘ya ait anılara yine bu kitabın ‗Sarı Ana ve<br />
Türbesi‘ bölümünde yer verdim. Kanuni, baĢarılı bir<br />
kuĢatma ve fethi tamamlarken Rodos‘ta takriben beĢ<br />
aydan fazla kalmıĢ, <strong>Marmaris</strong>‘e dönüp bir gün<br />
geceledikten sonra yine kara yoluyla <strong>Marmaris</strong>‘ten<br />
Ġstanbul‘a hareket etmiĢtir. (02 Ocak 1523)<br />
63
16. Yüzyılın ünlü denizcisi Türk Amiral Piri Reis<br />
Kanuni‘nin Rodos seferine katılmıĢ, hazırladığı iki dünya<br />
haritası ve Kitab-ı Bahriye adlı eserlerinde denizlerdeki<br />
seyir ve demirleme yerlerini göstermiĢtir. Bu ünlü<br />
denizcinin mutlaka <strong>Marmaris</strong>‘e bizzat gelmiĢ olduğunu<br />
düĢünürüz. Piri Reis‘in deniz haritaları o yıllarda dünyanın<br />
ilkleri arasında sayılmıĢ, <strong>Marmaris</strong>‘in Ģehir adının ise bu<br />
yüzyılda ‗Mermeris‘ olduğu kaydedilmiĢtir.<br />
<strong>Marmaris</strong> Limanı, deniz ve denizciler için bir<br />
ressamın Doğu ile Batı Akdeniz‘in ortasında bir çok eski<br />
uygarlıkların karada ayak izlerini, denizdeki<br />
yakamozlarını, dümen sularını, yelken, direk, rüzgâr<br />
sesleri ve siluetlerini silinmez Ģekilde tuvale iĢlediği bir<br />
resim gibi çok stratejik, barınaklı bir buluĢma yeridir. 15.<br />
ve 16. Yüzyılda Osmanlı Devleti ve donanması için<br />
Akdeniz‘in bir Türk Gölü olmasıyla <strong>Marmaris</strong> ve limanı da<br />
önem kazanıp ünlenir. Böylece, Türk Denizcilik tarihinde<br />
<strong>Marmaris</strong> bir adım daha öne çıkar. Zamanın denizci,<br />
gezgin, yazar, çizer takımı eserlerinde buna yer verip<br />
tuttukları kayıtlarla tarihe not düĢmüĢlerdir.<br />
Bunlardan ilki 1671 yılında <strong>Marmaris</strong>‘e gelen Evliya<br />
Çelebi‘dir. Bu ünlü gezginin Seyahatnamesinde<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e ait bazı notlar vardır. Bunlardan biri Ģehrin<br />
adına aittir. Çelebi, <strong>Marmaris</strong>‘ten Habip BölükbaĢı‘nın<br />
fırkatesine binip, Tokalaç Ahmed Kaptan‘ın reisliğinde<br />
Rodos‘a geçmiĢtir. Tokalaç Ahmet Mıstan Sokağında<br />
yaĢamıĢtır) Kanuni Sultan Süleyman Rodos Seferine<br />
çıkmadan önce <strong>Marmaris</strong>‘te görmüĢ olduğu kaleyi küçük<br />
bulup beraberindeki mimara ― Ya mimar, bu kaleyi azdır‖<br />
der. ġehrin adı ‗Mimarazdır‘dan ‗<strong>Marmaris</strong>‘ e dönüĢür.<br />
Diğer bir rivayete göre de Rodos‘un kuĢatılması sonunda<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e dönüĢünde kalenin emrettiği ölçüde<br />
büyütülmediğini gören Kanuni mimarını cezalandırmak<br />
için ―Mimarı asın‖ demiĢ ve Ģehrin adı bu sözcüklerden<br />
oluĢmuĢtur. Herodot‘tan baĢlayıp birçok seyyah ve<br />
tarihçinin bazı söylenceleri, hele böyle küçük bir yerleĢim<br />
yeri adı hakkında tam kanıtı olmadan yorum yapmak ve<br />
64
unun kesin kabul edilmesi doğru olmayacaktır. Zira<br />
Kanuni döneminde Ģehir adının ‗Mermeris‘ olduğunu tarihi<br />
kayıtlardan öğreniyoruz. ġehir adının ‗Mermeris‘ ten<br />
‗<strong>Marmaris</strong>‘ e dönüĢmüĢ olmasının ‗Mimarı As‘tan daha<br />
kolay ve inandırıcı olduğu açıktır.<br />
Bundan ayrı olarak; ‗<strong>Marmaris</strong> adının 13.yüzyıldan<br />
itibaren baĢlayan Moğol akınlarından korunmak için<br />
özellikle Türkmenlerin Tokat ve civarından oymak ve<br />
obalar hainde göç edip Muğla, Aydın, Milas ve <strong>Marmaris</strong><br />
bölgesine geldiğini biliyoruz. Bunlardan, <strong>Marmaris</strong><br />
Bölgesine gelen aĢiretlerden ‗Mamulas Obası‘nın Ģehre<br />
kendi adlarını vermesinden zamanla Ģehir adının<br />
Mamulas‘dan <strong>Marmaris</strong>‘e dönüĢmüĢ olacağı da ayrı bir<br />
olasılıktır. <strong>Marmaris</strong>‘in adının aslının nereden<br />
kaynaklandığı konusunda araĢtırma yaparken yukarıdaki<br />
seçenek beni daha derin ve biraz da mistik düĢünmeye<br />
sevk etti. Örneğin, Armutalan Beldesinde Tokat‘tan gelip<br />
yerleĢmiĢ, orada site kurmuĢ ‗Tokatlılar‘ aklıma ilgimi<br />
çekti. Bir an kendi kendime ―Tokat nere, <strong>Marmaris</strong> neresi‖<br />
dedim. Bunun yorumunu yaparken de Ģöyle<br />
düĢündüm.―Tokatlı hemĢerilerimizin ataları bu yerleĢim<br />
yerinde 13.yüzyıldan itibaren yaĢamıĢ, maddi<br />
yaĢamlarından manevi dünyalarına <strong>Marmaris</strong>‘te göçmüĢ,<br />
Ģimdi burada gömülüler. Bugünkü Tokatlıları ataları<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e çağırmıĢ olamaz mı? BoĢuna mı demiĢler<br />
―Tarih tekerrür eder‖ diye... Bu yaklaĢım ilk nazarda biraz<br />
mizahi görünse de yemekli bir toplantıda yaptığım<br />
konuĢmanın baĢlangıcında tüm katılımcıları kastederek<br />
―Merhaba Tokatlılar‘ diyerek önce herkesin dikkatini<br />
çekmiĢ, hemen ardından da bu tarihi gerçeği kısaca<br />
açıklamıĢtım. Özellikle Tokat kökenli hemĢerilerden büyük<br />
bir alkıĢ da almıĢtım.<br />
<strong>Marmaris</strong> adı Roma Döneminde Latince ‗Mare‘ ve<br />
‗Maris‘ sözcüklerinin birleĢmesinden türemiĢ ‗Güzel deniz‘<br />
anlamında <strong>Marmaris</strong>‘e verilmiĢ bir isim de olabilir. Ne<br />
olursa olsun, bugünkü ‗<strong>Marmaris</strong>‘ adı içindeki üç sesli beĢ<br />
sessiz harflerle ezelinden bu güne bilinen tüm isimlerin en<br />
65
güzeli olsa gerektir. Gelin buna ―Adı güzel, kendi güzel<br />
<strong>Marmaris</strong>‖ deyip geçelim...<br />
18. ve 19. Yüzyıllarda da, Osmanlı<br />
Ġmparatorluğunun gerilemesi devam ederken<br />
limanlarımızda Ġngiliz, Fransız bandıralı savaĢ gemilerinin<br />
ziyaretlerinin arttığını biliyoruz. ĠĢte, bu dönemde tarihi<br />
önemdeki ören yerlerimiz talan edilmeye baĢlıyor. Bunun<br />
için eserlerin özellikle Ġngiltere‘ye taĢınması savaĢ<br />
gemileriyle oluyor. Knidos, (Datça), Bodrum<br />
(Halikarnasos) Xanthos (Kınık-Fethiye) bu dönemde<br />
soyuluyor. Neyse, bu ayrıca iĢlenecek önemde bir<br />
konudur. Talan edenlere çöküĢe geçen Osmanlı Ġdaresi<br />
izin verdiğinden talancıları da tek taraflı hırsız tutmak adil<br />
olmasa gerektir…Ne de olsa bu eserler dünyanın ünlü<br />
müzelerinde sergileniyor, orada görenler asıl yerini de<br />
görmek için ülkemize gelebiliyorlar. Bakarsınız bir gün<br />
gelir ana vatanına iade edilirler...<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in stratejik konumlu limanının ününü<br />
duyan ünlü denizci Ġngiliz Amiral Horatio Nelson 1789<br />
yılında Fransız Komutan I.Napolyon‘u Doğu Akdeniz‘de<br />
takibi sırasında donanmasındaki denizcilerin dinlenmesi,<br />
ikmal ve bakım gibi gereksinmeleri sağlamak için savaĢ<br />
filosuyla <strong>Marmaris</strong>‘e geldiğini bazı yabancı kaynaklardan<br />
öğreniyoruz. Yakın tarihlerde Mavi Tur‘a (Blue Voyage)<br />
çıkacak yatçılar ve gezginlerin yararlanması için Ġngiliz<br />
denizci ve yatçı Rod Heikell‘in 1988 yılında bir kitabı<br />
yayılandı. Adı, ‗Türkiye‘nin Turkuvaz Kıyıları‘ .(4) (The<br />
Turquoise Coast of Turkey) Anılan eser halen<br />
kitaplığımdadır. Bu kitapta Ġngiliz Amiral Nelson‘un<br />
<strong>Marmaris</strong> anılarına da yer verilmiĢtir. Ünlü denizci Amiral<br />
Nelson övgü ile bahsettiği <strong>Marmaris</strong> ve Limanı hakkında<br />
Ģu ifadelere yer vermiĢ: ―<strong>Marmaris</strong> limanı barınaklı,<br />
rüzgâra karĢı korumalı, denizciler için ideal bir demirleme<br />
yeridir. Dağları çam ve tipik Akdeniz bitki örtülü, adeta bir<br />
cennet parçasıydı. Burada, denizin temiz ve berrak,<br />
kırmızı kiremitli evlerin beyaz badanalı oluĢu çok güzel<br />
görüntü oluĢturuyordu‖...<br />
66
Amiral Nelson‘un 19.yüzyılın sonunda yazdığı<br />
anılarında büyük bir övgüyle <strong>Marmaris</strong> ve Limanına yer<br />
vermesi, Birinci ve Ġkinci Cihan SavaĢlarından sonra ve<br />
bundan takriben 50 yıl önce baĢlayan, adına ‗Mavi Tur‘<br />
denilen bir tatil seçeneğinin belki de bilinmeden bu<br />
günlere taĢımasına yardımcı oldu. Bu konuya daha sonra<br />
değineceğim. Daha sonraları yat turları hakkında<br />
bölgemiz ve kıyılarının önemini bize ve dünyaya duyuran<br />
Can Yücel, Sabahattin ve Bedri Rahmi Eyüboğlu<br />
kardeĢler, Azra Erhat, YaĢar Kemal, Halikarnas Balıkçısı<br />
takma adıyla Cevat ġakir Kabaağaçlı gibi aydın, yazar,<br />
Ģair, ressam ve diğer sanatçılar ‗Mavi Tur‘un öncüleri<br />
oldular. Anılan isimler, <strong>Marmaris</strong> limanına kayıtlı ‗Hürriyet‘<br />
isimli<br />
Mavi Tur'da bir gulet ve akĢam vakti<br />
Mütevazı bir yatla yaĢadıkları tatilin adını ‗Mavi<br />
Tur‘ olarak koyan ilk gezginler olmuĢtur. ‗Hürriyet‘,<br />
<strong>Marmaris</strong> limanına kayıtlı 16 m. uzunluğa ve 4<br />
kabiniyle 12 kiĢilik yolcu kapasitesine sahipti.<br />
‗Hürriyet‘, (her kabinde bir çift için ve bir tek ranzalı<br />
yatak) yine <strong>Marmaris</strong>li olan kaptan Ali Eroğlu damadı<br />
67
ve yeğeni Ali Fuat Eroğlu, oğlu Süleyman Eroğlu ve<br />
gemici Mehmet Yaldız ile denizlerde Mavi Tur‘u yerli<br />
ve yabancılara ilk tanıtanlardır. ‗Hürriyet‘, Mavi Tur‘un<br />
öncüsü olduğu halde tıpkı Yavuz zırhlısı, Bandırma<br />
ve Nusret mayın gemilerinin baĢına geldiği gibi önce<br />
satılmıĢ, sonra da parçalanıp odun olup yakılmıĢtır.<br />
Oysa Hürriyet ve benzer tekneler veya maketleri,<br />
süngerci ve dalgıçlara ait malzeme ve çapalar kıyıda<br />
yapılacak bir açık deniz müzesinde sergilenip<br />
ziyarete açılabilirdi. Böyle bir tasarım <strong>Marmaris</strong>‘e<br />
kültürel boyut, geçmiĢe özlemli bir zenginlik de<br />
katardı...<br />
Sağdan ikinci: Sabahattin Eyüboğlu, soldan ikinci<br />
:HeykeltraĢ ġadi Çalık Hürriyet’le Mavi Turda. 1966<br />
68
<strong><strong>Marmaris</strong>'in</strong> ilk Mavi Tur Teknesi 'Hürriyet' (Soldan sağa) Kadir<br />
Ayhan, Kaptan Ali Eroğlu, film yapımcısı GüneĢ Karabuda, Yazar<br />
YaĢar Kemal, (Sağdan sola) birinci ayakta duran AliFuat Eroğlu.<br />
BaĢ güvertedekiler Ġsveçli film grubu. YaĢar<br />
Kemal‘in ‗YeĢil Kertenkele‘ adlı romanını filme<br />
çekmek için gelmiĢler.<br />
Hürriyet’ Mavi Tur’da. BaĢ güvertede Ali Fuat Eroğlu<br />
ve kıçta kayınpederi kaptan Ali Eroğlu,<br />
Ansiklopedik bilgilere göre Ġngiliz Amiral Nelson<br />
Fransa‘ya karĢı savaĢ patlak verince Amiral Hood‘un<br />
Akdeniz filosuna katılır. Korsika Adasındaki Bastia Limanı<br />
kuĢatmasındaki savaĢta sağ kolunu kaybeder. Buna<br />
69
ağmen Napolyon ve filosunu takibi sürdüren Nelson,<br />
Ebukir Körfezinde yakaladığı Fransız donanmasını demirli<br />
olarak yakalayıp üstün bir manevrayla yok eder. (1798)<br />
Bu baĢarı nedeniyle kendisine Ġngiliz Lordlar kamarası<br />
üyeliği verilir.<br />
Ġngiliz Amiral Horatio Nelson 1758-1805<br />
Yukarıdaki resimde Amiral Nelson‘u, Napolyon‘a<br />
karĢı kazandığı Aboukir (Ebu Hur) deniz savaĢından<br />
sonra III. Selim‘in sorgucu ve sol kolundaki apoletin<br />
hemen altında bulunan ay-yıldızlı ―Murassa NiĢanı‖yla<br />
görüyoruz. Bilindiği üzere, Mısır‘a çıkıp Doğu Akdeniz<br />
seferini baĢarıyla gerçekleĢtiren, fakat orada mahsur<br />
kalan Napolyon o moral bozukluğuyla ve can havliyle<br />
Akka kalesine saldırmıĢsa da Türk Komutan Cezzar<br />
Ahmed PaĢa‘nın kuvvetleri karĢısında yenilmiĢ, nihayet<br />
1799 yılında bir firkateyne atlayarak Mısır‘dan Fransa‘ya<br />
kaçmak zorunda kalmıĢtı. 2010 yılı Ekim ayında bu kaleyi<br />
ve Akka Ģehrini ziyaret ettim. Ünlü Türk Komutan Cezzar<br />
Ahmed PaĢayı ve Ģehitlerimizi burada rahmetle andım.<br />
70
ĠĢte bu zafer sonrasında Osmanlı Sultanı III. Selim, Amiral<br />
Nelson‘u, ‗Bilvesile‘ Osmanlı‘ya yardımlarından dolayı<br />
tebrik etmiĢ ve bu niĢanı Ġngiliz Amiral Nelson‘a diğer<br />
hediyelerle birlikte göndermiĢtir. Bu hediyeler bugün<br />
Ġngiliz Deniz Harp Okulu‘nun bulunduğu Greenwich‘deki<br />
Deniz Müzesinde teĢhir edilmektedir. Kazandığı zaferle<br />
Osmanlı Devleti‘ne dolaylı olarak yardımda bulunan<br />
Nelson, PadiĢah‘tan aldığı pırlantalı sorgucu önemli<br />
törenlerde taktığı gibi, ‗Murassa NiĢanı‘ da göğsünden hiç<br />
eksik etmemiĢtir. Hatta 1805 yılında yapılan ünlü<br />
Trafalgar savaĢında Napolyon‘un ipini çektikten sonra<br />
savaĢta aldığı yaralardan dolayı sancak gemisinin<br />
ambarlarından birinde son nefesini verirken<br />
üniformasındaki 3 niĢandan birisi bu ay-yıldızlı zarif<br />
Osmanlı niĢanıydı. (Kaynak: Abidin Daver, ‗Abukir Deniz<br />
Harbi‘ Nisan 1950)<br />
Amiral Nelson‘un bu baĢarıları elde ederken<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e de uğrayıp yazdığı anısında izlenimlerine yer<br />
verdiğine baĢlangıçta değinmiĢtim. Burada, halen<br />
gizemini koruyan bir konuya da ayrıca yer vermek<br />
istiyorum.<br />
Çocukluğumuzdan beri büyüklerimizden Bedir<br />
Adasının Cennet Adası‘na bakan güney kıyısındaki<br />
düzlükte yabancı denizcilere ait bir mezarlık olduğunu<br />
biliyoruz. Bu mezarların hangi milliyete sahip kiĢilere ait<br />
olduğu konusunda fazla bilgimiz yoktur. Ancak yukarıda<br />
değindiğimiz bilgiler ıĢığında bir tahmin yapabiliriz.<br />
<strong>Marmaris</strong> Limanına 18.yüzyıl sonunda Ġngiliz Amiral<br />
Nelson ve savaĢ filosu gelmiĢ. Daha çok sonra da<br />
<strong>Marmaris</strong> Birinci Cihan SavaĢında Fransız donanması<br />
tarafından 1912, 1914 ve 1916 yıllarında bombalanmıĢ.<br />
1914‘de bir Alman torpido botu limana sığınmıĢ. SavaĢ<br />
sonrası da 11 Mayıs 1919‘da Ġtalyan askerleri fiilen<br />
<strong>Marmaris</strong>‘i iĢgal etmiĢ. Bu durumda aklımıza ilk gelen<br />
Amiral Nelson ve gemileridir. Zira 18. ve 19. yüzyıllarda<br />
limana Ġngiliz ve Fransız savaĢ gemilerinin girebilmesi<br />
71
kolaydı. Nelson‘un donanmasıyla <strong>Marmaris</strong> Limanını<br />
ziyaret amaçları çerçevesinde ikmal, bakım ve onarım<br />
dıĢında hasta, yaralı tedavisiyle, ölen birkaç denizcinin<br />
gömülmesi gibi nedenler düĢünülmelidir. Liman içindeki<br />
Bedir Adasının Cennet Adasına bakan yamacı da küçük<br />
bir mezarlık olarak kullanılmıĢ olabilir.<br />
Amiral Nelson‘dan takriben yüz yıldan fazla bir süre<br />
sonra Birinci Dünya SavaĢı öncesi ve sonrasında limana<br />
Fransız, Ġngiliz ve Ġtalyan gemilerinin girmiĢ olduğu bir<br />
gerçektir. Ancak, ölen denizcilerin buraya gömülmesi için<br />
yeterli zaman ve güvenli bir ortamın olmayacağı dikkate<br />
alınırsa bu seçenek ihtimal dıĢı da olabilir. ġimdi hayatta<br />
olmayan bazı süngerci ve denizci hemĢerilerimiz geçmiĢ<br />
yıllarda buraya çıkıp mezarları ve bazı taĢ parçalarıyla<br />
üzerlerinde haç iĢareti gördüklerini söylemiĢlerdir. Ancak<br />
aradan geçen yıllarda rüzgâr, yağıĢ ve nem gibi nedenler<br />
yüzeyde bir iz bırakmamıĢtır. Ne de olsa aradan takriben<br />
150 yıl geçmiĢtir.<br />
Babası balıkçı olan ve çocukluğunda mezarları<br />
gördüğünü ve yerini bildiğini söyleyen Ġsmet Erdem ne<br />
yazık ki 2008 yılında vefat etti. Bu hemĢerimiz, <strong>Marmaris</strong><br />
<strong>Belediyesi</strong>nin Tarih Bülteninde, (5) 1953 yılında Ġngiliz<br />
Donanmasına ait birkaç savaĢ gemisinin <strong>Marmaris</strong><br />
limanına dostluk ziyaretinde bulunduğunu, <strong>Marmaris</strong><br />
Kürek takımı ile düzenlenen yarıĢmada kürek takımından<br />
bir Ġngiliz askerinin fenalaĢıp vefat ettiğini, Bedir<br />
Adasındaki yabancı asker mezarlığına gömüldüğünü<br />
babasından duyduğunu belirtmiĢtir.<br />
Temmuz 2007‘de <strong>Marmaris</strong> <strong>Belediyesi</strong>ni ziyaret<br />
eden ‗Turkish Daily News‘ adlı bir yayın kurumunun<br />
muhabiri Bayan Ruth Macquiddy yabancı mezarlığını<br />
görmek istemiĢ, Ġsmet Erdem‘in ve bir Belediye<br />
görevlisinin de refakatinde bir tekneyle Bedir Adasına<br />
giderek orada varlığı bilinen mezarlığı ziyaret etmiĢlerdir.<br />
Bilinen yerde taĢ, toprak, kiremit parçaları dıĢında belirgin<br />
baĢka bir ize rastlanmamıĢtır. Aynı gazetenin 14 Temmuz<br />
72
2007 sayısında bu konuya ‗<strong>Marmaris</strong>‘s Historical Gem<br />
Rediscovered‘ (<strong>Marmaris</strong>‘in Tarihi Değeri Yeniden<br />
KeĢfedildi) baĢlığıyla değinilmiĢ, yerinde çekilen bir<br />
fotoğraf da yazıya eklenmiĢti.<br />
Sonuç olarak; ―Antik çağlardan beri <strong>Marmaris</strong><br />
limanına giren her türlü teknedeki mürettebat, asker veya<br />
yolcunun ölmesi halinde meskûn olmayan bakir yerlere<br />
gömülmesi doğaldır‖ diyorum...<br />
Bedir Adasında yabancı mezarlığı- Ġsmet Erdem<br />
(solda) Gazeteci Ruth Quiddy (sağda)<br />
Bedir Adasında varlığını bildiğimiz mezarların<br />
kimlere ait olduğu konusunda kesin bir Ģey söyleyemesek<br />
de, yukarıdaki değerlendirmeler ıĢığında yabancı<br />
askerlere ait olabileceği akla daha yakın gelmektedir.<br />
<strong>Marmaris</strong> ve Limanına 10. Osmanlı PadiĢahı olan<br />
Kanuni Sultan Süleyman‘dan sonra gelen 31. Osmanlı<br />
padiĢahı 2. Mahmut‘un oğlu, Abdülmecit‘tir. Bilindiği<br />
üzere, PadiĢah Abdülmecit kendinden sonra en son dört<br />
Osmanlı PadiĢahının babasıdır. Tanzimat Reformlarının<br />
uygulanmasını yerinde görmek için Ege Adalarını<br />
73
kapsayacak 24 günlük bir geziye çıkan PadiĢah, 2<br />
Haziran 1850‘de veliaht Aziz ve Murat efendiler, serasker<br />
Rıza PaĢa, Ticaret nazırı Ġsmail PaĢa ve Rodos‘ta güzel<br />
vakıf eserleri ihya etmiĢ Tophane MüĢir‘i (Gazi veya<br />
MareĢal) Rodoslu Ahmet Fethi PaĢa‘yı da beraberinde<br />
götürmüĢtür. PadiĢah Rodos‘u ziyaretinde Ģehrin saat<br />
kulesi, muvakkithane, (Cami yanında namaz vakitlerini ve<br />
rasatla ilgili bilgileri veren yapıt) rüĢtiye (Ortaokul) ve bazı<br />
projelerin temelini atar. (6) O yıllarda henüz nahiye olan<br />
<strong>Marmaris</strong>‘te rüĢtiye olmadığı için aile büyüklerimizden<br />
Mıstan Sokağında doğmuĢ amcam Mehmet Uysal ve bazı<br />
<strong>Marmaris</strong>liler orta eğitimini yapmak için Rodos‘a gitmiĢler.<br />
Bilindiği üzere, <strong>Marmaris</strong>‘te ilk ortaokul açılıĢı 1949–50<br />
eğitim yılında oldu. Ben de halen kullanımda olan ve vali<br />
Recai Güreli zamanında yaptırılan <strong>Marmaris</strong> Atatürk<br />
Ġlkokulunu bitirip, aynı okulun üst katının Orta Okul olarak<br />
açılmasından sonra 1952–53 öğretim yılında ilk mezun<br />
olan <strong>Marmaris</strong>lilerdenim. <strong>Marmaris</strong>‘te lise eğitimi ise 1973<br />
yılında baĢlamıĢtır. Bu ayrıntıyı not olarak düĢtükten<br />
sonra Osmanlı PadiĢahı Abdülmecit ve heyetinin Ege<br />
adalarına 24 gün süren gezisinde <strong>Marmaris</strong> Limanına<br />
uğramadan geçtiği düĢünülemez. O dönemde <strong>Marmaris</strong><br />
Mütevelli heyeti baĢkanı olan (Yönetici-Voyvoda) büyük<br />
dedem Zeynel Abidin (1805--1875) bu heyeti karĢılayıp<br />
(1850) ve <strong>Marmaris</strong>‘te ağırladığı aile büyüklerimize<br />
söylenmiĢtir. Düne kadar <strong>Marmaris</strong>‘e sadece Kanuni<br />
Sultan Süleyman gelmiĢ diye bilinirken, PadiĢah<br />
Abdülmecit‘in de <strong>Marmaris</strong>‘i muhtemelen denizden gelip<br />
ziyaret etmesi olasıdır. .<br />
Türk Denizcilik Tarihine deniz trajedisi olarak geçen<br />
bir olaya da burada kısaca değinmek istiyorum. Japon<br />
Ġmparatoru Meiji ülkeler arası iliĢkileri pekiĢtirmek için<br />
Prens Komatsu Akihito‘yu Amerika ve Avrupa‘ya, sonra<br />
da Ġstanbul‘a gönderir. (1887) PadiĢah II. Abdülhamit<br />
Prens‘in niĢan ve hediyelerini kabul ederek bir savaĢ<br />
gemisini iadei ziyaret için Japonya‘ya göndermeyi<br />
kararlaĢtırır. 1889 yılının 14 Temmuz günü Japonya‘ya<br />
74
gitmek üzere Ġstanbul‘dan hareket eden Ertuğrul<br />
Firkateyni aynı ay içinde <strong>Marmaris</strong> Limanına da uğrayıp<br />
demirler. <strong>Marmaris</strong> Limanında ne kadar kaldığına dair bir<br />
bilgiye ulaĢamadım. Bilindiği üzere Ertuğrul‘un 11 ay<br />
süren maceralı yolculuğu sonunda Japonya‘ya varıĢı 17<br />
Haziran 1890 tarihidir. Ertuğrul burada 3 ay kaldıktan<br />
sonra 15 Eylül 1890 tarihinde dönüĢe geçmiĢ, daha seyrin<br />
ikinci gününde yakalandığı amansız fırtınada kayalara<br />
çarparak batmıĢtır. Bu elim olayda 607 Türk<br />
Denizcisinden sadece 69‘u kurtulabilmiĢ, diğerleri boğulup<br />
Ģehit olmuĢlardır. (7) Bu elim olay denizcilik tarihimizde<br />
yer almıĢ, ayrı bir inceleme ve değerlendirme konusu<br />
olmuĢtur.<br />
Ertuğrul Firkateyni<br />
<strong>Marmaris</strong> Limanının yakın tarihimizde en önemli<br />
ziyaretçisi, Cumhuriyetimizin kurucusu, Büyük önder<br />
Atatürk‘tür. Atamız <strong>Marmaris</strong>‘e iki defa gelmiĢtir. Bu<br />
konuda hemĢerimiz Emekli öğretmen sayın Duran Ergül<br />
‗ün bir araĢtırması olmuĢ, edinilen bilgiler <strong>Marmaris</strong> Tarih<br />
Bülteninde yayınlanmıĢtır. Kaynak olarak ise<br />
CumhurbaĢkanlığı BaĢyaverliğinin ‗Nöbet Defteri‘ adlı<br />
kayıtları gösterilmiĢtir. Bundan ayrı olarak kendi<br />
araĢtırmamda Prof. Dr. Sayın Utkan Kocatürk‘ün<br />
Kaynakçalı ‗Atatürk Günlüğü‘, ‗Doğumundan Ölümüne<br />
75
Atatürk‘ adlı kitabında da bu bilgiler doğrulanmıĢtır.(8) Bu<br />
kaynaklara göre; Atamız ―Gülcemal‖ adlı gemiyle 30 Ocak<br />
1933 günü Fethiye‘den <strong>Marmaris</strong> Limanına gelmiĢ, bir<br />
gece kaldıktan sonra 31 Ocak günü Ġzmir‘e gitmek üzere<br />
limandan ayrılmıĢtır.<br />
Gülcemal Gemisi (1874-1937)<br />
Atamızın ikinci ziyareti (9) bu defa ‗Ege‘ adlı vapurla<br />
23–24 ġubat 1935 tarihinde olmuĢtur. (10) Bu iki<br />
ziyaretten ayrı olarak <strong>Marmaris</strong> Tarih Bültenindeki<br />
demecinde hemĢerimiz 1930 doğumlu Zühtü TaĢkın daha<br />
kendisinin 6 yaĢında ilkokula giden öğrenci<br />
olduğunu,1936 yılının 20 Mayıs günü Atamızın<br />
‗Sadıkzade‘ adlı vapur ile <strong>Marmaris</strong>‘e geldiğini,<br />
öğretmenleriyle Atatürk‘ü vapurda ziyaret ettiklerini<br />
söylemiĢtir. Bu ziyarete dair araĢtırmalarda bir kayda<br />
rastlanmamıĢtır.<br />
<strong>Marmaris</strong> Atatürkçü DüĢünce Derneği ve <strong>Marmaris</strong><br />
<strong>Belediyesi</strong> Ulu Önderimiz Atatürk‘ün <strong>Marmaris</strong>‘e ilk geliĢ<br />
tarihi olan 30 Ocak 1933 tarihini her yıl anma kararı<br />
almıĢtır. Ġlk defa 30 Ocak 2010 tarihinde bu anlamlı gün<br />
<strong>Marmaris</strong> Atatürk Anıtı önünde yapılan törenle kutlanmıĢ,<br />
30 Ocak 2011 günü de tekrarlanmıĢtır.<br />
Cumhuriyetimizin kurucusu, 20. yüzyılın en iyi asker<br />
ve devlet adamı olarak ünü dünyaya yayılan büyük önder<br />
76
Atatürk‘ün <strong>Marmaris</strong>‘e geliĢi biz <strong>Marmaris</strong>liler için büyük<br />
bir onur ve gururdur. Atamızın yukarıda tarihleri<br />
belirttiğimiz ziyaretleri kısa sürelidir. Ġlk ziyareti kıĢ<br />
mevsiminin tam ortasında Ocak ayında olmuĢtur. KıĢın<br />
denizden yapılan böyle bir ziyaretin önceden planlanmıĢ<br />
olsa bile gemi kaptanının hava ve deniz koĢullarını<br />
dikkate alarak önerisi dikkate alınarak yapıldığı kabul<br />
edilmelidir. O günlerin gemileri bu günküler gibi her tür<br />
hava ve deniz koĢullarlında seyir yapabilir durumda<br />
değildi. Atamızın <strong>Marmaris</strong>‘e gelip de Ģehre inmeyiĢini<br />
yanlıĢ yorumlayanlar büyük hata yaparlar.<br />
Atatürk <strong>Marmaris</strong>‘e 30 Ocak 1933 günü geldiğinde<br />
önceden nükseden sağlık sorunları olduğu<br />
düĢünülmelidir. Bu mevsimde yapılan seyahat bir ‗Mavi<br />
Tur‘ değildir. Seyahat 52 yaĢındaki Atatürk‘ün amacı<br />
kurduğu Cumhuriyetin kıyılarını bir de denizden izlemek,<br />
yaptığı ve yapılması gereken devrimlerin dinlenmiĢ bir<br />
zihin ve bedenle gözden geçirilmesi için uygun bir çalıĢma<br />
ortamında olmaktan baĢka bir Ģey değildir.<br />
YaĢlı ve Ģimdi aramızda olmayan değerli<br />
büyüklerimden öğrendiğime göre, <strong>Marmaris</strong>liler Ata‘sına<br />
‗HoĢ Geldiniz‘ demek için kayıklara, motorlara doluĢarak<br />
gemiyi ziyarete gitmiĢlerdir. Atamızın <strong>Marmaris</strong> Limanına<br />
geliĢlerinin programda olup olmadığını bilemiyoruz.<br />
Mutlaka bu kısa ziyaretler hava ve deniz koĢullarına,<br />
geminin ikmal ve onarım ihtiyaçlarına ve bir de<br />
CumhurbaĢkanı olarak zaman, görev ve sorumluluklar<br />
dikkate alınarak yapılmıĢtır. <strong>Marmaris</strong>‘in 1933 yılında<br />
nüfusu 2000, 1935‘de ise 2500 civarındadır. <strong>Marmaris</strong><br />
geçmiĢ yıllarda çok değiĢken, rakamlarla iniĢ ve çıkıĢ<br />
gösteren bir nüfus yapısına sahiptir.(11) Böyle küçük<br />
yerleĢim birimlerine CumhurbaĢkanı düzeyinde devlet<br />
adamları, hele bir kıĢ mevsiminde denizdeyken yerleĢim<br />
yeri mülki amirliğine hitaben bir mesajla iletiĢim kurulur,<br />
doktor önerisi ve hava durumu dahil her türlü koĢul<br />
dikkate alınarak ziyarete çıkılıp çıkılmama kararı alınır. Bu<br />
karar çıkmama yönündeyse mülki ve yerel yönetim<br />
77
amirleri bir heyetle gemiyi ziyaret ederler. <strong>Marmaris</strong>‘te de<br />
aynen bu olmuĢtur.<br />
Bu büyük insan, komutan ve devlet adamı, Askeri<br />
Ġdadi‘den (Lise) Harp Okulu, Kurmay Akademisine,<br />
ġam,(Suriye) Trablusgarp, (Libya) Sofya, (Bulgaristan)<br />
Çanakkale, Arıburunlar,‘dan Milli Mücadele ve<br />
Kongrelere, TBMM‘ini kurmaktan Ġnönüler, Sakarya,<br />
Büyük Taarruz ve Büyük Zafer‘e, Cumhuriyeti kurma,<br />
Devrimleri gerçekleĢtirmekten isyanları bastırmağa kadar<br />
geçen çetin ve amansız süreçte önce bir insan olarak<br />
mutlaka yorulmuĢtur. Bütün bunları yaparken sağlık<br />
sorunlarına aldırmamıĢ, kurduğu Cumhuriyetin ebediyen<br />
yaĢaması için durmak bilmeden çalıĢmaya devam<br />
etmiĢtir. Bu hızlı ve zor hayati görevler sağlık sorunlarını<br />
daha da arttırmıĢ, henüz genç sayılacak yaĢta ruhunu<br />
Yüce Allah‘a, fikir ve düĢüncelerini, kurduğu Cumhuriyeti<br />
Yüce Türk Milletine emanet ederek aramızdan ayrılmıĢtır.<br />
CumhurbaĢkanı Gazi Mustafa Kemal 29 Ekim 1933<br />
günü Cumhuriyetin kuruluĢunun onuncu yıl dönümü<br />
töreninde ―Onuncu Yıl Söylevi‘ni okurken <strong>Marmaris</strong> halkı<br />
Ģimdi Liman BaĢkanlığının bulunduğu meydana<br />
toplanmıĢ, radyolardan hem söylevi dinliyor, hem de<br />
meydana sarı yaldızla boyanmıĢ bir Atatürk büstünün<br />
açılıĢ törenini izliyordu. Bu büstün denize bakan<br />
kaidesinde ―Cumhuriyetin 10. Yıldönümü burada kutlandı‖<br />
yazılıydı. Biz milli bayram ve Atamızı anma törenlerini hep<br />
bu anıtın çevresinde toplanarak yaptık. Atamızın 10. yıl<br />
söylevinin son cümlesi o gün adeta <strong>Marmaris</strong>lilerin<br />
belleğine kazınmıĢtır. Atamızın söylevi hepimizin bildiği<br />
üzere Ģu tümcelerle bitiyor:<br />
―Türklüğün unutulmuĢ büyük medenî vasfı ve büyük<br />
medenî kabiliyeti bundan sonraki inkiĢafıyla, geleceğin<br />
yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneĢ gibi<br />
doğacaktır. NE MUTLU TÜRKÜM DĠYENE!<br />
78
29 Ekim 1933 Atatürk Büstünün <strong>Marmaris</strong>'te açılıĢı<br />
1936 yılında, Yüce Atatürk‘ün kurduğu genç<br />
Cumhuriyetin ilke ve devrimlerinden her <strong>Marmaris</strong>li gibi<br />
etkilenen Atatürkçü Öğretmen Ferit Kayan hissiyatını Ģu<br />
cümlelerle Ģiire dönüĢtürüp yine kendisi ‗MarĢ‘ olarak<br />
<strong>Marmaris</strong> Gençliğine armağan ediyor. <strong>Marmaris</strong> ve<br />
<strong>Marmaris</strong>li Milli MarĢ‘ımızdan sonra iĢte aĢağıdaki kendi<br />
marĢını da yazıp söylemeye baĢlıyor.<br />
79
<strong>Marmaris</strong> Gençlik MarĢı<br />
Ġnleyen Akdeniz‘i bağrına basmak için,<br />
Uzanan kollarında gücün var mı derlerse.<br />
Turgut‘un vasiyeti Ģahlansın için için,<br />
<strong>Marmaris</strong> çocuklarına ufuk dar mı derlerse.<br />
Kudretin can damarı gençliğin kalbindedir,<br />
O gençlik ki kalbini yurda armağan verir.<br />
AĢka susayan gönül akmadan durulur mu ?<br />
Ülküyle yanan gönül zincire vurulur mu?<br />
Lastik adalelerle, bakırlaĢmıĢ tenlerle,<br />
Sırtımızda on bin yıl yarına koĢuyoruz.<br />
Tarihsel yolumuzda koĢtukça coĢuyoruz,<br />
CoĢtukça koĢuyoruz, koĢtukça coĢuyoruz.<br />
Ġkinci Cihan SavaĢı‘nın baĢladığı 1939 yılı baĢında<br />
Genelkurmay BaĢkanı MareĢal Fevzi Çakmak Muğla ve<br />
çevresindeki askeri birlikleri denetlemek için gemiyle<br />
<strong>Marmaris</strong> Limanına gelir. (12) Muğla Valisi Recai Güreli<br />
tarafından 1938 yılında yaptırılan <strong>Marmaris</strong> Atatürk<br />
Ġlkokuluyla halen Kaymakamlık Binası olarak<br />
kullanılmakta olan Hükümet Konağını ziyaret eden<br />
MareĢal Fevzi Çakmak mülki, askeri erkân ve halkla<br />
yaptığı temaslarda harbin olası geliĢmelerinin ülke ve<br />
bölge üzerindeki etkilerini ve alınacak önlemler<br />
konusunda bilgi alıĢ veriĢinde bulunur.<br />
80
MareĢal Fevzi Çakmak <strong>Marmaris</strong>'te-1939<br />
Ġkinci Dünya SavaĢında <strong>Marmaris</strong> Limanı ve en<br />
yakınındaki Akdeniz‘in önemli adalarından birisi olan ve<br />
390 yıl Türk Ġdaresinde kalan Rodos‘un durumuna kısaca<br />
değinerek cereyan eden dramatik birkaç olaya da burada<br />
yer vermek istiyorum.<br />
Bilindiği üzere tarih boyunca Doğu ve Batı<br />
Akdeniz‘de ticaret yolunu kontrol eden Kıbrıs, Rodos ve<br />
Girit Adaları adlarından sıkça söz edilen kara parçaları<br />
olmuĢlardır. <strong>Marmaris</strong> özelinde Rodos Adası, Anadolu<br />
Yarımadasına en yakın konumda bulunması nedeniyle<br />
sosyal, ekonomik ve siyasi iliĢkilerde hep öne çıkmıĢtır.<br />
Daha erken çağlarda olduğu gibi 15. yüzyıldan beri<br />
coğrafi konumu ve Anadolu sahillerine yakınlığı<br />
dolayısıyla Türk- Müslüman Ticareti ve kutsal yerleri<br />
ziyaret etmede sorun yaratmıĢtır. Zamanla Akdeniz<br />
Korsanlık Merkezine dönüĢen Rodos‘un elde<br />
bulundurulması gerekliliği Selçuklular ve Beylikler<br />
döneminde düĢünülmüĢ, Fatih Sultan Mehmet döneminde<br />
giriĢimlerde bulunulmuĢ ve nihayet Kanun Sultan<br />
Süleyman tarafından kuĢatılıp Osmanlı topraklarına<br />
katılmıĢtır. Birinci Dünya SavaĢı öncesinde 1912‘de Ġtalya<br />
81
tarafından iĢgal edilen Rodos, Ġkinci Dünya SavaĢı<br />
sırasında Almanlar tarafından iĢgal edilince Müttefiklerin<br />
karĢı koymasıyla savaĢ alanına dönüĢmüĢtür. Özellikle<br />
savaĢın en kanlı cereyan ettiği yıl olan 1944‘de çoğunluğu<br />
Türk soydaĢlarımız olan ama aralarında Ġtalyan, Fransız,<br />
Rum, Yahudi ve hatta Alman göçmenler temin ettikleri<br />
yüzer vasıtalarla adadan kaçmaya baĢlamıĢlardır. Sayıları<br />
binlerle ifade edilen bu insanlar aç ve sefil vaziyette baĢta<br />
yerleĢim yeri olan <strong>Marmaris</strong> Limanına, deniz ve hava<br />
Ģartları müsait olmazsa en yakın ‗KarĢıyaka‘ denilen<br />
Datça-Bozburun Yarımadasına ulaĢmayı amaçlamıĢlardır.<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e ulaĢanlar camilere, okullara hatta evlere<br />
dağıtılmıĢ, kendilerine Kızılay ve halk tarafından yiyecek,<br />
içecek, giyecek verilmiĢtir.<br />
Bu büyük göçün olduğu 1944 yılında 7 yaĢımda<br />
okula yeni baĢlayan bir çocuktum. AkĢamları Rodos<br />
Adasının bombalanıĢını ve mermi ve topların çıkardığı<br />
sesi duyar, alevini havada görürdük. <strong>Marmaris</strong>‘te özel<br />
seferberlik uygulaması vardı. Evlerde karartma<br />
uygulanıyordu. Okul önlüklerimizin beyaz olan yakalarını<br />
takmıyorduk. Birçok yiyecek, içecek, yakacak maddesi<br />
karneyle veriliyordu. Eski camiye alınan göçmenler<br />
baĢlarında bekçi veya polis nezaretinde Mıstan Sokağının<br />
deniz kıyısına getiriliyor, denizde yıkanmaları<br />
sağlanıyordu. Evimizin kerevetinden (Tahta balkon)<br />
denize giren göçmenlerin dalıp taĢlardan topladıkları<br />
denizkestanelerini (kara dikenleri) elleriyle yumurta kırar<br />
gibi açıp içini yediklerini izlerdim. Gördüklerim açlık ve<br />
sefaletin ta kendisiydi. Annemin yardım edemeyiĢine<br />
üzüntüsünü ―Bir iki kiĢi değiller ki ekmekle, Ģekerle<br />
beslesek, bu kadar insana ne verilebilir ki‖ demesini daha<br />
dün gibi anımsarım. Yine diğerlerine göstermeden<br />
acınacak haldekilere bir Ģeyler vermeye gayret ederdi.<br />
Aslında bizim de ekmek dahil verecek fazla yiyeceğimiz<br />
yoktu. Ekmek, kibrit, gaz yağı, Ģeker gibi temel gıda<br />
maddeleri karneyle veriliyordu. Buna rağmen biz<br />
<strong>Marmaris</strong>liler elimizdekileri onlarla ve Rodos‘ta kalan<br />
82
soydaĢlarımızla paylaĢtık, göçmenlere misafirperverlik<br />
gösterdik. Birçok aile göçmenleri evlerinde konuk etti.<br />
O günlerde Rodos‘un idaresi halen Almanların<br />
elinde olduğu için Türkiye‘ye iltica etmek isteyen<br />
göçmenlere Almanlar yardım ediyorlardı. (13) Adı ‗Anna‘<br />
olan bir Alman gemisine sayısı 200 kadar olan ve<br />
çoğunluğu Türk olan göçmenler doluĢur. Gemi gecenin<br />
karanlığında Rodos‘tan ayrılıp <strong>Marmaris</strong>‘in Kadırga<br />
Burnuna yakın bir yere ulaĢtığında motoru bozulur. Deniz<br />
fırtınalı ve dalgalıdır. Gemi imdat ister. Bir Türk gemisi<br />
halat atarak gemiyi kayalarda parçalanmaktan kurtarıp<br />
<strong>Marmaris</strong> Limanına kadar çeker. Gemide ve <strong>Marmaris</strong>‘te<br />
karartma uygulandığından göz gözü görmez. Gemidekiler,<br />
ıslak yatak, battaniyelerde aç, susuz ve hasta durumda<br />
umutlarını yitirmek üzeredirler. <strong>Marmaris</strong> ve liman<br />
yetkilileriyle irtibat sağlanamamıĢtır. ĠĢte tam o sırada<br />
gemide göçmen olarak bulunan bir ailenin 18–19<br />
yaĢlarındaki ‗Çelenk‘ isimli kızı bu durumdan kurtulmanın<br />
çaresini denize atlayıp kıyıya yüzerek gidip ilgililere haber<br />
vermekte bulur. Ve de öyle yapar. Ġlgililere ulaĢır. Gemiye<br />
yardım gelir. Göçmenler kurtarılır. Sağlık muayene ve<br />
tedavileri yapılıp geçici konaklamaları sağlanır.<br />
Aralarında, uzun süren açlıktan sonra birden yemek<br />
yemeleri yüzünden ölenlerin, hasta olanların varlığından<br />
söz edilir.<br />
Yine o günlerin bir sabahında okul giysimi giymiĢ<br />
tam evden çıkacakken Yalancı Boğaz üzerinden alçaktan<br />
uçarak bizim evin üzerine doğru gelmekte olan bir uçağı<br />
gördüm. Evin içinde ve kerevette hepimiz yere yattık.<br />
Uçak neredeyse çamaĢır tellerine takılacak vaziyette<br />
alçaktan uçup geçti. Ağabeyim, ―Bu Ġngiliz uçağı‖ dedi.<br />
Uçağın kuyruğundaki Ġngiliz Bayrağını görmüĢ. Sonra<br />
okulda duyduk ki o uçak arızalıymıĢ veya Alman<br />
uçaklarının açtığı ateĢle isabet alarak zorunlu olarak<br />
Gökova‘ya iniĢ yapmıĢ. Gökova‘da o zaman bugünkü gibi<br />
okaliptüs ağaçları yüksek değildi. Henüz taze fidandılar.<br />
Bunların hemen kuzey doğusundaki arazide uçak pisti<br />
83
vardı. Pervaneli küçük keĢif uçakları için buraya bir pist<br />
yapılmıĢtı. Anılan uçak bu piste inmiĢti. Yanılmıyorsam bu<br />
uçak harp sonrasında bir süre daha Gökova‘da kaldı.<br />
Muğla‘ya giderken uçağı pistte gördüğümü iyi<br />
hatırlıyorum. Sonrasında, ―Hükümetin verdiği izinle Ġngiliz<br />
Büyük Elçiliği uçağı parçalara ayırtarak Ġngiltere‘ye<br />
taĢıtmıĢ‖ denildi.<br />
KeĢke bu uçağı tarihi bir olayın simgesi, anısı olarak<br />
yerinde sergilemeyi düĢünebileydik...<br />
Kitap çalıĢmamı tamamlayıp yeniden gözden<br />
geçirdiğim 2011 yılının ġubat ayında <strong>Marmaris</strong> Limanına<br />
Amerikan Deniz Kuvvetlerine ait ‗Enterprise‘ adlı Uçak<br />
Gemisi geldi. Limanda dört gün kaldı. Dev uçak gemisi<br />
halkın ziyaretine açık olunca bir grup arkadaĢla biz de<br />
ziyaret ettik. Gemiyi ziyaretimizde bir hemĢerimizin<br />
―Buradan sonra rotanız nereye‖ sorusuna görevli subay<br />
―Eve‖ demiĢti. Oysa o günlerde Kuzey Afrika‘nın Akdeniz<br />
kıyılarındaki Tunus, Mısır ve Libya gibi ülkelerde<br />
karıĢıklıklar vardı. Bu devasa savaĢ makinesinin eve<br />
gitmesi hiç olası değildi. Amerikan Subayı haklıydı. Asker<br />
kökenli olduğum için ―Öyle soruya ancak böyle yanıt<br />
verilir‖ dedim. Oysa ‗Enterprise‘ eve gitmeyip, Libya<br />
açıklarından üzerindeki uçaklarla Albay Kaddafi<br />
destekçileri üzerine füze yağdırmaktaydı. Önce Tunus,<br />
sonra Mısır‘da yönetim değiĢti. Libya‘da iç savaĢ ve<br />
ardından müttefik güçlerin havadan ve denizden ateĢli<br />
müdahalesi kitabı yayına verdiğim günlerde halen devam<br />
ediyordu. Libya‘daki iç savaĢın anılan diğer Kuzey Afrika<br />
ülkelerinden daha kanlı ve tehlikeli safhaya dönüĢmesiyle<br />
bu ülkede çalıĢmakta olan takriben 20–25 bin Türk<br />
ĠĢçisinin hayatı tehlikeye girince acilen Türkiye‘ye<br />
tahliyelerine karar verildi. Bunun için en yakın yer olan<br />
<strong>Marmaris</strong> Limanı tercih edildi. Denizden <strong>Marmaris</strong><br />
Limanına askeri ve sivil gemilerle, havadan uçaklarla<br />
Dalaman Hava Limanına getirilen çoğunluğu Türk ve<br />
diğer ülke vatandaĢları kısa zamanda vatanlarına,<br />
evlerine döndüler. Devletimiz, Türk Kızılay‘ı, yerel<br />
84
yönetimler, <strong>Marmaris</strong>liler ve tüm iĢletmeler gelen<br />
göçmenlere sıcak ilgi ve yardımlaĢma içinde olarak<br />
dünyaya örnek bir davranıĢ sergilediler. Bu olay bize<br />
Ģunları gösterdi, anımsattı:<br />
Türkiye kıtalar arası ve denizaĢırı bir operasyonu,<br />
özellikle barıĢçıl, insan ve haklarını koruma, kurtarma<br />
konusunda yeterli donanıma ve lojistik kapasiteye sahiptir.<br />
GerçekleĢen tahliye operasyonu bir nebze de olsa<br />
koĢulların ve aradaki mesafenin bugünkü kadar uygun<br />
olmadığı 15.yüzyıl sonunda ecdadımızın beĢ yüz bin<br />
Yahudi‘yi Ġspanya‘dan tahliye edebildiği tarihi olayı da<br />
anımsattı.<br />
Böylece ‗<strong>Marmaris</strong>‘in Mıstan Sokağı‘ adlı kitabımın<br />
‗<strong>Marmaris</strong> Limanı ve Ziyaretçileri‘ baĢlıklı bölümünde en<br />
yakın tarihte vukua gelmiĢ bir olay da yer almıĢ oldu. ĠĢte<br />
tarih budur, ve tarihi bu yüzden severim...<br />
85
Kaynakça<br />
(1) <strong>Marmaris</strong> Tarihi-K.Ekrem Uykucu-1970<br />
(2) <strong>Marmaris</strong> Kasabası Kısa Tarihçesi- O. Levent Seral<br />
04.04.1998<br />
(3) Osmanlı Tarihi- Ord. Profesör Ġ.Hakkı UzunçarĢılı<br />
(4) The Turquois Coast of Turkey-Rod Heikell<br />
(5) <strong>Marmaris</strong> Tarih Bülteni-Sayı 15<br />
(6) Rodos‘ta Saklı Zamanlar –ġahap KaĢlıoğlu-2007<br />
(7) Doğumundan ölümüne Atatürk- Prof. Dr. Utkan<br />
Kocatürk<br />
(8) <strong>Marmaris</strong> Tarih Bülteni Sayı: 30-45<br />
(9) <strong>Marmaris</strong>‘in ġanlı Tarihi (fotoğraf) <strong>Marmaris</strong> Ticaret<br />
Odası 30.8.2010<br />
(1)<strong>Marmaris</strong> Tarihi-K.Ekrem Uykucu-1970<br />
(1) Denizde Efelik Olmaz-Fatma Çimen -2007<br />
(1) Rodos-Anılar ve Tarihçe- M.Sadi Nasuhoğlu<br />
Erol Uysal <strong>Marmaris</strong> Ortaokulundayken Cumhuriyet<br />
Bayramında<br />
86
ġANLI YAVUZ VE KÖPEK BALIĞI<br />
Yukarıdaki yazı baĢlığı altında <strong>Marmaris</strong> Limanını<br />
ziyaret eden iki misafire ayrıca değinmeyi uygun gördüm.<br />
Bilindiği üzere, eski Neolitik (TaĢ Devri) çağlardan beri<br />
insanlar ticaret, ulaĢım ve keĢifler için denizlere açılmıĢlar,<br />
limanları, adaları sıkça ziyaret etmiĢlerdir. <strong>Marmaris</strong><br />
Limanı da Akdeniz‘le Ege‘nin birleĢtiği çok stratejik bir yer<br />
ve barınaklı konumda olduğundan tarih boyunca önem<br />
kazanmıĢtır. En yakın tarihimizde, özellikle Birinci Cihan<br />
SavaĢı yıllarında <strong>Marmaris</strong> Limanı dıĢındaki sularda Türk,<br />
Alman, Fransız, Ġngiliz, Ġtalyan ve Yunan savaĢ gemileri<br />
devriye görevi yapmıĢlar, en yakın Rodos, Ġstanköy,<br />
Sömbeki ve Meis gibi Adalar Ġtilaf Devletleri<br />
donanmalarının uğrak ve ikmal yerleri olmuĢtur. <strong>Marmaris</strong><br />
ve diğer Ege‘ye kıyısı bulunan limanlarımız bombalanmıĢ,<br />
halk bundan zarar görmüĢtür.<br />
Yakın tarihte görülen siyasal ve askeri stratejik<br />
geliĢimlerle ilgili olarak Türk Deniz Kuvvetlerinde savunma<br />
amaçlı bazı kuvvet kaydırmaları oldu. . Doğu Akdeniz<br />
Ülkelerindeki siyasi istikrarsızlıklarla, Batı komĢumuz<br />
Yunanistan‘ın Kıbrıs baĢta olmak üzere kıta ve hava<br />
sahanlıkları, adaların silahlandırılması, kara suları gibi<br />
bazı önemli konularda uluslararası antlaĢmalar hilafına<br />
siyaset yapmaya baĢlamasından sonra sadece<br />
Marmara‘da değil, Ege ve Akdeniz‘de de deniz üssü<br />
bulundurmak gereği duyuldu. Böylece, 1980‘li yıllarda<br />
<strong>Marmaris</strong> yakınındaki Aksaz Limanı Deniz Üs Komutanlığı<br />
oldu. Bu Üs ve Liman aynı zamanda NATO Üyesi<br />
Ülkelerin savaĢ gemilerinin ziyaret, ikmal ve destek gibi<br />
ihtiyaçlarını da karĢılamaktadır. Esasen Türk Donanması<br />
anılan üs yapılmadan önce de <strong>Marmaris</strong> ve Doğu<br />
Akdeniz‘deki limanlarımızı sıkça ziyaretler yapardı. Türk<br />
Donanması ve Bahriyesi önce <strong>Marmaris</strong> ve<br />
<strong>Marmaris</strong>lilere, sonra da Akdeniz‘e daha yakın konumda<br />
olup uluslar arası antlaĢmaların gereği olarak uzak<br />
87
denizlerde emniyet, denetim ve devriye görevlerine<br />
<strong>Marmaris</strong>‘ten çıkmaktadır. ġanlı Sancağımızı uluslar arası<br />
sularda dünya barıĢı ve güvenliğinin birer bekçileri olarak<br />
dalgalandırmaktadırlar. Aksaz Limanı, Akdeniz ve<br />
Bölgedeki tesanütün eskiye nazaran daha iyi durumda<br />
olması nedeniyle NATO müttefiki ve dost yabancı deniz<br />
kuvvet donanma ziyaretlerine de izin vermektedir. .<br />
Özellikle, 1950‘li yıllardan itibaren Donanmamızı<br />
Akdeniz‘de meydana gelen kriz dönemlerinde ve yıllık<br />
planlı tatbikat veya manevralarda <strong>Marmaris</strong> limanında sık<br />
görürdük. Çocukluk yıllarımızda bahriyenin geliĢiyle<br />
<strong>Marmaris</strong> birden Ģenlenir, donanma kıyıya bando çıkarıp<br />
gösteri yapar, askerlerden oluĢan futbol, voleybol, yüzme<br />
ve kürek takımlarıyla <strong>Marmaris</strong>liler spor yarıĢmaları<br />
düzenler, donanmadan karaya sinema makinesi çıkarılır,<br />
film gösterileri izlerdik. <strong>Marmaris</strong>‘in genç kızlarından bir<br />
kaçı azıları gönlünü bir denizciye kaptırıp evlenmiĢ, bize<br />
de bahriyeli eniĢte kazandırmıĢlardır. Özetle söylemek<br />
gerekirse eski <strong>Marmaris</strong>‘te sivil-asker iĢbirliğinin güzel ve<br />
mutlu örnekleri sergilenmiĢ, bu durum Ģimdi de aynen<br />
devam etmektedir…<br />
ġanlı Yavuz seyirde (1947)<br />
88
Buradan itibaren yazı baĢlığımız ‗ġanlı Yavuz ve<br />
Köpek Balığı‘na dönelim.<br />
Deniz Kuvvetlerimize ait donanmanın tatbikat ve<br />
manevra sonrası <strong>Marmaris</strong> Limanına sık ziyaret yaptığına<br />
önceden değinmiĢtim. Donanmanın o zaman sancak<br />
gemisi olan ve yakın tarihimizdeki rolünü yakından<br />
bildiğimiz Yavuz zırhlısının kendisi baĢlı baĢına bir kitaba<br />
sığmayacak kadar görev ve olayların içinde olmuĢtur.<br />
Bunlara kısaca değinelim.<br />
Yavuz, yakın tarihimizde adından çok bahsedilen<br />
zamanın bir savaĢ makinesiydi. Benim çocukluk ve<br />
ergenlik yıllarımda askerlik çağına gelmiĢ <strong>Marmaris</strong>li<br />
gençlerden Yavuz‘da bahriye askerliği yapan birçok<br />
hemĢerimiz vardı. Berber dükkanlarının ayna veya<br />
duvarlarında bu zırhlının veya üzerine hatıra olarak bu<br />
gemide askerlik yapan hemĢerinin baĢında ‗TCG.YAVUZ‘<br />
yazılı bahriyeli Ģapkasıyla çekilmiĢ fotoğrafı olurdu. Ne de<br />
olsa Yavuz‘da askerlik yapmak biraz da ayrıcalıktı.<br />
HemĢerimiz Mustafa Peköz Yavuz‘da askerliğini yapan<br />
onlarca <strong>Marmaris</strong>liden sadece biridir. Burada, <strong>Marmaris</strong><br />
Limanında demirli iken içinde kendi adının da geçtiği<br />
‗Yavuz‘un iki olayına değineceğim.<br />
89
ġanlı Yavuz <strong>Marmaris</strong>’te - 1951<br />
<strong>Marmaris</strong>li Denizci Mustafa Pekoz Yavuz'da bahriye<br />
askeriyken -1951<br />
90
Yavuz, anımsanacağı üzere 1912 yılında Alman<br />
tezgahlarında yapıldı. Ġlk adı ‗Goben‘ olan bu zırhlı diğer<br />
sınıftaĢı ‗Breslau‘ ile birlikte Birinci Cihan SavaĢının<br />
baĢlangıcında 10 Ağustos 1914 günü Ġngiliz savaĢ<br />
gemilerinin takibinden kaçarak Çanakkale Boğazı önlerine<br />
gelirler. Boğazdan içeri girme izni isterler. Bu izin hemen<br />
verilir. Ġngilizlere gemilerin Osmanlı Devleti tarafından<br />
satın alındığı söylenir. Zira Osmanlı Devleti Almanya ile 2<br />
Ağustos 1914 tarihinde ittifak imzalamıĢtır. Anılan<br />
gemilerin adları ‗Yavuz Sultan Selim‘ ve ‗Midilli‘ olarak<br />
değiĢtirilip, direklerine de Türk Bayrağı çekilerek<br />
Karadeniz‘e açılırlar. Kırım yarımadasındaki Sivastopol,<br />
Odessa, Novrosiyk, Teodosya limanlarını bombalarlar.<br />
Doğal olarak bu durum Türklerin savaĢta fiilen Almanların<br />
yanında olunduğunu göstermiĢtir. Yavuz savaĢ süresince<br />
Karadeniz‘de aktif kalır. 10 Mayıs 1915‘te 17 gemiden<br />
oluĢan bir Rus filosundan kurtulmayı son anda baĢarır. 8<br />
Ocak 1916‘da ‗Imperatriza Maria‘ gemisinin 30,5 santimlik<br />
toplarının ateĢi altında kalır. 20 Ocak 1918‘de Yavuz ve<br />
Midilli bu kez Amiral Hubert von Rebeur-Paschwitz<br />
komutası altında ilk kez Çanakkale‘den çıkıp Selanik‘e<br />
giderler. Yavuz‘un yardımıyla HMS Raglan ve M28<br />
batırılır. Lakin kader arkadaĢı Midilli mayına çarparak<br />
batar. Yavuz da üç mayın yarası alıp zar, zor Çanakkale<br />
boğazına döner. Çanakkale yakınlarında karaya oturtulur.<br />
26 Ocakta yüzdürülerek 1927 yılında yeniden donanmaya<br />
katılana kadar Ġstanbul‘da demirli kalır. Bu arada adı<br />
‗Yavuz Selim‘ olarak değiĢtirilir. 1930‘ da Türkiye<br />
Cumhuriyeti Donanmasının Sancak Gemisi olur. 1938<br />
yılının 19 Kasımında en acılı, hüzünlü görevlerinden<br />
birisini yapar. Yabancı ve Türk Donanmasının bazı<br />
gemileri eĢliğinde Atatürk‘ün naĢını Ġstanbul<br />
Sarayburnu‘ndan‘ alıp Ġzmit‘e taĢır.<br />
Yavuz, 1950 yılına kadar Türk Donanmasında<br />
‗Duayen Gemi‘ olarak hizmette kaldı. 1950 de aktif<br />
görevden ayrılırken filoya bağlı diğer savaĢ gemileriyle<br />
birlikte sancak gemisi olarak maceralı geçen yaĢamının<br />
91
son ve veda ziyaretini <strong>Marmaris</strong>‘e yaptı. Çeyrek yüzyıla<br />
yakın Gölcük‘te demirli kalmaya devam ederek bir tür idari<br />
birim, bir hapishane ve müze olarak varlığını sürdürdü. 7<br />
Haziran 1973‘te hurda fiyatıyla bir Ġtalyan Ģirketine jilet<br />
yapılmak üzere satıldı. Koca Yavuz Ģarkı ve türkülere<br />
konu oldu. Bunlardan çocukluğumuzda sıkça<br />
duyduğumuz, hatta söylediğimiz ‗Yavuz geliyor Yavuz da<br />
suları yara yara‘ türküsü daha dün gibi belleğimdedir.<br />
Yavuz‘un hatıra olarak saklanan bazı parçaları Ġstanbul<br />
Deniz Müzesi, Gölcük, Ġskenderun gibi Ģehirlerde teĢhir<br />
edilmektedir.<br />
Yavuz‘u kısaca tanıdıktan sonra, bu zırhlı ile ilgili iki<br />
olaya burada yer vermek istiyorum. Her iki olay 1950<br />
yılının Mayıs ayında <strong>Marmaris</strong>‘te meydana geldi. Neydi<br />
bunlar bir göz atalım:<br />
Birincisi, 22 Mayıs 1950 Pazartesi günü rahmetli<br />
Celal Bayar Türkiye Cumhuriyetinin 3. CumhurbaĢkanı<br />
seçilmiĢ, radyolar, gazeteler bu haberi anons ediyor,<br />
yazıyorlardı. Aynı gün, Türk Deniz Kuvvetleri savaĢ<br />
filosuna ait gemiler <strong>Marmaris</strong> limanına geldi. Yavuz<br />
zırhlısı limanın ortasında sancak gemisi olarak demirli<br />
durumdaydı. CumhurbaĢkanı seçimi dolayısıyla<br />
Yavuz‘dan atılan 101 pare topun <strong>Marmaris</strong>‘e doğru olan<br />
baĢ güvertesinden ateĢlenenleri bazı evlerin camlarının<br />
kırılmasına neden oldu. Ben o gün daha 13 yaĢımda<br />
mahalle arkadaĢlarımla kulaklarımızı tıkayarak kıyıdan top<br />
atıĢlarını sayarak izliyordum. Yavuz‘un güvertesindeki<br />
ateĢlenen toplar bir sancak ve bir iskele tarafından<br />
ateĢlendiğinde önce namlu ağız alevi ve dumanını<br />
görüyor, bir iki saniye sonra da sesini, yankısını dağlarda<br />
duyuyorduk. Bahar mevsimi nedeniyle havada çiçek<br />
tozları uçuĢuyor, karayelden esen hafif bir rüzgârın<br />
serinlettiği havaya çam, defne, piren ve hatta günlük<br />
kokuları karıĢıyordu. <strong>Marmaris</strong> o gün büyük bir Ģenlik<br />
havası içerisindeydi. Yavuz halkın ziyaretine açılmıĢ, biz<br />
de kardeĢlerimle gemiyi ziyarete gitmiĢtik. Donanmadaki<br />
denizcilere Ģehir izni verilmiĢ ve bahriyeliler çarĢıyı,<br />
92
yolları, kıyıları doldurmuĢtu. Bazı denizciler gemideki<br />
birikmiĢ kirli çamaĢırlarını da bir torbaya koyup derelere<br />
doğru gidip yıkamayı tercih etmiĢlerdi. O zaman yüzmek,<br />
çamaĢır yıkamak için en uygun yerlerden birisi merkeze<br />
uzak da olsa üzerinde üç su değirmeni bulunan ‗Değirmen<br />
Çayı‘ idi. Bu çay, <strong>Marmaris</strong>‘in en yüksek zirvesi olan<br />
Balan Dağı (990 m.) eteklerinden vadilere, oradan da<br />
küçük Ģelaleler, çağlayanlar halinde bir gölete düĢen<br />
temiz, berrak sulardan oluĢuyordu. GeçmiĢte <strong>Marmaris</strong><br />
Ģehir içme suyu buradan getirilmiĢti. Doğanın kendi<br />
kendine yarattığı bu gölet ve çevresi doğal park, piknik ve<br />
yürüyüĢ alanı, hatta yüzmeye gidilen cennet gibi bir yer<br />
durumundaydı. 1980‘li yılların sonunda <strong>Marmaris</strong> tanıtımı<br />
için Türkçe- Ġngilizce olarak hazırladığım broĢürde ‗Yavuz<br />
Plajı‘nı <strong>Marmaris</strong>‘te yerli ve yabancı turistler için<br />
gezilecek, görülecek doğal parklardan birisi olarak<br />
belirtmiĢtim. Göletin batısındaki Değirmen Çayı‘nda taĢlar<br />
üzerinde çamaĢır yıkayanlar olur, ―Sabuna hiç gerek yok,<br />
suya sokunca çamaĢırlar pir pak oluyor‖ diyen<br />
hemĢerilerin sesi hala kulaklarımdadır.<br />
ĠĢte, tam bu yerde acılı bir olay meydana geliyor.<br />
Yavuz‘dan Ģehir iznine çıkan bir denizci asker kirlenmiĢ<br />
birkaç iç çamaĢırını da yanına alıp buraya geliyor. Önce<br />
çamaĢırlarını yıkayıp kurumaları için makilerin dallarına<br />
asıyor. Gölette yüzen diğer denizcileri görünce o da<br />
yüzmek için kayadan kendini göletin ortasına bırakıyor.<br />
Yüzme bilmediği için boğuluyor. Bunu gören diğer<br />
denizciler Ģaka yapıyor sanıp, ilgilenmiyorlar. Maalesef bu<br />
denizci orada boğulup ölüyor. Bu haber kısa zamanda<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e ve tüm gemilerdeki denizcilere duyuruluyor.<br />
Ölen denizci törenle memleketine uğurlanıyor.<br />
Donanmadan Ģehir izne çıkma hemen yasaklanıyor.<br />
<strong>Marmaris</strong>liler birden mateme bürünüyorlar. Birkaç gün<br />
sonra da Yavuz ve donanma duygulu sirenler çalarak<br />
sabahın erken saatlerinde limandan ayrılıp gidiyor. Bu<br />
dramatik olaydan sonra, <strong>Marmaris</strong>liler bu gölete ‗Yavuz<br />
Plajı‘ adını veriyorlar.<br />
93
1980‘li yıllarda yapılaĢma, göç alma ve artan su<br />
talebi karĢısında göletin suyu Ģehir içme suyu kuyularına<br />
bağlandı. ‗Yavuz Plajı‘nın su seviyesi düĢtü ve bu güzel<br />
alternatif doğal gezi alanı, bu günkü ‗Turgut ġelale‘si gibi<br />
yaĢaması, yaĢatılması gerekirken ardında sadece adını<br />
bırakıp gözden kaybolup gitti. Tıpkı Yavuz‘un jilet olup<br />
gitmesi ve sadece adının yadigar kalması gibi…<br />
Diğer olay ise <strong>Marmaris</strong>‘e korku, heyecan<br />
yaĢatmıĢtır. Hani bir zamanlar ‗Jaws‘ filmleri izlerdik ya<br />
olay tıpkı onu çağrıĢtırıyor.<br />
Yavuz zırhlısı yine 1951 yılında planlı bir deniz<br />
tatbikatından dönüĢte diğer savaĢ gemileriyle beraber<br />
<strong>Marmaris</strong> limanını ziyarete gelir. Güzel bir yaz akĢamı,<br />
Ģimdiki Ziraat Bankası önlerinde, kordondaki sıralarda<br />
çoğunluğu yaĢlılar, az da olsa bazı yerli yabancı turistler<br />
oturmakta, Gölenye (1) ve Karapınar (2) yönlerinden<br />
esen karayel ve Börülce Rüzgarı (3) ile serinlemektedirler.<br />
Bir yanda belediye tellalı Topal Galip Amca‘nın elindeki<br />
megafonla açık hava sinemasındaki filmi anons ediyor,<br />
diğer tarafta ġekerci Kadir‘in saplarını mısır inciri<br />
kabuğuna veya taze domateslere tutturduğu elmalı ve<br />
horozlu Ģekerleri, ‗‖Haydi horozlu Ģeker, haydi elmalı<br />
Ģeker, tanesi yüz para‖ diye satmaya çalıĢıyordu.<br />
Çocuklar kanepelerde oturan annelerinden kendilerine<br />
hemen horozlu Ģeker aldırıyorlardı. Hafsa teyze (Hapse<br />
diye söylenir) futasını baĢından omzuna atıp baĢını<br />
açarak günün sıcaklığından kendince Ģöyle bir ―oh‖<br />
demek için ―Acık yanaĢın bakan‖ deyip kanepede<br />
oturmakta olan diğer kadınların yanına oturur.<br />
Kadınlardan biri ―Nasılsın Hapse abla‖ der demez ―Nasıl<br />
olan ben, ni bu milletin deliliği, Ģımarıklığı, baĢımıza daĢ<br />
(4) yağacak. Kadınlar utanmayı galdırmıĢ, deliye bakara‖<br />
vb. sözlerin hemen ardından sanki Hapse Abla‘nın sesini<br />
kesmek istercesine denizden su yüzüne çıkan bir canavar<br />
kıyıya hızla yaklaĢıp kuyruğuyla büyük bir su kitlesini<br />
kanepelerde oturanların üzerine serpiĢtirir. Hapse Abla ve<br />
yanındakiler ne olduğunu anlamadan ve ĢaĢkınlık içinde<br />
94
sırılsıklam olurlar. Keza kıyıda oturan çocuklu bir aileye<br />
horozlu Ģeker satmakta olan ‗ġekerci Kadir de su<br />
serpintisinden nasibini alır, elindeki Ģeker tepsisini yere<br />
düĢürür. Kanepelerde oturmakta veya kıyıda dolaĢmakta<br />
olanlar ne olduğunu bilemeden ĢaĢkınlık içinde kalırlar.<br />
Olayı görmeyenlerden bazıları gördüğünü söyleyenlere<br />
―Hadi canım sende, birisi denize atlamıĢ, Ģaka yapmıĢtır‖‘<br />
diyerek inanmazlar. Aradan bir saat geçer geçmez sanki<br />
inanmayanlara söyleneni kanıtlamak ister gibi bu defa<br />
daha kuvvetli bir kuyruk çarpması ile deniz suyunu oturan<br />
veya ayakta olanların üzerine serpip kafa ve bedeninin bir<br />
kısmını göstererek kıyıdan uzaklaĢıp giden yine ayni<br />
canavardır. Gördüklerinin devasa büyüklükteki bir köpek<br />
balığı olduğu böylece kanıtlanmıĢtır.<br />
Olay hemen kaymakamlığa, ardından polis ve<br />
jandarmaya, limanda demirli olan filonun sancak gemisi<br />
Yavuz‘a duyurulur. Denize çıkıĢ yasaklanır, limandaki<br />
savaĢ gemileri ve karadaki güvenlik ekibi alarm<br />
durumuna geçer.<br />
95
Yavuz, bahriye askerleri ve mataforaya asılı köpek<br />
balığı –1951<br />
Limanda bahriye askerleri bir hücum bot içinde<br />
makineli tüfekli keskin niĢancılarla gündüz ve gece<br />
devriye gezmeye baĢlar. Ertesi sabah canavar köpek<br />
balığı Ordugâh (6) Mevkiinde kıyıya yakın bir yerde<br />
kuyruğu ve yelesini suyun üzerine çıkarıp yüzerken<br />
görülür. Keskin niĢancılar derhal üzerine makineli tüfekle<br />
ateĢ ederler. Askerler balığın vurulduğunu suyun üstünde<br />
arda kalan kan izlerinden anlayıp takip ederler. Fakat<br />
canavar yine kaybolur. Bir gün sonra sabah erken<br />
saatlerde kıyıya vurmuĢ vaziyette uzun yalı mevkiinde<br />
96
görülür. Yavuz‘dan gelen büyük bir bot ve içindeki<br />
askerler 5 metre boyunda ve takriben 2 ton ağırlığındaki<br />
cam göz türü köpek balığını kuyruğundan bağlayıp<br />
Yavuz‘a sürükleyerek götürürler. Canavar, Yavuz‘un<br />
iskele üstündeki büyük bir vincin mataforasına resimde<br />
görüldüğü gibi asılır.<br />
Olayı öğrenince biz de ağabeyimle sandalımıza<br />
atladığımız gibi kürek çekerek soluğu Yavuz‘un yanında<br />
aldık. Askerler botlarla Yavuz‘un etrafında emniyet<br />
kordonu oluĢturmuĢlardı. Gelenleri belirli mesafede<br />
tutuyorlardı. Ulusal ve yerli basın muhabirleri oradaydı.<br />
DönüĢümüzde canavarı gördüğümüzü ailemize, herkese<br />
anlattık. Yavuz zırhlısı ve Köpek Balığı o günlerde<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e bir hareket getirdi. Çevreden, uzak yerlerden<br />
Yavuz‘u ve canavarı görmek için gelenler oldu. Basın<br />
aracılığıyla <strong>Marmaris</strong> bir turizm hareketliliği yaĢadı.<br />
Ancak, bir müddet hepimizin denize girmeye çekindiğimizi<br />
itiraf etmeliyim. Olaya dair yapılan açıklamalarda, ―Bu tür<br />
büyük balıkların gemilerin dümen suyunu izlediklerini, dar<br />
boğazlardan gemilerle limanlara girdikten sonra daha<br />
derin sulara açılmak için çıkıĢ boğazını ararken sıkıntı<br />
yaĢadıklarını, böyle durumlarda da çılgınlıklar<br />
yapabilecekleri‖ ifade edilmiĢti. O zaman fotoğrafçı Azmi<br />
amcanın çektiği fotoğrafı bir hemĢerimden alıp<br />
büyülttürerek evimizin duvarına asmıĢtık.<br />
1998 yılında <strong>Marmaris</strong> Aksaz Deniz Üs<br />
Komutanlığını bir ziyaretimde o zaman Tuğamiral olan<br />
Orhan Aydın PaĢamıza çerçeveli Yavuz ve Köpekbalığı<br />
fotoğrafını makamında hediye etmiĢtim. Çok mutlu<br />
olmuĢtu. Ama ne yazık ki, <strong>Marmaris</strong>‘ten Tümamiral olarak<br />
terfi edip tayinle ayrılan bu değerli insanı 1999 Marmara<br />
depreminde kaybettik. Bu vesile ile aziz ruhunu saygı ile<br />
selamlıyor, rahmetle anıyorum.<br />
Yavuz ve Köpekbalığı olayının ardından geçen<br />
birkaç yılda <strong>Marmaris</strong>liler yüzerken kıyılardan fazla<br />
açılmadılar. Hatta yaramazlık yapan küçük çocuklarına<br />
97
―Ağlamaya veya yaramazlık yapmaya devam edersen<br />
seni köpek balığına yem olarak atarım‖ diyen anneler<br />
olmuĢtu. Ama Ģimdiki zamanelere bu söylense, ―Haydi at<br />
da görelim‖ derler o da ayrı mesele. Bu bile zamanın<br />
değiĢtiğini, köprülerin altından o günlerden buyana çok su<br />
akıp geçtiğini bize anımsatan ilginç bir örnek olsa<br />
gerektir...<br />
Yerel isim ve açıklamalar :<br />
(1) Gölenye (Ġçmeler Beldesinin eski adı)<br />
(2) Karamınar: (Karapınar) Halk Plajı, <strong>Marmaris</strong><br />
<strong>Belediyesi</strong> Binası arka tarafı<br />
(3) Börülce rüzgarı (Halk Plajı arkasındaki sebze<br />
bahçelerinden esen rüzgar<br />
(4) DaĢ ( TaĢ)<br />
(5) Mısır Ġnciri (Meyvesinin kabuğu dikenli Kaktüs<br />
ağacı)<br />
(6) Ordugah (Kanuni‘nin Rodos Seferinde (1522)<br />
Osmanlı ordunun konaklama yerinden birisi<br />
(Pamucak Mevkii)<br />
98
MARMARĠS BOMBALANIYOR<br />
Yakın tarihimizde biz Türkler için, ‗SavaĢta<br />
kazandıklarını masa baĢında kaybeder‘ diyenler de<br />
olmuĢ. Bunun doğru veya yanlıĢ bir yargı olduğunu bir<br />
yana bırakarak, yaĢadığımız toprağın, yerin, Ģöyle bir<br />
asırlık geçmiĢini araĢtırmaya kalksak doğru dürüst bir<br />
kitap, kayıt, doküman veya kaynak bulmakta<br />
zorlandığımız bir gerçektir. Durum böyle olunca en kolay<br />
baĢvuru noktamız çoğunluğa kıyasla biraz uzunca<br />
yaĢamıĢ hemĢerilerimiz, büyüklerimiz oluyor. Onlarında<br />
değerini bilmede yeterince duyarlı olmadığımızdan<br />
özellikle küçük yerleĢim birimlerinde bazı önemli bilgi, anı,<br />
öykü ve gelenekler kaynak olabilecek değerlerle beraber<br />
ebedi yolculuğa çıkıp toprağa gömülüp gidiyor. ĠĢte, ne<br />
acıdır ki, bizim <strong>Marmaris</strong>‘te de durum aynen böyledir…<br />
1977 yılında emekli olup <strong>Marmaris</strong>‘e döndükten<br />
sonra <strong>Marmaris</strong>‘in dününü daha yakından incelemek,<br />
çevresini tanımak için bir mercek altına almayı<br />
kararlaĢtırdım. Bu anlamda ilk araĢtırmaya yaĢadığım<br />
ailemle baĢladım. Babam, annem ve aile yakınlarım baĢta<br />
olmak üzere diğer yaĢlı akraba ve hemĢeriler kaynak<br />
kiĢilerim oldular. Daha sonra da bu güne kadar yazılmıĢ<br />
yayın ve kayıtları incelemeye çalıĢtım. Bu bilgileri<br />
konularına göre ayrı dosyalarda topladım. 1988-1991<br />
yılları arasında ‗<strong>Marmaris</strong> Turizm Tanıtma ve<br />
GüzelleĢtirme Derneği‘ Yönetim Kurulu BaĢkanlığım<br />
sırasında da dernek kitaplığında mevcut bazı yayınlardan<br />
yararlandım. Bunlardan, Ġstanbul Eğitim Enstitüsü Tarih<br />
Öğretmeni sayın KürĢat Ekrem Uykucu‘nun 1969‘da yazıp<br />
1970 yılında yayınlanan ‗<strong>Marmaris</strong> Tarihi‘ adlı kitabı<br />
bunlardan birisidir. Bu değerli hocamızla yaĢıyorsa iletiĢim<br />
kurmak çabası içinde olmama rağmen, ‗Muğla Tarihi‘,<br />
‗Ġstanbul BeĢiktaĢ‘, ‗Osmanlı Tarihi‘ gibi yazdığı kitaplar<br />
dıĢında hakkında fazla bilgi elde edebilmiĢ değilim.<br />
99
Dileyelim ve ümit edelim ki yaĢıyordur. YaĢıyorsa<br />
kendisine bir <strong>Marmaris</strong>li olarak minnet ve saygı<br />
sunuyorum. Değilse, <strong>Marmaris</strong>‘i tanıtma ve gündemde<br />
tutmada verdiği emek ve gösterdiği gayret için aziz<br />
hatırası önünde saygıyla eğiliyorum.<br />
Yazı baĢlığı olan ‗<strong>Marmaris</strong> Bombalanıyor‘ a<br />
gelmeden önce o sürece nasıl ve neden gelindiği<br />
sorularına kısaca yanıt aramak istiyorum.<br />
Bilindiği üzere, Osmanlı Ġmparatorluğu dini, rengi,<br />
dili, etnik köken ve kültürü ayrı olan insanları adaletli<br />
olarak yüzyıllarca yönetmiĢ, üç kıtada 600 yıl egemenlik<br />
kurmuĢtur. 1364 yılında Orhan Gazi, Gelibolu‘nun fethi ile<br />
Avrupa‘ya ilk adımı atmıĢ, 1378‘de I.Murat Balkanlar‘a<br />
sahip olmuĢ, 1453‘te Fatih Sultan Mehmet Ġstanbul‘u<br />
fethederek çağ kapayıp çağ açmıĢtır. 1514‘te Yavuz<br />
Sultan Selim Çaldıran Seferi‘ne çıkmıĢ,1517‘de Mısır<br />
Seferini tamamlamıĢ, 46 yıllık padiĢahlığı döneminde<br />
Kanuni Sultan Süleyman kendisinden önce ve sonra 36<br />
Osmanlı PadiĢahı arasında <strong>Marmaris</strong>‘e gelip Rodos<br />
kuĢatmasına geçen hükümdar olmuĢtur. 1522‘de Rodos‘u<br />
kuĢatmayı baĢarmıĢtır. Mohaç Seferi ve diğer baĢarıları<br />
devam ettirerek, onun zamanında Akdeniz bir ‗Türk<br />
Gölü‘ne dönüĢmüĢtür. Barbaros, Oruç, Hızır, Turgut, Salih<br />
Reis ve Piyale PaĢa gibi kıymetli denizcilerimiz Umman,<br />
Kızıldeniz, Akdeniz, Atlas ve Hint Okyanuslarında<br />
Osmanlı Türk Sancağını onurla dalgalandırmıĢlardır. 1529<br />
ve 1683 I. ve II. Viyana KuĢatmalarında Osmanlı Orduları<br />
Viyana kapılarına dayanmıĢ, kuĢatmayı aylarca<br />
sürdürebilmiĢtir. 1911 Trablusgarp ve 1912 Balkan<br />
SavaĢları hüsranla sonuçlanınca 1354 yılında Avrupa‘ya<br />
ilk adımı attığımız Gelibolu yarımadasına dönüĢümüz<br />
baĢlamıĢ, koca imparatorluk çökmüĢtür.<br />
20. yüzyılın baĢında Avrupa‘da da durum karıĢıktır.<br />
28 Haziran 1914‘de Avusturya-Macaristan Veliahtının bir<br />
Sırplı tarafından öldürülmesi ile I.Cihan SavaĢı çıkmıĢ,<br />
Ġngiltere, Fransa ve Rusya birleĢip Ġtilaf Devletleri,<br />
100
unların karĢısında da Ġttifak Devletleri olarak önce<br />
Almanya, Avusturya, Macaristan ve sonra da Osmanlı<br />
Devleti vardır. Bu dönemde Trablusgarp, Balkanlar,<br />
Galiçya, Irak, Filistin, Yemen, Suriye, Kafkaslar olarak 8<br />
cephede savaĢmakta olan Osmanlı Ordusu 9. cephe<br />
olarak Çanakkale‘de de savaĢmak durumunda kalmıĢtır.<br />
Birinci Cihan SavaĢının yarattığı ateĢ çemberi içine kıyı<br />
Ege‘deki yerleĢim birimleri de girmiĢtir. <strong>Marmaris</strong> Bodrum<br />
gibi kıyı yerleĢim birimleri 1912, 1914 ve 1916 yıllarında<br />
bombalanmıĢtır.<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in bombalanmasına dair resmi<br />
yayınlardan bir tanesi Genel Kurmay BĢk.lığı Harp Tarihi<br />
Encümeni sayı 50605 ve 26 Ağustos 1940 Ankara tarihli<br />
dokümandır. Buna göre <strong>Marmaris</strong> iki defa<br />
bombalanmıĢtır. Ġlki miladi 5 Mayıs 1912, Rumi 1328<br />
tarihinde,,ikincisi ise miladi 29 Temmuz 1916, Rumi<br />
1332‘de olmuĢtur. KürĢat Ekrem Uykucu‘nun ‗<strong>Marmaris</strong><br />
Tarihi‘ (1) adlı kitabında ise bu tarih 1914 yılının Temmuz<br />
ve Ağustos ayları olarak verilmiĢtir. <strong>Marmaris</strong>‘in<br />
bombalanması olayında hedef kale, tepe mahallesi ve<br />
askeri birliklerin olduğu düĢünülen bazı önemli noktalar<br />
olmuĢtur. Bu yıllarda <strong>Marmaris</strong> merkez nüfusu takriben<br />
bin kiĢi civarındadır. Kanuni döneminde, ‗Marmarus‘ adlı<br />
köy olarak 50 kiĢilik nüfusu olduğu bilinen <strong>Marmaris</strong> 1867<br />
yılında ‗Kaza‘ ve kaymakamlık oluĢuna kadar değiĢik<br />
nüfus hareketleri yaĢamıĢtır. Bu konuda, ‗<strong>Marmaris</strong> Tarihi‘<br />
araĢtırması yapan hemĢerimiz sayın O.Levent Seral‘ın<br />
notlarına da göz attım. Konumuz kalenin bombalanması<br />
olduğu için burada daha fazla ayrıntıya girmeye gerek<br />
görmedim. Sadece kalenin bombalanma nedenini<br />
rahmetli babamdan yaĢamında kendi ağzından<br />
duymuĢtum. Babam bana Ģunları anlatmıĢtı:<br />
―Ben henüz beĢ yaĢındayken babam ölünce 4<br />
kardeĢ yetim kaldık. Kalenin bombalanması olayında da<br />
on yaĢında çocuktum. Evlerimizde elektrik, su yoktu. Evin<br />
altındaki kuyu suyunu kullanıyorduk. <strong>Marmaris</strong> geceleri ay<br />
olmadığı günlerde zifiri karanlıktı. Sadece bekçi düdüğü<br />
101
duyulurdu. Herkes erkenden evine kapanırdı. Limana<br />
geceleri gavur gemileri keĢif için girer çıkardı.<br />
Kaymakamlığın ilanlarını tellaldan duyardık. Herkesin<br />
kapısı penceresi kilitli ve arkasında dayka (kalın odundan<br />
destek) vardı. Harp hali olduğu için yiyecek, yakacak<br />
sıkıntısı vardı. Anam düven (evlerdeki dokuma tezgahı)<br />
dokur, para kazanır, bize bakardı. Ağabeyim Mustafa<br />
benden 5 yaĢ büyüktü. Kabadayı, gösteriĢli çocuk olduğu<br />
için onu askere aldılar. O yıllar Balkan SavaĢı vardı.<br />
Trakya‘da Çatalca‘da Ģehit oldu haberi geldi. Bizim ne<br />
olacağımız belli değildi. Bir gün açık denizde ‗Yalancı<br />
Boğaz‘ açıklarında gavur gemileri görünmüĢ. Bunları<br />
kaledeki muhafız birlik komutanı dürbünle görmüĢ. O<br />
zaman <strong>Marmaris</strong>‘in güvenliği için hem limana giriĢte ve<br />
hem de Yalancı Boğaz‘da kıyı koruma, gözetleme için<br />
karakol askerleri vardı. Bunlar kaledeki komutanla<br />
iĢaretleĢirlermiĢ. DüĢman gemisi kıyıya veya <strong>Marmaris</strong><br />
Boğazına rota tuttuğu zaman karĢılıklı olarak uzunca bir<br />
odundan yapılmıĢ sırığa içi saman dolu çuvalı iple yukarı<br />
çekerek karĢılıklı iletiĢim sağlarlarmıĢ. Gece oldu mu da<br />
tehlike ateĢ yakarak bildirilirmiĢ. Eskiden, kıyıdaki<br />
evimizden Yalancı Boğaz‘a yaklaĢan bir geminin bacası<br />
veya köprü üstünü, bacasından çıkan dumanı çıplak gözle<br />
görebilirdik. Örneğin, iki haftada bir Ġstanbul-Ġzmir-<br />
<strong>Marmaris</strong>-Fethiye- Antalya-Ġskenderun arası iĢleyen<br />
zamanın Dumlupınar, Konya, Nejat, Etrüsk, Ankara adlı<br />
yolcu ve yük gemileri bu sulara geldiği veya <strong>Marmaris</strong><br />
Boğazından Körfeze giriĢte yolcusu olanlarla ticari mal<br />
bekleyenler hazırlığa baĢlar, çocuklar ise geminin geliĢini<br />
―Ağla vapur, Ağla vapur‘ diye bağırıp, çağırarak<br />
bekleyenleri geliĢten haberdar ederlerdi. (ġimdi Yalancı<br />
Boğaza Marina, çekek yerleri ve dolgular yapılınca bu<br />
görüĢ kayboldu) ĠĢte ne olduysa bir sabah erken saatlerde<br />
oldu. Kale komutanı Yalancı‘ Boğaz‘daki karakoldan<br />
çuvalın direğin tepesine çekildiğini görünce oradaki keĢif<br />
ve gözetleme unsurlarına kıyıya yaklaĢan yabancı askeri<br />
gemiye ikaz için ateĢ açma emrini yine karĢı iĢaret verir.<br />
Fransız gemisine doğru karakoldan ve kaleden ikaz atıĢı<br />
102
yapılır. Bizimkilerin açtığı ateĢ sadece yabancı gemiye<br />
kıyılarımıza yaklaĢmama iĢareti olmaktan öte bir iĢe<br />
yaramamıĢtır, atılan kurĢunların gemiye ulaĢması bile<br />
olası değildir. Fransız‘ın savaĢ gemisi ve komutanı<br />
mutlaka bu uyarı ateĢini ciddiye almıĢ olacak ki, ― Bize<br />
ateĢ öyle açılmaz, böyle açılır‘ dercesine salvo atıĢlara<br />
baĢlar. Kaledeki komutan ve yardımcılarıyla Yalancı<br />
Boğazdaki karakol askerlerinin birkaçı bu atıĢlar sonrası<br />
etkisiz duruma getirilir. <strong>Marmaris</strong> Kalesinin kuzey<br />
yakasına düĢen bombalardan ikisi buradaki Hafsa Sultan<br />
Kervansarayı‘nın duvarına isabet eder. Burada Buradaki<br />
kemerin içine korunmak için saklanmıĢ yaĢlı kadın, erkek<br />
ve çocuklardan bazıları duvara isabet eden bombaların<br />
Ģarapnel parçalarından etkilenerek ölürler, yaralanırlar.<br />
Bunların içinde ölen dedem ve halam ve bazı yakınlarımız<br />
vardı. Bizi annem önceden Tersane Bölgesine<br />
götürdüğünden bombalamadan etkilenmedik‖ dedi.<br />
Babamdan sağladığım bu bilgi bana göre<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in bombalanma nedeninin birinci nedeni sadece<br />
karakol askerlerinin Fransız savaĢ gemisine piyade<br />
tüfekleriyle açtığı ateĢ değil. Burada değineceğim ikinci<br />
nedeni daha önemli buluyorum. O da Ģu olmalıdır. Yine o<br />
günlerde <strong>Marmaris</strong> Limanına Ġngiliz ve Fransız savaĢ<br />
gemilerinin takibinden kaçan bir Alman denizaltısı<br />
girmiĢtir. HemĢerimiz Sayın Fatma Çimen‘in ‗Denizde<br />
Efelik Olmaz‘ (2) adlı kitabında adı geçen ve bizim<br />
mahalle komĢumuz, babamla çocukluk arkadaĢı olan<br />
‗Mıstan Sokağı‘ sakinlerinden merhum Ġsmail Kutay‘ın<br />
(Lakabı, Bacaksızın Ġsmail) ifadesine göre, zamanın<br />
<strong>Marmaris</strong> Kaymakamı bu denizaltıyı bir heyetle ziyarete<br />
bile gitmiĢtir. Ġtilaf Devletleri Akdeniz Donanma<br />
Komutanlığı Alman Denizatlısının kendilerine teslimini<br />
istemiĢ, bu istek zamanında yerine getirilmeyince geminin<br />
limandan kaçmasını önlemek için <strong>Marmaris</strong> Boğazını<br />
mayınlamıĢlardır. Bunun üzerine <strong>Marmaris</strong>‘te bulunan<br />
askeri birlik komutanı ve diğer mülki erkan sağladıkları<br />
uzman personelle bu mayınları söktürüp boğazı açmıĢlar,<br />
103
Alman denizatlısını <strong>Marmaris</strong> Limanında mahzur<br />
kalmaktan kurtarmıĢlardır. Sökülen mayınlar ise o günün<br />
zor koĢullarında <strong>Marmaris</strong>‘ten Ġstanbul‘a, oradan da<br />
Çanakkale‘ye gönderilerek bu defa Çanakkale Boğazına<br />
döĢenmiĢtir, 18 Mart 1915 günü sabahı çok hayati bir<br />
görevde kullanılmıĢtır. Durumun böyle geliĢtiğini öğrenen<br />
Ġtilaf Donanması <strong>Marmaris</strong>‘i ve <strong>Marmaris</strong>lileri<br />
cezalandırmak için kaleyi ve Ģehri onra topa tutmuĢ,<br />
kalenin ve <strong>Marmaris</strong>‘in savunmasında görev almıĢ<br />
zabitlerden Leyneli YüzbaĢı Cavit Bey ile Topçu subayı<br />
Ömer Efendi, diğer asker ve masum insanları Ģehit<br />
etmiĢlerdir. .<br />
<strong>Marmaris</strong> Emekli Astsubaylar Derneği (TEMAD)<br />
Yönetim Kurulu BaĢkanlığım sırasında <strong>Marmaris</strong><br />
<strong>Belediyesi</strong>nden de izin alarak bombalamada Ģehit olanlar<br />
ve yaralananlar anısına Kalenin Kemeraltı‘ mevkiindeki iki<br />
dar sokağa anı plaketi asılmıĢ, üzerine Ģehitlerimiz olan<br />
‗Leyneli YüzbaĢı Cavit‘ ile ‗Topçu zabiti Ömer Efendi‘nin<br />
adları yazılmıĢtır. O günlerin Leyne‘si bu günün Yatağan<br />
ilçesine bağlı Turgut beldesidir. Bir dernek gezimizde bu<br />
aziz Ģehidimizin memleketini ve varsa yakınlarıyla<br />
tanıĢmak için Turgut beldesine uğradık. O günkü<br />
Belediye BaĢkanı sayın Muammer Bahçeli‘den önceden<br />
randevu alarak buluĢtuk. Sayın Bahçeli gurubumuzu<br />
karĢıladı ve bize beldesini tanıttı. YüzbaĢı Cavit Bey‘in<br />
ailesinin Ġzmir‘e taĢındığını, naĢının da Ġzmir‘e taĢınıp,<br />
orada defnedildiğini söyledi. <strong>Marmaris</strong>‘in savunmasında<br />
Ģehit düĢmüĢ diğer askerlerin nerede gömülü olduklarını<br />
maalesef halen bilemiyoruz.<br />
104
Bombalamada ölenlerin, yaralananların bulunduğu Kemeraltı<br />
Mevkii<br />
105
Sonuç olarak, <strong>Marmaris</strong>‘in bombalanması<br />
konusunda Ģu değerlendirmeyi yapabiliriz. <strong>Marmaris</strong><br />
1912, 1914 ve 1916 yıllarında bombalanmıĢtır. Kalenin<br />
altındaki kemer altına kendilerini korumak için sığınan<br />
yaĢlı, kadın ve çocuklardan oluĢan 15-20 kiĢilik bir<br />
topluluktan bazıları Ģehit olmuĢ, bazıları da<br />
yaralanmıĢlardır. Bunlardan, uzun yıllar yaĢayan ama<br />
Ģimdi hayatta olmayan hemĢerilerle yaptığımız<br />
sohbetlerde en çok can kaybı ve hasarın 1916 yılındaki<br />
bombalamada olduğu anlaĢılmıĢtır. Bu durumda 1912 ve<br />
1914 bombalamalarında ölen veya yaralananların olup<br />
olmadığına dair bir bilgi yoktur. Bombalamada ölen, Ģehit<br />
olan ve yaralanan hemĢerilerimizin birçoğunun isim veya<br />
lakaplarını öğrenerek buraya aldık. O tarihte <strong>Marmaris</strong><br />
gibi küçük bir yerleĢim biriminde bu tür detaylar kayda<br />
alınmadığı için maalesef tam bilinemiyor. Bu konuda aile<br />
büyüklerimiz, komĢu ve hemĢerilerimiz kaynak kiĢiler<br />
olmuĢtur.<br />
1916<br />
Kalenin bombalanmasında top mermisinin düĢtüğü yer-<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in bombalanmasında ölen ve yaralanan<br />
<strong>Marmaris</strong>lilerinden bilinenlerin ad ve lakapları Ģöyledir:<br />
106
Hüseyin Güven<br />
Topal Hüseyin<br />
Hacı Selim<br />
Hacı Selim‘in Hamdi‘nin kızı Makbule (lakabı,<br />
Topal Makbule)<br />
Vesile hanım (Hamdi‘nin karısı, Makbule<br />
Gökova‘nın annesi<br />
ġevki<br />
Tüfekçilerden bir kadın ve çocuğu<br />
Maya karısı ġerife ve çocuğu<br />
Gülsüm Karaduman<br />
Yazar E.Uysal ve Makbule Gökova, 2005<br />
Takriben 95 yıl, neredeyse bir asır önce yaĢanan bu<br />
dramatik olayda Ģehit olanları tespite çalıĢtım. Yaralı ve<br />
gazilerden hayatta kimse kalmadı. Ben de bu gerçeği<br />
görerek halen ve geleceğin genç kuĢaklarına,<br />
<strong>Marmaris</strong>lilere küçük bir hizmette bulunmak, yaĢadığımız<br />
her günün çabucak düne dönüĢtüğü gerçeğinin bilincinde<br />
olarak elimi çabuk tutup olayları bizzat görüp yaĢayan<br />
<strong>Marmaris</strong>li büyüklerimizle konuĢtum. ĠĢte bunlardan birisi<br />
babaannemin üvey kardeĢi Makbule Gökova‘ydı.. 1916<br />
Fransız bombardımanında korunmak için saklandığı<br />
Kemer altında annesini, babasını kaybetmiĢ. Ayağına<br />
isabet eden Ģarapnel parçası onu henüz genç kızlığında<br />
107
özürlü kılmıĢ. Lakabı ‗Topal Makbule‘ olmuĢ. Kendisiyle<br />
hayattayken 2005 yılında bir sohbet ettim. Bombalama<br />
olayını kendi ağzından dinledim. Sevgili teyzemiz Gökova<br />
97 yaĢında, yani kendisini, ziyaretimden iki yıl sonra 2007<br />
yılında hayata gözlerini yumdu. Tıpkı yaĢamında<br />
söyleĢide bulunduğum Çanakkale Gazimiz Gölenyeli<br />
(Ġçmeler) Ekrem Kaz ve diğer değerli gazilerimiz gibi...<br />
.Birçok olay ve anıya, bilgilere böyle bir kitapta yer<br />
vermeyi hemĢerilik görevi saydım. Kitabın, <strong>Marmaris</strong><br />
yaĢayanına yarar sağlayacağına olan inancımla,<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in bombalanma ve savunmasında Ģehit ve gazi<br />
olan asker, hemĢeri ve vatandaĢlarımızı minnetle anıyor,<br />
aziz ruhları önünde saygıyla eğiliyorum.<br />
Yazar Erol Uysal 1924 doğumlu Kemal Karaduman’’ı<br />
ziyaretinde<br />
(1) <strong>Marmaris</strong> Tarihi – Ekrem Uykucu -1970<br />
(2) Denizde Efelik Olmaz- Fatma GebeĢ<br />
Çimen–2007<br />
108
MARMARĠS’ĠN ‘<strong>MISTAN</strong> <strong>SOKAĞI</strong>’<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in ‗Mıstan Sokağı‘ yazdığım kitabın adı<br />
oldu. Tepe Mahallesinin ve <strong>Marmaris</strong> Kalesinin güney<br />
doğusu, limanın kuzey batısında, ‗DevedaĢı‘ ile ‗Çulluk‘ ve<br />
‗Kısayalı‘ mevkii arasında kalan, doğudan batıya takriben<br />
iki yüz metre uzunluğundaki bu dar sokaktaki mütevazı bir<br />
evde doğmuĢum. çocukluğumu, ilk öğretim yıllarımı bu<br />
sokaktaki taĢ yapılı denize sıfır konumdaki yerde<br />
yaĢadım. Eğitim alıp meslek sahibi olmak için 16 yaĢımda<br />
ayrıldığım ailem ve <strong>Marmaris</strong>‘e özellikle yaz mevsiminde<br />
izinli olarak en fazla 15-20 gün için gelip tatil yapabildim.<br />
Emekli olarak temelli döndüğümde aradan tam 26 yıl<br />
geçmiĢti. Bu vuslatın gerçekleĢmesini dostlarıma ‗Tilkinin<br />
dönüp dolaĢacağı yer kürkçü dükkanıdır‘ atasözüyle<br />
açıklamaya çalıĢtığımı daha dün söylemiĢ gibiyim.<br />
Burada, bana özel bir durumu üzerine basarak<br />
vurgulamak istiyorum. Bugün, 2011 yılının henüz<br />
baĢlangıcında yazmayı bitirmek üzere olduğum bu kitabın<br />
son rötuĢlarını 1937 yılının 17 Eylül gününde doğduğum<br />
ve kitaba adını verdiğim ‗Mıstan Sokağı‘ndaki evde<br />
yapıyorum.<br />
Daha düne kadar <strong>Marmaris</strong>‘te yaĢayan bizden daha<br />
yaĢlı hısım, akraba ve komĢulara dede, nine, amca, hala,<br />
dayı, teyze, ağabey ve abla derken, onların birer ikiĢer<br />
maddi dünyadan çekilmelerinden sonra benzer lakap ve<br />
adlarla çağrılma, hitap ve bilinme sırası Ģimdi de bana<br />
geldi. Zaman su gibi akıp geçiyor. Mıstan Sokağı<br />
sakinlerinin çoğu maddi dünyadan manevi yaĢama uçup<br />
gittiler. Geride anılarını ve taĢ evlerini bıraktılar. Bazen,<br />
Mıstan Sokağının dingin bir gününde ortasında durup<br />
109
―‗Ey Deniz kıyılılar! Neredesiniz babalar, anneler, dostlar,<br />
akrabalar, komĢular. Nereye gittiniz‖ diye haykırmak<br />
geliyor içimden. Sonra kendi isyanıma iç güdüm yanıt<br />
veriyor. Ama bu yanıt sanki onlardan geliyor. . ,‖Devir<br />
teslim dünyası evlat, bir gün sizde bizim gibi olacaksınız‖<br />
der gibiler. ―Doğru‖ deyip ayaklarımın yere bastığını fark<br />
ediyorum...<br />
.‗Mıstan Sokağı‘nı eski <strong>Marmaris</strong>‘in diğer<br />
mahallelerinde yaĢayanlar fazla bilemezler. Burada sanki<br />
ayrı bir dünya vardı ve değiĢik insanlar yaĢardı. Bunları bir<br />
uçtan diğer uca isim ve lakaplarıyla kısaca anımsarken<br />
içlerinden bazıları sanki ‗biz de varız, unutma beni, bizi ‘<br />
der gibiler. Olabilir, bazılarını atlayabilirim. Dile kolay,<br />
aradan neredeyse yarım yüzyıl geçti ve Ģimdi artık<br />
sokakta bu yazıda adlarını, lakaplarını verdiğim komĢu ve<br />
sokak sakinlerinden çok azı hayattalar.<br />
Doğudan batıya Mıstan Sokağı (2009)<br />
Bilindiği üzere, 1934 yılına kadar soyadı<br />
kullanılmadığı için aile ve kiĢiler lakaplarıyla tanınırdı. Her<br />
110
ailenin bir lakabı vardı. Anılan sokağa da bu geleneğe<br />
uyan bir ad verilmiĢti. Bunun özünde ailemiz büyükleri<br />
vardır. ġöyle ki; Babamın babası Ġbrahim dedemin babası<br />
yani büyük dedemin adı Mustafa‘dan kısaltma olarak<br />
‗Mıstan‘ olmuĢ. Mıstan dedemler dört kardeĢmiĢler.<br />
Bunlar, Ġbrahim, (Hacı Ġbram) Mustafa, Hasan ve Hüseyin.<br />
Bu kardeĢ çocukları evlendiklerinde de birbirlerine yakın<br />
evlerde oturmuĢlar. Aile ve akrabaların genel adı<br />
‗Mıstanlar‘, yaĢadıkları sokağa da ‗Mıstan Sokağı‘<br />
denilmiĢ. Ġbrahim dedemin çocuklarından birisi olan<br />
Mustafa fiziği güçlü ve iri olduğu için daha on altı<br />
yaĢındayken 1911-12 Balkan SavaĢında askere alınmıĢ,<br />
Trakya‘da Ģehit olmuĢ, bir daha eve dönmemiĢ. Ġbrahim<br />
dedemin eĢi ġerife ninem Mustafa‘nın acısını vefat ettiği<br />
1952 yılına kadar hiç unutmadı. Çocukluğumuzda bize<br />
hep gözyaĢları dökerek oğlunu, hiç görmediğimiz<br />
amcamızı ve onunla yaĢadığı anıları anlatmıĢ, Ģunları<br />
söylemiĢti:<br />
―Yavrum, aslanım, oğlum Mustafa daha çok gençti.<br />
Bir gün Mıstan Sokağına <strong>Marmaris</strong> Askerlik ġubesinden<br />
bir zabitle, yanında bir tellal elinde megafonla çıka geldi.<br />
Yanlarında bir de davulcu vardı. Önce davul gümbürdedi.<br />
Ardından tellal anonsa baĢladı. ―Duyduk duymadık<br />
demeyin, 1895 doğumlu gençler de savaĢ nedeniyle<br />
askere alınacaktır. 24 saat içerisinde Askerlik ġubesine<br />
teslim olacaklardır. Zamanında gelmeyenler asker kaçağı<br />
sayılacaklar ― denilince yüreğime bir sızı düĢtü. Fidan gibi<br />
Mustafa‘mın yaĢı henüz 16‘ idi. O daha 10 yaĢındayken<br />
dedeniz öldü. Mustafa, ağabeyi Mehmet ve babanız<br />
Hüseyin yetim kalmıĢtı. Mustafa o gün bu ilanı duyunca<br />
çok sevindi. Boynuma sarılarak ‗Anacığım, oğluna<br />
güveniyorlar, öyle olmasa bu yaĢta beni askere mi<br />
alırlardı‘ demiĢti. Ertesi günü askerlik Ģubesine gidip<br />
kaydını yaptırdı. Aynı günün gecesinde yıkandı,<br />
çamaĢırlarını tahta bavuluna yerleĢtirdim. Gece yanımda<br />
boynuma sarılarak yattı. Sabah güzel bir kahvaltı<br />
yaptıktan sonra elimi öptü. Bavulunu alıp Mıstan Sokağı<br />
111
yokuĢundan çıkıp kaybolup gitti. Ardından su döktüm,<br />
dualar ettim. Yavrumun gidiĢi o gidiĢ. Bir daha<br />
kendisinden haber alamadık. ġubeden 6-7 ay sonra Ģehit<br />
olduğu haberini aldık. Oğlumun acısına dayanamadım.<br />
Ondan sonra hep hasta oldum. Ana yüreği yavrularım,<br />
ateĢ düĢtüğü yeri yakıyor, dayanılması çok zor. Allah<br />
kimsenin baĢına evlat acısı vermesin. Sizler sağ olun.<br />
Ben siz torunlarım olmasa hiç yaĢayamazdım‖ .<br />
ġerife Ninem, evdeki tezgahında ilk el dokumacılığı<br />
yapan kadınmıĢ. Ninem, kocası Ġbrahim dedem kayın<br />
pederiyle Kâbe‘ye gidip Hacı olduktan sonra daha babam<br />
beĢ yaĢındayken 1908 yılında ölmüĢ. Ninem, yetim kalan<br />
çocuklarını büyütüp yetiĢtirmek için evde dokumacılığı<br />
öğrenmiĢ. <strong>Marmaris</strong>lilere ait eski fotoğraflardaki kalın<br />
çizgili, sarı, bej, gri renklerdeki baĢörtüleri yerel adıyla<br />
‗futa‘ bezi çoğunlukla ġerife ninem dokumuĢ.<br />
Çocukluğumuz onun tezgahının (düven) üzerinde, altında<br />
oynamakla geçti. Hatta ona kardeĢlerimle yardım etmek<br />
isterdik. <strong>Marmaris</strong>‘te ipek böceği kozasından elde edilen<br />
ipek iplikle (bürümcük) kumaĢ yapma ve dokumayı<br />
baĢlatanların bir kaçını daha anımsayabiliyorum. SipariĢ<br />
üzerine, <strong>Marmaris</strong>‘in Yılancık Adasına üslenmiĢ Akdeniz<br />
Korsanlarını etkisiz duruma getirip, zamanın Rodos Valisi<br />
Deli ġükrü PaĢa tarafından Rodos Adasında<br />
ödüllendirilen denizci <strong>Marmaris</strong>lilerin giydikleri ninemin<br />
imal ettiği gömleklermiĢ. Bu gömleklerle ġükrü PaĢanın<br />
huzuruna çıkan leventleri, PaĢa,‖HoĢ geldiniz Sarı<br />
Gömlekliler‖ diyerek karĢılamıĢ. Bundan sonra da<br />
<strong>Marmaris</strong>lilere yörede ‗Sarı gömlekliler‘ denilmiĢ. Has<br />
ipekten yapılan giysilere ‗Sadakor‘ denirdi. Babam<br />
evlenmeden önce bakkal dükkanı açmasına maddi<br />
manevi katkı sağlayan, evlenirken de güvey gömleğini<br />
dokuyup diken yine n,nem olmuĢ. Bu gömleği onun ve<br />
babamın hatırası olarak hala saklarım. <strong>Marmaris</strong>lilere<br />
‗Sarı Gömlekliler‘ denilmesinde katkısı olan ve 1952<br />
yılında ben on beĢ yaĢımdayken 87 yaĢında maddi<br />
yaĢamını tamamlayan bu değerli Türk Kadını babaannemi<br />
112
(biz kardeĢler o zaman ‗nine‘ sözcüğünü kullanırdık) bir<br />
kere daha takdir, minnet ve saygı ile anıyorum.<br />
ġerife Uysal zamanın <strong>Marmaris</strong>li kadınlarının giydiği<br />
ve kendi dokuduğu futa ile<br />
Amcam Mustafa‘nın Ģehit haberi duyulduktan sonra<br />
mahalleli Ģehit Mustafa‘nın adı ebediyen yaĢasın için<br />
sokağın adının hep ‗Mıstan‘ olarak kalmasını ister. Sokak<br />
sakinleri bunu yapar ve sokağa ‗Mıstan Sokağı‘ adı verilir.<br />
ġehitlerin mezarı olmaz. Onlar, Allah katında en mutena<br />
yerdedirler. Aradan yıllar geçti, ‗Deniz Kıyısı Sokağı‘ oldu.<br />
Daha sonra da sokaklar numaralandırılınca bizim Mıstan<br />
Sokağı 28. sokak olup çıktı. Bu değiĢime burada yer<br />
vermeseydik yeni nesil akraba ve <strong>Marmaris</strong>liler bunu hiç<br />
bilemeyecekler, bu sokakta yaĢamıĢ ilginç insanlar, adları,<br />
anıları, özellikleriyle birlikte toprağa gömülüp gidecekti.<br />
Belki de bize ilham kaynağı olan bu dürtü Mıstan dede‘nin<br />
veya Ģehit Mustafa Amcamın, hatta bugün hayatta<br />
olmayan Mıstan Sokağı sakinlerinin ruhlarından gelen bir<br />
mesaj veya aldığımız ilhamdan olsa gerektir. Öyleyse, bu<br />
sokağın sakinlerini gelin biraz yakından tanıyalım.<br />
113
Mıstanlardan halen hayatta olanlar Hayriye Düzenli (90)ve<br />
Mıstan sokağındaki evimizin tam karĢısındaki evde<br />
Çolak ġavkı (ġevki) ve karısı Hayriye Teyze yaĢardı.<br />
Kızları YaĢar Abla mahalleyi bırakın <strong>Marmaris</strong>‘in en güzel<br />
kızıydı. Çolak ġavkı içki içer, özellikle akĢamları sarhoĢ<br />
olur, sağa sola sataĢır, bağırır, çağırır, naralar atardı. Ġçki<br />
içmediği zaman çok iyi bir insan ve komĢuydu. Bir<br />
kolunun yok oluĢu nedeniyle kendisine bu lakap verilmiĢti.<br />
Ayık olduğu bir günde kendisine kolunun hangi nedenle<br />
kesik olduğunu sormuĢtum. Aldığım yanıt, ―Askerliğimde<br />
Ģehir iznindeyken bir askeri inzibat beni yakalamak istedi.<br />
KarĢı gelip bir de yumruk attım. Ġnzibat tabancasını<br />
ateĢledi ve kolumdan vuruldum. Beni yakalayıp hastaneye<br />
götürdüler. Atılan mermi omzuma yakın yerden kol<br />
kemiğimi kırmıĢtı. Hastanede kolum alçıya alınsa da<br />
hareketli olduğumdan tam yerine kaynamayıp kangrene<br />
dönüĢtü. Doktorlar kolumu kestiler‖ dedi. ġavkı amca tek<br />
114
koluyla efeliğe, dayılığa soyunur, bazı düğün ve<br />
kutlamalarda olay çıkarırdı. O zaman biz çocuklar Mıstan<br />
sokağında onun geliĢini nara atması üzerine duyar, ―ġavkı<br />
geliyor‖ diye evlerimize kaçıĢırdık. Dev yapılı bir adamdı.<br />
Tek koluyla koca bir pirinç, un veya Ģeker çuvalını sırtına<br />
alıp taĢır veya arabaya atabilirdi.<br />
Mıstan Sokağı sakinleri, (Soldan sağa-Ayten, Dürüye,<br />
Kadriye, Bezmigül ve GülĢen-<br />
Çocukken, Mıstan sokağında yaĢayan akraba,<br />
komĢu ve mahalle sakinlerini lakap ve isimleriyle tanırdım.<br />
‗Mıstan Sokağı‘nın her iki yanında oturanlardan<br />
anımsadıklarım Ģunlardır. Duran Ġlgün (Ġstiklal SavaĢı<br />
Gazisi) çocukları, Mehmet, Halil, Kemal Ġlgün‘ler,<br />
Nazmiye‘nin Hasan, Dolmalar, Mayiller, Hüseyin amca,<br />
çocukları Salih, Apti Yüce, Mıstan oğlu Hüseyin, Mıstan<br />
oğlu Mustafa (Kaçıka) Ali oğlu Mehmet, Ekincikli Mustafa,<br />
Hüseyin Gökmen, Fatma Hanım hala, Halil Bey, AltındiĢ<br />
Mustafa, ÇebiĢin Kemal, 41‘li Kemal, Yörükoğlu Mustafa,<br />
Turunçlu Mustafa, Hasan Demirci, Kel Mustafa,<br />
Tahtakıran Hüseyin ve kardeĢi Duran, Hacı Selim, Gabız<br />
Hasan,AĢçı Alirıza, Pampik Duran, Adalı HurĢit,<br />
115
Kadıoğulları, Bacaksızlar, Kabakçı Kamil, KeleĢin Güllü<br />
ve Koca Apti, Havanın Hayriye, Ali Usta, Memeterezinin<br />
(Mehmet Reis‘in) Kemal ve Mehmet, Kemal GümüĢay,<br />
Hüseyin GümüĢay, Ġlhan GümüĢay, Hayrettin Gökmen,<br />
Ekizler, Baharlılar, Yorgancı Hayriye, Tokalaçlar,<br />
Marangoz Mehmet, Ġbinin Mehmet, Bekçi Halil amca ve<br />
Mükerrem teyze, ĠbiĢler,(ĠbiĢ kaptanlar) Kampazın YaĢar,<br />
Ali Osman YeĢilyurt, Tokalar, Adalı Mehmet Ali oğlu<br />
Mehmet Gök anımsayabildiğim komĢularımızdı.<br />
Bunlardan, Hacı Selim‘e ait bir anektoda ‗<strong>Marmaris</strong>‘in<br />
Günlük Ağaçları‘ baĢlığı altındaki yazımda yine bu kitapta<br />
yer verdim. Eskiden Hacı Selim ve yakınları bu sokakta<br />
otururlarmıĢ. ‗Bacaksızlar‘ olarak lakabı geçen aileye<br />
gelince; Mehmet Amcanın boyunun kısa olmasıyla<br />
‗Bacaksız Mehmet‘ lakabını aldığını, hanımı Dürüye teyze<br />
ile çok sevimli büyüklerimiz olduklarını iyi hatırlıyorum.<br />
Çocukları, o zaman en küçüğü bile bizden yaĢlı,<br />
ağabeylerimiz olan altı erkek kardeĢtiler. YaĢ<br />
sıralamasına göre en büyükleri Ġsmail Hakkı Kutay,<br />
Cevdet, Sadık, Akif, Lütfü ve Rifat‘tır. Bunlardan Ġsmail,<br />
Cevdet ve Sadık öldüler. Diğerleri yaĢıyorlar. Bacaksız<br />
Mehmet amcanın çocukları ilköğretimlerinden sonra<br />
<strong>Marmaris</strong>‘ten ayrılarak Ġstanbul‘a okumaya gittiler. Ġlk, orta<br />
ve yüksek okullardan diplomalı olarak değiĢik meslek<br />
dallarında birçok kurumda çalıĢarak emekli olup<br />
Ġstanbul‘da yaĢamaya devam ettiler. En küçükleri Rifat<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e dönüp yerleĢti. Ama hepsi çocukluklarını<br />
yaĢadığı <strong>Marmaris</strong>‘i ve Mıstan Sokağını unutmadılar. Her<br />
yıl özellikle yaz aylarında <strong>Marmaris</strong>‘e eski evlerinin<br />
önündeki bir kahvede çay içip anıları ve çocukluklarını<br />
tekrar yaĢamaya çalıĢırlar. <strong>Marmaris</strong>‘e geldiklerinde<br />
‗Mıstan Sokağı‘nın eski sakinleri olarak bu kardeĢ<br />
ağabeylerle sohbetlerim oldu. Onların bilgi ve anılarından<br />
yararlandım.<br />
‗Mıstan Sokağı‘ sakinleri arasında renkli kiĢiliklerini<br />
gördüğüm, anımsadığım birçok komĢumuz vardı.<br />
Kadıoğlu Sabahattin Keskin bahriye askerliğini deniz<br />
116
kuvvetlerinin ‗Yıldıray‘ denizatlısında yapmıĢ. Denizaltıyı<br />
Türkiye‘ye getirmek için Amerika‘ya gitmiĢ. 1950‘li yıllarda<br />
Holywood‘da ‗Robin Hood‘ türü kahramanlık filmleriyle<br />
ünlü aktör Erol Flynn‘ın filmlerini izlemiĢ olacak ki, bana<br />
ismimin benzerliği nedeniyle ‗Erol Flayn‘ derdi. Sonradan<br />
kendisine de <strong>Marmaris</strong>li arkadaĢları ‗Clay‘ lakabını<br />
takmıĢlar. Yeri geldiğinde dünya Ģampiyonu boksör<br />
‗Muhammed Ali Clay‘ gibi yumruk attığını söylemesinden<br />
bu lakap takılmıĢ. Denizi ve havayı çok iyi bilip tahmin<br />
yürüten, elleriyle kıyıdan ahtapot yakalayan, balık tutan,<br />
esprileri, Ģiirleri ve hayata biraz da Bodrum‘lu Neyzen<br />
Tevfik felsefesine benzer açıdan bakan komĢumuz<br />
Sabahattin, Hacı Selim‘in torunlarındandır. Kadıoğlu<br />
Sabahattin ne yazık ki o zamanlar bir çok <strong>Marmaris</strong>li genç<br />
hemĢerilerin alkole esir düĢüp sağlığını kaybettiği gibi<br />
yaĢama erken veda ederek evlenip yuva kuramadan<br />
sessizce maddi yaĢamdan manevi dünyaya göçüp gitti.<br />
Kabakçı Kamil‘in ve eĢi Dürüye teyzenin oğlu<br />
Mustafa Kemal orta eğitim yaĢlarında Antalya‘ya gitti.<br />
Liseyi orada okudu. Antalyaspor‘da profesyonel futbolcu<br />
oldu. Havanın Hayriye‘nin Hasan Bey taĢımacılık yapardı.<br />
Sesi güzeldi. <strong>Marmaris</strong>‘in yaz günleri akĢam saatlerinde<br />
evinin önündeki deniz kıyısı taĢlarına oturur, günlük<br />
ormanlarının gerisindeki Balan Dağı tepesinden doğmakta<br />
olan ayın ilk ıĢıklarında denizin üstünde görünmeye<br />
baĢlayan yakamozları yararak gezintiye çıkan kürekli<br />
sandallardaki genç kızlara adeta serenat yaparak Ģarkılar<br />
söylerdi. ‗Mehtaplı gecelerde hep seni andım‘, Bu ne<br />
sevgi ah bu ne ızdırap‘, ‗Baharın gülleri açtı‘ gibi o<br />
günlerin popüler Ģarkılarını söyler, dinleyenlerin beğenisini<br />
kazanırdı.<br />
117
Mıstan Sokağı’nın deniz cephesi -1940-50’li yıllarda<br />
‗KeleĢin Güllü‘ adlı teyzemiz bu sokağı bırakın<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in halk doktoruydu. <strong>Marmaris</strong>liler her türlü sağlık<br />
sorununu ona sorar, ilacı o önerir, yine kendi hazırlardı.<br />
Kocası Apti oğlu Hüseyin Galiçya‘da Ģehit olmuĢ ve orada<br />
kalmıĢ. Burada, bir parantez açıp, önemli bulduğum bir<br />
konuya değinmek istiyorum.<br />
Osmanlı Ordusunun değiĢik cephelerde savaĢtığını<br />
ve bunlardan birisinin de Galiçya olduğunu biliyoruz. Bu<br />
yerler nerelerdi? Galiçya, bu günkü Ukrayna ile Polonya<br />
arasında bir savaĢ cephesiydi. (1) Enver PaĢa'nın, koca<br />
imparatorluk topraklar kaybederken Alman Kralına ve<br />
Avusturya‘ya yaranmak için 1916 yılında buraya<br />
gönderdiği iki tümen 12.000 askerimizin arasında yurdun<br />
her köĢesinden, <strong>Marmaris</strong>‘ten ve Mıstan Sokağı<br />
sakinlerinin kıymetli yavruları olan gençler de vardı. Apti<br />
oğlu Hüseyin‘ler, Hasan ÇavuĢ, Ali usta‘lar onlardan<br />
sadece birkaçıdır. Bunlar, Galiçya cephesine<br />
götürülmeden önce Çanakkale‘de savaĢmıĢ yorgun<br />
savaĢçılardı. Gidenlerin çoğu Ģehit oldular. Sağ kalanlar<br />
da Galiçya‘dan Filistin cephesine sevk edildiler.<br />
118
ĠĢte bunlardan birisi de <strong>Marmaris</strong> Ġsmet PaĢa<br />
sokağında ‗Dolmabahçe‘ olarak bilinen bahçeli evde<br />
ikamet eden Hasan ÇavuĢ amcamızdır. Hasan ÇavuĢ ve<br />
eĢi Akkaanne‘nin (Akkadın) yaĢamına dair anekdotları en<br />
iyi bilen üç oğlundan birisi değerli ağabeyimiz, <strong>Marmaris</strong>‘in<br />
yüksek eğitim görmüĢ ve profesör olmuĢ simge<br />
isimlerinden birisi olan Sayın Mustafa Ayyıldız‘dır.<br />
Kendisinin anlattıklarına göre; Babası Hasan ÇavuĢ ve<br />
annesi Akkadın en büyük oğlunun adını Kemal,<br />
ortancanınkini Ġsmet ve en küçüğününkini de Mustafa<br />
koymuĢtur. Milli mücadele ve KurtuluĢ savaĢı sonrası<br />
kurulan cumhuriyetin yarattığı heyecan ve rüzgar<br />
kazanılan zaferin öncüleri olan Mustafa Kemal ve Ġsmet<br />
Ġnönü‘nün adlarını böylece Ayyıldız ailesine taĢımıĢtır.<br />
Hasan ÇavuĢ bununla da yetinmeyip yaĢadığı sokağın<br />
adını ‗Ġsmet PaĢa Sokağı‘ olarak belediyeye<br />
kaydettirmiĢtir. Hasan ÇavuĢ, 1915‘de Çanakkale de,<br />
1916-17‘de Galiçya‘da, 1917-18‘de Filistin cephesinde<br />
çavuĢ olarak görev yapan bir <strong>Marmaris</strong>lidir. SavaĢa,<br />
Avrupa cephesindeki Galiçya‘dan Kuzey Afrika<br />
cephesindeki Filistin-Mısır cephesine giderken kendisini<br />
bekleyen trajedinin fazla farkında olmamıĢtır. Ġngilizlerin<br />
tahminen on bin Osmanlı askerine karĢı yaptıkları<br />
iĢkenceyi yaĢayanlardan kurtulup 1918 Mondros AteĢ Kes<br />
AntlaĢmasıyla vatanına dönebilen ender gazilerden birisi<br />
de Hasan ÇavuĢ olur. Filistin‘de yaĢayan bu elim olayı<br />
Hasan ÇavuĢ‘un yaĢamında çocuklarına anlattığı<br />
anılarından ve tarihi kayıtlardan öğrendik. Rahmetli Hasan<br />
ÇavuĢ (Ayyıldız) binlerce Türk askeri gibi aĢağıda kısaca<br />
değindiğimiz olaydan çok etkilenmiĢ, gözlerinden de<br />
rahatsız olarak <strong>Marmaris</strong>‘e dönmüĢtür. Olay kısaca Ģöyle<br />
cereyan eder:<br />
119
Hasan Ayyıldız (Hasan ÇavuĢ) Galiçya ve<br />
Trablusgarp Gazisi<br />
Birinci Dünya SavaĢında Ġngilizlere 150 bin<br />
askerimiz esir düĢer. Bu askerlerden bir kısmı da Mısır‘ın<br />
Ġskenderiye Ģehri yakınlarında bulunan SeydibeĢir Usare<br />
Kampı‘na hapsedilir. Kampın tam adı, ‗SeydibeĢir<br />
Kuveysna Osmani Usaray‘i Harbiye‘ kampıdır. Bu kampta,<br />
1918‘de Filistin Cephesinde esir düĢen 16. Tümenin 48.<br />
Alayına bağlı Osmanlı askerleri tutulmaktadır. 12 Haziran<br />
1920‘e kadar iki yıl boyunca türlü eziyet, ağır hakaretler<br />
ve aĢağılanmaya maruz kalırlar. Ġnsanlık dıĢı yapılan bu<br />
uygulamalarda Ermeni asıllı Ġngiliz subaylarının rolü<br />
büyüktür. Kampta, Türkçe bilen Ermeni tercümanların<br />
yalan yanlıĢ çevirileri ve kıĢkırtmaları nedeniyle ölenler<br />
dıĢındaki askerleri teslim etmek Ġngilizlerin iĢine gelmez.<br />
Çünkü olası yeni bir savaĢta, bu askerlerin yeniden<br />
karĢılarına çıkabilecekleri, Ermeniler tarafından Ġngilizlerin<br />
beyinlerine iĢlenir. Çözüm toplu katliamdır. Askerlerimiz,<br />
mikrop kırma bahanesiyle, süngü zoruyla arınma<br />
(dezenfekte) havuzlarına sokulur. Ancak suya normalin<br />
çok üzerinde ‗krizol‘ maddesi katılmıĢtır. Mehmetçik, daha<br />
120
ayağını soktuğunda aĢırı ‗krizol‘ maddesi nedeniyle<br />
haĢlanır. Ġngiliz askerleri dipçik darbeleri ile askerlerimizin<br />
havuzdan çıkmalarına izin vermezler. Mehmetçikler,<br />
bellerine kadar gelen suya baĢlarını sokmak istemeyince<br />
bu defa da havaya ateĢ etmeye baĢlarlar. BaĢını suya<br />
sokup çıkaranların artık gözleri görmez olur. Çünkü<br />
gözleri yanmıĢtır. DıĢarı çıkanların halini gören sıradaki<br />
askerlerimizin direniĢleri de fayda etmez. Böylece, on beĢ<br />
bin askerimiz kör olur. Bu vahĢet, 25 Mayıs 1921 tarihinde<br />
TBMM‘de görüĢülür. Milletvekilleri Faik ve ġeref Beyler<br />
önerge vererek, Mısır‘da esirlerin ‗krizol‘ banyosuna<br />
sokularak 15 bin vatan evladının gözlerinin kör edildiğini,<br />
bunu yapan Ġngiliz doktor, Garnizon Komutanı ve diğer<br />
askerlerin cezalandırılması için TBMM‘nin teĢebbüse<br />
geçmesini isterler. Ancak yeni kurulan devletin bin bir türlü<br />
derdi olduğundan, daha önemli ve ağır sorunlarla uğraĢan<br />
TBMM‘nde bu hesap sorma iĢi unutulup gider. Sonunda,<br />
bu gün olduğu gibi kendi suçlarını baĢkalarına mal ederek<br />
bizi de soykırımla suçlarlar. Bunu dünyaya ambalajlayıp<br />
yeni Türkiye Cumhuriyetinin kuruluĢundan bu güne kadar<br />
böyle satarlar. Rahmetli Ġsmet Ġnönü ―DıĢarıda kendimizi<br />
iyi anlatamıyoruz‖ demiĢti. Tarihimizi, geçmiĢimizi<br />
okumadan, bilmeden, doğruları yazmadan dünyaya bu ve<br />
benzer olayları nasıl anlatabilirdik, anlatabiliriz? (Kaynak:<br />
Osmanlı Ordusunun çektiği iĢkenceler-Tarih ve Ġnkılap<br />
Tarihi-Ġnterenet‘ten)<br />
<strong>Marmaris</strong> dahil, yurdun dört köĢesinde daha düne<br />
kadar Ģimdi hayatta olmayan yakınlarımızın, hemĢerilerin<br />
ya kendileri veya akrabaları, ya da yakınlarından o<br />
yıllarda 10–15 yıl askerlik yapıp, gazi veya Ģehit olanlara<br />
ait birçok anekdot dinlemiĢizdir. Bunların çoğu da gerçek<br />
yaĢanmıĢ olaylardır. ġimdi, üç kıtada, bakımlı, bakımsız,<br />
bilinen, bilinmeyen onlarca, yüzlerce mezar, binlerce<br />
hektar topraklarda Ģehitlerimiz yatmaktadır. (2) Onları<br />
minnet ve rahmetle bir kez daha anıyoruz.<br />
121
Galiçya'da Türk Ģehitliklerinden sadece birisi<br />
Galiçya'da Alman ve Türk askerleri<br />
Milli Ģairimiz Mehmet Akif Ersoy bakın bunu en<br />
veciz ve kısa olarak Ģiirinde nasıl dile getirmiĢ:<br />
―EĢele bir yerleri örten karı<br />
Ot değil onlar dedenin saçları<br />
Dinle Ģehit sesleridir rüzgârı‖...<br />
122
‗Mıstan Sokağı‘ sakinlerinden babası Galiçya Ģehidi<br />
Apti oğlu Hüseyin‘in oğlu Koca Apti Gün 1946‘da<br />
Ġstanbul‘da yapılan Türkiye Kürek ġampiyonasında<br />
birincilik alıp Türkiye Ģampiyonluk kupasını <strong>Marmaris</strong>‘e<br />
getiren kürekçiler arasındaydı. Zaten bu denizciler<br />
arasında ‗Mıstan Sokağı‘nda yaĢayanlar çoğunluktadır.<br />
Apti Gün‘ün eĢi Dürüye teyzemiz komĢu, mahalleli<br />
kadınlar ile bizim evin önünde oturur, ellerindeki yazmaya<br />
oya iĢlerler, sohbet ederlerdi. Biraz mizah ve neĢe bu<br />
konuĢmalara egemen olduğunda Dürüye Teyze gülerek<br />
ve sesinin en yüksek tonuyla ‗vıyyy‘ diye telaffuz<br />
edilebilecek uzunca bir slogan atıp, diğer arkadaĢları olan<br />
komĢu kadınlarını da neĢelenmeye davet ederdi. Bazen<br />
de böylesine mutlu ve coĢkulu ortamda ‗Topal Zürüye‘<br />
lakaplı kardeĢini ellerinde def gibi tuttuğu tepsi, o yoksa<br />
bir tencereye vurarak sağladıkları ritim ve birlikte<br />
söyledikleri oyun havasıyla oynatıp eğlenirlerdi.<br />
Ġstanbul’da Türkiye Şampiyonu Türkiye <strong>Marmaris</strong> Kürek ġampiyonu Takımı- 1946 olan <strong>Marmaris</strong> Kürek<br />
Takımı 1946<br />
Baharlılar, <strong>Marmaris</strong> ve <strong>Marmaris</strong>lilere, hatta<br />
çevredeki yerleĢim yerlerine moral ve eğlence<br />
bakımından takriben elli yıl hizmet vermiĢ müzik<br />
yapan bir ailedir. Baharlı Mehmet amca trombon,<br />
123
çocukları Hüseyin Fikri, Ġsmail klarnet ve saksofon,<br />
Naci trompet, Mesut davul, Mehmet cümbüĢ<br />
çalarlardı. Burada bu aileye ait bir olaya yer vermek<br />
istiyorum.<br />
Aile grubu müzisyenler Köyceğiz‘e bir düğüne<br />
davet edilirler. Düğün gece geç vakitlere kadar<br />
devam ettiği için o gece Köyceğiz‘de bir otelde<br />
kalmak zorunda kalırlar. Düğün bir zengin<br />
düğünüdür. Çevrilen banknot her düğünde olduğu<br />
gibi davul çalan Mesut tarafından yerden toplanır,<br />
önlerinde duran masadaki Ģapkaya konur. Verilen<br />
molalarda ailenin kasası Hüseyin Fikri paraları<br />
cebine istif eder. Düğün sonrası ekip düğün sahibinin<br />
sağladığı pansiyona yerleĢir. Hüseyin Fikri ile kardeĢi<br />
Mesut aynı odayı paylaĢırlar. Mesut o zaman genç<br />
ve bekar olduğu için hakkına düĢen para genellikle<br />
ve sadece harçlık düzeyindedir. Oysa o gün zengin<br />
düğünü olmuĢtur ve rekor denecek para çevrilmiĢ,<br />
ancak paraların hepsini Hüseyin Fikri almıĢtır. Ne<br />
yapsın zavallı Mesut, ―Nasılsa ağabeyim derin<br />
uykuda, bir de horluyor, farkına varmaz‖ diye<br />
düĢünerek sessizce yataktan paraların saklandığı<br />
ağabeyine ait askıda asılı duran ceketin cebine elini<br />
atar. Bir tomar kağıt paranın içinden eline geldiği<br />
kadarını alır. O anda uyku numarasına yatmıĢ<br />
Hüseyin Fikri ağabey gayet sakin bir Ģekilde<br />
yatağından doğrularak Mesut‘a, ―sayıktır yavrum,<br />
hepsi sayıktır‖ deyince Mesut o an sukutu hayale<br />
uğrayıp ağabeysine aynen Ģu yanıtı verir. ―Sene<br />
uyku durak yok mu, yatakta da beni mi gözlep durun‖<br />
...<br />
Mıstan Sokağı‘na ve <strong>Marmaris</strong> limanına tepeden<br />
bakan Tepe Mahallesi sakinleri de Mıstan Sokağında<br />
yaĢayanlardan ayrı düĢünülemez. Ne de olsa denize,<br />
124
kıyıya ulaĢmak için bu sokaktan geçerlerdi. Kuzey<br />
doğudan itibaren Mıstan Sokağı‘nın bir üst terasında,<br />
diğer bir tanımlamayla Ģehrin ‗küçük akropolü‘<br />
diyebileceğim tepede aile büyüklerimiz yaĢamıĢlar.<br />
18.yüzyılın sonunda <strong>Marmaris</strong> Osmanlı Ġdaresinde Rodos<br />
Vilayetine bağlı ve takriben bin kiĢilik bir nüfusa sahip<br />
nahiye iken mali ve idari yönetimi (Voyvodalık) büyük<br />
dedemiz Zeynel Abidin,e verilmiĢtir. O da mütevelli<br />
heyetinin baĢkanı olarak <strong>Marmaris</strong>-Dalaman arasındaki<br />
bölgenin özellikle tarım arazilerine ait ‗tımar‘ gelirlerini<br />
toplayıp Aydın Sancak Beyliğine teslim edermiĢ. Nüfusu<br />
az <strong>Marmaris</strong> nahiyesinin yönetim ve asayiĢinden de<br />
sorumlu ‗Abidin Ağa‘ dedemiz otoriter kiĢiliğe sahip<br />
baĢarılı bir idareciymiĢ. Tepe Mahallesinin en üst<br />
noktasındaki evde yaĢar, ÇeĢme meydanında, Mıstan<br />
Sokağında veya denizde bir sarhoĢ narası duyduğunda,<br />
―Orda neler oluyor? Geleyim mi‖ diye seslendiğinde<br />
muhatapları kaçacak delik ararmıĢ. Oğlu Mustafa Ağa<br />
babasının görevini bir süre devam ettirmiĢ. <strong>Marmaris</strong>,<br />
1867‘de kaza (ilçe) olunca ilk kaymakam atanmıĢ.<br />
Mustafa Ağanın oğlu Kamil ağa da atalarının tepedeki<br />
evinde yaĢamaya devam etmiĢler. Atalarımıza ve<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e ait bazı bilgileri en son ailemizin yaĢlıları olan<br />
dedem Kamil Ağa‘nın eĢi, anneannem AyĢe Atasoy<br />
(1950) ve babaannem ġerife Uysal (1952) ölmeden<br />
önceki yıllarda kendi ağızlarından dinlemiĢtim. Tabii ki<br />
bazıları da rahmetli annem Bezmigül Uysal‘a aittir.<br />
Atalarımıza ait evler, kültür varlıkları olarak yıkıntı<br />
durumunda halen tepede görülmektedir.<br />
125
Tepe mahallesi Mıstan Sokağına bakan yamaç evleri<br />
Atalarımızdan ayrı olarak tepenin eteklerindeki dar<br />
yollarda, tek katlı, taĢ duvarlı, kırmızı kiremitli, özel<br />
<strong>Marmaris</strong> bacalı evlerde yaĢayanlardan, <strong>Marmaris</strong>‘in<br />
1944–45 yıllarında Belediye BaĢkanı olan Hafız Kamil,<br />
(Ġsmet Kamil Öner) Ġstiklal<br />
126
<strong>Marmaris</strong> Voyvodası dedem Zeynel Abidin‘in evi<br />
madalyalı Ali Esen ve Duran Ġlgün, ġahap Karabenli,<br />
Çanakkale Gazisi Yeni Ali, (Ali Kutluay) sünger dalgıçı<br />
Samıdın Ali, Kamil Efe, Evli ġükrü, Çilli Bekir, Ekizler ve<br />
Halil Efeler vb. eski <strong>Marmaris</strong>liler deniz kıyısına çıkmak<br />
için Mıstan Sokağı‘ na inen mahallelilerdi.<br />
Mıstan Sokağında, eski komĢulara kıyasla bugün<br />
daha genç olan plan komĢularımız var. Bunlardan Bayan<br />
‗Beatris‘ <strong>Marmaris</strong> ve Mıstan Sokağı sevdalısı, ressam,<br />
Ġsviçre asıllı, <strong>Marmaris</strong>lileĢtirdiklerimizden bir bayandır.<br />
Mıstan Sokağında yaptığı resimleri yaĢadığı evin<br />
önündeki asmanın altında sergiler, buradan geçen<br />
turistlere sattığı resimlerden elde ettiği kazançla hayatını<br />
sürdürür, artanını da sokak kedilerine yiyecek almaya<br />
harcar. Bu sokağa aĢık diğer bir yabancı kökenli<br />
hemĢerimiz bayan Elizabeth‘tir. Merhum Profesör Sefa<br />
Meray‘ın eĢi olan Bayan Elizabeth aydın bir hanım olup,<br />
çocuklara Ġngilizce yabancı dil konusunda yardımcı<br />
127
olduğu gibi <strong>Marmaris</strong>‘i yurt dĢında tanıtmada da katkısı<br />
olmuĢ yabancı asıllı hemĢerilerimizdendir.<br />
Mıstan Sokağında uzun yıllardan beri ikamet eden<br />
bir de mimarımız vardır. Sayın Taner Kasap, bazı eski<br />
evleri yöre mimarisine uygun tarzda ve anıtlar kurulunun<br />
onayı ile yenileyip, sayıları henüz az da olsalar<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e güzel görüntü sağlamada büyük rol<br />
üstlenmiĢtir. Gönlümüzden geçen, Mıstan Sokağı, kale ve<br />
müze çevresinin yapılacak bir çalıĢma ve tasarımla<br />
yeniden ele alınması, buranın sanat, kültür ve diğer<br />
eliĢleri gibi eser ve yapıtların sergilendiği, otantik bir Türk<br />
Eviyle birlikte turistlerin ziyaretine açık bir cazibe alanına<br />
dönüĢtürülmesidir.<br />
Yukarıda lakap veya isimleri geçen komĢu ailelerin<br />
bizimle yaĢıt olan çocukları ve kendi kardeĢlerimle Mıstan<br />
Sokağında çelik çomak, uzun atlama, saklambaç, koĢma<br />
kale, dama, bez içine saman veya paçavra doldurulmuĢ<br />
top ile futbol, voleybol gibi oyunlar oynardık. Evlerin taĢ<br />
duvarlarında eĢek arı yuvaları olurdu. Bazen mahalle<br />
arkadaĢları arıların yuvasını bir sopa ile dürter, arıları<br />
kızdırır, arılarda sokaktan geçenleri sokardı. Bu sokak<br />
adeta bizim oyun bahçemiz, parkımızdı. Kıyılar taĢlık,<br />
kayalık olduğu için buralardan denize atlayarak<br />
yüzebiliyorduk. Sokağın baĢında Mahbube teyze ile<br />
Mustafa amcamın taĢ evinin bir merdiveni vardı. Onun altı<br />
yağmurda saklanma yerimizdi. Mahbube teyze mevlitlere<br />
gidip kuran okurdu. Eve dönüĢte verilen çerezle,<br />
Ģekerlerden bize de verirdi. Bana leblebi vermiĢ olmalı ki,<br />
ben adını doğru söyleyemediğim için ona ‗Bebbe anne‘<br />
(Leblebi anne) derdim. EĢi Mustafa amcam kitabın<br />
‗Mıstan Sokağı‘ndan sonraki kahramanıdır. Çocuk<br />
denecek yaĢta yaĢadığı bir maceradan sonra kendisine<br />
verilen ‗Kaçıka Mustafa‘ lakaplı bu amcamızın öyküsünü<br />
kitabımızın bundan sonraki bölümünde okuyacak,<br />
kendisiyle yaptığımız sohbetin ayrıntılarını da<br />
bulacaksınız. .<br />
128
Bu bölümde Mıstan Sokağının renkli kiĢi ve<br />
ailelerine yer verdim. Mıstan Sokağı özellikle folklorik<br />
açıdan ele alındığında kendi baĢına bir kitap olacak değer<br />
ve zenginliğe sahiptir. En iyisi, Mıstan Sokağından yine<br />
ayrılmadan, amcam ‗Kaçıka Mustafa‘nın gerçek olan<br />
öyküsüne geçelim...<br />
Kaynakça:<br />
(1) ‗Kumandanım Galiçya Ne yana DüĢer‘ adlı kitap.<br />
Yazan: M. ġevki Yazman<br />
(2) <strong>Marmaris</strong> Ticaret Odasının (MTO) <strong>Marmaris</strong>‘in<br />
ġanlı Tarihi adlı bülteni 30.8.2010<br />
Not: <strong>Marmaris</strong> Ticaret Odası‘nın 30 Ağustos Zafer<br />
Bayramının 88. yıldönümünde (30 Ağustos 2010)<br />
yayınlamıĢ olduğu bültende <strong>Marmaris</strong>‘in Ģanlı tarihinde<br />
1894–1974 yılları arasındaki dönemde ve değiĢik<br />
cephelerde canlarını vermiĢ Ģehitlerimizin kimlikleri<br />
yayınlandı. Kalıcı ı olması amacıyla aynen buraya aldım.<br />
Anılan kuruma teĢekkür ediyorum. Burada isimleri<br />
olmayan ve cephede hastalanıp hastanede ölen<br />
Ģehitlerimizin de varlığı düĢünülürse listedeki Ģehit sayısı<br />
daha da artacaktır. Tüm Ģehitlerimizi minnet ve Ģükranla<br />
anıyor, Allah‘tan rahmet diliyorum. ġEHĠTLER ÖLMEZ<br />
VATAN BÖLÜNMEZ! (EU)<br />
129
ġEHĠTLERĠMĠZ<br />
S.No. Adı Baba Adı Tarih<br />
1 Adem Adem 1921<br />
2 Ahmet Hasan 1918<br />
3 Ahmet …. 1950<br />
4 Ali Mehmet 1921<br />
5 Ali …. 1915<br />
6 Ali Mustafa 1915<br />
7 Ali Ahmet 1916<br />
8 Ali H.Kadı Durak 1915<br />
9 Ali Hüseyin 1916<br />
10 Ali Hüseyin 1916<br />
11 Ali Ġsmail 1916<br />
12 Ali Mehmet 1917<br />
13 Ali Mustafa 1915<br />
14 Ali Mustafa 1917<br />
15 Ali Mustafa 1915<br />
16 Durali AteĢ Mehmet 1916<br />
17 Duran Mustafa 1915<br />
18 Duran Mehmet 1916<br />
19 DurmuĢ Mustafa 1917<br />
20 DurmuĢ …. 1951<br />
21 Fahri …. 1915<br />
22 Fazlı Ġsa 1915<br />
23 Fehmi Efendi Mehmet 1916<br />
24 Habip Ġbrahim 1916<br />
25 Hacı Mehmet Abdi 1916<br />
26 Hacı Salih Ali 1916<br />
27 Halil Ali 1916<br />
28 Halil Salih 1915<br />
29 Halil Osman 1915<br />
30 Halil Mustafa 1915<br />
31 Halil Ali 1916<br />
32 Halil Hüseyin 1915<br />
33 Halil Ali 1916<br />
130
34 Halil Mustafa 1915<br />
35 Halil Musa 1916<br />
36 Hasan Mustafa 1916<br />
37 Hasan Osman 1915<br />
38 Hasan Ali 1921<br />
39 Hasan Hayri 1921<br />
40 Hasan Halil 1915<br />
41 Hüseyin Mehmet<br />
131<br />
1916<br />
42 Hüseyin Mehmet 1916<br />
43 Hüseyin Mustafa 1915<br />
44 Ġsa Hasan 1921<br />
45 Ġbrahim Ömer 1916<br />
46 Ġsmail Ahmet 1915<br />
47 Mahir Topal Ömer 1915<br />
48 Mehmet Recep 1915<br />
49 Mehmet Hasan 1916<br />
50 Mehmet Hüseyin 1915<br />
51 Mehmet Ġsmail 1915<br />
52 Mehmet Koca Halil 1915<br />
53 Mehmet Mehmet 1915<br />
54 Mehmet Mehmet 1915<br />
55 Mehmet Mehmet 1915<br />
56 Mehmet Salih 1916<br />
57 Mehmet Yusuf 1915<br />
58 Mehmet Abdülhamit 1921<br />
59 Mehmet DurmuĢ 1921<br />
60 Mehmet Mehmet 1921<br />
61 Mehmet Mehmet 1922<br />
62 Mehmet Veli 1922<br />
63 Mehmet Mehmet 1915<br />
64 Mehmet Ömer 1918<br />
65 Mehmet Halil Mehmet 1915<br />
66 Muharrem Seyit Ali 1921<br />
67 Muharrem …. 1950<br />
68 Murat Hüseyin 1916<br />
69 Murat Süleyman 1917
70 Musa Hasan 1915<br />
71 Musa DurmuĢ 1916<br />
72 Mustafa Ali 1917<br />
73 Mustafa Hamit 1915<br />
74 Mustafa Hüseyin 1915<br />
75 Mustafa Hüseyin 1915<br />
76 Mustafa Hüseyin 1915<br />
77 Mustafa Mehmet 1915<br />
78 Mustafa Yahya 1915<br />
79 Mustafa …. 1950<br />
80 Mustafa Ali 1915<br />
81 Nuri Acar Mehmet 1953<br />
82 Osman Mustafa 1915<br />
83 Osman Turan 1916<br />
84 Osman Ġbrahim 1915<br />
85 Osman Mehmet 1921<br />
86 Osman Mehmet 1915<br />
87 Osman<br />
Çetiner<br />
DurmuĢ 1974<br />
88 Ömer Mustafa 1915<br />
89 Ramazan Mehmet 1894<br />
90 Recep Mehmet 1921<br />
91 Rıza<br />
Ali 1921<br />
92 ġaban Ahmet 1916<br />
93 ġaban Abdullah 1916<br />
94 Salih Abdullah 1915<br />
95 Salih Mehmet 1915<br />
96 Salih Mehmet 1915<br />
97 Salih Mehmet 1915<br />
98 ġevket Hasan 1917<br />
99 Seyit Ahmet Ġbrahim 1916<br />
100 ġükrü Ahmet 1921<br />
101 ġükrü Ġsa 1921<br />
102 Süleyman Osman 1915<br />
103 Süleyman Salih 1916<br />
104 Süleyman Recep 1916<br />
132
105 Karayiğit …. …<br />
106 Tahir Ġzzet 1917<br />
107 Veli Ali 1918<br />
108 Veysel Ġsmail 1916<br />
109 Yusuf Mehmet 1916<br />
110 Yusuf Mehmet 1915<br />
111 Yusuf Sadık 1915<br />
* Ġzmir‘de görevliyken eĢim ilk çocuğumuza<br />
hamileydi. Bayram tatili için otobüsle <strong>Marmaris</strong>‘e<br />
gidiyorduk. Yanımdaki koltukta alkollü olduğu ağzının<br />
kokusundan belli olan yaĢlı bir yolcu vardı. Bana kim ne<br />
olduğumu dahil bir sürü sorular sordu. Kendinden<br />
bahsetti. Ġstiklal SavaĢına katıldığını, Afyon-Ġzmir mihveri<br />
üzerinde çetin savaĢlara katılıp düĢmanı Ġzmir‘de denize<br />
döktüklerini, Atatürk‘ün muzaffer ordusunun mensubu<br />
olmaktan büyük bir kıvanç duyduğunu söyledi. Ben de<br />
içkili olduğundan bu ifadeleri biraz ihtiyatla dinledim.<br />
Sorularına kısa yanıtlar verdim. Sonunda, ―EĢin hamile,<br />
çocuğun erkek olacak. Adını, benim önerdiğim adı<br />
koyacaksan söyleyeceğim. Ama bir Ģartım var. Önerdiğim<br />
adı koymazsan çocuğun gözü kör olsun mu? dedi. Ben<br />
de, ―Adın ne olduğunu söyle, beğenirsem dediğini<br />
yaparım‖ dedim. ―Adı Mustafa Kemal olacak‖ der demez<br />
ağlamaya baĢladı. ―Tamam, ağlama, erkek olursa söz bu<br />
adı koyacağız‖ dedim. Otobüs mola verince olayı eĢime<br />
de anlattım. O da çocuğun adını kabul etti. <strong>Marmaris</strong><br />
dönüĢü babam ve annem bizimle Ġzmir‘e geldiler. Babam<br />
katarakt ameliyatı oldu. 11 Kasım 1965 günü doğum<br />
evinde oğlumuz dünyaya geldi. Doğrudan hastanedeki<br />
babama ve refakatindeki anneme müjdeye gittim. Çok<br />
sevindiler. Çocuğun adı konusunda onların da görüĢünü<br />
aldım. Babam ağabeyi Mustafa‘nın Ģehit olduğunu, adının<br />
Mustafa konmasını önerdi. Ancak, otobüs<br />
yolculuğumuzdaki sarhoĢ yolcunun da ad konusunda bir<br />
Ģartı bulunduğunu, Mustafa Kemal olmasını önerdiğini<br />
133
söyleyince oğlumuzun adının Mustafa Kemal olmasını<br />
birlikte kararlaĢtırdık. ġimdi o dünün çocuğu Mustafa<br />
Kemal Kurmay Albay olarak kahraman Türk Silahlı<br />
Kuvvetlerinde görev yapıyor…<br />
134
KAÇIKA MUSTAFA<br />
Mustafa, Mıstan Oğullarından Kara Mustafa‘nın oğlu<br />
olup Miladi 1898 <strong>Marmaris</strong> doğumludur. Mıstan<br />
Sokağındaki mütevazı balıkçı, denizci evinde doğar.<br />
Mustafa‘nın doğduğu yıllarda ‗<strong>Marmaris</strong>‘te sosyal ve<br />
ekonomik durum acaba nasıldı‘ sorusuna birkaç cümleyle<br />
yanıt aramanın, bunu yaparken de sanırım Osmanlı<br />
Ġmparatorluğunun o dönemdeki durumuna kısaca göz<br />
atmak yararlı olur.<br />
Bilindiği üzere, Osmanlı Ġmparatorluğunun 1683‘den<br />
1922 yılları arasındaki 239 yıllık sürece ‗Gerileme ve<br />
ÇöküĢ‘ dönemi denir. Osmanlı Orduları, Yükselme<br />
Dönemi sürecinde elde edilen toprakları kendi yönetim ve<br />
kontrolünde bulundurmak için o dönemde Trablusgarp,<br />
Balkanlar, Galiçya, Irak, Filistin, Yemen, Suriye, Kafkaslar<br />
ve Çanakkale olmak üzere 9 cephede savaĢmıĢtır.<br />
1522-1912 yılları arasında 390 yıl Osmanlı<br />
Ġmparatorluğuna ait bulunan Rodos adası bu süreç<br />
içerisinde devletin yaptığı atamalarla valiler tarafından<br />
yönetilmekteydi. Rodos ile diğer adaların Ege ve Akdeniz<br />
kıyılarımıza yakınlığı deniz ticareti ve taĢımacılık<br />
bakımından yarar sağlamıĢ olsa da, <strong>Marmaris</strong> gibi denize<br />
kıyısı bulunan yerleĢim yerlerinde yaĢayanlar özellikle<br />
Akdeniz‘de üslenmiĢ korsanların talan, yağma, her türlü<br />
kaçakçılık ve terör gibi olumsuz etkilerinden zarar<br />
görmüĢlerdir. Rodos adasında bu dönemde Osmanlı<br />
Valisi olan ġükrü PaĢa (Deli lakaplı) <strong>Marmaris</strong><br />
Kaymakamlığına bir yazı göndererek <strong>Marmaris</strong>‘in Yılancık<br />
Adasına üslenmiĢ korsanlardan temizlenmesini ister.<br />
<strong>Marmaris</strong> kaymakamı, hemen muhtar ve sözü dinlenen<br />
büyükleri toplayarak bir ekip oluĢturur. Bu ekibin<br />
kumandasını Mıstan Sokağında yaĢayan ĠbiĢ ve Kadir<br />
kaptanlara verir. Yelken ve kürekle gecenin karanlığından<br />
istifade ederek daha Ģafak sökmeden Yılancık Adasını<br />
135
asarak korsanları etkisiz hale getiriler. Bu olaya ‗Kıstan<br />
Sokağı‘ bölümünde değindim. (2)<br />
Bölgede, I. Dünya savaĢının patlak vermesini<br />
hazırlayan nedenler öncesinde ateĢ ve korku hüküm<br />
sürmekte, Trablusgarp‘ı iĢgal etmek için Osmanlı Devleti<br />
ile savaĢ halinde bulunan Ġtalya, Anadolu‘dan gelen<br />
yardımları kesmek için 1912 yılında Rodos baĢta olmak<br />
üzere ‗On iki Adalar‘ı iĢgale baĢlar. (3)<br />
Kaçıka Mustafa‘nın doğduğu yıl olan 1898‘de<br />
PadiĢahı 2. Abdülhamit‘tir. (1876–1909) O yıllarda Ġngiliz,<br />
Fransız, Alman, Ġtalyan su üstü ve sualtı savaĢ gemileri<br />
Ege ve Akdeniz‘de adeta kovalamaca oynamaktadırlar.<br />
Denize kıyısı bulunan Kuzey Afrika, Güney Avrupa ve<br />
kıyılar bombalanmaktadır. Kimin dost, kimin düĢman<br />
olduğu bilinmemektedir. <strong>Marmaris</strong>‘te de halk büyük bir<br />
panik ve korku içindedir. <strong>Marmaris</strong>‘in o yıllarda köyleri<br />
hariç merkez nüfusu 4 bin civarındadır. <strong>Marmaris</strong> ve<br />
çevresinde yaĢayan 500-600 kadar Rum ve az sayıda<br />
Ermeni kökenli vatandaĢ da vardır. Bunlar, ticaretle<br />
uğraĢır, değirmen iĢletir, maden çıkartır, dalgıçların deniz<br />
dibinden çıkarttığı süngerleri alıp yabancı Ģirketlere<br />
satarak komisyon alırlar. Ayrıca, günlük ağaçlarından elde<br />
edilen ve o zaman tıpta ve parfümeri sanayinde kullanılan<br />
sığla yağını üreticiden alıp ihraç ederler. Bunun için de sık<br />
olarak Rodos‘a ve baĢka yerlere gidip gelirler. Bunların<br />
aralarında aleyhimize casusluk, kaçakçılık, hırsızlık<br />
yapanları ve yapanlara yardımcı olanları da vardır.<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in Mıstan Sokağındaki taĢ evin deniz<br />
cephesindeki kıyısında Küçük Mustafa‘nın babasına ait bir<br />
sandal vardır. Küçük Mustafa bununla kürek çekmeyi,<br />
babasıyla balığa çıkmayı, kıyılardan odun toplamayı<br />
öğrenir.<br />
136
Mustafa Amca ve ‘Bebbe Anne’ Mıstan Sokağındaki<br />
evin kerevetinde<br />
Babasıyla Günlük ve Adaağzı ormanlarından odun<br />
getirirler, anneleri odunlarla taĢ evin Ģöminesinde yemek<br />
piĢirir. KıĢın ise ocak‘taki canlı korlardan mangala<br />
maĢayla alarak ısınma sağlanırdı. Çocukluğumda, kıĢ<br />
geceleri biz onları, onlar bizi ziyaret ettiğimizde mangalda<br />
kahve, çay yapılıp ikram edilirdi. Külde ve korda piĢirilen<br />
kahve ve çayın kokusu ve lezzetinin baĢka olduğu<br />
söylenirdi.<br />
Küçük Mustafa ve Ağabeyi RaĢit‘in babaları ölünce<br />
evin iĢleri ve anneye bakmak onlara kalır. RaĢit askere<br />
alındığında Mustafa henüz on yaĢındaydı. Balık tutup<br />
satarlar, odun keser, arıcılık yapar, bal satar, yabancı<br />
tacirlerin iĢlettiği maden ocaklarında çalıĢır evin geçimini<br />
sağlarlardı. RaĢit askere gidince iĢler küçük yaĢta<br />
olmasına rağmen küçük Mustafa‘ya kaldı. 1913 yılıydı. Bir<br />
gün <strong>Marmaris</strong>‘in batısındaki Bodrum‘un yabancı savaĢ<br />
gemileri tarafından bombalandığı duyuruldu.<br />
Bombalamayı yapanın Fransız Dupleix ve Kleber adlı<br />
savaĢ gemileri olduğu söylendi. (4) Aynı gemiler veya<br />
benzer sınıflardan olanlarının 1912, 1914 ve 1916<br />
yıllarında <strong>Marmaris</strong>‘i de bombaladıklarını düĢünürüm.<br />
1912 ve 1914 bombardımanlarında <strong>Marmaris</strong>‘te ölen veya<br />
yaralanan olmadığını, ancak 1916 bombardımanın ölüm,<br />
yaralanma ve hasara sebep olduğu kaydedilmiĢtir. (6)<br />
137
Bodrum ve <strong>Marmaris</strong>‘in bombalanma gerekçesi Ġngiliz ve<br />
Fransızlara göre ―Kıyılardan Alman gemilerine yakıt ve<br />
malzeme yardımı yapılmakta olması‖ dır.<br />
<strong>Marmaris</strong> Kıyıları eski çağlardan beri Ege ve<br />
Akdeniz‘de adı sözde ticaret, ama özde talan, hırsızlık,<br />
gasp ve kaçakçılıkla uğraĢan Akdeniz korsanlarının hedef<br />
ve barınma yerlerinden sadece birisiydi. Bu korsanlar<br />
sayıları az da olsalar buralarda yaĢayan azınlıkların<br />
yardımını da alıyorlar, gereğinde iĢlerine engel olmaya<br />
çalıĢanları kaçırarak fidyeyle tehdit ediyorlardı.<br />
ĠĢte, 1914 yılının bir bahar gününde 15 yaĢındaki<br />
Mustafa ağabeyi askerde olduğu için arı kovanlarına<br />
bakmak için yaya olarak önce <strong>Marmaris</strong>‘e 13 km.<br />
uzaklıktaki Aksaz Karaağaç köyüne, oradan da Dalyan‘a<br />
gitmek üzere evinden sabahın Ģafak vaktinde ayrılır.<br />
Evden çıkarken annesi ―Oğlum, kötü rüya gördüm, arılar<br />
seni boğmuĢ, aman dikkatli ol, zaten ortalık güvensiz,<br />
gavur gemileri denizlerde cirit atıyor‘ der. Mustafa, sırtında<br />
bir erzak torbası, içinde anasının hazırladığı kumanya ile<br />
yola çıkarken, ―Merak etme anacığım çabuk dönerim‖ der.<br />
<strong>Marmaris</strong>‘ten Aksaz‘a takriben üç saatte varır. Önce<br />
ağabeysi RaĢit‘in kendisine emanet ettiği arı kovanlarına<br />
bakar. Kovandan bir parça petek balı alıp anasının<br />
hazırladığı haĢlama yumurta, çökelek peyniri, zeytin ve<br />
kuru soğandan oluĢan menusuna katıp yer. Dereden su<br />
içer. Sabah erken kalktığı için yemekten sonra uyku<br />
hisseder ve bulunduğu yerdeki çimlerin üzerine uzanıp<br />
‗Ģekerleme yapar‘. Aradan on dakika geçer geçmez<br />
kıyıdan kovanların bulunduğu yere doğru ayağında<br />
körüklü çizmesi, elinde kırbacı olan iri kıyım bir adamla<br />
yanında iki yardımcısı Mustafa‘nın baĢında dikilir,<br />
―Kıpırdama, yoksa seni vururuz‖ deyip ellerlindeki tabanca<br />
ile tehdit savururlar. Hemen iri kıyım adamın yardımcısı<br />
olan iki kiĢi Mustafa‘nın ellerini arkadan bağlar, Mustafa‘yı<br />
kıyıdaki teknelerine sürükleyip götürürler. Mustafa ne<br />
yapacağını ĢaĢırmıĢ, hemen aklına anasının evden<br />
çıkarken söylediği kötü rüya görmesi gelmiĢtir. Ancak<br />
138
çaresizdir ve korsanların eline düĢmüĢtür. ―KeĢke anamın<br />
dediğini yapıp yola çıkmasaydım‖ diyerek içinden<br />
piĢmanlık geçirir.<br />
Sağdan sola (önde) amcam Mustafa (Kaçıka Mustafa)<br />
Babam Hüseyin ve annem Bezmigül. Arkada Mustafa’nın eĢi<br />
Mahbube Hanım<br />
Tekne kıyıdan uzaklaĢır. Motoru güçlü ve hızı<br />
yüksek olan tekne bir solukta Yılancık Adası‘na (5) varır.<br />
Mustafa orada sorgulanmaya baĢlar. Sorulara öylesine<br />
basit yanıtlar vermeye çalıĢır. Birçoğuna ‗Bilmem,<br />
bilmiyorum‖ der. Körüklü çizmeli iri kıyım bıyıklı adamdan<br />
baĢka teknede beĢ-altı kiĢi daha vardır. Teknede<br />
bunlardan ikisi kalır, diğerleri adaya çıkarlar. Oradakilerle<br />
görüĢmeleri olur ve hemen tekneye dönüp adadan<br />
ayrılırlar. Mustafa, teknede bulunanların Rum olduklarını<br />
anlar. Türkçe bilen ve liderleri olduğunu düĢündüğü<br />
Rum‘a ‗Beni niye kaçırdınız, suçum nedir‘ der. Yetkili olan<br />
Rum komutan, ―Ġstihbarattan, kıyılardan kaçırdığımız canlı<br />
hayvanları, yiyecek içecekleri, yaptığımız soygunları<br />
anında ihbar eden bir çocuk olduğunu, güvenlik güçlerine<br />
nerede olduğumuzu haber verip bizi yakalatma da<br />
yardımcı olduğunu, bunu da yapanın sen olacağını<br />
düĢündük. Yoksa yalnız baĢına evinden bu kadar uzak bir<br />
yere gelmiĢ olman baĢka türlü nasıl yorumlanır? ġimdi<br />
139
sana efe -gerilla kıyafeti vereceğiz, bunu giyeceksin, seni<br />
önce ikmal için Sömbeki (Simi) adasına (6) götüreceğiz.<br />
Oradaki Fransız askeri gemisiyle harp esiri olarak<br />
Fransa‘ya kampa gideceksin‖ der. Mustafa üzüntüsünden<br />
verdikleri yiyeceklere elini sürmez. Hep annesini, gördüğü<br />
rüyayı ve kendisine söylediklerini düĢünür. Tekne<br />
Sömbeki Adasına (Symi) gelir Mustafa burada Fransız<br />
askeri gemisine teslim edilir. Gemide baĢka esirler de<br />
vardır. Mustafa küçük olduğu için diğerleri gibi kamaralara<br />
hapsedilmez. Gemide bir Fransız asker onu kendi çocuğu<br />
göz önüne gelmiĢ olmalı ki, anlatabildiği kadarıyla<br />
teselliye çalıĢarak, ―Bu günler geçer, ailene yakın<br />
zamanda dönersin‖ der. Gemi dört günde Fransa‘nın<br />
Marsilya limanına varıp kıyıya yanaĢır. Esirleri gruplara<br />
bölerler. Mustafa ‗Lyon Esir Kampı‘na gönderilir. Askeri<br />
kamyonda birkaç Türk esirle birlikte hapishaneye<br />
dönüĢtürülmüĢ bir kaleye çıkarlar. YaĢı küçük olması<br />
Mustafa‘ya avantaj sağlar. O‘na ayrı bir oda verirler. Diğer<br />
odalardaki esirler yakındaki bir taĢocağında taĢ kırmaya<br />
götürülürken, Mustafa‘ya kalenin çim ve bahçesini<br />
sulama, bakım yapma görevi verilir.<br />
Kale Komutanının 13-14 yaĢlarında güzel bir kızı<br />
vardır. Kız, Mustafa‘nın Türkiye‘den esir olarak geldiğini,<br />
baĢka bir suçu olmadığını öğrenince baba ve annesine<br />
duruma üzüldüğünü, Mustafa‘yla konuĢmak, arkadaĢ<br />
olmak istediğini, ona Fransızca öğretebileceğini söyler.<br />
Aile, önce bu öneriye karĢı dursa da tek çocuğu olan<br />
kızlarını kıramazlar. Kız, Mustafa‘ya annesinin<br />
piĢirdiklerinden, hatta babasının tütünlerinden ve pipo<br />
koleksiyonundan birini alıp, ‗bununla içmen sağlığına<br />
sigaradan daha az zararlıdır‘ der. Böylece Mustafa pipo<br />
içmeye baĢlar. Kızın adı ‗Nicole‘ dür. Nicole, Mustafa‘yı<br />
sevmiĢtir. Her fırsatta Mustafa‘yı ziyaret eder, istediği bir<br />
Ģey olup olmadığını sorar. Mustafa Fransızca konuĢmaya<br />
baĢlar.<br />
Mustafa‘nın kaçırıldığında ağabeysi RaĢit<br />
Çanakkale‘de askerdir. 1915 yılının 18 Mart‘ında<br />
140
oğazdan geçmeyi, Ġstanbul ve Karadeniz‘e ulaĢmayı<br />
deneyen Ġngiliz ve Fransız savaĢ gemileri Türk<br />
Askerlerinin döĢediği mayınlar ve kıyılardan ateĢlenen<br />
toplarla düĢmanın modern savaĢ gemilerini birer birer<br />
Çanakkale Boğazının dibine gönderirler. Boğazdan<br />
geçmeye muvaffak olamayınca karadan çıkarmalar<br />
yaparak suyolunu geçiĢe açmaya çalıĢsalar da<br />
karĢılarında Anafartalar Kahramanı Albay Mustafa Kemal‘i<br />
bulurlar. Burada, Türk Ordusunun Mustafa Kemal<br />
kumandasında akıllara durgunluk veren direniĢ ve karĢı<br />
taarruzu düĢmanı bir kez daha boynu bükük olarak geriye<br />
dönmeye mecbur eder. ĠĢte bu dönüĢ sırasında Ege ve<br />
Akdeniz kıyılarındaki liman Ģehir ve kasabalarımız<br />
düĢman donanması tarafından bombalanır. Ölenler,<br />
yaralananlar olur. <strong>Marmaris</strong> Kalesi Kemeraltı Mevkii, Tepe<br />
Mahallesindeki Halil Efendinin evi isabet alarak hasar<br />
görür.<br />
Mustafa‘nın ağabeyi RaĢit 1916 yılında Gelibolu<br />
cephesindeki birliğinden mazeret izni alarak <strong>Marmaris</strong>‘e<br />
döner. Zira daha önce Çanakkale‘de askerliğini yapan bir<br />
<strong>Marmaris</strong>liden kardeĢi Mustafa‘nın kaçırıldığını<br />
öğrenmiĢtir. Eve gelip annesini periĢan durumda gören<br />
RaĢit, Mustafa‘nın kaçırılma öyküsünü sorar, öğrenir.<br />
Henüz nerede olduğunun bilinemediğini, ancak<br />
söylentilere göre, Mustafa‘yı kaçıranın ‗Andon Givoni‘ adlı<br />
bir Rum korsan olduğunu, bölgeye terör estirip, gasp,<br />
hırsızlık, insan kaçırma gibi eylemlerle korku ve dehĢet<br />
saçtığını, en son Aksaz ve Çiftlik yakınlarında<br />
göründüğünün köylülerce söylenmekte olduğunu öğrenir.<br />
RaĢit Ġki yıldır çok olumsuz koĢullarda cereyan eden<br />
savaĢın verdiği yorgunluğu bir iki günde üzerinden<br />
attıktan sonra soluğu doğrudan <strong>Marmaris</strong> kaymakamının<br />
odasında alır. Odacıya durumu anlatıp kaymakama çıkar.<br />
Önce kendisini tanıtır. KardeĢinin takriben bir buçuk yıl<br />
önce kaçırıldığını, yöre insanı adı ‗Andon‘ olan Rum<br />
korsandan Ģüphelendiğini söylemeye çalıĢırken<br />
kaymakam RaĢit‘in sözünü keser ve ―Biz her Ģeyi<br />
141
iliyoruz, kardeĢin için de çok üzüldük. Ancak bu ‗Andon‘<br />
denen deyyus öyle sıradan bir korsan değil, tam<br />
profesyonel bir eĢkıya. Sen buna yalnız baĢına ne<br />
yapabilirsin ki‖ der. RaĢit söz alıp Ģunları söyler: ―Sayın<br />
Kaymakamım, ben kendime güveniyorum. Bu korsan<br />
kıyılarımızda dolaĢıyormuĢ. Biliyorsunuz daha önce<br />
akrabam, komĢum ĠbiĢ kaptan arkadaĢlarıyla birlikte<br />
bunların Yılancık Adasındaki örgüt yuvasını dağıtmıĢlardı.<br />
Bu yüzden Rodos Valisi Deli ġükrü PaĢadan ödül bile<br />
aldılar. Ben ödül mödül istemiyorum. Mustafa‘nın<br />
intikamını alacağım. Pusu kurup bu katilin kellesini alıp<br />
size getireceğim. Yeter ki siz bana bir yardımcı jandarma<br />
askeri ile silah ve mermi verin, gerisine karıĢmayın‖‘der.<br />
Kaymakam hemen Ġlçe Jandarma Komutanını<br />
çağırır, durumu anlatır. RaĢit‘in isteği sağlanır. Bir<br />
jandarma er yardımcı verilir. Ġlk iki gün Aksaz Limanı (7)<br />
kıyılarında gözetlemede kalırlar. RaĢit‘in izni de bitmek<br />
üzere olduğundan elini çabuk tutması gerektir. Sonra<br />
batıya Çiftlik tarafına geçerler. Köylüler, ―Bekleyin, Andon<br />
bugün buraya gelebilir ―derler. RaĢit ve jandarma eri<br />
kıyıdaki harıp (harnup) ağacının arkasında pusuya<br />
yatarlar. Çiftlik boğazından içeri bir tekne girer. Rotası her<br />
defasında olduğu gibi doğrudan kıyıdaki ahĢap iskeledir.<br />
Tekne hızla kıyıya yaklaĢır. Jandarma erinin adı<br />
Cemal‘dir. RaĢit Cemal‘e ―Ġlk ateĢi ben açayım, çünkü<br />
Çanakkale cephesinde binlerce mermi yaktım, deveyi<br />
dizinden, pireyi gözünden vuracak kadar deneyim<br />
kazandım. ĠĢ, ikinci atıĢa kalırsa ben sana söylerim‘ der.<br />
Cemal de ‗tamam RaĢit Abi‘ der.<br />
142
Ġstiklal Madalyalı Mustafa Zengin (Kaçıka Mustafa) <strong>Marmaris</strong><br />
Merkez mezarlığında ebedi istirahatgahında<br />
Tekne iyice kıyıya ve iskeleye yaklaĢınca baĢ<br />
güvertede ayakta direğe dayalı duran, baĢında Ģapka,<br />
elinde kırbaç, ayaklarında körüklü çizmeyle adeta poz<br />
verenin katil ‗Andon‘ olduğu iyice belli olur. Gez, göz,<br />
arpacık yaparak ‗Bismillah‘ çekip tetiğe basan RaĢit koca<br />
bir çam yarması gibi olan Andon‘u teknesinin<br />
güvertesinden kıyıya düĢürür. Jandarma Cemal de<br />
teknedeki yardımcısını silah çekmeye fırsat vermeden<br />
üzerine atlayıp yakalar. Andon tam boynundan, çene<br />
altından vurulmuĢtur. Fazla kan kaybından ölmek<br />
üzeredir. RaĢit, Andon‘u sudan kumsala sürükleyip sorar.<br />
―KardeĢim Mustafa‘yı sen kaçırmıĢsın, ne yaptın, sağ mı,<br />
yaĢıyor mu‖ der. Andon önce su ister. Ağzına matara ile<br />
su verildikten sonra ―‗Mustafa Fransa‘da, Lyon esir<br />
kampında‖ der demez son nefesini verir. RaĢit, kardeĢinin<br />
sağ olduğuna hem sevinmiĢ ve hem de düĢman da olsa<br />
bir insan öldürmekten hüzünlenmiĢtir. Andon‘a bakarak,<br />
‖<strong>Marmaris</strong>liler kızgın köpek baĢını yer derler. Ölenin<br />
143
ardından konuĢulmaz ama sen Ģimdi yaptığın kötülüklerle<br />
eĢek cennetini boyladın Andon Efendi‖ der…<br />
RaĢit ve Jandarma Cemal birbirlerine ayni anda<br />
―Biz Ģimdi ne yapacağız‖ der gibi bakıĢırlar. RaĢit Cemal‘e<br />
―Bu iki metre boy, yüz kusur kilo ağırlıktaki cesedi bırak<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e taĢımayı yerinden kaldırmak bile mümkün<br />
değil. Cemal ―Öyleyse, buraya bir yere gömelim‘‘der.<br />
RaĢit hemen yanıt verir. ―Gövdesi olabilir ama kafasını<br />
kaymakama göstermem gerek, en iyisi boynundan kesip<br />
kafayı torbaya koyalım, bedeni de yukarıda bir yere<br />
gömelim‖ der ve öyle de yaparlar. Birkaç köylü de bunlara<br />
yardımcı olur.<br />
Çiftlik, Bayır, Gölenye köyleri üzerinden patika yolda<br />
hızlı yürüyüĢle <strong>Marmaris</strong>‘e gelip kimseye bir Ģey<br />
söylemeden kaymakama çıkarlar. Odacı bunları içeri alır.<br />
Kaymakam RaĢit‘i hemen tanır. Alaylı bir Ģekilde ―Hayrola<br />
RaĢit Kaptan, Andon‘u bulabildin mi bari‖ der demez,<br />
RaĢit Kaptan önce sırtındaki torbayı çıkarıp önüne alarak<br />
içindeki kanlı baĢı saçından tuttuğu gibi ―ĠĢte Kaymakam<br />
Bey, Andon‘ un kellesini size verdiğim söz üzerine<br />
getirdim‖ der. Hiç beklemediği bir durum ve görüntüyle<br />
yüz yüze gelen kaymakam kanlı baĢı görünce olduğu yere<br />
düĢüp baygınlık geçirir. Kesik baĢ, bir kazığın ucuna<br />
sokularak Andon‘a kin besleyen acılı ve kinli <strong>Marmaris</strong>liler<br />
tarafından sokaklarda gezdirilir. RaĢit, bu olaydan sonra<br />
Gelibolu‘daki birliğine döner. SavaĢ koĢulları ve Anadolu<br />
iĢgali devam etmektedir. RaĢit terhis olamaz. Takriben on<br />
yıldır askerdir. KurtuluĢ SavaĢına da katılır...<br />
Lyonda esir kampında olan Mustafa, esir<br />
mübadelesinde buradan ayrılırken kendisini çok seven ve<br />
arkadaĢı olan kamp yöneticisinin kızı Nicole ve ailesi<br />
Marsilya‘ya kadar gelirler. Mustafa‘ya Fransa‘da kalması<br />
için öneride bulunurlar. Ancak Mustafa ―Sonra dönebilirim,<br />
önce vatanıma, anama bir kavuĢayım‖ diyerek veda edip,<br />
Nicole‘ü elindeki mendili ile gözyaĢlarını siler durumda<br />
bırakarak bindiği yabancı bandıralı gemiyle Marsilya<br />
144
Limanından ayrılıp Ġstanbul‘a gelir. Ġstanbul‘da esaretten<br />
dönen Türkleri Galata Rıhtımında karĢılamaya gelen<br />
yoğun bir kalabalık oluĢmuĢtur. Rıhtımda Mustafa‘yı<br />
bekleyen kimse yoktur. Mustafa aktarmalı olarak Ġzmir,<br />
Aydın ve Muğla üzerinden <strong>Marmaris</strong>‘e döner. <strong>Marmaris</strong>‘te<br />
onu karĢılayanlar ―Sılan mübarek olsun Mustafa‖ diyerek<br />
Mıstan Sokağındaki evine kadar getirirler. Annesi<br />
sevinçten ağlamaktadır. Mustafa‘yı bağrına basar, o da<br />
duygulanır, annesine sarılıp ellerinden öper.<br />
Mustafa‘nın o zaman yaĢı küçük ve esarette geçen<br />
beĢ yıllık süresi askerlik hizmetinden sayılmadığı için<br />
hemen askere alınır. .Ağabeyi RaĢit, Dayımoğlu Halil,<br />
Hamdi Yüzak, Em.Bnb.Edip Bey, Rıfkı Efendi, Hafız<br />
Mehmet Efendi, Hafız Kamil Efendi Aydınlı Halil Bey,<br />
Münir Bey Muğla Kuvayi-Milliye Heyetine katılarak görev<br />
alırlar. Afyon Cephesinde Ġstiklal SavaĢına katılıp madalya<br />
alan ağabeyi RaĢit gibi Mustafa da Ġstiklal Madalyası<br />
sahibi olur. Cumhuriyetin ilanından sonra Muğla Kuvayi<br />
Milliye Heyetinde görev almıĢ ve sonra <strong>Marmaris</strong> Belediye<br />
BaĢkanlığı da yapmıĢ <strong>Marmaris</strong>li Hamdi Yüzak‘ın kız<br />
kardeĢi Mahbube Hanımla evlenip ‗Süheyla‘ adını<br />
verdikleri bir kızları olur.<br />
Mustafa‘ya kaçırılma anlamında <strong>Marmaris</strong>liler<br />
tarafından ‗Kaçıka Mustafa‘ lakabı takılmıĢtır. Onu, hep<br />
ağzında piposu, baĢında kasketi daima titiz ve temiz<br />
giysilerle görürdük. Ailece birbirimizi ziyaret etmek<br />
istediğimiz uzun kıĢ gecelerinde duvarı bitiĢik olan<br />
evlerimizden birbirimize elbise fırçasının tahta tarafıyla<br />
vurup ―Kahve içmeye bekliyoruz‖ veya ‗‘Geliyoruz‖ mesajı<br />
iletirdik.<br />
Öykü kahramanlarımızdan Zeybek RaĢit Ġstiklal<br />
madalyalı bir kahraman ve denizci olarak ‗Zeybek RaĢit<br />
Kaptan‘ unvanını alır. Evlenip çoluk çocuk sahibi olur.<br />
YaĢamının son yıllarında oğullarının yanına giden Zeybek<br />
RaĢit 1959 yılında Fethiye‘de vefat eder ve burada<br />
gömülüdür.<br />
145
Mustafa amcayı ise <strong>Marmaris</strong>‘te 1978 yılında 80<br />
yaĢındayken kaybettik. Arapça okuma ve yazmayı bilen<br />
ve çoğu kez elinde Kuran‘la Mıstan Sokağında hasta olan<br />
komĢuları ve bizi ziyaret edip ―Nazar olmuĢsun‖ diyerek<br />
defalarca esneyip nazar duası okumasını hiç<br />
unutmadığım eĢi Mahbube Teyze de (Bebbe anne)<br />
1988‘de hayata gözlerini yumdu.<br />
ġimdi, albümdeki bazı fotoğraflara baktığımda<br />
içlerinden sadece birkaçının hayatta olduklarını<br />
görüyorum. Zaman su gibi akıp geçiyor. Kanuni Sultan<br />
Süleyman‘ın da hayranlığını kazanmıĢ divan Ģairimiz<br />
Baki‘nin; ―Baki kalan bu kubbede hoĢ bir sedadır‘ sözünün<br />
doğruluğunu daha iyi anlıyor, ardında sedaları kalanlara<br />
Allah‘tan rahmet diliyorum...<br />
Kaynakça:<br />
(1) ‗Kumandanım, Galiçya ne yana düĢer‘ adlı<br />
ġevki Yazman‘ın kitabı<br />
(2) <strong>Marmaris</strong> Tarihi-KürĢat Ekrem Uykucu-<br />
1970<br />
(3) ― ― ― ― ― ―<br />
(4) Ġbrahim Nezihi Beyin mektubu-Bodrum<br />
Sualtı Arkeoloji Müzesi komutan kulesi broĢürü 3 Haz<br />
1915<br />
(5) <strong>Marmaris</strong> Aksaz Boğazının güneyinde dar<br />
ve uzun küçük ada-Zamanında yılanların çok olması<br />
nedeniyle bu ad verilmiĢ<br />
(6) <strong>Marmaris</strong>-Hisarönü Körfezi ağzına yakın<br />
Yunan adası. (Simi)<br />
(7) <strong>Marmaris</strong>‘e 13 km. doğuda liman. ġimdi<br />
askeri deniz üssü<br />
146
MARMARĠS’ĠN GÜNLÜK AĞAÇLARI<br />
Günlük Ağacı (Liquidambar Orientalis)<br />
Ġnsanların, hangi iĢ ve meslek grubundan olursa<br />
olsunlar olanakları ölçüsünde kendisi ve aile bireylerinden<br />
ayrı olarak doğup büyüdüğü Ģehir, kasaba veya köye<br />
karınca kararınca maddi veya manevi bir katkıda<br />
bulunmasının önce insanlık, sonra da bir erdemlilik<br />
olduğuna inananlardanım. 1964 yılında Ġzmir‘de açılan<br />
Turist Rehberliği kursuna katılıp kokart aldığım yıllarda<br />
ülkemizin özellikle yabancılara tanıtılması gerekli olan<br />
tarih, kültür ve doğa zenginliği yanında <strong>Marmaris</strong> ve<br />
yöresinin ―Günlük-Sığla Ağaçları‖nın adı ve ne oldukları<br />
hiç bilinmiyordu. Yıllar sonra doğa ve çevre korumaya<br />
duyarlılık ve alternatif turizm çeĢitliliği gündeme çıkmaya<br />
baĢlayınca bitki, (flora) ve hayvan (fauna) türlerine de<br />
ilginin arttığı görüldü.<br />
Öncelikle; Doğduğum, yetiĢtiğim güzel <strong>Marmaris</strong>‘e<br />
bir zenginlik katacağına inandığım ve sonra ―Turizm<br />
147
Elçileri‖ benzettiğim rehber arkadaĢlarıma bugüne kadar<br />
öne çıkmamıĢ, günden güne de nesli azalmakta, değeri<br />
hakkında ise çok az kiĢinin bilgisi bulunduğu Günlük<br />
(sığla) Ağaçlarını önce kendim tanımak ve sonra da<br />
tanıtmak amacıyla bir çalıĢma yaptım. Tüm dünyada<br />
benzeri ender görülen bu ağaç türünün ülkemize ve<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e bir zenginlik ve çeĢitlilik kazandırdığına<br />
inandım.<br />
Bu ağaçları günlük yerel gazete yazılarımda öne<br />
çıkaran birkaç yazımdan sonra ilk defa bazı yayın<br />
kurumları <strong>Marmaris</strong> ve çevresindeki günlük ağaçlarının<br />
bulunduğu park ve orman iĢletmelerine gelerek yerinde<br />
çekim yaptılar. ĠZ TV ve TRT 2 TV bu ilklerden ikisiydi. 18<br />
Mayıs 2006 günü belgesel nitelikte hazırlanan yapıtlar<br />
bazı akademisyen ve uzmanların da görüĢleri alınarak adı<br />
geçen TV‘ler tarafından kendi kanallarında gösterime<br />
sunuldu. Bu çekimlerde bizim de görüĢlerimize yer verildi.<br />
Yapıtın TV‘lerden ilgi ile izlendiği ve büyük beğeni<br />
kazandığını mutlulukla gördüm, duydum ve öğrendim.<br />
<strong>Marmaris</strong> <strong>Belediyesi</strong> ―Sığlanın GözyaĢları‖ adıyla ĠZ<br />
TV‘nin yaptığı bu çalıĢmayı CD‘ye aldırıp çoğaltarak halka<br />
dağıttı. Bu güzel bir giriĢimdi. Ancak, bu CD‘lerden<br />
herkesin kolay sahiplenmesi kolay olsa da, CD çalarda<br />
izleyebilmesi zor olacaktı. Özellikle okullardaki genç<br />
çocuklarımıza bu ağaçlarımızı sevdirmek ve korumak için<br />
her an ellerinin altında olacak ve kolayca okunabilecek bir<br />
yayına ihtiyaç olduğunu görerek küçük bir broĢür<br />
hazırladım. Adını da ‗<strong>Marmaris</strong>‘in Günlük Ağaçları‘<br />
koydum. <strong>Marmaris</strong> <strong>Belediyesi</strong> anılan broĢürü bastırıp<br />
‗Tarih Bülteni‘ ile birlikte dağıtımını yaptı. Ayrıca,<br />
<strong>Marmaris</strong>‘te bir ilk olarak Mayıs 2005‘de ―Gençlik ve<br />
Bahar ġenlikleri kapsamındaki etkinliğe Günlük<br />
Ağaçları‖nın tanıtımı da konuldu. Akademisyen ve<br />
üniversite öğretim görevlilerin de katıldığı panel ve<br />
yarıĢmalar düzenlendi. Halka ücretsiz günlük ağaç<br />
fidanları dağıtılarak bu ağacın tanıtımına katkıda<br />
bulunuldu. <strong>Marmaris</strong>‘te tarih, kültür ve doğa turizminde<br />
148
çeĢitlilik yaratacak bu tür giriĢim ve destekleri için baĢta<br />
<strong>Marmaris</strong> Belediye BaĢkanı sayın Ali Acar‘a ve böylesi<br />
giriĢimlerde yardımcı olan herkese teĢekkürü bir borç<br />
biliyorum.<br />
―<strong>Marmaris</strong>‘in Günlük Ağaçları‖ baĢlığı altında<br />
yaptığımız araĢtırmanın mutlaka yeterli ve tam olduğunu<br />
söyleyemeyiz. Konunun uzmanları, akademisyenler<br />
mutlaka daha kapsamlı çalıĢmalar ve yapıtlar ortaya<br />
koyacaklardır. Nitekim araĢtırmamızda böyle bir<br />
çalıĢmanın yapılmakta olduğunu öğrendim. Bunun da<br />
ayrıntısına ilerdeki sayfalarda değindim.<br />
Günlük Ağaçları konusunda araĢtırma yaparken<br />
bazı yetkililer ve konunun uzmanı kiĢilerle görüĢtüm.<br />
Ggünlük yağı (sığla) istihsalini fiilen yapanlarla temas<br />
sağlayıp bilgi ve görüĢ alıĢveriĢinde bulundum.<br />
Bunlardan, araĢtırmamızda adı geçen, geçmeyen herkese<br />
teĢekkürü bir borç biliyorum. Ayrıca bu çalıĢmanın sadece<br />
bir doğasever, <strong>Marmaris</strong> sever tarafından hazırlandığının<br />
göz önünde tutulmasını, uzman kiĢi veya kurumların<br />
düzeltme, görüĢ ve önerilerine her zaman açık olduğumu<br />
önemle belirtmek isterim.<br />
Değerli okurlar; Anadolu Medeniyetleri Mısır, Asur,<br />
Miken Medeniyetleriyle aĢağı yukarı yaĢıttır. Özellikle<br />
<strong>Marmaris</strong> ve çevresi dahil kıyılarımızda, deniz diplerinde<br />
yüzlerce batık mevcuttur. Zamanımızda bunların<br />
bazılarına su altı arkeologları dalar, kurtarma çalıĢmaları<br />
yaparlar. Eskiden bunu sünger avcıları yapıyordu. Bu<br />
batıklardan çıkarılan değiĢik türde toprak amforaların<br />
(testi) bazılarının diplerinde katı sıvı ve birikim halinde<br />
çam ağaçlarından elde dilen ―reçine‖ ile günlük<br />
ağaçlarından istihsal edilen ―sığla yağı‖ (balsam)<br />
görülmüĢtür. Takriben 3000 yıllık dönemde (MÖ.3000-<br />
MÖ. 332) otuz sülaleye mensup eski Mısır kralları<br />
firavunların ölümünden sonra Nil nehrinin batısında inĢa<br />
edilen anıt mezar ve tapınaklara (piramitler dahil)<br />
gömülmeden önce bedenleri mumyalanırdı. Bu iĢlem için<br />
149
gövdesinden sığla yağı, çam reçinesi sağlanan ağaçların<br />
Mısır‘da olmayıĢı nedeniyle Akdeniz‘in karĢı yakasındaki<br />
Anadolu‘dan, <strong>Marmaris</strong>, Fethiye, Antalya, Dalyan<br />
(Caunos) Datça gibi limanlardan getirildiği biliniyor.<br />
Mısır‘da Giza bölgesindeki kral Keops, Kefren ve<br />
Mikerinos‘a ait piramitlere eĢlik ve korumacılık yapan<br />
gövdesi aslan, baĢı insan olan 70 metre uzunluğunda ve<br />
20 metre geniĢliğinde bir ‗Sfenks‘ anıtı vardır. Bunun<br />
hemen yanında da 46 metre boyunda, 1224 parça sedir,<br />
dut gibi sağlam ve deniz suyuna dayanıklı ağaçlardan<br />
elde elden keresteden inĢa edilmiĢ bir tekne<br />
sergilenmektedir. Bu kayık firavunu maddi yaĢamından<br />
manevi yaĢamına sanal olarak taĢıması içindir. Bu yapıtta<br />
da bölgemizin ağaçlarından elde edilen odun veya<br />
kereste kullanılmıĢtır. Bundan ayrı olarak Akdeniz‘de<br />
Mısır‘ın kuzey liman Ģehirlerinden birisi olan<br />
‘Ġskenderiye‘nin Anadolu ve <strong>Marmaris</strong> kıyılarına denizden<br />
karĢı yaka komĢusu olması nedeniyle denizden yapılan<br />
ticaretin ve taĢımacılığın öne çıktığı görülür. Eski<br />
Datça‘nın Knidos‘lu mimarı, fizik ve matematikçisi<br />
Sostratos Ġskenderiye‘nin hemen kuzey kıyısındaki<br />
‗Pharos‘ adasına MÖ. 5. yüzyılda bir deniz feneri inĢa<br />
etmiĢtir. Bu fenerin yüksekliği 120 metredir. (Art and<br />
History of Egypt) Burada sedir, çam, zeytin gibi reçineli<br />
odun yakılarak, odunların alevi ve verdiği ıĢık büyük bir<br />
cam ayna ile yansıtılarak denizcilerin bu feneri onlarca mil<br />
uzaktan görebilmesi sağlanmıĢtır. ‗Helenistik Dönem‘de<br />
bu yapıt ‗Dünyanın Yedi Harikası‘ndan birisi olarak bilinir.<br />
Anılan fenerde yakılan odunların arasında mutlaka bu gün<br />
olduğu gibi o zaman da <strong>Marmaris</strong>‘in dağlarına, yeĢil<br />
örtüsüne güzellik katan peyzajını oluĢturan çam, zeytin,<br />
gibi ağaçlarından elde edilen odunun da varlığı<br />
düĢünülmelidir. (Kaynak-‗Art and History of Egypt‘) Tüm<br />
bunlardan ayrı olarak yukarıda değinilen sığla, odun ve<br />
kereste ticaretinin yakın tarihe kadar bölgemizde<br />
yapıldığını kanıtlayan bir <strong>Marmaris</strong>li hemĢerimizin<br />
anlattıklarına da burada yer vermek istedim.<br />
150
Atalarımızdan akrabamız da olan Sayın Saim<br />
Gökova özellikle yaĢı ilerlemiĢ annesinden (Makbule<br />
Gökova 17 Ocak 2007‘de 98 yaĢında vefat etti) öğrendiği<br />
bazı anekdot ve diğer bilgileri 2004 yılında benimle<br />
paylaĢtı. Bunlara kısaca burada kendi ağzından yer<br />
verelim:<br />
―Rahmetli babaannem büyük dedem Hacı Selim‘in<br />
kızıdır. Büyük dedemiz Hacı Selim ve gelini Vesile Birinci<br />
Cihan Harbi sırasında ve 1916 yılında <strong>Marmaris</strong>‘i Fransız<br />
donanmasının Yalancı Boğaz dıĢından bombalaması<br />
sırasında sığındıkları kalenin Kemeraltı mevkiinde diğer<br />
birçok <strong>Marmaris</strong>li ile birlikte Ģehit düĢmüĢler, annem de bir<br />
bacağını kaybetmiĢ. Annemin anlattığına göre; Kanuni<br />
Sultan Süleyman‘ın padiĢahlığı döneminde (1520-1566)<br />
<strong>Marmaris</strong>-Fethiye arasındaki bölge validesi Hafsa<br />
Sultan‘a verilmiĢ. Valide Sultan, kendi adına kurulan vakfa<br />
Dalaman-<strong>Marmaris</strong> arasındaki araziden elde edilen her<br />
türlü ürünün satıĢından, <strong>Marmaris</strong> Kalesinin altındaki<br />
menzil hanenin iĢletilmesinden ve günlük ağaçlarından<br />
elde edilen sığla yağını Mısır‘a ihraç ederek sağlanan<br />
gelirden yardımda bulunmuĢtur. Mısır‘a sığla yağı ihracatı<br />
büyük dedemin yaĢadığı yıllarda da sürmüĢ. Hacı Selim<br />
dedem paraçelesi ile (yelken ve kürekli takriben 10 m.<br />
boyunda kayık-tekne) denizden taĢımacılık yapmıĢ, iki<br />
damadını da gemici olarak yanına almıĢtır. Bir defasında<br />
sığla yağı yüküyle <strong>Marmaris</strong>-Ġskenderiye seferine kendisi<br />
çıkmayıp iki damadıyla baĢka bir denizciyi göndermiĢ,<br />
lakin haftalar, hatta aylar geçmiĢ paraçele <strong>Marmaris</strong>‘e<br />
dönmemiĢtir. <strong>Marmaris</strong>liler ümidi kesip, teknenin<br />
battığına, mürettebatın da boğulduğuna inanmaya<br />
baĢlamıĢlar. Bir gece, Hacı Selim dedem rüyasında<br />
paraçelenin ve içindekilerin sağ olduklarını, <strong>Marmaris</strong>‘e<br />
geri döndüklerini görmüĢ. Evdekilere, rüyasını anlatıp<br />
ardından, ― Allah‘tan ümit kesilmez‖ demiĢ. Bu rüyadan<br />
yakınları ve <strong>Marmaris</strong>liler çabucak haberdar olmuĢlar. Aile<br />
yakınları gözlerini sıkça olarak <strong>Marmaris</strong> Boğazına<br />
dikerek umutla beklemeye baĢlamıĢlar. O günlerin birinde<br />
151
oğazda limana girmekte olan bir yelkenli görülmüĢ.<br />
Yelkenli tekne, pruvası <strong>Marmaris</strong> Limanına doğru olmak<br />
üzere Gölenye‘den (Ġçmeler) esmekte olan kuvvetli<br />
karayeli iskele yanından yelkenine doldurarak hızla<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e yaklaĢmaktaymıĢ. Tekneyi gören çocuklar<br />
dokuz oturak (hızla koĢarak) Hacı Selim dedenin evine<br />
koĢmuĢ ve kapıyı heyecanla vurmuĢlar. Hacı Selim Dede<br />
almakta olduğu aptesttini yarıda bırakıp hemen kapıyı<br />
açmıĢ. ―Hayrola çocuklar‖ demiĢ. Gelen çocuklar hep bir<br />
ağızdan ―Paraçele göründü, geliyor‖ diye bağrıĢmıĢlar.<br />
Hacı Selim iyice emin olmak için ayağındaki terlikle<br />
çocukları da yanına alarak evinin hemen yakınındaki<br />
kalenin güney burcuna çıkmıĢ. Kale, ne de olsa <strong>Marmaris</strong><br />
Boğazını ve limanını en iyi gören yerdir. Giderken içinden<br />
dualar etmekte, adaklar adamaktaymıĢ. Nefes nefese<br />
kalmıĢ ama o anda kendi gözleriyle gördüğü haberin<br />
doğruluğunu kanıtlayınca çocuklara hemen okkalı bahĢiĢ<br />
dağıtmıĢ. Paraçele rıhtıma iyice yaklaĢınca içindekiler<br />
iyice seçilmeye baĢlamıĢ. Sevinçten adeta çılgına dönen<br />
dedem Hacı Selim, ―Atalarımız çocuktan al haberi derlerdi<br />
de inanmazdım, ne kadar doğruymuĢ‖ demiĢ. Hemen<br />
kaleden aĢağıya inip evden sırtına ceket, ayağına<br />
ayakkabı giyip rıhtıma koĢmuĢ. <strong>Marmaris</strong> halkı da kıyıya<br />
toplanmıĢ. Davulcu, zurnacı olayı duyar duymaz soluğu<br />
kıyıda almıĢlar. Tekne demirleyip iskelesini karaya<br />
uzatınca baĢta Hacı Selim dedem ve sevinç gözyaĢlarıyla<br />
tekneye doluĢan akrabalar sarmaĢ dolaĢ olmuĢlar.<br />
Ancak, yüzlerce mil uzaktan salimen gelen paraçele<br />
neredeyse bir kulaç suda batma tehlikesi geçirmiĢ. O<br />
tarihlerde merkez nüfusu bin kiĢi civarında olan<br />
<strong>Marmaris</strong>‘te kısa sürede olaydan herkesin haberi olmuĢ.<br />
Büyük bir sevinç yaĢanmıĢ. Hacı Selim Dedemin<br />
mutluluktan önce ağladığı, ardından da sevincini kayığın<br />
baĢına toplanan <strong>Marmaris</strong>lilere hitaben yaptığı<br />
konuĢmayla paylaĢmıĢ. Önce, Allah‘a hamd-ü selam<br />
olsun demiĢ ve sonra eĢ, dost, akraba ve <strong>Marmaris</strong>lilere<br />
teĢekkür etmiĢ.<br />
152
O günlerde akrabalardan birisi yaĢanan bu olayı bir<br />
Ģiire dönüĢtürmüĢ. Bu Ģiir düne kadar aile yakınlarımız<br />
tarafından iyi bilinirdi. ġimdi bunu bilenlerin sayısının çok<br />
az olduğunu düĢünüyorum. ġiir aynen Ģöyledir:<br />
Hey hey, müjdeler olsun !<br />
Göründü paraçele,<br />
Essin meltemler essin<br />
Bıçak urganı kessin.<br />
Söyleyin Hacı Selim‘e,<br />
Deveden kurban kessin.<br />
Bize derler Met Reisler,<br />
Telli kurĢun atarız,<br />
Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için,<br />
El ele verir Beldibi‘ne ereriz‖...<br />
Verdiği bilgiler ve daha önce hiç bir yerde<br />
yayınlanmamıĢ Ģiiri bana yazdırıp ‗<strong>Marmaris</strong>‘in Günlük<br />
Ağaçları‘ baĢlıklı yazımızda yayınlanmasına yardımcı<br />
olduğu için kuzenim, dostum Saim Gökova‘ya teĢekkür<br />
ederim. Burada değindiğim olaya yazı baĢlığına göre ‗Ne<br />
alakası var‘ diyebilecek okurlarım olabilir. Ancak yaĢanan<br />
maceranın zamanında <strong>Marmaris</strong>‘ten yapılan sığla yağı<br />
ihracatından kaynaklandığını unutmamak gerekir…<br />
Günlük ağaçlarından sağlanan sığla yağının diğer<br />
bitkilerden elde edilenlerle birlikte tıbbın babası olan<br />
Hippokrates (MÖ.460-377-Ġstanköy) döneminden<br />
baĢlayarak ilaç olarak kullanıldığını bazı kaynaklardan<br />
öğreniyoruz. MS. 3. yüzyılda yaĢamıĢ ve mide ülserinden<br />
rahatsızlık çeken Roma Ġmparatoru Caracalla, zamanın<br />
sağlık merkezlerinden olan Epidaurus, Kos ve<br />
Bergama‘daki sağlık merkezlerinde (Asklepion) tedavi<br />
görmüĢtür. Bergama Asklepion‘unda günlük ağacından<br />
çıkartılan sığla balsamı, çam reçinesi ve diğer bitkilerden<br />
elde edilen doğal ilaçlarla tedavi görüp Ģifa bulduğunu<br />
153
azı yabancı kaynaklardan rehberliğimin ilk yıllarında<br />
öğrenmiĢtim.<br />
<strong><strong>Marmaris</strong>'in</strong> ‘Günnücek Milli Parkı’ndaki günlük<br />
ağaçları<br />
Bu ağaç türünün ve salgıladığı balsamın ağacın<br />
gövdesinden istihsalinde kabukların (kapçık) presten<br />
geçirilip yağının ayrıĢtırılmasından sonra arda kalan posa<br />
kurutularak buhur (tütsü) elde edilir. Ansiklopedik bilgilere<br />
göre; Eski çağlarda bazı tapınak ve ibadet yerlerinde<br />
tanrılaĢtırılan veya kutsallaĢtırılan kralların onuruna<br />
günlük ağacı kabukları yakılırdı. Kudüs tapınağında koku<br />
sunağı vardı. Burada her gün günlük yanardı.<br />
Hıristiyanlığın ilk yıllarında bir pagan geleneği olduğu<br />
gerekçesiyle günlük yakmaktan vazgeçilse de 4.<br />
yüzyıldan itibaren kilise bu geleneği benimsedi. O zaman<br />
günlük dumanının insanların dualarının göğe yükseliĢini<br />
simgelediğine ve hatta Ģeytanın bu kokudan korkup o<br />
yerden uzaklaĢtığına inanılırmıĢ. Dumanının antiseptik<br />
özellik taĢıdığı bugün de tıbben kabul edilmiĢtir. Ġslam<br />
dininde ve kutsal kitap Kuran-ı Kerim‘de bildiğimiz<br />
kadarıyla günlük yakmak hakkında bir ayet bulunmamakla<br />
birlikte bazı özel dini günlerde kandil ve mevlitlerde ve<br />
hatta vefatlarda günlük yakıldığını, <strong>Marmaris</strong> ve<br />
çevresinin vatanı olan günlük ağacından bu ürünün<br />
154
sağlanmasının kolay olması nedeniyle de yerli halk<br />
tarafından özel günlerde halen uygulandığını biliyoruz..<br />
Günlük ağacı gövde kesiti<br />
Günlük Ağacı her yerde görülen veya yaĢayan bir<br />
bitki türü değildir. Bu yüzden böyle ender görülen bitki<br />
türlerine bitki biliminde (Botanik) ―Endemik‖ sıfatı<br />
verilmiĢtir. Latince‘de adı ―Liquidambar Orientalis‖ olarak<br />
geçer. Tohumlu bitkiler kategorisinde olup<br />
Güvercinağacıgiller (Hamamelidaceae) familyasındandır.<br />
Boyları 20 m. kadar yükselebilir. Yaprak dökücü türdendir.<br />
Yapraklar palmat 5x10, 6x13.5 loplu yumurtamsı,<br />
dikdörtgenimsi ve yarı keskin sivri uçlu, kenarda oyukludiĢli<br />
veya testere diĢli, tüysüz veya nadiren ana<br />
damarların alt taban kısmında kısa kümesi tüylüdür.<br />
Meyveli baĢlar 2,5-3 sm. çapında, sarkıcıdır. Her ġubat<br />
ayının baĢında tomurcuklanma baĢlar. Yapraklarını Kasım<br />
ayı sonunda döker. Deniz seviyesinde ve 800m<br />
yüksekliğe kadar olan sulak ve batak yerlerde yetiĢir.<br />
Ömürleri, iĢletmecilerin ifadesiyle binlerce yıldır. Yeter ki<br />
bakımı iyi yapılsın, ağaç gereksinim duyduğu yeterli suyu<br />
bulsun ve yaĢama ortamı bozulmasın. Ağacın<br />
gövdesinden özellikle sıcak yaz aylarında alınan yağın adı<br />
―Ak günlük‖, sonradan elde edilen buhur olmuĢ siyah<br />
haline de ―Kara günlük‖ denir. Bu gün yeryüzünde nesli<br />
tükenmekte olan bu ağaç türüne ülkemizde Güney ve<br />
güneybatıdan baĢka yer ve kıta olarak sadece Kuzey<br />
155
Amerika (Kaliforniya) Kuzey Afrika ve Hindistan‘da<br />
rastlanmaktadır. Türkiye‘de günlük ağaçları Muğla Ġli<br />
hudutları içinde <strong>Marmaris</strong>, Köyceğiz, Dalaman, Fethiye ve<br />
az sayıda olmak üzere Denizli Ġline bağlı Acıpayam ilçesi<br />
ile Antalya Ġli Sütçüler bölgesinde vardır. Ġklim yapısı sıcak<br />
ve suyu bol, yumuĢak zeminde yaĢayan bu ağaçların<br />
kökleri Ģemsiye gibi açılıp toprak yüzeyine yakın<br />
olduklarından satıh sularıyla beslenirler. Ülkemizde<br />
bulundukları bölgelerde özellikle turizmin getirdiği<br />
canlılıktan yararlanmak için göç ederek gelen ve her yıl<br />
artan nüfus nedeniyle merkezdeki su tüketimini<br />
karĢılamak için dere yatakları ve doğal pınarların<br />
çevresine açılan artezyenler ağaçların kurumalarına<br />
neden olmuĢtur. Bundan ayrı olarak yangın, çevresel atık<br />
ve kirlilikler, sığla yağı ve buhur istihsalinin bilinçsizce<br />
yapılması gibi nedenler yüzünden de günlük<br />
ormanlarındaki bu nadide ağaç nesli tükenmekte olan<br />
birçok hayvan, balık ve bitki türünde olduğu gibi sessizce<br />
gözden kaybolmaktadır. 1940‘lı yıllarda 6300 hektar olan<br />
sığla istihsali neredeyse 1000 hektara düĢmüĢtür. ĠĢte,<br />
bizi de ihtisas konumuz olmadığı halde böyle bir araĢtırma<br />
yazısı yazmaya sevk eden ana neden de bu olsa gerektir.<br />
‘Grup Doğayla BarıĢ, Çevre ve Sanat Derneği‘<br />
baĢlattıkları bir proje ile ‗Akdeniz‘in Tılsımı‘ adını<br />
verdikleri bu ağaçları tanıma, tanıtma, koruma ve<br />
çoğaltma kapsamında bir proje baĢlatmıĢlar, bu konuda<br />
çok yararlı çalıĢma ve yayınlar yapmaktadırlar. Proje<br />
koordinatörlüğünü sayın Hakkı Çopuroğlu‘nun yaptığı bu<br />
çalıĢmalarda emeği geçen üyelere teĢekkür ediyorum.<br />
Geçtiğimiz yıllarda bir gazete haberinde ―Sığlaya<br />
DNA testi‖ baĢlıklı bir yazı yayınlandı. Muğla Üniversitesi<br />
Eğitim Fakültesi öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Biyolog<br />
Sayın Belgin Göçmen TaĢkın‘ın ―Türkiye‘deki Relikt<br />
Endemik Sığla Ağacı Popülâsyonlarında Genetik<br />
ÇeĢitliliğin Ġzoenzimleri ve RAPR Belirteçler Yardımıyla<br />
Saptanması‖ adlı bir proje oluĢturulduğuna değinilerek<br />
156
Sayın TaĢkın‘ın Ģu açıklamalarına yer veriliyordu.<br />
(Hürriyet Ege eki 25.02.2005)<br />
―Halk arasında günnük adıyla da bilinen günlük<br />
sığla ağaçları baĢta ilaç sanayi ve parfümeri sektöründe<br />
olmak üzere bir çok alanda kullanılıyor. Tarla açma ve<br />
turizm faaliyetleri nedeniyle sayıları hızla azalıyor. Sığlalar<br />
yok olma tehlikesiyle karĢı karĢıyalar. 20. yüzyıl<br />
baĢlarında Muğla Ġl genelinde 6321 hektarlık alanda sığla<br />
ağacı vardı. Bugün, 1337 hektarlık alanda sığla yetiĢiyor.<br />
1999‘da 9463kg. sığla yağı elde edilirken bu rakam 2002<br />
yılında 3108 kg. düĢtü. Ağacın ekonomik değeri çok<br />
yüksektir. Sığla ağaçlarının bu güne kadar genetik yapısı<br />
araĢtırılmadı. Bu araĢtırmalar sonucunda yok olma<br />
tehlikesi bulunan sığla ağaçları koruma altına alınacak.<br />
Proje, dünyada ilk olma özelliği taĢıdığı için TUBĠTAK‘ tan<br />
destek geldi. Proje maliyetinin tamamını TUBĠTAK<br />
karĢılayacak. Uygulamaya Mart ayında baĢlayacağız.<br />
Belirlenen bölgelerde 50 m. arayla sığla ağaçlarının<br />
yapraklarından örnekler alınacak. Bunlar üzerinde bitkinin<br />
yapısını inceleyen RAPD analizi, DNA testleri<br />
uygulanacak ve modifiye edilmiĢ boyama yöntemleri<br />
kullanılacak. Proje sonunda sığla ağaçlarının sistematiği<br />
ortaya çıkacak. Evrimi belirlenecek ve jeolojik zamanlarda<br />
kıtaların ayrılmasına iliĢkin bilgiler ortaya çıkacak. Ayrıca<br />
bu ağaçların korunmasına iliĢkin öneriler geliĢtirilecek‖<br />
deniliyordu.<br />
Memnuniyetle görüyoruz ki üniversitelerimizdeki<br />
genç öğretim görevlileri hocalarımız konunun önemine<br />
daha bilimsel yoldan yaklaĢarak çözüm ve yöntem<br />
bulmada arayıĢ içindeler. Bu konuda çalıĢmalarının hangi<br />
safhada olduğunu öğrenmek için telefonla aradığımız<br />
Sayın Belgin Göçmen TaĢkın bize sevindirici ve olumlu<br />
haberler verdi. Yukarıda gazetede verilen bilgiler<br />
içeriğindeki çalıĢmaların aynen yapıldığını bildirdi.<br />
TUBĠTAK‘ la ilgili proje baĢvurusunun bir kopyasını da<br />
internet adresimize hemen gönderdi. Kendisine göstermiĢ<br />
157
olduğu ilgi ve yardımlaĢma için buradan bir kez daha<br />
teĢekkür ediyoruz.<br />
Çocukluğumuzun <strong>Marmaris</strong>‘inde Ģimdi büyük bir<br />
özlemle yad ettiğimiz anılarımız içinde ―Günlük‖ veya o<br />
zamanki adıyla ―Günnücek‖ hep vardır. Bu cennet ve<br />
doğa harikası yer mesire ve dinlence yerimiz olarak<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in milli parkıydı. <strong>Marmaris</strong>li olup da kenarda<br />
köĢede, duvarda albümde kalmıĢ ve Günnücek‘te çekilmiĢ<br />
siyah-beyaz bir fotoğrafı olmayan yoktur‖ desem doğru<br />
söylemiĢ olurum. Ailecek veya tam ergenlik çağımızda<br />
arkadaĢlarla yürüyerek veya denizden Günnücek Parkına<br />
giderdik. Özellikle, sandalla gitmenin zevkine doyum<br />
olmazdı. Çatma Pınar‘ın baĢına kadar kürek çekerek bu<br />
cennet bahçesinin içinde olurduk. Günlük Ormanı içinden<br />
akıp giden çayların, derelerin coĢkusu, çıkardığı ruhu<br />
okĢayan ve dinlendiren ses hale kulaklarımdadır. ―Çatma<br />
Pınar‖, ―Kadın Azmağı‖ ve ―Killik Çayı‖ hepimizin günlük<br />
konuĢmalarımızda adının sıkça geçtiği nadide güzellikteki<br />
yerlerdi. Burada ağaçlara kurulan hamaklar, deniz<br />
kıyısında yakalanıp taze piĢirilip yenilen levrek, kefal,<br />
çipuraların tadı hala damağımızdadır. Hele anamız dolma,<br />
kuru bakla salatası, makarna yapar, babamızın çatma<br />
pınarın havuzunda ıslatılan ve neredeyse suyun<br />
soğukluğundan çatlamak üzere olan kocaman bir karpuzu<br />
kesmesi vardır ya.... adeta bunlar birer ibadettir, bir tür<br />
törendir. Genç kızlar, genç anneler kulaklarının arkasına<br />
bir tutam günlük dalı, defne, mersin, kekik veya piren dalı<br />
takar, bunlardan sofradaki toprak testi veya vazoya<br />
ıslatılırdı. Bülbüller, serçeler, güvercinler öter, sincaplar<br />
günlük ağacı meyveleri olan tırtıklı lopları diĢleriyle ―tıkır<br />
tıkır‖ ses çıkararak kırıp yerken bir yandan da yan gözle<br />
bizi izlerlerdi. Bunlardan soframıza kadar yaklaĢanlar bile<br />
olurdu. Bizden baĢlarına bir zarar geleceğinden<br />
korkmazlardı. Burası bir orman, piknik alanı değil, adeta<br />
bitkiler, kuĢlar, balıklar ekolünün yaĢadığı, bizi misafir<br />
kabul edip ağırlamak için azami gayreti, özveriyi<br />
158
gösterdiği ev sahipleriydiler. Pikniğin bitip, güneĢin battığı<br />
ve billur billur, gürül gürül akan derelerin suyunun<br />
kararmaya baĢladığı bir vakitte bu defa ev sahibi ailenin<br />
gündüz ortalıkta görülmeyen diğer fertleri de sahneye<br />
çıkar, ‗pev....pev‘ diye bağırıp çağırmaya baĢlarlardı.<br />
Bunlar, ‗Günlük Ailesi‘nin mensupları, ‗çakallarıydı. Sanki<br />
bize, ‖Sizi bu kadar ağırlayabiliyoruz, doğayı artık bize<br />
bırakın, herkes evine saman damına, hepinize güle güle‖<br />
demek ister gibiydiler.<br />
Değerli okurlar; Galiba burada biraz duygusallığa<br />
kaçtım. Nede olsa günden güne azalamaya, hatta<br />
kaybolmaya baĢlayan nice maddi ve manevi değerlerimizi<br />
genç kuĢaklarımızın görebilme olasılığı azalıyor. Bunların<br />
yaĢatılması için önce neler olduklarını bilmemiz, sonra da<br />
korunması konusunda bilimsel önlemler almamızın<br />
gerekliliğine inanıyorum.<br />
Günlük Ağaçlarında sığla yağı ve buhur istihsali<br />
ağaçların sağlıklarının bozulmaya, kuruyup sayılaının<br />
azalmaya baĢlamaları üzerine bölge genelinde bir iki saha<br />
dıĢında istihsali durduruldu. Orman Bölge<br />
Müdürlüklerindeki görevlilerden aldığımız bilgiler<br />
doğrultusunda Günlük orman ve sahaları her bölgeye<br />
göre numaralandırılmıĢ. 2005 yılında sadece 69 numaralı<br />
Çetibeli Günlük sahasına iĢletme izni verilmiĢ. Eskiden<br />
sığla istihsal iĢi Orman Bakanlığı ve dolayısıyla bölge<br />
müdürlükleri tarafından iĢçi temin edilerek uzman görevli<br />
gözetiminde yapılır, elde edilen tonlarca ürünün satıĢı<br />
yine adı geçen kurumun yetkilileri tarafından önce<br />
depolanıp sonra satıĢı yapılırdı. ġimdi öyle değil.<br />
Ülkemizde serbest pazar ekonomisi ve özelleĢtirme<br />
uygulaması gündeme geldiğinden bu yana iĢletmeye<br />
açılacak saha önce ihaleye çıkarılıyor. Muğla bölgesinde<br />
Çetibeli‘ndeki 69 numaralı iĢletme sahası dıĢında iĢlenen<br />
ve sığla istihsali yapılan saha olmadığını öğrendik.<br />
159
Günlük ağacından sığla yağı elde etme<br />
Sığla istihsalini ve iĢletmeyi yakından görmek ve<br />
hem de fotoğraf çekmek için güneĢli güzel bir havada tek<br />
iĢletme sahası olan TaĢan-Çamlık iĢletme sahasına gittik.<br />
Burada, eĢiyle beraber ağaçlardan ellerindeki özel kaĢıkla<br />
yağ çıkaran Sayın Ġsmet Baka ve eĢine sorular sorduk,<br />
yanıt aldık. Sayın Ġsmet Baka ve eĢi genç yaĢlarından<br />
bugüne kadar hep bu iĢi yapmıĢlar. Ġsmet Baka, aslen<br />
Ula‘lı olduğunu, yetmiĢi geçen yaĢıyla eskiye nazaran bu<br />
iĢte çalıĢmanın artık zor olmaya baĢladığını söylemek<br />
istese de, iĢini çok sevdiğini, bu iĢten ekmek yediğini, biri<br />
erkek diğeri kız iki çocuğunu da üniversitede okutarak<br />
oğlunun jeoloji mühendisi, kızının da öğretmen olmasına<br />
ekonomik desteği bu iĢten sağladığını söyledi. Bazı<br />
sorularımıza iĢini hiç bırakmadan yanıt vermeye çalıĢan<br />
Ġsmet Baka‘nın iĢ disiplini, yaptığı iĢinden zevk almasını,<br />
eĢiyle dayanıĢma içindeki görüntülerini doğrusu takdir<br />
ettik. Buradaki sahada iĢletmeyi ihaleyle geçen yıllarda<br />
olduğu gibi yine kendileri almıĢ. ġartnameye göre çapı<br />
(kutru) yirmi santim ve daha yukarı olan 1000 ağaçta<br />
üretim yaparak takriben 200kg.yağ çıkarmayı umuyorlar.<br />
(Bir ağaçtan takriben 200 gr. sığla yağı elde ediliyor.)<br />
Verilen bilgiye göre; Yağ istihsali için ağaçların<br />
gövdelerinde takriben 4–6 cm. en ve 70 cm derinliğinde<br />
kızartma yerleri açma ve temizlik iĢlemi her yılın Nisan‘da<br />
baĢlıyor. Çıkan yağlar belli aralıklarla ve özel kaĢıklarla<br />
toplanıp içinde sıcak su bulunan kazana boĢaltılıyor.<br />
160
Kazan dolar dolmaz ürün prese alınıp sıkılıyor. Preste<br />
sıkılarak suyu alınan yağ beton havuza akıyor. Geride<br />
kalan posa buhur olarak alınıp kurutulmak üzere sergiye<br />
alınıyor. Yağ ise tenekelere doldurularak yerli veya<br />
yabancı alıcılara satılıyor. Bu üretim Kasım ayı sonuna<br />
kadar devam ediyor.<br />
Sığla yağı ilaç ve kozmetik sanayinde kullanılır.<br />
Günlük yağı ve buhur, balcı, baharatçı ve aktar gibi bazı<br />
satıĢ yerlerinden temin edilir. Birçok hastalığa iyi geldiği,<br />
kuvvet ve peklik verici, yatıĢtırıcı, idrar arttırıcı, adet<br />
söktürücü, romatizma ağrılarını dinlendirici ve sindirim<br />
sistemini özellikle mide ve bağırsak rahatsızlıklarını<br />
giderici özellikleri olduğu biliniyor.<br />
Günnücek Milli Parkı ve günlük, çam, defne ağaçları arasından<br />
bize göz kırpan <strong>Marmaris</strong> Körfezi<br />
―<strong>Marmaris</strong>‘in Günlük Ağaçları‘ adlı araĢtırma küçük<br />
bir kitapçıkta ayrı olarak <strong>Marmaris</strong> <strong>Belediyesi</strong> tarafından<br />
bastırılıp yayınlandı. Bu çalıĢmayı güzel ülkemiz,<br />
topraklarımız ve üzerindeki nadide ağaçların bilinmesi,<br />
korunması, tanıtımı için yaptım. <strong>Marmaris</strong>‘in Günlük<br />
Ağaçları‘ adlı araĢtırmamı aĢağıdaki cümlelerle<br />
sonlandırıyorum:<br />
Hepimizin bildiği ve bilmesi gerektiğine inandığımız<br />
bir özellik Ģudur. Buna ayrıcalık da diyebiliriz. Anadolu<br />
coğrafyası değiĢik topografik yapı ve iklimlere sahip<br />
olması dolayısıyla geçmiĢten günümüze bazı canlı<br />
türlerinin ortaya çıkması için bir laboratuardır. Bunun canlı<br />
161
türlerinin çok az değiĢime uğrayarak günümüze kadar<br />
gelmesinde ise müze gibi görev yaptığı bir gerçektir.<br />
YaĢamakta olduğumuz 21. yüzyılın dünya kamuoyunda<br />
biyoloji yüzyılı olacağı yönünde çok güçlü bir inanıĢ vardır.<br />
Yine okuduğumuz kitaplarda, izlediğimiz TV yayınları ve<br />
belgesellerde görüyoruz ki dünyadaki ekosistemlerin canlı<br />
kısmının önemli bir bölümünü bitkiler oluĢturmaktadır.<br />
Elektrik düğmesi nasıl aydınlığın ve karanlığın kumandası<br />
ve sigortası ise bitkiler de tüm canlılığın kumandası ve<br />
sigortası konumundadır. Bitkiler olmadan oksijen ve besin<br />
olmaz. Ġnsan dahil Eko Sistemdeki tüm canlıların ayrı<br />
görevleri vardır. Eğer bu canlıların yok oluĢuna göz<br />
yummaya devam edecek olursak görevler yerine<br />
getirilmeyecek ve zinciri oluĢturan halkalar kopacaktır.<br />
Her canlı türünü bir halka, tüm canlıları ve yaptıkları<br />
görevleri de bir zincir olarak düĢünebiliriz. Bu halkaların<br />
kopmaması, zincirin parçalanmaması için öncelikle<br />
çevremizdeki canlı türlerini iyi tanımamız gerekir. Böylece,<br />
tanıdığımız bildiğimiz Ģeyleri daha iyi koruyup<br />
kollayabiliriz. Bunları ben değil, bilim ve çalıĢanları<br />
söylüyor...<br />
162
.<br />
Marina arkasında <strong>Marmaris</strong> Milli Parkı ve Günlük<br />
Ağaçları<br />
163
Ġkinci Bölüm<br />
YEREL GAZETE YAZILARIMDAN SEÇMELER<br />
NATO VE ANIMSATTIKLARI<br />
NATO, Ġngilizcesi ‗North Atlantic Treaty<br />
Organization‘ sözcüklerinin baĢ harflerinden oluĢmuĢtur.<br />
Türkçesi ‗Kuzey Atlantik AntlaĢması Örgütü‘ dür. Bilindiği<br />
üzere bu kuruluĢ 2. Dünya SavaĢı sonrası oluĢan siyasi<br />
ve askeri ortamda 9 Nisan 1949‘da Washington<br />
AntlaĢması ile kurulan kolektif bir savunma örgütüdür.<br />
Özetle anılan antlaĢmanın üçüncü, dördüncü ve beĢinci<br />
maddelerinde üye ülkelerin ortak savunma için<br />
yeteneklerini geliĢtirmeye, herhangi bir üyenin toprak<br />
bütünlüğü, siyasî bağımsızlık ve güvenliği tehlikede<br />
olduğunda bir araya gelmeyi ve herhangi birine<br />
saldırıldığında bu saldırının hepsine karĢı yapılmıĢ bir<br />
saldırı olarak kabul etmeyi taahhüt eder.<br />
Türkiye bu örgüte Yunanistan‘la birlikte eĢ zamanlı<br />
olarak 1952 yılında kabul edilmiĢtir. En son Arnavutluk ve<br />
Hırvatistan‘ın katılımıyla NATO‘ya üye ülke sayısı 28<br />
olmuĢtur. NATO‘da görev yaptığım 1960‘lı ve 70‘li<br />
yıllarda örgüte üye sayısı 15 veya 16 ülkeydi. ġimdi<br />
neredeyse bu rakam ikiye katlanmıĢ. Avrupa Birliğinin<br />
kuruluĢundan bugüne de yıldan yıla artan üye ülke<br />
sayısının 27 ile neredeyse NATO üyesi ülkeler sayısına<br />
ulaĢtığı bir gerçektir. Ancak Güney Kıbrıs‘ın üyeliği bizde<br />
aranan Ģartlara haiz olmadığı halde kolayca gerçekleĢince<br />
bizi daha ne zaman olacağı belli olmayan bekletmenin<br />
maksatlı olduğu gerçeğini de burada vurgulamalıyım.<br />
Sovyet Rusya Blok Ülkelerle birlikte güçlü bir tehdit<br />
oluĢtururken Avrupa‘nın doğusunda en güçlü NATO<br />
Kalkanı‘ olarak tanımlanan Türkiye, tehlike geçince Ģimdi<br />
AB dıĢında tutuluyor. Bunun yorumunu artık sağır sultanın<br />
bile böyle yapmakta olduğunu düĢünüyorum…<br />
164
Muvazzaf bir asker olarak yurt içi ve yurt dıĢında<br />
toplam sekiz yıl NATO‘da çalıĢmıĢ olmam nedeniyle<br />
yazacak, söyleyecek çok konu ve anılarım vardır.<br />
Bazılarına zamanı ve yeri geldikçe günlük bir gazete<br />
yazısına sığacak kadarıyla kısaca değinir, siyasi<br />
geliĢmeler ve olayları değerlendirip kendimce eski ile<br />
bugünü kıyaslarım. Bunlardan birini siz okurlarımla bu<br />
yazımda paylaĢmak istiyorum. Bunu yaparken biraz<br />
geçmiĢe dönmemiz gerekiyor.<br />
Yıl 1989, bundan tam 20 yıl önce doğup büyüdüğüm<br />
<strong>Marmaris</strong>‘te emeklilik yaĢamımı sürdürüyorum.<br />
Bulgaristan‘da Türk asıllı soydaĢlarımıza büyük bir baskı<br />
ve soykırım uygulaması yapıldı. Henüz, NATO‘ya karĢı<br />
cephe olan ―Varsova Paktı‖ ile birlikte Berlin duvarı<br />
yıkılmıĢ değildi. Yarım milyona yakın soydaĢ Türk<br />
Trakya‘sına kaçıp sığındılar. NATO, basından takip<br />
ettiğim kadarıyla bir Ģey yapmıyor, yapamıyordu. Bu<br />
durumdan büyük bir üzüntü duyup tepkimi, belirtmek<br />
istedim. Görev yaptığım Belçika‘nın Brüksel‘deki NATO<br />
Genel Sekreterliğine Ġngilizce bir mektup yazdım. Bu<br />
mektubun Türkçe içeriği aĢağıdadır. Anılan mektupta<br />
NATO‘yu kuruluĢundaki antlaĢma hükümlerini yerine<br />
getirmeye çağırdım. 15 Haziran 1989 tarihinde yazdığım<br />
mektuba 4 Temmuz 1989 tarihinde zamanın NATO Genel<br />
Sekreteri Alman Malfred Wörner‘den aldığım Ġngilizce<br />
yanıtın Türkçe özeti de aĢağıdadır.<br />
Ulusal basın bu olayı duymuĢ olacak ki beni Milliyet<br />
Gazetesi Yazı ĠĢleri Müdürlüğünden aradılar. Amacın,<br />
―Olayı bir de benim ağzımdan öğrenip, doğrulamak‖<br />
olduğu söylendi. Ben de herhangi bir gizlilik taĢımayan bu<br />
mektupların karĢılıklı olarak yazılmıĢ olduğunu ifade ettim.<br />
Bunu Milliyet Gazetesi 7 Ağustos 1989 tarihinde baĢ<br />
sayfada haber yaparak yayınladı. O günkü gazetenin bu<br />
haberi içeren kupürlerini dosyamda saklamıĢtım. Onları<br />
da fotoğraflarını çekerek aynen yazıma aldım.<br />
165
Bu vesileyle, 1988‘den öldüğü yıl olan 1994 yılına<br />
kadar büyük bir baĢarıyla 6 yıl NATO Genel Sekreteri olan<br />
Türk dostu merhum Malfred Wörner‘i bir kez daha<br />
saygıyla, rahmetle anıyorum. Bilindiği üzere VarĢova<br />
Paktı ve Demir Perde Berlin Duvarı ile birlikte bir yıl sonra<br />
yıkılıp tarihe karıĢınca bu olay da birçok benzerleri gibi<br />
tarihin sayfalarında kaldı. Bulgaristan‘da ve daha sonra<br />
Sırpların Bosna-Hersek‘te ‘sergiledikleri katliam ve<br />
insanlık suçunun durdurulmasında NATO‘nun yaptığı<br />
görev unutulmamalıdır. Bu müdahalede NATO adına<br />
görev yapan Türk Hava Kuvvetlerimizin de katkısı vardır.<br />
NATO Genel Sekreterinin Erol Uysal'a verdiği resmi yanıt<br />
166
Erol Uysal‘ın NATO Genel Sekreterliğine yazdığı<br />
Ġngilizce mektubun Türkçe özeti Ģöyledir:<br />
―Sayın Genel Sekreter; Ġçinde bulunduğumuz<br />
günlerde Bulgaristan‘da yaĢamakta olan soydaĢlarımıza<br />
karĢı Bulgar Hükümeti büyük boyutta insanlık suçu<br />
iĢlemektedir. SoydaĢlarımızı Bulgaristan‘dan sınır dıĢına<br />
gitmeye, kalanlar asimile edilmeye zorlamakta, direnenler<br />
katledilmektedir. Bu olay Türklere karĢı önceden<br />
planlanmıĢ bir tür soy kırıma dönüĢmüĢtür. Bundan ayrı<br />
olarak VarĢova Paktı‘na üye olan bir devlet komĢusu<br />
Türkiye‘yi ve NATO‘yu adeta yok sayıp tahrik ve tecavüz<br />
boyutuna varan mütecaviz bir tutum sergilemektedir.<br />
Açıkça belirtmem gerekirse, yıllarca NATO‘da görev<br />
yapmıĢ emekli bir asker olarak NATO‘nun yukarıda<br />
değindiğim geliĢmelere ilgisiz kalmıĢ görünmesini hayret<br />
ve üzüntü ile takip ediyorum. Oysa NATO AntlaĢmasının<br />
ilgili maddelerinin bu vahim geliĢme karĢısında<br />
uygulamaya konulması gerektiğini düĢünüyorum. Bu<br />
konuda NATO Delegasyonlarının özel bir toplantı yaparak<br />
bir bildiri ile Bulgaristan Hükümetini suçlaması,<br />
Bulgaristan‘da yaĢayan Türkler üzerinde uygulanmakta<br />
olan düĢmanca ve insanlık dıĢı politikadan acilen<br />
vazgeçilmesi istenmelidir.<br />
Saygılarımla… Erol Uysal, E. Tank Kd. BĢçvĢ. 15<br />
Haziran 1989<br />
NATO Genel Sekreteri Manfred Wörner‘in Erol<br />
Uysal‘a yanıtı:<br />
Sayın Erol Uysal; 15 Haziran 1989 tarihli<br />
mektubunuza teĢekkür ederim. Bulgaristan‘ın<br />
soydaĢlarınıza karĢı yapmakta olduğu insanlık dıĢı<br />
iĢkence ve tehcir politikası için duyduğunuz üzüntüye<br />
aynen katılıyorum. Sizi temin ederim ki; Bu konu NATO‘da<br />
ve bağlı birimlerde öncelikli konu olarak ele alınmaktadır.<br />
Müttefik ülkeler hem Sofya hem de diğer bazı ülkeler<br />
167
nezdinde Türk azınlığının lehine olacak giriĢimlerde<br />
bulunulmaktadır. Bu konuda Avrupa Ġnsan Hakları<br />
Komisyonunun harekete geçirilerek Bulgaristan‘ın Türk<br />
azınlıklar üzerine uygulanmakta olan insanlık dıĢı<br />
politikadan biran önce vazgeçirilmesi konusunda gereken<br />
düzeltmeleri yapması istenmiĢtir. Bu konu NATO‘nun<br />
öncelikli meselelerinden birisi olarak gündemimizdedir.<br />
Ayrıca Avrupa Ġnsan Hakları Koruma Bildirgesine imza<br />
atmıĢ ülkeler konu üzerinde yoğun çalıĢmaktadır. Burada,<br />
30 Mayıs 1989 tarihli bildirgede tüm NATO üyesi<br />
devletlerle Avrupa Ġnsan Hakları Koruma AntlaĢması<br />
maddelerinin öncelikle uygulamaya konulması konusunda<br />
giriĢimlerin olduğunu size duyurmak isterim. Ġmza M.<br />
Wörner 04 Temmuz 1989<br />
07 Ağustos 1989 Tarihli ‗Milliyet Gazetesi‘nin ön<br />
sayfasındaki haberde konuyla ilgili yazı baĢlığı:<br />
―WÖRNER, SESSĠZ KALMIYORUZ‖ olmuĢtu. Haber<br />
Ģöyle devam etmiĢti. ―Yıllarca NATO‘da çalıĢan Emekli<br />
Astsubay Erol Uysal NATO Genel Sekreterine Bulgar<br />
zulmüne sessiz kalınmasını eleĢtiren mektup yazdı. Genel<br />
Sekreter Manfred Wörner de yanıtında, Sessiz<br />
kalmıyoruz‖ dedi… 17.04.2009<br />
Milliyet Gazetesinin bu konu ile ilgili yaptığı habere<br />
yukarıda kısaca yer verdim. Onları buraya tekrar<br />
yazmadım. Sadece anılan gazete kesiti ve fotoğrafı<br />
ekledim. <strong>Marmaris</strong>‘te Yerel bir gazetede de yayınlanan bu<br />
yazıma önemine binaen yayınlanacak olan kitabımın son<br />
rötuĢlarını yaptığım günlerde ve takriben olaydan 22 yıl<br />
sonra aĢağıdaki eklemeyi yapmayı da uygun buldum.<br />
Değerli Okurlar; Son yıllarda ülkemiz siyasi açılımlar<br />
konusunda önemli konukları ağırladı. Danimarka<br />
BaĢbakanı Rasmussen, ABD BaĢkanı Obama ülkemize<br />
geldiler. Türkiye, ―Rasmussen‘in NATO Genel<br />
Sekreterliğine atanmasına, Fransa‘nın NATO‘ya tekrar<br />
alınmasına bazı koĢullar yerine getirilmedikçe‖ deyip<br />
168
çekince koyamadı. Bunları ABD istiyordu ve bu isteği<br />
yerine getirdik. ġimdi sırada baĢka isteklerin yerine<br />
getirilmesi var. Bunların neler olduğunu önümüzdeki<br />
günler bize gösterecek. Dünyada milli çıkarlarından hiç<br />
taviz vermeyen komĢular, ülkeler, siyaset adamları var.<br />
Bunlara birkaç örneği en yakınımızdakilerden verecek<br />
olsam, Yunanistan‘ın Makedonya, Kıbrıs ve Ege<br />
sorunlarında, Ermenistan‘ın milli politikaya dönüĢtürdüğü<br />
sözde soykırım ve Azerbaycan-Karabağ‘ı iĢgali<br />
meselesinde, Talabani‘nin PKK‘ya silah bıraktırmaya<br />
yanaĢmaması ilk akla gelenler olur. Siyaseti, milli<br />
politikayı hükümetler yapar ama halkın, üniversitelerin,<br />
birey olarak vatandaĢın da sorumlulukları vardır. Milli<br />
politikanın takip ve yürütülmesinde, halkın<br />
bilinçlendirilmesinde sivil toplum kuruluĢlarına büyük<br />
görevler düĢer. Milli politika siyaset dıĢıdır. Milli politikanın<br />
sağlam ve hayati temeller üzerine oturmasında sivil<br />
üstünlük (inisiyatif) hareketine ihtiyaç vardır. Bunun güçlü<br />
olduğu yer ve zeminde kolay kayma olmaz. Türkiye<br />
Cumhuriyetini kuran büyük önder Atatürk‘ün milli<br />
politikaya verdiği önem ve değeri O‘nun derin ve geniĢ<br />
ufkunu belli eden anlamlı sözlerinde bulabiliriz. ĠĢte<br />
bunlardan sadece birisi olan ve Hürriyet ve Bağımsızlık<br />
üzerine aĢağıda söyledikleridir:<br />
―Hürriyet ve Bağımsızlık benim karakterimdir. Ben<br />
milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından<br />
olan bağımsızlık aĢkı ile yaratılmıĢ bir adamım.<br />
Çocukluğumdan bugüne kadar ailevi, hususi ve resmi<br />
hayatımın her safhasını yakından tanıyanlarca bu aĢkım<br />
bilinir. Bence bir millete Ģerefin, haysiyetin, namusun ve<br />
insanlığın yerleĢmesi ve yaĢaması mutlaka o milletin<br />
hürriyet ve bağımsızlığına sahip olmasına bağlıdır. Ben<br />
Ģahsen bu saydığım özelliklere çok ehemmiyet veririm ve<br />
bu özelliklerin kendimde varlığını iddia edebilmek için<br />
milletimin de aynı özellikleri taĢımasını Ģart ve esas<br />
bilirim. Ben yaĢayabilmek için mutlaka bağımsız bir<br />
169
milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık<br />
bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin<br />
menfaatleri gerektirdiği takdirde insanlığı teĢkil eden<br />
milletlerden her biriyle uygarlık gereği olan dostluk ve<br />
siyaset iliĢkilerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim.<br />
Ancak benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir<br />
milletin de bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız<br />
düĢmanıyım. 1921 (Mart 2011)<br />
170
NOEL BABA VE MERSĠN AĞACI<br />
Hıristiyan dünyasında Noel Baba, asıl adıyla Aziz<br />
Nicholas iyi eğitim görmüĢ, kendini insanlara adamıĢ,<br />
yardım sever kiĢiliğiyle bilinir. Özellikle çocuklara<br />
hediyeler veren Aziz Nicholas için yazılmıĢ birçok hikaye,<br />
söylence vardır. Örneğin, zamanında zengin olan ve<br />
evlenme çağına gelmiĢ üç kızı bulunan bir tüccar iflas<br />
edip muhtaç duruma düĢünce çok sıkıntılı günler<br />
yaĢamaya, hatta intihar etmeyi düĢünmeye bile baĢlar.<br />
Bunu öğrenen Nicholas bir gece bu ailenin evinin<br />
bacasından aĢağı bir kese dolusu altını bırakır gider.<br />
Sabah ocağın içinde altınları gören aile çok sevinir.<br />
Bozulan iĢlerini yeniden rayına koyup kızlarını<br />
evlendirirler. Her yıl Aralık ayının sonunda kutlanan<br />
‗Noel‘de yaĢanan canlılık ve tatil Ġsa Peygamberin<br />
doğumunun kutlamasıyla beraber bu Aziz‘i de hatırlama,<br />
ona sevgi, saygı sunmak için yapılır.<br />
Bazı Batı ülkelerinde Noel Baba‘ya değiĢik adlar<br />
verilmiĢtir. Örneğin, Fransa‘da Pere Noel, Ġngiltere‘de<br />
Father Christmas, Amerika‘da Santa Claus, Almanya‘da<br />
Heilige Nikolaus gibi isimlerle tanınır. Ülkemizde ise ‗Noel<br />
Baba‘ olarak bilinen bu din adamının asıl adı Aziz (Seant)<br />
Nicholas‘tır. Miladi 245 yılında Antalya-Fethiye arasındaki<br />
antik Ģehir olan Patara‘da (GelemiĢ) doğmuĢ, 326 yılında<br />
da Demre‘de (Myra) ölmüĢtür. Bu din adamının doğum<br />
yeri olan Patara MÖ. 5. yüzyılda Likya Federasyonuna<br />
bağlı 6 önemli Ģehirden birisi olmuĢ ve daha sonra Aziz<br />
Nicholas döneminde Demre‘nin (Myra) piskoposluk<br />
merkezi yapılmasıyla ün kazanmıĢtır. Ölümünden sonra<br />
Aziz Nicholas için Demre‘de bir kilise yapılmıĢ, değiĢik<br />
dinlere mensup gezginler burayı Efes - Meryem Ana evine<br />
veya Seant John (Aziz Yuhanna) kilisesine olduğu gibi<br />
ziyarete baĢlamıĢlardır. Kilise, Cumhuriyet döneminde<br />
onarılarak müzeye dönüĢtürülmüĢ ve ziyaretlere<br />
171
açılmıĢtır. Burada her yıl Aralık ayının ilk haftasında Kültür<br />
ve Turizm Bakanlığı ve Demre (Kale) <strong>Belediyesi</strong>nin<br />
iĢbirliğiyle ‗Noel Baba Kutlama ve Anma Etkinliği‘ yapılır.<br />
Bu etkinliğe çoğunluğu yerli ve yabancı turistler katılır. Bu<br />
yıl ki kutlamaya 15 yeni evlenecek çift davet edilmiĢ olup<br />
Demre‘deki kilisede nikâhları kıyılacak. Antalya‘da<br />
otellerde konaklayan takriben 500 kiĢilik davetli de törene<br />
katılarak nikah, ayin ve diğer etkinliklerde hazır<br />
bulunacaklar. Ayrıca, Devlet Filarmoni Orkestrası kilise<br />
önündeki meydanda konser verecek.<br />
GeçmiĢ yıllarda yine bir Aralık ayı baĢında böyle bir<br />
etkinlikte bulunmuĢtuk. Ancak yörede Aralık ayı içerisinde<br />
havanın yağıĢlı olması açık alanda yapılacak gösteri ve<br />
etkinlikleri olumsuz etkileyip iptale neden olmuĢtu.<br />
Noel Baba‘nın doğduğu ve yaĢadığı yerin aslında<br />
Antalya Ġlimize bağlı Akdeniz kıyısındaki Patara ve Demre<br />
yerleĢim yerleri olduğu Batı‘da fazla bilinmiyor. Ancak Ġncil<br />
dahil dini kitaplarda Aziz Paul‘ün (Hz. Yahya) Roma‘ya<br />
çağrılıp orada katledilmesinden önce liman Ģehri Demre‘yi<br />
(Myra-Andriace-Çayağzı)) ziyareti, burada tekne<br />
değiĢtirmesi portakallarıyla da ünlü bölgenin önemini daha<br />
da arttırmıĢ. Zaten Aziz Nicholas‘dan önce bu bölgede<br />
binlerce yıl yaĢayan bir medeniyet hüküm sürmüĢtü.<br />
Bunun somut kanıtı Demre‘deki (Myra) antik Ģehir<br />
kalıntılarıdır. Benzetmek gerekirse toplu konut tarzında<br />
yontulmuĢ kaya mezarları (Nekropol) ve tiyatro bunlardan<br />
bugüne kadar ayakta kalmıĢ ve iyi korunmuĢ antik<br />
yapılardır. Doğal olarak zengin medeniyet geçmiĢi ve dini<br />
açıdan Piskoposluk merkezi olan Myra, Aziz Nicholas‘ın<br />
döneminde de Hıristiyanlık açısından daha fazla ilgi ve<br />
üne kavuĢmuĢtur. Ġtalyan denizci veya tacirler buranın<br />
dini, manevi ve ticari önemini düĢünerek 1087 yılında<br />
Demre‘ye gelmiĢler, buradaki eserleri yağma edip<br />
gemilerine yükleyerek Ġtalya‘nın ‗Bari‘ Ģehrine<br />
götürmüĢlerdir. Bunların arasında Aziz Nicholas‘a ait lahit<br />
içinde kalan kemikler de bulunuyormuĢ. Yağmacılar<br />
172
aldıkları kemiklerle birlikte birçok antik eseri de buradaki<br />
kiliseye satıĢlar. Daha sonra Bari‘deki kilise yenilenerek<br />
Avlusuna bir lahit konmuĢ, Demre Kilisesindeki lahitten<br />
çalınan kemikler de bunun içine konup, ―Aziz Nicholas‘<br />
Bari‘de öldü, buraya gömüldü‖ denilerek Hıristiyanlar için<br />
bir tür haç yeri oluĢturulmuĢtur. Bu olay Hıristiyan<br />
dünyasında bayağı tutmuĢ, o günden beri Ġtalya‘nın ‗Bari‘<br />
Ģehri önemli bir ziyaret yeri olarak her yıl yüz binlerce<br />
turiste ev sahipliği yapmaya baĢlamıĢtır. Halen,<br />
Demre‘deki kilisede Aziz Nicholos‘a ait olduğu bilinen bir<br />
mermer lahit ile diğer din ve kilise görevlilerine ait birkaç<br />
lahit mezar vardır. Demre‘deki kiliseden kurtarılan bazı<br />
objeler ise bu gün Antalya müzesinde sergilenmektedir.<br />
1960‘lı yılların bir Aralık ayında, rahmetli hocamız<br />
‗Halikarnas Balıkçısı‘ takma adıyla da bilinen merhum<br />
rehber-yazar Cevat ġakir Kabaağaçlı ile Efes turundaydık.<br />
Sohbet sırasında konu ‗Noel ve Noel Baba‘ya gelmiĢti.<br />
Demre‘deki kiliseye bir gurup din adamını götürdüğünü,<br />
onlara rehberlik yaptığını söyleyerek sözü Aziz‘in<br />
mezarına getirmiĢ ve Ģunları söylemiĢti. ―Ġtalyanlar ticareti<br />
iyi bilirler. Ne de olsa ataları Cenevizli, Venediklidir.<br />
Demre‘deki kilisede bulunan beyaz mermerden yontulmuĢ<br />
lahit‘in kapağını kırıp açınca içinde sadece insan kemikleri<br />
görüp hayali sukuta uğrarlar. Belli ki onlar küp dolusu altın<br />
veya para umuyorlarmıĢ. O anda ilahi bir koku onlara<br />
mucize gibi gelmiĢ. Söylenceye göre güzel ve ritüel bir<br />
kokunun etkisinde kalıp bir ara kendilerinden bile<br />
geçmiĢler. Bir defa daha dikkatli bakmıĢlar ki lahdin<br />
içinden gelen bu güzel koku halen tap taze yeĢil durmakta<br />
olan mersin bitkisindenmiĢ. Lahdin altındaki küçük bir<br />
delikten çıkıp büyüyen mersin fidanı bu Aziz‘in mezarını<br />
kokuya bürümüĢ. O mersin bitkisini de kökünden söküp<br />
Aziz‘in kemikleriyle birlikte götürmüĢler‖...<br />
Merhum Kabaağaçlı‘nın anlattıklarına ben de birkaç<br />
cümle ile yorum katmıĢtım. ―Belli ki yöreye mersin bitkisi<br />
ve bunların çıkardıkları nefis koku egemen olunca Aziz<br />
173
Nikholas‘tan önce antik Ģehirde yaĢayan kavimler Ģehrin<br />
adını ‗Myrtle‘ (Mersin) sözcüğünden üretilen ‗Myra‘<br />
koyuvermiĢler. Yüzlerce, binlerce yıldır bu bitkinin güzel<br />
kokulu yapraklarından bazı tıbbi ilaç ve parfümeri<br />
ürünlerinin yapılarak değerlendirilmiĢ olduğunu<br />
sanıyorum. Tıpkı bölgemize has ‗endemik tür‘ olarak<br />
yakından tanıdığımız <strong>Marmaris</strong>‘in Günlük Ağaçları ve<br />
Sığla Yağı‘ gibi. Bunlar aromalı tipik Akdeniz bitkileridir.<br />
Umarım Demre‘den söküp götürdükleri mersin bitkisi<br />
Ġtalya‘nın Bari‘sinde tutmuĢtur. Zira benim <strong>Marmaris</strong>‘ten<br />
alıp Gökova-Karaca‘ya diktiğim fidan yer değiĢimini<br />
sevmedi ve tutmadı‖ demiĢ gülüĢmüĢtük...<br />
Latince adı ‗Myrtus Communis‘ olan mersinin<br />
bölgemizde yaĢayanlar tarafından hala eskiden olduğu<br />
gibi kesilip mezarlara konma adetinin sürmekte olduğunu<br />
da göz ardı edemeyiz. Özellikle dini günler ve bayram<br />
arifelerinde yapılan mezarlık ziyaretlerinde bölgemizde<br />
herkesin elinde genellikle bir demet mersin dalı ile<br />
sergilediği görüntüler bunun somut kanıtı olsa gerektir.<br />
ÇağdaĢ toplumlarda insanoğlunu din, mezhep, köken,<br />
renk, zengin fakir demeden birleĢtiren, ama hiç de fark<br />
edilmeyen o kadar benzerlikler var ki. Ġyi ki de varlar. Ne<br />
de olsa bunlar birer katalizör görevi görüyorlar…07.12.<br />
2009<br />
174
175
MARMARĠS’ĠN AYYILDIZLARI<br />
<strong>Marmaris</strong>‘te bir gelenek 37 yıldır yaĢıyor.<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in değiĢik meslek ve iĢ kolunda ilkleri arasında<br />
gelen Prof. Dr. Sayın Mustafa Ayyıldız daha emekliye<br />
ayrılmadan 17 yıl önce çok güzel bir projeye imza atmıĢ.<br />
Bunun ne olduğuna ve sevgili hocamızın öz geçmiĢine<br />
dair bilgilere bu yazımda yer vereceğim. Ancak, ünlü ve<br />
baĢarılı bir kiĢinin yaĢamını, yazdığı eserleri kitaplarından<br />
okumak veya baĢkasından duymak baĢka, olgunluk<br />
çağında birlikte olup sıkça iletiĢim içerisinde kendisini<br />
yakından tanımak tamamen baĢkadır sanırım. ĠĢte biz,<br />
eĢim Gülsen ve ben hocamızı ve Ayyıldızlar‘ı yakından<br />
tanıyanlardanız. Kendileriyle ilgili bir anıma da burada yer<br />
vermek istiyorum.<br />
1957 yılının Nisan ayında <strong>Marmaris</strong>‘te 7.2<br />
Ģiddetinde bir deprem oldu. O zaman Ankara‘da askeri<br />
okuldan yeni mezun olmuĢ bir yıllık çiçeği burnunda<br />
Astsubay‘dım. Deprem nedeniyle kamu görevlilerine<br />
verilen mazeret iznini alarak aynı okuldan mezun olan<br />
hemĢerim Turgut Çakıcı ile birlikte tren biletimizi alarak<br />
Ankara Garındaki trenimizin kuĢetli vagonuna girdik. O<br />
zamanlar kömür yakılarak iĢletilen trenle önce Aydın‘a,<br />
oradan da otobüsle <strong>Marmaris</strong>‘e gidecektik.<br />
Kompartımanımıza girer girmez bizden önce gelip<br />
yerleĢmiĢ genç bir çiftle karĢılaĢtık. Kendileriyle hemen<br />
tanıĢtık, hatta akraba bile çıktık. Yeni evli olduklarını,<br />
deprem nedeniyle <strong>Marmaris</strong>‘teki ailelerine geçmiĢ olsun<br />
ziyaretine gitmekte olduklarını öğrendik. Vakit ilerleyip<br />
gece olunca kuĢetlerimizi açıp uyumak için elektriği<br />
kapatıp yattık. Tren, adeta oflar, puflar gibi sesler<br />
çıkararak Afyon yakınlarında küçük bir istasyonda durdu.<br />
Mustafa Ağabey yattığı yerden geldiğimiz istasyonun<br />
adını okuyamayınca bana seslendi. ―Erol, bak bakalım<br />
nereye gelmiĢiz‖ dedi. Ben de baĢımı hafifçe kaldırıp<br />
176
camdan dıĢarı baktım. Uyku sersemliğiyle dıĢarıdaki<br />
binanın üzerinde yazan tabelayı okuyup ―Revizörlük‘teyiz<br />
Mustafa Ağabey‖ dedim. Mustafa Ağabeyi bir gülmek<br />
tuttu. Arkasından eĢi Muaalla yenge, ikisi birlikte<br />
gülmekten kırıldılar. Mustafa ağabeye neden güldüklerini<br />
sorduğumda ―Oğlum, revizörlük istasyon adı değil,<br />
duraktaki teknik hizmet görevlilerine ait bir bölümdür‖<br />
deyince kırdığım potu anlayıp özür diledim. Bu defa hep<br />
birilikte gülüĢtük. Bu ‗revizörlük‘ sözcüğü Aydın‘a kadar da<br />
mizah konumuz olup gitti...<br />
Ayyıldız Ailesiyle ilk tanıĢmamız bu tren<br />
yolculuğunda olmuĢtu. Emekli olup ana-baba ocağı<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e yerleĢtikten sonra birbirimizi çok daha<br />
yakından tanıdık. Sosyal iliĢki ve sivil toplum kuruluĢu<br />
etkinlikleri kapsamında dayanıĢma, gezi, panel, gazete<br />
yazıları, TV oturumlarında genellikle birlikte olduk.<br />
Ayyıldızlar Karaca‘daki tarlamızda da bize komĢu oldular.<br />
.<br />
‗Atatürk Ġlk Öğretim Okulu BaĢarılı Öğrencilere<br />
Ayyıldız Ödülü Saat Verme‘ geleneği 37 yıldır<br />
yaĢamaktadır. Bunun özünde Atatürk sevgisi ve<br />
hayranlığının yatmakta olduğu açıktır. Bakın, Mustafa<br />
Ayyıldız Haziran 2007‘deki ödül töreninde baĢarılı<br />
öğrencilere saat ödülü verirken konuĢmasının birkaç<br />
cümlesinde ne diyor:<br />
―Sevgili Öğrenciler, Atatürk Sevgisi ve Atatürk‘ün<br />
devrimlerinin koruyucusu, yılmaz bekçileri olmak gibi asli<br />
göreviniz vardır. Bunu tüm yaĢamınız boyunca hiç<br />
unutmayın. BaĢarılı olan öğrencileri ödüllendirmekteki asıl<br />
amacın teĢvik ve yönlendirme olduğudur. Burada, genç<br />
öğretmenlere ve velilere de düĢen büyük görevler vardır.<br />
BaĢarılı öğrencilerin arkasında mutlaka onlar vardır ve<br />
olmalıdır‖…<br />
<strong>Marmaris</strong> Atatürk Ġlkokulu baĢarılı öğrencilere<br />
‗Ayyıldız Ödülleri‘ verme geleneğine yine baĢka bir<br />
177
Ayyıldız daha katıldı. Değerli HemĢerimiz, <strong>Marmaris</strong><br />
Esnaf ve Sanatkarlar Odası BaĢkanı Sayın ġükrü Ayyıldız<br />
da baĢarılı öğrencileri ödüllendirmeye Oda BaĢkanı olarak<br />
destek veriyor. Her yıl yapılan ödül törenleri okul<br />
öğrencilerinin folklor oyunları, Ģiir okuma, hikaye anlatımı<br />
ve diğer gösterilerle sona eriyor. Okul müdürü ve genç<br />
öğretmenlerin yönetiminde baĢarılı bir Ģekilde uygulanan<br />
etkinlikte emeği geçen herkesi buradan bir kez daha<br />
kutluyor, sınavlara hazırlanan öğrencilere baĢarılar<br />
diliyorum.<br />
Değerli hocamız Em. Prof. Dr. Mustafa Ayyıldız‘ın<br />
kısa bir özgeçmiĢine de aĢağıda yer vererek kendisine ve<br />
tüm Ayyıldızlar‘a sağlık ve mutluluk diliyor, ‗Atatürk<br />
Ġlköğretim Okulu BaĢarılı Öğrencilere Altın Saat Ödülü<br />
Verme‘ geleneğinin ebediyen yaĢaması ve yaĢatılmasını<br />
diliyorum. 15.06.2007 (ÇağdaĢ <strong>Marmaris</strong>)<br />
E. Prof. Dr. Mustafa AYYILDIZ‘ın Öz GeçmiĢi:<br />
1933 yılında <strong>Marmaris</strong>‘te doğdu. 1945‘de <strong>Marmaris</strong><br />
Atatürk Ġlkokulundan, 1948‘de Muğla Ortaokulundan,<br />
1951‘de Antalya Lisesinden, 1955‘de Ankara Üniversitesi<br />
Ziraat Fakültesinden mezun oldu. 1956‘yılında aynı<br />
okuldan mezun olan eĢi Mualla hanımla evlendi. 1958‘de<br />
doktor, 1964‘de doçent oldu. 1960–1962 yıllarında<br />
ABD‘de mesleki incelemelerde bulundu. 1968–1969 yılları<br />
arasında Almanya-Kiel Üniversitesinde müĢterek<br />
araĢtırmalar yaptı. 1971‘de Profesör oldu. DıĢ ülkelerdeki<br />
bilimsel toplantılara katıldı. Ankara Üniversitesinde<br />
senatör olarak görev yaptı. Diğer üniversitelerde ders<br />
verdi. Sayısız bilim adamı yetiĢtirdi. 8 adet ders kitabı ile<br />
100‘e yakın makale ve araĢtırması yayınlandı. Yeni<br />
üniversite kuruluĢlarında yardımcı oldu. Ġngilizce,<br />
Fransızca ve Almanca bilir. 1987 yılında kendi isteğiyle<br />
emekli oldu. Biri kız ikisi erkek 3 çocuğa, 4 toruna sahiptir.<br />
Emeklilik yaĢamında da boĢ durmadı. 1970 yılında daha<br />
178
görevdeyken Atatürk Ġlkokulunda ‗Ayyıldız Altın Saat<br />
Ödülü‘nü tesis etti. Bu gelenek halen yaĢamaktadır 1991<br />
yılında <strong>Marmaris</strong> Kültür ve Doğayı Koruma Derneğini<br />
kurmuĢ ve bu Derneğin BaĢkanlığını uzun müddet<br />
yürütmüĢtür. 1998‘de <strong>Marmaris</strong> Atatürk Ġlköğretim Okulu<br />
Ek Bina ĠnĢaatı Yürütme Komitesi BaĢkanlığına seçilerek<br />
8 Mayıs 1998 tarihinde binanın temeli atılmıĢtır. Okul<br />
yöneticileri, Okul Koruma Derneği ve Okul Aile Birliği<br />
üyelerinin özverili çalıĢmaları ile hayırsever<br />
vatandaĢlardan bağıĢlar toplanmıĢ keza geceler<br />
düzenlenerek elde edilen gelirler eklenerek bina inĢaatı<br />
yürütülmüĢtür. Binanın üçüncü ve dördüncü katları ile<br />
çatının yapılması hayırsever hemĢerimiz Mehmet Acar<br />
tarafından tamamlanmıĢ olup bu katlara Mehmet Acar‘ın<br />
ismi verilmiĢtir. Ayrıca bağıĢta bulunan Mustafa Kutluay,<br />
Sebahat Selçuk ve Azmi Selçuk‘un isimleri sınıflara<br />
verilmiĢtir. Son olarak VĠNSAN inĢaat Ģirketi binanın eksik<br />
kalan kısımlarını bitirerek bina inĢaatı bitirilmiĢtir. Bina<br />
inĢaatı 16 ay gibi kısa sayılabilecek bir zamanda bitirilerek<br />
1999 yılı Eylül ayında Eğitim ve Öğretime açılmıĢtır.<br />
Yapılan Ek Binada iki derslikli ana sınıfı, 11 adet Derslik,<br />
Laboratuar, ĠĢ Teknik Odası, Bilgisayar Odası, resim ve<br />
Müzik Odası, spor Salonu, Konferans Salonu, Öğretmen<br />
Odaları ile Öğrenci Kantin ve Kafeteryası bulunan modern<br />
bir Eğitim yuvası meydana gelmiĢ bulunmaktadır. 1992<br />
yılında <strong>Marmaris</strong>‘te Aids SavaĢım Derneğini, 1998‘de<br />
Tema Vakfı Ģubesini kurmuĢtur. 16 Mayıs 1997‘de Turunç<br />
beldesinde tesis edilen ‗<strong>Marmaris</strong> 19 Mayıs Kültür<br />
Merkezi, Toplum Hizmetleri Vakfı‘ <strong>Marmaris</strong> temsilcisi<br />
Prof.Dr. Mustafa Ayyıldız‘ın açıĢ konuĢması ile hizmete<br />
girmiĢtir. 2003 yılının Nisan ayında iki <strong>Marmaris</strong>‘in köklü<br />
aileleri olan Ayyıldız ve Karayiğit ailelerini bir araya<br />
getirerek her yıl buluĢma ve tanıĢmayı gelenek haline<br />
dönüĢtürmüĢ, aile soy ağacını güncelleĢtirerek her<br />
yıldönümündeki etkinlikte katılımcılara dağıtmaktadır.<br />
Doğa, toprak, bitki ve çiçeklerle uğraĢıyı çok seven çok<br />
179
seven Mustafa Ayyıldız hafta sonlarında Karaca‘daki<br />
tarlasında hobilerini tatmin etmekte, denizde yüzmekte,<br />
hamakta kitap okuyarak dinlenmektedir. Sayın Mustafa<br />
Ayyıldız‘ın çevre koruma içerikli bazı yazıları yerel<br />
gazetede yayınlanmaktadır. <strong>Marmaris</strong>‘in Ay Yıldızlarına<br />
sağlık, mutluluk dolu nice yıllar dileriz.<br />
E. Prof. Dr. Ayyıldız Ödül Töreninde<br />
180
BĠR LÜTFÜ KÜÇÜK VARDI...<br />
Dilimize Arapçadan girmiĢ fazilet, kadirĢinaslık ve<br />
vefa sözcüklerinin öz Türkçesi erdemlilik, iyilikseverlik ve<br />
sevgi demektir. Bizim kuĢak günlük konuĢmalarımızda<br />
bazen eski sözcükleri kullandığımız olur. Bunlar, insana<br />
özgü ve güzel ahlaka dair oldukları, sanki eskisiyle daha<br />
ağdalı, vurgulu anlam verdikleri için dağarcığımızda<br />
kalmaya devam ederler.<br />
DoğuĢtan <strong>Marmaris</strong>li olup devamlı burada<br />
yaĢayanlarla, takriben en son yirmi yılını <strong>Marmaris</strong>‘te<br />
geçiren hemĢerilerimiz çok iyi anımsayacaklardır. Bir<br />
dönem Atatürk Bulvarına paralel deniz ve halk plajı yaya<br />
yürüyüĢ yolu üzerinde resim ve karikatür sanatçıları vardı.<br />
Bunlar özellikle sezonun hareketli olduğu yaz günleri<br />
akĢamlarında bir tente altı ve stant gerisinde otururlar,<br />
gecenin geç saatlerine kadar yürüyüĢ yolundan gelip<br />
geçen yerli ve yabancı turistlerden isteyenlerin<br />
karikatürlerini çizerlerdi. ĠĢte bunların arasında ünlü bir<br />
sanatçı olan hemĢerimiz Lütfü Küçük de vardı. EĢimle<br />
akĢam yürüyüĢlerinde kendisinin önünden geçerken<br />
selamlaĢır, bazen ayakta ve bazen de oturup kısa<br />
söyleĢiler yapardık. Sevgili Küçük bir keresinde<br />
karikatürümüzü çizmeyi önerince kabul etmiĢtik. Bizimle<br />
hem konuĢuyor ve hem de elini çalıĢtırıyordu. Aradan on<br />
dakika geçmeden bizim karikatürümüzü çizmiĢti bile.<br />
Eserinin altına imzasını atıp yazdığı tarih 11 Ekim<br />
1996‘dır. Çizdiği anlamlı portrede benim ceplerimi bazı<br />
broĢür ve yayınlarla doldurmuĢ, sağ koltuğumun altına bir<br />
kalem koymuĢ, saksıdaki çiçeği eĢim Gülsen‘e verirken<br />
sol elime de ‗Önce <strong>Marmaris</strong>‘ sloganı iliĢtirmiĢti. Ertesi<br />
gün bu portreyi çerçeveletip evimizin oturma odası<br />
duvarına asmıĢtık. O günden bu güne aradan 15 yıl<br />
geçmiĢ. Bu portreye baktıkça değerli sanatçıyı hep<br />
rahmet ve sevgiyle anarız.<br />
181
182
Lütfü Küçük 'Önce <strong>Marmaris</strong>' diyenlerdendi. .<br />
Portrede E.Uysal ve EĢi. 11.10.1996<br />
Lütfü Küçük kimdir?<br />
Lütfü Küçük 1945 yılında Isparta‘nın Uluborlu<br />
ilçesinde doğdu. Portre karikatürüne çocuk yaĢta baĢlayıp<br />
16 yaĢında profesyonel oldu. Ġstanbul Tatbiki Güzel<br />
Sanatlar Akademisinde eğitimini tamamlayan sanatçı<br />
uluslararası karikatür yarıĢmalarında dereceler<br />
kazandı.1963–1968 yılları arasında Akbaba Dergisinde<br />
karikatür çizmeye baĢladı. 1963‘te Bulgaristan‘ın baĢĢehri<br />
Sofya‘da ‗Portre Karikatürü‘ çizme yarıĢmasında birinci<br />
oldu. Ġnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 30.<br />
Yıldönümü nedeniyle 1979 yılında Fransa‘da düzenlenen<br />
karikatür yarıĢmasında yine birincilik kazanan Küçük,<br />
1980‘de Ġtalya‘daki yarıĢmada üçüncülük ve 1985 yılının<br />
183
Aralık ayında Fransa-Paris‘te Avrupa Turizm Birliği‘ne üye<br />
46 ülkeden katılan 139 sanatçı içinden birinciliği<br />
kazanarak ödül aldı. Çizdiği karikatüründe <strong>Marmaris</strong>‘i<br />
‗Dünyanın Ġncisi‘ olarak gösterdiği yorumuyla ‗Grand<br />
Prize‘ ödülüne layık görülmüĢtür. ĠĢte bu ödül <strong>Marmaris</strong> ve<br />
<strong>Marmaris</strong>lileri heyecanlandırmıĢ, onurlandırmıĢtı,<br />
Lütfü Küçük herkesin sevdiği, saydığı ve takdir<br />
ettiği bir hemĢerimiz olmuĢtu. YarıĢmaya katıldığı<br />
eserinde çok sevdiği ve yerleĢtiği <strong>Marmaris</strong>‘i ―Dünyanın<br />
Ġncisi‖ yapmıĢtı. Kendisine, bu baĢarısıyla <strong>Marmaris</strong>‘i<br />
tanıtmada çok büyük katkısı olduğu ve olacağı kabul<br />
edilerek zamanın Belediye Meclisi kararıyla 1985 yılında<br />
<strong>Marmaris</strong> Belediye BaĢkanı merhum Muharrem Elgin<br />
ilçenin ―Fahri HemĢerilik Beratı‖nı verdi. TRT‘de ‗Stüdyo<br />
Pazar‘ Cenk Koray, Erkan Yolaç ve Ömer Önderli ile<br />
programlar yapan sanatçının 17 Haziran 1986 tarihli Milli<br />
Piyango çekiliĢ biletlerinde <strong>Marmaris</strong>‘i Dünyanın Ġncisi<br />
yapan ve ödül kazanan portresi yer aldı. Sanatçı eserlerini<br />
sol eliyle çizip, sağ eliyle yazardı. Ne yazık ki bu değerli<br />
sanatçı ve hemĢerimiz yakalandığı amansız hastalıktan<br />
kurtulamayarak genç sayılacak bir yaĢında (56) 7 Mayıs<br />
2001 günü hakkın rahmetine kavuĢarak yine çok sevdiği<br />
<strong>Marmaris</strong>‘te toprağa verildi.<br />
Sanatçının eseri Milli Piyango biletinde<br />
184
<strong>Marmaris</strong> halkı bu değerli sanatçı ve hemĢeriyi<br />
ebediyen yaĢatmak için ‗<strong>Marmaris</strong>‘i Dünyanın Ġncisi‘<br />
olarak çizip ödül kazandığı eserini bir anıta dönüĢtürüp<br />
Ģehrin giriĢ bulvarına dikerek kendisine olan vefayı<br />
gösterdi. Ancak, <strong>Marmaris</strong>‘i iyi bilmesi gerekenler de dahil<br />
birçok hemĢerim bu anıtın ne olduğunu maalesef<br />
bilmiyorlar. Gazete yazımı yazmadan önce anıtı ziyaret<br />
ederek fotoğrafını çektim. Çevresi yemyeĢil biçilmiĢ çimle<br />
kaplı ve çok temizdi. Ancak anıtın ne olduğunu belirten bir<br />
kitabesi yoktu. Anıt üzerindeki cam kaplama ve bezemeler<br />
dökülmüĢ vaziyetteydi. <strong>Marmaris</strong> giriĢ bulvarlarını<br />
çiçeklendirip, peyzajı güzelleĢtiren belediyemiz bu anıtın<br />
kitabesini de kısa zamanda tamamlayacaktır.<br />
Sanatçının 1985’de Fransa'da 1. Ödülü kazanan yapıtının<br />
Ģehir giriĢindeki Anıtı (Midye kabuğunu açmıĢ, içinde inci tanesi<br />
<strong>Marmaris</strong>)<br />
185
Yazımızın baĢında dedik ya... ‗fazilet, erdem, vefa<br />
ve daha niceleri‘ diye. Bunlar sözlüklerle alfabetik<br />
sıralamada yer almak veya sadece ağız ve dudaklarda<br />
mırıldanmak için var olan sözcükler olmasa gerektir.<br />
Böyle özverili ve donanımlı hemĢeriler kolay yetiĢmiyor.<br />
Görünen o ki zamanımızda her Ģeyi ama her Ģeyi hızlı<br />
yaĢayıp çabuk tüketiyoruz. Türk ulusu, <strong>Marmaris</strong> halkı<br />
ülkesine, memleketine her yönden yararı olmuĢ<br />
simgeleĢmiĢ isimleri hiç unutmamalıdır. Sanatçının<br />
ailesini ziyaret ettik. EĢi Sema Hanım biraz sitemli olarak<br />
Ģunları söyleyebildi: ―Lütfü, <strong>Marmaris</strong> sevdalısı bir<br />
insandı. Yeniden maddi yaĢamına dönecek olsaydı ve<br />
kendisine unutulmuĢ olduğu söylenseydi mutlaka ―Olsun<br />
varsın, ben <strong>Marmaris</strong> ve <strong>Marmaris</strong>lileri seviyorum‖ derdi...<br />
Değerli insan, sanatçı hemĢerimizi en azından her<br />
yıl ölüm yıldönümünde anıp, genç kuĢaklara tanıtarak<br />
onları da erdemli, yararlı ve yaratıcı olmaya<br />
özendirmeliyiz. Bunu yapmaya kararlıyız. Aramızdan<br />
ayrılıĢının 6. yıldönümünde değerli insan, sanatçı<br />
kardeĢimiz Lütfü Küçük‘ü sevgi, saygı ve rahmetle bir kez<br />
daha anıyor, cennet mekânı olsun diyorum. 7 Mayıs 2007<br />
186
AĞA LĠMANINDAN BATIK HAMAMA<br />
1994 yılının Eylül ayında turist rehberi olarak<br />
katıldığım bir ‗Mavi Tur‘u <strong>Marmaris</strong>-Antalya arasındaki<br />
takriben 168 deniz millik seyirde tam on günde<br />
tamamlamıĢtık. Benzer turlara daha sonraki yıllarda da<br />
devam ettim. 1990‘lı yıllardan önce bu kıyılar ve<br />
yakınlarındaki eski yerleĢim birimleri olan bu günkü ören<br />
yerleri henüz bu günkü kadar öne çıkmamıĢtı. Doğal<br />
olarak yöredeki tarihi yerler, doğa, bitki ve hayvan özetle<br />
çevre ve çevre bilimi pek gündemde değildi. O yıllarda<br />
buraları gören, iyi bilen rehber ve deniz adamı, hatta<br />
tekne kaptan ve mürettebatı da sayıca azdı. Yabancı<br />
yatçıların izlenimleri zaman zaman yatçılık dergi ve diğer<br />
tanıtım organlarında yayınlanınca bakir durumdaki doğal<br />
ve tarihi zenginlik cazip hale gelerek daha uzun etaplı<br />
Mavi Turlar turistler için bir tatil seçeneği olmaya baĢladı.<br />
Doğal olarak seyahat acenteleri ve yatçılık firmaları,<br />
rehber ve yat mürettebatı ile birlikte kendilerini bu yeni<br />
talebi karĢılamak için gerekli tanıtım, pazarlama ve diğer<br />
alt yapı eksikliklerini tamamlamaya baĢladılar.<br />
Ġlk yıllarda kaptan ve mürettebat arasında yabancı<br />
dil konuĢan az olduğu için seyahat acenteleri gulet gibi<br />
ahĢap ve diğer fiber yatlarda mutlaka bir rehber<br />
görevlendirirdi. ġimdi ise birçok yat kaptan ve mürettebatı<br />
az çok yabancı dil bildiklerinden bazı deniz turlarına<br />
rehbersiz de çıkabiliyorlar. Tura çıkacak teknede rehbere<br />
ayrı bir kabin tahsis edilecek olması müĢteri adedine ve<br />
tekneyi kiralayan açısından artı maliyet getireceğinden<br />
rehber gereksinimi ziyaret edilen limandan veya<br />
demirleme yerinden sağlanabiliyor.<br />
Bu kısa açıklamadan sonra ‗Ağa Limanından Batık<br />
Hamama‘ baĢlıklı yazımızın içerdiği bir ‗Mavi Tur‘a<br />
dönelim.<br />
187
Gezi planımıza göre, <strong>Marmaris</strong>‘ten baĢlayıp<br />
Antalya‘da sone erecek olan 10 günlük turun ilk etabında<br />
Ekincik-Dalyan‘ı (Kaunos) ziyaret ettik. Akdeniz‘de, yazın<br />
baĢlangıcı olan Mayıs ve Haziran aylarında güney yönden<br />
esen Lodos rüzgarı bazen sertleĢerek fırtınaya bile<br />
dönüĢür. Kaunos harabelerini ve ünlü plajını ziyaret edip<br />
gecelediğimiz Ekincik Limanında gece de devam eden<br />
fırtına sabah dinmiĢti. Ekincik‘ten sabah kahvaltı<br />
yapmadan Fethiye Körfezine kadar olan takriben dört<br />
saatlik mesafeyi rüzgar almadan geçmek için erken demir<br />
alarak ayrıldık. DiĢibilmez Burnuna ve oradan da<br />
Kurdoğlu‘na kadar ölü deniz yedik. Teknedeki müĢterilerin<br />
çoğunu deniz tuttu. Kendilerini kamaradan kıç ve baĢ<br />
güverteye atıp serin hava almaya çıktılar. Anakara iskele<br />
(sol) yanımızda olarak kıyıya paralel yaptığımız seyirde<br />
önce büyük burunlardan birisi olan ‗DiĢibilmez‘i, sonra da<br />
‗Kurdoğlu‘ Burnunu geçip körfez içine girdik. Burası,<br />
Göcek Körfezinin en güney ucundaki giriĢ yönünde ilk koy<br />
olan ‗Ağalimanı‘ dır. Demirleyip kıyıya halat attık. Fethiye-<br />
Antalya yönüne tura çıkan ‗Mavi Tur‘ tekneleri guletler<br />
sabahın erken saatlerinde geceledikleri ‗Ekincik‘<br />
limanından güneyli ve batılı rüzgâr canlanmadan motor<br />
çalıĢtırarak takriben dört saatte buraya ulaĢırlar. Ekincikte<br />
yanımızda demirli guletten tanıdığımız Mavi Tur‘cuların<br />
Ağa Limanı‘na bizden önce gelip yüzdüklerini görüp tekrar<br />
selamlaĢtık.<br />
Bir gün öncesinde kuvvetli esen lodos denizde<br />
solağan (Ölü deniz) meydana getirmiĢti. DiĢibilmez‘den<br />
baĢlayıp ‗Kurdoğlu Burnu‘na kadar uzanan kıyı rotasında<br />
seyir eden yatlar ve müĢteriler genellikle soloğandan<br />
olumsuz etkilenir, ‗deniz tutması‘ yaĢarlar. Bu rota deniz<br />
tutanların baĢının derdidir. Gurubumuzdan birkaç kiĢinin<br />
bundan etkilendiğini gördüm. Yanımıza demir atan<br />
teknedeki yolcular da iĢaretle bize ölü denizden rahatsız<br />
olduklarını söylemek istediler. Ancak daha önce böyle<br />
turlara çıkan turistler deneyimli olduklarından beraberinde<br />
188
azı ilaç ve ilk yardım malzemesi taĢırlar. Ben de rehber<br />
olarak ister karada ister denizde olsun sırt çantamda<br />
kendim veya turistim için gerekli olabilecek ilk yardım<br />
malzemesini daima taĢırım ve rehber arkadaĢlarıma da<br />
bunu öneririm.<br />
Ağa Limanına demir atar atmaz, hemen denize<br />
inmek için takılan merdivenin baĢına kümelenen<br />
müĢteriler kısa zamanda kendilerini turkuvaz renkli pırıl<br />
pırıl tertemiz sulara attılar. Sonrasında duĢ alıp önceki<br />
canlılıklarına kavuĢarak hep birlikte kahvaltı yaptık.<br />
Dinlence, yüzme, güneĢlenme, eğlenme, okuma<br />
dıĢında ikinci yaĢ grubu, aydın, ekonomileri iyi olan<br />
turistlerin turu satın alırken beklentileri içinde tarihi ve<br />
arkeolojik yerleri ziyaret, doğa, bitki-çiçek (flora) hayvan<br />
(fauna) gibi ekosistemi görmek, fotoğraf çekmek daima<br />
önde gelir. Bu gereksinmeyi karĢılamak için profesyonel<br />
turist rehberine düĢen görev arz-talep dengesini dikkate<br />
alarak turistlerine seçenekler sunmaktır. ĠĢte ben de bunu<br />
bir nebze yerine getirmek için özellikle bu bölgede Ağa<br />
Limanından Batık Hamam‘a yürüyüĢ, tırmanıĢ (hiking) ve<br />
ören yeri ziyaretini önerdim. Hepsi bir an önce hareket<br />
etmek için hazırlanmaya baĢladılar. Uygun teçhizat,<br />
kamera, giysi ve yeterli suyu sırt çantalarımızı alarak<br />
kıyıya çıktık.<br />
TırmanıĢ ve iniĢ mesafemiz takriben beĢ<br />
kilometreydi. YürüyüĢ, tırmanıĢ ve ziyaret yolu ve<br />
noktalarını yanımda taĢıdığım haritadan göstererek<br />
kısaca anlattım. BaĢlangıç Ağa Limanı, bitiĢ Batık<br />
Hamam‘dı. Yatımız, yürüyüĢ, tırmanıĢ bitiĢ noktamız olan<br />
Batık Hamama dolaĢarak bizi orada bekleyecek ve orada<br />
geceleyecektik.<br />
Saat tam on biri gösteriyordu. Pırıl pırıl güneĢli güzel<br />
bir sonbahar gününün baĢlangıcında tekneden filikayla<br />
kumsala çıkıp takriben 30 derece eğimli patika yoldan<br />
yürüyüĢe geçtik. Benimle birlikte on bir kiĢiydik. YürüyüĢ<br />
189
aĢlangıç noktasından takriben 600 ila 1000metre kıyı<br />
boyunca sağ yanımızda çam, mersin, zeytin, çilek,<br />
harnup, zakkum ağaçları ve dalları arasından denizi,<br />
kayaları ve enfes turkuvaz renkli suları izleyip, fotoğraf<br />
çekerek ilerledik. Çalılıklar arasında önce keçileri, sonra<br />
biraz ileride çoban barınağına benzer bir kulübeyi gördük.<br />
Kulübenin yanında arı kovanları ve vızır vızır bal yapmak<br />
için uçuĢan arıları görünce, ―Aramızda arı sokmasına<br />
karĢı alerjisi olan var mı‖‘ dedim. ―Yok‖ iĢaret ve yanıtını<br />
alınca sevindim. Diğerlerine nazaran daha yaĢlı olan Bay<br />
Nelson gülerek ve espritüel bir ifadeyle kendisini<br />
kastederek ―Bir yıl önce bypass ameliyatı geçiren yaĢlı bir<br />
dinozor var‖ deyip herkesin gülmesine neden olurken<br />
kibarca benim de dikkatimi çekti. Bunu öğrendikten sonra<br />
kendisine hissettirmeden onu hep gözlem altında tuttum.<br />
Mümkün olduğunca grubun önünde, onlara çok yakın<br />
veya birlikte yürüyor, doğa ve canlılar ile ilgili yöreye özgü<br />
bildiklerimi anlatıyor, soruları yanıtlıyordum. Birden yerde<br />
patikanın bir yanından diğer yanına geçmekte olan siyah<br />
renkli büyükçe bir akrep gördüm. Grubu durdurdum ve<br />
akrebi gösterdim. Kenardan bir taĢ alıp öldürmek isteyince<br />
içlerinden birisi ‗Erol öldürme, bize zararı yok‘ dedi. TaĢ<br />
elimde kaldı. Diğerleri de aynı görüĢteydi. ‗Çok zehirli,<br />
tehlikelidir‘ dedimse de ‗Bize zararı yok, yaĢasın‘ dediler.<br />
Akrep ise salınarak yan taraftaki taĢlara doğru süzülüp<br />
gitti. Bu olay bana turistlerimden aldığım önemli bir ders<br />
oldu. Hatta biraz da bu dersten utanç duymadım desem<br />
yalan olur. Ama ders derstir, sınıfta olmuĢ, dağ baĢında<br />
olmuĢ fark etmiyor. Yararı olduğu kesin. Zira daha sonraki<br />
yılarda bir Dalyan (Caunos) turunu bitirmiĢ <strong>Marmaris</strong>‘e<br />
limana dönmek üzere hareket edecekken otobüse bir bal<br />
arısı girmiĢ ve içerdeki turistleri paniğe düĢürmüĢtü.<br />
Hemen olaya müdahale ettim. Arı, pencere camında<br />
yürüyordu. ĠĢaret parmağımı arının yürüyüĢ yoluna<br />
koyunca arı parmağıma tırmandı. Arıyı dıĢarı götürüp<br />
bıraktım, uçup gitti. Hayatımda aldığım en coĢkulu<br />
190
alkıĢlardan birisi de bu oldu. Otobüsteki 44 kiĢi beni<br />
coĢkuyla alkıĢladı. Öldürseydim, bazıları ‗Erol,<br />
öldürmeyecektin‘ diyebileceklerdi. Hayat deneyim ve<br />
dersle dolu. Yeter ki almasını bilelim…<br />
TırmanıĢta mola yerim ‗Lydae‘ adlı antik bir Ģehrin<br />
kalıntılarının bulunduğu yer oldu.<br />
‗Lydae‘ buradaki antik yerleĢim yerinin adı olup<br />
hakkında fazla bilgi olmadığı için burayı bilen de azdır.<br />
Kültür ve Turizm bakanlığı envanterinde görünse de kazı<br />
ve yenileme adına buraya henüz arkeolog eli<br />
değmemiĢtir. Arkeolojik kalıntılara bakınca, çevresi<br />
duvarlarla korunmuĢ, içinde Agorası (Pazar yeri), iki<br />
mezar anıtı (Heroon), çeĢme, sarnıçın ve diğer bazı<br />
kalıntıların Roma ve Bizans çağına ait olduklarını<br />
gösteriyordu. Belli ki burada küçük bir yerleĢim varmıĢ.<br />
Hemen yakınında da ‗Arymaxa‘ adında Lydae‘ye bağlı bir<br />
yerleĢim birimi mevcut olup kıyıya yakın yerinde savunma<br />
duvarları var. (1) Bunları gördükten sonra hemen<br />
yakınındaki taĢ yapılı bir çoban evini ziyaret ettik. Genç bir<br />
köylü kadın ve çocuğu bizi evinin bahçesinde karĢıladı.<br />
Çay içmeye davet etti. Elinde kirman, belli ki keçi kılından<br />
çorap örüyordu. Daveti kabul edip, eve girdik. Tek odalı<br />
evin ocak (Ģömine) önündeki minderlere oturduk. Ocakta<br />
çay demlenmiĢ, servise hazır durumdaydı. Evde aromalı<br />
taze çalı bitkisi olan ada çayı ile kekik kokusu vardı. Kekik<br />
içmeyi istedik. Mis gibi taze kekiğin içine bir çay kaĢığı<br />
dolusu süzme bal koyup limon sıkarak içtik. Bu arada<br />
çoban kadın el becerileri olan renkli oyalı yazmaları dolu<br />
bohçayı açarak göstermeye baĢladı. Bayanlar birer ikiĢer<br />
bunlardan aldılar. Çocuğa para verdiler. Kocasının nerede<br />
olduğu sorulunca, ―AĢağıda ‗Binlik Koyu‘nda, teknesi<br />
orada, her sabah erkenden balığa çıkar, kıyıdaki<br />
restorana balık satar, akĢam döner‖ dedi. Böyle sade ve<br />
olduğunca doğal bir ortamda olmak, bunu yaĢayıp<br />
fotoğrafla tespit etmek turistlerim için büyük bir mutluluk<br />
191
oldu. ―Daha gidecek uzun yolumuz var‖ deyip kadın ve<br />
çocuğuna veda edip oradan ayrıldık.<br />
Önce büyük bir su sarnıcını gördük. Belli ki Roma<br />
döneminde, yapılmıĢ, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde<br />
kullanılmıĢ. Ġçinde halen su var ve hayvanlara buradan su<br />
veriliyor. Burada, çitlembik (Terebinth Tree) ve harnup<br />
(Keçi Boynuzu- Ceretonia Siliqua) ağaçları altındaki tahta<br />
çardakta oturan yaĢlı bir kadınla sohbet ettik. Patikanın<br />
devamında karĢı taraftan iki genç turist gelmekteydi.<br />
Fransız olduklarını öğrenince kırık Fransızcamla onlarla<br />
selamlaĢıp konuĢtum. .Buraları görmekten çok mutlu<br />
olduklarını söylediler. Bunlar dere yatağının kuzeyinden<br />
geliyordu. Oysa Batık Hamam‘a gitmek için normal yolun<br />
batıda olduğunu biliyordum. Merak edip önemli bir kalıntı<br />
mı var diye o istikamete doğru gittim. ―Fazla merak<br />
adamın baĢına iĢ açar‖, veya ―Bildiğin yoldan sapma‖<br />
türünde atasözlerimiz vardır ya, bunun ne kadar doğru<br />
olduğunu baĢıma gelen bu olayda daha iyi yaĢadım.<br />
Takriben iki yüz metre kadar yürüdükten sonra patika bitip<br />
çalılık ve kesif sarmaĢıklar baĢlayınca yanlıĢ yola girdiğimi<br />
anladım. Önce hiç panik yapmamağa gayret gösterdim.<br />
Ancak, ormanda kaybolduğumuz da kesindi. Bunu<br />
gurubumdakiler fark etti. Yüksek çam ağaçlarının dalları<br />
arasından yüzümüze ulaĢan kızgın güneĢ çoğumuzu<br />
terletmiĢ, bir molaya ihtiyaç duymuĢtuk. Ağaç kütükleri,<br />
kaya ve taĢ parçaları gibi üzerine oturulabilecek açık bir<br />
alanda mola verdim. Ġçimde, bir nebze korku ve endiĢe<br />
karıĢığı heyecan yaĢamakta olsam da, bunu gurubuma<br />
yansıtmamaya azami gayret gösterdim. Su içmelerini,<br />
doğru patikayı bulmak için çevrede küçük bir keĢif<br />
yapacağımı, esas yolu bulduğumda düdük çalarak bana<br />
doğru yaklaĢmalarını söyleyip patikanın gerisine yürüdüm.<br />
Çantamdan haritamı çıkarıp bulunduğum yeri tayin ettim.<br />
‗Baldıranlık Tepe‘nin eteğindeki kuru dere yatağının<br />
kuzeye doğru derinleĢtiğini, kanyona dönüĢtüğünü, bu<br />
kanyonun karĢı yakasında olduğumu saptadım. Biraz<br />
192
daha geriye gidip batıya giden asıl patikayı buldum.<br />
Guruba doğru yaklaĢıp düdük çaldım. Bana doğru<br />
yaklaĢtıkça konuĢmalarını duyar oldum. Ġçlerinden birisi,<br />
‗Erol bize bazı safari turlarında, ‗Tracking‘ (iz sürme)<br />
olağan olduğu gibi heyecan verici bir oyun planlamıĢ<br />
olmalı‘ deyip gülüĢüyorlardı. Grupla buluĢunca<br />
konuĢmalarını duymamıĢ gibi davrandım.<br />
Kadıdağ‘ın 450 metre rakımlı sırtlarında kuru dere<br />
yataklarının çok dar geçit veren yanından geçerek<br />
‗Gökgemiler Limanı‘nın yalısına indik. Bu vadinin içinde<br />
çınar ve günlük ağaçlarına tünemiĢ, sayıları az da olsa<br />
kahverengi beyaz benekli kelebekler gördük. Buraya,<br />
Temmuz ve Ağustos aylarında kelebekler çoğalmak için<br />
gelirler ve sayıları daha da artar. Rodos Adasının<br />
merkeze 27 km uzaklıktaki Filerimos Tepesinde aynı tür<br />
kelebeklerden binlercesini ağaç gövdelerine tünemiĢ<br />
halde görmüĢtüm. ‗Panaxia‘ cinsi olarak bilinen bu<br />
kelebekler sakin ve nemli yerlerde yaĢar ve sessizliği<br />
severmiĢ. En küçük bir ses onları uçmaya zorlar, uzun<br />
süre uçarlarsa da ölürlermiĢ. Nesli de tükenmekte<br />
olduğundan koruma altına alınmıĢlar. Bizde bunun<br />
bilincinde olarak sadece bir defa el çırparak uçmalarını<br />
sağlayıp fotoğraflarını çektik.<br />
193
‗Panaxia‘ cinsi kelebekler<br />
Turist Rehberi E.Uysal gurubuyla Haziran 1997<br />
Biraz uzun ve maceralı geçen yürüyüĢ sonunda<br />
‗Gökgemiler Limanı‘ndaki plajdan kendimizi Akdeniz‘in<br />
kucağına attık. Oradan da kısa bir tırmanıĢ ve iniĢle ünlü<br />
‗Batık Hamam‘a ve yatımıza ulaĢtık.<br />
194
Teknede akĢam yemeği öncesinde kıç güvertede<br />
soğuk içki ve aparatif servisi yapıldı. Sohbet esnasında<br />
gurubumuzdan bir kadın bana Ģu soruyu yöneltti. ―Bay<br />
Erol, size bir Ģey sormak istiyorum. Bugün yaptığımız<br />
gezide patika orman yolunda kayboluĢumuz gerçek miydi,<br />
yoksa önceden planlanmıĢ yapay bir senaryonun<br />
uygulaması mıydı? dedi. Bu soruyu hemen yanıtlamayıp<br />
zaman kazanmak için diğerleriyle birlikte ben de güldüm.<br />
―Evet‖ deyip birinci seçeneği doğruladım. Çünkü<br />
Ġçgüdüm beni doğruyu söylemeye zorladı. Yanıtımı biraz<br />
daha açmaya devam ettim. ―Kaybolduğumuz doğrudur.<br />
Buralara ‗hiking‘ veya ‗tracking‘ diye tabir ettiğimiz<br />
yürüyüĢlere az gelirim. Dolayısıyla yöreyi ve patikaları<br />
unutabiliyoruz. Keza patikalar bitki örtüsüyle çabuk<br />
kapanabiliyor. Sezon baĢında ilgililerce açılan tırmanıĢ<br />
yolları sezon ortası veya sonuna doğru yabani bitki örtüsü<br />
altında kalabiliyor. Bizim de bu günkü Ģanssızlığı<br />
yaĢamamız bundandır‖ deyince hem rahatladım ve hem<br />
de doğruyu söylememden gurubumun da memnun<br />
olduğunu gördüm. Çok enteresan ve güzel bir gün<br />
yaĢadıklarını belirten ifadelerle bana teĢekkür ettiler. Bir<br />
teĢekkürü de gurubun inatçı kiĢiliğe sahip üyesinden<br />
aldım. O kimdir, ne yapmıĢtır kısaca anlatayım:<br />
Olayın kahramanı Bay Thomas‘tı. Her iki elini<br />
cebine sokarak yürümeye alıĢmıĢ. Onu bu yürüyüĢte bir<br />
türlü bu alıĢanlığından vazgeçiremedim. Ġkaz edince<br />
çıkarıyor, ardından unutup yine sokuyordu. Tam<br />
yürüyüĢün bitimine yakın Batık Hamam‘a doğru tepeden<br />
aĢağı inerken bir ara arkada kalmıĢ bana seslendi. Dönüp<br />
geriye bakınca bir kayanın üstüne oturmuĢ bana iĢaret<br />
ettiğini gördüm. Yanına yaklaĢtım ve ―Hayrola, ne oldu‖<br />
der demez burnunu, yüzünü gösterdi. Yine elini cebine<br />
sokmuĢ, çam pürçüklerinin ayağının kaymasına neden<br />
olmasıyla yüz üstü yere düĢmüĢ. Bereket versin bir eli<br />
cebinde değilmiĢ, diğerinden yardım almıĢ. Yoksa yüzü<br />
gözü parçalanacakmıĢ. Bana teĢekkürü de bunun içinmiĢ.<br />
195
‗Bir Türk‘ten aldığım bu dersi hayatım boyunca<br />
unutmayacağım‘ diyerek espri yapıp kadehini benim<br />
Ģerefime kaldırdı…<br />
Bir rehber için bundan büyük ödül ne olabilir ki?<br />
Kültür turları sonunda ülkesine dönen turistlerimden hep<br />
övücü mektuplar, mesajlar aldım. Bunları, arĢivimde özel<br />
bir dosya içerisinde saklarım. Güzel ülkem ve cennet<br />
<strong>Marmaris</strong>‘i tanıtmada karınca kararınca bir katkım<br />
olmuĢsa ne mutlu bana ve benzer katkıları olanlara… 15<br />
Haziran 1997<br />
196
ARKA SOKAKLAR<br />
Dünyadaki altı milyar insanın takriben bir milyara<br />
yakını turizm yapıyor. Bu rakam her yıl az da olsa artıyor.<br />
Ülke olarak Türkiye bu kocaman pastadan sadece %2-2.5<br />
pay almaktadır. Gelenlerin çoğunluğu da arzu edilen ve<br />
kiĢi baĢına en az 2000 dolardan fazla harcama yapan<br />
ekonomisi güçlü turist değildir. Bunun nedenlerini<br />
sektörün içinde olanlar hep yazmıĢ veya söylemiĢlerdir.<br />
Ancak bu güne kadar köklü değiĢimlerle turizm<br />
politikasının en üst seviyeden baĢlayıp en alt kademesine<br />
kadar koordineli olarak ele alınamayıĢı ve sadece kapalı<br />
salonlarda yapılan konuĢma ve serzeniĢlerle yetiniliĢin<br />
sonucu olarak turizmi ülke genelinde bütün yıl boyu süren<br />
bir ekonomik sektör durumuna getiremedik. Böylece arz<br />
talep dengesinin bozuk olduğu bir yapılanmayla sektör<br />
içindeki tüm yatırımcı küçük ve büyük iĢletmeciler olarak<br />
durumdan Ģikâyet etmekten baĢka bir Ģey yapmadık.<br />
Oysa demokratik toplumlarda yerel sorunların çözümü<br />
orada yaĢayan halk ve onları temsil eden yerel<br />
yönetimlerle sağlanır...<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in ‗Tepe Mahallesi‘nde ‗Kıyı YanaĢma<br />
Yeri‘ ve bir ‗YürüyüĢ Bandı‘ vardır. Burası gelen turistin<br />
mutlaka gelip dolaĢtığı bir tür ‗Cazibe Merkezi‘<br />
durumundaki önemli bir yerdir. Bu alan, batıda Atatürk<br />
Anıtı, doğuda Netsel Marina ve Kuzeyde eski cami ile bir<br />
üçgen içerisindedir. Bu bölgede tarihi bir kale, içinde<br />
küçük bir müze ve çevresinde tipik iki katlı taĢ evler vardır.<br />
Bugüne kadar sadece bu bölge <strong>Marmaris</strong>‘in kültürel, tarihi<br />
ve folklorik yapısını sergileyen ve dolayısıyla öne çıkaran<br />
bir merkez olabilirdi. Yıllardan beri gelip burada görev<br />
yapıp ayrılan mülki ve yerel yöneticiler ―Buraya sit kurulu<br />
karıĢıyor, biz bir Ģey yapamıyoruz‖ edebiyatının arkasına<br />
197
saklandılar. Oysa biz bir Ģey yapın, otel, apart, mendirek<br />
yapın, restoran açın demiyoruz ki...<br />
<strong>Marmaris</strong>’in Tepe Mahallesindeki arka sokaklarından<br />
sadece birisi<br />
Turistlerin bu sit alanını rahatlıkla gezebileceği,<br />
fotoğraf çekebileceği bir cazibe yaratmayı, diğer bir<br />
deyiĢle buranın eski konumuna, düzeyine getirilmesini<br />
öneriyoruz. Buradan 1960‘lı, 70‘li ve hatta 80‘li yıllarda<br />
rehber öncülüğünde kalabalık turist kafileleri geçer,<br />
fotoğraf çekerler ve bu bölgeye büyük bir ilgi duyarlardı.<br />
ġimdi bu arka sokaklar deniz cepheli restoranların arka<br />
bahçesi, görevli personelin pineklediği, alet, edevat ve<br />
motosikletlerin park yeri olarak kullanılıyor. Son günlerde<br />
de geç saatlere kadar gürültülü müzik yapılarak barlar<br />
sokağına benzemeye dönüĢtüğünü üzülerek görüyorum.<br />
Değerli HemĢerilerim; Allah aĢkına düĢünün bir kere<br />
orta ve daha ileri yaĢtaki ve genç turistlerden daha çok<br />
ekonomik ve satın alma gücü olan turistler barlar<br />
198
sokağında olduğu gibi böyle karmaĢık, gürültülü ortama<br />
gelir yemek yer, içer, para harcar mı?<br />
<strong>Marmaris</strong> <strong>Belediyesi</strong> Eylül ayında Olağan Meclis<br />
Toplantısı için Kent Konseyi Yürütme Kurulundan bu<br />
bölge baĢta olmak 2008 yılından itibaren uygulamaya<br />
girecek bazı önlemler hakkında görüĢ ve çalıĢma<br />
istemiĢtir. <strong>Marmaris</strong>‘in Tepe Mahallesi ve Yat Limanı<br />
konularında <strong>Marmaris</strong> Kent Konseyi Yürütme Kurulu üyesi<br />
ve bu yazının yazarı Erol Uysal bu bölgede yapılacak<br />
tasarım ve uygulamalar konusunda yazılı önerilerde<br />
bulunmuĢtur. Belediyeler, yetkisizlik, siyasi ve ekonomik<br />
mülahazalarla karĢılarına çıkan engeller nedeniyle bazı<br />
proje ve tasarımlara çoğu defa el atamamaktadır. Oysa<br />
olumlu ve iyi niyetle düĢünülen tasarımlar milli bütçeye<br />
katkı payını arttıracağı gibi <strong>Marmaris</strong>‘in tanıtımına da<br />
yarar sağlayacaktır.<br />
Tepe Mahallesinin <strong>Marmaris</strong> Turizm ve Kültürüne<br />
kazandırılması konusunda en azından düĢünce bazında<br />
değiĢik görüĢler vardır. Bu konuda meseleye hangi açıdan<br />
bakıldığı önem kazanmaktadır. Yerel yönetimlerin<br />
hazırladığı proje ve tasarımlara yetkili organların siyasi<br />
düĢünme veya bürokratik engellemelerle köstek olmak<br />
yerine destek vermesi aydınlığa, ıĢığa ve güzelliğe çıkıĢ<br />
için en akılcı yol olacaktır. <strong>Marmaris</strong>‘in yeni ve büyük<br />
konaklama tesisleri inĢası yerine küçük, ama gördüğü<br />
iĢlev bakımından anlamlı, kültürel geçmiĢi yansıtan ve<br />
bugün için eksik görülen yapıtlara ihtiyacı vardır. Bunların<br />
bazılarını yerel yönetimlerin kendi çabalarıyla yapmaya<br />
çalıĢtıklarını da görmekten mutluluk duyuyorum.<br />
17.06.2010<br />
199
BĠR KONGRE GEZĠSĠ VE BAZI NOTLAR<br />
Hafta içinde, <strong>Marmaris</strong> ve Muğla ilimiz 12 değiĢik<br />
ülkeden 40 bilim adamının katıldığı uluslararası bir<br />
kongreye ev sahipliği yaptı. ―1. Uluslararası Arıcılık ve<br />
Muğla Çam Balı kongresi‖ baĢlığı altında ülkemizde ilk<br />
defa yapılan bu bilimsel çalıĢmanın 24 Kasım 2008<br />
Pazartesi günkü programında yerli ve yabancı<br />
katılımcılarla <strong>Marmaris</strong> Bölgesinde ‗Çam Balı Üretim Alanı<br />
Gezisi‘ vardı. Buna rehber olarak katıldım. Sabah saat<br />
10.00‘da baĢlayan gezinin önceden planlanmıĢ olan<br />
ziyaret yerlerine gidiĢin ilk durağı Ġçmeler üzerinden<br />
Turunç beldemiz oldu. Bu beldeye ‗Turunç‘ adının<br />
verilmesinin, eskiden bu yörede sıkça bulunan turunç<br />
ağaçlarından kaynaklandığına değindim. Katılımcılar<br />
arasında turunç ağacını hiç görmemiĢ olanlar da vardı. Bu<br />
ağaç türünü tanımlarken sıkça yediklerimizden olan ve<br />
‗citrus‘ olarak bilinen portakal, mandalin ve greyfurt gibi<br />
meyvelerle suyunu sıktığımız limonun bütün bunların<br />
anası ‗turunçgiller‘ olduğuna değindim. Turunç<br />
<strong>Belediyesi</strong> Belde giriĢ yoluna bu ağacı tanıtmak amacıyla<br />
turunç fidanları dikmiĢ. Bunlar büyüdükçe belde ve<br />
körfezin yukarıdan görüntüsü mutlaka daha güzel<br />
olacaktır.<br />
Turunç iskele ve belde meydanında kısa bir mola<br />
verdikten sonra güneydeki Kumlubük‘e geçtik. Yol<br />
üzerindeki Antik ‗Amos‘ kentinin giriĢ kapısında durarak<br />
burası hakkında kısa bir tarihi açıklamada bulundum. Bu<br />
mevsimde bal arılarının sıkça ziyaret ettiği ve<br />
bölgemizdeki ağaç türlerinden olan harnup ağaçlarını<br />
(Cerotonia Siliqua) yakından gördük. Katılımcılar, hem bu<br />
ağaçların hem de antik Ģehrin sur duvarlarıyla antik<br />
limanın fotoğraflarını çektiler.<br />
Kumlubük‘ün içinden geçerek güney batı yönündeki<br />
yolu takiben 880m. yüksekliğindeki <strong>Marmaris</strong>‘in Balan<br />
200
Dağ‘ından sonra (990 m.) ikinci büyük rakımlı dağı olan<br />
Palamut Tepe ve Osmaniye köyü istikametine giden yola<br />
saptık. Aramızda bulunan Arıcılar Birliği Üyesi ve Kongre<br />
Görevlisi olan Osmaniyeli Hüseyin Aydın yol üzerinde<br />
durmayı önerip ilginç bir Ģey göstereceğini söyledi. Bunun<br />
üzerine iĢaret ettiği yerde durup araçtan indik. Burada<br />
yolun hemen solunda yüzlerce yıl öncesinden<br />
zamanımıza kadar sağlam kalmıĢ kesme taĢtan yapılma<br />
bir kovan yatağını gördük. Hüseyin Aydın‘ın anlattıklarını<br />
Ġngilizceye çevirerek anlatıp soruları yanıtladım. Büyük bir<br />
taĢ duvar ve rampa görüntüsü veren bu yapı, arıcılığın bu<br />
bölgede çok önceden yapıldığını kanıtlaması açısından<br />
bilim adamları tarafından ilginç bulundu. Bu kovan<br />
yatağının önemli tarihi bir kalıntı olarak yerini gösteren bir<br />
tanıtım levhasının buraya dikilmesi yararlı olacaktır.<br />
Buradan sonra gezi planımıza göre bir arıcıya ait<br />
kovanlığı, kovan ve arıları ziyaret ettik. Mustafa adlı<br />
Osmaniyeli bir arıcının 380 adet kovanlarından bazılarını<br />
açıp arıları ve petekleri gördük. Kovanlar kekik, adaçayı,<br />
değiĢik makiler ve çam ormanlarının arasına serpiĢtirilmiĢ,<br />
arılar etrafımızda vızır vızır dolaĢıyor, peteklere bal<br />
taĢıyorlardı. Gösteri için tütsülenip açılan kovanlarda<br />
binlerce arıyı ve her kovanda tek olan kraliçe ana arıyı<br />
gördük. Altı kiĢilik genç bir ekipten oluĢan aile arılar ve<br />
kovanlarla ilgilenirken bize de misafirperverliklerini<br />
sergilemede azami gayret içinde oldular. Böyle bir doğal<br />
ortamda hazırlanan lokma, petek ve süzme bal<br />
ikramından herkes çok mutlu oldu. Peteği kopararak,<br />
süzme balı ise parmaklayanların mutluluklarına diyecek<br />
yoktu. Akademisyenler doğal ortamı, arıları, kovanları çok<br />
sağlıklı buldular. Kovanlığın sahipleri olan arıcılarla<br />
samimi ortamda sohbet ettiler. KarĢılıklı sorular soruldu,<br />
yanıtlar alındı. Buradan öğle saatlerinde Osmaniye<br />
köyüne hareket ettik. Bu yol üzerinde takriben 600-700m.<br />
yükseklikte olduğumuzdan sedir, karaçam, kayın, meĢe<br />
201
gibi bazı ağaç türleriyle yüksek rakımlı yerlere özgü bitki<br />
ve çiçek türlerine rastladık.<br />
Osmaniye‘ye girince köylülerin geleneksel Türk<br />
misafirperverliğini göstermek için kahvenin bulunduğu<br />
meydana toplanmıĢ, bizi beklemekte olduklarını gördüm.<br />
Buradaki manzara sanki bir düğüne, Ģöleni andırıyordu.<br />
Bize ayrılan bölüme oturduk. Masalara servis önceden<br />
yapılmıĢtı. Bal, köy ekmeği, keçi peyniri, gözleme,<br />
zeytinyağı, ayran ve bazı organik yiyecekler köy ürünleri<br />
soframızı süslüyordu. Köy muhtarı Türköz Deveci heyete<br />
―HoĢ geldiniz‖ deyip kısa bir konuĢma yaptı. Misafirler<br />
ikram edilen yiyecekleri büyük bir iĢtahla yediler. Dünya<br />
Arıcılar Birliği BaĢkanı Ġngiliz Richard köylülere hitaben<br />
yaptığı konuĢmada; ―Arı ve bal çok önemli iki unsurdur.<br />
Sağlıklı ortamda sağlıklı arıdan elde edilen bal en iyisidir.<br />
Burada gördük ki, zengin bitki örtüsüne (Flora) sahip bu<br />
bölgede doğal olarak sağlıklı arı ve organik bal elde<br />
edilmektedir. Biz dünyanın her yerine gidiyoruz. Böyle<br />
güzel doğal ortama az rastladık. Bunun değerini bilin,<br />
sahiplenin ve koruyun. Geleneksel Türk misafirperverliğini<br />
duymuĢtuk ama yaĢamamıĢtık. Burada bunu bütün<br />
doğallığıyla yaĢayıp gördük. Hepinize çok teĢekkür<br />
ediyoruz. Sağlıklı yaĢam ve bol kazanç diliyoruz‖ dedi.<br />
Kongrenin Organizasyon Komitesinde görevli Trakya<br />
Üniversitesi öğretim görevlisi Emekli Profesör Dr. Sayın<br />
Muhsin Doğaroğlu da yaptığı konuĢmada:<br />
‖Zengin ağaç ve bitki çeĢidiyle bu bölgemiz gurur<br />
kaynağımızdır. Dünyada bal üretiminde ön sıralardayız.<br />
Bilinçli arıcılık ve sağlıklı üretim ekonomik açıdan yöre ve<br />
bölge insanımızın bundan daha yüzyıllarca<br />
yararlanmasını sağlayacaktır. Böyle yerlerde maden<br />
çıkaracağım diye doğanın dengesini bozmak, bitki<br />
örtüsünü kirletmek, yok etmek yöre ve bölge arıcılığına,<br />
bal üretimine vurulan en büyük darbe olacaktır. Bunu<br />
yarın kongredeki sunumda da vurgulayacağım. Hepinize<br />
202
ize gösterdiğiniz misafirperverlik için kendim ve tüm<br />
heyetimiz adına teĢekkür ediyorum‖ dedi.<br />
Arı kültürü (Apiaculture) ve inceleme gezisine<br />
katılan kongre üyelerini Osmaniye‘den Bayır köyüne<br />
götürüp oradaki anıt ağaçlarımızı, Turgut Köyüne inerken<br />
MÖ. 4. yüzyıla ait piramit mezarı, Orhaniye‘deki ‗Kız<br />
Kumu‘nu da görmelerini sağladım. Geziye katılanlarla<br />
Datça yolu üzerinden <strong>Marmaris</strong>‘teki otele dönüĢümüzde<br />
vedalaĢırken bir kıĢ mevsimi baĢlangıcında ama sanki bir<br />
ilkbahar havasında, doğal, tarihi, kültürel ve folklorik bir<br />
ortamda bir gün de olsa gezmek ve yöreyi görmekten<br />
büyük bir mutluluk duyduklarını ifade ederek bana ve<br />
geziyi düzenleyenlere teĢekkür ettiler.<br />
1. Dünya Arıcılık ve Muğla Çam Balı Kongresine<br />
katılan akademisyenler 25, 26 ve 27 Kasım 2008 günleri<br />
Muğla Üniversitesi‘nde sunularda bulunup önergeler<br />
vererek çalıĢmalar yaptılar. 28 Kasım 2008 Cuma günü<br />
de bölgeden ayrılacaklar.<br />
Kongre bildirilerinden edindiğimiz bilgilere göre;<br />
Muğla bölgesinde 5850 aile 950 bin kovanla arıcılık<br />
yapıyor. Birliğe kayıtlı 3400 üye bulunuyor. Bugün için<br />
Muğla Ġli ülkemiz çam balı üretiminin %75‘ine<br />
sahiptir. Ülkemiz ise koloni varlığı yönünden dünyada<br />
ikinci sırada bulunuyor. Ancak böyle önemli ve ekonomik<br />
yararı olan sektörün bir yasasının olmayıĢı büyük bir<br />
eksiğimizdir. Osmaniye köyü ve çevresini her yıl bu<br />
mevsimde arısı, balı ve bitki örtüsüyle tanıtmak için bir<br />
Ģenlik düzenlenmesinin yöremize ekonomik ve sosyolojik<br />
canlılık kazandıracağına inanmaktayım. Ve diyorum ki;<br />
Bunu yaparken Osmaniye köyü giriĢine ‗‖Maden<br />
ocaklarına gider‖ levhası değil, buranın ―Arı ve bal<br />
cenneti‖ olduğunu simgeleyen bir anıtı maddi ve manevi<br />
anlamda buraya dikmemiz anlamlı olacaktır.<br />
203
I.Uluslararası Arıcılık ve Muğla Çam Balı<br />
Kongresinin ülkemize, Muğla ve <strong>Marmaris</strong> yöremize<br />
yararlı olmasını diliyorum.. 27.11.2008<br />
TEMA Vakfı yerli ve yabancı bilim adamları kovan ve arılar<br />
üzerinde inceleme yaparken Ağustos 2010<br />
Muğla‘dan <strong>Marmaris</strong>‘e 30 km. kala Sakar Tepeden Gökova ve<br />
Akuliptüs ağaçları- Sağ arka zeminde <strong><strong>Marmaris</strong>'in</strong> Altın Sivrisi.<br />
(Eutenna) ‗Arıcılık ve bal‘ için ‗Cennet‘ denilebilecek en uygun<br />
peyzajlardan sadece birisi görülüyor.<br />
204
KISSADAN HĠSSE<br />
Ġnsanoğlu evrenin kuruluĢundan bu yana ikili veya<br />
daha çoklu toplumsal iliĢkilerde kendi söylediklerinin,<br />
inandıklarının doğru olduğu konusunda hep katı ve inatçı<br />
olmuĢtur. Bunu kendi çevremizde, aile iliĢkilerinde, mal,<br />
para, mülkiyet paylaĢımı, siyaset, ekonomi, sanat, bilim,<br />
kültürde, hatta sporda görür, yaĢarız. Anılan konulardaki<br />
anlaĢmazlık bazen milletler ve devletlerarası iliĢkilerde de<br />
ortaya çıkabilir. Hatta tarihte okuduğumuz ve milyonlarca<br />
insanın ölümüne, yaralanmasına, maddi ve manevi zarar<br />
görmesine neden olan savaĢ ve ihtilafların ana nedeni<br />
hep bir taraf veya cephenin kendi veya kendilerine göre<br />
haklı veya doğru olduğuna katı bir Ģekilde inanmasıdır. Bu<br />
geliĢim bazen öyle noktalara ve düzeye çıkar ki, haklılık<br />
veya haksızlığı bir yana bırakın, karĢı tarafın sosyolojik ve<br />
eğitim durumunun kendi düzeyinde olmadığı önyargısıyla<br />
bozuk davranıĢların sergilendiğini görürüz. Bunu bir<br />
öyküyle örnekleyelim:<br />
Köyündeki evinden eĢeğine binip tarlasına gitmekte<br />
olan bir köylü vatandaĢ toprak yolda karĢısından hızla<br />
kendisine doğru gelmekte olan bir özel aracı yolun<br />
ortasına eĢeğiyle çıkıp eliyle iĢaret yaparak durdurur.<br />
Lüks aracını kullanmakta olan ensesi kalın cüzdanı<br />
kabarık türden ‗kalantor‘ diye de tanımlanan bir sürücü<br />
karakaçana binmiĢ köylüyü çiğnememek için sert bir fren<br />
yapıp durmak zorunda kalır. Araç ve çevre toz bulutu<br />
içinde kalır. Kızgın bir Ģekilde aracının camını açan araç<br />
sürücüsü, ―Nedir yaptığın, yolun ortasında durulur mu,<br />
durmayıp geçseydim Ģimdi üzerinde olduğun hayvanla<br />
beraber ‗eĢĢek cennetini‘ boylayacaktın‖ der. Sakin bir<br />
Ģekilde eĢeğinden inip cebindeki sigara tabakasını açarak<br />
bir sigara sarmaya çalıĢan köylü araca ve sürücüye<br />
yaklaĢıp Ģöyle der. ‖Affedersin Ağam, cuvaramı yakmak<br />
için ateĢim yoktu da, çakmak veya kibritin var mı<br />
diyecektim‖ der. Sürücü kalantor adam, ―Hay Allah çattık<br />
205
elaya, bunun için yol kapatılır mı‘, sende akıl yok mu‖ der<br />
ve bağırıp çağırır, köylüye hakaret eder. Araç sürücüsü<br />
toprak yolda ani durmadan dolayı havaya çıkan tozu iyice<br />
soluyup ciğerlerine çektikten sonra iyice sinirlenir. Bir an<br />
ne yapması gerektiğini düĢünürken aklına bir muziplik<br />
gelir. Köylüye Ģöyle der. ―Sigara içmem köylü kardeĢ,<br />
ateĢim, çakmağım yok. Yakabilirsen el fenerim var, onu<br />
vereyim‖ der. Köylünün yanıtı hemen ‗olur, sağ olasın, bir<br />
denesem fena olmaz‖ olur. Adam elini aracının torpido<br />
gözüne uzatarak oradaki el fenerini alır, köylüye verir.<br />
Köylü feneri alır, düğmesine basıp ıĢığını ağzındaki<br />
sigaraya tutar. Hiç konuĢmadan her ikisi de dakikalarca<br />
beklerler. Sonuçta el fenerinin pili biter, fener söner.<br />
Köylü, adama, ―Zannedersem fenerin pili bitti, yine de<br />
teĢekkür ederim‘ deyip el fenerini iade eder. Adam,<br />
arabasını çalıĢtırıp gazladığı gibi baĢını sallayarak oradan<br />
uzaklaĢır. AkĢam evine döndüğünde eĢine, ―Yahu, Ģu<br />
bizim köylüler ne kadar cahil insanlar, akıl alacak gibi<br />
değil‖ der. Karısı, ―Hayrola, bir aksilik mi oldu‖ deyince<br />
olayı anlatır ve devam eder. ―Adam hala el feneriyle<br />
sigara yakılamayacağını bilmiyor. Biz böylesine cahil<br />
insanlarla nasıl adam olur, ilerler çağ atlarız. DüĢününce<br />
doğrusu insanın çıldıracağı geliyor‖ deyince karısı da ―Ne<br />
acı, sinirlenmekte haklısın kocacığım‖ der.<br />
Öte yanda tarla dönüĢü eĢeğini köy kahvesinin<br />
önündeki asma çardağının direğinden birine bağlayıp<br />
―Selamın Aleyküm‖ diyerek kahveye giren köylüye<br />
kahvedeki arkadaĢları ―Aleyküm selam‖ der demez<br />
içlerinden birisi hemen soruyu patlatır. ―‗Hayrola Emin<br />
OnbaĢı, bir sorun mu var. BaĢka zaman eĢeği kahveye<br />
getirmezdin de‖ deyince soruyu yöneltene ve onu dikkatle<br />
dinlemekte olan diğer arkadaĢlarına Ģu yanıtı verir.<br />
―Sorma birader, çoktandır önümüzdeki yolda arabayla<br />
hızlı geçip ve bize toz yutturan o Ģımarık, küstah herif<br />
vardı ya ona dersini verdim. Size bunu müjde edeyim diye<br />
doğrudan kahveye geldim. O deyyus bir daha bu yoldan<br />
206
hızlı geçmeye cesaret edemeyecektir artık‖ der.<br />
Kahvedekilerin hepsi sanki önceden anlaĢmıĢlar gibi hep<br />
bir ağızdan, ―Nasıl oldu bu iĢ, yoksa adamı dövdün mü<br />
Emin OnbaĢı‖ deyince, ―Durun, sabırlı olun, adamı<br />
dövmeden beter ettim‖ deyip olayı baĢtan sona anlatır.<br />
Kahvedeki köylüler, ―Hay Allah senden razı olsun, yalnız<br />
biz değil, köy okulumuzdaki çocuklarımız, öğretmenler,<br />
kadınlarımız, özetle tüm köylü bu adamın yaptığından çok<br />
rahatsızdı. O geçtiği zaman tozdan göz gözü görmüyor,<br />
kadınlarımızın yıkadıkları tertemiz çamaĢırlar toz içinde<br />
kalıyordu. Allah senden razı olsun Emin OnbaĢı‘ deyip<br />
hep birlikte onu alkıĢlarlar.<br />
Bu övgülü sözler karĢısında Emin OnbaĢı Ģu<br />
karĢılığı verir. ―Adam zengin olmuĢ, belli ki okumuĢ<br />
yazmıĢ birine benziyor ama daha el feneriyle sigara<br />
yakılamayacağını bilmiyor. ĠnĢallah benim kendisine<br />
verdiğim dersi almıĢtır. Ama Ģu da bir gerçektir. Adam<br />
olmak sadece okumakla, zengin olmakla olmuyor. Zaten<br />
bizim ilerleyemeyiĢimiz, kalkınamayıĢımızın esas nedeni<br />
böylesi ve benzerlerinin iĢ baĢında olmasındandır. Bize<br />
düĢen görev, çocuklarımızı okutmak, onları devlet, millet<br />
yönetimine sahip çıkmaya yönlendirmektir. Böyle miskin,<br />
tembel kahvede pineklersek çocuklarımızı okutamazsak,<br />
köyün önünden geçen kısacık toprak yolu bile asfalt<br />
yapamaz, yaptıramazsak ömür boyu böyle görgüsüz,<br />
kibirli, Ģımarık insanların oyuncağı oluruz‖...<br />
Bu sözler köyün tüm sakinlerini harekete geçirmiĢ<br />
olmalı ki, müteakip günlerde köylü imece usulü köyün<br />
yolunu asfalt yapar. Hem kötü sürücünün çıkardığı<br />
tozdan, hem kötü yoldan kurtulur, kendilerine özgüven<br />
kazanırlar.<br />
Buradaki, ‗kıssadan hisse‘de doğrusunu söylemek<br />
gerekirse Yüce Atatürk‘ün Köylü Milletin Efendisidir‘<br />
sözünü bir kez daha anımsamadan edemiyorum…<br />
14.03.1985<br />
207
DADAġ DĠYARI ERZURUM<br />
Bir vatandaĢ ―HemĢerim, memleket neresi? ‖ diye<br />
sorarsa elbette ―<strong>Marmaris</strong>‖ derim. Ama ―Ġkincisi neresi<br />
olur‖ denilirse hiç tereddütsüz ―DadaĢ diyarı Erzurum‖<br />
derim.<br />
Erzurum‘a duyduğum yakınlığın yaĢamımda hep<br />
ayrı bir yeri olmuĢtur. Çocukluk günlerimde (1940‘lı yıllar)<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e on beĢ günde bir ‗Erzurum‘ adında bir yolcu<br />
ve yük gemisi gelirdi. Okuma yazmayı yeni öğrenmeye<br />
baĢlamıĢtım. Ġçinde sesli harflerin çok olduğu ‗Erzurum‘<br />
sözcüğünü kendi ismimin ilk hecesiyle özdeĢ olduğu için<br />
sever, kolay geldiği için yazar, söyler ve gemi <strong>Marmaris</strong><br />
boğazından göründüğünde de ―Erzurum boğazdan<br />
göründü‖ anlamında mahallenin çocukları ile birlikte ‗Ağla<br />
vapur‘ (gemi göründü demek) diyerek bağrıĢır, çığrıĢırdık.<br />
Yirmili-otuzlu yaĢlarımın 1960-63 ve 1970-73 olmak<br />
üzere altı yılını Doğu Anadolu‘da ve ülkemizin doğudaki<br />
kalesi olan Erzurum‘da yaĢadım. Bilindiği üzere, Türk<br />
Silahlı Kuvvetlerinin Kara ve Jandarma birliklerinde<br />
muvazzaf subay, astsubay olarak personelin çoğu ‗ġark<br />
Hizmeti‘ olarak bilinen bu zorunlu hizmet nedeniyle<br />
Erzurum ve yakınındaki garnizon ve birliklerde görev<br />
yapmıĢlar ve halen yapmaktadırlar. Sovyetler Birliği<br />
parçalanmadan önceki yıllarda Güney Kafkasya<br />
Cephesinde Rus tümenleri vardı. O zamanlar, ―Türkiye<br />
NATO‘nun Doğudaki Kalkanı‖ olarak tanımlanır, askeri<br />
birliklerimizin çoğunluğu anılan cepheye karĢı ana<br />
savunma mihverleri üzerinde konuĢlandırılırdı. Erzurum<br />
ve yöresinde ayağımızdaki botların, tanklarımızın<br />
paletlerinin basmadığı toprak, tepe, yamaç kalmazdı. Her<br />
asker ve ailesinin bu yörede mutlaka kaldığı yılları,<br />
unutamadığı anıları olmuĢtur.<br />
208
ĠĢte bu yazımda, aradan otuz sekiz yıl geçmesine<br />
rağmen hiç unutamadığım bir anımı silah arkadaĢlarım ve<br />
okurlarla paylaĢmak istiyorum.<br />
Yıl 1970, Aralık ayının yirmisi ve bir pazar günü<br />
sabahıydı. Birkaç gündür yağan kar nedeniyle Kandilli-<br />
Erzurum yolu karla kapanıp tekrar ekiplerce trafiğe<br />
açılıyordu. Sabah kalktığımızda karın kalınlığı<br />
oturduğumuz toprak konutun yola bakan penceresini<br />
neredeyse kapatmak üzereydi. EĢim hamileydi. Doktor<br />
on-on beĢ gün önceki görüĢmemizde doğumun bu<br />
günlerde olacağını söylemiĢ, ancak eĢim henüz doğum<br />
belirtileri hissetmeyince iĢi galiba biraz ağırdan almıĢtı.<br />
ĠĢte o sabah evde bir telaĢ vardı. Kayınvalidem ve eĢim<br />
heyecanlıydılar. Doğum sancısı baĢlamıĢtı. Hemen<br />
Kandillide tek olduğu bilinen ebeyi telefonla aradım.<br />
Aldığım yanıt ―Ebenin acilen baĢka bir doğum için yakın<br />
bir köye gittiği‖ oldu. Bu durumda tam bir panik yaĢadım.<br />
EĢim ve kayınvalidem doğum için gerekli malzemeyi bir<br />
çantaya koyarken ben de garnizondan ambulans<br />
sağlamaya gittim. Karlı ve kaygan yollarda Ģarampole<br />
yuvarlanan araçları kurtarmak için kapanan yolun bazı<br />
kesimlerinde kurtarma ekiplerinden izin isteyerek normal<br />
Ģartlarda 45 dakikada gidilen Erzurum Doğum Evine tam<br />
iki saatte ulaĢabildik. Hemen doğuma alınan eĢim Gülsen<br />
beĢ on dakika içinde kızımızı dünyaya getirdi. Getirdi de,<br />
gelin bir de bana sorun… Hani sıkıntılı bir olay<br />
yaĢandığında ―Dokuz doğurduk‖ denir ya, iĢte biz de o<br />
haldeydik.<br />
O yıllarda çocuğun cinsiyeti önceden bilinmiyordu.<br />
Kızım olduğunu öğrenen arkadaĢlarım, meslektaĢlarım<br />
kızımın takma adını hemen ―Nene Hatun‖<br />
koyuvermiĢlerdi. .―ĠnĢallah Nene Hatun gibi güçlü,<br />
cesaretli, vatansever olur‖ temennisinde bulunmuĢlardı.<br />
Nene Hatun hakkında yeterli bilgim de yoktu. Erzurum‘u<br />
sevip de Nene Hatun‘u tam bilmemek ayıp olurdu. Nene<br />
209
Hatun‘u iyi öğrendim. Okurlarımın anımsamaları için de<br />
kısaca buraya aldım:<br />
Nene Hatun 1857- 1955 yılları arasında yaĢamıĢ ve<br />
98 yaĢında hayata gözlerini yummuĢ Erzurumlu yiğit bir<br />
kadındı. Ölümünden üç ay önce Türk Kadınlar Birliği<br />
tarafından yılın annesi seçildi. Tarihimizde 93 harbi<br />
olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaĢı sırasında<br />
Erzurum‘daki Aziziye Tabyasının savunulmasında<br />
kahramanca savaĢtı. Böylece adını milli tarihimize<br />
yazdırdı. Mücadeleye küçük yaĢtaki oğlunu ve kızını evde<br />
bırakarak katıldı. SavaĢ sırasında 20 yaĢlarında genç bir<br />
gelin ve anneydi. ÇarpıĢmalarda binlerce Ģehit ve yaralı<br />
vardı. Nene Hatun da yaralılar arasındaydı. Bir Türk<br />
Kadını olarak vatan, namus, bayrak ve toprak sevgisinin<br />
en güzel örneğini gösterdi. Ölümünden bir kaç yıl önce<br />
kendisini ziyaret eden NATO görevlisi bir Amerikalı<br />
subayla evinde yaptığı sohbette, ―O zaman vazifemi<br />
yapmıĢtım. Bu gün de ilerlemiĢ yaĢıma rağmen aynı<br />
hizmeti daha mükemmeliyle yapacak ruh ve imana,<br />
cesaret ve heyecana sahibim‖ demiĢti. .<br />
210
Erzurumlu Gazi ‘Nene Hatun’ 1857-1955<br />
Erol Uysal Erzurum'da çocukları Mustafa Kemal ve ġule ile<br />
-1972<br />
211
Aradan yıllar geçti. Kızım ġule büyüdü. Atatürkçü,<br />
baĢarılı bir öğretmen, iyi bir anne oldu. On üç yıldır<br />
Anadolu Liselerinde Türkçe Edebiyat derslerine giriyor.<br />
ġule‘yi çocukluğundan bugüne arkadaĢlarım ‗Nene Hatun‘<br />
takma adıyla çağırıp, bu aziz kadının ruhunu hep Ģad<br />
ettiler. Bu kahraman ve aziz DadaĢ Kadını takdir, minnet<br />
ve rahmetle anıyorum.<br />
Erzurum, zengin doğa, tarih, kültür ve folkloru ile<br />
sadece birkaç sütuna sığdırılacak yer değildir. Erzurum‘u<br />
ve anılarımızı yazmaya kalksak destan olurdu. Güzel<br />
vatanımızın bu güzel yiğitler diyarı ve çevresi insanımız<br />
tarafından mutlaka gezilmeli, görülmelidir.<br />
Erzurum, 2006‘da Ġtalya‘nın Torino Ģehrinde yapılan<br />
oylamada 2011 yılında yapılacak ‗25. Dünya Üniversiteler<br />
Arası KıĢ Oyunları‘na ev sahipliğini kazandı. Bu haber<br />
Erzurumlular kadar bizi de sevince boğdu. Bu sayede<br />
ülkemiz dünyaya bu defa değiĢik bir yöremizden<br />
tanıtılacak. Bundan iyi bir tanıtma fırsatı olamaz.<br />
Hazırlıklar Ģimdiden baĢladı. Ġnanıyoruz ki; devletimiz,<br />
hükümetimiz, ilgili bürokratlar ve Erzurumlular bu fırsatı<br />
çok iyi değerlendirip Erzurum‘un kültür ve turizmde cazibe<br />
merkezlerimizden birisi olmasına gayret sarf edecek ve<br />
baĢarılı olacaklardır.<br />
Erzurum‘un Milli Mücadelenin kazanılmasındaki rolü<br />
büyüktür. Mustafa Kemal ve Kongre Heyet ArkadaĢları<br />
KurtuluĢ SavaĢının önemli kalelerinden birisi olan<br />
Erzurum ve Kongresini 23 Temmuz- 7 Ağustos 1919<br />
tarihleri arasında bu kahraman DadaĢların diyarında<br />
yaptı. Erzurum; Kongre Binası, Atatürk Üniversitesi,<br />
Palandöken Kayak Merkezi, Tortum ġelalesi, Oltu taĢı,<br />
Çifte Minareli Medrese, Kümbetler, Bar Oyunu, Sarı Kız<br />
ve diğer türküleri, Balıklı Göl Efsanesi, Cirit oyunu, zengin<br />
ve lezzetli mutfağı, Karasu ve aynalı sazanı, alabalığı ve<br />
daha yüzlerce tarihi, doğal, kültürel ve folklorik<br />
212
zenginliğiyle görülmeye değerdir. Gelecekte de Erzurum<br />
her yönden hak ettiği düzeye gelecektir.<br />
<strong>Marmaris</strong>‘ten DadaĢ diyarı Erzurum‘a ve tüm<br />
Erzurumlulara kucak dolusu selam ve sevgi gönderiyor, ―<br />
ġen olasın Erzurum, Ģen ola!‖ diyorum. Aralık 2006<br />
Tortum ġelalesi Erzurum Kongre Binası<br />
213
ĠNCĠR VE TUVALET<br />
1954 yılında ayrıldığım <strong>Marmaris</strong>‘ten yılda bir izinli<br />
olarak geliĢlerim dıĢında 23 yıl gurbette kalmıĢtım.<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e hasretin vuslata dönüĢü 1977 yılına giriĢte<br />
oldu.<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e kavuĢurken umduklarımız<br />
bulduklarımızla örtüĢtü mü? Buna maalesef ―Evet‖<br />
diyemiyorum. <strong>Marmaris</strong>‘i, kıĢ mevsiminin olumsuz hava<br />
koĢulları içinde alt yapısının olmadığı, sel, çamur, kuru<br />
havalarda toz ve bir inĢaat Ģantiyesi görünümünde<br />
buldum. Ġzmir‘den evimizi buraya taĢıdıktan sonra bir<br />
dönem piĢmanlık duydum dersem yalan söylemiĢ olmam.<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in bu olumsuz görüntüsünün nedenlerini burada<br />
yaĢamaya baĢlayınca daha yakından görmeye,<br />
öğrenmeye baĢladım. Ana nedene burada kısaca<br />
değinmek istiyorum.<br />
1957 yılı Nisan ayında meydana gelen depremden<br />
sonra Ġmar ve Ġskan Bakanlığı evleri hasar görenlerin<br />
baĢvurularını değerlendirip sözde hak edenlere uzun<br />
vadeli geri ödemeli ve ucuz deprem evleri vermiĢ. Burada,<br />
‗sözde‘ sözcüğünü kullandım. Nedeni Ģudur. Bazı<br />
hemĢerilerimiz evleri hasar görmediği halde hasarlı olarak<br />
gösterip bu evlere sahip olmuĢlar. Evler sahiplerine<br />
dağıtıldıktan sonra <strong>Marmaris</strong> Turizminde küçük birimler<br />
olarak pansiyonculuğun yolu açılmıĢ. Yerli ve yabancı<br />
turistler bundan sonra <strong>Marmaris</strong>‘e gelmeye baĢlamıĢlar. O<br />
yıllarda <strong>Marmaris</strong>‘te alt yapı olmadığı için çarĢıdaki tek<br />
tuvaletin kirlenmiĢ suları bir kanalla denize dökülür,<br />
kıyıdan geçen yayaların burunlarını tıkamasına neden<br />
olurdu. Evlerde de foseptik çukurları kullanılırdı. Hele<br />
bizim Tepe Mahallesi tuvalet sularını lagarlarda biriktirir,<br />
yağmurlu, fırtınalı havalarda kapaklar açılır, denize deĢarj<br />
edilirdi. 1970‘lı yıllarda, bırakın <strong>Marmaris</strong>‘i, ülkenin birçok<br />
büyüklü küçüklü yerleĢim biriminde kanalizasyon sistemi<br />
214
yoktu. Buna rağmen turizm baĢlamıĢtı. Örneğin<br />
<strong>Marmaris</strong>‘te alt yapı bitirilmeden baĢlayan yapılaĢma, yol<br />
ve kanalizasyon çalıĢmaları yüzünden bahar aylarında<br />
gelmeye baĢlayan turistler bizi yıllarca süren onarım ve<br />
inĢaat Ģantiyesi halinde, toz, çamur içinde buldular. ĠĢte<br />
biz de bu karmaĢanın içinde kapağı doğup büyüdüğümüz<br />
ve yıllarca özlemini duyduğumuz <strong>Marmaris</strong>‘e attık. Özetle<br />
ifade etmek gerekirse, Türkiye, turizme kapılarını alt<br />
yapısını tamamlamadan erken açınca <strong>Marmaris</strong><br />
örneğinde olduğu gibi homojen tabir edilen ve her yıl<br />
kendileriyle beraber baĢkalarını, yakınlarını da getiren<br />
turistlerini kaybetti.<br />
Çarpık yapılaĢma ve alt yapı konularını irdeleyen,<br />
daha iyi turizm için akla gelen her Ģeyi sayıları binleri aĢan<br />
yazılarımda takriben yirmi beĢ yıldır gündeme taĢıdım.<br />
Bunların hepsini özel klasörlerde saklıyorum.<br />
‗ġansız Anlar‖ veya ―Olaylar‘ olarak tanımladığım o<br />
günlerin ve özellikle turist rehberlerinin baĢlıca<br />
sorunlarından birisi olan tuvaletlerimizin geçmiĢteki<br />
durumunu somut Ģekilde ortaya koyacak bir olaya burada<br />
yer vermek istiyorum. Böylece, dünden bugüne nereden<br />
nereye geldiğimizi daha iyi değerlendirebiliriz.<br />
1960‘lı yılların sonunda Ġzmir‘de bir rehber<br />
arkadaĢla tanıĢmıĢtım. Adı ‗Marius‘ idi. Beni evine de<br />
davet etmiĢti. Kısa bir sohbet anında bana bir nebze<br />
yaĢamından da bahsetti. Ġzmir Alsancak‘ da küçük bir<br />
apartman dairesinde oturuyordu. Ġlk görüp dikkatimi çeken<br />
Ģeyin Marius‘un çok zengin bir kitaplığa sahip olduğuydu.<br />
Kitaplar yabancı dilde yazılmıĢ değerli eserlerdi.<br />
Marius‘un Ġspanyolca, Fransızca, Ġngilizce, Ġtalyanca ve<br />
Türkçe konuĢtuğunu önceden duymuĢtum. Diğer rehber<br />
arkadaĢlar ―Kitapları onun tek varlığıdır, onları kimseye<br />
ödünç vermez‖ demiĢlerdi. Belli ki kitapların adlarına<br />
bakınca özellikle tarih, kültür, sanat ve arkeolojiye ilgisinin<br />
fazla olduğu anlaĢılıyordu. . Beni kırmamak için bu<br />
215
prensibinden vazgeçip birkaç kitabından yararlandığımı iyi<br />
anımsarım<br />
Marius‘un hayat öyküsü oldukça enteresandı.<br />
Fransa‘da doğmuĢ, annesi onu yeni doğmuĢ bebekken<br />
kiliseye bırakılmıĢ, sonra çocuk bakım ve koruma evinde<br />
büyümüĢ. Olgunluk çağlarında eğitimini tamamlayıp<br />
Türkiye‘ye gelerek Türk vatandaĢı olmuĢ. Rehber kursuna<br />
katılıp kokardını almıĢ ve rehber olarak çalıĢmaya<br />
baĢlamıĢ.<br />
ĠĢte yazımıza baĢlık attığımız olay burada baĢlıyor.<br />
Marius, rehber olarak birkaç yabancı dil bildiğinden çok<br />
tur alırdı. Bir defasında Ġzmir‘deki bir acentenin Amerikalı<br />
turist gurubuyla Konya‘ya ve oradan da Kapadokya‘ya tur<br />
almıĢ. Mevsim yaz ve Ağustos ayı. Ġzmir‘den çıkıp Aydın‘a<br />
yaklaĢırken otobüsteki turistlerine geleneksel Türk<br />
misafirperverliğini göstermek için Ġncirliova‘da durarak iki<br />
sepet dolusu taze incir almıĢ. Amerikalılar inciri çok sever<br />
ve birçoğu kabuğunu da soymadan yemiĢ. Turistlerin<br />
bazıları da inciri yedikten sonra üzerine su içmiĢler.<br />
Rehber Marius ―O zaman bu konuda henüz genç ve<br />
deneyimsizdim. Ġncir yendikten sonra üstüne su<br />
içilmesinin yaratabileceği sıkıntıyı bilmiyordum‖ diyor.<br />
Aydın, KöĢk, Sultanhisar geçildikten sonra turistlerin<br />
içinden yaĢlıca ve ĢiĢman olan bir Bayan Marius‘u yanına<br />
çağırarak rahatsızlandığını, acilen tuvalete gitme ihtiyacı<br />
olduğunu söylemiĢ. Marius Ģoföre dönerek, yakında<br />
tuvalet varsa durmasını rica etmiĢ. ġoför, ―Buralarda<br />
tuvalet ne gezer, Denizli‘ye kadar bu yolda tuvalet yok,<br />
istenirse yol kenarında dururum, tütün tarlalarına, Ģeftali<br />
ağaçları arasına gider iĢini görebilir‖ demiĢ. Marius,<br />
olurdu, olmazdı derken Ģoför taĢ duvarlı, üzeri teneke<br />
parçalarıyla kapatılmıĢ ve duvarında ‗OO‘ (100) numara<br />
yazan bir yapı görünce hemen Marius‘a müjdeyi vermiĢ.<br />
Yolun sağına yanaĢarak durmuĢ. Marius kadını aĢağıya<br />
indirip tahta kapılı kulübemsi yere yönlendirmiĢ. Kendisi<br />
de kulübenin biraz açığında beklemeye baĢlamıĢ. Kadın<br />
216
irkaç dakika sonra ―Marius, Marius, Help me, Come in!‖<br />
(Marius, gel bana yardım et) diye bağırmaya baĢlamıĢ.<br />
Marius birden ĢaĢırmıĢ ve içinden ―Bu kadın tuvalette ya<br />
yılan ya da fare gördü‖ deyip kapıyı tıklatıp sorunun ne<br />
olduğunu sormuĢ. Turist kadın Marius‘un içeri girmesini<br />
istemiĢ. Marius‘un içeri girince gördüğü kimsenin<br />
görmeden bilebileceği türden bir olay değil. Kadın yer<br />
tuvaleti kullanmayı bilmediğinden olduğu gibi zemindeki<br />
deliğin üzerine oturulacağını sanıp oturmuĢ. Ġhtiyacını<br />
gördükten sonra doğrulabilmek için yanda tutunacak bir<br />
tutamak olmadığından Marius‘tan yardım istemiĢ. Marius<br />
kadına yardım ederek otobüse girmesini sağlamıĢ. Ancak<br />
meydana gelen olayı merakla bekleyen otobüsteki diğer<br />
turistlere ne söyleyebileceğini düĢünüp bunu önce kadına<br />
sormuĢ. ―Otobüsteki arkadaĢlara yaĢanan olayı<br />
söyleyelim mi‖ demiĢ. Kadının gülerek verdiği yanıt,<br />
―Söyleyelim ki, onlarında baĢına böyle bir olay gelmesin‖<br />
olmuĢ. Mariıus olayı anlatmıĢ. Tüm turistler olayın<br />
kahramanı da birlikte olarak gözlerinden yaĢ gelircesine<br />
gülmekten katılmıĢlar. Bazen benzer olaylar karĢısında<br />
deriz ya, ―Ağlar mısın, güler misin‖ diye. YaĢanan olay da<br />
buna benzemiĢ.<br />
Tuvalet deyip geçmeyelim. Varken değeri bilinmez.<br />
Turizm, turist ve turist rehberi için tuvalet düne kadar en<br />
büyük meseleydi. Hani, ―‗Türk turizmi tuvaletten çektiğini<br />
baĢka Ģeyden çekmedi‖ dersek doğru söylemiĢ oluruz.<br />
ġimdi akaryakıt istasyonları sayesinde eski durumdan<br />
genelde kurtulduk. Tuvalet, Türk Turizminin gündeminden<br />
hayli düĢtü. Yine de seyrek de görülse temiz olmayan yer<br />
klozeti, pisuar su kaçağı, susuzluk, kağıt veya peçete<br />
bulunmayıĢı gibi benzer bir çok sorunla karĢılaĢabiliyoruz.<br />
Ayrıntı gibi görünen bu tür sorunları turiste yaĢatırken<br />
sözde ―Kaliteli turist‖ beklentimize atıfta bulunuruz. Turist<br />
bir mal veya emtia değil ki ona kaliteli veya kalitesiz<br />
diyelim. Bu sözcüklerle demek istediğimiz paralı, kültürlü,<br />
217
görgülü turist ise onlara hitap edecek tesis ve ürünü tam<br />
ve eksiksiz sunmaya özen göstermeliyiz. 15.10.1985<br />
218
24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ<br />
Yine bir 24 Kasım gününde Cumhuriyetimizin<br />
kurucusu Yüce Atatürk‘e ‗BaĢöğretmen‘ unvanı<br />
veriliĢinin 82. ve bu günü kutlamaya baĢlamanın 29.<br />
yıldönümündeyiz.<br />
Ailemde hayata gözlerini yummuĢ, emekli<br />
olmuĢ ve halen bu mesleği büyük bir zevk ve Ģevkle<br />
yapmakta olan kızım, gelinim, kardeĢim ve yakın<br />
dost olan öğretmenler vardır. Öğretmenlik çok özel,<br />
çok yüce bir meslektir. Bedeli hiçbir maddi karĢılıkla<br />
ölçülemeyecek kadar saygın, sevgi ve fedakârlık<br />
mesleğidir. Sınırları okul ve sınıf duvarlarıyla<br />
çizilemeyecek, zil ile baĢlayıp bitmeyecek kadar ağır<br />
bir sorumluluk gerektiren kutsal bir görevdir. Bu<br />
mesleğin tarih boyunca da böyle görüldüğünü,<br />
―Bilgelik Mesleği‖ olarak kabul edildiğini, değerinin ve<br />
öneminin her dönemde vurgulandığını biliyoruz.<br />
Atatürk diyor ki ―Dünyanın her yerinde öğretmenler<br />
toplumun en özverili ve en saygıdeğer öğeleridir.‖<br />
Yüzyıllar öncesinde Diyojen, ―Yeryüzünde öğretmenlikten<br />
daha Ģerefli bir meslek tanımıyorum.‖ demiĢ. Sokrates ise,<br />
öğretmenin ve öğretmenliğin önemini, ―Dünyada her Ģeye<br />
değer biçilebilir ama öğretmenin eserine değer biçilemez.<br />
Çünkü onun eseri hem her Ģeydir hem de hiçbir Ģeydir.‖<br />
diye belirtmektedir. Hz. Ali ise, Öğretmenliğin paha<br />
biçilmez değerini en kısa ve etkili biçimde, ―Bana bir harf<br />
öğretenin kırk yıl kölesi olurum‖ demiĢtir…<br />
Değerli Okurlar; Yazımın baĢında kızımın da<br />
öğretmen olduğunu belirttim. Hepiniz bilirsiniz, okul<br />
yönetimi ‗Öğretmenler Günü‘ kutlamaları için çeĢitli<br />
etkinlikler düzenler. Bu konuda, KarĢıyaka Ġlçe Milli Eğitim<br />
Müdürlüğü tüm okullardaki öğretmenleri arasında ‗Niçin<br />
219
Öğretmen Olunur‘ baĢlığı altında bir kompozisyon<br />
yarıĢması düzenlemiĢ. KarĢıyaka Anadolu Lisesinde<br />
Edebiyat Öğretmenliği yapmakta olan kızım ġule Aktepe<br />
(Uysal) bu yarıĢmaya ‗Ben de YaĢadım Diyebilmek‘<br />
baĢlıklı kompozisyonla katılmıĢ. Ġlçe Milli Eğitim<br />
Müdürlüğü anılan kompozisyonu ‗Ġlçe Ġkincisi‘ olarak<br />
değerlendirmiĢtir. Tabii ki, her anne ve baba gibi kızımızın<br />
bu baĢarısından gurur duyduk. ġule‘yi bir kez de buradan<br />
kutluyor, gözlerinden öpüyoruz.<br />
ġule Aktepe‘nin Ġzmir-KarĢıyaka Ġlçesinde ikincilik<br />
ödülü kazanan kompozisyonunu gazete köĢemde<br />
yayınlamak ve siz değerli okurlarımla paylaĢmak için<br />
aynen yazıma aldım. Tüm öğretmenlerin gününü kutluyor,<br />
sağlık, mutluluk ve baĢarı diliyorum. 24.11.2010<br />
BEN DE YAġADIM DĠYEBĠLMEK’<br />
YaĢamı adlandırdığımız an, ölümü de keĢfettiğimiz<br />
andır aslında. Bir madalyonun iki yüzü gibi; birinde bize<br />
bahĢedilenin güzelliğini gösteren bir resim, diğerinde<br />
bunun ömrümüzle sınırlı olduğunu hatırlatan bir baĢka<br />
resim.<br />
Ġnsan, hem hiç ölmeyecekmiĢ gibi yaĢamanın, hem<br />
de ölümsüz olabilmenin sırlarını aramanın peĢine düĢer<br />
hemen. Filozofların yaĢamı ölüm ve yaĢamı sorgulamakla<br />
geçer. Tutunacak bir dal, yaĢamdan ayrılırken ―Ben de<br />
yaĢadım‖ diyebileceği bir kanıt arar. Aksi takdirde su<br />
yüzeyinde gezdirilen bir çubuk gibi geçici bir iz kalacak,<br />
eninde sonunda su, siz hiç değmemiĢçesine<br />
kapanacaktır. Bu, ölümden de beterdir. Bir tanık arar<br />
insan yaĢadığına. Kimi beste yapar, kimi bir bina, kimi de<br />
çocuk. Umudu, ölümünden sonra birilerinin onu<br />
hatırlayacağıdır.<br />
Öğretmen olmak, hayatı anlamlı kılmanın belki de<br />
en güzel yoludur. Ortalama 25 yıl öğretmenlik yapan<br />
birinin 3000–4000 civarı öğrencisi olacaktır. Ne bu sayıda<br />
220
este yapmak, ne bu sayıda bina yapmak ne de bu kadar<br />
çocuğa sahip olmak insan için mümkündür. Kaldı ki<br />
öğretmenlik parçaları bütününden daha fazla eden ilginç<br />
bir formüle de imza atar. Öğretmen bilir ki derse her<br />
giriĢinde göz göze geldiği bu genç beyinler, bir gün<br />
kendisini aĢacaklar.<br />
Öğretmen aslında ders anlatmaz, sahne alır. Bilgiyi,<br />
en kısa yoldan, en eğlenceli ve en etkili Ģekilde sunmaya<br />
çalıĢır. Bu nedenle alkıĢları duyamasa da mesela bir<br />
Sezen Aksu‘nun konser sonrası hissettiklerine benzer bir<br />
arınma hisseder 45 dakikaların sonunda. Koridorlarda<br />
saygı ve sevgiyle onu süzen bir topluluğun arasından<br />
geçerken kendine duyduğu güven ve hissettiği itibar<br />
Sezar‘ı gölgede bırakır.<br />
Özdemir Ġnce aydın insanı ―Sadece branĢıyla ilgili<br />
bilgiyi barındıran değil, verdiği eserlerle çağını da<br />
aydınlatan kiĢi‖ olarak tanımlıyor. Bu anlamda öğretmen<br />
sadece öğretmen olarak kalmıyor, çağına yön verecek<br />
çocukları da eseri kılıyor. Etik değerleri sorgulayan,<br />
verimli, kendindeki yaratıcı yönleri keĢfedip geliĢtirmeyi<br />
becerebilen çocuklar yaratmaya çabalıyor. Bu nedenle<br />
―aydın‖ olabiliyor. Onları iyi ve güzelden yana bulduğunda<br />
sahne gerisinde haklı bir gurur yaĢıyor.<br />
Ġnsan yarınların güzel olacağına dair umut taĢımak<br />
ister. Öğretmense yarınların bugünden yazıldığını bilir.<br />
Yarınların mimarlarının kendi yetiĢtirdikleri olacağını bilir.<br />
Bu sorumluluk korkutucudur ama muhteĢemdir de. Tarihi<br />
yazanların yetiĢtireni olmak… Bu, her Ģeye değerdir.<br />
Çaresizliği kabul etmemek için öğretmen olunur.<br />
YanlıĢlara karĢı teslimiyet içinde olmamak için, iyi ve<br />
doğruyu aramanın zevkini insanlığa sunmak için<br />
öğretmen olunur. Herkesin A dediğine ―ya B<br />
ise?‖diyebilme cesaretini verebilmek için, her gün hiç<br />
bıkmadan yeniden yeni bilgilerle doğabilmenin güzelliğini<br />
çocuklara gösterebilmek için öğretmen olunur. Donuk ve<br />
221
mutsuz gözlere ilimin ıĢığını vermek için, hayattaki en<br />
büyük değerin ve mirasın Ģerefle bitirilmiĢ bir hayat<br />
olduğunu öğretebilmek için öğretmen olunur.<br />
Sait Faik‘in ―Haritada Bir Nokta‖ adlı öyküsünde<br />
Ada‘ya yıllar sonra dönen ve artık yazmama kararı<br />
vererek Ada‘da hiçbir Ģeye karıĢmadan huzur içinde bir<br />
yaĢam sürmek isteyen yazarın, gördüğü bir haksızlıktan<br />
sonra yeniden kaleme sarılıĢı anlatılır. Öykü, etkileyici bir<br />
finalle biter: ―Söz vermiĢtim kendi kendime: Yazı bile<br />
yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan baĢka ne<br />
idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü<br />
bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım.<br />
KoĢtum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Ada‘nın<br />
tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük<br />
değnekler yontmak için cebimde taĢıdığım çakımı<br />
çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum<br />
öptüm. Yazmasam deli olacaktım.‖ ĠĢte öğretmen için de<br />
bu meslek böylesine elzemdir. Ġnsana ―Öğretmesem deli<br />
olacaktım‖ dedirtir.<br />
Bir bahçıvana niçin ağaç yetiĢtiriyorsun diye<br />
soramayız. Bir öğretmen de niçin öğretmen olduğunu<br />
bilmez, bunu zamanla kavrar. Çünkü onun da tek amacı<br />
güzel ve verimli ağaçlar elde edebilmektir. Bu sayede<br />
ölüme meydan okur. Çünkü o bahçeden meyve yiyenler,<br />
adını bilmese de bu bahçıvana ölümsüzlük payesini<br />
vereceklerdir.<br />
ġule Aktepe –Edebiyat Öğretmeni 24.11.2010<br />
222
ġule Aktepe ödül töreninde (sağdan ikinci)<br />
223
AKDENĠZ VE ÇEVRE<br />
Üç yanı Akdeniz, Ege ve Karadeniz gibi denizlerle<br />
çevrili Anadolu Yarımadası üç ana kıtanın birleĢtiği<br />
yerdeki konumu dolayısıyla tarih boyunca çeĢitli<br />
medeniyetlerin yaĢam ve geçit yeri olmuĢtur. Ege‘yi de<br />
Akdeniz ailesine katarak her iki denizden yararlanma<br />
ayrıcalığına sahip dünyada ender coğrafi ve fiziki yapıya<br />
sahip <strong>Marmaris</strong>‘i dünden bugüne birçok yazımızda olduğu<br />
gibi biraz daha öne çıkarmak istiyorum.<br />
Esasen, <strong>Marmaris</strong>‘i ve Akdeniz‘i bekleyen tehlike<br />
tüm dünya denizlerinde var. En son Meksika açıklarındaki<br />
petrol tankerinin batıp tüm yakıtın okyanus sularına<br />
akması, sızmasıyla özellikle Kuzey Amerika kıtasının<br />
Güney kıyılarının kirlenmesi, canlıların bundan olumsuz<br />
etkilenmesi hepimizin sıkça duyduğu, TV‘lerde izlediğimiz<br />
doğaseverleri üzen olaylardan sadece birisiydi<br />
Biz, kendi denizimize, Akdeniz‘e yüzümüzü<br />
döndüğümüzde 21 ülkenin özellikle siyasi, ekonomik, tarih<br />
ve kültürel anlamda bu denizden yararlandığını<br />
görüyoruz. Dünya denizlerinin sadece %1‘ini oluĢturan<br />
Akdeniz‘de takriben 450 milyon insan yaĢamakta olup,<br />
bunlardan bizimde içinde olduğumuz 150 milyon kiĢi kıyı<br />
Ģeridindedir. Denizde taĢımacılık, yatçılık, turizm, tüketim,<br />
konaklama ve hizmet sektöründe ticaret yapan bunca<br />
insanın daha düne kadar yeterince ilgi duymadığı çevre<br />
kirliliği ve hayati önemdeki bu günkü durum denizde<br />
yaĢayan canlılarla çevresinde yaĢayan insan ve tesisleri<br />
tehdit eder hale gelmektedir.<br />
‗Neden‘ ve ‗Niçin‘ sorularına yanıt aradığımızda<br />
denizlerin ve tüm akarsuların kirlenmekte olduğu<br />
gerçeğiyle yüz yüze kalırız. Bilimsel araĢtırmalar, deniz,<br />
göl ve akarsularda ekol oluĢturmuĢ canlı türlerinin günden<br />
224
güne sayıca azalmakta hatta tükenmekte olduğunu<br />
gösteriyor.<br />
Ben, <strong>Marmaris</strong> kalesinin hemen güney eteklerindeki<br />
bir taĢ evde doğup büyüdüm. Mütevazı evimizin<br />
bodrumunda malzeme ve odun saklar, onun üzerindeki<br />
katta da yaĢardık. Deniz cephesine açık tahtadan<br />
yapılmıĢ bir kerevetimizde sıcak yaz günlerinde akĢam<br />
yemeklerini burada yer, geceleri de gökyüzündeki ayı,<br />
yıldızları kardeĢlerimle yan yana yatıp seyrederek<br />
uyurduk. O zamanlar deniz temizdi. Balıkları, yosunları<br />
akvaryumdaymıĢ gibi izlerdik. Hiç unutmadığım, hep<br />
dostlarımla paylaĢtığım bir anıma burada yer vermek<br />
istiyorum.<br />
Bir gece canlı bir balıkla denize kerevetten misina<br />
ile bırakma atıp misinanın ucunu parmağıma bağlayarak<br />
yatıp uyumuĢtum. Gecenin yarısında sicimin parmağımı<br />
çekmeye baĢladığını hissederek uyanmıĢ, oltaya takılmıĢ<br />
beĢ kg.lık bir sinariti kerevete çekmeyi baĢarıp tüm<br />
ailemizi ve komĢuları ayağa kaldırmıĢtım.<br />
<strong>Marmaris</strong> kıyılarında 1940‘lı yıllarda ahtapotların<br />
parmakları taĢların üzerine çıkar, kediler ahtapotun<br />
parmağından ısırmak ve balıkları yakalamak için pusuda<br />
bekleĢirlerdi. Yine, 1960‘lı yıllarda bir lodos fırtınasında bir<br />
Akdeniz foku rahmetli Adil Olcay‘ın evinin önünde karaya<br />
vurmuĢ, yakalanıp Ġzmir Hayvanat Bahçesine<br />
gönderilmiĢti. Uzmanlara göre 1980 yılında Akdeniz‘de<br />
1000 üzerinde fok yaĢarken Ģimdi bu rakam 70-80 gibi<br />
neredeyse bitmek üzere olan sayıya düĢmüĢtür. Son<br />
zamanda medyatik olmaya baĢlayan ―Badem‖ bu yüzden<br />
koruma altında tutuluyor. Geçtiğimiz yıl Gökova‘da<br />
serbest bırakılınca yüzenlere yaklaĢıp oynaĢmak istemesi<br />
onları korkutmuĢ, balıkçıların ağlarına da zarar vermesi<br />
yüzünden yeniden korumaya alınmıĢtı. DiĢi olan<br />
‗Badem‘in serbest kaldığı sürede bir sevgilisi olup<br />
olmadığını bilmiyoruz. Bildiğimiz bu hayvancağızın<br />
225
özgürce Akdeniz‘in sularında yüzmesi, sevgilisini bulması,<br />
en azından diğer hemcinsleri gibi yaĢaması yanlısıyız.<br />
Gökova‘da, Karaca‘daki kafesinde dar bir alanda<br />
hapsedilip gün boyu bağırıp, çağırmasına doğrusu<br />
gönlümüz hiç razı değildi. En son okuduğum bir gazete<br />
haberinde geçtiğimiz Kasım ayında serbest bırakılan<br />
Badem bir erkek arkadaĢ bulmuĢ ve onunla birlikteymiĢ.<br />
Buna sevindik doğrusu. Ne de olsa Badem anne olacak<br />
ve yavruları olup üretkenlik görevini yapabilecek. Haydi<br />
hayırlısı…<br />
Akdeniz Foklarının evi sayılan kıyılardaki mağaraları<br />
günlük gezi tekneleriyle Ģimdi turistler ziyaret ediyor.<br />
Mağaralarda foklar, diğer bir deyiĢ ile bademler yerine<br />
Ģimdi Ademler, Havvalar yüzüyor. Artık fokların sadece<br />
fotoğraflarını, heykellerini görüyoruz. Bilinçsiz avlanma ve<br />
teknoloji, suların biyolojik kirliliğinin artması tüm<br />
denizlerde olduğu gibi ne yazık ki Akdeniz‘de de çevresel<br />
kıyıma neden oluyor. Foklar, deniz kaplumbağalarla<br />
birlikte (Caretta Carettalar) tüm deniz canlılarının deyim<br />
yerindeyse köküne kibrit suyu ekiliyor.<br />
226
<strong><strong>Marmaris</strong>'in</strong> 'Badem' adlı diĢi foku<br />
Adına ‗Pastırma Yazı‘ dediğimiz Aralık ayında<br />
olmamıza rağmen <strong>Marmaris</strong>‘te hala sonbahar devam<br />
ediyor. YaĢam mahallerinde henüz ısıtma aracı<br />
kullanmayanlar hemĢerilerimiz var. Oysa Avrupa‘da soğuk<br />
ve kar yağıĢı yaĢamı olumsuz etkiliyor. Biz de bu güzel<br />
günlerde balık avlama hobimizi karĢılamak için yeğenim<br />
YaĢar Özkan ve oğlu Ali ile liman içerisinde balığa çıktık.<br />
Demirlediğimiz kerterizde çoğunluğu izmarit olmak üzere<br />
barbun, mercan ve kupez (lapa) tuttuk. Bir ara YaĢar‘ın<br />
sicimine büyük bir balık takıldı. Ben ve Ali YaĢar‘a balığı<br />
içeri kolay almasında yardımcı olabilmek için sicimlerimizi<br />
hemen sarmaya baĢladık. Bu arada YaĢar‘ın sicimindeki<br />
balığa ne tür büyük balık olabileceğine dair isimler<br />
bulmaya çalıĢtık. Trança, fangiri, akya, lahoz, orfoz vs.<br />
gibi,..<br />
YaĢar, tüm hünerini göstererek balığı yukarı almaya<br />
çalıĢıyordu. Balık bir iki metre yukarı çıkıyor, tekrar geri<br />
isteyince misinayı bırakıyordu. Öyle yapmasa balık<br />
koparacaktı. Bu süreç en az on beĢ dakika sürdü.<br />
Misinanın ucundaki göremediğimiz ve adını da<br />
227
koyamadığımız balığın ani bir hareketle yüzeye çıkması<br />
üzerine bizim YaĢar, ―Tüh misinayı kesti, kopardı‖ deyip<br />
sicimi sarmaya baĢladı. Üzüldük tabii. Biz ―Acaba ne<br />
balığı olabilir? Anılan isimlerden bir balık türü müydü?‖<br />
diye tahminler yürütürken devasa boyutta bir deniz<br />
kaplumbağası yüzeye çıkıp bize doğru bakarak ―Püfff‖<br />
demez mi? ġaĢırıp kaldık. Sanki bize; ―Ben sizin<br />
sevdiğiniz, ama neslimi denizleri kirleterek tüketmekte<br />
olduğunuz ‗Caretta Caretta‘ kaplumbağasıyım. Sizi, ne<br />
olduğumu meraktan ve üzüntüden kurtarmak için yüzeye<br />
çıktım. Kusura bakmayın‖ der gibiydi. O anda<br />
beraberimde kameran olmadığı için bu anı tespit<br />
edememekten çok üzüldüm.<br />
Önce bu duruma üzülmediğimi hatta sevindiğimi<br />
itiraf etmeliyim. ġayet bu deniz canlısının ne tür balık<br />
olduğunu görmeseydik büyük bir nasibi kaçırdığımıza<br />
üzülecektik. Diğer sevincim ise, hala az da olsalar bu tür<br />
canlıların sularımızda varlığıydı…<br />
Geçtiğimiz Mayıs ayının 29 ve 30‘ncu günlerinde<br />
Göcek ve Fethiye‘de ―Akdeniz‘i Temiz Tutalım‖ adlı bir<br />
kampanyada 500 kiĢiyi bulan gönüllü ordusu kıyılarda<br />
temizlik yaptı. TURMEPA (Deniz Temiz Derneği) bu<br />
etkinliğin yapılmasında öncü oldu. Deniz ve kıyılarımızın<br />
kirlilikten tam arındırılması kolay değil. Anılan örgütün<br />
çalıĢmaları internet‘te okunacak olursa, ülkemiz kıyıları<br />
kirlenmeye, erozyonla dolmaya, kokuĢmaya açıktır. Liman<br />
ve kıyılarından yararlanan tüm tesis ve turistlerin bundan<br />
olumsuz etkileneceği de kesindir. Çevre koruma örgütleri;<br />
Üniversite ve bilim adamlarının bilimsel yayın ve<br />
önerileriyle denizlerimizin temiz tutulmasında halkın<br />
bilinçlendirilmesine dönük etkinlik ve denetimleri, temizlik<br />
kampanyalarını aralıksız yapmalıdır. Bunu <strong>Marmaris</strong>‘te<br />
de yapan çevre gönüllüleri hemĢerilerimize gönülden<br />
teĢekkür ediyorum..<br />
228
Önce öğrenme, bilgilenme, sonra düĢünme, hem de<br />
çağdaĢ düĢünme, fikir ve görüĢ bildirme anlamında eski<br />
<strong>Marmaris</strong>lilere ait kısa ve anlamlı bir anonim deyiĢle<br />
yazımı noktalıyorum.<br />
―Akıl olmayınca nenesin fikir, Abdi garıyı boĢamıĢ<br />
nenesin Bekir‖… 24.11.2010<br />
229
EK MENDĠREK YĠNE GÜNDEMDE<br />
Değerli Okurlarım; Yeni bir yıla girerken önce<br />
geçtiğimiz günlerde açılıĢında bulunduğum ‗Türkiye<br />
Fuarı‘nı (Travel Turkey) yazayım diye tasarlarken yerel<br />
TV‘lerimizde geçmiĢ yılardan bu güne gündemden<br />
düĢmeyen ‗Ek Mendirek Projesi‘nin tekrar öne çıktığını<br />
gördüm. Atalarımız ―Müflis esnaf eski veresiye defterlerini<br />
karıĢtırırmıĢ‖ demiĢler. Ben de bu konuyla ilgili açık<br />
oturumlara katılmıĢ ve yazılar yazmıĢ bir hemĢeriniz<br />
olarak eski yazılarıma bir göz attım.<br />
Ġzlediğim yerel TV Haber Bülteninde Muğla Su<br />
Ürünleri Dekanı bir bilim adamı ile TV yönetmeninin<br />
röportajında anılan projenin onaylanması için belirli<br />
verilerin yeniden alınacağını bildirip diğer bilimsel<br />
görüĢlere değindiler. Program sonunda bilinen görüĢ ve<br />
öngörülerde bir değiĢme olmadığını gördüm. Ancak<br />
geçmiĢ yıllarda yazılı ve sözlü görüĢlerim olduğundan<br />
dosyalarıma bir kez daha göz attım. Ġçlerinden önemli<br />
bulduğum ve 29 Kasım 2005 tarihli ‗ÇağdaĢ <strong>Marmaris</strong>‘<br />
Gazetesinde yayınlanan yazımı 5 yıl aradan sonra biraz<br />
kısaltarak buraya almayı yararlı buldum.<br />
Doğrusunu söylemek gerekirse ve benden yana beĢ<br />
yıl öncesiyle bugünkü görüĢüm arasında en ufak bir<br />
değiĢim olmadı. <strong>Marmaris</strong>li hemĢerilerimle okurların görüĢ<br />
ve önerilerinde bir değiĢme olup olmadığını da merak<br />
etmiyor değilim…22.12.2010<br />
ĠĢte size beĢ yıl önce yazdığım yazımın özeti:<br />
230
EK MENDĠREK PROJESĠNE ‘HAYIR’<br />
Geride bıraktığımız 25 Kasım 2005 Cuma günü<br />
<strong>Marmaris</strong> Ticaret Odası salonunda yapılan <strong>Marmaris</strong><br />
Feribot Ġskelesinin uzatılmasına iliĢkin toplantıda oturum<br />
yöneticisinin tarafsızlığını koruyamadığını görünce<br />
salondan ayrıldım.<br />
Anılan toplantıda, sözde, ‗Ek Mendirek Projesi<br />
<strong>Marmaris</strong> Halkına Danısma Toplantısı‘ niteliğinde<br />
baĢlamıĢken, toplantıya <strong>Marmaris</strong> halkını temsil edenlerin<br />
30-40 kiĢiyi geçmediği, onların da bu projeyi destekler<br />
görünenlerden oluĢmasıydı. Benim için demokratik<br />
gözükmeyen böyle bir ortamda bulunmamın anlamı<br />
kalmamıĢtı. Projeye vize almak için ―Halkın GörüĢü Alındı<br />
mı‖ sorusuna önyargılı olarak ―Evet‖ yanıtı almak için<br />
sadece ―Oldu bitti‖ ye getirilmek istenilen bir ortamda<br />
olmak yerine görüĢlerimi yerel gazete köĢeme taĢıyarak<br />
konuyu hemĢerilerim ve okurlarımla paylaĢmak isteyip<br />
salondan ayrıldım.<br />
AĢağıda maddeler halinde ele aldığım konunun<br />
değerlendirmesini de sağduyulu, <strong>Marmaris</strong>‘i seven ve<br />
çevreye duyarlı değerli hemĢerilerime bırakıyorum<br />
1. <strong>Marmaris</strong>‘te kıĢ aylarında hakim olan rüzgar<br />
lodostan eser. Yapılması projelendirilen Ek<br />
Mendireğin limanın güney batısına doğru en az 300<br />
metre uzayacağı düĢünüldüğünde, sert lodos rüzgarına<br />
karĢı gemilerin yanaĢma ve aborda olmalarının riskli ve<br />
zor olacağı kesindir. Bundan ayrı olarak, olası ek<br />
mendirek diğer tekne ve yatların, su ve yelken sporlarının<br />
manevra ve seyir alanını daha da daraltarak körfezin fiziki<br />
konumuna, deniz ulaĢımına çok olumsuz etki yapacaktır.<br />
231
2 ġimdiye kadar limana aynı günde ikiden fazla<br />
turist taĢıyan gemi ziyareti çok ender<br />
Oldu. Gelecek yılın planlı gemi giriĢ sayısı 25-30<br />
adet civarındadır. Bunun ek mendirek yapılırsa adedinin<br />
artacağı söylenmektedir. Bu doğrudur. Ancak, limanın<br />
doğal konumu ve fiziki kapasitesinin kısıtlı olduğu<br />
tamamen göz ardı edilmektedir.<br />
3 3. <strong>Marmaris</strong>, geçmiĢ yıllarda salt fiziki ve yatak<br />
adediyle kapasiteyi yükseltmek için çok katlı çarpık<br />
yapılaĢmayı bilim insanlarının tüm uyarılara, bizim<br />
defalarca yazmamıza, söylememize rağmen tercih<br />
etmiĢtir. Oysa Ģehrin mimari yapılaĢması sağlam bir<br />
zemin üzerinde değildir. Erozyonla dolmuĢ yumuĢak<br />
zemin üzerine etüdü yapılmadan çok katlı yapılaĢmaya<br />
geçilmiĢtir. Bu yöntemde yatak adedi artmıĢ, lakin<br />
tesislerin doluluk oranı sadece birkaç ayla sınırlı kalmıĢtır.<br />
Bir olay veya kriz halinde limana gemi gelmeyebilir. Böyle<br />
durumda da mendirek de onlarca yüzlerce otel ve diğer<br />
konaklama tesisleri gibi atıl durumda kalabilecektir…<br />
4 .Bir dönem bu çirkin yapılaĢma furyasıyla<br />
<strong>Marmaris</strong> mimari estetiği, cazibesi olmayan, sözde bir<br />
turizm merkezi olarak tanıtılınca, kenti ziyaret eden bir<br />
turizm bakanı ―<strong>Marmaris</strong> bitmiĢtir‖ deyivermiĢti. Toplantıda<br />
bulunan bu yazının yazarı söz alıp ―Peki, <strong>Marmaris</strong> böyle<br />
olurken siz nerdeydiniz‖ deyince toplantının tadı kaçmıĢ,<br />
tüm yöneticiler neredeyse bu sözleri söyleyene (bana)<br />
salondan neredeyse kovacak gibi sert bakıĢlar<br />
serdetmiĢlerdi. Bu günkü durum da bana o günleri<br />
anımsatıyor. ―Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar‖<br />
ama benim <strong>Marmaris</strong>‘ten baĢka yere gitmeye hiç niyetim<br />
yok…<br />
5 . Fiziki büyüme ile her Ģey güllük gülistanlık<br />
olsaydı dinozorlar hala ayakta kalırdı. Temel ve asıl<br />
gerçekler bilinmeden aceleyle alınan kararların yanlıĢlığı<br />
hepimizin yüzüne bir Ģamar gibi çarpmıĢtır.<br />
232
6 . Bugüne kadar yıllarca ‗‖KıĢ turizmi‖ baĢlayacak<br />
denildi. Bu gerçek dıĢı vaatler göçü getirdi. <strong>Marmaris</strong> bir<br />
tatil beldesi kimliğinden Ģehir, kent havasına büründü. Bu<br />
durum ekonomisi güçlü turist yerine, çarĢıdaki tuvalete<br />
girip para harcamamak için gemiye veya oteline dönerek<br />
‗her Ģey dahil‘ e itibar eden turist profili yarattı. <strong>Marmaris</strong><br />
paralı turistin dinleneceği, eğleneceği yer olmaktan çıktı.<br />
7. <strong>Marmaris</strong> Körfezinin suyu yıldan yıla<br />
kirlenmekte, bu durum plajları tehdit edecek duruma<br />
gelmektedir. Kirlenme, deniz canlılarının sayısını<br />
azaltmakta, deniz dibi habitatını, ekolojisini bozmaktadır.<br />
Bu yargı bana ait değil, uzman dalgıç ve bilim adamlarının<br />
tespitidir.<br />
8 .Kapalı bir havuza benzemekte olan <strong>Marmaris</strong><br />
liman mendireğine yanaĢan gemilerin güçlü ve büyük<br />
pervaneleri deniz dibini karıĢtırmakta, geminin<br />
mendirekten ayrılıĢı esnasında bulunduğu yerin takriben<br />
100x 100 alanı kahverengi renge bürünmektedir. Bu,<br />
baĢka ülkelerde römorkörlerle yapılmakta, açık denizde<br />
mendireği olan limanlarda bile yasaklanmakta, belirli<br />
derinliğe varmadan pervane döndüren gemilere ceza<br />
verilmektedir.<br />
9. <strong>Marmaris</strong> liman mendireği açık denizde<br />
değildir. Bu günkü mendireğin bulunduğu yer de fazla<br />
derin olmayıp sadece 10 m. civarındadır. <strong>Marmaris</strong><br />
körfezinin en derin yeri de 30 m.dir. Körfezin<br />
çevresindeki plajlardan yararlananların sayısı Ģehrin<br />
nüfusu, konaklama tesislerinde kalan turist ve teknelerde<br />
yaĢayanlarla birlikte yüksek sezonda takriben 150 bin<br />
kiĢiyi bulmaktadır. Üstelik bu rakam her yıl belirli bir artıĢla<br />
ivme kazanarak belirli bir süre daha devam edecektir.<br />
Ama nereye kadar? Tabii ki, ‗Harç bitti, yapı paydos‘<br />
denilinceye kadar. Bunun olasılığı da uzak bir öngörü<br />
değildir. Bilim adamları böyle söylüyor. Bu durumda biz<br />
233
ilime mi, yoksa kapasiteyi arttırarak kısa vadede kazanç<br />
elde etmeye çalıĢanlara mı inanacağız?<br />
10 . KomĢumuz Yunanistan, Mısır, Ġsrail,<br />
Lübnan ve Kıbrıs‘ın büyük kapasiteli mendirekleri<br />
Akdeniz‘e açık limanlardadır. <strong>Marmaris</strong> limanı gibi<br />
barınaklı, tek boğaz giriĢli, kısıtlı akıntısı olan liman<br />
Akdeniz‘de yoktur. Burası karada olduğu gibi denizde de<br />
‗Özel Çevre Koruma‘ kapsamı içine alınmalıdır. Mutlaka<br />
bir mendirek yapılacak denilirse körfez dıĢına olmalıdır.<br />
Körfez içinde açıkta demirlemenin dahi deniz dibi<br />
ekolojisine vereceği zararın büyük olacağı bilim adamları<br />
tarafından ifade edilmektedir. <strong>Marmaris</strong>‘in durgun<br />
sularında 4 adet marina mevcut olup, bunlarda takriben<br />
üç bin yat konaklamaktadır. AĢağıya fotoğrafını aldığım<br />
bu yorgun ve yaĢlı körfez bu yükün altından<br />
kalkamayacak, kısa zamanda bir yılkı atına dönüĢecektir.<br />
11 . Yeni ek mendirekle ilgili olarak,<br />
―Yapılmasının mahzuru yoktur‖ raporu veren veya<br />
verecek olan yerel yönetimler, mülki amir ve üniversiteler<br />
yeniden sualtı araĢtırması ölçüm ve , verilerinin<br />
değerlendirilmesi yapılmadan anılan projeye onay<br />
veremezler. Limanın son durumunu tespit etmeden,<br />
geleceğine dair ömür biçmeden projeye olur verirlerse<br />
her Ģeyden önce bizden sonraki neslin hakkı yenmiĢ olur.<br />
Üstelik bu bir ağır suç iĢlemek olur.<br />
Biz lafı ve konuyu fazla uzatmadan kısa ve öz Ģunu<br />
söyler, bunu yazarız. <strong>Marmaris</strong> hepimizindir. <strong>Marmaris</strong>, bir<br />
tüketim yeri veya maddesi değildir. Onu gözden çıkarıp<br />
atıp kurtulamayız. <strong>Marmaris</strong>‘i korumanın tek yolu yapılan<br />
yanlıĢları düzeltmektir. Yeni yanlıĢlar yapma devri<br />
kapanmalıdır. Bu ve benzer projelere aldırıĢ etmemek,<br />
geleceğimizin yok edilmesi, çocuklarımız ve torunlarımızın<br />
hakkının yenmesini kabullenmek olur. <strong>Marmaris</strong>li gününü<br />
gün edip galesiz yaĢayamaz. ―Hatır gönül konur‖ diye<br />
Doğruya eğri, eğriye doğru denemez. Aksi halde daha da<br />
234
çamura batar, ―Ha var, ha yok‖ örneğini sergileyerek<br />
manen tarihten kaybolup silinip gideriz. <strong>Marmaris</strong>‘te<br />
herkesle barıĢ ve kardeĢlik, dostluk, akrabalık duyguları<br />
içinde birlikte mutlu yaĢamak tek amacımız olmalıdır.<br />
Özetle: Sade bir vatandaĢ ve <strong>Marmaris</strong>li olarak<br />
proje sahiplerini ve buna destek verenleri yeniden<br />
düĢünmeye, hatta kirlenmeye ve kokuĢmaya hassas olan<br />
bu limanı korumaya dönük alınacak baĢka önlemlere de<br />
yardımcı olmaya davet ediyorum.<br />
‗Ek Mendirek Projesine‘ deprem evlerinin beĢ kata<br />
çıkarılmasına verdiğim tepkide olduğu gibi kocaman bir<br />
―HAYIR‖ kaydı koyuyor, <strong>Marmaris</strong> tarihine bunu önemli bir<br />
not olarak düĢüyorum. Bu güne kadar <strong>Marmaris</strong> için<br />
öngörülerimde ne yazık ki hep haklı çıktım. Aslında hep<br />
yanılmayı istedim ama maalesef olmadı. … 29.11.2005<br />
<strong>Marmaris</strong> Körfezine Soru: Neden durgun, yorgun, düĢüncelisin<br />
vefakar, cefakar, çilekeĢ körfez? Yanıt :‖Beni alttan, üstten, kirletip,<br />
kıyıdan, köĢeden doldurup küçültüyorsunuz. Sözde beni beğenip,<br />
övüp, seviyorsunuz. Sevmek yok etmek midir? Ben yorgun, üzgün,<br />
düĢünceli ve hasta olmayayım da kim olsun‖ …<br />
235
ECYAD KALESĠ VE DÜġÜNDÜRDÜKLERĠ<br />
Hafta içinde gazetelerin baĢ sayfalarında Suudi<br />
Arabistan Kralı Fahd‘ın emriyle Osmanlı eseri olan Ecyad<br />
Kalesinin buldozerlerle yıktırılıp yerine lüks bir otel<br />
inĢaatının baĢlayacağı haberi vardı. Bu olay,<br />
―Bazılarımıza kendi topraklarımızdaki tarihi ve kültürel<br />
eserlere değer vermezsek yurt dıĢındaki ecdadımıza ait<br />
olanlara da baĢkalarının hiç değer vermeyeceği‖<br />
yorumuna neden oldu.<br />
Bilindiği ve anımsanacağı üzere, Suudi Arabistan‘ın<br />
Mekke Ģehrinde 1781 yılında Kabe‘nin asi kabilelerden<br />
korunması için Osmanlı PadiĢahı Abdullaziz ve II.<br />
Abdülhamit zamanında hâkim bir tepedeki 23 dönümlük<br />
arazide inĢa edilmiĢ ‗Ecyad Kalesi‘ I. Dünya SavaĢında<br />
Türk Askerlerinin Garnizonu olarak kullanılmıĢ. Ne yazık<br />
ki 2002 yılında yıkılarak yerine gökdelen otel yapılarak<br />
buradaki 500 yıllık Türk Tarihi silinip yok edilmiĢtir.<br />
Geçtiğimiz yıllarda denizden yaptığımız <strong>Marmaris</strong>-<br />
Antalya turunda KaĢ-Demre arasındaki Kekova Adasını<br />
(Tersane Adası) ziyaret ettik. Burada mihrabı (apsis) daha<br />
önce ayakta durmakta olan bir Bizans kilisenin yıkılmıĢ<br />
olduğunu gördüm. Nedenini sorduğumda ―Lodos<br />
fırtınasında yıkıldı‖ denmiĢti. Aradan birkaç yıl geçti.<br />
Burayı yine bir turumda ziyaret ettim. Kilise ve yıkıntısının<br />
hala yerde kalmakta olduğunu gördüm. Çoğunluğu<br />
Hıristiyan olan ve kendi dinine ait bir yapının bu Ģekilde<br />
ayaklar altında olmasının turist üzerindeki olumsuz etkisini<br />
algılamıĢ olduğumdan bu bölgenin sorumluluğunu taĢıyan<br />
Antalya müze müdürlüğüne durumu bildirdim. ―Bu eser<br />
kilise olarak ziyaret ediliyor. Eskiden apsisi vardı. ġimdi<br />
bir yıkıntı halinde olumsuz izlenim veriyor. Biz sanki baĢka<br />
dinin ibadet edilen yerlerine saygılı davranmıyoruz<br />
Ģeklinde algılanabilir, bunu neden ayağa kaldırmıyoruz,<br />
tamir etmiyoruz; Ģayet bu mümkün değilse bu taĢ, tuğla,<br />
236
sıva yıkıntısını ortadan kaldıralım‖ dedim. ġimdi ismini<br />
anımsayamadığım Antalya müze müdürü önce güldü.<br />
Sonra, ―Bunu biz de biliyoruz. Bu ve buna benzer eserlere<br />
ne yazık ki müdahale edemiyoruz. Kilise kültür<br />
bakanlığının eski eserler, kültür ve tabiat varlıkları<br />
kategorisine alınarak kayda girmiĢse bununla ilgili iĢlemler<br />
ilgili ülke temsilciliği ve Kültür Bakanlığının bilgisi dahilinde<br />
yapılır. Yani bu konuda bir sürü yasal ve bürokratik usuller<br />
var. Diğer bir deyiĢle eski eserin tamamen ortadan<br />
kaldırılması suç sayılıyor‖ demiĢti.<br />
Kekova Adasında (Batık ġehir) bir kilise (mihrabı<br />
yıkılmadan önce)<br />
Kültür varlıklarının birçoğu atalarımıza veya<br />
onlardan önceki kavimlere ait olsa da, bunlar tarihi ve<br />
kültürel hazinelerimizdir. Bunlara, olgun yaĢtaki paralı ve<br />
aydın turistler daha çok değer verir, sıkça ziyarete<br />
gelirler. Bu gün, soğuk sıcak demeden, kıĢ yaz ziyaret<br />
edilen birçok kültür, tarih ve inanç turizmi için çok önemli<br />
ziyaret yerlerimiz vardır. Bunların birçoğu açık hava<br />
müzeleri Ģeklinde hiç dokunulmamıĢ bir durumda<br />
toprakaltı veya üstünde yatmaktadırlar.<br />
237
Rehber olarak konuya biraz yakın olduğumuz için<br />
1977 yılında emekli olarak geldiğimiz <strong>Marmaris</strong>‘te bu tür<br />
eserlerin korunması ve ziyarete açılması konusunda<br />
giriĢimlerde bulundum. Sarı Ana Türbesi, Kanuni‘nin<br />
yaptırdığı TaĢ Kemer Köprü, Kalenin altındaki Menzilhane<br />
(Sultan Galeri), Kale ve Müzesi, Yavuz Plajı, Günlük<br />
ağaçları, Antik Physkos, Amos, Sedir Adası ve daha<br />
baĢkaları hep dile getirdiğim, yazılarımda sıkça<br />
değindiğim yerler ve eserler oldu. O günden bugüne ne<br />
yapıldı? <strong>Marmaris</strong> Kalesinin restorasyonu ve Müze açılıĢı<br />
tam on yıl sürdü. Ağır pirinçten dökülmüĢ Osmanlı Topları<br />
henüz kale içine alınamadı. . Antik Physkos Ģehrine ait<br />
mermer sunak ve üzerleri yazılı kaideler yağmur ve güneĢ<br />
altında Kaymakamlık Lojmanı bahçesinde açıkta duruyor.<br />
Yavuz plajı, Günlük Ormanları ve doğusu Ģehre su<br />
yetmiyor diye sondaj ve çakıl dolgu malzemesi alma<br />
yerleri oldu. Kanuni‘nin kemer köprüsünü sel aldı. Sarı<br />
Ana Türbesi yenilenecek diye yıkıldı. Yerine küçük<br />
modern bir mescit açıldı. Eski tarihi vasfı kalmadı. Kalenin<br />
kuzeyindeki Menzilhane çamaĢırhane oldu. Deve taĢı<br />
kırılıp ortadan kaldırıldı. TaĢ Arkası (Eylik DaĢı) kayalıkları<br />
ve arkasındaki Kaktüs tepe çok kata dönüĢen deprem<br />
evleri ve TansaĢ binasının arkasında kalarak gözden<br />
kayboldu. Buranın deniz cephesine verdiği doğal görüntü<br />
yok edildi.<br />
Ben daha neler yazayım. Milli park olan günlük<br />
ormanı önü ve çevresi Marina, Sahil Güvenlik gibi<br />
iĢletmeler tarafından iĢgal edilip dolduruldu. Kanuni‘nin<br />
Rodos seferine çıkan askerlerinin kadırgalara bindiği<br />
‗Burunucu Rıhtımı beton ve kayalarla kapatılıp üzerine<br />
Liman Tesisi yapıldı. Bunlar yapılmalıydı, lakin tarihi ve<br />
doğal önemleri yüzünden en azından kenarına, köĢesine<br />
bir kitabe yazılıp geçmiĢi anımsatılabilirdi. Bu tür ben-biz<br />
yaptık odlulara batıda ‗Vandallık‘ deniyor. ―Kültürel<br />
eserleri ve doğayı korumak adına ne yapılabilir‖ sorusu<br />
hiçbir zaman akla gelmiyor. Genelde Ġlk düĢünülen rant ve<br />
238
çıkardı. Sadece <strong>Marmaris</strong>‘te değil ülke genelinde de<br />
durum değiĢik değildi. Ege ve Akdeniz kıyılarındaki yazlık<br />
denilen yoğun çirkin yapılaĢma bu konuda insanımızın<br />
bakıĢ açısını ortaya koyması açısından somut bir örnektir.<br />
Bunlara ‗hayalet evleri‘ (Ghost House) deniyor.<br />
Bu durumda Suudi Arabistan kralı Fahd‘ ın<br />
ülkesindeki Osmanlı kalesini yıktırıp otel yaptırıyor diye<br />
kızmaya hakkımız var mı? Veya Ecyad Kalesinin yıkımına<br />
tepki olsun için kaç kiĢi ve hangi hacı adayımız haç<br />
ziyaretini ertelemiĢtir? Suudi Arabistan‘a gidinceye kadar<br />
biz daha kendi <strong>Marmaris</strong> kalemizin çevresini tam<br />
düzenleyebildik mi? <strong>Marmaris</strong>‘i kent yapıp göç aldıran,<br />
sonra da altyapı ihtiyaçlarını karĢılayacağız diye her yıl<br />
yıkımdan, onarımdan kurtulabildik mi?<br />
Özetle belirtmek gerekirse; biz bırakın Echad<br />
Kalesini, kendi burnunuzun dibindeki eserlere sahip<br />
çıkmadık. Tarihi, kültürel ve sanatsal eser ve varlıkları<br />
olan ülke ve yerlerin daha çok turist çektiğini görüyor,<br />
biliyoruz. Sadece ―Sezon yok, bütün yıl turizm var‖<br />
demekle yetinenlerin sözleri maalesef iyi niyetle<br />
söylenmiĢ hatta aldatıcı olmaktan ileri geçemedi. 10<br />
Ocak 2002<br />
239
ĠLGĠNÇ BĠR ‘BABALAR GÜNÜ’ KUTLAMASI<br />
Yazdığım gazete idaresiyle çocuklarım ‗Babalar<br />
Günü‘ dolayısıyla bana bir sürpriz yapmak istemiĢler.<br />
Bunun ayrıntısını ve benim onlara yanıtımı burada ‗Mıstan<br />
Sokağı‘nın son bölümüne aldım. Bizler gibi tüm anne ve<br />
babalar da hissettiklerimizi mutlaka algılayacak,<br />
duygulanacaklardır.<br />
Oğlum Mustafa Kemal ile kızım ġule‘nin gazetede<br />
yayınlanan ‗Babalar Günü‘ kutlaması gazetenin 17<br />
Haziran 2006 tarihli yayınında çıktı. Benim onlara yanıtım<br />
ise 30 Haziran 2006 tarihlidir. Her iki yazının dizilip<br />
yayınlanmasında emeği geçen ‗ÇağdaĢ <strong>Marmaris</strong><br />
Gazetesi‖ yönetici ve çalıĢanlarına buradan tekrar<br />
teĢekkür ediyor, kutlama ve yanıtları aynen aĢağıda<br />
yayınlıyorum. Erol Uysal - 27 Aralık 2010<br />
EROL UYSAL’A KIZI ġULE VE OĞLU MUSTAFA<br />
KEMAL’ DEN BĠR SÜRPRĠZ VAR…<br />
Gazetemizin duayeni Erol Uysal‘a Babalar Günü‘<br />
nedeniyle bir sürpriz yapalım istedik. Erol Ağabeyimizin<br />
kızı ġule Aktepe (Uysal) ve oğlu Mustafa Kemal Uysal<br />
―Babalar Günü‖ nedeniyle babaları Erol Uysal‘a birer<br />
mektup gönderdiler. Bizleri derinden heyecanlandıran,<br />
sizleri de emin olun çok duygulandıracak olan örnek iki<br />
mektubu gazetemiz sayfalarından okutmak istedik. Haydi<br />
Ģimdi iki mektubu birlikte okuyalım…<br />
ġULE’nin mektubu<br />
Ġnsanlar bir ömrü birlikte tükettikleri, yaĢam<br />
sürelerinin önemli bir kısmını birlikte geçirdikleri, artık<br />
―Söylenecek ne varsa söyledik birbirimize‖ dedikleri<br />
240
insanlara, aslında hiçbir Ģey söylememiĢ oluyorlar.<br />
Nasıl desem, sürekli yanımızda olanlarla değil de,<br />
daha uzaktakilerle her Ģeyi paylaĢmıĢ oluyoruz.<br />
Hangimiz durup da her gün yemek yapan annemize<br />
―Annecim, daha birçok yerde yemek yiyorum ama<br />
hiçbir yemek seninki kadar büyük bir lezzet<br />
yaratamıyor, çünkü ben senin yemeklerinle karnımı<br />
doyurduğum kadar kalbimi de doyuruyorum‖<br />
demiĢtir? Zaten yemekten sonra böyle içli bir<br />
konuĢma yapsak annemiz içki içtiğimize hükmeder.<br />
Ya da hangimiz ―Ağbicim sen iyi ki varsın, bir<br />
sıkıntıya düĢtüğümde seni arayabileceğimi bilmek<br />
kadar güzel bir Ģey yok. Sen benim canım<br />
ağabeyimsin (Ablamsın-kardeĢimsin…) ―demiĢizdir?<br />
Bunlar sona saklanması, içimizde kalması gereken<br />
ifadelerdir ve genellikle asla söylenmeden taraflardan<br />
biri ölür. Oysa ben sevdiklerimle ilgili böyle bir son<br />
istemiyorum. Sevdiklerimin benim için ne ifade<br />
ettiğini ben ve onlar yaĢıyorken söylemek istiyorum.<br />
Diyeceksin ki, ―Eee, bize ne bundan, otur mektup yaz<br />
o zaman‖, haklısınız, ama ben bunu tüm <strong>Marmaris</strong>‘in<br />
bilmesini istiyorum. Belki o zaman herkes evladı,<br />
kardeĢi, karısı, sevdikleri için bunun ne ifade ettiğini<br />
sorgular ve kendi hislerini henüz herkes sağken<br />
söyleme cesareti bulur.<br />
Elbette daha gençken, babamın zaten yapması<br />
gerekeni yaptığını düĢünür, onu diğer babalardan<br />
pek de ayrı tutmazdım. Hatta ―Az harçlık veriyor, çok<br />
disiplinli davranıyor, akĢamları dıĢarı çıkmama izin<br />
vermiyor‖ diye onu suçlardım da. Oysa ben daha o<br />
yıllarda babasıyla sabah saat altıda balığa giden tek<br />
kızdım. Daha on sekizimi doldurmama bir yıl varken<br />
Karaca‘nın toprak yolunda araba kullanmayı<br />
241
öğrenmiĢtim. Ġngiliz aile dostlarımız vardı.<br />
Ġngilizcedeki ‗The‘ nın ―Belirli harfi tarif‖ olduğunu<br />
biliyordum. Sabahları TRT‘nin klasik müziği ve<br />
babamın gazete yazılarını yazdığı daktilo sesiyle<br />
uyanıyordum. Bütün çarĢı esnafının erkek olduğu bir<br />
zaman diliminde dükkânı öğleden sonraları küçük bir<br />
kız çocuğu olarak çeviriyordum. Derken, <strong>Marmaris</strong>‘te<br />
ilkokuldan mezun olduktan sonra kendimi Ġzmir Türk<br />
Koleji‘nde buldum. Kamil amcamın kızı Yelda ile iyi<br />
bir eğitim almamız için bu okula kaydımız yapıldı. Yıl<br />
1985‘ti ki o zamanlar sadece alıĢveriĢ yapmak veya<br />
ciddi sağlık sorunları olduğu zaman gidilen Ġzmir‘e iki<br />
kız okumak için gelmiĢtik. Birçok yakınımız, kız<br />
çocuklarının aileden ayrılmasının çok yanlıĢ<br />
olduğunu söyledi, babam ve annemin bu kararını<br />
macera olarak gördüler. Ama babam ve amcam bu<br />
tepkilere göğüs gerdiler. Ve ailemden ayrı yatılı hayat<br />
günleri baĢladı.<br />
O yaz tatile geldiğimde babam, ―<strong>Marmaris</strong><br />
Turizm Tanıtma Bürosuna git ve öğrendiğin<br />
Ġngilizceyi kullan‖ dedi. Böylece hem yaz tatilimi<br />
öldüren babama kızıyor, hem de neden bedava<br />
çalıĢtığımı anlamaya gayret ediyordum. Sonraki yaz<br />
Dalyan turuna rehber olarak gitmeye baĢladım. Bir<br />
sonraki yılın yazında kendimi babamla birlikte<br />
Ankara‘da Turizm Enformasyon sınavında buldum.<br />
Sınavı kazandım. Ne zaman yanımda çeyiz, evlilik<br />
lafı geçse suratı değiĢiyor, anneme ―Böyle Ģeylerle<br />
çocuğun kafasını doldurma Gülsen‖ diyordu. Sanki<br />
benim için hedeflediği bir kıvam varmıĢ da, ben o<br />
kıvama gelmeden elinden gitmemden korkuyordu.<br />
Üniversiteyi kazanınca derin bir oh çekti. Hele<br />
mesleğe baĢladığımda bana gülüĢü değiĢti. Yüksek<br />
242
lisansı kazanıp tezimi birlikte hazırlarken artık iki<br />
meslektaĢtık. Ve ben sıradan bir babam olmadığını<br />
biliyordum. <strong>Marmaris</strong>‘e üç boy büyüktü mesela. Onu<br />
rehberlik yaparken dinleyip de utanmayacak ateĢe<br />
yoktur. Çünkü çok azı 40–50 kiĢilik gruplara sahip<br />
olduklarımızı anlatabilecek gurura, milliyetçiliğe,<br />
bilgiye ve etkileyiciliğe aynı anda sahiptir. Ben<br />
<strong>Marmaris</strong> gibi paranın döndüğü bir yerde bana<br />
paranın sadece araç olduğunu öğretebildiği için,<br />
bütün öğünlerde bizimle yemek yiyip sohbet ettiği<br />
için, çağına meydan okuyup beni bir erkek gibi<br />
dirayetli yetiĢtirdiği için, insanın memleketine karĢı<br />
sorumlulukları olduğunu, bunun için gazetelere<br />
yıllarca parasız yazı yazmak gerekebileceğini<br />
gösterdiği için, yaĢadığı yer milyarlarca para<br />
değerinde de olsa eĢiyle gün batımında dedelerinin<br />
yerinde kahve içmenin paha biçilemez olduğunu<br />
bilmemi sağladığı için, henüz bir yılan cenneti iken<br />
Karacadaki tarlayı tüm ailenin kucaklaĢma yeri haline<br />
getirdiği için babama minnettarım. Bir daha dünyaya<br />
gelsem yine onun evladı olmak isterdim. Onun kızı<br />
olmak kesinlikle bir ayrıcalık. Canım babam, babalar<br />
günün kutlu olsun!<br />
Not: Annecim, bana sakın gücenme, dilerim bir<br />
gün seni de sana anlatma Ģansım olur. Kızınız ġule<br />
Aktepe (Uysal) 17.06.2006<br />
Mustafa Kemal’in mektubu<br />
Baba, seninle ilgili ilk hatırladığım elinde bir<br />
akordeon, bizim sana ―Hadi baba Ģimdi de Hatırla<br />
Sevgilim‘i çal, söyle‖ dememizdir. ġark‘taydık. Erzurum-<br />
243
Kandilli geceleri, dıĢarıda kar vardı. Sonra Ankara,<br />
Karaoğlan ve Kıbrıs, karartma, ilk siyah beyaz televizyon<br />
ve Belçika-Brüksel günleri. KomĢumuz Ġtalyan Madam<br />
Georgia‘nın bana Fransızca ders vermesini hatırlıyorum.<br />
Kadın Fransızca saymayı öğretirdi de hep on sayısını<br />
unuturdum. Yine bir gün sayı saydırırken bana dizini<br />
iĢaret ettin. Ben de tam Türkçe aksanıyla ―diz‖ deyiverdim.<br />
Dünyaları unutsam Fransızcadan unutmayacağım<br />
kelimedir 10 sayısı...<br />
Yaz tatilinde bütün Avrupa‘yı dolaĢan kaç kiĢi vardır<br />
ki bu dünyada? ―Yine direği, yanlıĢ yere taktık Gülsen‖<br />
diyerek bir çadırı kurmanızı izlerdik. ġule ile bana<br />
anlattığın masalların meĢhurdur senin: Ünlü ‗Mıttak‘<br />
hikâyeleri, kız mıydı, oğlan mıydı hiç bilemedik onu. Evde<br />
harici elbisenin ceket düğmelerini parlatırken eve dolan<br />
kavil kokusu giyime verdiğin önemi hatırlatır hep. Ne<br />
zaman metal parlatıcı görsem kokusunu senin kokun<br />
olarak duyumsarım. Sonra bıyık bıraktın. ―Babamızın<br />
bıyıkları çııık-mıĢ ― tezahüratı o günden kalmadır.<br />
Saint Joseph kapısında annemle sınav çıkıĢı beni<br />
sorgulamanızı unutmak mümkün mü? ―Ne<br />
sordular?‖demiĢtiniz de 150 soruluk koca sınavdan<br />
aklımda kalan tek coğrafya sorusunu ―Türkiye‘ye en uzun<br />
kara sınırı olan ülkeyi sordular‖ demiĢtim. Yanıtım<br />
Suriye‘ydi. Annem ―Yunanistan‖ dedi. Sen de ―Hadi len,<br />
Irak olacaktı‖ demiĢtin. Sonra yarım saat yok Yunanistan,<br />
yok Irak diye kavga etmiĢtiniz. Allah‘tan soruyu bilip okulu<br />
kazanmıĢtım.<br />
Sen oğlunu kolejde okutmak için arabanı satan<br />
adamsın. Yıllar sonra aldığın gıpgıcır arabayı da sonuna<br />
kadar açık bir teybin ―Komançerooo!‖ kasetini değiĢtirirken<br />
devirip ıskartaya çıkardığımı itiraf etmeliyim. Bu durumda<br />
sana en az iki araba borçlu oluyorum galiba baba. Aslında<br />
bana arabayı sen öğretemedin. Ne zaman hata yapsam,<br />
bir güzel saydırırdın da ben de o araba dersinden nefret<br />
244
ederdim. Mübarek bir emekli Astsubay arkadaĢın adı<br />
Nurettin miydi? ĠĢi iki seansta bitirmiĢti.<br />
IĢıklar Askeri Lisesine giriĢte haki eğitim elbisesiyle<br />
sizi nizamiyeye uğurladığımı hatırlıyorum. Bir anda nasıl<br />
yalnız kalmıĢtım. Yalan yok, asker olmayı çok istemiĢtim.<br />
Annemle Bursa‘dan <strong>Marmaris</strong>‘e kadar ağlaya ağlaya eve<br />
dönmüĢsünüz. Sonra da her izin dönüĢünde TaĢlık‘taki<br />
Pamukkale yazıhanesinde annemle beni uğurlardınız. O<br />
zamandan beri otobüsle uğurlanmaktan nefret ettim. Hep<br />
içimde bir yalnızlık düğümlenir oldu. 1991-94 oğlun<br />
ġark‘ta. Helal olsun, nasıl dayandın? Annem her saat<br />
televizyonda haber kollarmıĢ. Ne zaman bir yerde çatıĢma<br />
ve Ģehit var, anneme, ―Saçmalama Gülsen, aramızda<br />
önce en yaĢlı annen var, herkes sırasıyla gidecek‖ deyip<br />
kestirip atarmıĢsın. Haklı çıktın da sadece bizim ocak için<br />
haklıydın. Sırasız çok vatan evladı melek olduydu, hala da<br />
olurlar da, ben neden olamadım diye suçlanırım bazen…<br />
Düğünüm çocuğum, çocuklarım Hep yanımdaydın.<br />
Hep benimleydin. Issız dağ baĢlarında da hep beni<br />
gözlerdin. Hala da gözlersin. Memleket meselelerinde,<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in sorunlarında, Ġngilizce sınavlarında, balığa<br />
gitmelerde, tercüman rehberlikte, kaptanlıkta,<br />
bahçıvanlıkta, hayatta neyi hiç sevmedin söyleyeyim.<br />
Dükkan beklemeyi sevmedin, sevemedin. Bu adam benim<br />
babam, <strong>Marmaris</strong>li, 69 yaĢında ve yılda en az yüz makale<br />
yazar, en az 127 bin km. yol kat eder, hızlı yürür, zavallı<br />
annem ona yetiĢmek için koĢmak zorunda kalır. KoĢmayı,<br />
hayata susamayı, kana kana içmeyi biz ondan öğrendik.<br />
Tarihi olana, eski olana saygı duymayı, doğayı korumayı<br />
ondan öğrendik. Öğrenmesek de, bütün bunları<br />
yapmamıĢ olsan da biz seni yine sevecektik Sen dünyaya<br />
sevilmeye gelmiĢsin. Seninle gurur duyuyorum. Ama<br />
daha da fazlası seni sıcacık bir kucak kadar candan<br />
seviyorum. Babam benim…Oğlun Mustafa Kemal<br />
17.06.2006<br />
245
Erol Uysal’ın ÇOCUKLARINA Yanıtı<br />
Geride bıraktığımız 18 Haziran Pazar günü ‗Babalar<br />
Günü idi. Çocuklarımız Mustafa Kemal ve ġule bana bir<br />
sürpriz yapmıĢlar. Bunlara, ‗çocuk‘ desek de Ģimdi biri kırk<br />
41, diğeri ise 35 yaĢındalar. Kendilerinin 10 yıllık baba ve<br />
anne olmalarına çok az zaman kalmıĢ. Artık onlar da<br />
Ģairin tanımladığı yaĢ ortalaması olan 35‘i devirdiler. Dilek<br />
ve duamız, tüm çocukların, tabii ki anne ve babalarıyla<br />
birlikte yaĢayıp sağlıklı ve uzun ömürlü olmasınadır.<br />
Bizim bu koca çocuklar ‗Babalar Günü‘nü bu defa<br />
değiĢik bir yöntemle kutlamak için halen birbirlerine uzak<br />
ve ayrı Ģehirlerde olmalarına karĢın önce kendi aralarında<br />
ve sonra da yazdığım gazete sahibiyle kurdurdukları<br />
iletiĢim sonrası ayrı hazırladıkları yazıları önceden<br />
gazeteye göndermiĢler. Tabii ki benim bundan haberim<br />
yok. Çünkü o günlerde Karaca‘da tarladaki ağaçların<br />
bakım ve sulanmasıyla meĢguldüm.<br />
Babalar Günü‘nden bir gün önce, yani Cumartesi<br />
günü Karaca‘dan <strong>Marmaris</strong>‘e döndüm. Arabamı oto parka<br />
bıraktıktan sonra eve yaya giderken ‗ÇağdaĢ <strong>Marmaris</strong><br />
Gazetesi‘nin önünden geçiyordum. Gazete sahibi Sayın<br />
Saadet Berber her zamankinden biraz daha farklı ve<br />
heyecan içinde benim gazeteye kadar gelmemi rica etti.<br />
Ben de kabul edip birlikte gazete çalıĢma odasına girdik.<br />
Doğrusu ben de merak etmiĢtim. Daha oturmadan ―Biz<br />
de bir emanetiniz var, çocuklarınızdan geldi‖ deyip elime<br />
bir gazete tutuĢturdu. ―Bu günkü gazetede çocuklarınızın<br />
size bir sürprizi var. Lütfen bunu akĢam evde Gülsen<br />
hanımla birlikte okuyun‖ dedi. Çok merak edip hemen<br />
oracıkta gazetenin sayfalarını karıĢtırıp baĢlığı büyük<br />
puntolarla yazılmıĢ ‗Mektup‘ yazıyı görünce hızlıca iki<br />
paragrafını okudum. Duygulanıp geri kalanını okumakta<br />
zorlanacağımı hissedince izin isteyip teĢekkür ederek<br />
―Bunu evde okumam daha iyi olacak‖ deyip evin yolunu<br />
tuttum.<br />
246
Meğer gazete Gülsen‘e sabah ulaĢtırılmıĢ. Ben de<br />
ona sürpriz yapmak istiyordum. Daha üstümü<br />
değiĢtirmeden çocukların mektubunu bir solukta okudum.<br />
Okurken duygulanıp Gülsen‘i kucakladım. O da ağlamaya<br />
baĢladı. Ġkimizde birbirimize ―ĠĢte bizim çocuklarımız, iĢte<br />
bunlardan da bu beklenir‖ deyip mektubu tekrar okuduk.<br />
Yolda rastladığımız ve yazıyı okuyan dostlarımız bizzat<br />
veya telefonla duygulandıklarını söyleyip bizi kutladılar.<br />
Çocuklara yanıt vermemiz gerektiğini düĢündüm.<br />
EĢime Ģaka yollu ―SataĢma var‖ deyip hemen kaleme<br />
sarıldım. Ne de olsa onlar da baba, anne oldular. ĠĢte<br />
yanıtım…<br />
Sevgili yavrularım. Biz de sizi çok seviyoruz.<br />
Ġnanıyorum ki; tüm çocuklar anne ve babalarını çok<br />
severler. Baba ve anaların çocuklarından beklediği güzel<br />
ahlak, olumlu düĢünce, insan ve doğa sevgisi ve bunlarla<br />
iletiĢimde çağdaĢ ve bilimsel yaklaĢımlara yer verip,açık<br />
ve net tutum sergilemek arzu edilen ve beklenen<br />
erdemlilik değil midir? Zaten bunlar varsa karĢılıklı sevgi<br />
ve saygı kendiliğinden olur.<br />
Ġnsan yaĢamında maddiyattan ziyade manevi<br />
değerler daha önemlidir. Sizinle, dünyaya geldiğinizden<br />
beri yaĢadığız ve yaĢamakta olduğumuz süreç sayısız<br />
anılarla, güzel paylaĢımlarla doludur. Bunların bazılarına<br />
kısaca değinip önce Mustafa Kemal‘den baĢlayayım. Ne<br />
de olsa atalarımız ―Su küçüğün yol büyüğün‖ demiĢler. Bu<br />
ve yaĢam bir yöntem bir yol ise sanırım teĢbihte hata<br />
yapmıĢ olmuyorum.<br />
Oğlum Mustafa Kemal;<br />
1960‘lı yılların ikinci yarısında yürümeye<br />
baĢladığında, o zaman evimizdeki siyah-beyaz TV‘de<br />
yayın sabah baĢlar, akĢam biterdi. .Yayın baĢı ve<br />
sonunda Anıt Kabirdeki bayrak töreni gösterilirdi. Sen de<br />
ekranda görünen askerler gibi evde esas duruĢa geçer,<br />
247
ellerin ve kollarınla sanal göndere bayrak çekerdin.<br />
Evimizde o anda misafirler varsa, ―Bu çocuk mutlaka<br />
asker olur‖ derlerdi. Çocukluğunda zannederim biraz da<br />
ben seni ‗Militarize‘ ettim. Sizi tanklara, tören ve<br />
kutlamalara götürürdüm. Bir keresinde birlikte nöbetçiyken<br />
oturduğumuz kerpiçten yapılma toprak evden sefer tasıyla<br />
annenin hazırladığı yemeği getirirken eldiven takmadığın<br />
için soğuktan parmakların donmuĢtu. Eski durumuna<br />
gelmesi için ellerlini hayli ovuĢturmuĢtum. Sonrasında da<br />
annen baĢımın etini yemiĢti. Ama bu iĢi isteyerek ve<br />
severek yaptığın için hiç umursamamıĢtın. Yine birinde<br />
Erzurum‘dan yıllık izinle <strong>Marmaris</strong>‘e geldiğimde ateĢlenip<br />
hasta olunca, rahmetli babaannen ―Bu çocuğa bu ad (<br />
Atatürk‘ün adını kastederek) biraz ağır geldi, yavrum adını<br />
kaldıramıyor herhalde‖ demiĢti.<br />
Ġlköğretimin bir bölümüne Belçika-Brüksel‘de devam<br />
ettin. Orta öğretimi Ġzmir St. Joseph‘te yaptın. Birinci<br />
dönem karnende sadece müzik dersinden zayıfın vardı.<br />
Müzik öğretmeni sana ‗Çanakkale Türküsü‘nün solfej<br />
olarak notalarıyla okunması ödevini vermiĢti. Buna evde<br />
birlikte çalıĢtık. Her defasında es‘i atlıyordun. Aynı hatayı<br />
tekrarlayınca ―Es eĢĢekoğlu eĢĢek es‖ diye bağırınca<br />
yandaki komĢular ―Erol Beye bir Ģey mi oldu‖ deyip kapıya<br />
gelmiĢlerdi…<br />
Ortaokulu bitirince Ġstanbul GS Lisesine gitmeni<br />
istemiĢtik. Sen askeri okulu istedin. O günlerde sivil<br />
okullarda anarĢi ve karıĢıklık olduğundan senin tercihine<br />
karĢı durmadık. Ġmtihanı kazanıp IĢıklar Askeri Lisesine<br />
seni teslim etmeye gittiğimizde daha okula katılır katılmaz<br />
sıfır numara saç kestirip eğitim elbisesi içinde karĢımıza<br />
çıkmıĢ, annenle öğrencilerin arasında ağlamamak için<br />
kendimizi bayağı zorlamıĢtık. Ardından, bu duygu yüküyle<br />
yas tutarcasına Bursa‘dan <strong>Marmaris</strong>‘e dönmüĢtük.<br />
Sevgili oğlum; Yıllar geçip gidiyor. Geçen yılların<br />
çocuk Mustafa Kemal‘i sen Ģimdi kurmay yarbaysın.<br />
248
Seninle gurur duyuyoruz. Bu güne kadar olduğun gibi<br />
vatanına, Ģanlı Türk Ordusuna ve ailene layık, sağlık ve<br />
mutluluk içinde yaĢamana duacıyım. EĢin, kızım (Gelinim)<br />
sevgili Emel, dünya tatlısı akıllı yavruların, torunlarım Erol<br />
ve Kaya ile sağlık, mutluluk ve baĢarı dolu bir yaĢam<br />
diliyor, gözlerinden öpüyor, yolun ve Ģansın açık olsun!<br />
Babanız Erol Uysal<br />
Kızım ġule;<br />
Doğumun, Erzurum‘da karlı ve tipili eksi 36<br />
derecede, yollarda kar kalınlığının 35 cm. olduğu bir<br />
günde oldu. Görev yaptığım Kandillideki garnizondan bir<br />
Pazar günü sabahı annenin doğum sancısı baĢlayınca<br />
Erzurum‘a askeri ambulansla gitmiĢtik. Aracın içinde<br />
annenin ellerini sıkıca tutmuĢ ―Ha gayret Gülsen, az<br />
kaldı, sabret, diĢini sık‖ diyordum. Kar ve tipi yüzünden<br />
normal zamanda 45 dakikada alınacak yolu bir buçuk<br />
saatte aldık. Aslında doğumun yolda olabilirdi. Annenin<br />
gösterdiği gayret kadar sen de bize anlayıĢlı<br />
davranmıĢtın. Yoksa Ģimdi olmayan sertifikalarım içinde<br />
‗Doğum yaptırma belgesi‘ de evimizin duvarında asılı<br />
olurdu…<br />
Hastaneye varır varmaz on beĢ dakika içinde<br />
doğmuĢ, gözlerini hayata ve bize açmıĢtın. (20 Aralık<br />
1970) O zaman çocuğun cinsiyeti önceden bilinmezdi. Ne<br />
yalan söyleyeyim, lojmanlardaki arkadaĢların hanımları<br />
birbirimizi ziyaretlerde Gülsen‘in karnına bakarak ―Bu<br />
çocuğunuz da erkek olacak‖ deyince bizi<br />
koĢullandırmıĢlar, ben de ağzım kulaklarımda bu<br />
öngörüden memnuniyet duyup belli etmemeye gayret<br />
göstermiĢtim. Hani ―Sağlıklı olsun da kız oğlan fark<br />
etmez‖ geyikleri gibi... HemĢireler, ‖Erol Bey kızınız oldu,<br />
görebilirsiniz‖ deyince içeri girerken sanki bir burukluk<br />
yaĢadım. Annenin kucağında seni görüp ikinizi de<br />
alınlarından öperken sen ağlıyorken birden bana bakıp<br />
249
gülücük vermiĢtin. O anda sevinç ve mutluluğumu tarif<br />
etmek imkansızdı. Sanki dünyalar benim oldu.<br />
Erzurum-Kandilli‘de kıvırcık, kumral saçları olan,<br />
hareketli, pusette oturmayı sevmeyen, çok canlı bir kızdın.<br />
Bir yıllık izin dönüĢü <strong>Marmaris</strong>‘ten otobüse binmiĢtik.<br />
Önce Ankara‘ ya, oradan da trenle Erzurum‘a gidecektik.<br />
Daha otobüse biner binmez ağlamaya baĢladın. Diğer<br />
yolcuları rahatsız ediyoruz diye ön koltuklardaki yerimizi<br />
arkadakilerle değiĢip seni bir battaniye içinde uyutmak için<br />
annenle beraber arka sahanlıkta sallamaya baĢladık. Yine<br />
uyutamadık. Muğla‘da verilen molada hemen eczaneye<br />
gidip bir ilaç aldım. Ġlacı suda eritip sana içirmeye çalıĢtık.<br />
Sanki ilaç ters etki yaptı. Ankara‘ya kadar sen yine doğru<br />
dürüst uyumadın. Uykusuzluktan biz uyuyunca sen<br />
koltuktan aĢağıya düĢmüĢsün, seni kucağımızda<br />
görmeyince de paniğe kapılıp koltukların altında aramaya<br />
baĢladık. Sonunda önümüzdeki koltuğun altında bulduk.<br />
Bu durumda ne tren ne de otobüsle gidemezdik.<br />
Doğrudan taksiyle Esenboğa Hava Alanına gidip durumu<br />
iĢletme müdürlüğüne anlattım. Ġstanbul‘dan gelen<br />
Erzurum uçağından 3 koltuk için bilet bulabildim. Sen de<br />
ayakta biletli yolcu olduğundan hosteslerin kucağında ilk<br />
uçuĢu yaptın. O zaman çok modern sayılan DC-9<br />
uçağıyla zamanında Erzurum‘a indik. Kandilli otobüsüne<br />
gün batımı bindiğimizde sen tüm bir gece ve bir gündüz<br />
uykusuzluğunu bu kısa otobüs yolculuğunda gidermiĢtin.<br />
ġule, seninle çok güzel ortak anılarımız var. Bunları<br />
buraya sığdırmak olası değil. Bir Babalar Gününde bana<br />
böylesine sürpriz hazırlama düĢüncesinin senden<br />
geldiğini düĢünmüĢtüm. YanılmamıĢım. ġimdi bakıyorum<br />
da, okulunu, öğretmenlik mesleğini, çocukları, insanları,<br />
hayvanları ve doğayı seviyorsun. ÇağdaĢ, çalıĢkan,<br />
öğrencileri tarafından sevilen, sayılan bir edebiyat<br />
öğretmenisin. Okullar ve öğretmenler arası kompozisyon<br />
yarıĢmalarında derecelerin var. Bunları yerel gazete<br />
yazılarımda gururla yayınlıyorum.<br />
250
Bana balıkçılık arkadaĢlığı yaptın. Üniversite<br />
bitirme ve Yüksek Lisans Tez çalıĢmaları için benim gibi<br />
çok sevdiğin <strong>Marmaris</strong>‘i konu seçtin. Ben de sana bu<br />
tezler için yaptığımız yerinde geziler ve çalıĢmalarda<br />
yoldaĢlık, arkadaĢlık yaptım.<br />
Kızım ġule; Ağabeyin ve senin iyi yetiĢmenizde<br />
annenizin büyük emeği vardır. Size bu yanıtımın gazetede<br />
yayınlanacağı 30 Haziran 2006 Cuma günü annenizin<br />
doğum günüdür. Gülsen‘in yaĢ gününü kutlarken bana,<br />
ailemize sizler gibi çocuklar kazandırdığı için annenize,<br />
sevgili eĢim Gülsen‘e teĢekkür ediyor, onu sevgiyle<br />
kucaklıyorum. Seni, damadım Hayrettin‘i oğlunuz torunum<br />
Barbaros‘u öpüyor, sizlere ömür boyu sağlık, mutluluk ve<br />
baĢarı diliyorum. Sağ olun. Var olun!<br />
Erol Uysal- 30.06.2006<br />
251
KĠġĠ SEVMEYE GÜCÜN VAR MI?<br />
Yukarıdaki ―KiĢi sevmeye Gücün Var mı‖ tümcesi<br />
‗ÇağdaĢ <strong>Marmaris</strong> Gazetesi‘nde 29 Nisan 2005‘te<br />
yayınlanan köĢe yazımın baĢlığıdır. Ancak, bu baĢlık<br />
bana ait değildir. 23 Nisan 2005 tarihinde aramızdan<br />
ayrılıp manevi dünyasına göçen değerli büyüğümüz<br />
Emekli Büyükelçi Özdemir Benler‘in oğlu Ahmet‘in mezar<br />
taĢındaki yazıdır bu…<br />
Sevgili Özdemir Ağabeyimiz bir Ermeni katilin kahpe<br />
kurĢunlarına hedef olup Ģehitlik mertebesine ulaĢan oğlu<br />
Ahmet Benler‘le yan yana Armutalan mezarlığında ebedi<br />
uykularına çekilmiĢ yatmaktadır.<br />
YaĢamında evlat acısını kalplerine gömen Benler<br />
ailesinin evladı Ahmet‘in mezar taĢına yazdırdıkları<br />
sıradan bir kitabe, yazıt değil, adeta insanlığa bir<br />
mesajdır.‖KiĢi Sevmeye Gücün var mı?‖<br />
83 yaĢında aramızdan ayrılan değerli büyüğümüzün<br />
<strong>Marmaris</strong> <strong>Belediyesi</strong>nin yayınlamakta olduğu Aylık Tarih<br />
Bültenine konuk edileceğini öğrenince, kalıcı olması için<br />
ölümünden 3 gün sonra yayınlanan ve Ģimdi aradan<br />
neredeyse 5 yılın geçtiği aĢağıdaki gazete yazımı anılan<br />
bültende yayınlanması için gönderdim. Sayın Özdemir<br />
Benler‘i ve oğlu Ahmet‘i bir kez daha rahmetle anıyorum.<br />
Erol Uysal- 27.12.2010<br />
KĠġĠ SEVMEYE GÜCÜN VAR MI?<br />
Değerli ağabeyimiz Emekli Büyükelçi Özdemir<br />
Benler‘i 25 Nisan 2005 tarihinde kaybettik. Ailesine,<br />
252
ÇağdaĢ <strong>Marmaris</strong> Gazete çalıĢanlarına, Armutalan ve<br />
<strong>Marmaris</strong>li dostlarına baĢsağlığı diliyorum.<br />
Sevgili Özdemir ağabeyimizin vefatından 4-5 ay<br />
önceki bir yazımda onun adı geçmiĢti. Bir keresinde,<br />
―Ġlerleyen yaĢına rağmen gazeteye haftada iki gün yazı<br />
gönderir, eli kalem tutan diğer dostlarını da yazmaya<br />
teĢvik eder‖ demiĢtim. Diğer bir yazımda da yazı baĢlığı<br />
yaptığım oğlu Ahmet‘in mezar taĢındaki kitabesine<br />
değinmiĢtim.<br />
Rahmetli Özdemir Ağabeyin doğa, çevre, iç ve dıĢ<br />
politika, turizm gibi konularda yazdığı yazılarda belirli bir<br />
ölçü ve düzey vardı Yazılarında kiĢi ve kurum adlarına yer<br />
vermez, verse de adları geçenlere bir eleĢtiri veya<br />
sitemde bulunulacaksa onu çok yumuĢak ve kırmadan<br />
yapar, bize de bunu önerirdi. Genellikle yapıcı,<br />
cesaretlendirici bir üslubu vardı.<br />
Bazı derneklerin baĢkanlığını yaptığım yıllarda<br />
değerli eĢi Jale Hanım ve Özdemir Ağabeyi bazı<br />
etkinliklerimize davet etmiĢtik. Kibarca bunu istemediler.<br />
Bilindiği üzere Benler ailesi Hollanda-Lahey‘de Büyükelçi<br />
iken oğlu Ahmet bir Ermeni suikastçının kahpe<br />
kurĢunlarına hedef olup Ģehit olmuĢtu. (12.10.1979) NaĢı<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e getirilerek Armutalan mezarlığına defnedildi.<br />
Benler ailesi emekli olduklarında oğlunun yakınında ve<br />
çok sevdikleri <strong>Marmaris</strong>‘te olmayı isteyerek Armutalan‘a<br />
yerleĢtiler.<br />
O yıllarda hızını daha da arttıran Ermeni tedhiĢ<br />
örgütleri dıĢ görevdeki temsilcilerimizi hedef alarak<br />
birçoğunu hunharca katletmiĢ, ülke çapında nefret<br />
duygularımızın tavana vurmasına neden olmuĢtu.<br />
Ermenilerin ―Sözde Ermeni Soykırımı‖ adına dünyada<br />
açtıkları kampanya yalan ve asılsız iddialar üzerine<br />
kurulmuĢtu. Bu kampanyalar bazı ülkelerde zemin ve<br />
anlayıĢ bulmuĢ, bu ülkelerle ikili siyasi ve ekonomik<br />
iliĢkilerimiz zedelenmiĢti. Yine o günlerde, gerçek dıĢı<br />
253
suçlamaları ve bunlara destek olan ülkeleri kınamak için<br />
<strong>Marmaris</strong>‘te de bir platform oluĢturmak istedik. Özdemir<br />
Ağabeyimizi de dolaylı yollardan bu etkinliğin içinde<br />
görmeyi düĢledik. Kibarca katılamayacağını söylemiĢti.<br />
Kavga değil barıĢ yanlısıydı. GeçmiĢin kin ve nefretini bu<br />
güne taĢımak istemiyordu. Kendisini iyi anladım ve<br />
görüĢüne saygı duydum.<br />
Bir dostumuzun vefatı nedeniyle Armutalan<br />
mezarlığında Özdemir Ağabeyin mezarını ziyaretimde<br />
oğlu Ahmet‘in mezar taĢında ―KiĢi sevmeye cesaretin var<br />
mı‖ kitabesi yazılıydı. Bu yazıt, hümanist bir insan olarak<br />
Özdemir Benler‘i tanımlayan kısa ve anlamlı bir kanıttı.<br />
O günlerde yazar ve Ģair Özdemir Ġnce‘nin Hürriyet<br />
Gazetesindeki 24 Nisan 2005 tarihli köĢe yazısı ilgimi<br />
çekti. Yazı uzundu ama tamamını okudum. Anılan<br />
yazıdan bazı bölümleri burada okurlarımla paylaĢmak<br />
istiyorum.<br />
Sayın Ġnce, 1 Mayıs 1979‘ da Atina‘da Dafni<br />
<strong>Belediyesi</strong>nin bir etkinliğine davet edilmiĢ. YetmiĢ yaĢını<br />
dolduran Yunanlı Ģair Yannis Ritsos‘un yaĢ günü<br />
kutlanacakmıĢ. Sayın Ġnce davete katılmıĢ. Kutlamada,<br />
Sayın Ġnce yabancı dilde yayınlanan ilk kitabını katılanlara<br />
imzalayıp veriyormuĢ. YaĢlı bir kadın Sayın Ġnce‘ye<br />
yaklaĢarak tercümanı aracılığıyla kendini tanıtmıĢ.<br />
Ġnce‘nin imzaladığı kitabın sayfalarına bir göz attıktan<br />
sonra, ―Ġyi Türkler de vardır‖ demiĢ. Sayın Ġnce bu ifade<br />
karĢısında adeta yıkılmıĢ. Bir yazısında aynen Ģu<br />
ifadelere yer vermiĢti:<br />
‖Yüreğimin bir el bombası gibi patladığını hissettim.<br />
Gözlerim buğulandı. Ġnsanlığın evrensel kardeĢliğine<br />
inanması gereken bir Yunanlı komünist bana iyi Türkler<br />
de vardır, yani çoğunluğu kötüdür demek istiyordu. ġimdi<br />
biz ―Ġyi Yunanlılar da vardır, iyi Ermeniler de vardır, iyi<br />
bilmem….ler de vardır desek bir kusur iĢlemiĢ sayılmayız,<br />
ama bunu demiyoruz, demeyiz de‖…<br />
254
Ama, Sayın Ġnce yaĢadığı bu üzücü olayın ardından<br />
1979 yılı Mayıs ayında Yunanistan‘ın Hydra Adasına gidip<br />
sıkıntısını aĢağıdaki ―Ġrdeleme‖ ye dökmüĢ:<br />
―Her Ģey bana altmıĢ yıl öncesini anımsatıyor;<br />
Neden gelmiĢlerdi, nasıl gittiler?<br />
Onlar neyi unutmamıĢlardı, çağlar boyunca?<br />
Unutmayanlar var, bizde de, burada da.<br />
Çanlar çalıyor, güzel bir kız bakıyor bana,<br />
Bir acıyı, bir yanlıĢlığı yaĢıyorum burada,<br />
Hele ‗Ġyi Türkler de vardır‘ dedikleri zaman,<br />
Sormak gerek onlara: ‗Nedir iyi Türk olmak‘ ya da<br />
‗iyi bilmem ne olmak‘ ?<br />
Bence, horozların sabah sesiyle uyanmak, uzatılan<br />
dost eli sıkmak ve düĢünmemek, dondurmamak geçmiĢi<br />
bir saat kulesi halinde, ama unutmak, unutturmayan<br />
gölgesini bellek bellek sarkıtlarının‖…(Hydra 08.05.1979)<br />
255
ġehit Ahmet Benler ebedi istirahatgâhında<br />
Değerli okurlar; Sayın Benler ailesi sanki, yazar,<br />
Ģair Özdemir Ġnce‘nin bu uzun anlatısını okuduktan sonra<br />
en kısa ve öz olarak, ama tam anlamını içeren bir tek<br />
cümleyle hissiyatlarını ifade etmiĢler. Değerli insan,<br />
emekli büyükelçi, saygı değer ağabey ve hemĢerimiz<br />
Özdemir Benler‘le oğlu Ahmet‘i saygı ve sevgiyle anıyor,<br />
Yüce Allah‘tan rahmet diliyor, yazımı mezar taĢındaki<br />
anlamlı yazıtla noktalıyorum. ―KĠġĠ SEVMEYE GÜCÜN<br />
VAR MI?<br />
Erol Uysal-29 Nisan 2005<br />
256
ġehit Ahmet ve Babası Özdemir Benler<br />
257
BĠR KÜLTÜR GEZĠSĠ<br />
Geçtiğimiz Pazar günü <strong>Marmaris</strong> Kültür ve Doğayı<br />
Koruma Derneğinin düzenlemiĢ olduğu TaĢlıca (Phoenix)<br />
gezisine katıldık. Bu gezide, havanın güneĢli ve ılık<br />
olmasının da etkisiyle <strong>Marmaris</strong>‘te kültür ve doğayı<br />
koruma ve sevme konusunda hiçte anımsanmayacak<br />
sayıda hemĢerimizin bulunduğunu görmekten mutlu<br />
oldum..<br />
Gezi yolu üzerinde verilen ilk molada <strong>Marmaris</strong><br />
Müze Müdür Vekili Dr. NeĢe Kırdemir ile Arkeolog Bora<br />
Ayyıldız gezi proğramı ve görülecek yerler hakkında bilgi<br />
verdiler. Ben de bölge hakkında genel bir açıklamada<br />
bulundum. Bilindiği üzere ReĢadiye Yarımadası olarak<br />
bilinen bölge Hisarönü Körfezi ile adeta ikiye bölünür.<br />
Meydana gelen çatalın sağ kolu Çubucak üzerinden<br />
Datça ve Tekir Burnu‘na (Knidos) ulaĢırken diğer sol<br />
kanadı ise Hisarönü, Turgut, Orhaniye, Bayır, Selimiye,<br />
Söğüt, TaĢlıca ve Bozburun‘a kadar uzanır. KavĢaktan bu<br />
çatalın sağına, yani Datça istikametine gidildiğinde<br />
takriben 10 km sonra Bencik veya BalıkaĢıran olarak<br />
bilinen dar, her iki yanı deniz olan bir yere gelinir. Buranın<br />
adı özellikle bölgenin tarihini yazan Heredot dahil bir çok<br />
yazarın eserinde geçer. MÖ. 546‘da Lidya‘nın baĢĢehri<br />
olan Sardes‘i (Salihli) kuĢatıp bu imparatorluğa son veren<br />
Pers Ordusu Harpagus‘un önderliğinde Karya ve Likya<br />
kentlerine saldırmıĢ, bazı Ģehirler kendilerini savunmak<br />
için yaĢlı, kadın ve çocuklarıyla hayvanlarını, paralarını ve<br />
kıymetli eĢyalarını ateĢe verip yakmıĢ, en son neferine<br />
kadar savaĢarak yok olup gitmiĢlerdir. Bazıları da Pers<br />
ordusunun gücünü önceden öğrendiklerinden<br />
savaĢmadan teslim olmuĢlar.<br />
Knidoslular, savaĢmak yerine bir stratejiye<br />
baĢvurmuĢlar. Bencik mevkiindeki dar ve boyun<br />
258
durumundaki yeri kazarak bir kanal açıp kara ordusuyla<br />
gelmekte olan Pers ordularını burada durdurmayı ve<br />
kendilerini korumayı düĢünmüĢlerse de bunu<br />
baĢaramamıĢlar. Pers ordusu Datça-Knidos istikametine<br />
doğru ilerlemede biraz zorlanmıĢ da olsa hedefe<br />
ulaĢmıĢlardır.<br />
Burası, antik çağda Akdeniz‘den Ege‘ye ve Ege‘den<br />
Akdeniz‘e geçmek için kullanılan en yakın geçit yeri<br />
olmuĢtur. Tarihçiler, burası için bir balığın havaya<br />
sıçradığında bir kıyısından diğerine atlayabildiğini, küçük<br />
teknelerin bir taraftan diğer yana karadan kızaklarla<br />
taĢınarak geçirilebildiğini yazmıĢ, yörede yaĢayanlar da<br />
buraya özel durumundan dolayı ―BalıkaĢıran‖ veya<br />
―KayıkaĢıran‖ adını vermiĢlerdir. Oysa Ģimdi bu geçit<br />
erozyon ve doğal bitki örtüsüyle kapandığı için büyük yat<br />
ve teknelerin geçiĢine olanak vermemektedir: Bazen<br />
buradan bir kanal açılmasıyla Gökova ve Bodrum‘a<br />
geçiĢin kolay olacağı gündeme gelmiĢ olsa da bu görüĢ<br />
ciddiyet kazanmamıĢtır.<br />
Gezi yerimiz doğrudan TaĢlıca (Phoenix) olduğu için<br />
yol üzerindeki küçük yerleĢim yerlerinde durmadık.<br />
TaĢlıca Köy Meydanında bir mola verip çay içtik. TaĢlıca<br />
muhtarı ve köylüler bizi çok sıcak karĢıladılar. Köylü<br />
hemĢerilerimizin birçoğuyla önceden tanıĢıyorduk.<br />
Bunların bazıları ve yakınları <strong>Marmaris</strong> ve çevresindeki tur<br />
teknelerinde, restoranlarda denizci, aĢçı, garson olarak<br />
çalıĢırlar. Bu eski çağlarda da mutlaka böyle olmuĢtur.<br />
Karyalıların aslının Anadolu‘dan Ege Adalarına gidenler<br />
olduğunu biliyoruz. Önce Dor ve sonra Peleponez<br />
SavaĢlarında bulundukları yerleri terke mecbur kalarak<br />
Ģimdiki Yunan Adalarına göç ettikleri düĢünülebilir. ġayet<br />
öyle olmasaydı MÖ.12. yüzyılda Akalarla Truvalılar<br />
arasında cereyan eden, destanlara, filmlere, oyunlara<br />
konu olan ünlü ‗0n yıl SavaĢı‘nda Truvalıların müttefiki<br />
olmak yerine Akalıların yanında dövüĢmeleri gerekmez<br />
miydi?...<br />
259
TaĢlıca Köyü taĢlık, kayalık bir yerde konuĢlanmıĢ.<br />
Adı üzerinde ve tabiri caizse yer gök taĢ. Hani taĢ ihracatı<br />
söz konusu olsa bu köyün halkı çok kısa zamanda köĢeyi<br />
dönerdi. Köyün antik çağda kullanılmıĢ ―41 Su kuyuları‖<br />
halen iyi durumda ve köye su sağlıyor. Bu kuyular kıĢın su<br />
ihtiyacını karĢılasa da yazın yeterli olmuyor. Köy halkı<br />
susuzluk çekiyor. Ellerinde plastik ĢiĢe ve kovalarla<br />
kuyuların baĢında gördüğümüz köy kadınları, kızları bana<br />
Doğu ve Güneydoğu Anadolu‘da 30-40 yıl önce<br />
gördüklerimi anımsattı. ―<strong>Marmaris</strong> barajından Rodos‘a<br />
dahi su satacağız, vereceğiz ―diyenlerin kulakları çınlasın.<br />
Siz bırakın Rodos‘u, kendi köylerimize, köylümüze su<br />
veremiyoruz, önce bunu halledelim...<br />
TaĢlıca‘nın antik adı ne olursa olsun belli ki eski bir<br />
yaĢam merkeziydi. ―Megaron― olarak tanımlanan evler<br />
yerleĢimin kanıtları. Bunlara diğer mabet, mezar ve<br />
kalıntıları ekleyebiliriz. Bodrum Kalesindeki müzede<br />
sergilenen cam eserler Serçe Limanında batan takriben<br />
15 m. Boyundaki 11. yüzyıl Bizans Batığı‘ndan çıkarıldı.<br />
Limanı daha önce denizden görmüĢtük. ġimdi de karadan<br />
ziyaret ettik. Buranın hemen batısında Bozukkale<br />
(Loryma) var. Neresinden bakarsak bakalım yöremizin,<br />
ülkemizin her yanı kültür ve tarih hazineleriyle dolu.<br />
Bozukkale de (Lorryma) ayrı bir ziyaret yeri, yazı<br />
konusudur.<br />
Kültür Gezimizi, <strong>Marmaris</strong>‘e dönüĢte Bayır‘dan<br />
Turgut köyüne inerken sol yanda, dağın yamacında<br />
taĢtan yapılı piramit Ģeklinde bir mezar anıtı görüyoruz.<br />
Mimarisi, Milas‘taki ‗GümüĢkesen‘ ve Bodrum‘daki<br />
‗Mousolos‘un Anıt Mezarlarının minyatür prototipini<br />
çağrıĢtırıyor. MÖ.3. yüzyılda bölgede yönetici veya<br />
komutan olan ‗Diagoras‘a ait olduğu üzerindeki yazıttan<br />
öğrenilmiĢtir. (A)<br />
260
<strong>Marmaris</strong>- Turgut Köyündeki piramit mezar<br />
Bir kültür gezisini güzel bir havada, sanat, tarih ve<br />
doğaseverlerle geçirerek <strong>Marmaris</strong>‘e döndüğümüzde<br />
dağarcığımızdaki bilgileri tazelemekten ve albümlerimize<br />
yeni fotoğraflar katmaktan mutluyduk. Bu geziyi<br />
düzenleyen <strong>Marmaris</strong> Kültür ve Doğayı Koruma Derneği<br />
BaĢkanı Sayın Ġ.Kamil Öner‘e, <strong>Marmaris</strong> Müze Müdür V.<br />
Dr. NeĢe Kırdemir ve Arkeolog Bora Ayyıldız‘a teĢekkür<br />
ediyorum. 13.01.2005<br />
Kaynak<br />
(A) Beyond The Meander –George Bean 1903–1977<br />
261
ÖLÜLER ALTIN TAKMAZ<br />
<strong>Marmaris</strong>‟te geride bıraktığımız haftayı hareketli<br />
yaşadık. Önce, <strong>Marmaris</strong> Kent Konseyinin olağan Genel<br />
Kurul Toplantısını yaptık. Bunun ardından <strong>Marmaris</strong> Adliye<br />
Sarayının açılışına katıldık. Aynı gün 17. Genel Kurulunu<br />
<strong>Marmaris</strong>‟te yapan Akdeniz Çevre Platformu‟ toplantısının<br />
sadece bir bölümüne katılabildik. Gönül isterdi ki üç gün<br />
devam den konuşmalara katılabilelim. Ertesi günü de Yüce<br />
Atatürk‟ün ebediyete intikalinin 69. Yıldönümünde<br />
düzenlenen anma törenine katıldık. Atatürk‟ün manevi<br />
varlığının ve değerinin tüm ulusça her geçen gün daha<br />
çok anlaşılması dünyanın ve ülkenin içinde bulunduğu<br />
durumu dikkate aldığımızda tek teselli kaynağımız<br />
olmaktadır. O‟nun için ne söylesek azdır. Büyük Önder‟i<br />
minnet ve şükranlarımızla bir kez daha rahmetle anıyor,<br />
manevi huzurunda saygı ile eğiliyoruz.<br />
Değerli okurlar; <strong>Marmaris</strong> Kent Konseyinin Olağan<br />
ilk Genel Kurul toplantısında gündem maddeleri içerisinde<br />
projesi telaffuz edilen İçmeler maden ocağı ile <strong>Marmaris</strong><br />
Milli Parkı olan Günnücek„in bitmekte olan işletmeciliğinin<br />
yeniden ihaleye çıkarılmaması konusu vardı. Bu konuda<br />
söz alan genel kurul üyeleri her iki proje ve ihale<br />
yenilenmesine karşı çıktılar.<br />
“<strong>Marmaris</strong> için, doğa ve turizm için büyük değer<br />
taşıyan dünyada ender bulunan böylesi varlıkların<br />
korunması, Milli Park kimliğine yakışır duruma getirilmesi<br />
ve turizm çeşitliliği (alternatif) olarak değerlendirilip<br />
kazanılması asıl amaç kabul edilmelidir” denildi. Bu<br />
maksatla <strong>Marmaris</strong> Kent Konseyi Yürütme Kurulunun<br />
organizasyonunda Çevre Çalışma Grubu Başkanı sayın Filiz<br />
Ersan‟ın öncülüğünde imza kampanyası başlatıldı.<br />
Hemşerilerimizin katılımı çok üst düzeyde oldu.<br />
262
Hemşeriler, “Artık <strong>Marmaris</strong>‟e sahip çıkmak zamanı geldi<br />
de geçiyor, zararın neresinden dönülse kardır” diyorlar...<br />
Akdeniz Çevre Platformu‟nun (AKÇEP) Genel Kurulu<br />
gündeminde Kaz Dağında altın arama konusu da vardı.<br />
Türkiye Orman Mühendisleri Odası eski Başkanı Sayın<br />
Salih Sönmezışık :”Kaz Dağlarındaki altın arama<br />
faaliyetleri Türkiye‟nin altında imzası bulunan Biyolojik<br />
Çeşitlilik Sözleşmesine ve Dünya Mirasını Koruma<br />
Sözleşmesi gibi uluslar arası sözleşmelere aykırıdır” diyor.<br />
Orman yangınları, 2B ve 2C konularını da gündeme<br />
getiren Sönmezışık, ülkenin dağlarının, parklarının,<br />
yeryüzünün tarih, kültür, ekoloji, mitoloji, turizm ve<br />
ekonomi açısından en değerli karasal eko sistemlerinin<br />
başında gelmektedir. Sadece Kaz Dağlarında 101<br />
familyaya ait 906 bitki türü var. Bu türlerin 43 tanesi<br />
endemiktir” diyor.<br />
Bir doğa sever olarak bu ve benzer görüşlere<br />
katılmamak elde değil. Bilindiği üzere, <strong>Marmaris</strong>‟in<br />
Günnücek Parkındaki ve çevresindeki Günlük Ağaçları da<br />
endemiktir. Günnücek, sadece <strong>Marmaris</strong>‟in<br />
değil Türkiye‟nin milli parkıdır. Bir milli parkta ne olması,<br />
ne yapılması gerekiyorsa o yapılmalıdır. Bu yasa<br />
gereğidir…<br />
Diğer yandan aşağıdaki haberi bir gazetenin Pazar<br />
ekinde okudum. Önemine binaen aynen buraya aldım.<br />
Bakın haberde ne diyor: Asıl adı Necip Yılmaz.<br />
Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Mühendislik<br />
Fakültesini bitirmiş. Fransızca Turist Rehberliği yapmış.<br />
Turistler kendisine “Niko Guido” lakabını takmışlar. Doğa<br />
tutkusu bu ya… vatandaşın doğayı, çevreyi ve dolayısıyla<br />
ülkeyi sahiplenmesi için ilginç bir yönteme başvurmuş.<br />
Bunu daha önce “Tuz Gölü Kuruyor” diye yapmış ve “Su<br />
Perisi” adlı fotoğrafla ödül almış. Şimdi de gitmiş Kaz<br />
263
dağlarında kız arkadaşı ve çevre gönüllüsü bir bayanın<br />
çıplak görüntülerini çekip bir karede toplamış. Röportajı ve<br />
fotoğrafı gazeteye veren Sayın Sibel Arna‟nın açıklamasına<br />
göre Guido‟nun ve manken arkadaşının amacı, ”Doğayı bu<br />
şekilde katletmeye devam edersek ileride giyinik veya<br />
çıplak olmamızın bir anlamı kalmayacak, çünkü<br />
yaşayabileceğimiz bir dünya olmayacak” demişler. Doğru<br />
da söylemişler... 15.11.2007<br />
264
MİTOLOJİK HİKAYELER<br />
Turist rehberi olmak için Turizm Bakanlığının<br />
düzenlediği kurslarda rehber adaylarına genel kültür,<br />
tarih, arkeoloji, ülke coğrafyası içinde kara, deniz, akarsu<br />
ve göllerdeki bitki ve hayvanlara dair ekoloji, folklor, etnik<br />
yapı, din ve inanç, mitoloji, sosyal ve ekonomik konular<br />
dahil ülkemizin uluslar arası iliĢkilerini de içine alan<br />
dersler verilir. Mitoloji, özellikle uzun mesafeli turlarda<br />
rehberin eline mikrofonu alarak anlattığı ve diğer konulara<br />
kıyasla daha fazla ilgi duyulan bir konu olur. Doğal olarak<br />
mitolojik hikâyelerin anlatımı mutlaka konuya, yöreye ve<br />
doğaya uygun ortamda olur. Ġçinde bulunulan durumla hiç<br />
ilgisi olmayan bir hikâyenin anlatımı ―Dam üstünde<br />
saksağan, vur beline kazmayı‖ atasözünü çağrıĢtırır. Ben<br />
de öyle olmamak için Temmuz sıcağında çok ciddi<br />
konuları irdelemek yerine yöremize ait birkaç hikâye ile<br />
okurların ve bazı yerli tatilcilerin ilgisini çekmek istedim..<br />
Rodos Adası <strong>Marmaris</strong>‘e denizden sadece 27 mil<br />
uzaklıktadır. Deniz Otobüsü ile 50 dakikada gidilir.<br />
Rodos‘un ‗Mandıraki‘ Limanının giriĢinde iki geyik heykeli<br />
vardır. Takriben 3000 yıl öncesinde Traklar Adaya<br />
geldiklerinde Rodos‘da yılan çokmuĢ. Traklar yaĢadıkları<br />
topraklarda yılan olduğu için deneyimlilermiĢ. Yılanlardan<br />
korunma ve kurtuluĢu adaya beraberinde geyik getirmekte<br />
bulmuĢlar. Geyikler, yılanları ayak ve boynuzlarıyla<br />
öldürürmüĢ. Ġçimden, <strong>Marmaris</strong> Karaca köyündeki<br />
tarlamızda nadir de olsa engerek ve karayılan görülüyor.<br />
Bazı dostlarım bana, , ―Senin yılanların yüzünden buraya<br />
gelmekten korkuyoruz‖ derler. Onlara, ―Hatırınız için<br />
Trakların Rodos‘ta yaptığı gibi buraya gey,k çiftliği<br />
yapacağım‖ der gülüĢürüz...<br />
Bizim ‗Caretta Cretta‘ Deniz kaplumbağalarıyla<br />
ünlü Dalyan Plajı var ya, bölgemize gelen turistlerin %90‘ı<br />
denizden veya karadan mutlaka orayı ziyaret eder, antik<br />
265
Ģehir Caunos‘u gezer, plajda yüzerler. Tarihte bu Ģehir<br />
Milas‘ta yerleĢik Karya Kralının oğlu Caunos tarafından<br />
kurulmuĢtur. ġimdi gördüğümüz kaya mezarlarından<br />
birisinin de kral Caunos‘a ait olabilir. Mezarların MÖ.<br />
4.Yüzyıl yapımı olduğunu bilsek de, Ģehri kuran<br />
Caunos‘un mezarının halefleri tarafından küçük<br />
değiĢimler yapılarak aynı yere gömüldükleri düĢünülebilir.<br />
Caunos‘un ‗Byblis‘ adında bir kız kardeĢi varmıĢ.<br />
Birbirlerini severek aĢk yaĢamıĢlar. Kral olan baba bu<br />
iliĢkiyi bitirmek için oğlunu yine kendi krallığına ait bölge<br />
olan bu günkü Dalyan‘a göndermiĢ. Bu delikanlı kendi<br />
adını ‗Caunos‘ olarak bu Ģehre vermiĢ. Gel gör ki kız<br />
kardeĢi Byblis bu ayrılığa dayanamamıĢ. Kendini kayalık<br />
bir yerden uçuruma atarak intihar etmiĢ. Caunos buna çok<br />
üzülmüĢ. Byblis‘in saçları kamıĢ bitkisine dönüĢerek<br />
Dalyan ve Iztusu kanalının her yerinde büyüyüp,<br />
serpilmiĢ. Caunos‘a da sadece bu kamıĢları okĢamak<br />
kalmıĢ. O devirlerde kardeĢin kardeĢle evlenmesi bu<br />
günkü gibi sapık iliĢki olarak düĢünülmezmiĢ. Bu tür<br />
aĢklara da ―Caunian Love‖ yani ―Caunos AĢkı‖ denmiĢ...<br />
Bir gün çoban ‗Pan‘ her zaman yaptığı gibi kuzu ve<br />
keçilerini meraya salmıĢ. Hayvanlar karınlarını doyurunca<br />
onları akarsu kenarına getirip su içmelerini sağlamıĢ.<br />
Hayvanların içtikleri billur suların içinden ansızın ―Syrinx‖<br />
isimli bir su perisi görünüvermiĢ çoban ‗Pan‘a. Çoban<br />
Pan su perisinin güzelliği karĢısında adeta büyülenip<br />
hemen kıza âĢık olmuĢ. Ona ulaĢmak için elini uzatmıĢ,<br />
lakin su perisi kılık değiĢtirip kamıĢ bitkisi oluvermiĢ.<br />
Çoban Pan ne yapsın, almıĢ eline bıçağı, kesmiĢ<br />
kamıĢtan bir parça, tüm hünerini icra ederek kendine<br />
güzel bir kaval (flüt) yapmıĢ. BaĢlamıĢ kavalı üflemeye.<br />
Öyle güzel çalmıĢ ki çevredeki tüm canlılar ve su perileri<br />
büyük bir dikkat ve hayranlıkla Pan‘ın üflediği kavalın<br />
sesini dinlemiĢler. ĠĢte o zamandan beri dağda, bayırda,<br />
ovada kaval çalan çobanlar görürüz. Onlar aslında eski bir<br />
geleneği, aĢkı tekrarlıyorlar. Onların Pan‘la Syrinx‘in<br />
266
aĢkını, öyküsünü bilip bilmediklerini söylemek zor olsa da<br />
belli ki aĢk ölümsüz, devam edip gidiyor. ġarkılarda,<br />
türkülerde, gazellerde yalan veya yanlıĢ olsa bile...<br />
Ölüm gerçek ve çaresi yok. Ġnsan yaĢı uzamakta<br />
olsa da ölüm kaçınılmaz. YaĢlılık sağlık sorunu da varsa<br />
zor. Aile yakınlarından yaĢlı bir teyzemiz hayatı çok<br />
seviyor olmalı ki bir sohbetimizde bana Ģöyle yakınmıĢtı.<br />
―Erol oğlum, tıp ilerledi, her türlü icat yapılıyor da ölüme<br />
çare bulunmuyor‖ dedi. Biz de konuyu biraz da provoke<br />
ederek, ―Teyze, gerçekten doğru söylüyorsun, bilim<br />
adamları her tür çalıĢma, araĢtırma ve buluĢlar yapıyorlar.<br />
Belki insan ömrü daha çok uzayacak‖ der demez, ―Napan<br />
ben onların çalıĢmasını, ben öldükten sonra uzamıĢ ne<br />
yazar, söyle onlara ellerini çabuk tutsunlar, Ģu güzel<br />
<strong>Marmaris</strong>‘te birkaç yıl daha yaĢamak Ģansım olsun‖ deyip<br />
hüzünlendik, sonra da gülüĢtük.<br />
Tarih öncesinde ölüme çare bulunmuĢ. Bir<br />
mitolojik hikâyedir bu. Sağlık tanrısı Asklepion bulduğu<br />
ilacın reçetesini elinde taĢırken baĢ tanrı Zeus ölümsüzlük<br />
sadece kendisine kalsın için Asklepios‘u yıldırımıyla<br />
çarparak olduğu yere yığıp kül edivermiĢ. Asklepios,<br />
elindeki ölümsüzlük reçetesiyle birlikte toprağa karıĢıp<br />
gitmiĢ. Aslında gitmemiĢ, topraktan, reçeteden çıkma bir<br />
bitki yetiĢmiĢ. Adı ‗sarımsak‘ olmuĢ. O günden beri biz<br />
dünya insanları bilmeden sarımsak yeriz. Almanya‘ya ilk<br />
iĢçi olarak giden Türk vatandaĢlarımıza Almanlar çok<br />
sarımsak yedikleri için küçümser ve aĢağılayıcı gözle<br />
bakar, ―Sarımsakçı Türkler‖ derlermiĢ. Almancı adını<br />
taktığımız Almanya‘da çalıĢan vatandaĢlarımızın ifadesine<br />
göre Ģimdi Almanların çoğu sarımsakçı olmuĢ. Tabii ki<br />
uzun yaĢayabilmek için...Sağlıklı, mutlu ve uzun bir<br />
yaĢam dileğimle...15.07.2003<br />
267
AŞURA GÜNÜ<br />
Aslı ‗AĢure‘ değil ‗AġURA‘. Biz ‗aĢure‘ diyoruz.<br />
Arapça‘da aĢere (on)) kökünden gelmektedir. Yani<br />
‗Onuncu Gün‘. Muharrem ayının 10‘nuncu gününde<br />
Kerbelâ‘da Hazreti Ali‘nin oğlu Hüseyin‘in Ģehit ediliĢinin<br />
de adıdır AĢura. Biz buradan çok gerilere gidip biraz daha<br />
karıĢtıralım AĢura‘yı iyi piĢirmek için...<br />
Ansiklopedik bilgilere göre, AĢure Günü‘nden<br />
anlaĢılan Musa Peygamber ile Ġsrailloğulları‘nın Firavunun<br />
baskısından kurtulmaları nedeniyle gün batımından yine<br />
gün batımına yirmi dört saat süreli oruç tuttukları,<br />
hububattan yapılmıĢ bir tatlı ve bir çorba ile oruç açtıkları<br />
bir kutlama günüymüĢ. AĢure günü geleneği<br />
Müslümanlığa Musevilikten geçmiĢ. Müslümanlar<br />
tarafından daha çok benimsenen bir baĢka görüĢe göre<br />
bu gelenek peygamber Ġbrahim‘e kadar uzanır ve aĢure<br />
günü Cahiliye Döneminde de Araplar tarafından kutsal<br />
sayılır, kutlanırmıĢ. Peygamberimizin eĢi AyĢe‘nin<br />
belirttiğine göre, KureyĢ Kabilesi aĢure günü oruç<br />
tutarmıĢ. Ancak, Hicretin ikinci yılında (MS.624) Ramazan<br />
Orucu farz kılınınca Peygamberimiz aĢure günü oruç<br />
tutmayı bırakmıĢ.<br />
Nuh‘un gemisinin Büyük Tufan‘dan, Ġbrahim<br />
peygamberin Nemrut‘un ateĢinden o gün kurtulduğu,<br />
peygamber Yakup‘un oğlu Ġsmail‘e o gün kavuĢtuğu, yine<br />
Ġbrahim Peygamberin Kâbe‘yi bir AĢure Günü‘nde inĢa<br />
ettiği kutsal kitaplarda geçmiĢtir. Hazreti Ali‘nin oğlu<br />
Hüseyin‘in AĢure Günü olan 10 Muharrem‘de Ģehit<br />
edilmesi aĢure‘nin Ġslam tarihindeki önemini arttırmıĢ,<br />
ġiiler bu günü yas günü olarak kabul etmiĢlerdir.<br />
AĢure, hepimizin bildiği üzere kırık buğday, pirinç<br />
unu, kuru fasulye, nohut, bakla, kuru üzüm, kayısı, kuru<br />
incir, portakal kabuğu, fıstık, fındık, ceviz, badem, nar ve<br />
gül suyuyla yapılır. Burada aklımıza gelmeyen baĢka<br />
268
katkılar da olabilir. Bu günlerde akraba ve dostların bir<br />
kase içinde evimize gönderdikleri veya bizzat getirdikleri<br />
aĢure ülkemizde her yıl uygulanan bir gelenektir. Rehber<br />
olarak Anadolu üzerindeki zenginliği, hem tarih ve kültür<br />
ve hem de arkeolojik, etimolojik ve folklorik olarak aĢureye<br />
benzetiriz. Binlerce yıldan beri Güney‘den Kuzey‘den,<br />
Doğu‘dan Batı‘dan bir çok kavimin ayak bastığı, iz<br />
bıraktığı, kendi kültür ve folklorunu Anadolu‘ya taĢıdığı<br />
tarihi bir gerçektir. Bugün, Anadolu Medeniyetleri olarak<br />
tanımladığımız bu kültür zenginliği bunun kanıtıdır. Bu<br />
zenginlik, çeĢitlilik bir bakıma aĢureye benzemektedir.<br />
Efsaneye göre, Nuh tufanında hazreti Nuh‘un<br />
teknesine binenlerin beraberlerinde getirdikleri kuru<br />
yiyeceklerden yapılan tatlının veya yemeğin adı da<br />
aĢuredir. AĢurenin o güzel lezzeti, yemesinin hoĢluğu<br />
nasıl küçük bir kâsenin içinde ve üzerindeki tarçınıyla<br />
bizlere ―Yemeyip de yanında yat‖ dedirtiyorsa, Anadolu<br />
topraklarında yaĢayan ulusumuzun her bireyi bir kâsenin<br />
içindeki aĢure gibi birlik ve beraberlik içinde, tasayı,<br />
kıvancı paylaĢarak huzur ve güven içinde yaĢadığında<br />
tüm sorunların üstesinden gelir. Bazen önümüze sorunlar<br />
çıkar, tekerleğe çomak sokanlar olur. Bunlar hep zengin<br />
tarihimizde olmuĢtur. Böylesi olaylar aĢurenin içindeki<br />
katkıların tadının bozulmasına, ayrıĢmasına çalıĢsalar da<br />
baĢarılı olamazlar. Buna izin vermeyiz. Birlik ve<br />
beraberliğimiz bin yıllarca yaĢayan aĢura gibi sonsuza<br />
dek yaĢayacaktır, yaĢamalıdır da...<br />
Çocukluk yıllarımın <strong>Marmaris</strong>‘inde Karabiberlerin<br />
Ali Amca Kocapınar‘ın (ġadırvan) yanındaki aĢçı<br />
dükkânında aĢure de satardı. Ailemden aldığım harçlıkla<br />
okul dönüĢü burada mutlaka durur, Ali Amcanın üstü nar<br />
taneleriyle bezeli aĢuresinden yerdim. ġimdi o tadı<br />
bulamasam da yine evlerde yapılan aĢureden yer,<br />
çocukluğumun ağız tadını almaya, yaĢamaya çalıĢırım.<br />
269
‗AĢure Günü‘ kutlu ve mutlu olsun! Ağzınızın tadı<br />
bozulmasın! 05.02.2009<br />
270
<strong>Marmaris</strong> Günnücek'te bir AĢure Günü ve AĢure<br />
kazanları<br />
271
BİR DALYAN TURU<br />
―Sezon yok, yıl boyu turizm‖ diyenlerin kulakları<br />
çınlasın. Bu sloganı neredeyse yirmi yıldır duyar, bir türlü<br />
gerçekleĢmediğini de görürüz. Nedenlerini yerel<br />
gazeteme daha önce defalarca yazdım. Olmadı.<br />
Tarımla uğraĢanların içinde bulunduğumuz<br />
mevsime ―Bağ bozumu‖ tanımıyla, turizmcilerin ―Sezon<br />
sonu‖ deyiĢleri galiba benzerlik taĢıyor.<br />
Sezon içerisinde kıyı demirleme yerlerinde sıkça<br />
görülen gulet yatlar her Sonbaharda sıraları gelince çekek<br />
yerlerinde karaya alınırlar. Ta ki sezon baĢı gelinceye<br />
kadar burada kıĢlarlar. Özel Fiber yatlar ve bazı ‗charter‘<br />
tekneler ise kıĢı marinalarda geçirirler.<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e en yakın tekne yapım merkezi<br />
Bozburun‘da Kasım ayı baĢında sezonun kapanıĢ<br />
kutlaması ‗Gulet Festivali‘ yapılır. Mavi Tur‘un yorgun<br />
savaĢçıları etkinliğe katılan ziyaretçileri son defa<br />
teknelerinde ağırlar, hep birlikte eğlenilir ve sezon<br />
kapatılır. Tıpkı bağ bozumu gibi... Biz de her yıl bu<br />
etkinliğe katılmaya çalıĢırız. Ama içimizdeki ses bize hep<br />
―KeĢke yıl boyu bu tekneleri iĢletebilsek‖ der. ―Sezon yok,<br />
yıl boyu turizm‖ en azından Mavi Tur iĢletmeci, mürettebat<br />
ve tekneleri için maalesef geçerli olamıyor.<br />
Burada, ―Sezon yok, yıl boyu turizm‖ diyenlerin de<br />
bir konuda hakkını yememek gerek. BoĢuna mı demiĢler,<br />
―Yiğidi öldür ama hakkını yeme‖ diye. Turizm yapma ve<br />
yaptırmanın değiĢik ve çoğalan alternatifleri içinde<br />
<strong>Marmaris</strong>‘te sadece ‗Kruvazör Turizmi‘ bu sloganı<br />
kullananları biraz haklı çıkaracak gibi görünüyor. Aslında<br />
gönlümüzden geçen; Kongre, dağcılık, treking (iz-yol<br />
bulma), rafting (Sal veya lastik botla nehirde maceralı<br />
spor yapma), dalıĢ, su sporları, kayak, ikinci bahar ve<br />
emekliler için özel kültür, kaplıca ve sağlık gibi çeĢitlilik<br />
272
içeren turizmin kıĢ mevsiminde de yapılmasıdır. Bu olursa<br />
sektör ve iĢletmecinin yeni sezona hazırlanma, personel<br />
istihdam ve eğitimi dahil bir çok sorun giderilmiĢ olacak,<br />
ve iĢletme tabiri caiz ise ‗islim üstünde‘ duracaktır. Bunun<br />
örneğini turizmde ileri gitmiĢ ülkelerde görüyoruz. .<br />
Konuyu, <strong>Marmaris</strong>‘i önümüzdeki gün ve aylarda<br />
ziyaretleri planlanan ve binlerce turist getirecek büyük<br />
kruvazörlere taĢımak istiyorum. Ġçinde bulunduğumuz<br />
Ekim ayında çeĢitli acentelere ait en az 10 turist gemisi<br />
limanı ziyaret edecek. Kasım ve Aralık aylarında da<br />
fevkalade bir olumsuzluk olmazsa bu gemilerin liman<br />
ziyaretleri yılsonuna kadar devam edecek. Söylenen o ki;<br />
―Gelecek sezon erken baĢlayacak ve kruvazör turizmi<br />
daha da canlanacak‖ deniyor. Bu durumda günlük ve<br />
yatısız kruvazör turist ziyareti yıl boyuna dönüĢebilir.<br />
Yeter ki Akdeniz‘e kıyısı bulunan ülkelerde, örneğin Mısır,<br />
Suriye, Ġsrail, Lübnan, Tunus, Cezayir ve Kıbrıs, hatta<br />
Türkiye gibi ülkelerde de turist, liman ve seyir güvenliğini<br />
olumsuz etkileyecek terör baĢta olmak üzere olumsuz<br />
geliĢmeler meydana gelmesin. Turist ve turizm için<br />
öncelikle aranan koĢulardan baĢta geleni güvenlik ve<br />
emniyet olduğunu herkes bilmektedir.<br />
11 Ekim 2006 Pazartesi günü limanımıza ünlü<br />
―Quinn Elizabeth-2‖ Transatlantiği geldi. Sayısı 1750‘ye<br />
varan çoğunluğu Ġngiliz yolcunun yarısı Kaunos<br />
harabelerini görmek üzere Dalyan‘a gitti. Diğer yarısı da<br />
çarĢıya alıĢveriĢe indi. Ben de rehber olarak takriben 17<br />
otobüsün birinde çoğunluğu Ġngiliz ve yaĢları 60-70‘in<br />
üzerinde olan turistlerimle Dalyan‘a gittim. Hava güneĢli,<br />
güzel bir sonbahar günüydü. Kültür turu yapacak ileri yaĢ<br />
turistler için bundan iyisi olamazdı. Turistlerimin,<br />
<strong>Marmaris</strong>-Dalyan güzergâhındaki tarla ve bahçelerle çam<br />
ormanı kaplı dağ ve tepeleri büyük bir zevk ve hayranlıkla<br />
izlediklerini gördüm. Gökova‘daki okaliptüslerle, piramit<br />
Ģeklinde kurutulmaya bırakılmıĢ susam demetleri, köy<br />
evlerinin çatılarındaki güneĢ enerjileri, üzerinde portakal,<br />
273
mandalina ve limonlarla yüklü narenciye ağaçları,<br />
zeytinlikler turistlerimin dikkatini çekti. Bunların hepsini<br />
onlar bana sormadan açıklamaya gayret ettim. Sorulanları<br />
yanıtladım. Bu tura katılmaktan mutlu oldukları<br />
yüzlerinden anlaĢılıyordu. Hele, Türk Bayraklarımızla<br />
donatılı Dalyan nehir teknelerine binince kaptanımızı<br />
ismiyle tanıttığımda hep birden coĢkulu alkıĢlayıĢları<br />
mutluluklarını belli etmiĢti. Teknede, ünlü kaya mezarları<br />
önünde motoru stop ettirip küçük bir açıklamada<br />
bulundum. Sonra kıyıya yanaĢıp arkeologların ‗Kazı Evi‘<br />
olarak kullandıkları yapının hemen altındaki patika yolda<br />
15–20 dakikalık yaya yürüyüĢüyle kendimizi harabelerin<br />
arasında bulduk. Turistlerin ileri yaĢlarına rağmen bu dik<br />
yokuĢu fire vermeden tırmanıĢı sürdürmelerinden doğrusu<br />
mutlu olup onları tebrik ettim. Gurubumu, önce Roma<br />
Hamamı yakınındaki çitlembik ağacının gölgesinde<br />
oturtup temiz havayı teneffüs etmeye ve dinlenmeye,<br />
Akdeniz ve Ege‘nin mavi sularının kucaklaĢtığı denizi ve<br />
ünlü plajı izlemeye bıraktım. Ardından antik Ģehrin kısa bir<br />
tarihini anlattım. Eski liman, agora, tapınak ve Ģehir<br />
surları, ‗Caretta Caretta‘ kaplumbağalarından bahsettim.<br />
Kiliseyi, gözlem platformunu ve antik tiyatroyu ziyaret<br />
ettik. Gurubum tiyatroda oturmuĢ halde açıklamamı<br />
dinlerken içlerinden ayakta kalıp fotoğraf çekmekte olan<br />
70 yaĢlarında görünen bir erkek Ġngiliz‘in aniden yere<br />
yığılıp kaldığını gördüm. Hemen konuĢmamı kesip<br />
üzerine gittim. Tiyatroda bulunan diğer guruplar dahil<br />
yüzlerce turiste hitaben içlerinde doktor veya hemĢire olan<br />
varsa lütfen yardıma gelsin çağrısı yaptım. EĢi ve birkaç<br />
kiĢi hemen geldiler. Ġlk yardım yaptık. EĢine daha önce<br />
böyle bir rahatsızlığı olup olmadığını sordum. ―Olmadı‖<br />
dedi. Hastayı gölgeye aldık. Ören yeri giriĢindeki<br />
görevliden yardım istedim. Olayı ayrıca acenteye cep<br />
telefonumla bildirdim. Bu arada hastanın yüzünü ve yere<br />
çarpan yerlerdeki kanamalarını çantamdaki oksijen ve<br />
steril kağıt mendil ile temizledim. Köyden araçla bir<br />
274
hemĢire geldi. Olayı anlattık. Hasta biraz daha iyileĢmiĢti.<br />
Koluna girip arabaya bindirdik. Tekneye kadar arabayla,<br />
sonra tekneyle Dalyan‘a geldik. Kendisi ve ailesine<br />
ambulansla hastaneye gönderebileceğimi söylediğimde<br />
―gerek olmadığını, iyi olduğunu‖ herhalde bir spazm<br />
geçirdiğini, gemide doktora görüneceğini söylediler.<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e limana döndük. Ġlgimize defalarca teĢekkür<br />
ederek gemiye bindiler.<br />
Ġlkbahar ve sonbaharda ören yerlerini ziyaret eden<br />
turistlerin yaĢ ortalaması genelde yüksektir. Dalyan<br />
plajında yazın bulunan Kızılay bayraklı ilk yardım sağlık<br />
ekibinin hiç değilse gemi turlarının olduğu ve çoğunluğu<br />
yaĢlılardan oluĢan turlarda, günün belirli saatlerinde<br />
Kaunos harabelerinde bulunması turizm adına çok<br />
yerinde ve yararlı bir hizmet olur diye düĢünüyorum.<br />
Bayılan turisti harabelerin içinde sadece gölgeye<br />
taĢıyacak bir sedye bile bulunmayıĢı doğrusu bizi sıkıntıya<br />
soktu. Bu eksikliği ertesi günü doğrudan Muğla Valiliğine<br />
yazdım. Yararı olduğunu, en kolay ve çabuk ilk yardımın<br />
yapılması için gerekli önlemin alındığını ilgililerden<br />
öğrenip mutlu oldum. 14.10.2006<br />
275
‘Quinn Elizabeth’ Transatlantiği <strong>Marmaris</strong>'te<br />
08.11.2006<br />
276
BİR OTURUMUN ARDINDAN<br />
11 Kasım 2003 Salı gecesi yerel TV olan Kanal 48‘<br />
de Sayın Kemal Aküzüm‘ün yönettiği ―Yansımalar‖ adlı<br />
oturumun birinci bölümünü izledim. KonuĢmacılar,<br />
<strong>Marmaris</strong> Mimarlar ve Mühendisler Odasına kayıtlı tanıdık<br />
hemĢerilerimizdi. Kariyerleri inĢaat ve mühendislik olsa da<br />
katılımcılara vatandaĢların telefonla sordukları sorular<br />
oturum konularından ziyade <strong>Marmaris</strong>‘in genel<br />
sorunlarını da içeriyordu. Onlar da sorulara yanıt vermeğe<br />
çalıĢtılar.<br />
Asıl mesele neydi? Bunun yanıtı çok basit.<br />
<strong>Marmaris</strong>’te geçmişte yapılan yanlışlıklar, çarpık<br />
yapılaşma ve halen tamamlandığı söylendiği halde<br />
tam randımanlı işlemeyen alt yapı sorunlarıdır.<br />
Mimar ve mühendisler olur da yapılaşmanın<br />
planlı, <strong>Marmaris</strong>’in konumuna uyan mimari<br />
estetik ve turizmine olumlu katkı sağlayacak<br />
perspektifler gündeme neden gelmesin?<br />
Geçmişten bugüne dere ve çayların yoğun<br />
yağışlarla sürüklediği alüvyonlarla dolmuş delta<br />
niteliğindeki kıyılara yakın yerlerdeki güzelim<br />
mandalina, portakal, limon bahçeleri imar<br />
tadilatları yapılarak çarpık yapılaşmaya kurban<br />
edildi. Toplantıda söz alıp konuşan <strong>Marmaris</strong><br />
Mimarlar Odası Yönetim Kurulu Üyesi mimar<br />
Sayın Mustafa Eroğlu’nun “1980’li yıllarının<br />
başını felaketin başladığı bir milat olarak ele<br />
almamız doğru ve gerçekçi bir yaklaşım olur”<br />
demesi acı gerçeğin bir ifadesi oldu.<br />
277
1980’li yıllarda yazdığımız gazete yazılarım<br />
arşivimizde saklıdır. Israrla ve bıkmadan<br />
defalarca bu konuya değindim. Yine bu yıllarda<br />
Avrupa’dan yeni dönmüş, oralarda gördüklerimi<br />
<strong>Marmaris</strong>’te gördüklerimle kıyaslıyor, uyarılarda<br />
bulunuyordum. <strong>Marmaris</strong>’in sadece bizim değil,<br />
ülkemiz ve dünya insanlarının hayranlık duyduğu<br />
bir yer olduğunu, böyle oturum ve toplantılarla<br />
gündeme taşıyor, yerel gazetede yazıyordum. O<br />
zamanın yerel yönetici ve bazı turizm<br />
yatırımcıları beni neredeyse aforoz edecekler,<br />
“negatif düşünen adam” olarak tanımlayacaklardı.<br />
Bunların bana yanıtları özetle, “Vatandaşın yasal<br />
hakkını kısıtlayamayız, herkesin çocukları<br />
evlenecek, ev bark gerekli, mandalina, portakal<br />
karın doyurmuyor” oldu. Oysa asıl suçlular böyle<br />
düşünenlerdi. Geleceği görebilen, bilen için bu<br />
hakkı kullanmanın başka ve daha olumlu<br />
seçenekleri aranabilirdi. O kadar bilimsel veriler<br />
ve yöntemler vardı ki, bunu ortaya koymak<br />
işlerine gelmiyordu.<br />
Derdimiz sadece karada değildi. Denizde, kıyılarda,<br />
<strong>Marmaris</strong> Körfezi‘nde de yapılaĢma baĢladı. Bunun için<br />
de mücadele verdik. Basit hesaplamayla körfezin ömrünü<br />
tahmin ettik. Ġç körfezlerin doğal kaderi tarihteki<br />
örneklerine bakınca gerçekten ilginçtir. Tarihte Ġzmir<br />
Körfezi‘nin bir ucu bugünkü EĢrefpaĢa‘daki Agora‘da,<br />
diğer ucu da Bayraklı ‗daydı. Dalyan (Kaunos) Ģehri<br />
kaplumbağa plajından dört km. içerde, harabelerin<br />
bulunduğu yerdeydi. Efes antik kentinin limanı Büyük<br />
278
Tiyatroya yakındı. Bu gün deniz Pamucak‘tadır.<br />
Neresinden bakarsak bakalım Ege Denizi 4 ila 5 km.<br />
çekilmiĢ. Bunlara daha baĢka limanları ekleyebiliriz.<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e gelince; <strong>Marmaris</strong> Körfezinin geçmiĢ<br />
tarihte kuzey kıyıları Beldibi‘nde olup Antik Ģehir olan<br />
Physkos‘un limanı sanayi sitesindeydi. ġimdi <strong>Marmaris</strong><br />
Kalesinin bulunduğu sit ve tepe bir ada idi. Bu durumda<br />
gelecekte <strong>Marmaris</strong> Körfezi Cennet Adasına doğru dolup<br />
bataklığa dönüĢecek. Bu süreci uzatmak elimizdedir.<br />
Körfezin her yıl kıyılarından içeri doğru küçüldüğünü,<br />
tabanından yağmurlar sonrası gelen ve körfezin suyunu<br />
çikolata rengine dönüĢtüren toprakla dolma, sığlaĢma ve<br />
kirlenme süreci yaĢadığı bir gerçektir. Bunun aksini<br />
söyleyecek çıkarsa öylesinin alnını karıĢlamam, elini<br />
öperim....<br />
Olası deprem tehlikesi ayrı bir meseledir. Bu sorun<br />
‗Demokles‘in Kılıcı‘ gibi tepemizde durmaktadır. 1999<br />
Ağustos‘unda meydana gelen Marmara Depremi sonrası<br />
hepimizi bir korku sarmıĢtı. Çabuk unutuldu. Anılan<br />
oturumda bu konu değerli bir inĢaat mühendisi<br />
hemĢerimiz tarafından dile getirildi. Afet halinde kurtarma<br />
konusunda <strong>Marmaris</strong>‘te de bir tim kurulduğu söylendi.<br />
Fakat afetten öncesi için kapsamlı bir çalıĢmanın<br />
yapıldığını hiç duymadık. Oturumda yine baĢka bir inĢaat<br />
mühendisi ―Deprem evleri bölgesine yapılan inĢaatların<br />
elli santim derinliğe atılan temelleri var‖ dedi. Buranın ve<br />
benzer yerlerin risk alanı olduğu yine baĢka bir uzman bir<br />
ağızdan söylendi. O an, o gün bunu duyan, TV‘de isleyen<br />
ve anılan beĢ katlı binalarda oturan hemĢerilerimizin ruh<br />
haletini, psikolojisini düĢünebiliyor muyuz? Bu onlara<br />
olduğu kadar bizi de endiĢe vermiyor mu? Bu güne kadar<br />
bu yapılarda bir iyileĢtirme, denetim yapıldı mı? Bunun<br />
olası Ģiddetli bir depremde hesabını kim verecek?<br />
Ülke genelinde çok katlı yapılaĢmanın olduğu ve<br />
fay hatlarının geçtiği baĢka riskli yerlerde oturan<br />
279
insanımızın da durumu elbette bundan farklı olmasa<br />
gerektir. Bu riski ve korkuyu yaĢayanların tek teselli<br />
kaynağı, ―Biz inĢaatta demir ve çimentoyu çok kullandık‖<br />
gibi maalesef saf ve bilinçsiz, tabiri caizse ―Züğürt<br />
tesellisi‖ ile yetiniliyor. BaĢımıza ne geliyorsa maalesef<br />
bilim, ilim ve tekniği göz ardı ederek kendimizi sadece<br />
kadere terk etmemizden ileri geliyor. Böyle yapan ülkelere<br />
‗Üçüncü Dünya Ülkeleri‘ deniyor. Ġster kabul et, ister<br />
etme...<br />
Sonuçta; bu tür toplantı ve programların yararına<br />
inanırım. Riskli yapılaĢma alanı olan çok katlı yerler ve<br />
özellikle deprem evlerindeki yapılaĢmadan bazı görüntüler<br />
bu oturuma taĢınabilirdi. Oturumda öncelik, önemine<br />
binaen yapılaĢmayla ilgili konuĢan sözcülere verilmeli,<br />
oturumun seyrini bozmadan izleyenlere ve ilgililere gerekli<br />
uyarı ve bilgileri iletebilmeleri sağlanmalıydı. Kısıtlı zaman<br />
içinde izleyicilerden telefonla konu dıĢı soru almak<br />
oturumun akıĢına ve konuĢmacıların konu dıĢında da<br />
sorulara muhatap olmalarına neden oldu. 12.11.2003<br />
280
BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?<br />
— <strong>Marmaris</strong> Limanını ziyaret eden Amerikan Askeri<br />
Gemilerinde sabah kalk borusunun ardından Amerikan ve<br />
Türk Milli MarĢlarının kasetten çalındığını ve bunun Yat<br />
Limanından duyulduğunu...<br />
— Tarihte çıplak kadın heykelcikleri ilk defa<br />
Anadolu‘da yapılmıĢ. Nasıl mı? ĠĢte kanıtı. Konya-<br />
Karahöyük kazılarında çıkarılan eserler arasında Erken<br />
Hitit Çağı‘na ait kanatlı, çıplak ve bikinili ĠĢtar (Asur<br />
Tanrıçası) heykelleri de bulunmuĢ. Demek ki boĢuna<br />
değil, MÖ.4.asrın ünlü helkeltraĢı Praksiteles‘in Knidos‘ta<br />
yonttuğu, biri giysili ve diğeri çıplak iki heykelden çıplak<br />
olanı Knidosluların beğenisini kazandığı için Datça‘da<br />
kalmıĢ. Giysili Tanrıça Afrodit‘i (Venüs) Ġstanköy (Kos)<br />
Adası halkı tercih etmiĢ. ―Bu ne demek oluyor‖<br />
diyebilirsiniz. binlerce yıl öncesi Anadolu‘da sanat<br />
sergilemek ahlaki kısıtlamalara takılmıyormuĢ. O çağda<br />
Anadolu‘da çıplak insan heykeli canlıların doğal<br />
durumunu ve güzelliğini yansıtmak için yontucular<br />
tarafından sanat kabul edilerek yapılırmıĢ. Daha düne<br />
kadar Ankara‘nın Sıhhiye kavĢağındaki Hitit GüneĢ<br />
Kursu‘na, parklardaki çıplak Venüs heykellerine karĢı<br />
olanlar bilmem hala aynı kafadalar mı? O dönemde<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e çok yakın olan Knidos Afrodit‘inin çıplak<br />
heykelini görmek için uzaklardan Karya‘ya gelenler<br />
bölgenin ilk turistleri olmuĢlardır. Özetle söylemek<br />
gerekirse bölgemizde ‗Turizm‘ dün veya bilmem kaç yıl<br />
önce değil bundan 2500 yıl önce baĢlamıĢ...<br />
—Antik Dünyanın 7 Harikasından 2‘si ülkemizdedir.<br />
Bunlar, Efes‘in ‗Tanrıça Artemis‘i (Diana) adına yapılmıĢ<br />
Ġyon Tarzındaki Tapınak ile Bodrum‘daki Karya Satrapı<br />
Mausolus adına karısı ve aynı zamanda kız kardeĢi<br />
Kraliçe Artemisia tarafından MÖ.4. yüzyılda inĢa edilmiĢ<br />
‗Mausoleum‘ adlı Anıt Mezar‘dır. Diğer 5 harika ise<br />
281
Ģunlardır. Babil Kraliçesi Semiramis‘e ait ‗Asma<br />
Bahçeleri‘, ‗Mısır Piramitleri‘, ‗Ġskenderiye Feneri‘ (Pharos)<br />
Rodos Adasında liman ağzında GüneĢ Tanrısı Apollon‘a<br />
adanmıĢ ‗Colossus‘ ve HelkeltraĢ Phidas tarafından<br />
yapılıp Parthenon-Athena Tapınağında sergilenen ‗Zeus<br />
(Jupiter) Heykeli‘dir. Bunlardan, MÖ. 4. Yüzyılda<br />
Ġskenderiye Fenerini inĢa eden mimarın Datça-Knidoslu,<br />
yani hemĢerimiz Sostratus olduğunu biliyor muydunuz?<br />
— Hürriyet Gazetesinde Sayın Yalçın Bayer‘in<br />
―Yeter, Söz Milletin‖ köĢesinde bir okur ‖Cenaze töreninde<br />
tabutun üzerine konan yeĢil örtü üzerindeki Arapça<br />
yazının ne anlam taĢıdığını acaba insanlar biliyor mu?‖<br />
demiĢ. Sizi bilmem ama ben bilmiyordum, öğrendim. ĠĢte<br />
anlamı: ―Herkes ölümü tadacak ve bize<br />
döndürüleceklerdir‖ Bu bir Ayeti Kerime‘ imiĢ. Okur<br />
eklemiĢ;‖ Bunun neden Türkçesi yazılmıyor‖ diyor. Benim<br />
buna yanıtım ―Okur hem haklı hem de haksız‖ olacaktır.<br />
Haklı, çünkü tüm canlılar vadesi gelince öleceğini<br />
anımsayarak ölçülü olmalıdır. Haksız, çünkü insan olarak<br />
her cenazede ölümün ne olduğunu görüyoruz. Bunu<br />
ayrıca dikte eder gibi okutmanın gereği var mı? Türkçe<br />
olsa ne yazar, Arapça olsa ne? En iyisi Halk Ozanımız<br />
Yunus Emre‘nin aĢağıdaki dörtlüğünü ve felsefesini<br />
algılamakla yetinsek olmaz mı?<br />
―Geldi geçti ömrüm benim Ģol yil esüp geçmiĢ gibi<br />
Hele bana Ģöyle geldi bir göz açıp getmiĢ gibi.<br />
ĠĢ bu söze Hak tanuktur, bu can gözüne konuktur,<br />
Bir gün ola çıka gide kafesten kuĢ uçmuĢ gibi‖...<br />
Yunus Emre (1238-1320)<br />
282
- Amerika‘daki dünyanın en yüksek dikilitaĢı<br />
‗Washington Anıtı‘dır. 1848–1888 tarihleri arasında ve<br />
169,29 metre yükseklikte inĢa edilen bu anıt ülkenin<br />
kurucusu George Washington‘a ithaf edilmiĢtir. Anıtın<br />
açılıĢında gönderilen hediyeler arasında Osmanlı Sultanı<br />
Abdümecid‘in mermer plaket üzerinde PadiĢah Tuğrası ile<br />
Türk hat sanatının örneğini içeren bir yazıt vardı. Bu<br />
hediye halen anıt üzerindedir. Anılan eser zamanın ünlü<br />
hattatı Kazasker Mustafa Ġzzet Efendi tarafından<br />
yazıldığını... Ankara‘yı 6.4.2009‘da ziyaret ederek<br />
TBMM‘de bir konuĢma yapan ABD BaĢkanı Obama<br />
―Bağımsızlığımızda bize birçok ülke dost ve destek oldu.<br />
Bunlardan birisi de Ġstanbul‘dandı. Dostluğumuz 156 yıl<br />
geçmiĢe dayanıyor‖ dediğini... Hat sanatçısı Kazasker<br />
Mustafa Ġzzet Efendinin deri üzerine iĢlediği Arapça Allah,<br />
Peygamber, 4 Halife, Hasan ve Hüseyin yazılı 8 yuvarlak<br />
levhanın her birinin çapının 5.60m.olduğunu, bunların<br />
Ayasofya müzesinin tavanında asılı durmakta olduğunu...<br />
283
Amerika'daki George Washinton Anıtı<br />
— Olimpiyat Oyunları eski Yunanda BaĢ Tanrı Zeus‘a<br />
yapılan dini merasimin bir parçasıydı. Daha sonra modern<br />
oyunlar, sportif disiplinle insanların bazı yönlerini terbiye<br />
edip geliĢtirmesi, dünya barıĢına katkı sağlanması<br />
amaçlanmıĢtır. Oyunlar bir sporcunun Olimpiyat AteĢini<br />
yakmasıyla baĢlar ve tüm oyunlar süresince meĢale<br />
yanar. Oyunların bitiĢinde söndürülür.<br />
284
Beş kıtayı temsilen ilk kez 1920 Olimpiyatlarında<br />
kullanılan Olimpiyat Bayrağı beş dairenin birbirine<br />
geçmesinden oluşur. Mavi daire Avrupa'yı, sarısı Asya'yı,<br />
siyahı Afrika'yı, kırmızı Amerika'yı, yeşil de Avustralya'yı<br />
temsil eder. Bu beş kıtanın üzerinde bir tek güneş parlar.<br />
Güneş ışınlarından yararlanılarak bir büyüteçle yakılan<br />
olimpiyat meşalesi ve birbirine geçmiş 5 dairenin sloganı<br />
ise Latince „Circus‟ (Daha hızlı) „Altius‟ ( Daha yüksek) ve<br />
„Fortius‟ (Daha güçlü) demek olduğunu...<br />
285
Ünlü helkeltraĢ Phidas’ın yontusu olan Zeus Heykeli<br />
(kopyası).<br />
Aslı antik çağın 7 harikasından birisiydi. Sağ elinde<br />
Nike, solda ise Tanrısal Simge ve Asa ile.<br />
(Atina Akropolindeki ‗Atena Tapınağı‘ için yapılmıĢ)<br />
— Zeytin Ağacının adı kutsal kitaplarda da geçer.<br />
Âdem Peygamber ölmeden önce oğullarından birisini<br />
yanına çağırıp bir isteğini iletir. Nedir bu istek? Allahtan<br />
merhamet ve af dilemek için üç ağacın tohumlarını bulup<br />
getirmesini ve onların kendi ağzına konulmasıdır. Oğul<br />
286
abasına sorar. ―Baba, hangi ağaçların tohumlarını<br />
getireyim‖ der. Âdem ağaçları tarif eder. Oğul babasının<br />
dileğini yerine getirmek için hemen koĢarak gider ve<br />
istenilen ağaçların tohumlarını, (çekirdeklerini) getirip<br />
babasının ağzına koyar. Ardından Âdem ölür, toprağa<br />
gömülür. Aradan aylar, yıllar geçer, mezarının üzerinde üç<br />
adet taze fidan belirir. Hızla büyürler. Bunlar Zeytin, Sedir<br />
ve Selvi ağaçları olurlar. Zeytin BarıĢı, Sedir sağlık, güç<br />
ve kuvveti, Selvi ise ölümü simgeler. ―Ölüm Allahın emri‖,<br />
―Ölüm yüz akı‖ gibi sözler ebedi ayrılıklar sonrası sıkça<br />
söylediğimiz sözlerdir. Selvi ölümü simgeler ama<br />
mezarlıklarda yatan mevta(ölü) ruhlarının selamete,<br />
aydınlığa eriĢmesine adeta basamak olur. Ġyi ruhların<br />
koruyucusudur. En büyük dedemiz Âdem‘in demek ki bir<br />
bildiği varmıĢ. Kim bilir? Ben de bu ağaçlardan<br />
Karaca‘daki tarlamıza diktim. ―Ne olur ne olmaz‖<br />
diyerekten...<br />
Hitit GüneĢ Kursu<br />
287
— Hitit GüneĢ Kursu, Orta Anadolu‘da kurulmuĢ<br />
Hitit Uygarlığı sanatının sembolü sayılan bir nesnedir.<br />
GüneĢi sembolize eden dairesel biçimin etrafına<br />
yerleĢtirilmiĢ öğelerden oluĢur. Bazılarının üstünde ses<br />
çıkarması için sallanan parçalar, kimisinde barıĢı<br />
sembolize eden geyik figürü, kimisinde de üremeyi<br />
sembolize etmek üzere kuĢ, ağaç figürleri vardır. AhĢap<br />
asaların ucuna takılarak dini törenlerde kullanıldığı veya<br />
at koĢum takımlarının arasında kullanıldığı sanılmaktadır.<br />
Genellikle tunçtan yapılır.<br />
Tunç Hitit GüneĢ Kursu simgesi kiĢisel kartvizitimi,<br />
tunçtan yapılmıĢ bir mermer tabalı kopyası da çalıĢma<br />
masamı süsler. (EU)<br />
288
SON SÖZ VE ġĠĠR<br />
Dün geçmiĢte kaldı. Yarın ne olacağı belli olmaz.<br />
Bugün size bir hediyedir. Değerini bilin!<br />
(Anonim)<br />
(Yesterday is history. Tomorrow is mystery. Today is a gift<br />
that is why it is called ‗Present‘).<br />
―DüĢüncen konuĢmana,<br />
KonuĢman hareketine,<br />
Hareketin kaderine yansır.<br />
GÜZEL DÜġÜN, GÜZEL YAġA...<br />
Mevlana Celaleddin-i Rumi<br />
YOK, BÖYLE BĠR YER<br />
<strong>Marmaris</strong>‘te yaĢarız,<br />
Kıymetini bilmeyiz,<br />
Millet Amerika‘dan gelir,<br />
Biz denize bile girmeyiz...<br />
Gelen bir daha gelir,<br />
Gelen bir daha gelir,<br />
Rus‘u, Alman‘ı Ġngiliz‘i,<br />
Sanki onlar <strong>Marmaris</strong>li,<br />
Biz birbirimiz görmeyiz...<br />
AlmıĢ herkesi para deliliği,<br />
Giyim guĢam hep afili,<br />
Gideceğimiz yer zaten belli,<br />
Görsek de selam vermeyiz...<br />
289
Kaç kiĢiydik, kaç kiĢi kaldık,<br />
Nerelerden nerelere geldik,<br />
Biz birlikte n‘olduk,<br />
<strong>Marmaris</strong>‘çe bile gonuĢmayız...<br />
Bene bakın bene bakın...<br />
GeçmiĢ uzak, ölüm yakın,<br />
<strong>Marmaris</strong>‘e sahip çıkın,<br />
Böyle bir yer bulamayız...<br />
Feyzus böle demiĢ,<br />
Ġyi de demiĢ,<br />
Ġmzamı atarım altına,<br />
Aynen öööle...<br />
Yani...Bence ...<br />
Fevzi Olcay (Feyzus) 2009<br />
HemĢerim Fevzi Olca haklı. ‗Yok böyle bir yer‘ diyor<br />
Ģiirinde. Bir baĢkasında da ‗<strong>Marmaris</strong>‘imi Verin Geri‘ diyor<br />
AĢağıya birkaç fotoğrafını aldım <strong>Marmaris</strong>‘in. Bunlara<br />
bakıp siz de kendi kendinize ―VAR MI BÖYLE BĠR YER‖<br />
sorusunu sorup yanıtlayın...<br />
MARMARĠS‘ĠMĠ VERĠN GERĠ<br />
Yalancıyı, Burnucunu, Ilıca‘yı,<br />
Tahta köprüyü, Çulluğu, DevedaĢını,<br />
Ġskeleyi, DaĢlığı, Mengeneyi,<br />
<strong>Marmaris</strong>‘imi verin geri.<br />
Kaldırın yatları, guletleri,<br />
Bağlayın Hürriyet‘i, Süzer‘i,<br />
Görmek istiyorum eski düzeni,<br />
<strong>Marmaris</strong>‘imi verin geri.<br />
290
Yıkın apartmanları, kırın betonları,<br />
Bahçeli, ağaçlı, çiçekli,<br />
Nerede o güzelim depremevleri,<br />
<strong>Marmaris</strong>‘imi verin geri.<br />
Kısayalı‘ya, DaĢlığa, Uzunyalı‘ya,<br />
Çekelim kayıkları tekneleri,<br />
Özlemedik mi Hoo, Hu, Yussa Bre demeyi,<br />
<strong>Marmaris</strong>‘imi verin geri.<br />
Fevzi Olcay (Feyzus -2008)<br />
HemĢerim Feyzus ‗Yok böyle bir yer‘ diyor önceki<br />
Ģiirinde. Bir diğerinde ise ‗<strong>Marmaris</strong>‘imi Verin Geri‘ diyor.<br />
Ben de buradan kendisine katılarak, ―Gidenler Gelmez,<br />
Gidenler gelmez, ama bilelim yitirdiklerimizi, hiç değilse<br />
kalanları koruyalım, yaĢatalım‖ diyorum.<br />
AĢağıya albümden birkaç fotoğrafını aldım<br />
<strong>Marmaris</strong>‘in. Bunlara bakıp siz de kendi kendinize ―VAR<br />
MI BÖYLE BĠR YER‖ sorusuna yanıt verin değerli<br />
okurlar...<br />
ALBÜMDEN BAZI FOTOĞRAFLAR<br />
291
<strong>Marmaris</strong> Kalesi ve Liman<br />
292
<strong>Marmaris</strong>’e Marinadan bir bakıĢ<br />
293
Amerikan Uçak Gemisi 'Enterprise' <strong>Marmaris</strong> Limanında<br />
08.02.2011<br />
<strong>Marmaris</strong> Boğazından gemiyle çıkıĢ. Sağda, Boğaz Feneri,<br />
Keçi Adası ve arkada Ġçmeler<br />
294
Sedir Adasında 'Siklamen' çiçekleri<br />
MTO BaĢkanı Mehmet Baysal, Prof.Dr. Haluk Soyuer, yazar<br />
Erol Uysal (ortada) bir toplantıda<br />
295
Bir toplantıda Yönetim Kurulu Üyeleri ve diğer davetlilerle<br />
11.03.2011<br />
Uzman arıcı bal arılarıyla<br />
296
<strong>Marmaris</strong> Belediye BĢk.Ali Acar Rehberler gününde<br />
rehberlerle 21.02.2009<br />
297