You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
İstanbul Amargi - Feminizm Tartışmaları Ekoloji ve Feminizm<br />
zünde ve aşağılarda yatıyor. Casus uydular ve füzelerle<br />
dolu gökyüzünde değil. Gözleri kamaştıran<br />
ışıkta değil, ruhumuzu besleyen, insan ruhu veren<br />
karanlıkta.”<br />
Kızılca: Ursula K. Le Guin Eko-<strong>feminizm</strong>’de mistik damara yakın<br />
bir kadın. Tartışma esnasında bu damarı da konuşacağız. Eko<strong>feminizm</strong>’e<br />
getirilen en büyük eleştiri de buradan çıkıyor: Toprak<br />
ana, dünya ana, kadının bereketinden ve doğurganlığından dolayı<br />
erkeğe nazaran doğayla daha birlik olduğu iddiaları vs… Bu siyasi<br />
bir söylem olarak insanı ne derece güçlendirir? Neye hizmet eder?<br />
Bunları da düşünmek lazım ama Le Guin’in yaptığı türde konuşmaların<br />
insanda iyi bir etkisi olduğunu da görmek lazım.<br />
Ekolojik hareket ve feminist hareket: ortaklıklar, ayrılıklar<br />
İnsanlık tarihi açısından bakarsak hem doğanın hem kadının tahakküm<br />
ilişkilerinde eşitsiz bir konuma düşmesi neredeyse ortak<br />
duraklara rastlıyor. Çok genel bakarsak yerleşik hayata geçilmesi,<br />
tek tanrılı dinlere geçilmesi, bilimsel devrim, sanayi devrimi<br />
gibi tarihsel dönemlerin hem kadının hem de doğanın tahakküm<br />
altına alınmasının ortak dönüm noktaları olduğunu görebiliriz.<br />
Bununla bağlantılı olarak da feminist hareket ve ekoloji hareketinin<br />
karşılaşması 60’lı ve 70’li yıllar, öğrenci hareketi, Amerika’daki<br />
hippi hareketi, çiçek çocuklar vs. ile oluyor. Bu yıllarda ekoloji de,<br />
<strong>feminizm</strong> de artık sol muhalif kesimleri dönüştüren ve etkileyen<br />
hareketler olarak ilk defa ortaya çıkıyorlar. Bu yüzden bu tarihsel<br />
izleği takip ettiğimizde ekoloji ve <strong>feminizm</strong>i beraber düşünmemizin<br />
bir rastlantı olmadığını görüyoruz. Ya da Mine’nin de benim<br />
de hem ekolojist, hem feminist olmamız kişisel bir tercihten<br />
dolayı değil bunların arkasındaki tahakküm ilişkisinin birbiriyle<br />
ilintili olmasından dolayıdır. Tabii ki de “Doğa da, kadın da erkek<br />
tarafından tahakküm altına alındı ve bu eş zamanlı ve eş eylemli<br />
bir şekilde işledi,” demiyoruz. Bunlar şüphesiz tarihsel dönüm<br />
noktalarında çeşitli değişkenlerin iç içe geçtiği hem benzerlik,<br />
hem ayrışmalar içeren hareketler. Ama bir taraftan şunu da görüyoruz:<br />
bir özgürlük mücadelesi olarak <strong>feminizm</strong> kadınla kadın<br />
arasındaki ilişkiyi ve kadınla erkek arasındaki ilişkiyi daha özgür,<br />
daha adil, daha birebir, daha spontane kılabilmek için mücadele<br />
ederken ekoloji de doğa ve insan arasındaki ilişkiyi daha etkileşim<br />
üzerine, daha bütünlük üzerine kurulu bir şekilde inşa etmek için<br />
mücadele ediyor. Yani ikisinin de, parçaladıkları tahakküm ilişkilerini<br />
yeniden daha bütünlüklü ve daha samimi bir hale getirmek<br />
gibi bir derdi var.<br />
Peki, farklılıklar neler? “Ekolojik hareketle feminist hareket<br />
nerelerde ayrışıyor?” diye bakarsak <strong>feminizm</strong>in ve ekolojinin farklı<br />
dertleri olduğunu görebiliriz. Ekoloji mücadelesinin alanı daha<br />
ziyade yaşayan kırsal kesimden insanların hayatlarına değen, toprakla,<br />
suyla, köy hayatı, üretim ilişkilerinin köylüler tarafından<br />
daha ön plana çıkarılarak sorgulanması ve toprak üstü mülkiyet<br />
gibi sorunlardır. Peki, bu mücadele alanları ne derece feministleri<br />
ilgilendirir? Bence çok ilgilendirir.<br />
60’lı yıllarda kamusal alanla özel alanı ayıran sınırları yıkmak<br />
gibi bir derdi olan İkinci Dalga Feminizm’in ekoloji hareketiyle<br />
karşılaşması da bu bağlantının göstergesidir. Çünkü kadınlar<br />
kendi ilişkilerini, kendilerini dönüştürmek için yeni yaşam biçimleri<br />
aramaya koyuluyorlar ve bu arayışı hayata geçirebilmek<br />
için, mesela kır komünleri kuruyorlar. Bu komünlerde en temel<br />
yaşam birimlerini yeniden canlandırmak için uğraşıyorlar; kendi<br />
taş değirmenimizi kuralım, ekmeğimizi yapalım gibi... Tabii<br />
burada çocuklar daha farklı yetiştiriliyor, kadınlık erkeklik rolleri<br />
daha farklı kurgulanıyor.<br />
Doğa ile insan arasındaki parçalanmışlığı aşma mücadelesi<br />
sadece pratik ya da bireyin psikolojisini tedavi etmek için uyguladığı<br />
bir mücadele yöntemi değil siyasi bir mücadele: Aydınlanma<br />
Çağı’ndan beri süregelen Kartezyen düşünceye ve bunun oluşturduğu<br />
ikiliklere (akıl/duygu, medeniyet/barbarlık, akıl/beden<br />
vs.) karşı çıkıyor; bu tabii ki de bir siyaset. Aydınlanma siyaseti<br />
olmasaydı Sanayi Devrimi de olmayacaktı, kapitalizm de bu şekilde<br />
güçlenerek bütün dünyayı saramayacaktı. Komünler aslında<br />
komünizme, emperyalizme, Aydınlanma’ya, Sanayi Devrimi’ne,<br />
kapitalizme, tüm bunlara karşı çok temelden bir duruşu içeriyor.<br />
Bugün şöyle eleştiriler geliyor: “Kır komünü yaşam tarzı ekolojidir.”<br />
Ya da “Kırda çocukları özgürce yetiştirmek, kadın erkek ilişkilerini<br />
eşit kılmak, bir yaşam tarzı olarak <strong>feminizm</strong>dir. Toplumu<br />
ne derece dönüştürebilir?” Bu sorular çok haklı olmakla birlikte<br />
Aydınlanma düşüncesini sorguladığından dolayı aslında çok da<br />
siyasidir.<br />
Ekolojinin doğadaki varlıkların hepsinin birbiriyle etkileşim<br />
içinde, birbirlerini yeniden yarattığını söyleyen ekosistem yaklaşımı<br />
ile <strong>feminizm</strong>in ilişkiler içinde kendini yeniden var etmek, yeniden<br />
doğmak, farkındalığı arttırmak yaklaşımı arasında da ciddi<br />
örtüşmeler görebiliyoruz. 60’lar ve 70’lerde bir taraftan başta<br />
Aydınlanma düşüncesi olmak üzere bütün bu sorgulamalar sürdürülürken,<br />
diğer taraftan da alternatif bilgi sistemleri araştırılmaya<br />
başlanır; Hint kültürüne, Çin Kültürüne, Ortaçağ Avrupası’na,<br />
194 195