Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
İstanbul Amargi - Feminizm Tartışmaları Antimilitarizm ve Feminizm<br />
ilişkisi üzerinden tanımlanan heteroseksüel erkekliğin diğer erkeklikler<br />
ve kadınlıklardan üstün görülmesi ve ayrıcalıklı olması,<br />
dolayısıyla o heteroseksüel tanımına uymayan herkesin, bütün<br />
erkeklerin ve kadınların ayrıştırılması, müzik kültürünün marşlarla<br />
şekillenmesi (yani hepimizin ortak bildiği birtakım marşlar<br />
olması)…<br />
Begüm: Ama güzel olan devrimci marşlar da var. (Gülüşmeler)<br />
Ayşe Gül: Peki, (Gülüşmeler) belki de tartışmamız gereken şey<br />
tam da bu. Spor kültürünün uygun adım yürüyüşle, tören kültürünün<br />
stadyumlarda tek tip, itaatkâr gençlik performanslarıyla<br />
şekillenmesi vs. Bu listeyi uzatmak mümkün. “Her birinde kadınlar<br />
ve erkekler nerede duruyor? Kadınlardan ve erkeklerden ne tür<br />
performanslar bekleniyor?” sorularını da militarizmi tanımlarken<br />
aklımızda tutmalıyız.<br />
Şimdi Güneş’in sorusundan başlayacağım, ondan sonra<br />
daha genel tartışmaya dönmek istiyorum. Bu soruyu nasıl sordunuz<br />
diyordunuz ya, birçok farklı şekilde sorulabilir bu soru ama<br />
ben bunu daha çok feminist siyaset açısından soruyordum. Mesela<br />
militarizm tartışmalarıyla, aile içi şiddet tartışmaları arasında<br />
nasıl bir ilişki kuruyoruz ya da kurmuyoruz? Kurmamamızın<br />
sebepleri ne ve bunlar neden ayrı tartışmalar ve ayrı mücadele<br />
alanları olarak yürüyor; ki bence öyle yürüdü. Kadınlar olarak<br />
şiddeti sorunsallaştırırken ifade ettiğimiz bir şiddetsizlik talebi<br />
var değil mi? Şiddetsiz bir hayat istiyoruz; ekonomik şiddetten,<br />
fiziksel şiddetten, psikolojik şiddetten, cinsel şiddetten arınmış<br />
ilişkiler, hayatlar ve sokaklar istiyoruz. Bu şiddetsizlik talebini hayatın<br />
başka alanlarına taşıyabiliyor muyuz? Orada şiddetsizlikle<br />
ve şiddetle nasıl bir ilişki kuruyoruz? Şiddetsizliği etik bir duruş,<br />
şiddetten arınmayı da bir mücadele yöntemi olarak geliştirebildik<br />
mi? Böyle bir önceliğimiz var mı? Ben böyle bir yerden sormuştum<br />
bu soruyu. Siz burada başka yerlerden de örnek vererek bunu<br />
açtınız. “Neden erkek şiddeti artıyor?” sorusunu hep birlikte daha<br />
çok tartışmamız gerekiyor, o kesin. Savaşın etkileri muhakkak var,<br />
savaş sonrası dönüşümün etkilerine de bakmamız gerekiyor. Aile<br />
içi şiddet ve savaş ilişkisine başka alanlar üzerinden de bakmak<br />
faydalı olabilir. Mesela Güney Afrika’da Apartheid Dönemi sırasında<br />
olmayan ya da nispeten daha az olan şiddet türleri apartheid<br />
sonrasında çok arttı. Ya da pek çok Latin Amerika ülkesinde<br />
savaşla birlikte kadına yönelik şiddet arttı. Tarihsel olarak başka<br />
deneyimlere bakmak ve onlar üzerinden düşünmek, “Bizim açımızdan<br />
bu savaşın etkileri hayatlarımızda nelerdir ve neler olmaya<br />
devam ediyor?” sorusunun cevapları için çok önemli.<br />
Doğrudan bunu söylemek çok zor ama erkeklerin savaş de-<br />
neyimleriyle daha sonra evde kurdukları ilişkiler arasındaki ilişkiye<br />
bakabilecek bir araştırma olabilir mesela, bildiğim kadarıyla<br />
bunu yapan kimse olmadı ama bunu başka bağlamlarda yapanlar<br />
var. Mesela İngiltere’de, Amerika’da, erkek askerlerin ev hayatlarındaki<br />
ilişkilerinin toplumun diğer alanlarındaki ilişkilerine göre<br />
çok daha şiddetli olduğunu gösteren araştırmalar var. Türkiye’de<br />
bu araştırmadığımız, üzerine düşünmediğimiz ama bakabileceğimiz<br />
bir konu. Çok net bir şey söyleyemesek de bence erkek şiddetinin<br />
artmasının çok önemli sebeplerinden biri kadınların artık<br />
itaat etmeyi, bu hikâyedeki Kezban olmayı reddetmeleri. Burada<br />
tabii ki başlı başına feminist hareketin bir etkisini göremesek de<br />
feminist bakış açısının toplumda yaygınlaşmasının çok önemli<br />
bir katkısı var. Kadınların kendi hayatlarını kendilerinin belirleme<br />
hakları olduğu düşüncesinin yaygınlaşmasının ve kadınların<br />
bunu benimseyip “Emret efendim,” diye eşlerinin karşısında<br />
durmayı reddetmesinin çok önemli bir rolü var. Buna karşın erkeklerde<br />
bir dönüşüm olmadı, tam aksine o erkeklerin önemli bir<br />
kısmı 90’lı yıllarda savaş ortamında ağır travmalar yaşadılar, şiddet<br />
uyguladılar, belki insan öldürdüler. Dolayısıyla 90’lı ve 2000’li<br />
yıllarda erkeklerle kadınların deneyimleri birbirinden çok ayrıştı.<br />
Hem bu ayrışmanın hem de kadınların evdeki militarist, itaate<br />
dayalı ilişkilenme biçimini reddetmesinin, kadınlara yönelik şiddetin<br />
artmasında çok önemli bir payı var.<br />
Nilgün: Peki, filmlerin, dizilerin, haberlerin, savaşa ilişkin görüntülerin<br />
etkisi yok mu?<br />
Ayşe Gül: Muhakkak ki popüler kültürün de etkileri var. Ama<br />
bence bu sorduğun soru başlı başına çok önemli ayrı bir tartışma<br />
ve araştırma alanı. Bunu yeterince yaptığımızı düşünmüyorum.<br />
Tam da sizin dediğiniz gibi ne olursa olsun farklı yerlerde<br />
kadınlar savaşla nasıl ilişkileniyorlar? Savaşa ve farklı şiddet<br />
türlerine karşı nasıl yöntemler geliştiriyorlar? Buna bakmak çok<br />
önemli. Cynthia Cockburn’un Buradan Baktığımızda 15 diye müthiş<br />
bir kitabı var. Çok tavsiye ederim. Benim için inanılmaz ufuk<br />
açıcı olmuştur. Bosna’dan, İsrail’den, Vietnam’dan, Japonya’dan<br />
kadınların kavramsal olarak <strong>feminizm</strong>le antimilitarizmi nasıl ilişkilendirdiklerini,<br />
oradaki tartışmaları nasıl hayata geçirdiklerini<br />
ve ne tür sıkışmışlıklar yaşadıklarını anlatıyor. Bizim yaşanmışlıklarımızın<br />
ve sıkışmışlıklarımızın hiç de bize has olmadığını görebilmemiz<br />
açısından önemli bir kaynak.<br />
15 Cockburn, Cynthia, (2009), Buradan Baktığımızda, Metis Yayınları, İstanbul<br />
176 177