Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
İstanbul Amargi - Feminizm Tartışmaları Anarko-Feminizm’in Politik Potansiyelleri<br />
sinin sebepleri vardı. Şimdi bu kadar keskin çatışmalara gerek<br />
yok çünkü sorun alanları üzerinden konuşup, anarşistler ile sosyalistlerin<br />
ortak bir şeyler yapması mümkün diye düşünüyorum.<br />
Mesela Anarko-sendikalizm, işçi sınıfı üretim araçlarına sahip olduktan<br />
sonra devrim olacak demez, üretim biçimini ve üretimi<br />
mümkün kılan bütün sosyal ilişkilerin yıkılması gerektiğini, başka<br />
türlü bir devrim tahayyül edilemeyeceğini söyler; bugün aynı<br />
tezi otonom Marksistlerden de duyuyoruz.<br />
Güneş: Demin söylediğinizi pek anlamadım. Üretim tümüyle mi<br />
yok olacak?<br />
Göksun: Ortodoks Marksist düşünceye göre fabrika merkezli<br />
üretim ilişkilerinde sorun, egemen sınıfın üretim araçlarına sahip<br />
olmasıdır ve emeğini satarak mülksüzleştirilmiş işçi sınıfı üretim<br />
araçlarını ele geçirdiğinde devrim olacaktır. İşçiler hem üretim<br />
araçlarına sahip olacaklar hem de çalışacaklardır. Oysa Anarkosendikalizm<br />
şöyle söylüyor: İşçiler üretim araçlarına sahip olsalar<br />
da çalışmaya devam ettikleri sürece eskiden olduğu gibi özgür olmayan<br />
yaşamlarına devam edeceklerdir. Dolayısıyla fabrika üretimini<br />
merkeze alan bir devrim değil, bu tarz üretimi mümkün<br />
kılan sosyal ilişkilerinin tamamının yok edildiği bir devrim tahayyülleri<br />
vardır. 19. yüzyılda anarşizm ile sosyalizm arasındaki temel<br />
tartışma da devrim tahayyüllerinin farklılığı üzerinedir. Sosyalist<br />
devrim anlayışına da, üretim araçlarına işçilerin değil, devletin<br />
sahip olduğu, sömürünün daha az olduğu ara bir dönem vardır.<br />
Ara dönemdeki bu devlet kendini yok etmek üzere kurulmuş bir<br />
devlettir ve daha sonra komünizme geçilir.<br />
Anarşizm hiçbir devletin kendini yıkamayacağını söyleyerek<br />
sosyalist ara dönemin olmaması gerektiğini ve komünizme ancak<br />
doğrudan geçilebileceğini söyler. Dolayısıyla anarşizm devletin<br />
sönümlenmesinden ziyade onu doğrudan yıkmak gerektiğini ve<br />
zorunlu bir çalışma hayatının olmaması gerektiğini söyler. Yani<br />
“Üretim araçlarına ben sahibim ama yine de on beş saat çalışmak<br />
zorundaysam, ben ne anladım bu devrimden?” diyorlar. Yaşamı<br />
yeniden üretebilmek için gerekenler üretilecek elbette ama bu kapitalist<br />
bir üretim olmayacak, anarşizmin devrim ufku kapitalist<br />
üretim ilişkilerini kısmi olarak değiştirmek değil, toptan değiştirmek.<br />
Emma Goldman, anarşizmi şöyle tanımlıyor: “Anarşizm<br />
insan aklının dinin tahakkümünden, insan bedeninin mülkiyetin<br />
tahakkümünden, hükümetin prangalarından ve sınırlılığından<br />
özgürleşmesini amaçlar. Anarşizm gerçek toplumsal zenginliği<br />
üretmek amacıyla özgür bireylerin bir araya gelmesine dayanan<br />
bir toplumsal düzene, bireysel arzu, zevk ve eğilimlere göre her in-<br />
sanın yeryüzüne özgür erişimini ve yaşamın tüm gerekliliklerinden<br />
zevk almasını garanti eden bir düzeni amaçlar.” Tahakküm düzenini<br />
yaratan bu temel zıtlıkların temeline bomba koyan bir anarşizm,<br />
bu anlamda sadece bir red anlayışına dayanmıyor; bizzat<br />
kurucu bir politikayı da kendi içinde barındırıyor.<br />
Evliliğin yerine eşit iki insanın birbirini seçerek özgürce bir<br />
araya geldiği aşk düşüncesi anarşist komünlerin temelinde yer<br />
alan bir düşüncedir. Özgür insanların, özgürce bir araya gelip (bu<br />
komünizmin de ideali olarak görülür) kendi tekilliklerini gerçekleştirebildikleri<br />
yerdir komün. Anarşizm bu tekilliklerin de ancak<br />
komün içerisinde, yani liberal birey gibi diğerlerinden kendini<br />
izole ederek değil, bizzat o ortak alanda mümkün olabileceğini<br />
söyler. Ben mesela Anarko-komünizm diyorum ama aslında<br />
Anarko-komünizm de, tıpkı Anarko-<strong>feminizm</strong>’de olduğu gibi iki<br />
tane aynı kavramın tekrarlanmasından başka bir şey değil. Bu anlamda<br />
anarşist toplum vizyonu kadın/erkek, doğa/toplum gibi birinin<br />
diğeri üzerinde tahakküm kurarak var olduğu ikili zıtlıklar<br />
yerine, herkesin kendi tekilliğini gerçekleştirmesinin ancak ortak<br />
bir –şimdilerde kullanılan kavramı da kullanayım- çokluk içinde<br />
var olabileceğini söyleyen kurucu bir politika anlayışını taşır.<br />
Emma Goldman da buna “Yaşamın tüm gerekliliklerinden tam<br />
olarak zevk almasını garanti eden bir düzen…” diyor.<br />
Onun burada bahsettiği tüketim toplumu, içinde bir türlü tatmin<br />
olmayan kişisel bir haz değil. Bu alınan zevk karşındakinin var<br />
olmasından da alınan zevktir. “İnsan için en iyi şey yine bir insandır,”<br />
diyen Spinoza’nın anlayışından beslenen, insanları birbirine bağlayan<br />
bir ilişki biçimi, bir kurucu politika ilkesinin ortaya çıkmasıdır.<br />
Anarşizmin, doğa/kültür, doğa/toplum ikiliklerine de karşı<br />
çıktığı için, “Biyoloji kaderdir,” diye tepemize inmiş olan tahakküm<br />
düşüncesini de temelinden patlatabilme yeteneğine sahip<br />
olduğunu düşünüyorum. Bu anlamda <strong>feminizm</strong>, anarşizm içerisinde<br />
nasıl bir budak olmadıysa queeri de Anarko-queer gibi bir<br />
budak değil, bunu da bizzat anarşist düşünce içindeki bir dinamik<br />
olarak görüyorum. Bu tartışmalar epeyce uzun ama Butler,<br />
“Ben kadın olarak doğdum, bir de toplumsal cinsiyetim var ve<br />
toplumsal cinsiyetle benim aramda bir sorun var,” diyerek cinsiyetin<br />
kendisini sorunsallaştırır. Yani “Ben bir kadınım ama farklı bir<br />
kadın olmak istiyorum,” şeklindeki bir düşünceyi savunmaz çünkü<br />
doğayı statik olarak kabul etmez ve onun için de “Ben kadın<br />
olarak doğdum,” diyemezsiniz. Dolayısıyla doğayı ya da kadınlığı<br />
statik olarak kabul etmediğimiz anda Butler’ın da söylediği gibi<br />
sadece toplumsal cinsiyete değil, cinsiyet terimine de karşı çıkmamız<br />
gerekiyor. Queer hareket cinsiyeti sorunsallaştırarak, sınırları<br />
128 129