Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
İstanbul Amargi - Feminizm Tartışmaları Dindar Kadınlar ve Feminizm<br />
Türkiye’de ise, Sünni dindar kadınların mücadele alanı,<br />
bu tür bir atıfta bulunulmasa bile bence hem İslami Feminizm<br />
hem de Postkolonyal Feminizm alanlarına tekabül ediyor. Çünkü<br />
Türkiye’de dindar olan feministler bir taraftan dinin mutlak anlamda<br />
kadınları ezdiğini ve kadının ancak modernleşerek özgürleşebileceğini<br />
söyleyen Kemalizm’e ve belki Kemalist Feminizm’e<br />
karşı bir mücadele yürütüyorlar. Diğer taraftan da hem okumak,<br />
çalışmak, evden dışarı çıkmak için uğraşıyor hem de ev içinde<br />
kocaya karşı vazifelerin sorgulanması gibi, İslam’la geleneğin yan<br />
yana geldiği normatif bir alana karşı mücadele ediyorlar. Dolayısıyla,<br />
dindar ve feminist olan kadınların Türkiye’deki mücadele<br />
alanı şer’i hükümlerin uygulandığı, ulemaya ve devletin İslam’la<br />
ilgili uygulamalarına karşı mücadele verilen ülkelerdeki gibi değil;<br />
daha farklı, daha çeşitlenmiş bir alan. Mesela örnek verdiğim<br />
miras ya da boşanma hakkı Türkiye’de Müslüman feministlerin<br />
değil, modern devlete ve hukuka karşı feministlerin verdiği bir<br />
mücadele alanıdır. Bunun sebebi de, Türkiye’nin İslam’ın hükümlerine<br />
dayanan bir devlet olmamasıdır.<br />
Türkiye’de İslami Feminizm var mı?<br />
Yukarıda bahsettiğim İslami Feminizm’de iki hâkim bakış var: Birincisi,<br />
İslam’ın özü aslında eşitlikçidir, problem ise uygulama ve<br />
yorumlardadır; eğer biz bu öze ulaşabilirsek kadın ve erkek zaten<br />
eşit olacaktır diyen bakış. Bu aslında biraz Liberal Feminizm’in<br />
bakışına benziyor. İkincisi de, İslam’ın tamamen yeniden yorumlanması<br />
gerektiğini söyleyen, tarihselci yaklaşım, buna örnek olarak<br />
Amine Vedud’u gösterebiliriz. Ben kendimi bu bakışa daha<br />
yakın buluyorum. Ulaşmamız gereken bir öz olduğunu düşünmüyorum<br />
çünkü din çeşitli dönemlerde, tarihsel olarak uygulanmış<br />
ve yorumlanmış bir sistemdir. Dolayısıyla yeniden yorumlanabilir<br />
ve bir yol bulma metodu olarak kullanılabilir. Bu ikinci bakışı<br />
Türkiye’de benim bildiğim kadarıyla sadece Hidayet Şefkatli Tuksal<br />
temsil ediyor. Dolayısıyla bu fikrin yaygınlaşmasını, örgütlenmesini<br />
bırakın, Türkiye’de “Şöyle bir grup var, şöyle şöyle kadınlar<br />
var, bunlar İslami feministler,” diyebileceğimiz bir oluşum dahi<br />
yok. Ama bu tespiti yaparken şunu da unutmamak gerekiyor:<br />
Normatif alanda mücadele vermek, yani dini metinle, yorumlarla<br />
ve geleneklerle uğraşmak ilmi çalışmaları zorunlu kılıyor.<br />
Ve tabii ki Türkiye’de Müslüman, dindar ve başını örten kadınlar<br />
akademiden dışlanmış durumdalar. Master, doktora seviyesinin<br />
üstüne çıkamıyorlar ki oraya kadar bile zor geliyorlar. İlahiyat<br />
Fakülteleri’nde bu tür konuları çalışan kadınlar hakim görüşü<br />
temsil eden erkek ilahiyatçılara karşı bir mücadele vermek zorundalar.<br />
Tabii çok büyük bir başka problem de, doktora sonrası çalışmanın<br />
zaten olmaması çünkü kadınlar hiçbir şekilde üniversitelerde<br />
öğretim üyesi olup, akademik çalışmalarına devam edemiyorlar.<br />
Bu konularla ilgilenenler çalışmalarını ne yazık ki bağımsız<br />
olarak yürütmek zorundalar. İslam ve kadın üzerine çalışma<br />
yapılabilecek hukuk, sosyoloji, psikoloji gibi diğer sosyal bilim<br />
alanlarında da aynı şekilde akademiden dışlanmış olmak önemli<br />
bir sorun. Diğer yandan Kemalist proje zaten bu alanın olabilme<br />
ihtimalini ortadan kaldırdı. Dolayısıyla İslam üzerine feminist<br />
bakış açısı yaygın bir şekilde gelişemedi. Fakat kendine feminist<br />
demese bile İslam ve kadın meselesini dert edinen kadınlar var.<br />
Dindar kadınların <strong>feminizm</strong>i<br />
Müslüman kadınları veya dindar kadınların <strong>feminizm</strong>ini konuşurken,<br />
teorik tartışmalardan ziyade dindar kadınların süreç<br />
içerisinde <strong>feminizm</strong>le ilişkisinden, yakınlaşma ve uzaklaşma hallerinden<br />
söz etmek istiyorum. Bunu konuşmaya geçmeden önce<br />
önemli iki noktanın altını çizmek gerekiyor. Birincisi, baştan beri<br />
bir tereddütle konuşuyorum, dindar mı desek, Müslüman mı desek,<br />
Sünni dindarlar mı desek sorunsalı... Mesela okuma önerisi<br />
olarak gönderdiğimiz, “Feministler Uyumuyor” ve “Birbirimize<br />
Sahip Çıkıyoruz” metinlerine baktım, çok ilginçtir ki hiçbir yerde<br />
dindar kelimesini kullanmamışız. Dindar daha yeni bir vurgu,<br />
kendi adıma bu metinlerin yazıldığı dönemde dindar vurgusunu<br />
çok daha nötr buluyordum, dini pratikleri olan, dine yakın duran,<br />
dini yaşamaya çalışan anlamında kullandığım bir sıfattı ama<br />
son dönemde bu da siyasallaşan bir kelime oldu. Şu anda Tayyip<br />
Erdoğan bunu da elimizden aldı diye hissediyorum; dindarlığı<br />
politik bir sembol haline getirdi ve bir kavram sembolik değer kazandığı<br />
anda o kavram aracılığıyla konuşurken tereddüt etmeye<br />
başlıyorum.<br />
İkinci önemli nokta ise, “Müslümanların <strong>feminizm</strong>ini konuşmayı<br />
neden ilginç ve önemli buluyoruz?” sorusu. Bence bu<br />
sorunun üç temel cevabı olabilir. Birincisi, Müslüman bir kadının<br />
feminist olması hem Müslümanlar hem de feministler tarafından<br />
çelişkili bulunan bir pozisyon ve bu yüzden de tartışma alanı doğuyor.<br />
Fakat Türkiye’de dinle <strong>feminizm</strong>in ilişkisini ya da inançla<br />
<strong>feminizm</strong>in ilişkisini sadece Müslümanlık üzerinden tartışıyor olmamız<br />
da başka ilginç bir nokta bence. Örneğin Alevi bir kadının<br />
<strong>feminizm</strong>ini hiç tartışmıyoruz, çelişkili olan durum inançlı birinin<br />
feminist olması ise Alevi inancının <strong>feminizm</strong>le ilişkisini niye hiç<br />
86 87