Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
İstanbul Amargi - Feminizm Tartışmaları Kürt Kadın Hareketi ve Feminizm<br />
riyle (kusura bakmayın, bazı kavramları çok hassasiyetle seçmeye<br />
çalışıyorum) bir kişi çıktı. Tabii herkes alkışladı, analar da alkışladı.<br />
Anaların eller havada, zafer işareti yapıyorlar tabii. Sahnedekinin<br />
sesi kalın çıkmaya başlayınca, ananın eli yavaş yavaş inmeye başladı,<br />
ses bir erkek sesi çünkü. (Gülüşmeler) Elleri yavaş yavaş indi,<br />
indi, ses çok kalın bir erkek sesi. Ama sonra o erkek sesi “Dağdaki<br />
gerillalara da selam gönderiyoruz,” deyince ananın eller birden<br />
havaya kalktı, ciddi söylüyorum. (Gülüşmeler) Ve inanılmaz alkışladılar.<br />
Bu kişinin onun bildiği kadın olmadığını, bildiği erkeğin<br />
kadına dönüşmüş olduğunu (basit bir tanımlama yapıyorum)<br />
fark etti. Sonra da zafer işaretini yükseltti havaya. Analar işte böyleler…<br />
Bu metin bir tartışma metni, üzerinde hep beraber tartışılıp<br />
son hali verildi. Hâlâ tartışılabilir, hâlâ da tartışıyoruz zaten.<br />
Güçlendirmeye, zenginleştirmeye çalışıyoruz. Ama bu metinde<br />
tüm kadın hareketlerinin, kadın çevrelerinin sözünün olması,<br />
eleştirilerinin olması da çok önemli zaten çünkü aylarca tartıştık,<br />
aylarca araştırmaya çalıştık. Her alandan öneriler geldi, tartışmalar<br />
geldi. Benim de metne kendi açımdan eleştirilerim oldu. Tek<br />
merkezli bir metin değil. Mayıs ayında yapacağımız çalıştayda çok<br />
daha hazırlıklı tartışacağız, sizler de davetimizi kabul edip gelirseniz<br />
çok seviniriz.<br />
Katılımcı (c): Roza, Jujin gibi dergilerden bahsedilmediği söylenmişti.<br />
Figen: Roza ve Jujin dergilerindeki arkadaşları ben de tanıyordum,<br />
o dönemde Silivri’de görev yapıyordum. Emekleri, çabaları<br />
gerçekten de saygıyla karşılanıyordu. Belki daha örgütsel boyuta<br />
getirip, mekanizmalarını oluşturabilselerdi güçlenebilirlerdi diye<br />
düşünüyoruz ama o dönemdeki konjonktür gereği hem siyasal<br />
baskılar hem de ekonomik sıkıntılardan devam edemediler. Fakat<br />
jineolojinin hedefi bu zaten, bütün bu tartışmaları da içine alıp,<br />
değerlendirmek.<br />
Hep sistemin baskılarından söz ediyoruz ama daha da önemli<br />
bir sorunumuz var. Biz bunun yerine ne koyacağız? Bunun üzerine<br />
kafa yoruyoruz. “Rahatsızız bu politikalardan, yaşasın devrim!”<br />
mi diyeceğiz sadece? O yüzden yıllardır kafa yoruyoruz.<br />
Konfedaralizm mi olsun? Bağımsızlık mı olsun? Özerklik mi olsun?<br />
Ulusal birliği tartışıyoruz. O kadar çok kafa yorduğumuz ve<br />
mücadele ettiğimiz şey var ki. Ama birini diğerinden daha üstün<br />
tutmuyoruz çünkü yaşamı bir bütün olarak ele alıyoruz. Yaşam<br />
sadece bir kesimin ezilmişliği üzerinden mücadele verilerek giden<br />
bir süreç değil ama bütün ezilmişliklerin kökeninde cinsiyetçiliğin<br />
yer aldığını biliyoruz, bu yüzden de kadın bakış açısını<br />
bilimin merkezine oturtmak zorundayız ama bu bilim egemenlerin<br />
tekelindeki bilim değil. Bu bilim gerçekten toplumun lehine<br />
işleyen ve işletilen bir bilim olmalı.<br />
Bir çatışma alanı olarak “kadın doğası”<br />
Hazal: Şu ana kadar temelde iki mesele var tartıştığımız. Birincisi<br />
daha uzun süre de tartışacağımız “kadın doğası” meselesi. Bu<br />
odada kaç tane <strong>feminizm</strong> varsa onlarla, bu “kadın doğası” arasında<br />
ciddi bir mesafe var. Feminizmin “kadın doğası”nı benimsemesi<br />
kolay gibi görünmüyor. İkincisi de örgütlenme biçimi. Jineolojinin<br />
var saydığı ve <strong>feminizm</strong>e eleştiri de getirdiği örgütlenme biçimiyle<br />
ilgili bir mesele var ama en önemlisi, jineoloji daha yeni tartışmaya<br />
açılmış bir şey olduğu için, bunu birlikte tartışabilmek adına<br />
ortak zeminler yakalamamız gerektiği ortaya çıktı.<br />
Sevi: Her ne kadar bizim düşüncemiz deseniz de bu tartışmanın<br />
olması ve dilinizin yapıcılığı bunu tartışmaya ne kadar niyetli<br />
olduğunuzu gösteriyor, bu anlamda burada olduğum için çok<br />
mutluyum ve çok teşekkür ederim. Böyle bir dile sahip olmanın<br />
gerçekten yaşanmışlıkların, deneyimlerin sonunda gelen bir şey<br />
olduğu çok açık. Onun için bunu tartışmaya devam etmeyi arzularım,<br />
eminim bu odadaki birçok insan da bunu isteyecektir.<br />
Benim biraz kafama takılan şey az önceki bu “normal<br />
erkek”ten gelen normallik meselesi. Bilimin normalleştirmesi<br />
üzerinden bu “normaller” belki de dilimize çok fazla pelesenk<br />
oluyor. O normalleri sorgulamamızı engelleyenin de bilimin ta<br />
kendisi olduğunu düşünüyorum çünkü bilim normlar yaratarak<br />
ve onları doğallaştırarak tekeller yaratan ya da iktidarı bu şekilde<br />
kuran bir ideolojidir. Bilim zemine, mekâna, farklı iktidar ilişkilerine<br />
göre değişen bir şey iken politika üretme zemininde bilimin<br />
tek ve mutlak gerçeklik olarak alınmasını sakıncalı buluyorum.<br />
Kaldı ki bahsettiğiniz Ana Tanrıça dönemiyle ilgili olarak da,<br />
Çayönü’nde şimdiye kadar çıkan “Neolitik Dönem’de Ana Tanrıça<br />
vardır,” diyen buluntuların, aslında ne kadar ataerkil bir dönemden<br />
geldiği şu şekilde ispatlandı: Çok fazla kil heykelcikler bulunmuş,<br />
hepsi de Ana Tanrıça figürleri fakat geçen sene bulunan<br />
büyük erkek büstlerinin gözünde paha biçilmez taşlar bulmuşlar.<br />
Buradan da şu sonucu çıkarmışlar: “Biz hep Ana Tanrıça dönemi<br />
diyorduk ama demek ki bu Ana Tanrıça heykelleri ikincil önemde<br />
çünkü hiçbir Ana Tanrıça kültü o bulduğumuz erkekler kadar<br />
ihtişamlı değildi. Dolayısıyla bilimi sürekli değişebilen ve zaman<br />
değiştikçe de farklı gerçeklik rejimleri yaratabilecek bir pratik olarak<br />
görmenin jineoloji tartışmalarında da önümüzü açıcı bir etki-<br />
74 75