Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
İstanbul Amargi - Feminizm Tartışmaları Farklılıklarımızla Yanyana (mıyız?)<br />
minist’ mail grubuna üye olanlarınız varsa (ben o sıralar burada<br />
değildim, bütün bu tartışmaları Kanada’dan takip ediyordum),<br />
oradaki tartışmalar bu krizin göstergesiydi. Bunları konuşmaya<br />
çok fazla ihtiyacımız var.<br />
Queer hareketle, feminist hareket arasındaki diyalogun çok<br />
fazla kurulmadığı ama her kriz anında ortaya çıkan bir ihtiyacın<br />
da sürekli yüzümüze çarptığını görüyoruz. O yüzden “Feminist<br />
bir queer hareket ya da queer bir feminist hareket nasıl kurarız?”<br />
meselesi üzerine sorular ortaya atacağım. Bunu da daha çok cinsellik<br />
üzerinden hem teorik hem de politik bir tartışma yürüterek<br />
yapmaya çalışacağım. Biraz önce bahsettiğim Feminist’de dönen<br />
tartışmalar da zaten daha çok cinsellik ve cinsiyet kimlikleri üzerinden<br />
ortaya çıkmıştı. Başlamadan önce küçük bir not düşmekte<br />
fayda var: Queer hareketle feminist hareketin ortaklaştığı ya da<br />
krizler yaşadığı anların sadece cinsellik üzerinden konuşulabileceğini<br />
savunmuyorum. Bu sadece, bu mesele üzerine konuşma<br />
biçimlerinden bir tanesi olabilir. Zamanımız kısıtlı olduğu için<br />
diğer konuşma biçimlerini de başka ortamlarda konuşabiliriz diye<br />
umuyorum.<br />
İlk olarak, <strong>feminizm</strong> ne demek, Queer Teori ne demek, ondan<br />
bahsedeceğim. Bu tanımlamaları bu şekilde yan yana koyarsak<br />
aralarındaki çatışmaları ve krizleri daha net ve açık bir şekilde<br />
görebilirmişiz gibi geliyor. Farklı <strong>feminizm</strong>ler erkeklik ve kadınlığı<br />
farklı şekilde tanımlıyor olsalar da, <strong>feminizm</strong>, çok genel tabiriyle<br />
kadınlık ve erkeklik arasında çizilen bir ayrıma dayanıyor ve bu<br />
iki kategori üzerinden bir mücadele veriyor. Fakat <strong>feminizm</strong> bu<br />
iki kategoriyi birbirinden kopuk değil, birbiriyle ilişki içerisinde<br />
görüyor; toplumsal cinsiyetin ilişkiselliğine vurguda bulunuyor.<br />
Bu ilişkiselliğe vurguda bulunduğu noktada ister istemez İnci’nin<br />
de söylediği gibi hiyerarşi devreye giriyor, yani bu ilişkisellik hiçbir<br />
zaman hiyerarşiden bağımsız, nötr bir alan değil. Dolayısıyla<br />
ezen, ezilen, yani birinin daha avantajlı, diğerinin daha dezavantajlı<br />
olarak kurulduğu bir ilişkisellikten bahsediyoruz. Çok kabaca<br />
söyleyecek olursam, <strong>feminizm</strong>, toplumsal cinsiyet mevhumunu<br />
sorunsallaştırır, aynı zamanda da kadınlar için bir adalet<br />
projesidir.<br />
Bu mücadelenin bir boyutu, toplumsal cinsiyet rollerinin<br />
üretmiş olduğu ikiliklere saldırmak ve aralarındaki iktidar ilişkilerini<br />
yıkmak. Modernitenin ürünü olan bu ikilikler nelerdir<br />
hepimiz biliyoruz: rasyonel düşünen/duygusal olan, aktif olan/<br />
pasif olan, baba olmak/anne olmak, içeride olmak/dışarıda olmak.<br />
Hem mekânla, hem de toplumsal hayatla kurulan ilişkide<br />
bazı roller daha değersiz görülürken, bazıları daha fazla değer<br />
atfedilirler. Hepimizin bildiği gibi değerli olanlar erkeklikle ilişkilendirilen<br />
rollerken, değersiz olanlar kadınlıkla ilişkilendirilen<br />
rollerdir. Feminizm bu ikilikleri yıkmaya çalışırken yine bir ikiliğin<br />
içerisine yeniden ve yeniden hapsoluyor aslında. Kadını özgürleştirmek<br />
için kurduğu adalet projesi yine erkeklik ve kadınlık<br />
ikiliği üzerinden kurulan bir siyaset kurgusu. Feminizm, queer<br />
hareketin etkisiyle bu alanda daha fazla soru üretmeye başladı.<br />
Farklı <strong>feminizm</strong>ler ezen/ezilen ilişkisine de çok farklı şekillerde<br />
yaklaşıyorlar. Çok Ortodoks bir örnek verecek olursak<br />
Catherine McKinnon, kadınların yaşadığı ezilmişliği tamamen<br />
heteroseksüel erkek arzusuna ve erotizmine bağlıyor. Bu kurguda<br />
her zaman erkeğe hizmet etmek üzere kurulmuş olan, hiçbir şekilde<br />
arzu duyamayan ve aktif olmayan, pasif bir kadın cinselliği<br />
söz konusu. Bu tür bir feminist siyaset anlayışında kadının aktif<br />
cinselliğine hiçbir şekilde yer yok ve amaç olarak da heteroseksüel<br />
erkek arzusunu, erotizmini ortadan kaldırmayı gösteriyor.<br />
Bunun yanı sıra seks pozitif feministler ise cinsellik denen alanın<br />
hem bir tehlike hem de bir haz alanı olduğundan bahsederler.<br />
Carole S. Vance 2 bu tartışmayı ilk başlatan kadınlardan bir<br />
tanesi. Dolayısıyla <strong>feminizm</strong>in cinsellikle ilişkilendiği alanın kendisi<br />
farklı <strong>feminizm</strong>lerin aldığı pozisyonu belirleyen bir değişken.<br />
Sadece queer hareketle, feminist hareketin arasındaki ilişkide<br />
değil, feministlerin kendi içinde aldıkları farklı pozisyonlarda da<br />
cinselliğe nasıl baktıkları belirleyici.<br />
Feminizm bir yandan da bütün bu cinsellik, cinsiyet ve iktidar<br />
arasındaki ilişkiyi bize çok net gösterir, fakat belirli ön kabullerle.<br />
Bu noktada queer hareket daha kafa açıcı olabiliyor çünkü<br />
Queer Teori’ye göre iktidar ve cinsellik arasında ya da cinsellik ve<br />
iktidar arasında aslında birçok feministin varsaydığı türden bir<br />
iktidar ilişkisi her zaman yok. Misal, alt sınıf bir Kürt erkeğiyle,<br />
üst sınıf, beyaz bir Türk kadınının kurduğu ilişkide illâ da kadın<br />
her zaman ezilen pozisyonda olacak diye bir şey yok. Kadın bu<br />
ilişki dinamiği içerisinde ezen konumunda da olabilecekken, bazı<br />
feminist tartışmalar, kadın ve erkek arasındaki iktidar ilişkisini,<br />
tamamen özcü bir yerden erkeğin her koşulda iktidar olduğu bir<br />
ilişki olarak tarif ediyorlar. Bu anlamda queer hareket farklılığı,<br />
bütün bu analizi siyasetin ortasına getirerek, bütün bu konumlanışları<br />
bize çok net gösteren bir harita sunabiliyor.<br />
Queer hareket kadınlık ve erkekliğin, sabit kategoriler ol-<br />
2 Vance, Carole S. (Ed.), (1984), Pleasure and Danger: Exploring Female Sexuality,<br />
Routledge & K. Paul, Boston<br />
376 377