You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
İstanbul Amargi - Feminizm Tartışmaları Farklılıklarımızla Yanyana (mıyız?)<br />
var. Kadınlar neden hâlâ erkeklere kapalı kamusal alanlarda “Biz<br />
kendi aramızda konuşalım,” diyor? Çünkü hakikaten şimdi burada<br />
üç beş tane erkeğin varlığı tartışmayı ele geçirmeleri için<br />
yeterli olabilir. Burada özcü bir şey söylemek istemiyorum, tabii<br />
ki bunların çok farklı örnekleri de gelişiyor. Konumuz <strong>feminizm</strong><br />
olduğu için kadınlar ve erkekler arasındaki farklılıklardan örnek<br />
veriyorum ama elbette başka örnekler de var. Örneğin, bazı insanlar<br />
kendisini çok rahat ifade edebiliyordur, bazıları edemiyordur.<br />
Iris Young ise müzakereci demokrasi teorilerinin kamusal<br />
alandaki tartışmalara herkesin eşit katılabileceği varsayımını<br />
eleştirdiği İletişimsel Demokrasi Kuramı’nda, “Herkesin kendisini<br />
ifade edebileceği bir alan çok mümkün değil,” der. Iris Young,<br />
müzakereci demokrasi modellerinin, uzlaşma arayışı ve eşitlik<br />
fikirlerini eleştirerek, müzakereci demokrasinin de aynen liberal<br />
demokrasi gibi evrensel ve yansız olmadığını, bu sürecin içine<br />
girebilenler ve dışarıda kalabilenler olduğunu söyler. Dolayısıyla<br />
kamusal alan öyle bir şekilde örgütlenmeli ki bütün ezilen toplumsal<br />
gruplar kendi özgül farklılıkları temelinde siyasal temsil<br />
hakkına sahip olsunlar, der. Bu aslında bizi bildiğimiz çok kültürcülük<br />
anlayışına götüren bir yaklaşım. Buradan ‘farklılaştırılmış<br />
yurttaşlık ilkesi’ diye bir ilke çıkartıyor; kamusal alanın farklılıkları<br />
tanımlaması gerektiğini ve insanların kamusal alana, rasyonel<br />
bireyler olarak değil, farklılıklarıyla birlikte, ait oldukları<br />
grubu temsil ederek girmesi gerektiğini söylüyor. Dolayısıyla Iris<br />
Young’ın farklılıkları mutlaklaştırdığını ya da kimlikleri sabitleyen<br />
bir tarafı olduğunu söyleyebiliriz.<br />
Aslına baktığınızda Young da, Benhabib de, Habermas da<br />
çıkara dayalı liberal demokrasi modeline karşı akıl yürütmeye<br />
çalışıyorlar ve farklılıkların karşılıklı etkileşimini öngören, aynı<br />
zamanda farklılıkların parçalamadığı bir dünya tahayyül ediyorlar.<br />
Yani farklılıkların bizi ayırmadığı ve birlikte hareket etmenin<br />
imkanını yaratan bir dünya tasvirleri var. Fakat “müzakereci” ve<br />
“iletişimsel” kavramlarından da anlayabileceğimiz gibi tahayyül<br />
edilen bu dünyanın tek güvencesi olarak iletişim, etkileşim gibi<br />
süreçleri görüyorlar. Dolayısıyla nesnel diyebileceğimiz bir dayanakları<br />
olduğunu söylemek mümkün değil.<br />
Farklılıklar meselesi üzerine kafa yoran bir başka düşünür<br />
Nancy Fraser, bu teorilerden biraz daha farklı bir yerde duruyor.<br />
Ekonomik eşitsizlik, ezilme ve baskıdan koparılmış kimlik ya da<br />
tanınma politikalarına eleştirel yaklaşıyor. Fraser farklılıklara ilişkin<br />
politika yapabilmek için tanınma politikaları ve yeniden bölüşüm<br />
politikaları diye iki ayrı yol olduğunu söyler. Ona göre, farklılıkların<br />
hepsini aynı kefeye koyup bakamayız, çünkü bunların bir<br />
kısmı, varlığını kabul ettirmek için tanınma politikaları yapılması<br />
gereken farklılıklar iken bir kısmı da dönüştürücü politikalar aracılığıyla<br />
ortadan kaldırılması gereken farklılıklardır. Tanınma politikalarının<br />
öne çıktığı LGBT hareket ile kadın hareketi arasında<br />
da böyle bir fark var. LGBT hareketinin mücadelesi farklılıklarını,<br />
kimliklerini kabul ettirme yönünde bir tanınma politikasıdır.<br />
Kadın politikaları ise bir taraftan toplumsal cinsiyetin getirdiği<br />
eşitsizlikleri ortadan kaldırmaya yöneliktir diğer taraftan da kadın<br />
olmaktan kaynaklı farklılıkların tanınmasını talep eder, bu<br />
anlamda yalnız tanınma odaklı değil, aynı zamanda dönüştürücü<br />
talepleri de içerir.<br />
Eşitlik ve farklılık meselesi siyaset teorisinin gündemine<br />
geldiğinde siyaset teorisyenleri feministlerden de büyük ölçüde<br />
beslendiler çünkü daha önce de söylediğim gibi feminist hareket<br />
ve feminist teori farklılıklar meselesinde (etnik, ırk, cinsiyet,<br />
kimlik vs. farklılıkları) önemli bir deneyim ve bilgi biriktirmişti.<br />
Başlangıcından itibaren <strong>feminizm</strong> için farklılık talebi önemli,<br />
eşitlik talebi ise vazgeçilmez bir değerdir.<br />
Feminist teoride farklılık...<br />
Eşitlik ve farklılığı birarada düşünme pratiğine sahip olan feminist<br />
hareket Birinci Dalga’da (‘dalga’ demeyi çok sevmiyorum<br />
ama yine de dalga dönemselleştirmesini kullanıyorum) daha çok<br />
eşitlik talebini dile getirdi. Hemen arkasından “Eşit ama kime<br />
eşit olacağız?”, “Erkeklere mi eşitleniyoruz?” soruları soruldu.<br />
“Kendimize eşitlenmek istiyoruz,” denildi ve bunun ardından da<br />
gündeme ilk gelen, erkeklerle kadınlar arasındaki farklılık meselesi<br />
oldu. Ardından kızkardeşlik tartışması geldi. Liberalizmin soyut,<br />
evrensel insan tarifi kadınlar ile erkekler arasındaki farklılığı<br />
yok saydığı gibi <strong>feminizm</strong>in kızkardeşlik tarifi de kadınlar arası<br />
farklılığı görmedi. Bunun en belirgin örneği 60’larda Amerika’da<br />
ortaya çıkan Siyah Kadın Hareketi’dir. Ya da batı dışı coğrafyada<br />
ortaya çıkan feminist hareketlerin batılı feministler tarafından feminist<br />
bulunmaması gibi kolonyalist tavırlar, kadınlar arası farklılıkların<br />
konuşulmaya başlanmasına ve kızkardeşlik kavramının<br />
eleştirilmesine yol açtı. Ama şimdi buradan nereye gidebiliriz?<br />
Kızkardeşlik diye bir şey yok, o zaman kadın diye bir kategori yok;<br />
herkes kendi yaşadığı deneyim neyse onu yaşasın mı diyeceğiz?<br />
Ben pek böyle bir yerde durmuyorum. Yine de bütün bunların bilincinde<br />
olan bir ortaklığın kimliği nasıl tanımladığınıza da bağlı<br />
olarak kurulabileceğini düşünüyorum.<br />
Hannah Arendt’e göre, sabit kimlikler ya da statüler sizin<br />
372 373