Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
İstanbul Amargi - Feminizm Tartışmaları Radikal Feminizm<br />
olmuş, bazı sonuçları başarısız olmuş pratiklerden bahsetmiyorum.<br />
Çünkü her politik hareket, kendi devrimci fikrini, sürecini<br />
oluşturur ve sonuç olarak kendi devrimini gerçekleştirir. Radikal<br />
Feminizm’in içinde kendimi maddeci feminist olarak tanımlıyorum<br />
ama Dworkin’den de, Firestone’dan da, Solanas’tan da ve en<br />
çok da Simone de Beauvoir’dan çok şey öğrendim. Bu tür Radikal<br />
Feminizm, çok yaygın bir şekilde burun kıvrılan İkinci Dalga’nın<br />
bir parçası. Sosyalist Feminizm, Türkiye’de yaygın bir şekilde sanıldığının<br />
aksine, Maddeci Radikal Feminizm’i eleştirerek, bu politik<br />
duruştan koparak ortaya çıkmıştır.<br />
İkinci Dalga’da feminist örgütlenmenin nasıl olduğuyla ilgili<br />
de çok fazla anlatılacak şey var. Öncelikle, İkinci Dalga aslında<br />
Radikal Feminizm’dir. Peki, Birinci Dalga’yla nerede ayrışırlar?<br />
Birinci Dalga kadınlarla erkekler arasındaki eşitsizlikleri ortadan<br />
kaldırmayı hedefler. İkinci Dalga kadınlarla erkekler arasındaki<br />
eşitsizliğin kaynağını, bu ilişkiyi ortadan kaldırmayı hedefler;<br />
İkinci Dalga’nın yani Radikal Feminizm’in adının “radikal” olmasının<br />
sebebi de budur.<br />
Herkesin kabul ettiği yatay küçük gruplar, bilinç yükseltme<br />
gibi feminist örgütlenme modellerini, Türkiye’de hayata geçiremedik.<br />
Sadece radikal feministler değil, İkinci Dalga’nın tamamı<br />
yapamadı, zaten o yıllarda hepimiz birlikte çalışıyorduk. Başarısız<br />
olduğumuz yerlerde bu örgütlenme pratiklerini hayata geçirememiş<br />
olmamızın önemli etkisi olduğunu, başarılı olduğumuz yerlerde<br />
ise bu pratikleri hayata geçirebilmemizin olumlu etkisi olduğunu<br />
düşünüyorum. Bu deneyimleri herhalde sohbet ederken<br />
de tartışırız. Çok uzun konuştum, dinlediğiniz için çok teşekkür<br />
ederim.<br />
Handan: Bense, ağırlıkla kendi deneyimimden ve Türkiye’deki<br />
Radikal Feminizm deneyimimizden konuşacağım… Az önce salonda<br />
gösterdiğim Feminist Dergisi çıkalı yirmi beş sene olmuş.<br />
Çeyrek yüzyıl önce çıkmış bir dergi içinde kendi <strong>feminizm</strong>ini ifade<br />
etmiş bir kadınım. Dergi çıkarken <strong>feminizm</strong>ime bir ad verme<br />
konusunda bir aciliyet hissetmediğimi hatırlıyorum. Beşiktaş’ta<br />
Kadın Çevresi Bürosu diye bir yer vardı ve burası sevdiğim bir tabirle<br />
Türkiye’de İstanbul <strong>feminizm</strong>i açısından bir “ocak”tı. “Ocak”<br />
kelimesini Türk ülkücülerine bırakacak halimiz yok. Kadın<br />
Çevresi epey (kastım maddi değil zihinsel) ekmeğini yediğimiz,<br />
fikri olarak kendimizi geliştirdiğimiz bir ocak oldu bizim için. Bu<br />
süreçte kendimize feminist demek bir aşamaydı. Ben kendime<br />
“feminist” dediğim zaman, bunu epey bir ağırlığı olan politik bir<br />
ifade olarak gördüm.<br />
Sosyalist devrim kadınları kurtarabilir mi?<br />
Devrimci politikayla geçmiş bir gençliğim vardı. Sosyalist olarak<br />
devrimcilik yapmış bir genç kadın olduktan sonra feminist olmak<br />
kolay gibi görünebilir ama o yıllarda çok da kolay değildi; çünkü<br />
sosyalist düşüncenin olumlu ve olumsuz yönleriyle, Türkiye’ye<br />
özgü bütün özellikleriyle, politik ve ideolojik alanda bir hegemonyası<br />
vardı. Ayrıca o yıllarda sosyalizm dünya üzerinde de çok<br />
önemli bir güçtü, kendilerini komünist olarak tanımlayan bir<br />
blok vardı ve antikomünist bir cephe vardı, 90’lara kadar bu böyle<br />
gitti. Bu bir dış çeperdi. Bu ortamda kendine feminist demenin<br />
şöyle bir zorluğu vardı: Kendine feminist diyenleri, gerek entelektüel<br />
olarak hegemonik olan güçler, gerek muhalefet açısından hegemonik<br />
olan güçler, gerek sosyal demokratlar, gerek burjuvalar,<br />
gerek sağcılar benzer bir dille eleştirebiliyorlardı. Solcular “sınıfa<br />
ihanet” diyorlardı ya da “sınıf mücadelesine ihanet” diyorlardı<br />
ama genel eleştiri ahlaki oluyordu ve <strong>feminizm</strong> bir tür ahlaksızlığın<br />
ifade edilmiş biçimi gibiydi. O dönem bu eleştirileri almak<br />
için kendine “feminist” demek yeterli olabilirdi.<br />
Başka ülkelerde kendilerine feminist diyenlerin anılarını<br />
okuduğumuz zaman onların da benzer şeyler yaşadığını görebiliyoruz.<br />
Mesela İngiltereli bir feminist Gail Chester, Ayşe’nin<br />
çevirdiği Feminist’in birinci sayısında yayımlanan “Ben Kendime<br />
Radikal Feminist Diyorum” 8 isimli yazısında çok güzel anlatır.<br />
Ben“feministim” demekle epey bir şey demiş oluyorsun zaten…<br />
Ben feministim dediğinde bir cinsin diğer cinsi ezdiğini veya sömürdüğünü<br />
veya ikisini birden yaptığını söylüyorsun, böylece bir<br />
cins çelişkisinden bahsediyorsun. Bunun yer yer antagonist olabilecek<br />
bir çelişki olduğunu, kadınların hayatının iyileşmesi için<br />
bir mücadele gerektiğini ve bu mücadelenin de kendi hayatından<br />
başladığını söylüyorsun. Ama bu büyük toplam yeterli olabilecekken,<br />
yani kendimize sadece feminist dememiz yeterli olabilecek<br />
iken ayrıca “devrimci feminist” veya “radikal feminist” dememize<br />
gerek olmayabilirdi. Olmayabilirdi, ama olacaktı çünkü “Ben<br />
feministim,” diyerek anlattıklarınızı dinleyenler “Haa, siz feodal<br />
ilişkileri diyorsunuz,” derlerdi; yani konunun bir feodal artık olarak<br />
ele alınması söz konusuydu. Dolayısıyla “Biz feodalizme karşıyız,<br />
bu iş devrimle hallolacak bacım veya hanımefendi veya kardeş<br />
veya kızım veya yoldaş veya sevgilim,” denildiği zaman başka<br />
şeyler demen, savunmanı gerekçelendirmen gerekirdi.<br />
Bu yıllarda sevgililerimiz ve yoldaşlarımızla <strong>feminizm</strong>i tartış-<br />
8 Chester, Geil, (1987), “Ben Kendime Radikal Feminist Diyorum”, (çev. Ayşe Düzkan),<br />
Feminist Dergisi, sayı: 1, s: 14-17, İstanbul<br />
22 23