Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
İstanbul Amargi - Feminizm Tartışmaları Ekoloji ve Feminizm<br />
hareketin çok büyük bir sorunu -bu feminist hareketin ne derece<br />
sorunu, onu da konuşuruz- liberal damarın çok kuvvetli olmasıdır.<br />
Aslında bu aynı zamanda normal çünkü bireyin dönüşümü<br />
vurgusu çok kuvvetli… O zaman insan kolayca liberalizme kayabiliyor.<br />
Eko-feminist akımlar<br />
“Eko-<strong>feminizm</strong> nedir?” sorusuna geri dönecek olursak, cevap<br />
olarak tek bir Eko-<strong>feminizm</strong> tanımı olmadığını ve farklı akımlar<br />
olduğunu söyleyebiliriz. Eko-feminist akımların bir kısmı doğa<br />
eşittir kadın özdeşliğini kullanıyorlar. Bir kısmı kızkardeşlik çemberleri<br />
kurup aya tapıyorlar. Bunlar bireylerin gündelik pratiklerini<br />
ve ilişkilerini farklı kapılara doğru açma çabalarını içeriyor.<br />
Bunları mistik diye de bir tarafa atmamak lazım, aydınlanmacı,<br />
akıl merkezli mantığa karşıt olduklarını da görmek lazım. Başka<br />
iletişim ve algı yolları vardır, insan toprak ve suyla farklı şekillerde<br />
iletişim kurabilir şeklinde de okunabilirler ama büyü yoluyla<br />
devrim yapmak gibi noktalara vardıklarında belki biraz şüpheyle<br />
yaklaşılabilir. (Gülüşmeler) Kaldı ki bu tür eko-feminist akımların<br />
doğayla kadını özdeşleştiren erkek egemen, aydınlanmacı<br />
mantığı tersinden yeniden kurduklarını söyleyen ve buna itiraz<br />
eden feministler de var.<br />
Eko-<strong>feminizm</strong>’in başından beri yaptığı en önemli şey küçük<br />
örgütlenmeler kurarak, kamusal ve bürokratik yapılardan kaçınmaktır.<br />
İlişkilerin birebir ve samimi kurulduğu, insani ilişkilerin<br />
hakim olduğu, sendika ya da parti dışında örgütlenme arayışları<br />
vardır. Bu arayış da mücadele ortaklığının ötesinde hayat ortaklığını<br />
yakalayabilme çabasıdır.<br />
Eko-<strong>feminizm</strong> kavramını ilk kez 1974 yılında, Komünist<br />
Parti üyesi Fransız eşcinsel bir kadın olan Françoise d’Eaubonne<br />
Feminizm ya da Ölüm adlı kitabında kullanıyor. Daha sonra, az<br />
önce söylediğim gibi mistizim, Avrupa merkezli olma gibi eleştirilerle<br />
dört farklı kola ayrılıyor.<br />
Marksist hareketle ayrıştıkları önemli noktalar var. Bir tanesi<br />
değer sorunu. Marksizm’in emek-değer teorisine göre doğaya ve<br />
insana değer katan insan emeğidir. Eko-feministler ise doğa ve insanın<br />
kendi başına da değerli olduğunu savunur. “Değer” lafı başlı<br />
başına bir sorun. Kimin değeri? Ne için değerli?<br />
Hatice: O değerin ölçüsü ne?<br />
Kızılca: Kesinlikle.<br />
Ayşe: Bunu konuşurken sınıfsal ayrımların yanında endüstrileşmeye<br />
de değinmemiz gerekmiyor mu? Feministlerin sınıf ve ırk<br />
ilişkileriyle başından beri bu kadar ilişkiliyken ekoloji hareketine<br />
yabancı kalmalarının sebebi endüstrileşmeyi göz ardı etmeleriyle<br />
ilgili olabilir mi? Ekoloji meselesi sadece kırda yaşayan insanlarla<br />
alakalı değil, bugün içinde yaşadığımız bu saçma kozmopolit şehirlerde<br />
bize dayatılan endüstrileşmenin getirdiği bir sürü büyüme<br />
ve buna bağlı olarak da ilişkilerde yabancılaşma sorunu var.<br />
Yani sınıf ilişkisinin yanına endüstrileşmeyi de koymak gerekiyor.<br />
Hatta kalkınmadan da ziyade aslında endüstrileşmeyi konuşmalıyız<br />
çünkü bu Türkiye’de ekoloji açısından da pek konuşulan<br />
bir alan değil. Belki de Türkiye’deki ekoloji hareketi daha ziyade<br />
doğayı yücelten mistik damardan (buna doğa oryantalizmi de diyebiliriz),<br />
besleniyor ama bence asıl sorun kentteki insanları ne<br />
yapacağız? Bu şehirde on beş milyon insan yaşıyor. Buradaki ekolojik<br />
dönüşümü nasıl sorunsallaştıracağız?<br />
Kızılca: Aslında Radikal Ekoloji büyük kentlerin olmaması gerektiğini<br />
savunur.<br />
Ayşe: Mevcut durumdan yola çıkarak nasıl olacak peki? Sonuçta<br />
şu anda büyük şehirler var.<br />
Kızılca: Ekoloji mücadelesinin kentlerde daha çok tüketim ilişkilerini<br />
dönüştürmeye yönelik bir pratiği var.<br />
Ayşe: Aslında bunu biraz da feministlerin sınıfı görüp, araçları<br />
görmemesini eleştirmek için söyledim.<br />
Kızılca: Türkiye’deki ekoloji hareketi çok fazla tepki üzerinden<br />
yürüyor. Bir yerde kötü bir şey oluyor, hepimiz kalkıp oraya gidiyoruz.<br />
O zaman tabii ki de şu anda en çok talan kırsalda olduğu<br />
için kırsala gidiyoruz. Ama böyle bir tavırla gittiğin zaman çok<br />
kötü şeyler oluyor.<br />
Ayşe: Öğreten oluyorsun.<br />
Kızılca: Aynen. Bir de bunun üzerine <strong>feminizm</strong>i ekleyin. Kentten<br />
gelip hem doğayla ilişkini nasıl kuracağını öğretiyorum, hem de<br />
kadın olarak nasıl yaşaman gerektiğini öğretiyorum. Kadın “Bir<br />
git ya,” der. Ama mesela Nijerya’da, Hindistan’da kırsaldaki kadınlar<br />
kendileri örgütleniyor, çok önemli kadın ortaklıkları, sulama<br />
birlikleri var ve bunlar da kendilerine eko-feminist diyorlar.<br />
Kendileri zaten eko-feminist, birileri kentten gelip onlara anlatmıyor.<br />
Kentlerde kadınların üretim ve etkinlik alanları çok dar, oysa<br />
kırsalda kadın çok daha geniş bir alanda yaşayabiliyor ve bunun da<br />
bilincinde. O yüzden ekoloji mücadelesinde hep en önde savaşan<br />
kadınlar; ölümüne gidiyorlar. Erkekler kırsalda yaşasalar bile kadınlara<br />
göre kentle daha çok ilişki içindeler.<br />
Ekoloji ve <strong>feminizm</strong>in ortaklaşmasını belki 17. yüzyıldan çok<br />
daha öncelere de götürebiliriz. Örneğin Kuzey Mezopotamya’da<br />
M.Ö. 6000’lerde yapılmış, “Halaf kültürü”ne ait hiçbir bölmesi ol-<br />
198 199