Göçün 50. Yılında Avrupa'da Din Hizmetleri-2 - Diyanet İşleri ...
Göçün 50. Yılında Avrupa'da Din Hizmetleri-2 - Diyanet İşleri ...
Göçün 50. Yılında Avrupa'da Din Hizmetleri-2 - Diyanet İşleri ...
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
<strong>Göçün</strong><br />
<strong>50.</strong> <strong>Yılında</strong><br />
Avrupa’da<br />
<strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong>-2<br />
ARALIK 2011 • SAYI 152
Aralık 2011 - Sayı 152<br />
<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanlığı Adına<br />
Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni<br />
Dr. Yüksel SALMAN<br />
Sorumlu Yazı <strong>İşleri</strong> Müdürü<br />
Dr. Faruk GÖRGÜLÜ<br />
Mali İşler ve Dağıtım Sorumlusu<br />
Mustafa BAYRAKTAR (Dön. Ser. İşl. Müd.)<br />
Yayın Koordinatörü<br />
Sedat MEMİŞ<br />
Tashih<br />
Sedat MEMİŞ - Said ŞAN<br />
Haber ve Fotoğraf<br />
Ahmet ARSLAN - Burhan ÇİMEN<br />
Arşiv<br />
Ali Duran DEMİRCİOĞLU<br />
Dizgi<br />
Latif KÖSE<br />
Abone <strong>İşleri</strong><br />
Tel: (0312) 295 71 96-97 Fax: (0312) 285 18 54<br />
e-mail: dosim@diyanet.gov.tr<br />
Yurt Dışı Yıllık Abone Şartları<br />
A.B. Ülkeleri 24 Euro, İsveç, Danimarka 200 Kron,<br />
İsviçre 36 Frank. Diğer ülkeler için Euro esas<br />
alınacaktır. Abone kaydı için, ücretin Döner Sermaye<br />
İşletme Müdürlüğünün T.C. Ziraat Bankası Ankara-<br />
Akay Şubesindeki TR 84 000 1000 7600 5994<br />
308-5001 Nolu hesabına yatırılması ve makbuzun<br />
fotokopisi ile aboneliğin hangi sayıdan başlayacağını<br />
bildirir bir dilekçe, mektup, yazı, faks veya e-postanın<br />
“<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanlığı Döner Sermaye İşletme<br />
Müdürlüğü Üniversiteler Mahallesi Dumlupınar<br />
Bulvarı No:147/A 06800Çankaya/ANKARA” adresine<br />
gönderilmesi gerekir.<br />
Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın<br />
<strong>Diyanet</strong> Avrupa Aylık Dergi (Türkçe)<br />
Temsilcilikler<br />
Yurt dışı: <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Müşavirlikleri,<br />
<strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşelikleri<br />
Yönetim Merkezi<br />
<strong>Din</strong>i Yayınlar Genel Müdürlüğü<br />
Üniversiteler Mahallesi Dumlupınar Bulvarı<br />
No:147/A 06800 Çankaya/ANKARA<br />
Tel: (0312) 295 73 06 Fax: (0312) 284 72 88<br />
e-mail: diniyayinlar@diyanet.gov.tr<br />
avrupahaber@diyanet.gov.tr<br />
Dergide yayımlanacak yazılarda düzeltme<br />
ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel<br />
sorumluluğu, yazarlarına aittir.<br />
Grafı̇ k-Baskı<br />
SONSÖZ Gazetecilik Matbaacılık<br />
Reklamcılık İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti.<br />
İvedik O.S.B. Matbaacılar Sitesi 35. Cadde<br />
No: 56-58 Yenimahalle/ANKARA<br />
Tel: (0312) 394 57 71 Fax: (0312) 394 57 74<br />
Basım Yeri: ANKARA<br />
Basım Tarihi: 23.12.2011<br />
ISSN: 1302-3225<br />
<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanlığı olarak, yurtdışındaki vatandaş ve<br />
soydaşlarımıza din hizmeti sunmayı, onların birlik ve beraberlik<br />
içerisinde, yaşadıkları toplumla uyumlu ve öz kimliklerini<br />
koruyarak var olma mücadelelerinde yanlarında olmayı hizmet<br />
felsefemizin temel taşlarından biri olarak kabul ettik. Süreli<br />
yayın hizmetlerimizle başta Avrupa olmak üzere dünyanın çeşitli<br />
ülkelerinde yaşayan kardeşlerimize yönelik, 15 Nisan 1999 yılından<br />
itibaren <strong>Diyanet</strong> Avrupa Dergimizi yayınlamaya başladık. 12 yıl<br />
boyunca yayın faaliyetimizi aşk ve şevkle sürdürdük. Yurtdışındaki<br />
kardeşlerimizin dertlerine ortak olmayı önemsedik, seslerini<br />
duyurmaya ve zor şartlar altında yaptıkları örnek hizmetleri,<br />
cemiyet toplantılarını sosyal ve kültürel aktivitelerini tanıtıp teşvik<br />
etmek için dergimizde bunları haber konusu yaptık. Dergimiz<br />
yurtdışındaki vatandaş ve soydaşlarımızın sesi oldu. Ülkemizle<br />
gönül coğrafyamız arasında köprü oldu.<br />
Soydaşlarımızın ilgi duydukları, sorun olarak gördükleri dinî<br />
hususlarda bilim insanlarına danıştık, onların çözüm odaklı,<br />
değerli yazılarını yayınladık. “Güçlü aile, güçlü toplum”dur<br />
anlayışından yola çıkararak, aile içi iletişim ve aile sorunlarını ele<br />
aldık. Tarihî ve kültürel değerlerimizi konu edinen yazılara ağırlık<br />
verdik. Başkanlığımızın bu ülkelere yönelik sunduğu dinî ve hayrî<br />
hizmetleri tanıttık. Yayına başladığı günden itibaren içerik ve<br />
görsellik açısından sürekli kendimizi yenilemeye çalıştık.<br />
2005 yılında Dergimizin tasarım ve içeriğinde köklü değişiklikler<br />
yaptık ve gündemli olarak çıkarmaya başladık. Bize gelen talepler<br />
ve dünyada meydana gelen değişimler doğrultusunda, gündem<br />
konularını yurtdışı ağırlıklı olarak hazırladık. 2007 yılından itibaren<br />
dergimizi üç ayda bir verdiğimiz ekler ile zenginleştirdik. 2008<br />
yılından itibaren gündem konumuzu ülkeler başlığı altında gönül<br />
coğrafyamızdan seçtik. Avrupa ülkeleri, Amerika Birleşik Devletleri,<br />
Balkan Ülkeleri, Rusya Federasyonu, Türk Cumhuriyetleri, Haiti,<br />
Kıbrıs, Afrika ve Kıbrıs’ta dinî hayat ve Müslümanların durumunu,<br />
problemlerini ve inşa etikleri cami ve kültür merkezlerini, sosyokültürel<br />
dünyalarını bütün dünyaya tanıtmayı amaçladık.<br />
Son zamanlarda vatandaş ve soydaşlarımızdan aile sorunlarına<br />
ilişkin yazılara dergilerimizde daha fazla yer verilmesi ile ilgili<br />
talepler aldık. Bizler de bu talep doğrultusunda, dinî ve kültürel<br />
değerlerimizin yeni kuşaklara aktarılmasında vazgeçilmez bir önemi<br />
haiz olan aile konusunda yazıları artırmak yerine, <strong>Diyanet</strong> Avrupa<br />
Dergimizin yerine <strong>Diyanet</strong> Aile Dergisi adıyla yolumuza devam<br />
etmeyi uygun bulduk.<br />
Günümüzde birçok bireysel ve toplumsal sorunun altında ailenin<br />
ihmal edilmesi yatmaktadır. Özellikle şiddet, madde bağımlılığı,<br />
yaşlıların ihmali, çocukların eğitimsizliği, kültürel yabancılaşma<br />
ve yozlaşmanın altında aile kurumunun zayıfl aması/ zayıfl atılması<br />
yatmaktadır. Kabul etmeliyiz ki, bu sorunlar küresel ölçekte bir<br />
sorun alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />
2012 yılından itibaren yurt içi ve yurtdışına hitap edecek<br />
“<strong>Diyanet</strong> Aile” Dergimizin siz değerli okuyucularımızın katkılarıyla<br />
gelişeceğini, güçleneceğini, yeni okurlar kazanacağını ve<br />
yuvalarımızı ferahlatacağını düşünmekteyiz. Yeni yılda yeni<br />
dergimizde buluşmak ümidiyle….<br />
Aralık 2011 - 152 1
2<br />
1 EDİTÖRDEN<br />
Dr. Yüksel Salman<br />
4 BAŞYAZI<br />
Prof. Dr. Mehmet Görmez<br />
Aralık 2011 - 152<br />
içindekiler<br />
5 GÜNDEM<br />
<strong>Göçün</strong> <strong>50.</strong> <strong>Yılında</strong> Almanya’daki Türkler<br />
Dr. M. Fevzi Hamurcu<br />
10<br />
12<br />
16<br />
19<br />
22<br />
26<br />
50 Yılda Yaşadığımız Bazı Değişimler<br />
Dr. Yaşar Seracattin Baytar<br />
Hollanda’da Cami Dernekleri ve Kadınlar<br />
Dr. Zekiye Demir<br />
<strong>Göçün</strong> <strong>50.</strong> <strong>Yılında</strong> Avusturya’da <strong>Din</strong> ve <strong>Diyanet</strong><br />
Dr. Sabri Çap<br />
Camisiz Köy, İmamsız Cami Kalmasın<br />
Mustafa Kılıç<br />
İstanköy (Kos)’de Hoş Bir Sadâ<br />
Yunus Keleş<br />
Bir Gurbetçi ile Söyleşi...<br />
İmam Hüseyin Yaşar<br />
29 DİN-DÜŞÜNCE-YORUM<br />
Emanete Ehil Olmak ve Emaneti Ehline Vermek<br />
Mustafa Güney<br />
33<br />
Geçmişle Gelecek Arasında Yerimiz<br />
Mukadder Arif Yüksel
5<br />
<strong>Göçün</strong> <strong>Göçün</strong><br />
<strong>50.</strong> <strong>50.</strong> <strong>Yılında</strong> <strong>Yılında</strong><br />
Avrupa’da Avrupa’da<br />
<strong>Din</strong> <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong>-2<br />
<strong>Hizmetleri</strong>-2<br />
29<br />
DİN VE SOSYAL HAYAT<br />
Yurt Dışında Cami ve İmamın Önemi<br />
Dr. Mustafa Canlı<br />
Aralık 2011 - 152<br />
36<br />
Peygamber Efendimiz’den Ebû Zer el-Gıfâri’ye Dört Tavsiye<br />
Dr. M. Selim Arık 39<br />
ARALIK 2011 • SAYI 152<br />
36 42 45<br />
TARİH - KÜLTÜR - SANAT<br />
Kur’an Âşığı, Kur’an Şairi Mehmet Akif<br />
Mehmet Nezir<br />
ŞEHİR ve İNSAN<br />
Sevginin, Barışın Evrensel Sesi<br />
Mevlâna Celaleddin-i Rumî<br />
Mustafa Özçelik<br />
PORTRE<br />
Müminlerin Annesi<br />
Hz. Meymûne (R.ah.)<br />
Doç. Dr. Adem Apak<br />
BİR AYET BİR YORUM<br />
Akıllı ve Hikmetli İnsan<br />
Doç. Dr. İsmail Karagöz<br />
42<br />
45<br />
48<br />
51<br />
HABERLER 55<br />
BULMACA<br />
Ali Duran Demircioğlu 64<br />
3
4<br />
başyazı<br />
Prof. Dr. Mehmet Görmez<br />
<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanı<br />
Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla<br />
Muharrem ayı, Rasul-i<br />
Ekrem (s.a.s.)’in “Allah’ın<br />
ayı” olarak nitelendirdiği bir<br />
aydır. Rahmet Peygamberi’nin<br />
Mekke’den Medine’ye hicreti<br />
esas alınarak Hz. Ömer (r.a.)<br />
zamanında tarih başı olarak<br />
kabul edilmiştir. Hicret,<br />
içerdiği anlamlar açısından<br />
Müslümanlar için bir milattır.<br />
Her yıl Muharrem’in 10’uncu<br />
günü geldiğinde kalbinde<br />
iman taşıyan her kardeşimizi<br />
bir acı, bir hüzün ve bir<br />
keder kaplar. Zira Hicrî 61.<br />
yılın 10 Muharremi, Sevgili<br />
Peygamberimizin “Benim<br />
dünyadaki çiçeğim, reyhanım”<br />
dediği, “cennet gençlerinin<br />
efendisi” olarak tavsif ettiği,<br />
Hz. Aliyyü’l-Murtaza’nın,<br />
Hz. Fatımatu’z-Zehra’nın<br />
ciğerparesi, Hz. Hüseyin<br />
Efendimizin ve pek çoğu<br />
Ehl-i Beyt’ten olan 70 kişinin<br />
Kerbela çölünde şehadete<br />
ulaştıkları tarihtir.<br />
Yürekleri dilhûn eden bu acı,<br />
dünyanın dört bir yanında,<br />
mezhebi, meşrebi, kültürü,<br />
coğrafyası ne olursa olsun,<br />
Rasul-i Ekrem’e, ashâbına ve<br />
Ehl-i Beyt-i Mustafa’ya zerre<br />
kadar muhabbet besleyen<br />
her müminin ortak acısı ve<br />
ortak elemidir. Neredeyse<br />
Aralık 2011 - 152<br />
her evde bir Hasan, bir Hüseyin, bir Fatıma, bir Cafer, bir<br />
Zeynelabidin bulunduran bu topraklarda, bu acıyı yüreklerinin<br />
tâ derinliklerinde hissetmeyen hiç bir mümin yoktur.<br />
Kerbela’da acımasızca şehit edilen Hz. Hüseyin ve arkadaşları,<br />
bu hadisedeki asil duruşu ve haksızlıklar karşısındaki onurlu<br />
mücadelesi ile bütün müminlerin gönüllerinde taht kurmuş,<br />
ona ve yakınlarına bu zulmü reva görenler ise Müslümanların<br />
ortak vicdanında mahkûm edilmiştir.<br />
Kerbela’nın acısını hissetmek ve hüznünü yaşamak elbette<br />
önemlidir. Kerbela şehitleri için gözyaşı dökmek elbette<br />
takdire şayandır. Ancak Kerbela’nın acısını ve kederini<br />
yüreklerinde hisseden Müslümanlar olarak bugün bize<br />
düşen görev, Kerbela’yı doğru okumak ve doğru anlamaktır.<br />
Kerbela’nın kerbu belasını bugüne taşımak, Kerbela’yı<br />
anlamak değildir. Onu tarihte yaşanmış bir kıssaya, tarihsel<br />
bir hadiseye, bir mitolojiye dönüştürmeye de hakkımız yoktur.<br />
Bilakis ondan dersler ve ibretler çıkarmaya ihtiyacımız vardır:<br />
Biz Müslümanlar için bu hadisenin en acı yönü, Sevgili<br />
Peygamberimizin ahlakî öğretisine tanık olanların henüz<br />
hayatta yaşıyor olduğu bir dönemde cereyan etmesidir.<br />
Hz. İmam Hüseyin’in ve arkadaşlarının, uğruna canlarını<br />
verdikleri yolu bilmeden, kendilerini feda ettikleri yüce<br />
değerleri anlamadan, idrak edip yaşamadan Kerbela’yı<br />
anlamak mümkün değildir. Kerbela’da can verenlerin yolu,<br />
canlarını uğruna feda ettikleri Hz. Muhammed Mustafa’nın,<br />
Hz. Aliyyü’l-Murtaza’nın, Hz. Fatımatü’z-Zehra’nın yolundan<br />
başkası değildir.<br />
Kerbela’yı anlamak, Kerbela’yı yaşamak, hakka, hakikate,<br />
hürriyete, adalete, ahlaka, erdeme, fazilete, izzete, onura,<br />
şerefe sevdalı olmak demektir. Kerbela’yı doğru anlamak için<br />
bize düşen vazifelerden biri de Kerbela’dan bir ayrılık-gayrılık<br />
değil bir birlik-beraberlik dersi çıkarmaktır. Bir sevgi, bir<br />
muhabbet devşirmektir.<br />
Tıpkı Muharrem’de pişirilmesi geleneksel hale gelen aşura<br />
aşı gibi. Milletimiz, asırlardır sürdürdüğü bu gelenekle bugün<br />
de; “farklılıkların ahenk içindeki ortak tada katkı sağlamaları”,<br />
“birlik” ve “sevgi” gibi kültürümüzün özünde hep var olan<br />
güzellikleri devam ettirme bilinci ile birbirinden farklı tatları<br />
aynı kazanda kaynatıp, aşura aşı yapmaya ve muhabbeti<br />
paylaşmaya devam etmektedir.<br />
Bu duygu ve düşüncelerle, hicri yılbaşınızı tebrik ediyor, başta<br />
şehitlerin efendisi İmam Hz. Hüseyin ve Kerbela şehitleri<br />
olmak üzere bütün şehitlerimizi rahmetle anıyor, onların<br />
İmam Zeynelabidin ile süren aziz hatırasını yad ediyor;<br />
asırlardan beri Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisi etrafında<br />
kenetlenen milletimizin barış, huzur, güven, karşılıklı sevgi ve<br />
saygı içerisinde yaşamaya devam etmesini Cenab-ı Mevla’dan<br />
niyaz ediyorum.
gündem<br />
<strong>Göçün</strong><br />
<strong>50.</strong> <strong>Yılında</strong><br />
Almanya’daki<br />
Türkler<br />
Dr. M. Fevzi Hamurcu<br />
Yurt Dışı Türkler Daire Başkanı<br />
Yarım asır önce Türkiye’den Avrupa’ya doğru başlayan<br />
göçün başlıca sebebi ekonomikti. İlk yıllarda ev sahibi<br />
ülkeler, gerekli işgücü açığını kapattıklarında misafi r işçileri<br />
ülkelerine geri yollamayı düşünüyorlardı. Gidenlerin<br />
de niyeti birkaç sene sonra memlekete dönmekti. Ancak<br />
memleketteki hesap Avrupa’daki hesaba uymamıştı.<br />
1-2 Kasım 2011 tarihlerinde<br />
Almanya’nın başkenti Berlin’de<br />
bir sempozyum gerçekleştirildi.<br />
Yeni kurulan T.C. Başbakanlık<br />
Yurt dışı ve Akraba Topluluklar<br />
Başkanlığı tarafından organize<br />
edilen sempozyuma yurt içinden<br />
ve yurt dışından çok sayıda<br />
bürokrat, akademisyen, bilim<br />
insanı, sivil toplum kurumlarının<br />
temsilcileri ve vatandaşlar ile<br />
Türk ve Alman parlamenterler<br />
ve siyasetçiler katıldı. Yazımızda<br />
çok geniş katılımlı bu sempoz-<br />
yumun kısa bir özetini sunmaya<br />
çalışacağım.<br />
Sempozyum 1 Kasım 2011 Salı<br />
günü saat 10.00’da yarım asırlık<br />
göç hikâyesinin başladığı günlerin<br />
hatırlandığı kısa bir fi lm<br />
gösterisi ile başladı ve ardından<br />
açılış konuşmalarına geçildi.<br />
Berlin Büyükelçisi Ahmet Acet ve<br />
Yurt Dışı ve Akraba Topluluklar<br />
Başkanı Kemal Yurtnaç’ın açılış<br />
konuşmalarının ardından Almanya<br />
Federal Cumhuriyeti Göç,<br />
Mülteciler ve Uyumdan Sorumlu<br />
Aralık 2011 - 152 5
6<br />
Devlet Bakanı Prof. Dr. Maria<br />
Böhmer konuklara hitap etti.<br />
Başbakan Yardımcımız Bekir<br />
Bozdağ’ın konuşmalarının ardından<br />
“Fotoğrafl arla Türk Göçü”<br />
Sergisi gezildi.<br />
Sempozyumun birinci günündeki<br />
oturumlarda sırasıyla aşağıdaki<br />
konular ayrıntılı bir şekilde ele<br />
alındı ve tartışıldı:<br />
Entegrasyonu Yeniden Entegre<br />
Etmek: Kavramlar, Teoriler, Paradigmalar<br />
Göçmenlikten Yurttaşlığa Geçiş<br />
Göçmenin Yanındaki Aktör: Sivil<br />
Toplum Kuruluşları<br />
Çok Kültürlülük Üzerine Yeniden<br />
Düşünmek<br />
Ortak Alanı İnşa Etmenin Anahtarı:<br />
Siyasal Katılım<br />
Bu oturumların ardından Başbakanımız<br />
Recep Tayyip Erdoğan,<br />
sempozyum için gelen katılımcılara<br />
ve bini aşkın Türk ve Alman<br />
davetlilere bir yemek verdi. 2<br />
Kasım Çarşamba günü yapılan<br />
oturumlarda ise aşağıdaki konular<br />
ele alınıp tartışıldı:<br />
Siyaset ve Göç<br />
Aralık 2011 - 152<br />
Almanya’da İslam Tartışmaları:<br />
Alman İslam Konferansı ve İslamofobi<br />
Haklar ve Eşit Katılım<br />
Sosyal Sorunlar ve Nedenleri<br />
<strong>Din</strong>î Çoğulculuk ve Bir Arada<br />
Yaşama<br />
Eğitim Sisteminde Fırsat Eşitliği<br />
ve Çok Kültürlülük<br />
Medyada Göç ve Göçmen Algısı<br />
İş Hayatında Yeni Yönelimler<br />
Alman Bakan Maria Böhmer,<br />
sempozyumun kapanış akşamın-<br />
da katılımcılara bir resepsiyon<br />
verdi.<br />
İki gün süren etkinlikte ele alınan<br />
ve tartışılan konular ve dile<br />
getirilen görüşler çerçevesinde<br />
göçün başladığı ilk günlerden<br />
günümüze kadar geçirdiği süreçten<br />
söz etmek istiyorum.<br />
<strong>Göçün</strong> Başlangıcı<br />
Batı Avrupa ülkeleri II. Dünya<br />
Savaşı’ndan sonra sanayide<br />
büyük bir ilerleme kaydetmiş<br />
ve bunun neticesinde oluşan<br />
işgücü açığını kapatmak için<br />
misafi r işçilere ihtiyaç duymuşlardı.<br />
Bu çerçevede 1961 yılında<br />
Türkiye ile Almanya arasında bir<br />
işgücü anlaşması imzalandı. Bu<br />
anlaşmayla her iki ülke arasında<br />
ve ikili ilişkilerde yeni bir sayfa<br />
açılmış oldu.<br />
2011 yılında bu anlaşmanın üzerinden<br />
tam 50 yıl geçmiş oldu.<br />
Türkiye, Almanya’nın ardından<br />
1964 yılında Avusturya, Belçika<br />
ve Hollanda ile ve 1965 yılında<br />
Fransa de işgücü anlaşmaları<br />
imzalamıştı.<br />
Yarım asır önce Türkiye’den<br />
Avrupa’ya doğru başlayan<br />
göçün başlıca sebebi ekonomikti.<br />
İlk yıllarda ev sahibi<br />
ülkeler, gerekli işgücü açığını
kapattıklarında misafi r işçileri<br />
ülkelerine geri yollamayı düşünüyorlardı.<br />
Gidenlerin de niyeti<br />
birkaç sene sonra memlekete<br />
dönmekti. Ancak memleketteki<br />
hesap Avrupa’daki hesaba<br />
uymamıştı.1970’li yılların başında<br />
Türk göçmenler Batı Avrupa<br />
ülkelerinde misafi r olmaktan<br />
çıkıp kalıcı olmaya başladılar.<br />
1974 yılındaki petrol krizinin yol<br />
açtığı ekonomik durgunluk döneminde<br />
Avrupa ülkeleri, işgücü<br />
göçünü durdurup mevcutları da<br />
kendi ülkelerine geri göndermeyi<br />
veya ev sahibi topluma<br />
entegre etmek için aileleriyle<br />
birleştirmeyi kararlaştırdılar ki<br />
bu durum, Türkiye’den giden<br />
vatandaşlarımızın Avrupa’da<br />
kalıcı olmalarının önemli sebeplerinden<br />
birisi oldu.<br />
Misafi rlikten Kalıcı<br />
Olmaya Geçiş<br />
50 yıllık göç tarihinin ilk yıllarında<br />
büyük bölümü erkeklerden<br />
oluşan, neredeyse tamamı işçi<br />
olan Türk toplumu, aradan<br />
geçen sürede ciddi bir yapısal<br />
değişiklik geçirmiştir. Aile birleşimleri<br />
sayesinde kadın ve<br />
çocukların sayısı artmış, farklı<br />
alanlarda meslek sahibi olmuşlar,<br />
ev sahibi ülkelerin sosyal,<br />
kültürel, ekonomik ve siyasal<br />
hayatına girerek daha görünür<br />
olmaya başlamışlardır.<br />
Bugün Almanya’da yaşayan<br />
yaklaşık 3 milyon Türk nüfusu,<br />
bazı Avrupa Birliği ülkelerin nüfusundan<br />
çok daha fazladır ve<br />
bu nüfusun yaklaşık 1 milyonu<br />
Alman vatandaşıdır. Hollanda’da<br />
yaşayan 400 bin Türk’ün 300<br />
bine yakını Hollanda vatandaşı,<br />
Fransa’daki 400 bin ve Avusturya’daki<br />
250 bin Türk’ün yarısı o<br />
ülkelerin vatandaşıdır.<br />
Avrupa’da bugün 140 bin civarında<br />
olan Türk işletmeleri<br />
yaklaşık 650 bin kişiye istihdam<br />
sağlamakta ve bu işletmelerin<br />
yıllık toplam cirosu 50 milyar<br />
Avro’yu aşmaktadır. Son ista-<br />
Köln Camii<br />
tistiklere göre, Batı Avrupa’daki<br />
Türklerin tüketim harcamaları<br />
22,7 milyar Avro’dur.<br />
Yerleşik Hayata<br />
Geçmenin Sancıları<br />
Göç edilen yere uyum sağlama,<br />
göçmenlerin karşılaştığı sorunların<br />
başında gelmektedir. Farklı<br />
sosyo-kültürel hayata alışmak<br />
ve uyum sağlamak gerçekten de<br />
zordur. Avrupa’ya göç eden vatandaşlarımız<br />
sebebiyle ev sahibi<br />
ülkelerin sosyal ve demografi k<br />
yapısındaki heterojenlik artmış,<br />
çok kültürlü bir toplumsal yapı<br />
oluşmaya başlamış ancak onlar<br />
da bu değişimin getirdiği sorunlardan<br />
ve sıkıntılardan fazlaca<br />
nasiplerini almışlardır.<br />
Kültürel dokunun ve sosyal hayatın<br />
unsurlarının bir bütünlük<br />
içinde birbirine bağlanması uzun<br />
bir süreçtir ve hem ev sahibi<br />
toplumun hem de misafi r kültürün<br />
bilinçli çabalarına ihtiyaç<br />
duyar. Bunlardan birinin eksikliği<br />
veya isteksizliği, süreci gecik-<br />
Aralık 2011 - 152 7
8<br />
tireceği gibi imkânsız hâle de<br />
getirebilir. Aslında sosyo-kültürel<br />
alanda bütünleşmenin sağlanması<br />
ve uyumun gerçekleştirilmesi,<br />
hem o ülkeye zenginlik<br />
getirir hem de uluslararası barışa<br />
ve hoşgörüye hatırı sayılır bir<br />
katkı sağlayabilir.<br />
Uyum ya da diğer bir ifadeyle<br />
entegrasyon, aslında sadece<br />
göçmenleri ilgilendiren bir husus<br />
olmayıp aksine ev sahibi<br />
toplumu da en az göçmenler<br />
kadar ilgilendiren bir gerçekliktir.<br />
Ev sahibi toplumun/kültürün,<br />
tüm kurum ve kuruluşlarıyla<br />
göçmenleri bu sürece katması,<br />
sabır ve hoşgörü göstermesi,<br />
dışlamayan ve ötekileştirmeyen<br />
bir dil kullanması ve empati<br />
kurması beklenir. Yani kısacası<br />
onlara dayatarak değil, onlarla<br />
birlikte bu süreci yürütmesi ve<br />
yönetmesi beklenir. Almanya<br />
başta olmak üzere Batı Avrupa<br />
ülkelerinde Avrupalı Türklerin<br />
çok çeşitli sorunlar yaşamasında<br />
Aralık 2011 - 152<br />
bu hususların göz ardı edilmesinin<br />
payı büyük olmuştur.<br />
Gelinen bu noktada uyum/entegrasyon(!)<br />
çabaları çoğu zaman<br />
uyumsuzlukları ve sıkıntıları<br />
getirmişse, ev sahibi kültürün<br />
kendisini yeniden değerlendirmesi<br />
yararlı olacaktır. Objektif bir<br />
özeleştiri yaptıklarında belki de,<br />
yıllardır entegrasyon yapmaya<br />
çalışırken göçmen toplumu asimile<br />
ederek kimliksizleştirmeye<br />
ve kişiliksizleştirmeye çalıştıklarını<br />
bir nebze anlayabilecektir. Ve<br />
bunu başardıklarında Avrupalı<br />
Türkleri yutulması ve sindirilmesi<br />
gereken sorunlu bir kitle olarak<br />
görmek yerine, onların potansiyellerine<br />
ve ürettiği değerlere<br />
saygı ve takdirle bakabilecek ve<br />
onları kendi toplumuna zenginlik<br />
katan unsurlar olarak görebilecektir.<br />
Bu sürecin başarıyla<br />
gerçekleşebilmesi için ev sahibi<br />
ülkelere görev düştüğü gibi<br />
misafi rlere de karşılıklı görevler<br />
düştüğü göz ardı edilmemelidir.<br />
Duisburg Pollman Camii<br />
Avrupalı Türkler Nasıl Bir<br />
Avrupa’da<br />
Avrupalı Türklerin, uyum ya da<br />
uyumsuzluk sorunlarından başka<br />
sıkıntıları da bulunmaktadır.<br />
Yabancı düşmanlığının, dışlanmanın<br />
ve ötekileştirilmenin de<br />
etkisiyle işsizlik öncelikli bir sorundur.<br />
2005 yılında Almanya’da<br />
yapılan bir araştırmada en<br />
büyük sorun olarak Türklerin<br />
%32’si işsizliği göstermiştir.<br />
%13.8 oranıyla dil sorunu ikinci<br />
sırayı almaktadır. Bu sorun<br />
yetişkinlerin iş bulmalarından<br />
çocukların eğitimine, vatandaşlarımızın<br />
içinde yaşadıkları<br />
topluma uyumundan Türkiye ile<br />
ilişkilerine pek çok alanda karşımıza<br />
çıkan önemli bir sorundur.<br />
Bu sorun yaşanılan ülkenin<br />
dilini öğrenmekte olduğu kadar,<br />
üçüncü ve dördüncü neslin<br />
Türkçeyi öğrenme ve yetkin<br />
kullanma konusunda problem<br />
olmaya devam etmektedir.<br />
Gittikçe küçülen küresel köyde
Türk çocuklarının ve gençlerinin<br />
başarılı olabilmeleri, her iki dilde<br />
de yetkin olmalarına bağlıdır. Bu<br />
yetkinlik, aynı zamanda eğitimde<br />
fırsat eşitliğine ulaşabilmenin<br />
şartlarından biridir.<br />
Anılan araştırmaya göre, önemli<br />
sorunların sıralamasında %10 ile<br />
Almanların ön yargıları üçüncü<br />
sırada, %8 ile yabancı düşmanlığı<br />
dördüncü sırada gelmektedir.<br />
11 Eylül saldırıları, tüm dünyada<br />
olduğu gibi Avrupa’da da<br />
Müslümanlara bakışı daha da<br />
kötüleştirmiş, İslamofobi giderek<br />
derinleşmiştir. Büyük oranda<br />
Müslüman ülkelerden göç alan<br />
Almanya, Fransa, Hollanda ve<br />
Avusturya, İslam’a karşı önyargıların<br />
giderek arttığı ülkeler<br />
olarak temayüz etmektedir.<br />
Medyanın ve bazı politikacıların<br />
sorumsuzca söylem ve eylemleri<br />
ve yanlış uyum politikaları<br />
bu olumsuzlukları daha da artırmaktadır.<br />
Bu duruma bir de<br />
Türkler hakkındaki yanlış ve ek-<br />
Duisburg Marxloh Camii<br />
sik bilgiler eklendiğinde Avrupalı<br />
Türklerin hayatı oldukça zorlaşmaktadır.<br />
Avrupa’da giderek<br />
ötekileştirilen Müslümanlar ve<br />
Türklerin maruz kaldıkları ayrımcılığın<br />
örnekleri Avrupa Irkçılık<br />
ve Yabancı Düşmanlığını İzleme<br />
Merkezi (EUMC) raporunda bariz<br />
şekilde görülebilir. Diğer sorunların<br />
oranı ise sırasıyla; aile<br />
parçalanması %6.8, çifte vatandaşlık<br />
%5.2, sosyal güvenlik<br />
sorunları %4.6, örgütlenme ve<br />
dayanışma eksikliği %3.4’tür.<br />
Yarım asır önce misafi r olarak<br />
gittikleri ülkelerde artık<br />
ev sahibi konumuna geçen ve<br />
kalıcı olmaya başlayan Avrupalı<br />
Türkler, yarım asırlık geçmişte<br />
sayısız sorunları çözdükleri gibi<br />
bugünkü sıkıntıları aşabileceklerdir.<br />
Sempozyumun gösterdiği<br />
önemli noktalardan birisi de<br />
budur. Daha bilinçlenmiş, daha<br />
organize olmuş ve daha teşkilatlanmış<br />
bir Türk toplumu var artık<br />
Avrupa’da. Sorunları elbette<br />
var ve hayat devam ettikçe hep<br />
olacaktır da. Birinci nesil göçmen<br />
deniyordu ancak sonraki<br />
nesiller için daha çok göçmen<br />
kökenli Avrupalı Türkler deniyor.<br />
Onların, bize ait ve bizden bir<br />
parça oldukları kadar; doğup<br />
büyüdükleri, eğitim gördükleri,<br />
çalıştıkları, seçme ve seçilme<br />
haklarını kullandıkları o ülkelere<br />
ve toplumlara ait oldukları da<br />
unutulmamalıdır. İki gün süren<br />
sempozyumda geleceğe dair<br />
umutların biraz daha güçlendiği<br />
görülmüştür.<br />
Berlin Şehitlik Camii<br />
Aralık 2011 - 152 9
10<br />
Aralık 2011 - 152<br />
gündem<br />
50 Yılda<br />
Yaşadığımız Bazı<br />
Değişimler<br />
Dr. Yaşar Seracattin Baytar<br />
Frankfurt <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi<br />
50 yılda Almanlar, Almanya’yı ikinci vatan edinen Türklerin<br />
kültürünü ve Müslüman Türkü daha yakından tanıma imkânını<br />
buldular. Müslüman Türk milletinin kimliğine damgasını vuran<br />
ahlak, vefa, sadakat, dostluk, dürüstlük, çalışkanlık ve temizlik<br />
gibi değerlerin tanınması, İslam ve Müslüman algısındaki<br />
olumsuz ön yargıların kırılmasına önemli katkılar sağladı.<br />
Türk halkının, 3 Kasım 1961’de<br />
işgücü göçüyle başlayan Almanya<br />
serüveni -dile kolay- <strong>50.</strong><br />
yılına ulaşmış bulunmaktadır. 50<br />
yıl; “yarım asır” uzun bir süredir.<br />
Uzun olduğu için de, birçok şeyi<br />
değiştirmiştir. Değişimin kendini<br />
gösterdiği alanların başında<br />
insanların fi zikleri, bedenleri,<br />
bizzat kendi varlıkları gelmektedir.<br />
Şöyle ki; 60’lı, 70’li yıllarda<br />
25-30 yaşlarında, ömürlerinin<br />
baharında, Almanya’ya göç etmiş<br />
1. kuşak neslin bir çoğu, şu<br />
anda ya vefat etmiş, ya da 70-<br />
80 yaşlarına merdiven dayamış<br />
durumdadırlar.<br />
50 yıl, düşünce dünyasında<br />
da bazı değişikliklerin olmasını<br />
sağlayacak kadar uzun bir süre<br />
olmuştur. Nitekim düğün parasını<br />
biriktirip dönmeyi düşünen<br />
Ahmet Amca’nın, bir traktör ve<br />
bir tarla parası denkleştirip köyüne<br />
dönmeyi düşünen Mehmet<br />
Amca’nın, bir ev alabilmek ya<br />
da bir iş kurabilmek için birikim<br />
yapmak üzere gurbet yollarına<br />
düşmüş Hasan Dayı’nın torunları,
u gün artık Almanya’yı gurbet<br />
olarak görmemekte, dahası burada<br />
eğitim, iş, siyaset ve sanat<br />
dünyasında söz sahibi olabilmenin<br />
planlarını yapmaktadırlar.<br />
50 yılda Almanya’da dinîkurumsal<br />
anlamda da bazı güzel<br />
değişikliklerin meydana geldiğini<br />
gözlemlemek mümkündür. Başlangıçta<br />
cuma-bayram namazlarını<br />
eda etmek üzere kiralanan<br />
kilise salonlarının, fabrika avlularının<br />
yerlerini, bugün mülkiyeti<br />
alınmış, içlerinde eğitimli din<br />
görevlilerinin bulunduğu camiler<br />
almıştır. Bunlardan sadece<br />
DİTİB’e bağlı olanların sayısı,<br />
yaklaşık olarak 900’ü bulmakta<br />
Ingolstadt Kocatepe Camii<br />
Başlangıçta cuma-bayram namazlarını eda etmek üzere<br />
kiralanan kilise salonlarının, fabrika avlularının yerlerini,<br />
bugün mülkiyeti alınmış, içlerinde eğitimli din görevlilerinin<br />
bulunduğu camiler almıştır.<br />
ve toplamda sayıları 2000’e<br />
ulaşmaktadır.<br />
Bu 50 yıl, sadece göçmen Türklere<br />
has değişikliklerin yaşandığı bir<br />
yarım asır olmakla kalmamış, aynı<br />
zamanda ev sahibi kimliğini taşıyan<br />
Almanlarda da bir takım mantalite<br />
değişikliğine yol açmıştır. Bu<br />
yarım asırlık süre, İslam’ın, resmî<br />
ve en üst düzey devlet temsilcilerince<br />
Almanya coğrafyasının bir<br />
gerçeği olarak kabul edilmesinin<br />
de bir süreci olmuştur.<br />
Geçen 50 yılda Almanlar,<br />
Almanya’yı ikinci vatan edinen<br />
Türklerin kültürünü daha yakından<br />
tanıma imkânını buldular.<br />
Milletimizin kimliğine damgasını<br />
vuran ahlak, vefa, sadakat,<br />
dostluk, dürüstlük, çalışkanlık ve<br />
temizlik gibi değerlerin tanınması,<br />
İslam ve Müslüman algısındaki<br />
olumsuz ön yargıların kırılmasına<br />
önemli katkılar sağladı.<br />
Kısaca 50 yıl çok şeyi değiştirdi.<br />
Bu kaçınılmaz değişim sürecinde<br />
başta millî ve manevî değerlerimize<br />
bağlılığımız, aile yapımız,<br />
dilimiz, birlik ve beraberlik anlayışımız,<br />
değişmemesi gerekenler<br />
olarak bilinmelidir.<br />
DİTİB Göttingen Camii<br />
Aralık 2011 - 152 11
12<br />
Aralık 2011 - 152<br />
gündem<br />
Hollanda’da Cami<br />
Dernekleri ve<br />
Kadınlar<br />
Dr. Zekiye Demir<br />
Hollanda’ya, Avrupa Birliği Eğitim Programı kapsamında, bir<br />
haftalık Yetişkin ve Meslek Eğitimi konulu çalışma ziyaretine<br />
katılmak üzere gittim. Hollanda; özgürlüklerin sınırlarının<br />
olabildiğince sınırsız olduğu bir ülke.<br />
Türkiye’den birçok Batı Avrupa ülkesine<br />
olduğu gibi, Hollanda’ya da<br />
çalışmak amacı ile göç 1960’lı yıllarda<br />
başladı. Başlangıçta, misafi rlik<br />
gibi gidip bir süre kaldıktan sonra<br />
dönüleceği düşünülmüştü. Ancak<br />
yıllar geçtikçe misafi r olarak gidilen<br />
ülkelerde yerleşilip kalındı. Bugün<br />
Almanya’dan sonra Avrupa’da<br />
Türk nüfusun en yoğun olduğu yer<br />
Hollanda’dır.<br />
Hollanda’ya, Avrupa Birliği Eğitim<br />
Programı kapsamında, bir haftalık<br />
Yetişkin ve Meslek Eğitimi konulu<br />
çalışma ziyaretine katılmak üzere<br />
gittim. Hollanda; özgürlüklerin<br />
sınırlarının olabildiğince sınırsız<br />
olduğu bir ülke.<br />
Çalışma ziyareti gün boyu yoğun<br />
geçti. Bazı geceler de tartışmak için<br />
toplanıldı. Toplantıdan arta kalan<br />
zamanları ve hafta sonunu Hollanda<br />
<strong>Diyanet</strong> Vakfı’nı, yetkililerini,<br />
görevlilerini, vakfa ait cami dernekleriyle<br />
irtibatlı kadınları ve genç<br />
kızları ziyaret ederek geçirdim.<br />
Türkiye’dekinin aksine, bazı Avrupa<br />
ülkelerinde olduğu gibi Hollanda’da<br />
cami dernekleri sadece namaz kılınan<br />
ibadethanedeğil; aynı zamanda<br />
birçok özel-resmî programların<br />
düzenlendiği toplantı salonunu,<br />
marketi, kahvehanesi, bilardo gibi<br />
oyun salonları, Kur’an, din dersleri,<br />
biçki dikiş, bilgisayar vs. gibi kursların<br />
verildiği derslikleri, çocuklara<br />
okul derslerinde yardımcı olunan<br />
etüt salonları, hatta kuaförü, berberi<br />
ve güzellik salonunuyla bir<br />
kültür merkezidir.
“Şimdiki nesil şanslı” diyor, birinci<br />
kuşak Hollanda’da yaşayan Türkler.<br />
Birinci kuşak, bırakın cuma namazı<br />
kılacak mekâna sahip olmayı, senede<br />
iki defa olan bayram namazı<br />
kılacak yere dahi sahip değillermiş.<br />
Önceleri, gece kulüplerini, kiliseleri<br />
kiralayıp, akşamdan temizleyip<br />
sabah bayram namazı kılarlarmış.<br />
Sonraları bakmışlar Türkiye’ye dönüş<br />
kısa vadede görünmüyor, tekstil<br />
fabrikası, kilise, sinagog, okul,<br />
yeter ki dört duvarı olsun, geri<br />
kalanı onlar halletmişler. Sonuçta<br />
bugünkü camiler ortaya çıkmıştır;<br />
Zaandam Sultan Ahmet, Kocatepe,<br />
Gültepe, Anadolu, Muradiye,<br />
Mevlana, Laleli, Fatih, Yunus Emre,<br />
Ulu cami… Şu an <strong>Diyanet</strong>’le işbirliği<br />
içerisinde hizmet yürüten 141 cami<br />
derneği var Hollanda’da.<br />
Bir hafta içinde yirmiye yakın cami<br />
derneği ile ilgili kadınlar kolu başkanı<br />
veya sorumlusuyla görüştüm.<br />
Bir kısmı cami derneğine bağlı<br />
kadınlar kolu kurmuşlar, bir kısmı<br />
bağımsız kadın dernekleri. Bir kısmı<br />
da ayrı bir kadın kolu faaliyeti<br />
yerine cami derneği yönetiminde<br />
yer alarak faaliyetlerde bulunmayı<br />
tercih etmişler. Cami dernekleri<br />
ile ilişkili kadınlar örgütlenmeleri<br />
arasında faaliyet, sorunlara bakış<br />
ve yapı farklılıkları bulunabilmekte,<br />
ama hepsinin amacı ortak; Hollanda’daki<br />
Türk kadınları için bir şeyler<br />
yapabilmek, genç neslin millî ve<br />
manevî değerlerden uzaklaşıp, eriyip<br />
gitmesini önlemek. Bu kaygılar,<br />
beyaz yaşmaklı teyzeleri, ablaları<br />
aktif olarak kadın derneklerinde<br />
rol almaya itmiş. Türkiye’de kadın<br />
derneklerinde pek görmeye alışık<br />
olmadığımız kadınlar... Yine bu<br />
kaygılar genç kızları da kadın derneklerine<br />
çekebilmek için yöntem<br />
aramaya itmiş. Bunun sonucu bazı<br />
derneklerin başına yirmili yaşlardaki<br />
gençler getirilmiş, bazıları da<br />
yönetime genç kızları dâhil etmiş.<br />
Cami dernekleri ile ilişkili kadınların<br />
neler yaptıkları merak edilebilir, işte<br />
bazıları: Kutlu Doğum Haftası, kandiller,<br />
anneler günü, kadınlar günü,<br />
Çanakkale Zaferi gibi önemli gün<br />
ve geceler için programlar hazırlamak,<br />
Hollanda eğitim sisteminde<br />
başarılı olmak, hukukî sorunları<br />
ve çözüm yolları gibi konferanslar<br />
düzenlemek. Ayrıca; sertifi ka ve<br />
başarı belgesi, 23 Nisan eğlencesi,<br />
çocuklar için eğitim faaliyetleri;<br />
resmî dil olan Felemenkçe öğrenimi,<br />
okul dersleri ile ilgili eğitimler,<br />
ev ödevi kursları, kısaca dershane<br />
faaliyetleri, spor faaliyetleri, dikişelişi-yemek<br />
kursları, folklor çalışmaları,<br />
tefsir çalışmaları yapmak.<br />
Hollanda toplumuna sıcak mesajlar<br />
adına paskalya yemeği verenler<br />
de var.<br />
Yukarıda sayılan etkinliklerin bir<br />
kısmı cami dışı kuruluşlar tarafından<br />
da yapılıyor olabilir. Ancak<br />
kadınlar en çok cami derneklerine<br />
rahat ve güven içinde gidiyorlar.<br />
Tabi eşler, babalar da bu rahat ve<br />
güveni hissediyorlar.<br />
Cami dernekleri ile ilişkili kadın<br />
örgütlenmeleri arasında faaliyet,<br />
sorunlara bakış ve yapı farklılıkları<br />
bulunabildiğini söylemiştim. Buna<br />
birkaç örnek vereyim:<br />
Zaandam Sultan Ahmet Camii<br />
Kadınlar cami derneğine bağlı<br />
olarak örgütlenmişler. Kadınlar kolu<br />
Aralık 2011 - 152 13
14<br />
başkanı yirmi yaşlarında bir genç<br />
hanım. Yeni gelmiş göreve, ne<br />
yapmak istediklerini sıralıyor: “Kadın<br />
kolları deyince pasta börek akla<br />
geliyor. Biz eğitim üzerinde odaklanmak<br />
istiyoruz. Genç kızlarımıza<br />
hobi kazandırmak istiyoruz. Hobilerle<br />
burada (cami derneğinde) hizmet<br />
edebilmelerini istiyoruz. Eğitim<br />
konusunda yardıma ihtiyacımız var.<br />
Bize kim olduğumuzu, tarihimizi<br />
anlatacak kişiler lazım. Çocuklara<br />
güven vermek istiyoruz. Kendileri<br />
ile gurur duysunlar, Türkler olarak<br />
Hollandalılara ne sağladık, bunları<br />
bilsinler istiyoruz”.<br />
Rotterdam Gültepe Camii<br />
Kadınlar cami derneğinden bağımsız<br />
dernek kurmuşlar. Yönetimde<br />
yine yirmili yaşlarda genç bir kadın<br />
var. Ama üyelerden uzun yıllar kadınlar<br />
kolunda çalışmış tecrübeliler<br />
de var. Yani yaşlının tecrübesi ile<br />
gencin enerjisini birleştirmeye çalışmışlar.<br />
Bağımsız faaliyet gösteren<br />
bir kadın kuruluşu olduklarından<br />
Yerel Yönetimlerden fi nans yardımı<br />
alıyorlar. Ancak bu yardımlar (kendi<br />
deyimleri ile supsidiler) her konuda<br />
alınamıyor. Özellikle sosyo-kültürel<br />
aktiviteler ve entegrasyon ile ilgili<br />
çalışmalarda alınıyor.<br />
Eindhoven Fatih Camii<br />
Hollanda’nın minareli ilk camilerinden.<br />
Gültepe gibi buradaki kadınlar<br />
da bağımsız kadın derneği kurmuşlar.<br />
Kadınlarla ilgili faaliyetlerini<br />
kurdukları komisyonlarla yürütüyorlar;<br />
sosyal, eğitim, gençlik, din<br />
işleri komisyonları gibi.<br />
Sliedirechtle Ulu Camii<br />
Kadınlar cami derneği yönetimde<br />
yer alıyorlar. Ayrı bir kadın kolu<br />
kurmamışlar, ama dernek faaliyetlerinde<br />
kadınların sesi olmuşlar.<br />
Hollanda’da bulunduğum süre içinde<br />
vaize olarak görev yapan tek bir<br />
hoca hanım vardı. Özel otomobili<br />
ile cami cami dolaşıyordu vaaz için.<br />
Orada yaşayan kadınlar bu türden<br />
Aralık 2011 - 152<br />
dinî hizmet istiyorlar. Diyorlar ki;<br />
“Bizde elif ba’yı öğretecek kişiler<br />
var. Ama bize vaaz edecek, sorularımızı<br />
cevaplayabilecek, ufkumuzu<br />
açacak hocalara ihtiyacımız var.”<br />
Hocadan ve ihtiyaçtan bahsederken<br />
ekliyorlar: “Camilere gönderilen<br />
erkek hocalar genç olmalı. Bunun<br />
şöyle yararı var: Genç hocanın<br />
eşi de genç oluyor ve bizimle ilgilenebiliyor.<br />
Ayrıca genç hocanın ya<br />
çocuğu yoktur, ya da küçüktür. Yani<br />
ailesini toplayıp buraya gelebilir.<br />
Ailesiyle beraber gelen hocalardan<br />
daha çok istifade ediyoruz. Çünkü<br />
hocaların kendilerine soramadığımız<br />
sorularımızı eşlerine soruyoruz.<br />
Ailesi ile gelemeyen hocadan yeterince<br />
istifade edemiyoruz. Hocanın<br />
da aklı Türkiye’de kalıyor ve bir an<br />
önce işini bitirip, Türkiye’ye dönmek<br />
istiyorlar. Ayrıca kariyer planı<br />
Mevlana Camii, Rotterdam<br />
olan hocalar da göndermeyin. O<br />
da hizmetten çok, ne tür kariyer<br />
yapabilirim diye düşünüyor.” Ardına<br />
ekliyorlar: “Her şeye rağmen biz<br />
şanlıyız, çünkü bilgi ve yardımlaşma<br />
açısından büyük yerleşim<br />
yerlerindeki camiler ve cemaatleri<br />
avantajlı, küçük yerleşim yerleri<br />
bilgiye çok aç.”<br />
Türk hanımlar Ramazan ve Kutlu<br />
Doğum gibi özel günler için daha<br />
çok kısa dönemli görevli istiyorlar.<br />
His oluşturmak kadar oluşan hissi<br />
de diri ve canlı tutmak lazım. Bu<br />
tür programlar onların dinî ve millî<br />
hassasiyetlerini diri tutuyor.<br />
Camilerin kendi cemaatleri için<br />
düzenledikleri programların yanı<br />
sıra, çok sık olmasa da, bir araya<br />
gelinerek ortak, büyük programlar<br />
yapmak gerek diyorlar. Yaşadıkları<br />
bir örnekte bu tür faaliyetlerin
etkisini/faydasını görmüşler. 2007<br />
yılında Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla<br />
Rotterdam’da Hollanda<br />
<strong>Diyanet</strong> Vakfına bağlı altı caminin<br />
kadın kolları Gültepe Camii din<br />
görevlisinin organizesi ile bir program<br />
düzenlemiş. Program için 1000<br />
kişilik bir salon hazırlanmış. Katılanların<br />
sayısı ise 1500 kişiyi bulmuş.<br />
Bu program Hollanda medyasında<br />
yer alıp büyük ses getirmiş. Bunun<br />
üzerine siyasiler, gazeteciler, yerel<br />
yöneticiler cami derneklerini ziyaret<br />
etmişler isteklerini, beklentilerini<br />
sormuşlar.<br />
Biraz da Hollanda’da cami derneklerine<br />
gelen genç kızlardan bahsetmek<br />
istiyorum. Bir akşam yaşları<br />
on beş - yirmi beş arası olduğunu<br />
tahmin ettiğim on iki genç kızla<br />
buluştuk, sohbet ettik.<br />
Her şeyden önce bu gençlerde<br />
dikkatimi çeken ideal eksikliğiydi.<br />
Deventer Merkez Camii- Hollanda<br />
Hollanda’da yaşayan Türk kadınları ve genç kızlar düne nazaran<br />
epey yol kat etmişler, ama kat edecekleri daha çok yolları<br />
var. Eğitim, kültür, çalışma, din vb. alanlarda ataşelikler,<br />
müşavirlikler aracılığıyla anavatanı arkalarında hissetmek, en<br />
azından yanlarında görmek istiyorlar.<br />
Gelecekle, iş hayatı ile ilgili çıtayı<br />
alçak tutuyorlardı. Ne olmak istedikleri<br />
hakkında konuşulduğunda<br />
eczacı asistanı, doktor asistanı<br />
diyorlar da, doktor ya da eczacı<br />
demiyorlar. Çocuklar üniversitede<br />
okuma konusunda istekli değil.<br />
Bunun iki nedeni olabilir; ulaşamayacaklarını<br />
düşünüyorlar ya da bir<br />
an önce hayata atılmak istiyorlar.<br />
Büyük ideallere yönlendirilmeye,<br />
güzel prototipleri tanımaya ihtiyaçları<br />
var.<br />
Kendilerinin bazı Türk gençlerinden<br />
daha iyi durumda olduklarını düşünüyorlar.<br />
“Osmanlı” dendiğinde “o<br />
ney” diyen, ya da “peynir markası”<br />
sanan arkadaşlarımız var, diyorlar.<br />
Kendileri de farkında; onlara<br />
kim olduklarını, tarihlerini anlatacak,<br />
yol gösterecek rehberlere,<br />
Türkiye’yi tanımaya ihtiyaçları var.<br />
Cami derneklerinden istekleri var:<br />
Oturup sohbet edecekleri, bilardo<br />
oynayacakları, fi lm seyredecekleri<br />
mekânlar istiyorlar. “Yaşıtımız Hollandalılar<br />
puplara gidiyor, erkek<br />
Türk gençleri de cami derneklerinin<br />
oyun ve sohbet salonlarından<br />
yararlanabiliyor, bizim için bu tür<br />
mekânlar yok” diyor genç kızlar.<br />
Camilerde hem öğrenmek hem<br />
eğlenmek istiyorlar. Görüştüğüm<br />
bu kızların hemen hepsi aile zoruyla<br />
değil, kendi istekleri ile geliyorlar<br />
camilere.<br />
Hollandalı yetkililer entegrasyon<br />
sorunundan bahsediyorlar, ama<br />
bu sorunun ortaya çıkışında kendi<br />
katkılarını göz ardı ediyorlar. Hollanda<br />
eğitim sisteminin her ne kadar<br />
eşitlikçi olduğu söylense de iş pek<br />
göründüğü gibi değil. Hollandalılar<br />
bulundukları semtteki okulda Türkler<br />
yoğunluktaysa başka semte gönderiyorlar<br />
çocuklarını. Ya da okul<br />
idaresi Hollandalıları bir sınıfa topluyor.<br />
Rotterdam’da liseyi bitirmiş bir<br />
genç kız anlatıyor bunları ve ekliyor:<br />
“Lise boyunca sadece bir tane Hollandalı<br />
sınıf arkadaşım oldu.”<br />
Türkçe rahat okuyup anlayacakları<br />
yayın sorunu var. Kendilerine<br />
yönelik yayınlar istiyorlar. Onlar<br />
için hazırlanan yayınlarda, bir bilinmeyenin<br />
başka bir bilinmeyenle<br />
anlatıldığını söylüyorlar. Kendi durumları<br />
dikkate alınarak hazırlanmış<br />
yazılı ve görsel yayına acil ihtiyaç<br />
hissediliyor.<br />
Görünen o ki; Hollanda’da yaşayan<br />
Türk kadınları ve genç kızlar düne<br />
nazaran epey yol kat etmişler, ama<br />
kat edecekleri daha çok yolları<br />
var. Eğitim, kültür, çalışma, din vb.<br />
alanlarda ataşelikler, müşavirlikler<br />
aracılığıyla anavatanı arkalarında<br />
hissetmek, en azından yanlarında<br />
görmek istiyorlar. Bu sağlanabildiği<br />
takdirde; Avrupa’da Türkiye adına<br />
güçlü bir ses, Hollanda gündeminde<br />
de yönlendirilen değil, gündem belirlemede<br />
etkin olmaları hayal değil.<br />
Aralık 2011 - 152 15
16<br />
Aralık 2011 - 152<br />
gündem<br />
<strong>Göçün</strong> <strong>50.</strong> <strong>Yılında</strong><br />
Avusturya’da <strong>Din</strong><br />
ve <strong>Diyanet</strong><br />
Dr. Sabri Çap<br />
Salzburg <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi<br />
<strong>Din</strong>, kültürler arasındaki münasebetleri hızlandırmakta<br />
ve kuvvetlendirmektedir. Avrupa’daki Müslümanların<br />
en hızlı ve sağlıklı ilişki kurdukları kurum veya kuruluşların<br />
başında dinî kurum veya kuruluşların geldiği<br />
görülmektedir. Yabancı düşmanlığının ardında İslam-<br />
Hırıstiyanlık çatışmasının olmadığı bir gerçektir.<br />
Anadolu’nun çeşitli şehirlerinden<br />
binlerce insan, yarım asır önce<br />
sadece bir müddet çalışıp biraz<br />
para kazandıktan sonra tekrar<br />
memleketlerine dönmek düşüncesiyle<br />
Avrupa’nın muhtelif<br />
ülkelerine doğru bir yolculuğa<br />
çıkmıştı. Ancak, ne kendilerinin<br />
ne de bulundukları ülkelerin hesap<br />
etmedikleri bir şekilde, kalıcı<br />
olarak yerleşmeyi düşünmeden<br />
geldikleri ülkelerde, zamanla<br />
vatanlarına dönme düşünceleri<br />
değişerek birden göçmen oldular<br />
ve dönmemek üzere Avrupa ülkelerine<br />
yerleştiler. Nihayet geçen<br />
yarım asır içinde Avrupa’da<br />
doğan, büyüyen yeni nesiller<br />
oluştu.<br />
Altmışlı yıllardan itibaren insanlarımızın<br />
iş gücü olarak gelip<br />
yerleştikleri ülkelerden biri de<br />
Avusturya’dır. Avusturya tarih<br />
boyunca ilişkilerimizin olduğu<br />
bir ülkedir. Osmanlı döneminin<br />
uzun bir döneminde Avusturya
aynı zamanda komşumuz olmuştur.<br />
Viyana Kuşatmasından<br />
sonra da Avusturya ile güzel<br />
ilişkilerimiz oldu. Her şeyden<br />
önce I. Dünya Savaşı’nda birlikte<br />
savaştık. Bugün Avusturya-Türk<br />
Toplumu ilişkilerinin öncelikle<br />
I. Dünya Savaşı esnasındaki<br />
birlikteliği ile değil de Viyana<br />
Kuşatmasıyla hatırlanması bir<br />
talihsizliktir. Diğer taraftan Avusturya<br />
İslam’ı resmî din olarak<br />
kabul eden ve tanıyan ilk Avrupa<br />
ülkesidir. 1912’den beri İslam<br />
Avusturya’da resmî olarak tanınmış<br />
bulunmaktadır. Önümüzdeki<br />
yıl İslam’ın Avusturya’da resmî<br />
olarak tanınmasının yüzüncü yılı<br />
kutlanacaktır.<br />
Avusturya’da yaşayan 250<br />
binden fazla Türkün yaklaşık<br />
yarısı, Avusturya vatandaşlığına<br />
geçmiş bulunmaktadır. Türk<br />
nüfusunun neredeyse yarısı<br />
Viyana’da toplanmış olmasına<br />
rağmen, Avusturya’nın istihdam<br />
şartlarının farklılığı sebebiyle<br />
vatandaşlarımız daha küçük yerleşim<br />
birimlerine kadar dağılmış<br />
bulunmaktadırlar. <strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong><br />
Başkanlığı, Avusturya’da ATİB<br />
(Avusturya Türk-İslam Birliği)<br />
çatısı altında vatandaşlarımıza ve<br />
Türk asıllı Avusturya vatandaşları<br />
ile birlikte diğer ülke Müslümanlarına<br />
din hizmeti sunmaktadır.<br />
Artık Göçmen Değiliz<br />
Elli yıl önce birinci nesil<br />
Türkiye’den geldi. İkinci nesil<br />
de aynı şekilde. Dönmek için<br />
geldiler, fakat kader farklı tecelli<br />
etti. Dönmemeye karar verdiler.<br />
Onlar göçmenler. Başka yerde<br />
doğdular. Fakat burada bulunan<br />
üçüncü kuşak ise göçmen<br />
çocuklarıdır. Onlar göçmen değiller.<br />
Doğum yerleri Avusturya,<br />
okulları, mahalleleri, oyunları,<br />
okul arkadaşları Avusturya’dan.<br />
Dedelerinin geldiği ülkeyi sevmeleri,<br />
anadillerini konuşmaları,<br />
kültürlerini koruyarak varolmak<br />
istemeleri ise Avusturya’yı sevmelerine<br />
engel değildir. Onların<br />
gönülleri sınırsız sevgiyi alacak<br />
kadar geniştir.<br />
<strong>Din</strong> ve Dünya Barışı<br />
Farklı din mensuplarının barışını<br />
sağlamadan dünya barışını<br />
sağlamak mümkün değildir.<br />
Avrupa’daki insanımız bu açıdan<br />
dünya barışına büyük bir katkı<br />
sağlamıştır. Avrupa’nın tarihi<br />
dikkate alındığında sömürgecilik<br />
vakıası dışında diğer dinlerle bir<br />
arada yaşama tecrübesinin olmadığı<br />
görülecektir. Müslümanların<br />
Avrupa’daki sıkıntılarının<br />
arkasında Batı’nın böyle bir tarihî<br />
tecrübeden mahrum olması<br />
yatmaktadır. Bu açıdan Avrupa<br />
ülkelerinde bulunan Türkler ve<br />
diğer Müslümanların Batı medeniyetine<br />
bu tecrübeyi yaşattıkları<br />
söylenebilir. Göçmenler, aynı<br />
zamanda anavatanlarıyla yaşadıkları<br />
ülkeler arasında köprü<br />
görevi görmektedirler.<br />
<strong>Din</strong>, kültürler arasındaki münasebetleri<br />
hızlandırmakta ve<br />
kuvvetlendirmektedir. Avrupa’daki<br />
Müslümanların en hızlı<br />
ve sağlıklı ilişki kurdukları kurum<br />
veya kuruluşların başında dinî<br />
kurum veya kuruluşların geldiği<br />
görülmektedir. Yabancı düşmanlığının<br />
ardında İslam-Hırıstiyanlık<br />
çatışmasının olmadığı bir gerçektir.<br />
Camilerin kiliselerle hiç<br />
bir problemi yoktur. Birçok yerde<br />
cami/dernek inşaatına en büyük<br />
destek kiliselerden gelmektedir.<br />
Söz konusu bu problem büyük<br />
oranda tarihî geçmişin etkisinden<br />
kurtulamamaktan veya sosyal<br />
ve ekonomik sıkıntılara sorumlu<br />
aramaktan kaynaklanmaktadır.<br />
Avrupa’daki hiç bir cami, çevresindeki<br />
Avrupalıları İslamlaştırma<br />
hedefi gütmemektedir. Hiç bir<br />
camiden komşularına misyonerce<br />
bir yaklaşım örneği gösterilemez.<br />
Yapılan camiler, insanımızın<br />
temel insan hakları çerçevesinde<br />
hakları olan inançlarını yaşama<br />
çabasıdır.<br />
Kültür ve Entegrasyon<br />
Merkezi Derneklerimiz<br />
Avrupa ülkelerine işçi olarak<br />
gelen ve daha sonra da bulundukları<br />
ülkelere yerleşen Anadolu<br />
insanının en önemli faaliyetlerinden<br />
biri, ibadetlerinden düğün<br />
törenine, din eğitiminden spor<br />
aktivitelerine kadar birçok faa-<br />
Aralık 2011 - 152 17
18<br />
Çocuklarımızın ve gençlerimizin dinî tecrübe edinme,<br />
millî kimlik ve şahsiyet kazanma, birbirleriyle görüşüp<br />
kaynaşma açısından en etkili kuruluşlar, başlangıçta öncelikle<br />
cuma ve teravih namazları olmak üzere ibadetlerimizi<br />
rahatça eda etme düşüncesiyle kurulan cami<br />
derneklerimizdir.<br />
liyetlerini gerçekleştirdiği cami<br />
derneklerini kurmalarıdır. Avusturya<br />
dikkate alındığında bu gerçek<br />
daha bariz görünmektedir.<br />
Zira Avusturya’daki Türk derneklerinin<br />
neredeyse yüzde doksanı<br />
cami eksenlidir. Cami derneklerimiz<br />
kültürümüzü, benliğimizi,<br />
dilimizi, örf ve âdetimizi korumada<br />
en büyük rolü oynamaktadır.<br />
Camilerimiz ve derneklerimiz bir<br />
taraftan bulunduğumuz ülkeyle<br />
entegrasyon merkezi, diğer<br />
taraftan da kimliğimizi ve sahip<br />
olduğumuz güzelliklerimizi yaşatma<br />
merkezi görevi görmüştür ve<br />
görmeye devam edecektir. Her<br />
ne kadar derneklerimiz öncelikle<br />
bir cami derneği ise de; her<br />
birinde din hizmetleri ile birlikte<br />
eğitim, kültür ve sosyal faaliyetler<br />
de yapılmaktadır.<br />
Avusturya, yüzyıl önce İslam’ı<br />
resmî din olarak tanımış olmasına<br />
rağmen günümüzde hâlen<br />
Aralık 2011 - 152<br />
cami inşaatı, kubbe veya minare<br />
tartışmalara konu olmaktadır. İslam<br />
resmî olarak tanınmış olmasına<br />
rağmen, İslam’ın mabedinin<br />
özelliklerini kabullenmede zorluk<br />
çekiliyor. İki toplumun da henüz<br />
birbirini çok iyi tanıdığını söylemek<br />
mümkün değildir. Birinci<br />
nesil dil bilmediği için kendini<br />
iyi tanıtamamış olabilir. Ancak<br />
tamamen burada doğup büyüyen,<br />
buradaki okullarda okuyan<br />
çocuklarımızın da okul veya iş<br />
arkadaşları tarafından din ve kültür<br />
açısından doğru tanındıklarını<br />
söylemek zordur. Eğer hakkımızda<br />
doğru olmayan algılar varsa,<br />
bunların giderilmesini tamamen<br />
Avusturya toplumundan bekleyemeyiz.<br />
Bizim de kendimizi<br />
anlatma ve tanıtma adına yapmamız<br />
gereken çok şey olmalı.<br />
Bugün siyasî partilerin ve mahallî<br />
idarelerin entegrasyon birimleri<br />
bulunmaktadır. Buna karşılık bi-<br />
zim de derneklerimiz bünyesinde<br />
veya müstakil olarak kendimizi<br />
tanıtacak ve Avusturya resmî<br />
veya sivil kuruluşlarıyla işbirliği<br />
yapacak entegrasyon birimlerimiz<br />
olmalıdır. Kendimizi doğru<br />
tanıtma metodlarını geliştirmemiz,<br />
artık birlikte kimliğimiz ve<br />
değerlerimizle bu topluma nasıl<br />
katkı sağlıyacağımızı ele almamız<br />
gerekmektedir. Her iki toplumda<br />
da entegrasyon ve birbirini tanıma<br />
adına çabaların her geçen<br />
gün arttığını görmekteyiz.<br />
Avrupa’daki Türk toplumunun en<br />
önemli problemlerinin başında<br />
eğitim, işsizlik, ailenin zayıfl aması,<br />
kültürel değerlerin korunması,<br />
anadil öğrenimi ve entegrasyon<br />
gibi konular gelmektedir.<br />
Bunların her biri aynı zamanda<br />
diğerini etkilemektedir. Çocuklarımızın<br />
ve gençlerimizin dinî<br />
tecrübe edinme, millî kimlik ve<br />
şahsiyet kazanma, birbirleriyle<br />
görüşüp kaynaşma açısından en<br />
etkili kuruluşlar, başlangıçta öncelikle<br />
cuma ve teravih namazları<br />
olmak üzere ibadetlerimizi<br />
rahatça eda etme düşüncesiyle<br />
kurulan cami derneklerimizdir.<br />
Bu dernekler kültürel ve sosyal<br />
etkinliklerden eğitim ve sanata<br />
kadar birçok alanda hizmet geliştirmektedirler.<br />
Millî ve manevî<br />
değerler bakımından hâlen derneklerimiz<br />
tek alternatif olarak<br />
duruyor. Zamanla artan ve çeşitlenen<br />
ihtiyaçlarımız karşısında<br />
derneklerimiz yetersiz, fakat aynı<br />
zamanda alternatifsiz durumdadır.<br />
Dolayısıyla derneklerimizin<br />
kurumsal yapılarını yeni ihtiyaçlara<br />
göre hızla değiştirmeleri<br />
ve geliştirmeleri gerekmektedir.<br />
Nereden nereye geldiğimizi<br />
unutmadan, daha nerelere ulaşmamız<br />
gerektiğini de göz ardı<br />
etmemek zorundayız. Çok şeyler<br />
yapılmış durumda, fakat daha<br />
yapılacak çok şey var.
gündem<br />
Camisiz Köy,<br />
İmamsız Cami<br />
Kalmasın<br />
Mustafa Kılıç<br />
<strong>Din</strong> <strong>İşleri</strong> Yüksek Kurulu Uzmanı<br />
Şimdi Pırnalı ve Süpürge’de çok az insan yaşıyor. Dürbeli’de<br />
kimse kalmamış… Hepsi 1950’li yıllarda evlerini, ahırlarını,<br />
tarlalarını, keçilerini, koyunlarını, öküzlerini, camızlarını kısaca<br />
her şeylerini Yugoslavya Devletine bağışlayıp Türkiye’ye<br />
göçmüşler. Şimdi Dürbeli’ye bir Fatiha okuyan bile yok…<br />
Pırnalı, Dürbeli Makedonya’nın<br />
başkenti Üsküp’e uzaklığı<br />
135 km., Radoviş’e 8 km.<br />
Karaman’dan gelmiş Yörüklerin<br />
köyleri. Çok Yörük yaşamış vaktiyle<br />
buralarda, çok mezar taşı<br />
var çünkü… Üstelik mezar taşları<br />
mermer, kimi mezar taşlarının üst<br />
tarafı sarık şeklinde yontulmuş.<br />
‘Ocaymış’ meğer altında yatan<br />
kahraman. Defi ne arayanlar<br />
birçok mezarı kazmışlar, birçok<br />
mezar taşını kırmışlar…<br />
Yaklaşık 600 senelik bir mezarlık.<br />
İnsan vücudunun iki kat kalınlığında<br />
meşe ağaçları var içinde.<br />
“Ecdadımızdan duyduğumuza<br />
göre bu bölgenin en büyük pehlivanı<br />
Dürbeli’de yaşarmış” demişti<br />
fahrî imam; Koca Çınar 70’lik<br />
Süleyman Yakup Hoca.<br />
Başka bir bölgeden yenilmeyen<br />
bir Pehlivan Dürbeli’ye gelir. Dürbeli<br />
Pehlivanı tarlada öküzlerle<br />
çift sürerken bulur. “Gel be Pelvan,<br />
bi güleşelim be” der. Dürbeli<br />
Pehlivan yüzündeki terleri siler.<br />
“Gel şuraya otur, önce bi ayran<br />
içelim, sonra bakarız be pelvan.”<br />
der. Otururlar bir ayran içerler.<br />
Yenilmeyen Pehlivan göz ucuyla<br />
Dürbeli Pehlivanın kollarının<br />
Aralık 2011 - 152 19
20<br />
uzunluğuna, pazılarına, bileklerine,<br />
belinin kalınlığına, ellerinin<br />
büyüklüğüne, parmaklarına<br />
bakar. Biraz endişe doğar içine<br />
ama pehlivanlık işte… Yense de<br />
yenilse de yüreği güp güp eder.<br />
Dürbeli Pehlivan ölçer rakibini.<br />
Çok zayıf görünür gözüne… “Be<br />
Pelvan” der “Güleşmeden, te bu<br />
ayvanlarda bi deneelim kendimizi<br />
be.” Öküzün altına kocaman<br />
kollarını uzatır. Bacaklarını açar…<br />
“Yalla bismillaah” der ve başlar<br />
öküzü kaldırmaya. Yenilmez<br />
Pehlivanın gözleri fal taşı gibi…<br />
Bakar Dürbeli’ye hayran hayran…<br />
Öküzün dört ayağı da yerden<br />
kesilir… Dürbeli devam eder yukarıya<br />
doğru kaldırmaya… Ardıç<br />
ağacından yapılmış, “kara saban”<br />
da başlar havaya doğru kalkmaya…<br />
“Be Dürbeli Pelvan bırak şu ay-<br />
Aralık 2011 - 152<br />
vancaazı be, kaanını arıdacasın.”<br />
der yenilmez adsız pehlivan.<br />
Dürbeli gözünün ucuyla adsız<br />
pehlivana bakar ve “İşte gördün<br />
mü be aga?” der gibi yavaş yavaş<br />
aşağıya doğru indirir öküzü.<br />
Önce kara saban değer yere,<br />
sonra öküzün arka ayakları, arkadan<br />
da ön ayakları. Öküz tanır<br />
Dürbeliyi. Huysuzluk etmez.<br />
Yenilmez Pehlivan “uzat be<br />
aga, öpeyim elini… Lâzım diil<br />
güleşmek kayrı. Te gösterdin<br />
marfetini. Adi, akını elal et. Ayranını<br />
içtim…” Gider atsız Pehlivan<br />
Dürbeli’yi de Pırnalı’yı da<br />
Süpürge’yi de arkada bırakarak…<br />
Şimdi Pırnalı ve Süpürge’de<br />
çok az insan yaşıyor. Dürbeli’de<br />
kimse kalmamış… Hepsi 1950’li<br />
yıllarda evlerini, ahırlarını, tarlalarını,<br />
keçilerini, koyunlarını,<br />
öküzlerini, camızlarını kısaca her<br />
Mustafa Paşa Camii, Üsküp, Makedonya<br />
şeylerini Yugoslavya Devletine<br />
bağışlayıp Türkiye’ye göçmüşler.<br />
Şimdi Dürbeli’ye bir Fatiha<br />
okuyan bile yok… Bir ben, bir de<br />
Koca Çınar dediğim Süleyman<br />
Yakup Hoca. Oturduk Dürbeli’nin<br />
mezarlığına, üç İhlas bir Fatiha<br />
okuduk.<br />
Sonunda ulaştık Süpürge’ye…<br />
Süpürge dünyanın bittiği yer.<br />
Oradan öteye yol yok. Yürümek<br />
isterseniz geri döneceksiniz. Özür<br />
diledim Dürbeli’den ve Dürbeli<br />
mezarlığında yatan binlerce Karamanoğlundan,<br />
Yörüklerden. Bir<br />
Yasin okumadan mezarlıklarından<br />
ayrıldığım için.<br />
Süpürge vaktiyle büyük bir köymüş.<br />
15 hane şimdi. Derenin bir<br />
tarafı bir ağanın diğer tarafı öteki<br />
ağanınmış. Köyün tam ortasından<br />
bir dere geçiyor.<br />
Köyün girişinde Yörük köpekleri
karşıladı bizi… Yörük’ten başkasını<br />
sokmuyorlar bu kartal yuvasına,<br />
bu Yörük obasına. Hemen<br />
sığındık arabaya…<br />
Küçük bir ev büyüklüğünde bir<br />
cami var Süpürge’de. İmamı da<br />
yok, minaresi de, ezan okuyanı<br />
da, namaz kıldıranı da…<br />
Tütünlerini kurutmaya çalışanlar<br />
var evlerinin önlerinde. Sera gibi<br />
şeyler yapmışlar, üstünü plastikle<br />
örtmüşler. O sıcakta içine girip<br />
tütünlerini diziyorlar. Yaprakları<br />
teker teker dikip, evet dikiş makinesi<br />
gibi bir makine ile dikip, o<br />
sıcak seranın içine asıyorlar. Orada<br />
kuruyacak. <strong>İşleri</strong> var onların…<br />
Onlar bir kuru ekmek parası, bir<br />
de sarı, yeşil güllü; kırmızı renkli<br />
Yörük entarisi dikecekleri 5-10<br />
metre bez almak için uğraşıyorlar.<br />
Küçük bir ev büyüklüğünde<br />
cami dedim ya. Eski bir ev gibi…<br />
Kapısında kilit bile yok. İple bağlamışlar<br />
kapıyı. Caminin yanında<br />
damlar gibi akan bir çeşme var.<br />
Saat 10.00 suları. Abdest aldım<br />
orada. İple bağlı kapıyı açtım.<br />
Halıları bile yok. Birkaç parça<br />
bez, birkaç parça çul. Caminin<br />
kıble duvarındaki Allah ve Muhammed<br />
yazan levhalar bile ters<br />
İsak Bey Camii, Üsküp, Makedonya<br />
astırılmış… Olsun… Süpürgeliler<br />
Allah (c.c.)’ı da Muhammed<br />
(s.a.s.)’i de çok seviyorlar ya…<br />
Levhaların ters takılmasının ne<br />
önemi var… İnsanın düşeceği<br />
kadar yüksek bir merdivenle kadınlar<br />
mahfi line çıkılıyor. Önce iki<br />
rekât tahiyyetü’l mescit (mescidi<br />
selamlama) namazı kıldım. Sonra<br />
kadınlar mahfi line çıktım. Oranın<br />
örtüsü aşağıdan da fakir. Birkaç<br />
tane post var sadece. Merdiven<br />
içten inşa edildiği için mekânın<br />
yarısını da o kaplamış. Mescidin<br />
kuzey tarafında bir oda daha var.<br />
Düğünlerde bayramlarda orada<br />
yemek yermiş Süpürge’li Yörükler.<br />
Öyle anlattı Süleyman Hoca.<br />
Köyün en yaşlısı 78 yaşındaki<br />
Adem Arslan bastonuna dayana<br />
dayana, topallaya topallaya bize<br />
doğru geldi. Tam bir Türk kibarlığı<br />
ve saygı ile bize “hoş geldiniz”<br />
dedi. Bizi evine davet etti. Neler<br />
anlattı neler… Bir roman yazılır…<br />
Ben kendimi nasıl tanıtayım<br />
Adem Amca’ya? Ben <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong><br />
Müşaviri Vekiliyim demeye<br />
utandım. Çünkü caminin imamı<br />
yok. İmam tayin etmek çok zor<br />
değil. İştip’te Türkçe eğitim veren<br />
bir İmam-Hatip Lisesi var.<br />
Makedonya’nın yegâne Türkçe<br />
eğitim veren İmam-Hatip Lisesi.<br />
Mezunları yeterince iş bulamıyorlar.<br />
Süpürge’liler bir imamın<br />
maaşını ödeyemezler. Ancak bir<br />
cenaze olursa komşu köylerden<br />
bir imam bulup getirecekler.<br />
Bir cuma günü Süpürge’ye giderek<br />
cuma namazı kıldırmaya<br />
söz vererek Adem Arslan’dan izin<br />
istedim.<br />
Renkli Camii, Kalkandelen, Makedonya<br />
Aralık 2011 - 152 21
22<br />
Aralık 2011 - 152<br />
gündem<br />
İstanköy (Kos)’de<br />
Hoş Bir Sadâ<br />
Yunus Keleş<br />
<strong>Din</strong> <strong>İşleri</strong> Yüksek Kurulu Uzmanı<br />
Adadaki Türkler çok sıcakkanlı, misafi rperver ve sempatik<br />
insanlar. Türkçe konuşmalarında Anadolu’nun deyim<br />
ve kalıplarını hemen fark ediyorsunuz. Hiç yabancılık<br />
çekmiyorsunuz.<br />
<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanlığı, ramazan<br />
aylarında her yıl çeşitli ülkelere din<br />
görevlisi göndermektedir. Bu yıl<br />
Başkanlığın ilk defa din görevlileri<br />
göndereceği 1700 kadar Müslüman<br />
soydaşımızın yaşadığı Yunan adalarından<br />
İstanköy’e gittim. Yunanlılar<br />
bu adaya Kos diyorlar. Ancak uzun<br />
yıllar Osmanlı hâkimiyetinde kalan<br />
adaya Türkler, İstanköy adını<br />
vermişler. İstanköy anlam olarak,<br />
‘istenen köy’ ifadesinin kısaltılmışı<br />
olarak söylenegelmiş.<br />
İstanköy ve Ecdadın<br />
Emanetleri<br />
Adada ikisi faal ayakta kalan dört<br />
adet cami var. Birisi Germe’de.<br />
Hasan Paşa Camii 1700’lü yıllarda<br />
yapılmış. (Lale Devri) Buranın<br />
imamı Şükrü Hoca (Damatoğlu),<br />
Suriye’de, Medine’de ve Mısır’da<br />
eğitim görmüş, vakıfl arın atadığı<br />
görevli. Kendisi Dedeağaçlı. 18<br />
yıldır itina ile vazifesini sürdüren<br />
bilgili, gayretli bir din görevlisi.<br />
Hem turizmin hem de asimile olmanın<br />
etkileriyle birçok İslamî hassasiyetin<br />
kaybolduğu adada Şükrü<br />
Hoca, çok zorluklarla karşılaştığını<br />
ifade ediyor. Yazın çocuklara Kur’an<br />
eğitimi veriyor. Aynı zamanda yerel<br />
televizyonda da programlara çıkarak<br />
konuşmalar yapıyor.
Diğer cami, şehrin merkezinde<br />
Defterdar İbrahim Paşa Camii.<br />
1700’lü yıllarda yapılmış, Caminin<br />
altında bedestenleri, avlusu ve<br />
şadırvanı ile şirin bir yapı gözünüze<br />
çarpıyor. Camii imamı Hayati<br />
Hoca, İskeçe Müftülüğü aracılığı<br />
ile burada görevlendirilmiş, Bursa<br />
İlahiyat’ı bitirmiş, genç ve hafız. O<br />
da Dedeağaçlı. Hayati Hoca, Türk<br />
ailelerin yoğun olduğu bölgede<br />
bulunan dernek merkezinde ramazanda<br />
bayanlara ve çocuklara mukabele<br />
başlattığından ikindi üzeri<br />
camide ben mukabele okurken o<br />
da Germe’ye gidiyordu. Türklerin<br />
bir arada yaşadığı mahalle olması<br />
sebebiyle Germe Camii daha kalabalık<br />
oluyor. Ancak Germe’de ilk<br />
günler bir program başlatamamıştık.<br />
Oysa esas muhatap olacağımız<br />
cemaatin yoğunluğu burada olduğundan<br />
Defterdar Camii’nin yanı<br />
sıra burada da görev yapmak için<br />
gerekli görüşmeleri yapıp, Rüştü<br />
Hoca’yla bir program üzerinde<br />
anlaştık.<br />
Dikkat çeken bir husus da, Yunan<br />
Hükümeti, resmî imama nikâh tescil<br />
yetkisi vermiş. Müslümanlardan<br />
evlenenlerin tüm nikâh işlemlerini<br />
imam yapıyor.<br />
Adadaki Türkler çok sıcakkanlı,<br />
misafi rperver ve sempatik insanlar.<br />
Türkçe konuşmalarında<br />
Anadolu’nun deyim ve kalıplarını<br />
hemen fark ediyorsunuz. Hiç yabancılık<br />
çekmiyorsunuz. Bilhassa<br />
Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra,<br />
adada yaşayan Türkler için zor<br />
günler başlamış. Daha önce kendi<br />
okullarında Türkçe eğitim verebilen<br />
Türklerin okulları kapatılmış, Türkçe<br />
eğitim dönemi bitmiş. Türkler<br />
daha yoğun bir asimile faaliyetine<br />
maruz kalmışlar. İstanköy Müslüman<br />
kültürünü yaşatma amacıyla<br />
kurulan dernek vasıtasıyla yaz<br />
tatilinde iki ay boyunca, İzmir’deki<br />
dernekle kurulan işbirliği sayesinde<br />
çocuklara Türkçe dersi ve folklor<br />
dersi vermek üzere iki öğretmen<br />
görevlendirilmiş.<br />
Her iki camide de mozaik bir<br />
cemaatle karşılaşıyorsunuz.<br />
Türklerin yanı sıra, Pakistan’dan,<br />
Bangladeş’ten, Mısır’dan,<br />
Suriye’den göçmen olarak gelmiş<br />
onlarca Müslüman, cemaate devam<br />
ediyor.<br />
Diğer bir cami, yine şehrin merkezinde<br />
Lonca Camii diye isimlendirilen<br />
Hasan Paşa’nın yaptırdığı<br />
nefi s mimarisiyle küçük bir külliye<br />
tarzında bedestenleri, hamamı,<br />
hanı, şadırvanı olan bir yapı.<br />
Maalesef işyeri olarak kullanılan<br />
bedesten ve hamam dışındaki<br />
yerler, bakımsızlıktan harap olmaya<br />
terk edilmiş durumda. Minaresinde<br />
hasar oluşmuş, pencereleri<br />
dökülmeye başlamış, içyapısında<br />
duvarların yüzü yıpranmış, kapıları<br />
ve merdivenleri tahrip olmuş, mihrabı<br />
ve minberinin yüzü solmuş,<br />
elleri boynuna asılmış bir esir gibi<br />
mahzun ve kederli, yılların ihmaliyle<br />
suskun ve küskün bir cami.<br />
İçine özel izinle girdiğimizde karşılaştığımız<br />
bu manzara içimizi burkuyor,<br />
gözlerimizi buğulandırıyor.<br />
Tahta zeminde dikkatli yürüyoruz,<br />
çünkü çökme tehlikesi var. Ancak<br />
buna rağmen mihrap ve minber<br />
yıkılmadık ayaktayız dercesine<br />
müminleri sabırla bekliyor. Buram<br />
buram Anadolu kokan bir mekân<br />
ve mimariyle karşı karşıyasınız.<br />
Şirin olduğu kadar ferah, ferah<br />
olduğu kadar estetik yapısıyla göz<br />
dolduran Lonca Camii, elinden<br />
tutarak ayağa kaldıracak, yarasını<br />
beresini silecek, gözyaşını dindirecek<br />
şefkatli elleri bekliyor. Caminin<br />
şadırvanının hâli de aynı durumda.<br />
Aralık 2011 - 152 23
24<br />
Çeşmeleri iptal edilmiş, taşlarının<br />
bir kısmı düşmüş, çatısı eğilmiş.<br />
Caminin etrafındaki ve altındaki<br />
bedesten ve medreseler ise envai<br />
çeşit turistik eşya satan işyerleri<br />
olarak kullanılıyor.<br />
Vakıfl ar Yunan hükümetine bağlı<br />
olduğundan gerek buradaki gerek<br />
diğer yerlerdeki bedestenlerin gelirlerinin<br />
çoğu vergi olarak kesiliyor.<br />
Vakıfl arın imarı için harcanmıyor.<br />
Şehirdeki vakıfl ar önceleri iyi yönetilemediği<br />
için, kimi yerler tarumar<br />
olmuş, harap olmuş, kimi yerler<br />
kaybolmuş. Şimdi vakfın başına<br />
bunların farkında olan bir ekip getirilmiş,<br />
ama ellerinde imkân olmadığı<br />
için kalan yerleri imar edemiyorlar.<br />
Türkiye’nin Yunan Hükümetiyle<br />
irtibata geçip, gerekli girişimleri<br />
acilen başlatması gerektiğinde herkes<br />
hemfi kir olmuş durumda.<br />
Adada Hoş Bir Sadâ<br />
Tam bir Anadolu insanı, çilelerin<br />
izi, simasındaki ümidin, neşenin<br />
Aralık 2011 - 152<br />
ve sımsıcak sevgi parıltıların arasında<br />
kaybolmuş fedakâr bir insan<br />
Mehmet (Raşidoğlu) Amca. Hani<br />
bazı insanların iç dünyası yüzüne<br />
yansır, görür görmez hemen ülfet<br />
eder, güven duyar, kırk yıllık<br />
arkadaş gibi bir candan duygular<br />
sezersiniz, işte Mehmet Amca tam<br />
böyle birisi. 1961’de Türkiye’de<br />
<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanlığı adaya<br />
ilk defa din görevlisi göndermiş.<br />
O sıralarda Mehmet Amca 25 yaş<br />
civarında. <strong>Din</strong>î hayata uzak, camiye<br />
sadece cumalarda gelirse gelen<br />
bir delikanlıymış. Gelen hocalardan<br />
biri öyle bir ezan okudu, kalbime<br />
öyle bir tesir etti ki, insan bir anda<br />
değişir mi, müthiş bir değişim<br />
yaşadım, Allah ve Peygamber<br />
sevgisi kalbime nüfuz etti, Allah’ı<br />
zikrederek, ağlayarak tarlayı tapanı<br />
bırakıp camiye koştum, diyor<br />
Mehmet Amca. Allah aşkından<br />
günlerce başka hiçbir şeyi gözüm<br />
görmez oldu, kendimi dağlara<br />
vuracak oldum, öyle bir coşkunluk<br />
yaşıyordum ki, yolda yürürken<br />
Allah diye vecde gelirdim, diye<br />
ekliyor. Türkler, imamsız kalacağız,<br />
cenazelerimizi kaldıracak kimseyi<br />
dahi bulamayacağız diye endişeye<br />
kapılmışlar. Çocuklarını camiye<br />
teşvik etmeye başlamışlar. İş başa<br />
düştü diyor Mehmet Amca. Cemaatin<br />
onayıyla artık hem imamlık,<br />
hem müezzinlik, hem öğretmenlik<br />
yapmaya başladım, diyor. Her iki<br />
açık olan cami kapanmasın diye<br />
bir cuma Germe Camii’nde diğer<br />
cuma Defterdar Camii’nde, nöbetleşe<br />
namaz kıldırmaya yıllarca<br />
devam ettiğini söyleyen Mehmet<br />
Amca, görevdeyken aynı zamanda<br />
Türk mezarlıklarıyla da ilgilenmiş,<br />
mezarlıkların bakım, onarım işlerini<br />
bizzat kendisi üstlenmiş. Şu anda<br />
mevcut iki Türk Mezarlığı var. Adanın<br />
değişik yerlerinde parça parça<br />
olan mezarlıklar, yerleşim yeri ve<br />
yol yapımı gibi sebeplerle bozulun-
ca kemikler eski mezarlığa taşınıp<br />
toplu olarak gömülmüşler. Yeni<br />
mezarlığa ise, yüzlerce kimi 200<br />
ila 350 yıllık Osmanlı tarzı işlenmiş<br />
mezar taşları getirilip atılmış.<br />
Mezar taşlarını incelerken, yerlere<br />
atılmış, darü’l-fünun mektebinin,<br />
rüştiye mektebinin, limanın ve<br />
Tabakhane Camii diye bir caminin<br />
kitabelerini görüyoruz.<br />
Gençler yoğun iş mevsimine ve<br />
sıcağa rağmen yılmadan derneğe<br />
gelip, Kur’an öğrenme dâhil tüm<br />
faaliyetlere katılıyorlar. Onların bu<br />
heyecanını görünce gözlerinizde<br />
bir ışıltının parladığını hissediyorsunuz.<br />
Gerçekte kat edilecek çok<br />
mesafe var, ama kervan bir kere<br />
yola çıktı mı, ne aşılmadık dağlar<br />
kalır, ne geçilmedik vadiler.<br />
Gidip geldiğimiz yollar üzerinde<br />
karşılaştığımız Türk esnafl arla<br />
ayaküstü hasbihaller yapıyorduk.<br />
Önceleri hiç oruç kaçırmadıklarını,<br />
teravihlere devamlı geldiklerini<br />
söyleyen birçok kardeşimiz, ticari<br />
hasat mevsimi olması ve çok yoğun<br />
çalışma durumunda kalmaları<br />
sebebiyle teravihe gelemediklerini<br />
üzülerek belirtiyorlar.<br />
Defterdar Camii, şehrin merkezinde<br />
olduğundan turistlerin sık uğradığı<br />
bir tarihi mekân. Bodrum’dan günü<br />
birlik gelen Türk ve yabancı turistlerin<br />
de ilk uğrak yerlerinden. Türkçe<br />
konuştuğumuzu duyan vatandaşlarımız,<br />
caminin açık olmasına çok<br />
sevindiklerini, burada faal bir cami<br />
görmenin kendilerini şaşırttığını<br />
söylüyorlar. Yabancı turistlerin ürkek<br />
ve endişeli tavırları dikkatinizi çekiyor.<br />
İçeri davet edip, güler yüzle ilgi<br />
gösterince rahatlıyorlar.<br />
Yandı mı?<br />
İftara gittiğimiz ailelerden biri de<br />
Alilerin ailesi. Levent Hoca anlatıyor.<br />
İftara yakın bir saatte baktım,<br />
Ali terasta uzaktaki arkadaşına<br />
bağırıyor: -Yandı mı? Diye. Arkadaşı<br />
da uzaktan: -Daha yanmadı<br />
diye bağırıyor. Yandı diye heyecanlı<br />
avazı duyunca, Ali başlıyor ezan<br />
okumaya. Terastan karşıda Türkiye<br />
sahillerinde Turgut Reis’teki minarelerin<br />
ışıklarına bakıyorlarmış,<br />
minare yandığında da vakit girdi<br />
diye ada semalarının hasret kaldığı<br />
ezanı aşkla okumaya başlıyor Ali.<br />
Bu manzara karşısında kendimi<br />
tutamadım diyor, Levent Hoca.<br />
Bayram sabahı gelip çatıyor. Bayram<br />
namazına daha önce teravihe<br />
gelemeyen kardeşlerimiz de geldiğinden<br />
cami almıyor. Bayram vaazında<br />
daha çok İslam kardeşliği,<br />
birlik, bütünlük, birbirimize sahip<br />
çıkma konularına ağırlık verdim.<br />
Namazdan sonra adada bulunan<br />
sakal-ı şerif ziyaretini tertip ettik.<br />
Adet üzere namazdan sonra evlere<br />
gidilmeden mezarlığa ziyarete<br />
gittik. Artık ayrılış vakti geldiğinde<br />
Mehmet Amca, boğazına düğümlenen<br />
bir ses tonuyla beni uğurlarken,<br />
gözyaşına hâkim olamadı.<br />
Gemiyle Bodrum’a doğru yola<br />
çıktığımda bir ayda yaşananları<br />
fi lm şeridi gibi gözümden geçirip,<br />
anlatılamayan hislerle adaya veda<br />
ettim.<br />
Aralık 2011 - 152 25
26<br />
Aralık 2011 - 152<br />
gündem<br />
Bir Gurbetçi<br />
ile Söyleşi...<br />
İmam Hüseyin Yaşar<br />
Dachau DİTİB Camii <strong>Din</strong> Görevlisi<br />
Yurt dışındaki çocuklarımıza-gençlerimize tavsiyem odur<br />
ki; ilk önce dillerini ve dinlerini iyice öğrensinler. Örfadetlerini<br />
ve geleneklerini yaşasınlar, unutmasınlar. Tatillerde<br />
imkânlar elverdiğince Türkiye’ye gitsinler, görsünler.<br />
Akrabalarını ziyaret etsinler, tanısınlar. Mutlaka<br />
okusunlar, okusunlar, okusunlar.<br />
Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın<br />
her birisinin acı-tatlı<br />
muhakkak bir hikayesi vardır.<br />
Özellikle gurbetin ilk yıllarında<br />
dinî hayat ile ilgili yaşanan sıkıntıların<br />
hikayesi, diğer çekilen<br />
sıkıntı ve zorlukların üzerine<br />
tabiri caizse tuz biber olmuştur.<br />
O zor anlarda insanı yaşama<br />
bağlayan, moral ve manevî<br />
gücün yoksunluğu, ruhlarda<br />
derin yaralar bırakmıştır. Allah’a<br />
şükürler olsun ki, 2. ve 3. kuşaklar<br />
bu travmayı yaşamadılar.<br />
Şimdi, sayıları bir hayli azalan<br />
ilk jenerasyondan ve Dachau/<br />
Münih DİTİB Camii üyesi ve<br />
cemiyet eski başkanı Mustafa<br />
Denel bey ile geçmiş üzerine<br />
gayet içten ve samimi bir ortamda<br />
yaptığımz söyleşiyi siz<br />
değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz.<br />
İlgiyle okuyacağınızı<br />
düşünüyoruz.<br />
Mustafa Bey, bize kendininizi<br />
kısaca tanıtır mısınız?<br />
-Merhaba Hocam. Ben Mustafa<br />
Denel, Aydın Nazilli‘denim. Aslen<br />
Yörüğüm. Emekliyim.
Almanya’ya ilk ne zaman<br />
geldiniz?<br />
-1970’lerin başında geldim<br />
Almanya‘ya. Ama rahmetli babam<br />
daha önce gelmişti.<br />
Rahmetli ilk trene binenlerden<br />
yani.<br />
-Evet aynen öyle.<br />
Gerçi malumu ilam olacak<br />
ama, yine de sormak<br />
istiyorum. Neden geldiniz<br />
Almanya’ya?<br />
-Tabiki gezip-tozmaya gelmedik.<br />
Neden gelinirki Hocam. Fukaralıktan,<br />
yokluktan… Rahmetli<br />
babam yetimdi ve yeni evlenmişti.<br />
Epeyce de borçlanmıştı o<br />
zaman. Bakmış herkes geliyor,<br />
O da atlamış trene. Ekonomik<br />
sıkıntılardan geldik kısacası.<br />
Bu anlamda ne ummuştunuz<br />
ne buldunuz? Yani ekonomik<br />
olarak değdi mi?<br />
-Yaradanıma şükürler olsun,<br />
evlerim de var, bağlarım da var<br />
Türkiye’de. Ama ben burada<br />
kirada oturuyorum. Ne yaman<br />
çelişki değil mi? Bir kaç evin<br />
olacak memlekette, ama burada<br />
kiracı olacaksın. Ne zaman<br />
döneceğiz Allah bilir. Belki de<br />
kendi evimde oturmak hiç nasip<br />
olmayacak. Buradan belki de<br />
tabutumuz gider… (Bir iç çektikten<br />
sonra) Neyse, Rabbim öbür<br />
dünyada ev nasip etsin… Amin.<br />
Size, Almanya’da yabancı,<br />
Türkiye’de ise gurbetçi diyorlar.<br />
Bu konuda neler söylersiniz?<br />
-Evet, malesef öyle oldu Hocam.<br />
Ağlar mısın, güler misin<br />
bu hâlimize? Biz her zaman<br />
üvey evlat olduk. Ne anavatana<br />
ne babavatana sığabildik.<br />
Burada yabancı (Müslüman<br />
Türk), Türkiye’de Alamancı. Aşık<br />
Veysel’in dediği gibi: “Benim<br />
yarim kara topraktır.“ Enindesonunda<br />
asıl yurdumuza gideceğiz,<br />
ne de olsa bizler bu dünyada<br />
misafi riz.<br />
Bu arada Türkiye’deki akrabalarla<br />
ilişkileriniz nasıldı?<br />
Sizlerden beklentileri oldu<br />
mu?<br />
-İlk zamanlar çok iyiydi. Büyüklerimiz<br />
göçüp gitti. Dile kolay<br />
aramıza koskoca 50 yıl, çocuklar,<br />
torunlar ve gurbet girdi. İster istemez<br />
zamanla ilişkiler soğudu.<br />
Tabiki ihtiyacı olarlara yardım<br />
ettik. Tarlalarımızı, evlerimizi<br />
kullandılar. Hayır dediğimiz<br />
zamanlarda ne yazık ki, akrabalarla<br />
aramız açıldı, küstüler… Ne<br />
yapalım hayat işte devam edip<br />
gidiyor.<br />
Geldiğiniz dönemde dinî<br />
hayat nasıldı, bulunduğunuz<br />
çevre itibarıyla. Mesela<br />
cuma ve bayram namazlarını<br />
kılma imkanınız oldu mu?<br />
-Hocam yaramıza tuz bastınız bu<br />
soruyla. İlk geldiğimiz zamanlar<br />
dinî hayatımız diye bir şey yoktu.<br />
Dil bilmiyor, yol bilmiyorduk.<br />
Herkes ayrı yerlerde çalışıyor,<br />
ayrı yerlerde kalıyordu. Ara sıra<br />
arkadaşlarla, hemşehrilerle tatil<br />
günlerinde barlarda, gazinolarda<br />
ya da işçi yurtlarında biraraya<br />
gelirdik, konuşurduk, sohbet<br />
ederdik, kısacası hasret giderirdik.<br />
Memleketten gelen mektupları<br />
göz yaşları içinde okurduk,<br />
dertlerimizi paylaşırdık. Sonraları<br />
yavaş, yavaş Müslümanlığımız<br />
aklımıza geldi. Cumayı, ramazanı,<br />
bayramı düşünmeye başladık.<br />
Dachau‘da papazdan müsaade<br />
aldık, kilisenin salonunda<br />
Aralık 2011 - 152 27
28<br />
seneler sonra teravihlerimizi,<br />
cumalarımızı kılmaya başladık.<br />
Allah’a şükür papazın sayesinde<br />
de olsa şöyle bir kendimize geldik.<br />
Yani manevî yönden toparlandık,<br />
ferahlandık…<br />
Hocanız kimdi, Türkiye’den<br />
mi gelmişti?<br />
-Hayır, hayır. O zamanlar<br />
Türkiye’den hoca fi lan geldiği<br />
yok. Arkadaşlardan birisi namazlarımızı<br />
kıldırıyordu. Biraz köyündeki<br />
hocadan biraz anne-babasından<br />
bir şeyler öğrenmiş bir<br />
arkadaşımızdı. İçimizde duaları<br />
en iyi o biliyordu... <strong>Din</strong>î yönden<br />
bilgisi vardı yani…<br />
Peki, o zaman ile şimdiki<br />
durumu kıyaslamak gerekirse,<br />
neler söylersiniz?<br />
-Şimdi şükürler olsun. Her şehirde<br />
camilerimiz var. Bazı küçük<br />
yerlerde bile iki-üç tane var.<br />
Diğer sivil toplum kuruluşlarını<br />
da saysak her adım başı bir cemiyetimiz<br />
var maşallah. Geçmişle<br />
kıyaslanmaz yani…<br />
Çocuklar ve torunları arzuladığınız<br />
şekilde onları<br />
yetiştirebildiniz mi? Farklı<br />
bir kültür ortamını teneffüs<br />
etmeleri sebebiyle aranızda<br />
kuşaklar arası anlaşmazlık<br />
oluyur mu?<br />
-İnsanın her istediği şey malesef<br />
gerçekleşmiyor. Mesela isterdim<br />
ki, hepsi okusun. Ancak bir tanesi<br />
üniversiteyi bitirebildi. Şimdi<br />
hepsi evli barklı, çalışıyorlar.<br />
Torunlar da okula gidiyor, tabii<br />
ki gönül hepsinin yüksek tahsil<br />
yapmasını istiyor, inşallah okurlar.<br />
Zaten onlar için buradayım.<br />
Çocuklarımla aramızda Allah’a<br />
şükür hiçbir sorun, anlaşmazlık<br />
yok. Zamanında hepsini camiye<br />
Kur’an kursuna gönderdim. <strong>Din</strong>lerini,<br />
Kur’an’larını öğrendiler. Bu<br />
Aralık 2011 - 152<br />
konuda şimdi Türkiye’ye dönen<br />
değerli hocalarımızdan -Allah<br />
hepsinden razı olsun- emekleri<br />
çok üzerimizde. Çocuklarımız<br />
şu anda caminin yolunu biliyorlarsa<br />
ve namazlarını kılıyorlarsa<br />
bunu hocalarımıza borçluyuz.<br />
Bazen düşünüyorum da, bence<br />
bu dünyada en büyük kazancım<br />
bu oldu. Burası Türkiye gibi<br />
değil sevgili hocam. Çocukların<br />
manevî yönden çok iyi yetiştirilmesi<br />
gerekiyor, hiç ihmalkârlığa<br />
gelmez, yoksa Allah korusun<br />
ipin ucunu bir kaçırdın mı artık<br />
onları tekrar yuvaya döndürmek<br />
çok zor… Üzülüyorum bazı gençlerimizin<br />
sorumsuz davranışlarını,<br />
millî ve manevî değerlerimize<br />
yabancılaştığını gördüğümde.<br />
Ama çocukları suçlamıyorum,<br />
onların yetiştirilmesinde kayıtsız<br />
ve duyarsız davranan ebeveynler<br />
suçlu kanaatimce…<br />
Cami derneğiniz ne zaman<br />
faaliyete geçti?<br />
-DİTİB’e bağlı olan cemiyetimizi<br />
10-15 arkadaş bir araya gelerek<br />
1984 yılında, bir daire kiralamak<br />
suretiyle açtık. Sonra mülkiyetini<br />
aldık, Allah’a hamd olsun.<br />
Yapılan bazı tadilat ve eklerle bu<br />
zamana kadar geldik. Ama şimdi<br />
burası artık bize yetmiyor. Çevre<br />
köylerle birlikte 5 bin civarında<br />
Türk vatandaşı yaşıyor. Özellikle<br />
bayramlar da bize dar geliyor.<br />
Allah kerim, inşallah daha nice<br />
güzel hizmetleri bize nasip eder.<br />
Peki sizin için cami, din görevlisi,<br />
<strong>Diyanet</strong> ne anlama<br />
geliyor? Bu hususta eleştirileriniz<br />
veya beklentileriniz<br />
var mı?<br />
-Bizim için cami her şeydir hocam.<br />
Tabiri caizse ekmek- su<br />
gibidir. Yani cami yoksa biz de<br />
yokuz demek. Çünkü camilerin<br />
sayesinde ancak dinimizi, millîmanevî<br />
değerlerimizi, gelenek<br />
ve örf adetlerimizi yaşıyor, yaşatabiliyoruz.<br />
Şunu açıkça söyleyeyim,<br />
eğer bu camiler olmazsa,<br />
üçüncü nesilden sonraki nesilde<br />
ne Müslümanlık ne de Türklük<br />
kalır. Tabi cami olupta içinde<br />
hoca yoksa, yaptığın masrafl ar<br />
boşa gider. Çünkü hocalar hem<br />
bizim hem de çocuklarımızın<br />
manevî babalarıdır. Her cami<br />
hocasıyla güzeldir. Allah <strong>Diyanet</strong>imizden,<br />
Devletimizden razı<br />
olsun, camimiz açıldığından beri<br />
bize din görevlisi gönderiyor.<br />
Biz de elemizden geldiği kadar<br />
hocalarımıza mahçup olmamaya<br />
çalışıyoruz, inşallah bizden<br />
memnunlardır…<br />
Gelecekle ilgili düşünceleriniz,<br />
umutlarınız nelerdir?<br />
Artık gurbetçi demeyelim,<br />
burada kalıcı olan vatandaşlarımıza,<br />
özellikle gençlerimize-çocuklarımıza<br />
bir<br />
tavsiyeniz var mı?<br />
-Ben hiçbir zaman ümidimi yitirmem.<br />
Karamsar biri değilim.<br />
Evvel Allah gelecekten de ümitliyim.<br />
Yurt dışındaki çocuklarımıza-gençlerimize<br />
tavsiyem odur<br />
ki; ilk önce dillerini ve dinlerini<br />
iyice öğrensinler. Örf-adetlerini<br />
ve geleneklerini yaşasınlar,<br />
unutmasınlar. Tatillerde imkânlar<br />
elverdiğince Türkiye’ye gitsinler,<br />
görsünler. Akrabalarını ziyaret<br />
etsinler, tanısınlar. Mutlaka okusunlar,<br />
okusunlar, okusunlar.<br />
Üniversiteye gitsinler, yüksek<br />
tahsil yapsınlar ve geleceğe çok<br />
iyi hazırlansınlar. Allah yar ve<br />
yardımcıları olsun.<br />
Bu güzel söyleşi için size<br />
teşekkür ediyorum.<br />
-Ben de size teşekkür ederim<br />
hocam.
“Emanet”, Kur’an<br />
ve hadiste yer<br />
verilen, dinî,<br />
ahlakî, bireysel ve<br />
toplumsal kuralları<br />
içine alan ve<br />
kısaca gerek Rabbimizle<br />
ve gerekse<br />
birlikte yaşadığımız<br />
insanlarla ilgili<br />
sorumluluklarımızı<br />
ifade eden kapsamlı<br />
ve de temel<br />
bir kavramdır.<br />
din-düşünce-yorum<br />
Emanete Ehil Olmak<br />
ve Emaneti Ehline<br />
Vermek<br />
Mustafa Güney<br />
<strong>Din</strong> <strong>İşleri</strong> Yüksek Kurulu Uzmanı<br />
Dünyada başarı, adalet ve huzurun<br />
yolu ‘‘emanete ehil olmak’’<br />
ve ‘‘emaneti ehline vermek’’ten<br />
geçer. İnsanlık tarihine baktığımızda<br />
emanetlerin ehline verildiği ve<br />
adaletin titizlikle yerine getirildiği<br />
zamanlarda, büyük başarılar elde<br />
edilmiş, bireyler ve toplumlar huzur<br />
bulmuş; emanete hıyânetler<br />
ve böylece meydana gelen haksızlıklar<br />
ise başarısızlıkların, huzursuzlukların<br />
ve kavgaların ana<br />
sebepleri arasında yer almıştır.<br />
Yüce kitabımız Kur’an’da: “Allah<br />
size, emanetleri mutlaka ehline<br />
vermenizi ve insanlar arasında<br />
hükmettiğiniz zaman adaletle<br />
hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu<br />
Allah, bununla size ne güzel öğüt<br />
veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla<br />
işitendir, hakkıyla görendir.”<br />
(Nisâ, 58) buyrulmaktadır.<br />
Ayet, dolaylı olarak biz Müslüman-<br />
lara öncelikle emanete ehil olmamızı;<br />
emanetleri verme yetkisine<br />
sahip olanlara da emaneti ehline<br />
vermelerini emretmektedir.<br />
“Emanet”, Kur’an ve hadiste yer<br />
verilen, dinî, ahlakî, bireysel ve<br />
toplumsal kuralları içine alan ve<br />
kısaca gerek Rabbimizle ve gerekse<br />
birlikte yaşadığımız insanlarla<br />
ilgili sorumluluklarımızı ifade eden<br />
kapsamlı ve de temel bir kavramdır.<br />
Bu yazımızda emanetin “insanlarla<br />
ilgili hizmetleri en iyi şekilde<br />
yerine getirme ve ehline verme”<br />
yönüne dikkatleri çekmeye çalışacağız.<br />
Kişinin kendisine verilen maddîmanevî<br />
her şey emanet olduğu<br />
gibi; hüner/yetenek gerektiren<br />
ve topluma/bireylere hizmet için<br />
kullanılan ve geçim yolları olan<br />
meslekler ile kamunun hizmet<br />
Aralık 2011 - 152 29
30<br />
makamları olan her çeşit görevler<br />
de birer emanettir.<br />
1. Emanete Ehil Olmak<br />
Kamu hizmetlerini yürütecek,<br />
toplumun ihtiyaçlarını karşılamak<br />
üzere resmî ya da özel<br />
kurumlarda görev alacak meslek<br />
erbabının iyi yetişmeleri ve<br />
yetiştirilmeleri “emanete ehil<br />
olma”nın ilk ve temel şartıdır.<br />
“Gözlerimizi aydınlatacak” (Furkan,<br />
74) bir nesil olmaları için çocuklarımıza<br />
sevgi ve şefkat göstermemiz,<br />
maddî ihtiyaçlarını helal<br />
yollarla gücümüz nispetinde<br />
en güzel şekilde karşılamamız<br />
ve eğitimlerini “yeteneklerine<br />
göre” yaptırmamız başta gelen<br />
görevimizdir. Çocuklarımızın bu<br />
görevlere hazırlanmaları, meslek,<br />
sanat ve hüner sahibi olabilmeleri;<br />
yapılması gerekenleri<br />
“zamanında ve doğru şekilde”<br />
yapmamızla sıkı sıkıya bağlıdır.<br />
Unutmayalım ki, “ağaç yaş iken<br />
eğilir.”<br />
O hâlde çocuklarımızın hangi<br />
mesleğe yetenekleri varsa o<br />
alana yönlendirilmeleri, seçtikleri<br />
alanlarda uzmanlaşmaları ve<br />
neticede resmî-özel kurumlarda<br />
Aralık 2011 - 152<br />
görev alabilmeleri için ailelerin<br />
ve eğitim kurumlarımızın birlikte<br />
değerlendirip yol haritası hazırlamaları<br />
gerekir.<br />
Zamanında yeteneklerine göre<br />
yönlendirilmiş ve gerekli eğitimi<br />
almış yetişkinlerin üstlendikleri<br />
görevleri, topluma verdikleri<br />
hizmetleri emanet bilinciyle,<br />
Allah’ın en şerefl i varlığı olan<br />
insanların ihtiyaçlarını karşılamak<br />
ve O’nun rızasını kazanmak<br />
için yapmaları da emanete ehil<br />
olmalarının bir diğer şartıdır.<br />
Emanete ehil olmanın diğer<br />
önemli bir şartı ise, kişilerin<br />
herhangi bir mesleği yapmaya<br />
başladıktan sonra bu görevin<br />
gerektirdiği yenilikleri yakından<br />
takip ederek kendilerini daima<br />
geliştirmeye, “en iyi” hizmeti<br />
sunmaya ve “en kaliteli üretimi”<br />
yapmaya gayret etmeleridir.<br />
Çünkü “İhsan” kavramının,<br />
“Allah’a onu görüyormuşsun gibi<br />
kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan<br />
da O, seni mutlaka<br />
görüyor.” (Buhârî, İmân, 36; Müslim,<br />
İmân,1,5) şeklindeki anlamının<br />
yanında, bir de “İtkân/bir Müslümanın<br />
ibadetler başta olmak<br />
üzere, yaptığı her meşru işi en<br />
güzel şekilde yapması” anlamı<br />
vardır. Bir başka rivayette de:<br />
“Allah, sizden birinizin yaptığı işi,<br />
sağlam ve iyi yapmasından hoşnut<br />
olur.” buyrulmuştur (Taberânî,<br />
el-Mu’cemü’l-Evsat, 1/275; Beyhakî,<br />
Şuabü’l-Îmân, 4/334)<br />
Buna göre işini, mesleğini veya<br />
görevini ilgilendiren her hususta<br />
bu gününün, dünden daha ileri<br />
olması bir Müslümanın hedefi<br />
olmalıdır. İki günü birbirine denk<br />
olmamalı, her gününü bir önceki<br />
güne göre daha ileriye götürmeye,<br />
alanında uzmanlaşmaya,<br />
bilgi ve tecrübe birikimlerini<br />
artırmaya, günün ve geleceğin<br />
ihtiyaçlarını dikkate alarak bilim<br />
ve teknolojiyi en iyi şekilde kullanmaya<br />
çalışmalıdır. Kısacası<br />
“tâlip/isteyen” değil, “matlûp/<br />
istenen-aranan”, işinin ve mesleğinin<br />
uzmanı bir kişi olmaya<br />
gayret etmelidir. Bu konuda<br />
Abdullah İbni Mes’ûd (r.a.)’un<br />
şu tavsiyesine kulak verilmelidir:<br />
“İlme sarılın. Çünkü hiç biriniz<br />
insanların size ne zaman ihtiyaç<br />
duyacaklarını bilemez.” (Bkz. Ebu-<br />
bekir er-Razi, Muhtâru’s-Sıhah, “H.L.L.”<br />
Maddesi)<br />
Bununla birlikte; yeterli ve yetenekli<br />
olsa bile kendisine bir talep<br />
gelmeden kamuda, özellikle<br />
idari görevlere talip olmamak,<br />
bu görevlere gelmek için hırs<br />
göstermemek, ısrarcı olmamak,<br />
etkili ve yetkili kişileri devreye<br />
sokmamak, hiç kimsenin eşiğini<br />
aşındırmamak ve yüzsuyu<br />
dökmemek de bir Müslümanın<br />
ana ilkesi olmalıdır. Çünkü yetki<br />
kullanılan ve hizmete tahsisli<br />
imkânlara sahip birtakım görevler,<br />
sırf makamı, imkânları<br />
ve itibarı için yüklenilemeyecek<br />
kadar ağır bir sorumluluktur.<br />
İnsanın hakkını veremeyeceği<br />
bir görevi hırsla talep etmesinin<br />
pişmanlık sebebi olacağını
Peygamber Efendimiz (s.a.s.)<br />
şöyle haber vermektedir: “Siz<br />
memuriyet alma hususunda pek<br />
hırslı davranacaksınız. Hâlbuki<br />
(elde etmek için) çırpındığınız o<br />
vazîfe, kıyamet gününde bir pişmanlık<br />
sebebi olacaktır.” (Buhârî,<br />
Ahkâm 7; Nesâî, Kudât, 5)<br />
Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in,<br />
insanda bulunan mal ve makam<br />
düşkünlüğü ve bu imkânları<br />
keyfi tasarrufu için kullanmasının,<br />
ahiretimiz için ne kadar<br />
tehlikeli olduğuna dair dikkatlerimizi<br />
çektiği bir uyarısı da<br />
şöyledir: “Bir koyun sürüsünün<br />
içine salıverilmiş iki aç kurdun,<br />
o sürüye verdiği zarar, mala ve<br />
mevkiye düşkün bir adamın dinine<br />
verdiği zarardan daha büyük<br />
değildir.” (Tirmizî, Zühd, 30)<br />
Ebû Zer (r.a.) birgün, “Yâ<br />
Rasûlallah! Beni vali tayin eder<br />
misin?” diyerek istekte bulunmuş,<br />
Allah Rasûlü (s.a.s.) ise<br />
bunun üzerine eli ile omuzuna<br />
vurarak şöyle karşılık vermiştir:<br />
“Ey Ebû Zer! Sen (idarecilik<br />
bakımından) zayıf bir adamsın.<br />
İstediğin görev ise büyük<br />
bir emanettir. Bu emaneti ehil<br />
olarak alan ve üzerine düşeni<br />
yapanlar müstesna, aslında<br />
bu vazife kıyamet gününde bir<br />
rezillik ve pişmanlıktır.” (Müslim,<br />
İmâre, 16) buyurmuştur.<br />
Allâh’ın Rasûlü (s.a.s.) “Ebû<br />
Zer’den daha doğru olanı ne<br />
gök gölgelendirmiş ne de yeryüzü<br />
üzerinde taşımıştır.” (Tirmizî,<br />
Menâkıb, 35) buyurmasına ve onun<br />
ahlakını, karakterini ve dünyaya<br />
hiç değer vermeyişini çok iyi bilmesine<br />
rağmen, istediği göreve<br />
tayin etmemiştir. Zîra nice faziletli<br />
kişiler vardır ki, yöneticilik<br />
yetenekleri yoktur.<br />
Sınavla ya da yetki sahibi makamlarca<br />
ehil görülerek bir<br />
göreve getirilen Müslüman<br />
ise canla-başla en iyi hizmeti<br />
vermek için çalışmalıdır. Çünkü<br />
talip olmadığı hâlde bir makama<br />
getirilen ve samimiyetle gayret<br />
gösteren kimselere Allah Teâlâ<br />
yardım eder. Bu konuya işaret<br />
eden Peygamberimiz (s.a.s.),<br />
Abdurrahman bin Semüre<br />
(r.a.)’ye şu tavsiyede bulunmuştur:<br />
“Ey Abdurrahman! Emirliğe/<br />
yöneticiliğe talip olma! Eğer<br />
senin isteğin üzerine sana ida-<br />
recilik verilirse, istediğin şeyin<br />
sorumluluğu sana yüklenir. Eğer<br />
sen isteklisi olmadan o görev<br />
sana verilirse, o işte yardım görürsün.”<br />
(Buhârî, Ahkâm, 5-6; Müslim,<br />
İmâre, 13)<br />
Böyle bir durumda gerekli nitelikleri<br />
taşıyan kimselerin verilecek<br />
görevden kaçmamaları ve<br />
hizmete koşmaları da gerekir.<br />
Çünkü bu hizmetlerin ehil kişiler<br />
tarafından yerine getirilmesi<br />
de şiddetli bir ihtiyaçtır. Ayrıca<br />
üstlendiği görevi hakkıyla yerine<br />
getirenlere de büyük mükafatlar<br />
vardır. Başka bir gölgenin bulunmadığı<br />
Kıyamet gününde Allah<br />
Teâlâ’nın, arşının gölgesinde<br />
barındıracağı, himayesine alacağı<br />
müstesna insanlardan biri<br />
de “Adil devlet başkanı” (Buhârî,<br />
Zekât 16; Müslim, Zekât, 91) ve derece<br />
derece kamu adına yetki kullanma<br />
görevini elinde bulunduran<br />
kişilerdir.<br />
2. Emaneti Ehline Vermek<br />
Emanet olan her türlü görevin<br />
“o emanete ehil” insanlara verilmesi<br />
de ayrı ve çok önemli başka<br />
bir emanettir. Özellikle kamu<br />
adına emaneti ehline verme<br />
yetkisini elinde bulunduran her<br />
seviyedeki yetkililer, bu konuda<br />
çok adaletli davranmalı, emaneti<br />
emin ellere teslim etmek için<br />
çok ciddi gayret ve dikkat içinde<br />
olmalıdırlar.<br />
Bu hususta yetki sahiplerine düşen<br />
en büyük sorumluluk; “Bu<br />
görevi en iyi kim yapabilir?”, “Bu<br />
görevin ehli kimdir?” veya “yeterli<br />
bilgi ve birikime sahip mi?”<br />
diye araştırıp sormak ve en yetenekli<br />
kişileri en uygun makam<br />
ve mevkilere getirmektir. Allah<br />
Rasûlü (s.a.s.), kendisinden<br />
herhangi bir görev istememiş<br />
olan Ebû Mûsâ el-Eş’arî (r.a.)’yi<br />
Yemen’e vali tayin etmiştir. (Müslim,<br />
İmare, 15) O kendisi göreve<br />
Aralık 2011 - 152 31
32<br />
Kamuda veya serbest hayatta her ne görev üstlenmişsek, işimizin ehli olmaya ve o<br />
işi severek en güzel şekilde yapmaya çalışmamız, birtakım görevlere gelebilmek için<br />
hırs göstermememiz gerekir. Yetki sahiplerinin ise emaneti ehline verirken çok dikkat<br />
etmeleri, sağlıklı bir toplumun kurulması için zorunluluk arz etmektedir.<br />
talip olmamış, fakat Peygamberimiz<br />
(s.a.s.) onda tespit ettiği<br />
yeteneğe dayanarak ve ehil<br />
görerek kendisine bu görevi<br />
yüklemiştir.<br />
İnsanların bu tür görevleri istemeleri<br />
konusunda sergiledikleri<br />
hırs, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in<br />
bu konuda izlediği yol ve ortaya<br />
koyduğu örneklik ile ilgili olarak,<br />
Ebû Mûsâ el-Eş’arî (r.a.) şu<br />
olayı anlatmaktadır: Amcamın<br />
oğullarından ikisiyle Allah Rasûlü<br />
(s.a.s.)’nün huzuruna girmiştim.<br />
Onlardan biri: “Ya Rasûlallah!<br />
Yönetimini Cenâb-ı Hakk’ın sana<br />
verdiği görevlerden birine bizi<br />
yönetici tayin et!” dedi. Öteki de<br />
benzeri bir şey söyledi. Bunun<br />
üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.)<br />
şöyle buyurdu: “Vallâhi biz, talip<br />
olanı veya vazife hırsı bulunanı<br />
Aralık 2011 - 152<br />
yönetici yapmıyoruz!” (Buhârî,<br />
Ahkâm, 7; Müslim, İmâre, 14-15)<br />
Konuyla ilgili ayetlerde “emanete<br />
riâyet”, müminlerin başlıca<br />
erdemleri arasında zikredilmektedir.<br />
(Mü’minûn, 8; Meâric, 32) Bunun<br />
aksine davranmak ise “hıyânet/<br />
emaneti yerine getirmeme” (Enfal,<br />
27, 58) olarak nitelenmekte,<br />
müminlerin bunlardan şiddetle<br />
kaçınmaları istenmektedir.<br />
Hz. Peygamber (s.a.s.) de<br />
“emanete hıyânet” etmeyi münafıklık<br />
alametleri arasında saymıştır:<br />
“Münafığın alameti üçtür:<br />
Konuşunca yalan söyler, söz<br />
verince sözünden cayar, kendisine<br />
bir şey emanet edildiğinde<br />
hıyanet eder.” (Buhârî, Îmân 23;<br />
Müslim, Îmân 107-108) “Emanet zayi<br />
olduğunda (ehil olmayana verildiğinde)<br />
kıyameti bekle.” (Buhârî,<br />
İlim, 2) anlamındaki hadisleri de,<br />
hangi türden olursa olsun emanete<br />
hıyanetin yaygınlaşması<br />
ve güvenin ortadan kalkmasının<br />
toplumsal bir felaket olduğunu<br />
bildirmektedir.<br />
Sonuç olarak; kamuda veya<br />
serbest hayatta her ne görev<br />
üstlenmişsek, işimizin ehli olmaya<br />
ve o işi severek en güzel şekilde<br />
yapmaya çalışmamız, birtakım<br />
görevlere gelebilmek için hırs<br />
göstermememiz gerekir. Yetki<br />
sahiplerinin ise emaneti ehline<br />
verirken çok dikkat etmeleri, sağlıklı<br />
bir toplumun kurulması için<br />
zorunluluk arz etmektedir. Böylece<br />
hem bu yetki sahipleri kıyamet<br />
gününde Allah Teâlâ’nın arşının<br />
gölgesinde barınacaklar, hem de<br />
görev alanlar uhrevi sorumluluktan<br />
kurtulmuş olacaklardır.
Üç şeyin geri<br />
dönüşü yoktur:<br />
“Geçen gün, ağızdan<br />
çıkan söz<br />
ve yaydan çıkan<br />
ok.” Geçmiş, ibret<br />
almak içindir. Şu<br />
anda, ertelemeden,<br />
ihmal etmeden<br />
ne yapılması<br />
gerekiyorsa o yapılmalıdır.<br />
din-düşünce-yorum<br />
Geçmişle Gelecek<br />
Arasında Yerimiz<br />
Mukadder Arif Yüksel<br />
Bayat Müftüsü<br />
Zaman, kesintisiz anlardan oluşur.<br />
Zamanla mukayyet olan hayatımız<br />
da müşahede ettiğimiz anların bir<br />
bölümünde yer alır. İçinde bulunduğumuz<br />
şartlar, geçmişin eseridir ve<br />
atalarımızdan bize miras kalmıştır.<br />
Bu mirasın, bizden sonraki nesle<br />
nasıl tevarüs edeceği ise yapıp<br />
ettiklerimize göre bir mahiyet kazanacaktır.<br />
Üç şeyin geri dönüşü yoktur: “Geçen<br />
gün, ağızdan çıkan söz ve yaydan<br />
çıkan ok.” Geçmiş, ibret almak<br />
içindir. Şu anda, ertelemeden,<br />
ihmal etmeden ne yapılması gerekiyorsa<br />
o yapılmalıdır. Bu günün<br />
işini yarına bırakanlar ve yapmakla<br />
yükümlü olduğu işleri erteleyenler,<br />
ertelenen günleri yaşamış sayılmazlar.<br />
İşini ertelemeyi alışkanlık hâline<br />
getirenler, son tahlilde hayatını da<br />
ertelemiş sayılırlar.<br />
Dünün itibarı, onu kuran asillere<br />
aittir. Atalarımızdan tevarüs<br />
ettiğimiz asalet, bizim için hazır<br />
ve zengin bir sermaye gibi işlev<br />
görebilir ancak bu sermayenin iyi<br />
kullanılamaması da bizi miras yedi<br />
konumuna düşürecektir. “Geçmişe<br />
mazi derler.” diyerek dünü<br />
önemsemeyenler, bugüne sermaye<br />
olarak mirası da babaları ile birlikte<br />
mezara gömmüş olurlar. Geçmişe,<br />
insanlığın manevi mirasını korumak<br />
için sahip çıkarız, harabe bekçiliği<br />
yapmak için değil. Yahya Kemal,<br />
geçmişi özlemle andığı için devrinin<br />
bazı düşünürleri tarafından harabati<br />
(enkazla uğraşan kişi) olarak<br />
nitelendirilmiş. Bu nitelemeye karşı<br />
büyük şair şu tarihi cevabı verir:<br />
Ne harabiyim ne harabati<br />
Kökü geçmişte olan atiyim.<br />
Taşıdığımız soy isim, mensup<br />
olduğumuz aileye ve kabileye delalet<br />
eder. Tanıştığımız kimselerle<br />
isminden sonra nereli ve kimlerden<br />
olduğunu sorarak hakkında kanaat<br />
sahibi olmaya çalışırız. Bunun için<br />
birçok kimse temiz bir geçmiş ve<br />
soylu bir aile ile anılmak ister.<br />
Tarih sürecinde ilimde, siyasette,<br />
Aralık 2011 - 152 33
34<br />
sanatta ve zanaatta iz bırakmış<br />
kimselerin çoğunlukta soylu bir<br />
aileden geldiği ve iyi bir eğitim<br />
aldığı görülür. Bu durum, bireye<br />
ailenin ve ailenin geçmişten geleceğe<br />
tevarüs ettiği geleneğin<br />
sağladığı bir avantajdır. Öte yandan<br />
servetin, bir ailenin elinde en<br />
fazla dört yüz yıl kaldığı ve daha<br />
sonra el değiştirdiği gözlemlenmiştir.<br />
Bu da, uzun süre devam<br />
eden refahın yol açtığı rehavet<br />
dolayısı ile geleceğe hazırlıksız<br />
girenlere geleceğin kestiği bir<br />
cezadır.<br />
Bazen sıradan bir ailede parlak<br />
zekalı bir çocuğun, aklı, yeteneği<br />
ve sistemli çalışması ile sosyal<br />
hayatta hızla yükseldiğine şahit<br />
oluruz.<br />
Bir ağacın kökü ve gövdesi geçmişi,<br />
dalları, yaprağı ve meyvesi<br />
şu anı, meyve içindeki çekirdek<br />
ise geleceği sembolize eder. Bir<br />
meyve çekirdeğinin ağaç olup<br />
meyve vermesi için onlarca yıl<br />
geçmesi gerekir. Atalarımızın dik-<br />
Aralık 2011 - 152<br />
tiği meyve fi danlarının semeresini<br />
biz yiyoruz. Gelecek neslin meyve<br />
yiyebilmesi için, bizim de meyve<br />
dikimine devam etmemiz gerekiyor.<br />
Meyve ağacı örneğinden<br />
hareketle hayatın her alanı için<br />
bu uygulamanın zaruri olduğu<br />
aşikardır. Öte yandan meyve vermeyen<br />
ağaç gibi verimli olmayan<br />
ve üretmeyen kişi ve toplumların<br />
da orta ve uzun vadede yokluğa<br />
mahkum olması kaçınılmazdır.<br />
İftihar edeceğiniz bir geçmişe<br />
sahip olup olmadığınızı anlamak<br />
için şu an içinde bulunduğunuz<br />
duruma bakınız. Çünkü sizi bugüne<br />
dün ve daha önceki zamanlarda<br />
yaptıklarınız getirdi. Yarınınızın<br />
nasıl olacağını da merak ediyorsanız<br />
yine bugüne bakacaksınız.<br />
Çünkü bugünlerde yaptıklarınız<br />
sizi yarına hazırlıyor.<br />
“At ölür meydan kalır, yiğit ölür<br />
şan kalır.” “Eser de müessiri ile<br />
anılır.” Eğer gelecekte adımız eserimizle<br />
anılacaksa şu anda tıbben<br />
ölmemizin fazlaca bir önemi yok.<br />
Eğer bin yıl sonrası esamemiz<br />
okunmayacaksa, o günün insanları<br />
açısından bizim bir zamanlar<br />
yaşamış olmamızın her hangi bir<br />
ehemmiyeti yok.<br />
“Söz uçar yazı kalır.” Bugünün<br />
mürekkep yalamış kültürlü ve<br />
erdemli yetişkinleri, yayınladıkları<br />
kitap, dergi, gazete ve web sayfalarıyla,<br />
öğretmenler eğitimleri<br />
ile yarının toplumunu bir mühendis<br />
gibi projelendirip mimar<br />
gibi şekillendirmeye çalışıyorlar.<br />
Tarihe not düşen mütefekkirler<br />
ve sanatkârların eserleri zihnimizi<br />
süslerken, sohbeti ve nidası<br />
dinlenir hocaların hoş sedaları da<br />
kulaklarımızda yankılanıyor. Bu<br />
gerçeğe işaret eden Bâkî şöyle<br />
demiştir:<br />
Âvâzeyi bu âlemde Davut gibi sal<br />
Bâkî kalan bu kubbede hoş bir<br />
sada imiş.<br />
Kur’an’da, yeryüzünün dolaşılması,<br />
tarihin ve geçmiş milletlerin<br />
incelenmesi ve ibret alınması<br />
emredilmiştir:
Atalarımızın diktiği meyve fi danlarının semeresini biz yiyoruz.<br />
Gelecek neslin meyve yiyebilmesi için, bizim de<br />
meyve dikimine devam etmemiz gerekiyor.<br />
“Sizden önce nice (milletler<br />
hakkında) ilahî kanunlar gelip<br />
geçmiştir. Onun için, yeryüzünde<br />
gezip dolaşın da (Allah’ın ayetlerini)<br />
yalan sayanların akibeti ne<br />
olmuş, görün!” (Fatır, 44) M. Hamdi<br />
Yazır; bu ayet, Allah’ın ilginç yaratıkların<br />
görmeyi görkemli yerleri<br />
ziyaret etmeyi ve tarih kitabını<br />
okumayı tecviz ediyor, çünkü<br />
bunlar, âlemin seyrini ve geçmiş<br />
milletlerin üzerinde cereyan<br />
eden durumları bilmeye yarar.”<br />
demektedir. (Yazır, M. Hamdi Elmalılı,<br />
Hak <strong>Din</strong>i Kur’an Dili, Eser neş. İstanbul-1971,<br />
s.II/11/1179-1180)<br />
Tarih, Allah’ın değişmez bir yasa<br />
olarak koyduğu (Ahzab, 62) sünne-<br />
tullaha göre oluşmaktadır. Tarih,<br />
toplumun tecrübesi ve ortak belleğidir.<br />
Tarih tekerrür eder ama<br />
tarihte kötü bir tecrübe olarak iz<br />
bırakan olayların tekrar etmemesi<br />
için tedbir alınması ve tarihe ibret<br />
nazarı ile bakılması gerekir.<br />
İbn-i Haldun, geçmiş geleceğe,<br />
suyun suya benzemesi gibi benzer,<br />
diyor. Çünkü zaman ve mekan<br />
değişse de insan fıtratı daima<br />
benzer davranışları sergiler. İbn-i<br />
Haldun, tarih sahnesinde arz-i<br />
endam etmiş toplum ve medeniyetleri<br />
bir insan ömrüne benzetir.<br />
Toplumlar da insan gibi doğar,<br />
çocukluk, gençlik, yaşlılık evresinden<br />
geçer ve ölürler.<br />
Peki biz bu güne nasıl geldik? Ya<br />
da biz neden böyleyiz de hayalini<br />
kurduğumuz ve çok arzu ettiğimiz<br />
gibi değiliz? Cevap oldukça basittir.<br />
“Ne ekersen onu biçersin”,<br />
“İnsan için ancak çalıştığı kadarı<br />
vardır.” (Necm, 39)<br />
Allah’ın iman edip salih amel işleyenleri<br />
yeryüzünde üstün kılacağına<br />
dair sözü vardır.<br />
“Allah içinizden iman edenlere ve<br />
salih amellerde bulunanlara vaat<br />
etmiştir. Hiç şüphesiz onlardan<br />
öncekileri nasıl “güç ve iktidar<br />
sahibi” kıldıysa, onları da yeryüzünde<br />
“güç ve iktidar sahibi” kılacak,<br />
kendileri için seçip beğendiği<br />
dinlerini kendilerine yerleşik kılıp<br />
sağlamlaştıracak ve onları korkularından<br />
sonra güvenliğe çevirecektir.<br />
Onlar yalnızca bana ibadet<br />
ederler ve bana hiçbir şeyi ortak<br />
koşmazlar. Kim bundan sonra<br />
inkar ederse, işte onlar fasıktır.”<br />
(Nur, 55)<br />
Maide suresi 54. ayette de “Ey<br />
iman edenler! Sizden kim dininden<br />
dönerse (bilsin ki) Allah sevdiği<br />
ve kendisini seven, müminlere<br />
karşı alçak gönüllü, kafi rlere<br />
karşı onurlu ve zorlu bir toplum<br />
getirecektir...” buyruluyor. Geçmişle<br />
gelecek arasındaki yerimizin<br />
nasıl ve ne şekilde olduğuna bu<br />
ayette bariz bir işaret vardır.<br />
Geçmişin hesabı bizden sorulmaz<br />
ama, biz ilmî verilere ve insaf<br />
ölçülerine göre geçmişi inceleyerek,<br />
yerine göre sorgulayarak<br />
bu günün aydınlığında geleceği<br />
kurgulayabiliriz. Geçmişle gelecek<br />
arasındaki yerimiz; hâlen sahip<br />
olduğumuz maddî ve manevî donanımlarla<br />
elde ettiğimiz bireysel<br />
ve sosyal statümüzdür. Günümüz<br />
dünyasındaki yerimiz, oturduğumuz<br />
ev, bindiğimiz araba, yaşadığımız<br />
şehir ve ülke, beşeriyete<br />
sağladığımız katma değerler ve<br />
insanlığın huzuru için yaptığımız<br />
özverili çalışmaların getirdiği yerdir.<br />
Aralık 2011 - 152 35
36<br />
Gerçek huzuru<br />
arayanlar için<br />
bunalan daralan<br />
gönüller için<br />
camiler, sakin<br />
bir liman gibidir.<br />
İnsanın gönlüne<br />
öyle bir sekinet<br />
verir ki, çıkmak<br />
istemez insan bu<br />
mekânlardan.<br />
Aralık 2011 - 152<br />
din ve sosyal hayat<br />
Yurt Dışında Cami<br />
ve İmamın Önemi<br />
Dr. Mustafa Canlı<br />
Wollongong Bilal Camii <strong>Din</strong> Görevlisi / Avustralya<br />
Bundan yaklaşık 50 yıl önce başlamış<br />
anavatandan yurt dışına çıkışlar. Kimi<br />
bir traktör parası kazanır dönerim<br />
demiş, kimi de Türkiye’de bir iş kurmak<br />
için gerekli olan sermayeyi biriktirip<br />
dönmeyi planlamış. Her biri belki<br />
farklı amaçlar için gitmişler yurt dışına<br />
ama hemen hepsi, bir gün olup<br />
tekrar anavatan Türkiye’ye dönmeyi<br />
hayal etmiş. Hayal etmişler diyorum<br />
çünkü düşündüklerini uygulamaya<br />
koyamamışlar. Tam dönerim hesabı<br />
yaparlarken, küçükler büyümüşler,<br />
okumuşlar ve iş güç sahibi olmuşlar.<br />
Sonrasında gelin, damat, torun derken<br />
zaman geçtikçe insanlar gittikleri<br />
yere bağlandıklarını, artık oradan ayrılışın<br />
çok zor olduğunu fark etmişler.<br />
Bütün bu yoğun geçen günlerin<br />
arasında, ibadetlerini yapabilecekleri<br />
küçük de olsa bir mekân edinme düşüncesi,<br />
hep canlı durmuş yüreklerinde.<br />
Neticede camisiz olmaz demişler,<br />
kimi zaman kiliseden çevirerek, kimi<br />
zaman kahvehaneleri tadilat ederek<br />
bazen de yeniden inşa ederek cami<br />
ihtiyaçlarını gidermeye çalışmışlar.<br />
Tıpkı Allah Rasûlünün hicret yolunda<br />
iken Kuba mescidini takva üzere inşa<br />
ettikleri (Tevbe, 108) gibi, samimiyetle<br />
bu işe gönül vermişler. “Allah’ın mescitlerini<br />
ancak, Allah’a ve ahiret gününe<br />
iman eden, namazı gereği gibi<br />
kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başka<br />
kimseden çekinmeyen müminler bina<br />
edip şenlendirir.” (Tevbe, 18) ayet-i kerimesi<br />
fehvasınca camiler bina edip,<br />
bu camilere sahip çıkmışlar.<br />
Ve sonrasında cami etrafında toplanmışlar.<br />
Camide anavatanlarını<br />
görmüşler ve kendilerini memleketlerinde<br />
gibi hissetmişler. Caminin<br />
içerisine girip şöyle bir nefes aldıklarında,<br />
sanki kendilerini vatanlarında<br />
hissetmişler.<br />
Hele o ezan yok mu? Her ne kadar<br />
çoğu yerde içeride okunsa da<br />
insanları almış götürmüş Edirne<br />
Selimiye Camii’ne, oradan İstanbul<br />
Sultan Ahmed Camii’ne. Konya Kapu<br />
Camii’ne ve Erzurum Çifte Minerali<br />
Camii’ne kadar yükselmiş bu hoş<br />
seda, müminlerin gönlünde. Kısacası
Yurt dışında imam, görev yaptığı bölgede dinî bir otoritedir.<br />
İslam dini ile ilgili gerek temel bilgiler gerekse güncel bilgiler<br />
hakkında son sözü imam söyler. Değerlerin, kültürün<br />
gelecek nesillere aktarılmasında bir köprü vazifesi görür.<br />
Anadolu’ya gidip gelmişler ezan<br />
sesiyle birlikte. Bu manada camiler,<br />
yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza<br />
Anadolu’yu hatırlatan en<br />
önemli yapılardır.<br />
Camilerin yurt dışında yaşayan<br />
müminlerin hayatında gerçekten<br />
çok önemli bir yeri vardır. Yoğun<br />
iş temposu içerisinde çalışan insanlar<br />
için camiler iyi bir dinlenme<br />
yeridir. Gerçek huzuru arayanlar<br />
için bunalan daralan gönüller için<br />
camiler, sakin bir liman gibidir.<br />
İnsanın gönlüne öyle bir sekinet<br />
verir ki, çıkmak istemez insan bu<br />
mekânlardan. Camilere Beytullah<br />
denir. En büyüğü Mekke’de bulunan<br />
Kâbe-i Muazzama. Diğerleri<br />
sanki onun birer şubesi mesabesinde.<br />
İşte camilere girdiğinizde Rabbimizi<br />
ziyaret etmiş gibi olursunuz.<br />
Hele namaza durduğunuzda artık<br />
O’nunla baş başasınızdır. Başka<br />
hiçbir şey düşünmezsiniz.<br />
Her yaştan, her ırktan ve her<br />
makamdan insana hitab eder ve<br />
hizmet eder camiler. Küçücük yaş-<br />
lardan itibaren gelinir camilere.<br />
Kur’an öğrenilir, dua ve sureler bir<br />
bir ezberlenir. İslam hakkında ilk ve<br />
temel bilgiler burada edinilir. Gençlerin<br />
ayrı bir yeri vardır camilerde.<br />
Çünkü bu geleceğin dolayısıyla<br />
camiinin devamı onların elindedir.<br />
Onun için el üstünde tutulur gençlerimiz.<br />
Gönülleri alınmaya çalışılır.<br />
Camiler müştemilatı ile birlikte,<br />
insanları kültürlerine bağlayan, bir<br />
köprü vazifesi görür. Yurt dışında<br />
yaşayan müminler, camiye en az<br />
haftada bir kez de olsa gelerek,<br />
birçok değerlerini korumuş olurlar.<br />
Yemekler, mevlid-i şerifl er, düğün,<br />
nişan ve sünnetler… Hep bütün bu<br />
heyecanlar cami ve etrafında yaşanır.<br />
Böylece insan aslında kendini<br />
bulur orada. Benliğini yaşatır. Değerleriyle<br />
birlikte yaşama becerisini<br />
gösterir.<br />
Güzel Türkçemizin yaşatılmasında<br />
da camilerin çok büyük katkısı<br />
vardır. Aynı dili kullanan insanlar bir<br />
araya gelip konuştukları dili yaşatmış<br />
olurlar. Şu unutulmamalıdır ki,<br />
dil ile dinî yaşantı arasında sıkı bir<br />
bağ vardır.<br />
Camiler imamlarıyla birlikte bir<br />
anlam kazanır ve fonksiyonel olur.<br />
Cami imamının yani önderinin yeri<br />
de ayrıdır yurt dışında.<br />
Birinci Akabe biatinde Müslüman<br />
olan Medineliler, Rasûlüllah Efendimiz<br />
(s.a.s.)’e bir mektup yazarak<br />
şöyle demişlerdi: “Ya Rasûlallah!<br />
Muhakkak ki; aramızda İslamiyet<br />
yayılmaya başladı. Bu bakımdan<br />
bizlere, halkı Allah’ın Kitabına davet<br />
edecek, Kur’an-ı Kerim’i okuyacak,<br />
İslam dinini anlatacak, İslam’ın<br />
sünnet ve emirlerini aramızda ikame<br />
edecek, yerleştirecek, namazlarımızda<br />
bizlere imamlık yapacak bir<br />
kimse gönder.”<br />
Bunun üzerine Rasûlüllah Efendimiz<br />
(s.a.s.), Mus’ab bin Umeyr’i<br />
Medine’ye gönderdi ve ona:<br />
“Medinelilere Kur’an-ı kerim okumasını,<br />
İslamiyet’in emir ve yasaklarını<br />
öğretmesini, namazlarını<br />
kıldırmasını” emretti. (İbn Sa’d, et-<br />
Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrut 1960, III, 118) İşte<br />
bu bağlamda hoca efendilerin her<br />
biri bir Mus’ab b. Umeyr (r.a.) edasıyla<br />
giderler görev mahallerine.<br />
Ağır bir sorumluluğun altına girdiklerinin<br />
bilincindedirler.<br />
İmam kelimesi, Arapça’da önder,<br />
lider anlamlarına gelir. İnsanların<br />
önünde olmak, her söz ve hareketinle<br />
örnek olabilmek, hatta aile<br />
yaşantınla insanlara mesajlar verebilmek,<br />
bunların hepsi sorumluluk<br />
isteyen, bir o kadar da özveri ve<br />
fedakârlık isteyen hususlardır. Bir<br />
imamın gerçek misyonunu yurt<br />
dışında fark edebilir ve yaşayabilirsiniz.<br />
Her şeyden önce camide imam,<br />
namaz ibadeti konusunda cemaatine<br />
rehberlik etmeye çalışır.<br />
Bazen olur imam, psikolojik bir<br />
danışman gibi görev yapar. Bir gün<br />
bir bakarsınız ki; eşi ile problemi<br />
olan veya oğlu kızı ile ilgili sıkıntılar<br />
yaşayan insanlar, kendilerine<br />
Aralık 2011 - 152 37
38<br />
İmam, bir aile reisidir. Eşine çocuklarına karşı sorumluluklarını yerine getirmeye çalışır.<br />
Aynı zamanda ailesiyle birlikte topluma örnek olur ve gerek kendi yaşantısıyla<br />
gerekse ailevî yapısıyla yabancı toplum içerisinde kaybolup gitmekte olan mümin kişi<br />
ve aileler için örnek bir şahsiyettir.<br />
yardım etmesi için onun kapısını<br />
çalabilirler.<br />
Yurt dışında imam, aynı zamanda<br />
program yapımcısı, organize edeni<br />
ve uygulayıcısıdır. Kutlu Doğum<br />
programları, mevlid-i şerif organizasyonları,<br />
bayram festivalleri,<br />
“openday” programları vs. (Bu<br />
günlerde cami, dışa açılır, özellikle<br />
diğer dinlere mensup olanlar gelip,<br />
İslam ve cami hakkında bilgi alırlar.)<br />
Bazen olur imam, toplu piknikler<br />
organize eder ve vatandaşlarımız<br />
arasında kaynaşmayı sağlar.<br />
Yurt dışında birçok hareketi imam<br />
başlatır. Bir yardım işi varsa imam<br />
bu ateşi yakar ve hareket oradan<br />
gür bir şekilde devam eder. Her<br />
hangi bir yerde yarım kalan bir<br />
cami inşaatı varsa, imam cemaatini<br />
bilinçlendirir ve o cami ayağa<br />
kalkar.<br />
Bazen imam, iyi ve örnek bir<br />
sporcudur. Gençlerle birlikte bir<br />
bakarsınız futbol, voleybol oynar,<br />
bir bakarsınız bilardo oynar. Aslında<br />
o, bir spor müsabakasında da nasıl<br />
Aralık 2011 - 152<br />
ahlaklı olunabileceğini canlı bir<br />
şekilde bu şekilde göstermiş olur.<br />
İmam iyi bir hatiptir. Gerek cuma,<br />
bayram namazlarından önce, gerekse<br />
mübarek gecelerde, cemaatini<br />
dinî konularda aydınlatmaya<br />
çalışır.<br />
Yurt dışında imam, görev yaptığı<br />
bölgede dinî bir otoritedir. İslam<br />
dini ile ilgili gerek temel bilgiler<br />
gerekse güncel bilgiler hakkında<br />
son sözü imam söyler. Değerlerin,<br />
kültürün gelecek nesillere aktarılmasında<br />
bir köprü vazifesi görür.<br />
Bütün bunların yanında imam, bir<br />
aile reisidir. Eşine çocuklarına karşı<br />
sorumluluklarını yerine getirmeye<br />
çalışır. Aynı zamanda ailesiyle birlikte<br />
topluma örnek olur ve gerek kendi<br />
yaşantısıyla gerekse ailevî yapısıyla<br />
yabancı toplum içerisinde kaybolup<br />
gitmekte olan mümin kişi ve aileler<br />
için örnek bir şahsiyettir. Onlara<br />
değerleriyle birlikte yabancı bir toplumda<br />
nasıl yaşanabileceğini gösterir.<br />
Yurt dışında imam olmak, yurt<br />
içinde imam olmaktan daha önemli<br />
ve daha anlamlıdır. Çünkü bir imam<br />
olarak siz, yurt dışında yaşayan<br />
Müslüman kardeşlerimiz için çok<br />
şey ifade edersiniz. Tabiri caiz ise<br />
siz onların her şeylerisinizdir.<br />
İmam bir yandan camide görevini<br />
icra ederken, bir yandan da bir<br />
sosyal görevli gibi faaliyet gösterir.<br />
Çocuklar dünya hayatına gözlerini<br />
açar açmaz, imam efendinin ezan<br />
sesi ve duasıyla karşılaşırlar. Onun<br />
duasıyla yuvalar kurulur ve yine<br />
onun duasıyla cenazeler defnolunur.<br />
Hastane kapılarında gelecek<br />
kişileri gözleyen hastalar, imamın<br />
kendisine gelmesi, dua etmesi ile<br />
moralleri yerine gelir. Sözün kısası<br />
doğumdan ölüme insanın hep yanındadır<br />
imam.<br />
Netice olarak; camisiyle imamıyla<br />
cami ve müştemilatının, yurt dışındaki<br />
vatandaşlarımızın inançlarını<br />
muhafaza etmelerinde, kültürlerini<br />
devam ettirmelerinde çok önemli<br />
bir fonksiyonu vardır. Sanki insan<br />
vücudundaki şah damarının önemi<br />
gibi, cami Müslüman toplumun<br />
hayat damarıdır.
Ebû Zer el-Gıfâri,<br />
Hz. Peygamber<br />
tarafından “Gök<br />
kubbenin altında<br />
Ebû Zer’den<br />
daha doğru<br />
kimse yoktur.”<br />
(Tirmizi, Menakıb, 35)<br />
şeklinde takdir<br />
ve tebcil edilen<br />
sahabilerden<br />
biridir.<br />
din ve sosyal hayat<br />
Peygamber<br />
Efendimiz’den<br />
Ebû Zer el-Gıfâri’ye<br />
Dört Tavsiye<br />
Dr. M. Selim ARIK<br />
Bursa Merkez Vaizi<br />
Ebû Zer el-Gıfâri, Hz. Peygamber tarafından<br />
“Gök kubbenin altında Ebû<br />
Zer’den daha doğru kimse yoktur.”<br />
(Tirmizi, Menakıb, 35) şeklinde takdir ve<br />
tebcil edilen sahabilerden biridir. O<br />
yaşadığı müddetçe doğruluğu, istikameti<br />
ve takvasıyla meşhur olmuştur.<br />
Buna rağmen Hz. Peygamber (s.a.s.)<br />
ona dört tavsiyede bulunmaktadır.<br />
Dolayısıyla bu tavsiyeler yalnız ona<br />
değil tüm ümmete yapılmaktadır. (İbn<br />
Hacer, Münebbihât, İst. 1967. s. 75)<br />
1. “Ey Ebû Zer! Gemini yenile, zira<br />
deniz çok derindir.”<br />
Görüldüğü gibi hadiste insan hayatı<br />
bir gemiye benzetilmektedir. Çünkü<br />
insan, gemiyle uzak yerlere ulaşabileceği<br />
gibi, dünya hayatıyla da feza<br />
denizinde sanki ahirete doğru yolculuk<br />
yapmaktadır. Hz. Nuh da kendisine<br />
iman edenleri büyük dalgalardan<br />
ve sulardan yaptığı gemi ile kurtarmıştır.<br />
Dolayısıyla o gemiye binenlerin<br />
hem dünyaları hem de ahiretleri<br />
necat bulmuştur. Şu hâlde binilen<br />
gemi sağlam olmalıdır ki, hırçın dalgalara<br />
ve korkunç fırtınalara dayanabilsin.<br />
Hayat bir gemi olarak düşünülürse,<br />
bu geminin parçaları “iman”<br />
olarak kabul edilmeli ve şeytanın<br />
vesveselerine karşı iman devamlı<br />
muhafaza edilmeli ve yenilenmelidir.<br />
İnsan vücudundaki bazı hücrelerin<br />
altı ayda kendilerini yenilediği görülmektedir.<br />
Dolayısıyla insan manevî<br />
mikroplara ve günahlara karşı kendini<br />
devamlı muhafaza etmelidir. Nitekim<br />
bir hadiste; “İmanınızı ‘Lâ İlahe<br />
İllallah’ sözü ile yenileyiniz” buyrulmuştur.<br />
Sahabe-i kiram da zaman<br />
zaman gelin imanımızı kuvvetlendirelim<br />
diyerek bir araya toplanmışlar<br />
ve devamlı kendilerini yenilemişlerdir.<br />
Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak “Müminler<br />
o kimselerdir ki, Allah’ın adı<br />
geçtiğinde yürekleri titrer, kendilerine<br />
Allah’ın ayetleri okunduğunda bu<br />
onların imanlarını arttırır.” (Enfal, 2)<br />
Aralık 2011 - 152 39
40<br />
buyurmaktadır. Dolayısıyla ayette<br />
anlatılan müminin imanın ziyadeleşmesi<br />
şu anlamındadır. Mümin<br />
inancına göre yaşayıp ibadet ve<br />
güzel davranışları devam ettirdiğinde,<br />
iman gönüllerde ve zihinlerde<br />
aydınlık hâline gelmekte şeytanın<br />
hilelerine karşı siper olmaktadır.<br />
Şu hâlde imanı yenileme “lâ ilahe<br />
illallah Muhammedun Resulüllah”<br />
sözüyle başlayıp, onu mahz-ı marifet<br />
hâline getirmeye çalışılmalıdır.<br />
İnsanlık Peygamberler ve onların<br />
varisleri olan âlimler vasıtasıyla<br />
devamlı ikaz ve irşad edilmektedir.<br />
Bir nevi imanları yenilenmektedirler.<br />
Dolayısıyla günümüze gelinceye<br />
kadar İslam âlimleri bu vazifelerini<br />
hakkıyla yapmışlardır. O hâlde müminler<br />
böyle kimselerin mesajına<br />
kulak verdiği takdirde kendilerini<br />
yenilemeye fırsat bulmuş demektir.<br />
2. “Azığını tastamam al, şüphesiz<br />
yolculuk uzundur.”<br />
Yolcu, öz vatanına giden veya varacağı<br />
yeri sabırsızlıkla bekleyen kişi<br />
demektir.<br />
İnsanın dünyadaki yolculuğu cennete<br />
doğru uzanmaktadır. Demek<br />
ki, mümin bu yolculuğu vatan-ı<br />
aslisi olan cennetine ve Peygamberine<br />
kavuşmak için bir fırsat olarak<br />
görmelidir. Bir gün Hz. Peygamber<br />
henüz çocuk yaşta bulunan Hz.<br />
Ömer’in oğlu Abdullah b. Ömer’in<br />
omzundan tutarak; “Ey İbn ömer!<br />
Sen dünyada bir garib veya bir<br />
yolcu gibi ol! (yolcu olduğunu<br />
unutma!) ve kendini kabir ehlinden<br />
say! (dünyadan çıkınca mutlaka<br />
oraya varacağını ve kıyamete kadar<br />
orada bekleyeceğini unutma!)<br />
(Buhârî, Rikak, 2) buyurarak, ahireti<br />
devamlı hatırından çıkarmamasını<br />
tavsiye etmiştir. Abdullah b. Ömer<br />
Hz. Peygamber’in bu tavsiyesinden<br />
sonra kendi kendine devamlı şöyle<br />
dermiş: “Akşama ulaştın mı sabahı<br />
bekleme, sabaha çıktın mı akşamı<br />
bekleme, Sağlıklı olduğun sırada<br />
Aralık 2011 - 152<br />
hastalık için hazırlık yap (ki maddi<br />
yönden kimseye muhtaç olma).<br />
Hayatta iken ölüm için hazırlıklı<br />
ol. Ey Abdullah! Yarın ismin ne<br />
olacak (merhum mu denecek?)<br />
bilemezsin!” (Tirmizi, Zühd, 25) diyerek<br />
sürekli kendisini murakabe altında<br />
tutmuştur. Kur’an-ı Kerim’de<br />
Cenab-ı Hak “Azık edinin; kuşkusuz<br />
azığın en hayırlısı takvadır.” (Bakara,<br />
197) buyurmaktadır. Takva, kelime<br />
manası itibariyle “korunma”<br />
anlamına gelmektedir. Istılahta<br />
ise insanın ibadet ve güzel işler<br />
yaparak kendisine acı verecek<br />
durumlardan korunması anlamına<br />
gelmektedir. Yine Kur’an-ı Kerim’de<br />
“Allah katında sizin en şerefl iniz<br />
takvada en ileri olanınızdır.” (Hucurat,<br />
13) şeklinde haber verilmektedir.<br />
Ayrıca A’raf suresinin 26. ayetinde<br />
takvaya şöyle işaret edilmektedir:<br />
“Ey Ademoğulları! Size mahrem<br />
yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek<br />
elbise yarattık. Takva elbisesi,<br />
işte o daha hayırlıdır.” Gönrüldüğü<br />
gibi bu ifadede takva, günah duygularını<br />
örtüp kapatan, bastıran<br />
bir koruyucu, ruhu bezeyen bir<br />
erdem şeklinde takdim edilmiştir.<br />
Dolayısıyla elbise bedeni kapattığı,<br />
koruduğu ve süslediği gibi takva<br />
da ruhu kötü duygulardan örter ve<br />
ruhu süsler. Şu hâlde takva, kişiyi;<br />
kaba, haşin, haksız, isyankar, aç<br />
gözlü ve edepsizlik gibi kötü ahlaktan<br />
korumaktadır.<br />
3. “Sırtındaki yükü hafi f tut, çünkü<br />
tırmanacağın yokuş sarptır.”<br />
Bu ikaz ile sanki şöyle denmektedir:<br />
“Ey yolcu! Azığını eksiksiz al,<br />
fakat yol boyunca sana lazım olmayacak<br />
yükleri de boş yere yanında<br />
taşıma! İleride Akabe denilen sarp<br />
yokuş vardır.” İnsana helaller azık,<br />
haramlar yüktür. Dolayısıyla cehenneme<br />
yakıt olacak bütün dünyevilikler<br />
insanın sırtında yüktür.<br />
Bu itibarla küfür, fısk, isyan ve her<br />
bir günah yüktür. Dünya hayatında<br />
insanın karşısına çıkan her musibet<br />
bir sarp yokuştur. Şeytanın<br />
tuzakları ve nefsin arzuları aşılması<br />
gereken birer tepedir. Mâsiyete<br />
karşı sabırdan sâlihât peşinde<br />
koşmaya kadar her hayırlı amelin<br />
önünde zorlu geçitler bulunmaktadır.<br />
Nitekim Cenab-ı Hak insanların<br />
önündeki sarp yokuşları göğüslemesi<br />
gereken zor işleri sayarken<br />
“sarp yokuş bilir misin nedir?”<br />
buyurduktan sonra “sarp yokuş, bir<br />
köleyi, bir esiri hürriyetine kavuşturmaktır.<br />
Kıtlık zamanında yemek<br />
yedirmektir. Yakınlığı olan bir yetimi<br />
ya da barınacak yeri olmayan bir<br />
fakiri doyurmaktır. Bir de sarp yokuş<br />
gönülden iman edip birbirine<br />
sabır ve şefkat vermek, sabır ve<br />
şefkat örneği olmaktır.” (Beled, 12-18)<br />
şeklinde anlatmaktadır. Ölüm, öbür<br />
âleme uzanan ve müthiş geçit ve<br />
yokuştur. Kabir, sual, mizan ve sırat<br />
gibi ahiret duraklarından her biri<br />
Akabe, zorlu bir yokuştur. Bu Akabelerden<br />
aşılması ise daha dünyada<br />
iken azık hazırlamaya ve faydasız<br />
yüklerden kurtulmaya bağlıdır.<br />
Şu hâlde dünya hem misafi rhane<br />
hem de imtihan yeridir. Dolayısıyla<br />
insan ne kadar yaşasa da mutlaka<br />
ölecektir. Bugünkü ilmî veriler<br />
ışığında kainatın yaşı 15 milyar yıl,<br />
dünyanın ise 5 milyar yıl olduğu<br />
kabul edilmektedir. Yine bilinmektedir<br />
ki Güneş, “Vega” denilen bir<br />
yıldıza (kara delik) doğru saniyede<br />
20 km. hızla hareket hâlindedir.<br />
Dünya ise güneşe bağlı ve bağımlı<br />
olarak saniyede 30 km. hızla<br />
Vega’ya doğru yönelmiştir. Dolayısıyla<br />
dünya, uzay mekiği (hızlı<br />
feribot) gibi geçtiği bir noktadan<br />
bir daha geçmemek üzere, güneşle<br />
beraber ahirete doğru hızla<br />
yol almaktadır. Bu esnada dünya,<br />
duraklarda yani kabirde bazı yolcularını<br />
indirmekte ve ahirete göndermektedir.<br />
İşte dünyadaki mal<br />
ve mülk kişiyi ancak kabire kadar
götürebilir. Şu hâlde insan, bâkî hayat<br />
için dünyada hazırlık yapmalıdır.<br />
Baki hayatın ilk kapısı da kabirdir.<br />
“Dünya (cennette) evi olmayanın<br />
evi, malı olmayanın da malıdır.<br />
(Dolayısıyla ahireti düşünmeyerek)<br />
Aklını kullanmayan (yalnız) dünyevî<br />
malları toplar.” (Ahmed b. Hanbel,<br />
Müsned. VI. 71) hadisi, insanın dünyaya<br />
bakışını göstermektedir. Yine<br />
“Ademoğluna iki vadi dolusu mal<br />
verilse, üçüncü vadiyi (başkalarını)<br />
ister. İnsanoğlunun güzünü ancak<br />
toprak doyurur. Allah pişman olup<br />
tevbe edenlerin (hırs göstermeyip<br />
vazgeçenlerin) tevbesini kabul<br />
eder.” (Müslim, Zekat, 116) hadisi, insanın<br />
mala karşı olan fıtrî bir meylini<br />
anlatmaktadır. Bununla birlikte<br />
hadiste insanın topraktan yaratılıp<br />
yine mutlaka toprağa gideceği bir<br />
nükte ile işaret edilmektedir. Ayrıca<br />
insan kabre konunca üzerine dökülen<br />
topraklar ister istemez yüzüne<br />
dolacaktır ki, bu da ayrı bir vurgudur.<br />
Burada Hz. Ali’nin (r.a.) sözü<br />
olarak nakledilen “insanlar (dünyada)<br />
uykudadır, ölünce uyanırlar<br />
(hakikatı anlarlar).” (Aclunî, Keşfü’l-Hafa,<br />
II, 432) vecizesi de hatırlanmalıdır.<br />
Demek ki mümin, fıtrî olan beka<br />
hissini cennet nimetlerine çevirebilmelidir.<br />
O hâlde mümin, fani ve<br />
geçici değil, bâkî ve ebedî güzellikleri<br />
tercih etmeli, fazla olan yükleri<br />
atmalıdır.<br />
4. Amelinde ihlaslı ol, zira kontrol<br />
eden her şeyi görüp gözetmektedir.”<br />
İhlas, halis kılmak, halis olmak<br />
anlamında ibaret ve her türlü ameli<br />
halkın övme ve beğenisini, yerme<br />
ve kınamasını düşünmeksizin sırf<br />
Allah için iyi bir niyetle yapmaktır.<br />
Şu hâlde bir amel sırf Allah için<br />
yapılırsa, “ihlas”, sırf gösteriş için<br />
yapılırsa “riya” hâlini alır. Cenab-ı<br />
Hak Kur’an-ı Kerim’de bu hakikate<br />
şöyle işaret etmektedir. “Kim dünya<br />
mükafatanı isterse (bilsin ki) dün-<br />
yanın da ahretin de mükafatı Allah<br />
katındadır. Allah her şeyi işiten<br />
ve her şeyi görendir.” (Nisa, 134) Şu<br />
hâlde mümin, bütün eşyayı birlikte<br />
ve bütün sesleri beraber işitenin<br />
ancak Allah olduğunu hatırlamalı<br />
ve yaptığı her şeyin veya amelin<br />
(ibadetin) görüldüğünü ve söylediği<br />
her sözün işitildiğini düşünerek<br />
riya ve gösterişten uzak kalmalıdır.<br />
Nitekim Peygamberimiz “Her kim<br />
(işlediği bir hayrı, ikbal için) insanlara<br />
duyurursa, Allah onun (gizli işlerini)<br />
duyurur. Her kim de (işlediği<br />
hayrı) gösterirse (müraîlik ederse),<br />
Allah da onun riyarkarlığını teşhir<br />
eder.” (Buhârî, Rikak, 36) Buyurmuşlardır.<br />
Dolayısıyla her kim işlediği hayrı<br />
gösteriş ve riya olarak yaparsa,<br />
Allah da onun riyakarlığını insanlara<br />
gösterir. Şu hâlde mümin devamlı<br />
yaptığı işleri Allah’ın rızasına uygun<br />
olarak yapmalıdır ki, bu ameli Allah<br />
katında makbul olsun. Dolayısıyla<br />
kişi kulluk görevini yerine getirirken<br />
riya ve gösterişten uzak durması<br />
gerekir ki, ameli makbul olsun.<br />
Kur’an-ı Kerim’deki şu ayet insanı<br />
riyadan korumakta ve ihlasa teşvik<br />
etmektedir. “Şüphesiz Allah, göklerin<br />
ve yerin gizliliklerini bilir. Allah<br />
yaptıklarınızı görendir.” (Hucurât, 18)<br />
Dolayısıyla Allah kullarını gören,<br />
kulların sevapları ve günahlarından<br />
haberdar olan, yaptıklarını bilendir.<br />
Cenab-ı Hak, mahlukatını gizli açık<br />
her hâliyle daima görür. Şu hâlde<br />
insan hayatını “ihlas” çizgisinde devam<br />
ettirebilirse, dünyasını, kârlı ve<br />
ahiretini mutlu hâle dönüştürebilir.<br />
Sonuç<br />
Cenab-ı Hak, dünyanın rotasını<br />
belirlemiş ve insanın da üzerinde<br />
yürüyeceği yolu göstermiştir. Bu<br />
esnada güzergahı bildiren o yüce<br />
Yaratıcı insanın seferde ihtiyaç duyacağı<br />
azığı da hazırlamıştır. Dolayısıyla<br />
ebedi saadete açılan caddede<br />
yürümek artık kolaylaşmış olacaktır.<br />
Şu halde cennetin azığı takva ve<br />
itaat, cehennemin kumanyası ile<br />
masiyettir. Bunlardan hangisi varsa<br />
kişiye onun kapısı açılacaktır.<br />
Böylece ölüm, kabir, sual, berzah,<br />
mahşer, hesap, mizan ve sırat<br />
gibi akabeler bir manada dünyada<br />
geçilmektedir. Demek ki ömür<br />
sermayesini ve sayısız nimetleri<br />
değerlendirebilenler daha dünyada<br />
iken o sarp yokuşları dümdüz birer<br />
yola çevirebilmektedirler. Bunlar<br />
tövbe çeşmelerinden arınarak masiyet<br />
yüklerinden kurtulmakta ve<br />
sırtlarında fazla ağırlıklar taşıma<br />
zahmetine dûçar olmadan rahatça<br />
cennete ulaşacaktır. Peygamberimiz<br />
“Ben sanki dünyada bir ağaç<br />
altında gölgelenip sonrada bırakıp<br />
giden bir yolcuya benzerim.” (Tirmizî,<br />
Zühd, 44) buyurmuşlardır. Şu hâlde<br />
her nefi s öleceğine göre, insan<br />
ölüm için daima hazırlıklı olmalıdır.<br />
İnsan gideceği yere hem ibadet<br />
hayatına ait borçlardan hem de<br />
üzerindeki kul haklarından halas<br />
olmalıdır. Çünkü hesaplaşma yapılacaktır.<br />
Mümin, günahlardan dolayı<br />
istiğfara sarılmalı ve mahşerde onu<br />
terkedebilecek her türlü sıkleti kabrin<br />
dışında bırakmalıdır. Kısaca her<br />
mümin kendi iman gemisini yenilemeli,<br />
ahiret azığını tedarik etmeli<br />
ve sırtındaki fazlalık yükünü hafi fletmelidir.<br />
Riya ve gösterişten uzak<br />
olarak ötelere yolculuk için hazırlık<br />
mahiyetindeki bu amelleri Allah’ın<br />
rızası çerçevesinde yapmalıdır. O<br />
takdirde yapılan ameller gerçek<br />
kıymetine ulaşacaktır. Yahya Kemal<br />
Beyatlı “Sessiz Gemi” adlı şiirinde<br />
insanın dünyadaki yolculuğunu<br />
veciz olarak şöyle özetlemektedir.<br />
“Artık demir almak günü gelmişse<br />
zamandan,<br />
Meçhule giden bir gemi kalkar bu<br />
limandan,<br />
Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce<br />
alır yol,<br />
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne<br />
de bir kol.”<br />
Aralık 2011 - 152 41
42<br />
“Akif, bütün ömrünü<br />
nezahet ve<br />
insaniyet âleminde<br />
geçirmiş, yerine<br />
konmaz ve eşi<br />
doğmaz bir büyük<br />
âlimdi. Kur’an’ın<br />
ruhuna nüfûz etmiş<br />
bir hafızdı.”<br />
Suud Yavsî<br />
Aralık 2011 - 152<br />
Mehmet Nezir<br />
Kur’an Âşığı,<br />
Kur’an Şairi<br />
Mehmet Akif<br />
Kur’an’ın merkeze alındığı bir evde doğup, Kur’an’la büyüyen ve<br />
Kur’an’ı ezberleyen, şiirlerinde Kur’an’dan esinlenen, vaaz ve yazılarında<br />
tefsir yapan ve Kur’an tercümesiyle ömrünün son dönemini nurlandıran<br />
bir insan elbette Kur’an âşığıdır.<br />
Âlim ve müderris olan babası küçüklüğünden itibaren onu Kur’an’la<br />
büyüttü, onunla içli dışlı oldu.<br />
Camilerden, özellikle de Fatih Camii’nden çıkmadı.<br />
Büyüdükçe, içindeki Kur’an muhabbeti arttı, sevgisi arttıkça bilgisi<br />
derinleşti.<br />
Ve altmış üç yıllık ömründe o, Kur’an’ın haykıran sesi, şiirsel bir terennümü,<br />
asrın idrakine sunulan bir hakikati oldu.<br />
“Hayatı boyunca Kur’an’dan hiç kopmadı ve bütün kalbiyle ona bağlı<br />
kaldı. Manen ve maddeten onunla birlikte yaşadı.”<br />
Üstad’ın Kur’an hizmetkârı olacağının ilk belgesi, yayınladığı şiirdir.<br />
Evet, Mehmet Akif’in henüz yirmi iki yaşındayken yayınladığı ilk şiir,<br />
“Kur’an’a Hitap” başlığını taşımaktadır. Hep Kur’an’la büyüyen Mehmet<br />
Akif, ömrü boyunca ilhamını, gücünü ondan almış, onun anlaşılması ve<br />
uygulanması için mücadele etmiştir.<br />
Yakın dostu Mithat Cemal bu anlamda şu sözleri kaydeder: “Cevdet<br />
Paşa Kur’an nasırı, Akif Kur’an şairidir. Ancak ikisinin arasında fark<br />
vardır. Kur’an Cevdet Paşa’nın yalnızca kültürünü, Akif’in kültürüyle<br />
beraber seciyesi (ahlak ve kişiliği) ni de yaptı.”<br />
…<br />
Akif sürekli Kur’an okurdu. Her gün okurdu. Bu onun en büyük zevkiydi.<br />
Hafız olmasının da etkisiyle, günde bir kaç cüz okurdu.<br />
Sesi de okuyuşu da güzeldi.<br />
Bu durum vefatına kadar devam etti. Hastalığında bile günde birkaç<br />
sayfa okumaya çalışırdı.<br />
…<br />
Kur’an-ı Kerim dinlemeyi de çok severdi.
Güzel sesli hafızlardan Kur’an-ı<br />
Kerim dinler, mest olurdu.<br />
Hafız Emin, Hafız Kemal, Eğinli<br />
Hacı Hafız Kur’an dinlediği bazı<br />
dostlarıdır.<br />
İstanbul, Ankara ve Mısır’da<br />
Kur’an dinlemek için arkadaşlarıyla<br />
bir araya gelirdi.<br />
Mısır’dayken cuma günleri Yozgatlı<br />
İhsan Efendi’nin tekkesine<br />
gider, onu alır, âmâ Hafız Şeyh<br />
Rıfat’ın Kur’an okuduğu camiye<br />
giderlerdi. Akif onu çok beğenirdi:<br />
“Şu kanaate vardım ki,<br />
simaların insanda değişik tesirler<br />
uyandırması gibi, seslerin de<br />
farklı tesirleri vardır. Bu şahsın<br />
sesinde gözle görülmeyen fakat<br />
gönülle sezilen, ruhla duyulan<br />
bir cazibe var. Ben bunu İstanbul’daki<br />
bazı hafızlarda da<br />
görmüştüm. Başta Hafız Deli<br />
Hüseyin’in, hakikaten insanı deli<br />
eden bir sesi vardır. Şeyh Rıfat<br />
Kur’an okurken aklımdan neler<br />
neler geçiyor. O âmâ olduğundan<br />
mı, manayı bilerek okuduğundan<br />
mı nedir, daha tesirli oluyor.”<br />
…<br />
Hastalığı vesilesiyle İstanbul’a<br />
geldiği zaman, hafızları dinleyemediği<br />
için hayıfl anınca, dostları<br />
olan hafızlar, daha düzenli bir<br />
şekilde ziyarete gelerek ona<br />
Kur’an-ı Kerim okudular. Bu süreçte<br />
Hafız Necati, Hafız İdris,<br />
Hafız Asım en çok gelip Kur’an<br />
okuyan dostları idi.<br />
Hatta son nefesini verirken bile<br />
Kur’an-ı Kerim dinliyordu Hafız<br />
Necati’den…<br />
Hafız Necati Üstad’la yeni tanışıyorlardı<br />
ama sanki kırk yıllık<br />
ahbap gibi olmuşlardı. O her<br />
gün, bazen gün aşırı gelir Kur’an<br />
okurdu.<br />
Hafız Necati, defi nden sonra da,<br />
hasta olmasına rağmen mezarda<br />
bekledi, ona Kur’an okudu, dualar<br />
etti.<br />
Ömrünü Kur’an’a adayan Akif,<br />
Kur’an’la doğup büyüyen Akif,<br />
Hastalığı vesilesiyle İstanbul’a geldiği zaman, hafızları dinleyemediği<br />
için hayıfl anınca, dostları olan hafızlar, daha düzenli<br />
bir şekilde ziyarete gelerek ona Kur’an-ı Kerim okudular.<br />
Kur’an’la vefat etmişti.<br />
Kur’an-ı Kerim onun ve bizim için<br />
nur ve şefaatçimiz olsun.<br />
…<br />
Hafız Ömer Efendi anlatıyor:<br />
Merhum İslam Şairimiz Mehmet<br />
Akif Kastamonu’ya gelmişti. Kendisiyle<br />
bir araya geldik. Nasrullah<br />
Camii’nde vaazını verdiği Cuma<br />
gününün sabahı birlikte idik.<br />
Kahvaltıda bir kitap dikkatimi<br />
çekti. Ne olduğunu sordum. “Tefsiri<br />
Celaleyn” dedi ve ilave etti:<br />
“Bu kitabı daima yanımda taşır,<br />
okurum.<br />
Şimdiye kadar on sekiz defa hatmettim.<br />
Şimdi on dokuzuncu hatme devam<br />
etmekteyim.”<br />
…<br />
Akif’in hocalarından Arap Hoca<br />
anlatıyor:<br />
“Babasının sağlığında beraber<br />
camiye gelirlerdi.<br />
Sekiz on yaşında bir çocuktu. Evvela<br />
hıfza başladı. Talim okudu.<br />
Zekâsı şaşılacak derecede idi.<br />
Babasından “akaid” dersi aldığı,<br />
benden “kavaid” okuduğu hâlde<br />
ayrıca her gün Kur’an’dan beş<br />
sayfa çiğ hazırlardı.<br />
Sonra araya başka durumlar<br />
girdi, on ikinci sahifede kaldı.<br />
Hayret vericidir, Adana’da görev<br />
icabı bulunduğu zaman, kalan<br />
sekiz sahifeyi ezberlemişti. Ve<br />
İstanbul’a gelince de camide mukabele<br />
okuyarak hıfzını taçlandırmış<br />
oldu.<br />
Mehmet Akif asırların yetiştirdi-<br />
Aralık 2011 - 152 43
44<br />
ği faziletli bir şairdir. İsteseydi<br />
Kur’an’ı nazmen tercüme ederdi.”<br />
…<br />
Kendisini Mısır’da ziyaret eden,<br />
yanında bir müddet kalan Eşref<br />
Edip anlatıyor:<br />
“Üstad eve döner dönmez hemen<br />
entarisini giyer, abdestini<br />
alır, namaz vakti ise namazını<br />
kılardı. İnziva hayatı, senelerce<br />
Kur’an tercümesiyle meşguliyet,<br />
onu takva sahibi yapmıştı.<br />
Kur’an’ı su gibi ezber okurdu.<br />
“Allah’a hamdolsun, demir hafız<br />
(mükemmel, eksiksiz ve seri<br />
okuyan) oldum.” Der ve eklerdi:<br />
“Şimdi Ramazanları, teravihi<br />
hatimle kıldırıyorum.”<br />
Ben sordum:<br />
“Hangi camide?”<br />
“Camide değil, evde. Bizim oğlan<br />
Tahir cemaat oluyor, ben de<br />
Aralık 2011 - 152<br />
imam. Beraber kılıyoruz. Birkaç<br />
rekât sonra bakıyorum Tahir<br />
arkamda yok. O kadar dayanabilmiş.<br />
Artık ben de hem imam<br />
hem de cemaat oluyorum.”<br />
…<br />
“Akif’in dimağına Kur’an, sanki<br />
Hafız Osman hattıyla ve sanki<br />
Hafız Mehmet Çelebi tezhibinin<br />
secavendleriyle yazılmıştı. İstediği<br />
anda, her ayeti yerli yerinde<br />
kafasında bulurdu. Yaşı ilerledikten<br />
sonra her gün ezberden bir<br />
cüz okuyordu. Her sabah evvela<br />
soğuk suyla duşunu yapar ondan<br />
sonra bu Kur’an temrinlerine<br />
geçerdi.”<br />
Mithat Cemal<br />
***<br />
22 yaşında yayınladığı ilk şiirinden:<br />
Pîrâye-i hafızam sen oldun<br />
Sermaye-i hafızam sen oldun.<br />
Sensin hele ey kitab-ı a’zem<br />
Hâşâ buna hiç tereddüt etmem,<br />
Dünyada refîk ü hemzebânım,<br />
Ukbâda mu’in ü müste’anım.<br />
…<br />
Doğrudan doğruya Kur’an’dan<br />
alıp ilhamı<br />
Asrın idrâkine söyletmeliyiz<br />
İslam’ı.<br />
…<br />
Kur’an ayak altında sürünsün<br />
mü, İlahi?<br />
Âyatının üstünde yürünsün mü,<br />
İlahi?<br />
Haç Kâbe’nin altında görünsün<br />
mü, İlahi?<br />
Çöksün mü nihayet yıkılıp koskoca<br />
bir din?<br />
Çektirme, İlahi, bu kadar zilleti...<br />
-Âmin!<br />
…<br />
Şehamet dini, gayret dini ancak<br />
Müslümanlıktır;<br />
Hakiki Müslümanlık en büyük bir<br />
kahramanlıktır.<br />
Görürsün, hissedersin varsa vicdanınla<br />
imanın:<br />
Ne müdhiş bir hamaset çarpıyor<br />
göğsünde Kur’an’ın!<br />
…<br />
Lafzı muhkem yalınız, anlaşılan,<br />
Kur’an’ın,<br />
Çünkü kaydında değil, hiç birinin<br />
mananın:<br />
Ya açar Nazm-ı Celil bakarız yaprağına;<br />
Yahud üfl er geçeriz bir ölünün<br />
toprağına.<br />
İnmemiş hele Kur’an, bunu hakkiyle<br />
bilin,<br />
Ne mezarlıkta okunmak, ne de<br />
fal bakmak için!<br />
…<br />
Bu nasıl dar, ne kadar basmakalıp<br />
bir görenek?<br />
Müslümanlık mı dedin?... Tövbeler<br />
olsun, ne demek!<br />
Hani Kur’an’daki ruhun şu<br />
heyûlâda izi,<br />
Nasıl İslam ile birleştiririz kendimizi?
O Kur’an ve<br />
Sünnet yolunda<br />
ve çizgisinde<br />
bir mücadele<br />
yürüttü. Bir ayağını<br />
inandığı dine<br />
dayayarak diğer<br />
ayağıyla bütün<br />
insanlara, kültürlere,<br />
coğrafyalara<br />
seslendi.<br />
Mustafa Özçelik<br />
Sevginin, Barışın Evrensel Sesi<br />
Mevlâna<br />
Celaleddin-i Rumî<br />
Tarihi şahsiyetlerimiz arasında öyle isimler vardır ki, haklarında ne kadar<br />
yazılsa yine de yeterli olmaz. Zira; onlar öyle bir ilim ve irfan denizidirler ki,<br />
söze/yazıya sığmazlar.<br />
Öte yandan bu tür şahsiyetler, her devirde farklı yazarların bakış açılarıyla<br />
ele alındıklarında onları bir bakıma yaşadığımız çağa da taşımış oluruz. Bu<br />
da onlardan yaşadığımız zamanda istifade etme noktasında bize bir imkân<br />
sunar.<br />
Tarihimizin bu tür şahsiyetlerinden biri de hiç şüphesiz Mevlâna’dır. Bu haklı<br />
şöhretini asırlar boyunca koruyan Mevlâna, çağımızda da çok ilgi gören,<br />
hakkında çok sayıda yazı/kitap yazılan bir isimdir. Biz, bu tür isimlere bakarken<br />
çoğu zaman hakkında söylenenlere göre hüküm veririz. Çok azımız,<br />
adı geçen kişilerin eserlerini okuruz. Bir kısmımız ise, eserlerini okurken o<br />
ismi çağı içinde ele almak ve eserlerini bu çerçevede değerlendirmek şeklinde<br />
bir yol izleriz. Kanaatimce en doğrusu da budur. Sözlerimizi Mevlâna<br />
üzerinden müşahhaslaştırmak istersek şunları söyleyebiliriz. Mevlâna, bir<br />
sufi dir. Öne çıkardığı en temel kavram sevgidir. Bir de onun bütün insanlığı<br />
kucaklayan evrensel tavrıdır.<br />
Bu tespitler elbette doğrudur. Fakat, bu kavramların dünyasına daha iyi<br />
girebilmek için kendimize şu soruları da sormamız gerekir. Mevlâna, nasıl<br />
bir sufi dir? Sevgiyi neden düşünce dünyasının temel kavramı yapmıştır?.<br />
Dayandığı temel düşünce nedir? Mesela sema ve musikiye neden çok<br />
önem vermiştir? Eğer, bunlar ve benzeri soruları sormazsak şu tür yanılgılara<br />
düşebiliriz. Mevlâna, madem sufi dir. Aşkı ve gönlü esas aldığı için akla<br />
ve bilime önem vermez. Ama öte taraftan onu bir felsefeci gibi de görmek<br />
ve göstermek isteriz. Evrensel tavrından dolayı da bir inancın disiplininden<br />
bağımsız bir şahsiyet olarak anlayabiliriz. Nitekim, günümüzde bu tür<br />
yaklaşımların oldukça yaygın olduğu aşikardır. Bundan dolayıdır ki ilim ve<br />
irfanıyla bir okyanus olan Mevlâna’nın bazen, ne yazık ki, bir Mevlevi musikisine,<br />
semaya indirgendiğine şahit olunmaktadır.<br />
Oysa Mevlana’yı çağın idrakine sunmaya ne kadar da ihtiyacımız var?<br />
Aralık 2011 - 152 45
46<br />
Öyleyse bu konuda bir yol, yöntem<br />
belirlemeliyiz. İlk olarak onu<br />
tarihsel bir çerçeve içinde ele almalıyız.<br />
Ardından biyografi sini en<br />
ince detaylarına kadar bilmeliyiz.<br />
Bütün eserlerini okuyup üzerinde<br />
tefekkür etmeliyiz. Bu eserler İslam<br />
ve tasavvuf gerçeğinin bir yorumu<br />
olduğu için İslâm ve tasavvuf konusunda<br />
asgari anlamda da olsa<br />
bir bilgilenme içinde olmalıyız. En<br />
önemlisi de budur. Zira, her büyük<br />
insan, meyve misalidir. Yetiştiği bir<br />
ağaç, bir toprak ve bir iklim vardır.<br />
Mevlâna’ya bu çerçevede baktığımızda<br />
şunları görürüz. O, Moğol<br />
istilasının özellikle ön-Asya’yı,<br />
Anadolu’yu istila ettiği bir bunalım<br />
çağının insanıdır. Mevlâna, böyle<br />
bir zamanda bu çağın problemlerini<br />
çok iyi şekilde gözlemleyen ve kendisi<br />
de çağının “Sultanü’l Uleması”<br />
kabul edilen babası Bahaeddin<br />
Veled tarafından çok iyi şekilde yetiştirildi.<br />
Konya’ya geldikten sonra<br />
Konya, Halep ve Şam medresele-<br />
Aralık 2011 - 152<br />
rinde devrin önemli bilginlerinden<br />
dersler aldı. Eğitiminin ardından<br />
müderrislik yaptı. Âlimliği daha<br />
sonra arifl ikle tamamladı. Tasavvuf<br />
yoluna girdi. Bu yolda da ilk önderi<br />
yine babasıydı. Onun ölümünden<br />
sonra ise Seyyid Burhaneddin,<br />
Mevlâna’nın manevi irşadında<br />
etkili oldu. Mevlânâ, daha sonra<br />
Şems-i Tebrizi’yle karşılaştı ve artık<br />
medrese hocası olan Mevlâna,<br />
bir sufi olarak karşımıza çıktı. İşte<br />
Mevlâna’yı sufi kimliğiyle ele alırken,<br />
onun bu eğitimden önce çok<br />
ciddi bir ilim hayatı olduğunu asla<br />
unutmamak gerekir. Çünkü, din,<br />
zahiriyle, batınıyla bir bütündür.<br />
Onda sufi kimliğin ve söylemin<br />
baskın oluşu hem coşkulu şahsiyeti<br />
hem de devrinin şartlarıyla ilgilidir.<br />
Onun Anadolu’ya geldiği yıllarda iki<br />
önemli eğilim vardı. Birincisi, din<br />
algısı zahiri boyutuyla ele alınıyor,<br />
bu da zamanla taassuba yol açıyordu.<br />
Öte yandan mistik düşünce her<br />
dinde ve felsefede yer alabildiği<br />
için Anadolu’ya tasavvuf kisvesi<br />
altında İslam dışı akımlar etkili<br />
olmaya başlamıştı. Bir yanda ise<br />
Moğol işgali söz konusuydu. Yine<br />
Anadolu’da ve Mevlâna’nın yaşadığı<br />
Konya’da farklı din ve kültürlerden<br />
insanlar yaşamaktaydı.<br />
İşte bu şartlar içinde bir İslam kanaat<br />
önderine düşen görev, çağının<br />
özelliklerini dikkate alarak bir aydınlatma<br />
görevi yapmaktı. Mevlâna<br />
da onu yaptı. Eserleri dikkatle incelendiğinde<br />
görülecektir ki, o Kur’an<br />
ve Sünnet yolunda ve çizgisinde bir<br />
mücadele yürüttü. Bir ayağını inandığı<br />
dine dayayarak diğer ayağıyla<br />
bütün insanlara, kültürlere, coğrafyalara<br />
seslendi. Bunu yaparken<br />
de tasavvufun o özel dilini ve üslubunu<br />
kullandı. Sevgiyi, merhameti<br />
öne çıkardı, ama asla aklı, bilimi<br />
yok saymadı. Bir yandan sufi liğin<br />
temel argümanı olarak kâinata, insana<br />
aşkla bakarken, diğer yandan<br />
“insan akılla adam olur” diyerek bu<br />
iki kavramı birbiriyle çelişen değil,
“Bu canım var oldukça ben Kur’an’a tutsağım/Muhammed<br />
Mustafa’nın yolundaki toprağım/Benden başka bir sözü nakledenler<br />
olursa/Hem onu söyleyenden hem o sözden uzağım”<br />
sözüyle belirttiği gibi Kur’an ve Sünnet’tir.<br />
birbirini tamamlayan kavramlar<br />
olarak gördü.<br />
Temel vurgu, aşka, sevgiye, hoşgörüye,<br />
fedakârlığa, paylaşmaya<br />
yapıldığı için kimse ötelenmedi,<br />
dışlanmadı. Herkes, onun sesinde<br />
içini aydınlatacak bir mana buldu.<br />
Mevlâna’yı sevdi. Onu sevince<br />
onun düşüncesinde benimsemekte,<br />
sevmekte gecikmedi. Moğollar’ın o<br />
yıllarda Konya’da bulunan yöneticileri<br />
Mevlâna’nın bu barışçı dilinden<br />
etkilendiler. Onun faaliyetlerine<br />
fazla ses çıkarmadılar. Hatta pek<br />
çoğu Müslüman oldu ve gittikleri<br />
coğrafyalarda bu dinin tebliğini<br />
yaptılar.<br />
Mevlâna, yine sevgi, akıl, bilgi,<br />
paylaşma, zühd, ibadet, birlik,<br />
beraberlik… gibi İslam’ın temel<br />
kavramlarını edebiyatın ve musikinin<br />
imkanlarını da kullanarak<br />
öylesine etkileyici bir dille anlattı<br />
ve bu kavramların yaşanırlığı konusunda<br />
öylesine örneklik etti ki,<br />
hem Anadolu insanı Selçuklu bozgunundan<br />
sonra kendini toparlama<br />
imkanı buldu, hem de Anadolu’daki<br />
diğer topluluklar İslâm konusunda<br />
bu dine ilgi duyan insanlar hâline<br />
geldiler. Müslüman olmayanlar<br />
bile Mevlâna’nın şahsiyetinden ve<br />
hayatından etkilenerek İslâm ve<br />
Müslümanlık konusunda olumlu bir<br />
tavrın içine girdiler.<br />
Mevlâna’nın o şartlarda yaptığı çok<br />
önemli bir hizmet de gerek medresede<br />
ders verirken gerekse bir<br />
mutasavvıf olarak yaşarken yetiştirdiği<br />
talebelerdir. Bütün gücüyle<br />
Anadolu’da neşvünema bulmaya<br />
çalışan İslam, bu yolla hem Haçlı<br />
düşüncesi karşında İslam düşüncesinin<br />
güçlü bir temsilcisini bularak<br />
aydın, âlim ve arif kadrolarını kurmuş<br />
oldu, hem de Haçlı düşüncesi<br />
bir kırılma yaşadı. Eğer, o Selçuklu<br />
gecesinin ardından bir Osmanlı<br />
şafağı doğduysa, bunda Mevlâna<br />
hareketinin etkisi çok büyüktür.<br />
Bunun en müşahhas örneği ise<br />
bütün Osmanlı coğrafyasına yayılan<br />
Mevlevihanelerdir.<br />
İşte Mevlâna’ya bakarken çok<br />
genel olarak üzerinde durmaya<br />
çalıştığımız bu hususları dikkate<br />
almak gerekiyor. Bu, Mevlâna’nın<br />
kendi coğrafyasında yeniden diriltici<br />
bir soluk olması açısından çok<br />
önemlidir. Ama daha da önemlisi<br />
Batılının ve diğer dünya insanlığının<br />
Mevlâna’ya ilgi duyduğu bir çağda<br />
yaşamamızdır. Mevlâna’yı elbette<br />
aynı inancın, kültürün insanları<br />
olarak biz tanıtmak, anlatmak<br />
durumundayız. Biz, doğru tanımalıyız<br />
ki, doğru tanıtalım. Öyleyse<br />
özetlemeye çalıştığımız ilkeler<br />
doğrultusunda Mevlâna’ya bakmak,<br />
en doğrusu olacaktır. Yani onu çağı<br />
içinde ele almak, biyografi sini iyi<br />
bilmek, eserlerini okumak, ama<br />
okurken bu eserlerin beslendiği asıl<br />
kaynak olan Kur’an ve sünnet konusunda<br />
bilgi sahibi olmak gerekir.<br />
Değilse bir sözünden hareketle bir<br />
Mevlâna tanımlaması yapamayız.<br />
Her sözün bir bağlamı vardır. Bu<br />
bağlam Mevlâna için de kendisinin<br />
de, “Bu canım var oldukça ben<br />
Kur’an’a tutsağım/Muhammed<br />
Mustafa’nın yolundaki toprağım/<br />
Benden başka bir sözü nakledenler<br />
olursa/Hem onu söyleyenden hem<br />
o sözden uzağım” sözüyle belirttiği<br />
gibi Kur’an ve Sünnet’tir.<br />
Aralık 2011 - 152 47
Hicretten önce<br />
İslamiyet’i kabul<br />
eden Hz.<br />
Meymûne’nin<br />
(r.anha), Hz.<br />
Peygamber’in<br />
(s.a.s) evlenme<br />
niyetini öğrenince<br />
kendini ona hibe<br />
ettiği, kendisini<br />
Peygamber’e<br />
hibe eden mümin<br />
kadının evliliğini<br />
Peygamber de<br />
onu nikâhlamayı<br />
dilediği takdirde<br />
sadece<br />
Peygamber’e<br />
mahsus olmak<br />
üzere onaylayan<br />
âyetin bu olay<br />
üzerine indiği<br />
rivayet edilir.<br />
48<br />
Aralık 2011 - 152<br />
Doç. Dr. Adem Apak<br />
Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi<br />
Müminlerin Annesi<br />
Hz. Meymûne (r.ah.)<br />
Miladi 590 yılında doğdu. Asıl adı<br />
Berre iken, Hz. Peygamber (s.a.s.)<br />
onunla evlenmesinin ardından ismini<br />
“cömert, dürüst ve itaatkâr” anlamına<br />
gelen Meymûne olarak değiştirdi.<br />
Meymûne’nin babası Âmir b. Sa’saa<br />
kabilesinden Haris b. Hazm, annesi ise<br />
Hind (Havle) bint Avf’tır. (İbn Hişâm, es-<br />
Sîretü’n-Nebeviyye, (thk. Mustafa es-Sakkâ-İbrahim<br />
el-Ebyârî-Abdülhâfız Şelebî), I-IV, Beyrut ts, IV,<br />
296; İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut<br />
ts. (Dâru Sâdır), VIII, 137; İbn Abdilberr, el-İstîâb fî<br />
Ma’rifeti’l-Ashâb, I-IV, Kahire ts., IV, 1915-1916).<br />
Hz. Meymûne’nin (r.ah.) öz kardeşleri<br />
arasında Hz. Abbâs (r.a.)’ın eşi<br />
Ümmü’1-Fazl Lübâbe (r.ah.) Hâlid b.<br />
Velîd (r.a.)’in annesi Lübâbe es-Suğrâ,<br />
ana bir kardeşleri arasında Hz. Hamza<br />
(r.a.)’nın eşi Selmâ bint Umeys (r.ah.),<br />
Ca’fer b. Ebû Tâlib (r.a.)’in eşi Esma<br />
bint Umeys (r.ah.) ve Rasûl-i Ekrem<br />
(s.a.s.)’le üç ay kadar evli kaldıktan<br />
sonra vefat eden Zeyneb bint Huzeyme<br />
(r.ah.) de bulunmaktadır. (İbn Sa’d,<br />
et-Tabakât, VIII, 132; İbn Abdilberr, el-İstîâb, IV,<br />
1914-1915)<br />
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Hz.<br />
Meymûne (r.ah.) validemizle evlenmesiyle<br />
Umretü’l-Kaza arasında doğrudan<br />
irtibat bulunmaktadır. Bilindiği üzere<br />
Hz. Peygamber (s.a.s.) Hudeybiye<br />
seferi sonucunda Mekke müşrikleriyle<br />
aşağıdaki şartlarda bir antlaşma yapmıştı:<br />
1. Müslümanlar bu yıl Mekke‘ye girmeyeceklerdir.<br />
2. Ziyaretlerini gelecek yıl<br />
yapacaklar, ancak şehirde üç günden<br />
fazla kalmayacaklardır. 3. Bu esnada<br />
Müslümanların yanında sadece yolcu<br />
kılıçları bulunacaktır. 4. Anlaşmadan<br />
sonra Mekkelilerden biri Müslümanların<br />
yanına sığınırsa geri çevrilecek,<br />
fakat Müslümanlardan biri Mekke’ye<br />
dönerse, şehirden çıkarılmayacaktır. 5.<br />
Başka kabileler istedikleri tarafl a ittifak<br />
yapabileceklerdir. (Buhârî, Cizye ve’l-Muvâdaa<br />
19, Meğâzî 35) Allah Rasulü (s.a.s.) anlaşmanın<br />
ilk üç maddesinde zikredilen<br />
Kabe ziyaretini bir yıl sonra gerçekleştirdi.<br />
Kaynaklarımızda bu ziyaret<br />
Umretü’l-Kaza olarak zikredilmiştir.<br />
Allah Rasûlü (s.a.s.) umre esnasında
Meymûne (r.ah.) validemiz ile<br />
evlilik gerçekleştirmiştir. (Buhârî,<br />
Meğâzî, 43)<br />
Meymûne validemiz, İslâm’ın<br />
zuhurundan bir süre önce evlendiği<br />
Mes’ûd b. Amr es-Sekafî’den<br />
ayrılmasının ardından Ebû Rühm<br />
b. Abdüluzzâ ile evlilik gerçekleştirmişti.<br />
Ancak yeni eşi de<br />
vefat etti. Bunun üzerine bizzat<br />
kendisi Hz. Peygamber (s.a.s.)<br />
ile evlenmek istediğini kız kardeşi<br />
Ümmü’1-Fazl Lübâbe (r.ah.)’ye<br />
açtı. Hz. Abbâs (r.a.) veya Ca’fer<br />
b. Ebû Tâlib (r.a.) de Rasûl-i Ekrem<br />
(s.a.s.)’e baldızları Meymûne<br />
ile nikahlanmasını teklif ettiler. Bu<br />
esnada Umretü’l-kazâ hazırlıklarını<br />
gerçekleştiren Hz. Peygamber<br />
(s.a.s.) kendisine yapılan teklifi<br />
kabul ederek Mekke’deki amcası<br />
Abbâs (r.a.)’a haber gönderip<br />
Meymûne (r.ah.) ile evlenmesine<br />
aracılık yapmasını istedi. (İbn Sa’d,<br />
et-Tabakât, VIII, 132-133, 137)<br />
Hicretten önce İslâmiyet’i kabul<br />
eden Hz. Meymûne (r.ah.)’nin,<br />
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in evlenme<br />
niyetini öğrenince kendini<br />
ona hibe etti. Kendisini<br />
Peygamber’e hibe eden mümin<br />
kadının evliliğini Peygamber de<br />
onu nikâhlamayı dilediği takdirde<br />
sadece Peygamber’e mahsus<br />
olmak üzere onaylayan ayetin bu<br />
olay üzerine indiği rivayet edilir.<br />
(İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 296; İbn Abdilberr,<br />
el-İstîâb,IV, 1916-1917)<br />
“... Bir de kendi nefsini peygambere<br />
hibe eden ve peygamberin<br />
de kendisini nikâhlamayı murad<br />
ettiği mümin kadını, diğer müminlere<br />
değil yalnız sana mahsus<br />
olmak üzere helâl kıldık ve senin<br />
üzerine müşkilat olmaması için<br />
müminlerin zevceleri ve cariyeleri<br />
hususunda farz kıldığımızı evvelce<br />
sana bildirdik. Allah Gafurdur,<br />
Rahimdir.” (Ahzâb, 50)<br />
Allah Rasûlü (s.a.s.) bu evlilik<br />
sebebiyle Meymûne (r.ah.)’ye<br />
500 dirhem mehir vermiş, bundan<br />
sonra bir daha evlilik yapmamıştır.<br />
Birden çok kadınla evliliği konusunda<br />
pek çok hikmetler ve Müslümanlar<br />
adına hayırlar zikredilen<br />
Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bazı<br />
evliliklerinde siyasî hedefl er de<br />
güttüğü bilinmektedir. Meymûne<br />
(r.ah.) ile izdivacı da onun siyasî<br />
sebepli evliliklerinden sayılır. Hz.<br />
Peygamber (s.a.s.)’in bu evliliğiyle,<br />
yetmiş kadar sahâbînin şehid<br />
düştüğü Bi’rimaûne olayından<br />
(H.4/M.625) sonra Meymûne<br />
(r.ah.)’nin mensup olduğu<br />
Birden çok kadınla evliliği<br />
konusunda pek çok hikmetler<br />
ve Müslümanlar<br />
adına hayırlar zikredilen<br />
Hz. Peygamber’in (s.a.s)<br />
bazı evliliklerinde siyasî<br />
hedefl er de güttüğü bilinmektedir.<br />
Meymûne<br />
(r.ah.) ile izdivacı da<br />
onun siyasî sebepli evliliklerinden<br />
sayılır.<br />
Arabistan’ın güçlü kabilelerinden<br />
Âmir b. Sa’saa ile akrabalık kurmak<br />
istediği anlaşılmaktadır. Allah<br />
Rasûlü (s.a.s.) benzer bir gayeyle<br />
daha önce yine Âmir b. Sa’saa<br />
kabilesine mensup aynı zamanda<br />
Meymûne (r.ah.)’nin üvey kardeşi<br />
olan Zeynep bint Huzeyme (r.ah.)<br />
ile de izdivaç gerçekleştirmişti.<br />
Onların kabileleri genel anlamda<br />
Müslümanlara karşı düşmanca<br />
faaliyetlerin içinde olmuştur. Hz.<br />
Zeyneb bint Huzeyme (r.ah.) bu<br />
süreçte Hz. Peygamber (s.a.s.)’in<br />
kabilesinden olan Ubeyde b.<br />
Hâris (r.a.) ile evliydi. Ubeyde’nin<br />
Bedir savaşı esnasında şehit olması<br />
üzerine Hz. Zeyneb (r.ah.)<br />
dul kaldı. Allah Rasûlü (s.a.s.)<br />
hem şehidin dul eşiyle evlenip<br />
onu onurlandırmak, hem de<br />
İslâm’a karşı gerçekleştirilen<br />
bütün tertiplerin içinde bulunan<br />
Âmir b. Sa’saa kabilesi ile yakın<br />
ilişkiler kurabilmek hedefi yle<br />
onunla evlenmeye karar verdi.<br />
Aynı kabileden gerçekleşen bu iki<br />
evlilik, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in<br />
Âmir b. Sa’saa kabilesinin Müslümanlara<br />
katılmasına ne kadar<br />
ehemmiyet verdiğine işaret eder.<br />
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Umretü’lkaza<br />
esnasında Meymûne<br />
(r.ah.)’yle gerçekleştirmeyi düşündüğü<br />
düğününe Mekkelileri<br />
de davet etmek suretiyle onlarla<br />
da bir yakınlık vesilesi oluşturmaya<br />
çalıştı. Gerçekten de Mekke’de<br />
üç gün çok çabuk denecek bir<br />
süratle geçmişti. Hz. Peygamber<br />
(s.a.s.), bu vesileyle Müslümanların<br />
Mekke ile olan münasebetlerinde<br />
gerginliği ortadan<br />
kaldırmak istiyordu. Ancak Hudeybiye<br />
barış antlaşmasına göre<br />
üç günden fazla Mekke’de kalması<br />
mümkün değildi. Rasûlullah<br />
(s.a.s.), siyasî dehasını burada da<br />
göstererek düşmanları ile uzlaşmak<br />
için her fırsatı değerlendirecekti.<br />
İşte bu evlilik, Kureyş’in<br />
İslâm’a ısınması için bulunmaz<br />
bir fırsattı. Belki bu sayede üç<br />
günlük süreyi uzatması mümkün<br />
olabilirdi. Bunun için düğün işleri<br />
tamamlanıncaya kadar kendisine<br />
vakit tanımalarını arzuladı. Fakat<br />
Kureyş, dördüncü günün sabahında<br />
Süheyl b. Amr ile Huveytib<br />
b. Abdi’l-Uzza’yı, Müslümanların<br />
Mekke’den çıkmaları gerektiğini<br />
hatırlatmak üzere Râsûlullah<br />
(s.a.s.)’a gönderdiler. Elçiler gelip<br />
artık çıkmaları gerektiğini, çünkü<br />
Hudeybiye’de verdikleri sözün<br />
böyle olduğunu söylediler. Bunun<br />
üzerine Hz. Peygamber: “Evet,<br />
dediğinizde haklısınız. Lâkin müsaade<br />
etseniz de burada bir gün<br />
Aralık 2011 - 152 49
50<br />
daha kalsak. Meymûne ile evlendik.<br />
Düğünümüzde siz de hazır<br />
bulunur, birlikte yemek yeriz”<br />
dediyse de gelenler, ziyafete kesinlikle<br />
katılmayacaklarını bildirip,<br />
Müslümanlardan Mekke’yi derhal<br />
terk etmesini istediler. (İbn Abdilberr,<br />
el-İstîâb, IV, 1917-1918) Allah Rasûlü<br />
(s.a.s.) bunun üzerine ashabına<br />
Mekke’den ayrılma emri verdi.<br />
Kısa süre sonra da Hz. Peygamber<br />
(s.a.s.), Hz. Meymûne<br />
(r.ah.) ile evliliği planlandığı gibi<br />
Mekke’de değil, Mekke-Medine<br />
yolu üzerinde bulunan ve Serif<br />
adı verilen, günümüzde de Nüveyriye<br />
olarak bilinen mevkide<br />
gerçekleştirdi. (Zilkade 7/Mart 629)<br />
(Buhârî, Meğâzî, 43; Müslim, Nikâh, 48) Bu<br />
evlilik beklenen neticesini kısa<br />
sürede vermiş, Meymûne’nin<br />
(r.ah.) kabilesi Âmir b. Sa’saa’ya<br />
mensup heyetler kısa süre içinde<br />
peş peşe Medine’ye gelip Hz.<br />
Peygamber’le (s.a.s.) görüşmüş<br />
ve kabile içinde İslâmiyet yayılmaya<br />
başlamıştır.<br />
Hadis kaynaklarında belirtildiğine<br />
göre Hz. Peygamber (s.a.s.)’in<br />
ölümüne sebep olacak olan<br />
hastalık, ilk defa Hz. Meymûne<br />
(r.ah.)’nin evinde kendisini yakalamıştır.<br />
Bu hususta Hz. Âişe<br />
(r.ah.)’den şöyle bir rivayet gelir:<br />
“Rasûlüllah ilk defa Meymûne’nin<br />
evinde hastalandı. Sonra benim<br />
evimde bakılmak üzere zevcelerinden<br />
izin istedi. Onlar da<br />
kendisine izin verdiler. Rasûlüllah,<br />
bir eli Fadl b. Abbâs’ın, diğer eli<br />
de başka bir adamın üzerinde idi,<br />
ayaklarını yerde sürüyerek çıktı”.<br />
(Müslim, Salât 21; İbn Hişâm, es-Sîre, IV,<br />
298)<br />
Hz. Peygamber (s.a.s.) vefat ettikten<br />
sonra Hz. Meymûne (r.ah.),<br />
insanların en hayırlısı ve şerefl isi<br />
ile bir araya geldiği ve Serif’te<br />
onunla evlendiği bölgeye sık<br />
sık gitmeye başladı. İbn Sa’d’ın<br />
Aralık 2011 - 152<br />
ifadesine göre o, Serif’te vefat<br />
etmişti. Burada Hz. Peygamber<br />
(s.a.s.)’le evlilik gerçekleştirdiği<br />
yerde defnedilmesini vasiyet<br />
ettiği için burada toprağa verildi.<br />
(H.51/M.671). Onun cenaze namazını<br />
yeğeni Abdullah b. Abbâs<br />
kıldırdı. (İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII, 135,<br />
139) Meymûne (r.ah.)’nin Hicretin<br />
61 (M. 680-81), 63 (682-83)<br />
veya 66’da (685-86) vefat ettiği<br />
söylenmekteyse de Hz. Âişe<br />
(r.ah.)’nin (ö. 58/678). “Meymûne<br />
bizim en müttakimiz. akrabalık<br />
bağını en fazla gözetenimizdi.”<br />
şeklindeki sözü onun Hicri 58’den<br />
önce vefat ettiğini göstermektedir.<br />
İbn Sa’d’da bulunan başka<br />
bir rivayete göre o, Mekke’de<br />
Hadis kaynaklarında<br />
belirtildiğine göre Hz.<br />
Peygamber’in (s.a.s)<br />
ölümüne sebep olacak<br />
olan hastalık, ilk<br />
defa Hz. Meymûne’nin<br />
(r.ah.) evinde kendisini<br />
yakalamıştır.<br />
Yezid b. Muaviye’nin halifeliği<br />
döneminde vefat etmiştir. Öldüğü<br />
zaman seksen veya seksen bir<br />
yaşlarında idi. Mekke’de vefat<br />
ettiği için Abdullah b. Abbâs onu<br />
getirip Serif’te defnettirdi. Yolda<br />
onun tabutu taşınırken de Abdullah<br />
b. Abbâs: “Ona yumuşaklıkla<br />
muamele edin. Onu sarsmayın.<br />
Çünkü o, annenizdir.” diyordu.<br />
(İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII, 140)<br />
Rivayetleri Kütüb-i Sitte’de yer<br />
alan Meymûne (r.ah.)’nin Rasûl-i<br />
Ekrem (s.a.s.)’den yetmiş altı<br />
hadis naklettiği kaydedilmektedir.<br />
Kütüb-i Sitte’de bulunan hadislerin<br />
toplamı 46’dır. Bu rivayetlerden<br />
yedisi Sahîhayn’de, biri yalnız<br />
Sahîh-i Buhârî’de, beşi yalnız<br />
Sahih-i Müslim’de bulunmaktadır.<br />
Rivayetlerinden altmışı Ahmed<br />
b. Hanbel’in el-Müsned’inde yer<br />
almaktadır. (VI, 329-336) Kendisinden<br />
bu hadisleri kız kardeşlerinin<br />
çocukları İbn Abbâs, Abdullah b.<br />
Şeddâd b. Hâd, Yezîd b. Esam,<br />
Abdurrahman b. Sâib ile azatlıları<br />
Süleyman b. Yesâr ve Atâ b.<br />
Yesâr, İbn Abbâs’ın azatlısı Küreyb<br />
ve başkaları rivayet etmiştir.<br />
Ashab’dan İbn Abbâs (r.a.),<br />
Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’in geceleyin<br />
nasıl ibadet ettiğini görmek<br />
için bazen Meymûne (r.ah.)’nin<br />
evinde yatmış, teyzesinden<br />
Rasûlullah (s.a.s.) uyandığında<br />
kendisini de uyandırmasını istemiş<br />
ve bu husustaki tespitlerini<br />
rivayet etmiştir. (Müslim, Müsâfırîn,<br />
181, 182, 185-195)<br />
Hz. Meymûne (r.ah.)’nin, kız<br />
kardeşleri bakımından dikkat<br />
çeken bir özelliği bulunmaktadır.<br />
Bu özellik, bütün kardeşlerinin<br />
devrin en büyük ve itibarlı şahsiyetleri<br />
ile evlenmiş olmalarıdır.<br />
Bu sebeple annesi Hind binti Avf<br />
b. Züheyr için “İhtiyar kadınların<br />
en talihlisi, yeryüzündeki büyük<br />
damatları toplamış.” denirdi.<br />
Gerçekten de bu hanım, damat<br />
bakımından yeryüzünün en şerefl<br />
i ve itibarlı kadını sayılmıştır.<br />
Çünkü damatlarına bakıldığında<br />
başta Hz. Peygamber (s.a.s.)<br />
olmak üzere birçok yüksek şahsiyeti<br />
görmek mümkündür: Bunlar:<br />
Cafer b. Ebî Tâlib (r.a.), Hz. Ebû<br />
Bekir (r.a.), Hz. Ali (r.a.), Hz.<br />
Hamza (r.a.), Hz. Abbâs (r.a.),<br />
Velid b. Muğire, Ubeyy b. Halef<br />
el-Cumahî ve Ziyad b. Abdullah<br />
b. Mâlik el-Hilâlî’dir. (İbn Abdilberr, el-<br />
İstîâb, IV, 1915). (Bu konuda ayrıca bk. Ayşe<br />
Abdurrahman, Terâcimü Seyyidâti Beyti’n-<br />
Nübüvve, Kahire ts. s. 415-418; Kazıcı, Ziya,<br />
Hz. Muhammed’in Aile Hayatı ve Eşleri, İstanbul<br />
2003, s. 341-351; Kandemir, M. Yaşar,<br />
“Meymûne”, DİA, XXIX, 506-507)
“(Allah) dilediğine<br />
hikmet verir. Kime<br />
hikmet verilirse ona<br />
çok hayır verilmiştir.<br />
Ancak akıl sahipleri<br />
öğüt alır.”<br />
Doç. Dr. İsmail Karagöz<br />
DİB Rehberlik ve Teftiş Kurulu Başkanı<br />
Akıllı ve<br />
Hikmetli İnsan<br />
İnsanlar; işlerini, sosyal ilişkilerini,<br />
görev ve sorumluluklarını<br />
akıllarını, yeteneklerini, bilgi ve<br />
tecrübelerini kullanarak planlar<br />
ve gerçekleştirirler. Akıl ve yetenek<br />
vehbî yani Allah vergisi,<br />
aklın ve yeteneklerin kullanılması,<br />
bilgi ve tecrübe ise kesbî yani<br />
insan kazanımıdır. İnsanların<br />
ten ve göz renkleri, boyları ve<br />
yüz yapıları, dilleri ve cinsiyetleri<br />
nasıl farklı ise aynı şekilde akılları,<br />
yetenekleri ve öngörüleri<br />
de farklıdır. İnsanlardan kimi<br />
aklını ve yeteneklerini iyi kullanır,<br />
kimi kullanamaz. Bir kısım<br />
insanlar; feraset sahibidir, söz ve<br />
davranışlarında hikmetli, görüş,<br />
düşünce ve öngörülerinde daha<br />
isabetlidir. Bu, tamamen Allah<br />
vergisidir. Aziz kitabımız Kur’an-ı<br />
Kerim’de bu husus şöyle dile<br />
getirilmektedir:<br />
“(Allah) dilediğine hikmet verir.<br />
Kime hikmet verilirse ona çok<br />
hayır verilmiştir. Ancak akıl sahipleri<br />
öğüt alır.” (Bakara, 269)<br />
Ayette Allah’ın dilediği kimseye<br />
hikmet verdiği, hikmet verilen<br />
kimseye çok hayır verilmiş olacağı,<br />
bu gerçeği ancak akıllı<br />
insanların anlayabileceği bildirilmektedir.<br />
Ayeti anlayabilmemiz için<br />
hikmet, hayr-ı kesir ve ülü’lelbab’ın<br />
ne anlama geldiğini<br />
bilmemiz gerekir.<br />
1. Hikmet<br />
Menetmek ve engellemek anlamındaki<br />
“h-k-m” kökünden<br />
türeyen “hikmet”; hükmetmek,<br />
hikmetli olmak, yönetmek ve<br />
sağlam yapmak manasında<br />
mastar ve isim olarak kullanılan<br />
bir kelimedir.<br />
“Hikmet” kelimesi mastar olduğu<br />
zaman; kötülükleri ortadan<br />
kaldırmak ve iyilikleri elde etmek<br />
anlamına gelir. Hüküm, hakem,<br />
hâkim, hükümet ve muhkemlik<br />
kelimeleri bu kökten alınmıştır.<br />
Her nerede kötülüğü gidermek<br />
ve iyiliği elde etmek varsa, orada<br />
hikmet vardır. Bu sebepledir<br />
Aralık 2011 - 152 51
52<br />
ki bir şeyin içinde gizlenen ve<br />
sonuç bakımından ortaya çıkacak<br />
olan fayda ve iyiliğe o şeyin<br />
hükmü ve hikmeti denir.<br />
Kur’an öncesi dönemde Arap<br />
toplumunda hikmet kelimesi;<br />
“içinde nefsi uyaran, iyiliği tavsiye<br />
eden, saadet ve bedbahtlıkla<br />
ilgili tecrübeleri aktaran, edep<br />
ve ahlakın özünü yansıtan sözler”<br />
anlamında kullanılmıştır.<br />
“Hikmet”; “fayda” kelimesinden<br />
daha özel, “sebep” kelimesinden<br />
daha geniş anlam içeren bir<br />
kelimedir. Çünkü hikmet, sebepten<br />
önce olabildiği gibi, nihaî<br />
hedeften sonra da olabilir. Yani<br />
hikmet sebebin sebebi, amacın<br />
sonucu şeklinde ortaya çıkabilir.<br />
“Hikmet” kelimesi, fayda ve<br />
ihkâm anlamlarından dolayı<br />
her güzel bilginin ve her faydalı<br />
işin ismi olarak kullanılır. Bir işi<br />
körü körüne değil de, önünü ve<br />
sonunu görerek, düşünerek ve<br />
ondan doğacak bütün tehlikeleri<br />
bertaraf etmeyi gözeterek yapmak<br />
hikmettir.<br />
İslam bilginleri “hikmet” kelimesini<br />
çeşitli şekillerde tanımlanmışlardır.<br />
Bir kısmı sadece<br />
bilgiyi, bir kısmı hem bilgiyi hem<br />
uygulamayı esas almıştır. Bu<br />
tanımlardan bir kısmı şöyledir:<br />
a) Hikmet, sözde ve fi ilde doğru<br />
ve isabetli olmaktır.<br />
Bir insan bir şeyi düşünür, düşündüğünü<br />
sözlü olarak ifade<br />
eder, sonra söylediğini yapar<br />
ve yaptığı iş doğru ve isabetli<br />
olursa bu bir “hikmet” olur.<br />
Dolayısıyla sadece sözü doğru<br />
olarak söylemek tek başına hikmet<br />
olmadığı gibi, yalnızca işi<br />
doğru olarak yapmak da hikmet<br />
değildir. Hikmet, hem sözde<br />
isabet etmek, hem iş ve davranışta<br />
isabet etmektir. Hükmün<br />
doğru olması için; gerçek bilgiye<br />
Aralık 2011 - 152<br />
dayanması, içinde hata ve yalan<br />
bulunmaması; iş ve davranışta<br />
isabet için, o iş ve davranışın<br />
kendisinden beklenen sonucu<br />
vermesi gerekir. Sözde isabet<br />
hakka, fi ilde isabet hayra yöneliktir.<br />
b) Hikmet, doğru bilgiye sahip<br />
olmak ve sağlam iş yapmaktır.<br />
Doğru bilgi, bir şeyin özünü<br />
kavramak ve kesin olarak bilmek,<br />
sağlam iş ise kendisinden<br />
bekleneni sağlamaktır. Hikmetli<br />
bilgi, tecrübe ile desteklenmiş<br />
ve uygulanabilir özellikler taşıyan<br />
bilgidir. “Allah’ım! Ona (İbn<br />
Abbas’a) hikmeti ve kitabın tevi-<br />
Hikmetin en genel<br />
manası anlamaktır.<br />
Anlamak, bir şeyi<br />
akılla kavramaktır.<br />
Anlamanın hikmet<br />
olabilmesi için işin<br />
özünün kavranması<br />
gerekir. Bu anlamda<br />
hikmet, peygamberlerde<br />
ve büyük velilerde<br />
bulunabilir.<br />
lini öğret.” (Tirmizî, Menakıb, No: 3913;<br />
İbn Mace, Mukaddime, 11, No: 166) Hikmet<br />
kelimesi müminin yitiğidir,<br />
onu nerede bulursa alır. Mümin<br />
hikmete daha layıktır.” (Tirmizî, İlim,<br />
19) anlamındaki hadis-i şerifl er,<br />
hikmetin ilim anlamına geldiğine<br />
işaret eder.<br />
Bir bilgiye hikmet denebilmesi<br />
için üzerinde faydalı bir işin<br />
eserinin görülmesi; herhangi<br />
bir faaliyete hikmet adı verilmesi<br />
için de hem ilmî temellere<br />
dayanması ve ilmin gereklerine<br />
uygun olarak ortaya konması,<br />
hem de kötülüğü ve zararı<br />
amaçlamamış olması gerekir.<br />
Bundan dolayı, uygulama alanı<br />
olmayan herhangi bir teorik bilgi<br />
hikmet olmadığı gibi, tesadüfl ere<br />
bağlı olarak meydana çıkmış<br />
olan herhangi bir iş de hikmet<br />
değildir.<br />
c) Hikmet fıkıhtır.<br />
Sözlükte bir şeyin amaç ve maksadını<br />
kavramak anlamına gelen<br />
“fıkıh”, bir fıkıh terimi olarak dinin<br />
amaçlarını kavramak, kişinin<br />
leh ve aleyhine, yarar ve zararına<br />
olan hükümleri bilmesidir.<br />
“Allah kime hayır murat ederse<br />
onu dinde fakih kılar” (İbn Mace,<br />
Mukaddime, 17, No: 220) anlamındaki<br />
hadis-i şerif, bu ayetteki hikmetin<br />
fıkıh anlamına geldiğine işaret<br />
eder. Fıkıh hem teorik, hem<br />
pratik yanları olan bir bilgidir. Bu<br />
bilgi kişiyi bildiği ile hareket etmeye<br />
sevk eder. Dolayısıyla ilmi<br />
ile amel etmeyene gerçek anlamda<br />
fakîh denmez. Bu itibarla<br />
“hikmet”; usul ve füruu, ilke ve<br />
amaçları, özündeki bütün incelikleri<br />
ile dini bilmek ve bu bilgilerin<br />
gereği ile amel etmektir.<br />
ç) Hikmet, Allah’ın emrini ve<br />
varlıkların özündeki manaları<br />
anlamaktır.<br />
Hikmetin en genel manası anlamaktır.<br />
Anlamak, bir şeyi akılla<br />
kavramaktır. Anlamanın hikmet<br />
olabilmesi için işin özünün kavranması<br />
gerekir. Bu anlamda<br />
hikmet, peygamberlerde ve<br />
büyük velilerde bulunabilir.<br />
Kur’an’da birçok ayette “hikmet”<br />
nübüvvet kavramıyla birlikte ve<br />
çoğu zaman peygamberlik anlamında<br />
kullanılmıştır.<br />
d) Hikmet, icat demek, her şeyi<br />
yerli yerinde yapmaktır.<br />
Bu tanıma göre; (a) Allah’ın<br />
hikmeti, her zaman ve her<br />
yerde, kulların yararına olacak<br />
şeyler yaratması, her şeyi yerli<br />
yerinde var etmesi ve her varlığı
yerli yerine yerleştirmesidir. (b)<br />
İnsanların hikmeti ise varlıkların<br />
değerini anlaması, her sözü,<br />
işi ve davranışı yerli yerinde ve<br />
diğer insanların yararına olacak<br />
şeyler yapması, keşif ve icatlarda<br />
bulunması, sadece kendisine<br />
yarayacak şeyler değil, başkalarına<br />
da yarayacak eserler ortaya<br />
koymasıdır.<br />
Bu tanımların dışında hikmetin<br />
birçok tanımı yapılmıştır. Bunlardan<br />
bir kısmı şöyledir: “Hikmet;<br />
neyin doğru neyin yanlış<br />
olduğunu anlamaya yarayan<br />
derin ve yararlı bilgidir.” “Hikmet<br />
güzel ve doğru işlere yönelmek,<br />
sonucu iyilik olan işi yapmaktır.”<br />
“Hikmet, Kur’an ahlakına sahip<br />
olmaktır.” “Hikmet, Allah’ın<br />
emirlerini düşünmek ve onlara<br />
uymaktır.” “Hikmet doğru ve<br />
hızlı karar verebilmektir.” “Yaratılmışları<br />
bilmek ve iyi şeyler<br />
yapmaktır.”<br />
Güzel huy, herkesin faydasına<br />
olan hizmet, bir kötülüğü önlemek<br />
veya bir iyiliği elde etmek<br />
için yapılan faaliyetler, ibret ve<br />
ders almayı gerektiren söz ve<br />
öğütler, bir şeyin sırrını anlamaya<br />
yönelik çaba ve gayretler,<br />
takva ve Allah korkusu hikmet<br />
kelimesinin anlam sahasına<br />
dâhildir. (Hikmet kelimesinin anlamı için<br />
bk. Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredat fî Garîbi’l-<br />
Kur’ân, İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab ve Şerif<br />
Cürcânî, Kitâbü’t-Ta’rîfât h-k-m maddesi,<br />
Taberî, Kurtubî, Fahruddîn er-Razî, Hazin ve<br />
Hamdi Yazır, Bakara, 269 ayetinin tefsiri)<br />
Yukarıdaki tanımlardan hikmet<br />
kelimesinin üç farklı yorumu<br />
ortaya çıkmaktadır: (a) Faydalı<br />
amele götüren bilgi, (b) Bilgiye<br />
dayalı olarak ortaya konan faydalı<br />
amel, (c) İlimde ve amelde<br />
sağlamlık.<br />
İnsandaki hikmetin temeli,<br />
Allah’a iman edip O’nu tanımak<br />
ve O’na itaat etmek, Kurân ahlakıyla<br />
ahlaklanmak, her işinde<br />
doğru ve faydalı olanı yapmak;<br />
amacı ise kâinattaki düzenin<br />
sebep sonuç açısından işleyişini<br />
anlamaya çalışmaktır. Bunu yapabilmek<br />
için Allah vergisi olan<br />
aklın, iradenin ve yeteneklerin<br />
kullanılması gerekir.<br />
Yüce Allah, dilediğine hak ile<br />
batılı, şeytanî olanla rahmanî<br />
olanı anlayıp ayırt edebilecek ve<br />
ona göre doğru olanı yapabilecek,<br />
kötülüğü giderip iyiliği elde<br />
Allah’ın verdiği<br />
aklı şehvetlere ve<br />
şeytanın vesveselerine<br />
kaptıranlar, ne kendi<br />
iç dünyalarındaki<br />
ilhamları, ne de dış<br />
dünyada olup biten<br />
ibretli sahneleri<br />
düşünüp anlayamazlar,<br />
kavrayamazlar.<br />
edebilecek bir hikmet bahşeder.<br />
İnsan, şeytanî telkin ile rahmanî<br />
telkini anlayıp ayırt edebilmesi<br />
için, işin başlangıcında aklını<br />
ve düşüncesini uyanık tutması<br />
gerekir. Daha sonra bu hikmet,<br />
ilâhî feyzin de yardımı ile insanda<br />
bir meleke oluşturur. Böylece<br />
insan, Kur’an ahlakı ile ahlaklanır,<br />
pratik aklı gelişir, kuvvetlenir,<br />
bildiği ve yaptığı şeyler doğruluktan<br />
şaşmaz olur.<br />
Allah’ın verdiği aklı şehvetlere<br />
ve şeytanın vesveselerine<br />
kaptıranlar, ne kendi iç dünyalarındaki<br />
ilhamları, ne de dış<br />
dünyada olup biten ibretli sahneleri<br />
düşünüp anlayamazlar,<br />
kavrayamazlar. Zihinlerinde güç<br />
bulamazlar. Ya hiç düşünmezler<br />
veya düşünseler bile hatırala-<br />
rına dönüp göz atarken, neyin<br />
gerçek, neyin hayır olduğunu<br />
kestiremezler; çünkü hakkın ve<br />
hayrın alâmetlerini bilemezler,<br />
onu seçip belirleyemezler. Bunu<br />
yapamayınca da hikmet yolunda<br />
ilerleyemezler.<br />
Hikmete ermenin başlangıcı<br />
düşünce ve bilgidir. Salt düşünce<br />
ve bilgi hikmetin oluşması<br />
için yeterli değildir, düşünce<br />
ve bilginin eyleme dönüşmesi,<br />
eylemin doğru ve isabetli, yerli<br />
yerinde ve sağlam olması gerekir.<br />
Bundan dolayı, ilim ile ameli,<br />
hikmetin birer çeşidi değil, birer<br />
parçası olarak kabul etmek gerekir.<br />
Yani hikmet denilen şey,<br />
ya gerçek bilgi, ya doğru hareket<br />
değil; doğru bilgi ile doğru<br />
hareketin bütünüdür.<br />
Kur’an’da 20 defa geçen “hikmet”<br />
kelimesi; öğüt (Bakara, 231;<br />
Âl-i İmrân, 48), anlama ve bilme<br />
(Lokman, 12), Kur’an (Nahl, 125) ve<br />
Kur’an’ın yorumu (Bakara, 269),<br />
nübüvvet (Bakara, 251; Nisa, 54) ve<br />
sünnet (Bakara, 151, 231; Nisa, 113)<br />
anlamlarında kullanılmıştır.<br />
İsra suresinin “İşte bunlar,<br />
Rabbi’nin sana vahyettiği hikmetlerdendir”<br />
anlamındaki 39.<br />
ayetinde hikmet olan şeylere<br />
işaret edilmiştir. “Bunlar” işaret<br />
zamiri ile kastedilenler 22-37<br />
ayetlerde zikredilen emir ve<br />
yasaklardır: (a) Allah’tan başka<br />
ilah edinmemek, sadece Allah’a<br />
ibadet etmek (b) ana-babaya<br />
ihsanda bulunmak, onlara öf<br />
bile dememek, onları azarlamamak,<br />
onlara tatlı ve güzel söz<br />
söylemek, onlara merhametle<br />
muamele etmek, hayır dua<br />
etmek (c) akrabaya, yoksula<br />
ve yolda kalmış yolcuya iyilik<br />
ve yardım etmek, (ç) cimrilik<br />
ve israftan sakınmak, (d) çocukların<br />
hayatını korumak, (e)<br />
zinadan, fuhuştan kaçınmak, (f)<br />
Aralık 2011 - 152 53
54<br />
adam öldürmemek, (g) yetim<br />
malı yememek, (ğ) verilen sözü<br />
tutmak, (h) ölçüyü ve tartıyı<br />
tam yapmak, (i) bilmediği şeyin<br />
peşine düşmemek, bilgisiz<br />
hüküm vermemek, (ı) büyüklük<br />
taslamaktan sakınmak.<br />
Ayetlerdeki emir ve yasakları<br />
değerlendirdiğimiz zaman, “hikmet”<br />
kelimesinin; iman, ibadet,<br />
itaat, ahlak ve insan haklarına<br />
saygı anlamlarını içerdiğini söyleyebiliriz.<br />
Tahlil etmeye çalıştığımız ayetteki<br />
hikmet kelimesi yukarıda verdiğimiz<br />
tanımların hepsini kapsar.<br />
Nitekim tefsir kitaplarında<br />
yorumlamaya çalıştığımız ayetteki<br />
hikmet kelimesi; Kur’an’ı<br />
anlamak, hükümlerini bilmek,<br />
sözde ve işte isabet etmek, dini<br />
bilmek ve yaşamak olarak anlamlandırılmıştır.<br />
“Haset ancak iki kimseye yapılır.<br />
Biri Allah’ın kendisine mal verdiği<br />
ve bu malı hak yolda harcama<br />
imkânı sağladığı kimse, diğeri<br />
Allah’ın kendisine hikmet verdiği<br />
kimsedir. Bu kimse hikmetin<br />
gereğini yerine getirir ve hikmeti<br />
başkalarına öğretir.” (Müslim,<br />
Salâtü’l-Müsâfi rîn, 268) anlamındaki<br />
hadis, hikmetin bu anlamına<br />
işaret etmektedir.<br />
2. Hayr-ı Kesîr<br />
Hikmetin başlangıç noktası<br />
“ilim”, ortası “iman, ibadet<br />
ve itaat”, sonu da “ahiret<br />
mutluluğu”dur. Dolayısıyla “Kime<br />
hikmet verilirse ona çok hayır<br />
verilmiştir” cümlesi hikmetin<br />
ilim, amel, Kur’an ahlakı ve<br />
ahiret mutluluğuna işaret eder.<br />
“Çok hayır”, ilim ile amelin birleşmesinden<br />
doğar.<br />
İnsan Kur’an’ı bilir, anlar, hükümlerini<br />
yaşarsa Kur’an ahla-<br />
Aralık 2011 - 152<br />
kına sahip olur, Allah’ın rızasını<br />
kazanır, ilahî takdire rıza gösterir,<br />
kul haklarına saygılı olur,<br />
haram ve kötülüklerden beri<br />
olur. Bu özelliklere sahip olar<br />
kimse dünya ve ahiret mutluluğunu<br />
elde eder. Bu bir kul için<br />
çok hayırdır.<br />
“Hayır”; Kur’an’da en çok kullanılan<br />
ve geniş bir mana alanına<br />
sahip olan bir kavramdır.<br />
Dünyevî ve uhrevî, maddî ve<br />
manevî bütün iyilikleri, nimetleri<br />
ve bütün güzel amelleri ifade<br />
eder.<br />
İnsan Kur’an’ı bilir,<br />
anlar, hükümlerini yaşarsa<br />
Kur’an ahlakına<br />
sahip olur, Allah’ın<br />
rızasını kazanır, ilahî<br />
takdire rıza gösterir,<br />
kul haklarına saygılı<br />
olur, haram ve kötülüklerden<br />
beri olur.<br />
Âlemde meydana gelen her<br />
olayda bir hayır görebilmek ve<br />
Allah’tan her şeyin hayırlısını<br />
isteyebilmek İslamî bilinçlenmenin<br />
sonucudur.<br />
“Müminin işi hayret vericidir, her<br />
işi hayırdır. Bu, yalnız mümine<br />
özgü bir şeydir. Sevindirici bir<br />
işle karşılaşsa şükreder, o iş<br />
kendisi hakkında hayır olur. Üzücü<br />
bir işle karşılaşsa sabreder,<br />
bu da kendisi için hayır olur.”<br />
(Müslim, Zühd, 13)<br />
“Allah bir kula hayır murat<br />
ederse ona işlediği günahların<br />
cezasını dünyada verir. Eğer<br />
kuluna hayır murat etmezse ona<br />
işlediği günahın cezasını dünyada<br />
vermez, o kimse günahı ile<br />
ölüp ahirete gelir.” (Tirmizi, Zühd,<br />
45) anlamındaki hadisler, insanın<br />
başına gelen her sıkıntının şer<br />
olmadığını aksine bunda bir<br />
hayır bulunabileceğini ifade etmektedir.<br />
3. Akıl Sahipleri<br />
“Tezkîr” öğüt almak, “ülû’lelbâb”<br />
akıl sahipleri demektir.<br />
“Ancak akıl sahipleri öğüt alır”<br />
cümlesi, hikmet sahibi olabilmek<br />
ve neticede çok hayır elde<br />
edebilmek için aklın kullanılması<br />
gerektiğini ifade eder. İlâhî bir<br />
lütuf olan “hikmet”, ancak akıl<br />
verilen ve aklını kullanan kimselere<br />
nasip olur. Bundan dolayı<br />
akıl ve iyi seçim hikmetin şartı,<br />
düşünce ve ilim de başlangıcıdır.<br />
Aklı veren Allah, aklı kullanan<br />
ise insandır. İnsanın hikmet sahibi<br />
olabilmesi için aklını kullanmasının<br />
yanında ilâhî iradenin<br />
de bu yönde tecelli etmesi gerekir.<br />
Kulun iradesi adî sebep, ilâhî<br />
irade gerçek ve geçerli sebeptir.<br />
İlâhî irade bulunmadan hiçbir<br />
şey meydana gelmez.<br />
Sonuç olarak; yüce Allah, Bakara<br />
suresinin 269. ayetinde<br />
hikmeti dilediği kimseye vereceğini,<br />
hikmet verilen kimseye çok<br />
hayır verilmiş olacağını, ancak<br />
akıl sahiplerinin öğüt alacağını<br />
bildirerek insanların hikmet sahibi<br />
olmaları, böylece çok hayır<br />
elde etmeleri, bunu sağlayabilmek<br />
için akıllarını kullanmaları<br />
gerektiğini bildirmektedir. İnsan<br />
iradesini ortaya koyar ve aklını<br />
kullanırsa Allah ona hikmet verir.<br />
İnsan; kendisine hikmet verilip<br />
verilmediğini, inancı, ibadeti ve<br />
ahlakının Kur’an’a uygun olup<br />
olmaması ile ölçebilir. Kur’an’ı ve<br />
hükümlerini öğrenen, anlayan<br />
ve uygulayan mümin akıllı, hikmetli<br />
ve çok hayır sahibidir.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu<br />
Hamburg Merkez Mescid-i Aksa Camii’ni ziyaret etti<br />
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu,<br />
Almanya’da işlenen Neonazi<br />
cinayetlerinin aydınlatılması için<br />
görüşmelerde bulunmak üzere<br />
Hamburg’a geldi. Davutoğlu,<br />
Hamburg’da Neonazi kurbanı<br />
Süleyman Taşköprü’nün ailesini<br />
evlerinde ziyaret ettikten sonra,<br />
DİTİB’e bağlı Mescid-i Aksa<br />
Camii’ni ziyaret etti. Davutoğlu<br />
DİTİB’e gelişinde Hamburg<br />
Başkonsolosu Devrim Öztürk,<br />
<strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Doç. Dr.<br />
Ömer Yılmaz tarafından karşılandı.<br />
<strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşelik<br />
ofi sinin bulunduğu M. Aksa<br />
Konferans Slonu’nda kalabalık<br />
bir topluluğa hitap eden Bakan,<br />
“Hamburg sokaklarında başınız<br />
dik, gönlünüz ferah yürümenizi<br />
istiyoruz” dedi. Toplantıya<br />
katılan sivil ve dinî cemaat<br />
temsilcileri ve vatandaşların<br />
Essen Merkez Camii<br />
Avrupa Türk Dünyası Şiir Şöleni programı düzenledi<br />
Essen Merkez Camii, cami inşaatı yararına “Avrupa<br />
Türk Dünyası Şiir Şöleni” pogramı düzenledi.<br />
Sunumunu din görevlisi Süleyman Gül’ün<br />
yaptığı programda renkli dakikalar yaşandı.<br />
Programa Nevşehir Valisi Abdurrahman Savaş,<br />
KKTC Milletvekili Arif Albayrak, Prof. Dr. Elçin<br />
İskenderzade, Emekli Emniyet Müdürü Şair Dr.<br />
Nedim Uçar, Yunanistan’dan Gülten Mustafa,<br />
Ozan Yusuf Polatoğlu, Ozan İnci, Şair Hüsamettin<br />
Darıcı, Türk Halk Müziğinin Güçlü seslerinden<br />
soru ve sorunlarını dinleyen<br />
bakan Davutoğlu, daha sonra<br />
camiyi gezerek <strong>Din</strong> Görevlisi<br />
Sinan Polat’tan Cami hakkında<br />
bilgiler aldı. Ziyarette Berlin<br />
Büyükelçisi Ahmet Acet, Berlin’e<br />
atanacak olan Büyükelçi Hüseyin<br />
Avni Karslıoğlu, Büyükelçi<br />
Naci Koru, Türk-Alman Dost-<br />
luk Grubu Başkanı Milletvekili<br />
Çağatay Kılıç, Yurtdışı Türkler<br />
ve Akraba Topluluklar Başkanı<br />
Kemal Yurtnaç da hazır bulundu.<br />
Bakan Ahmet Davutoğlu,<br />
Hamburg Eyalet Başbakanı Olaf<br />
Scholz’la da kısa bir görüşme<br />
yaparak Hamburg’tan ayrıldı.<br />
Kazim Kalaycı ve Hasan Gül, Şair Ali Yakar, dernek<br />
başkan ve yöneticileri ile din görevlileri katıldı.<br />
Vatandaşlarımız programa yoğun ilgi gönderdi.<br />
Program saygı duruşu, İstiklal Marşı’nın okunması<br />
ve Malatya Akcadağ ilçe Müftüsü Fatih<br />
Karadaş’ın okuduğu Kur’an tilavetiyle başladı.<br />
Dernek Başkanı Kemal Yapar ve Nevşehir Valisi<br />
Abdurrahman Savaş’ın selamlama konuşmalarının<br />
ardından sırayla şairlerin okuduğu şiirler,<br />
çocukların oynadığı folklor ve Anadolu Güneşim<br />
grubunun yapmış olduğu sema gösterisi izleyenlere<br />
mutlu dakikalar yaşattı. Gecenin süprizi ise<br />
Hanife Yapar’ın Essen Merkez Cami’inin maketini<br />
pasta şeklinde yapması ve bu pastanın cami<br />
yararına satışa sunulmasıydı. Düzenlenen gecede,<br />
cami cemaatinden Mehmet Öztaş’ın kendi<br />
yazdığı şiirini okuması vatandaşlarımız arasında<br />
duygulu anların yaşanmasına vesile oldu.<br />
Program, geceye katkı sağlayan şair, ozan, sanatçı<br />
ve maddi katkılarını esirgemeyen işadamlarına plaket<br />
ve teşekkür belgeleri sunulmasıyla sona erdi.<br />
Aralık 2011 - 152 55
56<br />
Başkonsolos Arı Eppingen Mevlana Camii’ni ziyaret etti<br />
Stuttgart Başkonsolosu M. Türker Arı, Heilbronn-Eppingen<br />
Belediye Sarayını ve Mevlana<br />
Camii’ni ziyaret ederek ilgililerden bilgi aldı.<br />
Başkonsolos Arı, belediye başkanı Klaus Holaschke<br />
ve CDU Baden Württemberg Milletvekili<br />
Friedlinde Gurr-Hirsch ile kısa bir süre baş<br />
başa görüşerek bölgedeki Türkler’in durumu<br />
hakkında bilgi aldı. Türk temsilcileri ile Katolik<br />
ve Protestan kiliseleri temsilcilerinin de<br />
katıldığı toplantıda, uyum ve eğitim konusunda<br />
yapılması gerekenler masaya yatırıldı.<br />
DİTİB Württemberg dinler arası uyum sorumlusu<br />
Ali İpek’in de katıldığı toplantıda, Başkonsolos<br />
Arı, Almanya’daki camilerin Türkiye’dekilerden<br />
ilave sorumluluklar üstlendiklerini belirterek<br />
“Burada camilerimiz, ibadet yerleri olmalarına<br />
rağmen, aynı zamanda birer kültür merkezi<br />
olarak çalışıyorlar. İnsanların ahlaki değerlerinin<br />
yükselmesi ve iyi insan olması yönünde önemli<br />
rol üstleniyorlar. Matematik, Almanca ve hatta<br />
diğer dinler hakkında da dersler veren camile-<br />
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı münasebetiyle,<br />
Dortmund’daki DİTİB’e bağlı 11 cami derneğinin<br />
katılımıyla, şehitlerimiz ve Van depreminde haya-<br />
Aralık 2011 - 152<br />
Dortmund’da mevlit programı<br />
rimiz var. Camilerin bu faaliyetlerinin toplumun<br />
geneli tarafından desteklenmesi gerekir.” dedi.<br />
<strong>Din</strong> görevlisinin hacda olmasından dolayı, <strong>Diyanet</strong><br />
<strong>İşleri</strong> Başkanlığı tarafından görevlendirilen Konya<br />
İl Müftülüğü Personel Şube Müdürü Hasan Özturk<br />
de yaptığı konuşmada, Peygamberimizin, ‘‘İnsanların<br />
hayırlısı, insanlara yararlı olanlarıdır.” hadisini<br />
hatırlatarak İslam’ın toplum dini olduğunu anlattı.<br />
Cemiyet Başkanı Erkan Çetinkaya ise, dernek<br />
faaliyetleri hakkında bilgi vererek Eppingen<br />
Mevlana Camii’nin çevrede yaptığı<br />
faaliyetlerle dikkat çektiğini söyledi.<br />
tını kaybeden vatandaşlarımız için; hatm-i şerif<br />
ve mevlit programı düzenlendi. Eving Selimiye<br />
Camii’nde düzenlenen programa vatandaşlarımız<br />
büyük ilgi gösterdi. Programda, Dortmund Eving-<br />
Selimiye Camii <strong>Din</strong> Görevlisi Bilal Bitiş, Merkez<br />
Camii <strong>Din</strong> Görevlisi Mustafa Altuntaş, Mengede<br />
Camii <strong>Din</strong> Görevlisi Halil Arık, Schanhorst Camii<br />
<strong>Din</strong> Görevlisi Vehbi Demirci, Derne Camii <strong>Din</strong><br />
Görevlisi Hasan Bostan, Hörde Camii <strong>Din</strong> Görevlisi<br />
İbrahim Yaman, DİTİB Rehberlik ve Denetim<br />
Görevlisi İsmail Zengin ve DİTİB Dortmund<br />
dernek başkanları ile yöneticileri hazır bulundu.<br />
Münster DİTİB Mimar Sinan Camii’nde konferans<br />
Münster <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Suat Altunkuş,<br />
Bad Lippspringe Mimar Sinan Camii’nde kadınlara<br />
konferans verdi. <strong>Din</strong> Görevlisi Mehmet Menteş’in<br />
cami ve cemaatle ilgili bilgi vermesinin ardından,<br />
<strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Altuntuş, “Kadınların<br />
İslami Çalışmalardaki Rolü” konulu bir konferans<br />
verdi. Altunkuş, konferansında kadınların toplumdaki<br />
yerini belirterek İslam tarihinde kadınların<br />
İslam dinine yapmış oldukları hizmetleri<br />
anlattı ve günümüzde kadınların İslam’a nasıl<br />
hizmet edebilecekleri konularında bilgi verdi.
Saarland’daki vatandaşlarımız Van için seferber oldu<br />
Van ve çevresinde meydana gelen depremdeki<br />
çocuklara ulaştırılmak üzere, DİTİB tarafından<br />
“Çocuklarımız Üşümesin” sloganıyla giyecek kampanyası<br />
düzenlendi. Saarland’daki bütün cami dernekleri<br />
ve vatandaşlarımızın büyük ilgi gösterdiği<br />
kampanyada toplanan giyecekler, erkek-bayan, büyük-küçük<br />
ayrı ayrı tasnif edilerek Inter Log GmbH<br />
& Co. K.G. Nakliye Şirketi sahibi Aytekin Aydın<br />
tarafından Frankfurt Havaalanına, oradan da Öger<br />
Türk Tur aracılığıyla Van’a sevk edildi. Vatandaşlarımız<br />
deprem mağdurlarının sıkıntılarını gidermek<br />
amacıyla, DİTİB tarafından organize edilen nakdi<br />
yardım kampanyasına da büyük ilgi gösterdiler.<br />
Ahlen Ulu Camii’nden mezarlığa ziyaret<br />
DİTİB Ahlen Ulu Camii cemaati, Kurban Bayramında<br />
Ahlen’deki Müslüman mezarlığını ziyaret<br />
ederek Kur’an-ı Kerim okuyup duada bulundular.<br />
Her bayram olduğu gibi, vatandaşlarımız Kurban<br />
Bayramında da mezarlığı ziyaret ederek Kur’an<br />
okuyup dualar ederek mezarlıkta yatanların ve<br />
geçmişlerin ruhuna hediye ettiler. Memleketten<br />
uzakta da olsa geçmişlerimizi yâd eden yaklaşık 70<br />
kişinin katıldığı mezarlık ziyaretinde, <strong>Din</strong> Görevlisi<br />
Doğan Avcı ve Dernek Başkanı Veli Çubukçu<br />
bu günde birlikte olmaktan mutlu olduklarını<br />
belirttiler ve vatandaşlarımıza teşekkür ettiler.<br />
Gronau DİTİB Fatih Camii öğrencilerinden örnek davranış<br />
Van’da yaşanan felaketin mağdurlarının acı ve<br />
üzüntülerini bir nebze de olsa paylaşmak isteyen<br />
Gronau DİTİB Fatih Camii öğrencileri, cep<br />
harçlıklarından biriktirdikleri 135€ Van depremzedelerine<br />
bağışladılar. Depreme duyarlılık<br />
gösteren öğrenciler, “Kalbimiz, depremde zarar<br />
gören vatandaşlarımızın yanındadır.” dediler.<br />
Öte yandan Kurban Bayramı’nın pazar gününe<br />
rastlaması dolayısıyla, vatandaşlarımız bayram<br />
namazına büyük ilgi gösterdi ve bayramı coşkuyla<br />
kutlama fırsatı buldu. 400’ü aşkın vatandaşımız,<br />
camiyi doldurarak bayram namazı<br />
kılıp birlik-beraberlik, huzur ve mutluluk içerisinde<br />
bayramın neşesini doyasıya yaşadılar.<br />
Bayram namazından sonra birbirleriyle<br />
bayramlaşan vatandaşlarımız, huzur<br />
içinde evlerinin yolunu tuttular.<br />
Aralık 2011 - 152 57
58<br />
Siegen Selimiye Camii’nde Kurban Bayramı coşkusu<br />
Siegen Selimiye Camii’ne devam eden öğrenciler<br />
için Kurban Bayramı şenliği düzenlendi.<br />
Cami yönetimi ve din görevlisi Necmi Açıkgöz,<br />
öğrencilere camiyi sevdirmek kaynaşmalarını<br />
sağlamak ve camiye gelecek olan gençleri teşvik<br />
etmek amacıyla, bölgedeki çocuk eğlence yeri<br />
Mc-Play isimli oyun-eğlence yerine götürerek<br />
bayramın şenlik içerisinde geçmesini sağladılar.<br />
Ailelerinin de katıldığı şenlikte öğrenciler ve<br />
aileleri gönüllerince eğlenip bayramı doyasıya<br />
yaşadılar. <strong>Din</strong> Görevlisi Necmi Açıkgöz’ün Kurban<br />
Bayramı hakkında bilgi verdiği programda,<br />
çocuklar ve veliler unutulmaz bir gün yaşadılar.<br />
Stuttgart’ta dernek başkanları ve din görevlileri Ulm’da toplandılar<br />
Aralık 2011 - 152<br />
Stuttgart <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Kâzım<br />
Türkmen, dernek başkanları ve din görevlileriyle<br />
Ulm’da bir toplantı yaparak bölgede<br />
verilen hizmetleri değerlendirdiler.<br />
Toplantıya DİTİB Genel Başkan Yardımcısı Orhan<br />
Bilen, Stuttgart Eyalet Birliği Başkanı Erdinç<br />
Altuntaş da katıldı. Toplantıda Türkmen, bölgedeki<br />
hizmetleri değerlendirerek tavsiyelerde<br />
bulunurken, DİTİB Genel Başkan Yardımcısı Bilen<br />
de hizmetlerdeki hedefl eri, Eyalet Birliği Başkanı<br />
Altuntaş ise eyaletteki gelişmeler hakkında dernek<br />
başkanları ve din görevlilerini bilgilendirdiler.<br />
Toplantıda, yeni gelen din görevliler tanıtıldı ve görev<br />
süresi bitenler de vatandaşlarımızla vedalaştı.<br />
ATİB Mittersil Vatan Camii’nde anne-babaları anma günü düzenlendi<br />
ATİB Mittersil Vatan Camii öğrencileri, Mittersill<br />
Nationella Park’ta, anne ve babaların önemini<br />
anlatan bir program düzenlediler. Salzburg <strong>Din</strong><br />
<strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Dr. Sabri Çap’ın konuşmacı<br />
olarak katıldığı program, İstiklal Marşı okunması<br />
ve ATİB Mittersill Dernek Başkanı Murat<br />
Avcı’nın selamlama konuşması ile başladı.<br />
Programda öğrenciler şiirler ve ilahiler okudular,<br />
türküler söylediler; oynadıkları piyesle<br />
büyük ilgi gördüler. Daha sonra kürsüye<br />
gelen Dr. Sabri Çap, anne-baba haklarından<br />
bahsetti ve Avrupa’da ailelerde gözlenen<br />
problemler, ebeveyn ile çocuklar arasındaki<br />
iletişim hakkında bilgi verdi. <strong>Din</strong> görevlisi<br />
Orhan Söyler’in yönetiminde devam eden<br />
program, teşekkür konuşması ile sona erdi.
Bozkuş’tan Linz’deki Bosnalı Müslümanlara ziyaret<br />
Viyana-<strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Müşavir Vekili ve ATİB Genel<br />
Başkanı Seyfi Bozkuş, Bosnalı Müslümanların<br />
Linz şehrinde kurduğu Nur Derneği tarafından inşa<br />
edilen camiyi ziyaret etti. Ziyarete, Salzburg <strong>Din</strong><br />
<strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Sabri Çap ve Linz ATİB Derneği<br />
Yönetim Kurulu üyeleri de katıldı.<br />
Cami hakkında bilgi veren Dernek Başkanı Kasım<br />
Hadzic, uzun müzakereler sonunda Linz Belediyesi<br />
tarafından verilen izinle camiyi yapmaya başladıklarını<br />
ve derneğin kendi imkânları ile gelecek yıl içerisinde<br />
camiyi tamamlamayı hedefl ediklerini söyledi.<br />
Ziyaretinin asıl hedefi nin Avusturya’daki Müslümanlar<br />
arasında dayanışma ve işbirliğinin güçlendirilmesi<br />
olduğunu belirten ATİB Genel Başkanı Seyfi<br />
Bozkuş, cami inşa etmenin daima tartışma konusu<br />
yapıldığı Avusturya gibi bir ülkede, temelden bir<br />
cami inşaa etmenin çok önemli olduğunu, kültürler<br />
arası iletişimin ve toplumsal barışın anahtarı durumunda<br />
olan camilerin siyasi polemik konusu olmaktan<br />
çıkarılması gerektiğini vurguladı.<br />
ATİB dernekleri tarafından sağlanan 13.600 Euro<br />
tutarındaki yardım çekini de Dernek Başkanı Kasım<br />
Hadzic’e takdim eden Bozkuş, bu yardımın mad-<br />
Ichenhausen’de öğrencilerden cami ziyareti<br />
Ichenhausen Haupschule ve Grundschule’de bulunan<br />
Müslüman öğrenciler, Alman öğretmenleriyle<br />
birlikte Ichenhausen Camii’ni ziyaret ederek <strong>Din</strong><br />
Görevlisi Ömer Kavaklı’dan gençlere yönelik camide<br />
düzenlenen faaliyetler hakkında bilgi aldılar. <strong>Din</strong><br />
Görevlisi Ömer Kavaklı, öğrencilere Kur’an-ı Kerim<br />
okuyarak öğrencilerin öğretmenlerine karşı nasıl<br />
davranmaları gerektiği hakkında bilgi verdi. Her ne<br />
kadarda yabancı bir kültürün içinde yaşıyor olsalar<br />
da, Müslüman olduklarını unutmamalarını, ana-ba-<br />
di değerinin küçük, ancak Müslümanlar arasındaki<br />
dayanışmanın nişanesi olarak manevi anlamının<br />
büyük ve önemli olduğunun altını çizdi.<br />
ATİB tarafından sağlanan yardımdan memnuniyet<br />
duyduğunu belirten dernek Başkanı Hadzic, yazılı<br />
bir teşekkür mektubunu ATİB Genel Başkanı’na<br />
takdim ederek tarihi öneme sahip bu projenin tamamlanmasıyla<br />
Avusturya’daki Müslümanların hizmetine<br />
sunulacağını ifade etti.<br />
Beraberindeki heyetle cami inşaatında incelemelerde<br />
bulunan ATİB Genel Başkanı Bozkuş, mümkün<br />
olması halinde caminin açılışına da iştirak edeceğini<br />
söyledi.<br />
balarına ve kendilerini eğiten hocalarına, büyüklerine<br />
saygısızlık yapmamaları gerektiğinin altını çizdi.<br />
Ziyaretin sonunda <strong>Din</strong> Görevlisi Ömer Kavaklı, öğrencilerin<br />
başarısı için dualar okudu. Duanın ardından<br />
cami derneğinin öğrencilere yaptığı ikramlarla<br />
ziyaret son buldu.<br />
Öte yandan DİTİB Ichenhausen Camii’nde dini<br />
bilgiler kursunun açılması münasebetiyle, <strong>Din</strong><br />
<strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Dr. Ali Ünal’ın da katılımıyla bir<br />
program düzenlendi. Program, <strong>Din</strong> Görevlisi Ömer<br />
Kavaklı’nın Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başladı. Dernek<br />
Başkanı Lütfü Çalışkan’ın selamlama konuşmasının<br />
ardından, <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Dr. Ali Ünal<br />
da bir konuşma yaparak Peygamber Efendimiz zamanından<br />
günümüze kadar cami ve cami eksenli<br />
yapılan eğitimler hakkında bilgi sundu. Kur’an-ı<br />
Kerim öğrenmenin, ana dilimiz Türkçe’nin öğrenilmesinin<br />
ve kültürümüzü yaşatmanın önemini ifade<br />
etti. Konuşmaların ardından, toplam 142 çocuk, 28<br />
kadın ve 14 yetişkin erkek olmak üzere 184 öğrencinin<br />
kaydının yapılmasıyla kursta eğitime başlandı.<br />
Aralık 2011 - 152 59
60<br />
Bretten’de hacca gidecek vatandaşlar için mevlit programı düzenlendi<br />
Berlin <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Müşavirliği ve <strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong><br />
Türk İslam Birliği (DİTİB) işbirliği ile 2011 yılında<br />
hacca gidecek hacı adayları için, DİTİB’e bağlı Karlsruhe-Bretten<br />
Yeşil Camii’nde hac semineri verildi.<br />
Seminerde hacı adaylarına, haccın menasiki ve ziyaret<br />
yerleri konularında bilgiler verildi.<br />
<strong>Din</strong> görevlisi Şükrü Baktı seminerde yaptığı konuşmada,<br />
“İnşallah sizler Beytullah’ın etrafında pervaneler<br />
gibi dönerken, bizleri de unutmayacaksınız ve<br />
bizlerin Hz. Peygamber’e sevgimizi, saygımızı ve<br />
selamlarımızı arz edeceksiniz.” dedi.<br />
Volkshochschule Memmingen’in<br />
düzenlediği ‘’Laiklik ve Hıristiyan<br />
Batı Dünyası’’ konulu programa<br />
DİTİB Memmingen Merkez Camii<br />
de katıldı. Programda, laikliğin<br />
Aralık 2011 - 152<br />
Memmingen’de diyalog toplantısı<br />
dinle nasıl bağdaşabileceği ve<br />
nerede sorunlar olduğu tartışıldı.<br />
Programda ayrıca, Hıristiyanların<br />
İslam’a bakış açıları da ele alındı.<br />
Programda İslam grubu temsilciliğini,<br />
DİTİB Memmingen Cemiyeti<br />
DİTİB Güney Bavyera <strong>Din</strong>ler<br />
Arası Dialog sorumlusu Aykan<br />
İnan yaptı. Toplantıyı çok sayıda<br />
dinleyici ilgiyle takip etti.<br />
Öte yandan Memmingen’e yeni<br />
gelen Katolik Papaz Ludwig,<br />
Memmingenliler tarafından sevinçle<br />
karşılandı. Karşılamaya<br />
DİTİB Memmingen cemiyeti de<br />
katıldı. Ayinle başlayan programda,<br />
DİTİB Memmingen Dernek<br />
Başkanı Sebehattin Kasımfırtına,<br />
konuşmasının sonunda Papaz<br />
Weidmüller’e bir almanca<br />
Kur’an-ı Kerim hediye etti.<br />
Öğrenciler Münster Bottrop Yunus Emre Camii’ni ziyaret etti<br />
Münster <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşeliğine<br />
bağlı olarak faaliyetlerini<br />
sürdüren Bottrop Yunus Emre<br />
Camii, AWO Kindergarten maksi<br />
grup öğrencileri tarafından<br />
ziyaret edildi. Öğretmenlerin<br />
gözetiminde yapılan ziyarette<br />
öğrenciler <strong>Din</strong> Görevlisi Ahmet<br />
Köken’den, cami ve İslam dini<br />
hakkında bilgi aldılar. Cami ve<br />
çevresinin öğrencilere gezdirilmesinin<br />
ve bilgiler verilmesinin<br />
ardından, okunan ezan ve<br />
Kur’an-ı Kerim ilgiyle dinlendi.<br />
Çeşitli hediyelerin verilmesinin<br />
ardından, öğrenciler ziyaretten<br />
duydukları memnuniyeti dile getirerek<br />
camiden ayrıldılar.<br />
DİTİB Memmingen yönetimi veda törenine katıldı<br />
Bavyera eyaletine bağlı DİTİB Memmingen Cemiyeti<br />
Başkanı Sebehattin Kasımfırtına ve cemiyet yöneticileri,<br />
Memmingen Katolik Kilisesi Dekanı Schindele’nin<br />
veda törenine katıldı. Veda töreninde bir konuşma yapan<br />
Memmingen Yönetim Kurulu Başkanı Sebehattin<br />
Kasımfırtına, geçmişte beraber yapılan programlar için<br />
Katolik Kilisesi Dekanı Schindele’ne teşekkür etti ve<br />
yeni görevinde başarılar dileyerek teşekkür plaketi ile<br />
hediyeler takdim etti. Törene, Memmingen Belediye<br />
Başkanı, Alman milletvekilleri ve siyasetçiler de katıldı.
Bottrop Yunus Emre Camii’nde gençlik şöleni<br />
Bottrop Yunus Emre Camii’nde, “Gençlik Şöleni”<br />
düzenlendi. Yunus Emre Camii Gençlik Kolları, aileleri<br />
ve cami derneğinin birlikte düzenlediği şölende<br />
gençler bir araya geldiler. Şölen, <strong>Din</strong> Görevlisi<br />
Ahmet Köken’in Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başladı.<br />
Daha sonra gençler kendi aralarında eğlenerek gönüllerince<br />
bir gün geçirmenin sevincini yaşadılar.<br />
Türk Mutfağından çeşitli ikramların sunulduğu şölene,<br />
Bottrop’ta yaşayan çok sayıda genç iştirak etti.<br />
Gençler, camide böyle bir programda birlikte olmaktan<br />
büyük keyif aldıklarını, bu tür faaliyetlerin<br />
Stuttgart <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşeliği<br />
bölgesinde faaliyetlerini sürdüren<br />
Leutkirch Mimar Sinan<br />
Camii’nde öğrenciler yapılan<br />
dualarla okula gönderildiler. Dua<br />
programına yüze yakın öğrenci<br />
ve velileri katıldı. Programda bir<br />
konuşma yapan <strong>Din</strong> Görevlisi Yıl-<br />
belirli aralıklarla düzenlenmesinin kendileri açısından<br />
faydalı olacağını belirttiler ve şöleni düzenleyenlere<br />
teşekkür ettiler.<br />
Ladenburg Werkrealschule’de dua etkinliği<br />
Ladenburg Werkrealschule’de düzenlenen dua eksenli<br />
programa Edingen <strong>Din</strong> Görevlisi Nurettin Midilli de katılarak<br />
bir konuşma yaptı ve yeni öğretim yılının başarılı<br />
geçmesi için dua etti. Okul Rektörü Hr. Schneider, çok<br />
sayıda öğretmen ve öğrencilerin katıldığı programa,<br />
Ladenburg Evangelische Kilisesi Papazı Markus Wittig<br />
de katıldı. Selamlama konuşmalarının ardından <strong>Din</strong> Görevlisi<br />
Midilli, Almanca yaptığı konuşmada öğretmen ve<br />
öğrencilere başarı temennisinde bulundu. Öğrencilere<br />
iyi bir gelecek için özveriyle çalışmalarını öneren Midilli,<br />
Kur’an-ı Kerim’den dua ayetleri okudu. <strong>Din</strong> Görevlisi Midilli<br />
ve Papaz Wittig birlikte dua yaptılar.<br />
Stuttgart’ta öğrenciler okullarına<br />
Mimar Sinan Camii’nde dualarla gönderildi<br />
Illertissen Anadolu Camii’nde hacı adaylarına mevlit programı<br />
DİTİB Illertissen Anadolu Camii’nde hacca gidecek<br />
18 hacı adayı için mevlit programı düzenlendi.<br />
Programda DİTİB Illertissen Anadolu Camii <strong>Din</strong> Görevlisi<br />
Mehmet Gözen bir konuşma yaparak hacda<br />
yapılacak ibadetlerle ilgili bilgi verdi. Hacı adayları<br />
adına cemiyet başkanı Oktay Tunç bir konuşma<br />
yaparak katılımcılara teşekkür etti. Yaklaşık 1000<br />
kişinin katıldığı program, hacı adaylarına verilen<br />
hediyeler ve yemek ikramıyla sona erdi.<br />
maz Tuncer, dinî ve millî değerlerimize<br />
uygun bir eğitim dönemi<br />
gerçekleşmesi için öğrencilere<br />
ve velilere tavsiyelerde bulundu.<br />
Daha sonra dua yapıldı ve öğrencilere<br />
dernek başkanı ile yönetim<br />
kurulu tarafından hazırlanan ikramlar<br />
sunuldu. Camide yapılan<br />
duaların ardından öğrenciler<br />
okullarına gönderildiler.<br />
Aralık 2011 - 152 61
62<br />
Dernek başkanları ve din görevlileri Ulm’de toplandı<br />
Stuttgart <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Kazım Türkmen,<br />
dernek başkanları ve din görevlileriyle Ulm’de bir<br />
araya gelerek bölgedeki hizmetlerin değerlendirilmesini<br />
yaptı.<br />
Toplantıya <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Kazım Türkmen,<br />
DİTİB Genel Başkan Yardımcısı Orhan Bilen, Stuttgart<br />
Eyalet Birliği Başkanı Erdinç Altuntaş da katıldı.<br />
Toplantıda Ataşe Türkmen, bölgedeki hizmetleri<br />
değerlendirerek tavsiyelerde bulunurken, DİTİB<br />
Genel Başkan Yardımcısı Bilen, hizmetlerdeki hedefl<br />
eri, Eyalet Birliği Başkanı Altuntaş da eyaletteki<br />
gelişmeler hakkında dernek başkanları ve din görevlilerini<br />
bilgilendirdi.<br />
Sindelfi ngen <strong>Din</strong> Görevlisi Abdullah Bora’nın Kur’an-ı<br />
Kerim okuması, Ulm <strong>Din</strong> Görevlisi Ali Gürkan’ın su-<br />
Aralık 2011 - 152<br />
Lyon’da hacılara çiçekli uğurlama<br />
Fransa’dan 2011 yılı hac organizasyonunda hacca<br />
gidecek toplam 1001 vatandaşımız kutsal toprakla-<br />
numu, yeni gelen din görevlilerin tanıtımı, görevi<br />
biten görevlilerin veda konuşmaları ve Ulm Hilal<br />
Camii’nin hazırladığı ikramların sunulmasının ardından<br />
toplantı sona erdi.<br />
Winterthur Türkgücü Derneği Camii’nde hatim coşkusu<br />
1-7 Ekim Camiler ve <strong>Din</strong> Görevlileri Haftası dolayısıyla<br />
İsviçre Türk <strong>Diyanet</strong> Vakfı Winterthur Türkgücü<br />
Derneği Camii’nde, cemaatin okuduğu hatimlerin<br />
duası yapılarak camilere yardım edenlerin<br />
geçmişlerine dualar edildi. Cuma vaazı ve cuma<br />
hutbesinde haftanın önemi anlatıldı.<br />
Hafta içerisinde, camide eğitim gören kız ve erkek<br />
çocuklara cami müştemilatı tanıtılarak İslam dini<br />
hakkında bilgi verildi. Hafta vesilesiyle camiye davet<br />
edilen Winterthur Altstadt Okulu öğretmenleri<br />
Flavia Dimmeler, Maja Wachter ve 23 öğrenci ile<br />
annelerine cami tanıtılarak İslam dini hakkında bilgi<br />
verildi. <strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanlığı’nın hazırladığı Almanca<br />
‘’Mein Prophet Mohammed’’ adlı çocuk kitabı<br />
ile Almanca broşürler hediye edildi ve ikramlarda<br />
bulunuldu.<br />
ra uğurlandı. 35 <strong>Din</strong> görevlisi ile birlikte Fransa’nın<br />
değişik havalimanlarından hareket eden hacılarımız<br />
için Lyon’da yapılan uğurlama törenine, T.C. Lyon<br />
Başkonsolosu Hilmi Ege Türemen de katıldı. <strong>Din</strong><br />
<strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Hüseyin Avni Böge ve Muavin<br />
Konsolos Erdem Tunçer ile birlikte Lyon’dan hacca<br />
giden 170 kişilik ilk kafi lenin uğurlama törenine<br />
katılan Türemen, çiçeklerle uğurlanan vatandaşlarımıza<br />
kutsal topraklarda ülkemizi en iyi şekilde<br />
temsil etmelerini söyledi. Son günlerde artan terör<br />
olaylarına da değinen Başkonsolos Türemen, hacılardan<br />
şehitlerimiz ve milletimizin birlik-beraberliği<br />
için dua etmelerini de istedi.
Karlsruhe’de “Çocuklar Üşümesin”<br />
kampanyasına destek<br />
Van depreminde zarar gören vatandaşlarımız<br />
için DİTİB Eyalet Birliği’nce başlatılan “Çocuklar<br />
Üşümesin” kampanyasına, Karlsruhe <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong><br />
Ataşeliği’ne bağlı Lauchringen DİTİB Sancak<br />
Camii’nden büyük destek geldi. Sancak Camii<br />
Yönetim Kurulu, Türk Okulu Aile Birliği, Anadolu<br />
Gençlik Spor Kulubü’nün öncülüğünde vatandaşlarımızın<br />
yaptığı yardımlar için DİTİB Sancak<br />
Camii Derneği Kur’an Kursunda deprem için eşya<br />
toplama bürosu oluşturuldu. Sancak Camii <strong>Din</strong><br />
Görevlisi Hasan Sarı’nın Cuma namazında yaptığı<br />
yardım duyurusunun ardından, vatandaşlarımız<br />
kampanyaya büyük destekte bulundular. Toplanan<br />
yardımlar, depremde zarar gören Van ve çevresindeki<br />
yerleşim merkezlerine gönderilmek üzere<br />
bölge koordinasyon merkezine teslim edildi.<br />
Berlin’de göçün <strong>50.</strong> Yıl sempozyomu<br />
1-2 Kasım 2011 tarihlerinde Almanya’nın başkenti<br />
Berlin’de; T.C. Başbakanlık Yurt Dışı ve<br />
Akraba Topluluklar Başkanlığı tarafından organize<br />
edilen sempozyuma yurt içinden ve yurt dışından<br />
çok sayıda bürokrat, akademisyen, bilim<br />
insanı, sivil toplum kurumlarının temsilcileri,<br />
vatandaşlar ile Türk ve Alman parlamenterler<br />
ve siyasetçilerin katılımlarıyla gerçekleştirildi.<br />
Sempozyuma katılan Ataşelerimizden İlhami<br />
Ayrancı’dan edinilen bilgilere göre<br />
Sempozyumun 1 Kasım Salı günündeki oturumlarda<br />
sırasıyla aşağıdaki konular ele alındı:<br />
Entegrasyonu Yeniden Entegre Etmek:<br />
Kavramlar, Teoriler, Paradigmalar<br />
Göçmenlikten Yurttaşlığa Geçiş<br />
Göçmenin Yanındaki Aktör: Sivil Toplum Kuruluşları<br />
Çok Kültürlülük Üzerine Yeniden Düşünmek<br />
Ortak Alanı İnşa Etmenin Anahtarı: Siyasal Katılım<br />
2 Kasım Çarşamba günü yapılan oturumlarda<br />
ise aşağıdaki konular ele alındı:<br />
Siyaset ve Göç<br />
Almanya’da İslam Tartışmaları: Alman<br />
İslam Konferansı ve İslamofobi<br />
Haklar ve Eşit Katılım<br />
Sosyal Sorunlar ve Nedenleri<br />
<strong>Din</strong>î Çoğulculuk ve Bir Arada Yaşama<br />
Eğitim Sisteminde Fırsat Eşitliği ve Çok Kültürlülük<br />
Medyada Göç ve Göçmen Algısı<br />
İş Hayatında Yeni Yönelimler<br />
50 yıllık göç tarihinin ilk yıllarında büyük bölümü<br />
erkeklerden oluşan, neredeyse tamamı işçi<br />
olan Türk toplumu, aradan geçen sürede ciddi<br />
bir yapısal değişiklik geçirmiştir. Ev sahibi ülkelerin<br />
sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal hayatına<br />
gidererek etkin olmaya başlamışlardır.<br />
Yarım asır önce misafi r olarak gittikleri ülkelerde<br />
artık kalıcı olmaya başlayan vatandaşlarımız,<br />
yarım asırlık geçmişte sayısız sorunları<br />
çözdükleri gibi bugünkü sıkıntıları aşabileceklerdir.<br />
Sempozyumun gösterdiği önemli noktalardan<br />
birisi de budur. Daha bilinçlenmiş ve<br />
daha teşkilatlanmış bir Türk toplumu var artık<br />
Avrupa’da. Onların, bize ait ve bizden bir parça<br />
oldukları kadar; doğup büyüdükleri, eğitim<br />
gördükleri, çalıştıkları, yaşadıkları o ülkelere ve<br />
toplumlara ait oldukları da unutulmamalıdır.<br />
Aralık 2011 - 152 63
Resimdeki<br />
Bilgin<br />
İslam’ın<br />
Şartlarından<br />
Yalıtkan<br />
Karşıtı<br />
Önceden<br />
Satış<br />
Anne<br />
Dünya<br />
Yabancı<br />
Kamufl e<br />
Etmek<br />
Hazır<br />
Karışık<br />
Renk<br />
Yankı<br />
Bir<br />
Müzik<br />
Aleti<br />
Kanı Çok<br />
Olan<br />
Hizalamak<br />
İşi<br />
Ekmek<br />
64<br />
Cimri<br />
Tenaküh<br />
Bir Göz<br />
Rengi<br />
Balık<br />
Avlama<br />
Aracı<br />
İlave<br />
Antimon<br />
İşareti<br />
Zulüm<br />
Aralık 2011 - 152<br />
(Kısa) Bir<br />
Haber<br />
Ajansı<br />
Bir Sayı<br />
Bilimsel<br />
Müzikte<br />
Nota<br />
Tahıl<br />
Tanesi<br />
Bir Halife<br />
bulmaca<br />
Ali Duran Demircioğlu<br />
Ölüm<br />
Dalgınlığı<br />
Çok<br />
Konuşan<br />
Nam<br />
Geri<br />
Vermek<br />
(Kısaca)<br />
Tunus<br />
Parası<br />
İşareti<br />
Demir<br />
Yolu<br />
Boru<br />
Sesi<br />
Bir<br />
Meyve<br />
“Başah”<br />
Ünsüzleri<br />
Yardım<br />
İhtilaf<br />
Damar<br />
İç<br />
Tabakası<br />
Kamer<br />
İşte,<br />
Burda<br />
Yabancı<br />
Bir Namaz<br />
Vakti<br />
İlaç<br />
Konya’da<br />
Bir<br />
İlçe<br />
Antrenmansız<br />
Yemin<br />
İkincil<br />
Nikel<br />
İşareti<br />
Kakım<br />
Karakter<br />
Paylama<br />
İspanya<br />
Plaka<br />
İşareti<br />
Sa’y Yapılan<br />
Aktinyum<br />
Karışık<br />
Uzaklık<br />
İki Tepe<br />
İşareti<br />
Renk<br />
Civa<br />
İşareti<br />
Kuzu<br />
Yıkıntı<br />
Usulüne uygun Nur Nevşehir’de İşareti Müzikte Sesi Badat <br />
Hac Ziyareti<br />
Dağı<br />
Bir İlçe<br />
Bir Nota<br />
<br />
<br />
Demir<br />
İşareti<br />
Dağ<br />
İlave<br />
Baskı,<br />
Basım<br />
Eteği<br />
Mesafe<br />
<br />
Gabon<br />
Plaka<br />
İşareti <br />
Müzikte<br />
Bir Nota <br />
Türkiye<br />
Plaka<br />
İşareti <br />
Bir<br />
Bağlaç Okazyon <br />
Alt<br />
Karşıtı <br />
“Keza”<br />
Ortası<br />
Vilayet <br />
<br />
Müzikte<br />
Bir Nota Ego<br />
<br />
Saha<br />
Bir Sûre <br />
Razı<br />
Etme<br />
Kamer Su<br />
<br />
<br />
Bir<br />
Renk <br />
Rutenyum<br />
“Sevr” Ünsüzleri <br />
Göz<br />
Literatür Bir Ölçü<br />
<br />
Çağ <br />
Delikli<br />
Kumaş <br />
Etken<br />
Cömertlik <br />
Küçük<br />
Mağara Minkale <br />
Almanya<br />
Plaka İşareti <br />
Kakım<br />
<br />
Erbap<br />
Sara Hastalığı <br />
Su<br />
Cendere <br />
<br />
Yabancı<br />
Başkaldırıcı <br />
“Töre”<br />
Ünsüz<br />
Harfleri <br />
G.Afrika<br />
Cumhuriyeti<br />
Ülke İşareti <br />
<br />
Aynı<br />
Şekilde <br />
Ekonomi<br />
<br />
Sodyum<br />
İşareti<br />
Tesir<br />
Günahtan<br />
Sakınanlar<br />
Bir<br />
Bayan<br />
Adı<br />
151.<br />
Sayıdaki<br />
Bulmacanın<br />
Çözümü<br />
Helal<br />
Karşıtı<br />
Gelir<br />
Getiren<br />
Mülk
Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok<br />
yer de bulur, genişlik de. Kim Allah’a ve Peygamberine hicret<br />
etmek amacıyla evinden çıkar da sonra kendisine ölüm<br />
yetişirse, şüphesiz onun mükafatı Allah’a düşer. Allah çok<br />
bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (Nisa, 100)