02.03.2013 Views

Göçün 50. Yılında Avrupa'da Din Hizmetleri-2 - Diyanet İşleri ...

Göçün 50. Yılında Avrupa'da Din Hizmetleri-2 - Diyanet İşleri ...

Göçün 50. Yılında Avrupa'da Din Hizmetleri-2 - Diyanet İşleri ...

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

<strong>Göçün</strong><br />

<strong>50.</strong> <strong>Yılında</strong><br />

Avrupa’da<br />

<strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong>-2<br />

ARALIK 2011 • SAYI 152


Aralık 2011 - Sayı 152<br />

<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanlığı Adına<br />

Sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni<br />

Dr. Yüksel SALMAN<br />

Sorumlu Yazı <strong>İşleri</strong> Müdürü<br />

Dr. Faruk GÖRGÜLÜ<br />

Mali İşler ve Dağıtım Sorumlusu<br />

Mustafa BAYRAKTAR (Dön. Ser. İşl. Müd.)<br />

Yayın Koordinatörü<br />

Sedat MEMİŞ<br />

Tashih<br />

Sedat MEMİŞ - Said ŞAN<br />

Haber ve Fotoğraf<br />

Ahmet ARSLAN - Burhan ÇİMEN<br />

Arşiv<br />

Ali Duran DEMİRCİOĞLU<br />

Dizgi<br />

Latif KÖSE<br />

Abone <strong>İşleri</strong><br />

Tel: (0312) 295 71 96-97 Fax: (0312) 285 18 54<br />

e-mail: dosim@diyanet.gov.tr<br />

Yurt Dışı Yıllık Abone Şartları<br />

A.B. Ülkeleri 24 Euro, İsveç, Danimarka 200 Kron,<br />

İsviçre 36 Frank. Diğer ülkeler için Euro esas<br />

alınacaktır. Abone kaydı için, ücretin Döner Sermaye<br />

İşletme Müdürlüğünün T.C. Ziraat Bankası Ankara-<br />

Akay Şubesindeki TR 84 000 1000 7600 5994<br />

308-5001 Nolu hesabına yatırılması ve makbuzun<br />

fotokopisi ile aboneliğin hangi sayıdan başlayacağını<br />

bildirir bir dilekçe, mektup, yazı, faks veya e-postanın<br />

“<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanlığı Döner Sermaye İşletme<br />

Müdürlüğü Üniversiteler Mahallesi Dumlupınar<br />

Bulvarı No:147/A 06800Çankaya/ANKARA” adresine<br />

gönderilmesi gerekir.<br />

Yayın Türü: Aylık, Yerel, Süreli Yayın<br />

<strong>Diyanet</strong> Avrupa Aylık Dergi (Türkçe)<br />

Temsilcilikler<br />

Yurt dışı: <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Müşavirlikleri,<br />

<strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşelikleri<br />

Yönetim Merkezi<br />

<strong>Din</strong>i Yayınlar Genel Müdürlüğü<br />

Üniversiteler Mahallesi Dumlupınar Bulvarı<br />

No:147/A 06800 Çankaya/ANKARA<br />

Tel: (0312) 295 73 06 Fax: (0312) 284 72 88<br />

e-mail: diniyayinlar@diyanet.gov.tr<br />

avrupahaber@diyanet.gov.tr<br />

Dergide yayımlanacak yazılarda düzeltme<br />

ve çıkartmalar yapılabilir. Yazıların bilimsel<br />

sorumluluğu, yazarlarına aittir.<br />

Grafı̇ k-Baskı<br />

SONSÖZ Gazetecilik Matbaacılık<br />

Reklamcılık İnş. San. ve Tic. Ltd. Şti.<br />

İvedik O.S.B. Matbaacılar Sitesi 35. Cadde<br />

No: 56-58 Yenimahalle/ANKARA<br />

Tel: (0312) 394 57 71 Fax: (0312) 394 57 74<br />

Basım Yeri: ANKARA<br />

Basım Tarihi: 23.12.2011<br />

ISSN: 1302-3225<br />

<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanlığı olarak, yurtdışındaki vatandaş ve<br />

soydaşlarımıza din hizmeti sunmayı, onların birlik ve beraberlik<br />

içerisinde, yaşadıkları toplumla uyumlu ve öz kimliklerini<br />

koruyarak var olma mücadelelerinde yanlarında olmayı hizmet<br />

felsefemizin temel taşlarından biri olarak kabul ettik. Süreli<br />

yayın hizmetlerimizle başta Avrupa olmak üzere dünyanın çeşitli<br />

ülkelerinde yaşayan kardeşlerimize yönelik, 15 Nisan 1999 yılından<br />

itibaren <strong>Diyanet</strong> Avrupa Dergimizi yayınlamaya başladık. 12 yıl<br />

boyunca yayın faaliyetimizi aşk ve şevkle sürdürdük. Yurtdışındaki<br />

kardeşlerimizin dertlerine ortak olmayı önemsedik, seslerini<br />

duyurmaya ve zor şartlar altında yaptıkları örnek hizmetleri,<br />

cemiyet toplantılarını sosyal ve kültürel aktivitelerini tanıtıp teşvik<br />

etmek için dergimizde bunları haber konusu yaptık. Dergimiz<br />

yurtdışındaki vatandaş ve soydaşlarımızın sesi oldu. Ülkemizle<br />

gönül coğrafyamız arasında köprü oldu.<br />

Soydaşlarımızın ilgi duydukları, sorun olarak gördükleri dinî<br />

hususlarda bilim insanlarına danıştık, onların çözüm odaklı,<br />

değerli yazılarını yayınladık. “Güçlü aile, güçlü toplum”dur<br />

anlayışından yola çıkararak, aile içi iletişim ve aile sorunlarını ele<br />

aldık. Tarihî ve kültürel değerlerimizi konu edinen yazılara ağırlık<br />

verdik. Başkanlığımızın bu ülkelere yönelik sunduğu dinî ve hayrî<br />

hizmetleri tanıttık. Yayına başladığı günden itibaren içerik ve<br />

görsellik açısından sürekli kendimizi yenilemeye çalıştık.<br />

2005 yılında Dergimizin tasarım ve içeriğinde köklü değişiklikler<br />

yaptık ve gündemli olarak çıkarmaya başladık. Bize gelen talepler<br />

ve dünyada meydana gelen değişimler doğrultusunda, gündem<br />

konularını yurtdışı ağırlıklı olarak hazırladık. 2007 yılından itibaren<br />

dergimizi üç ayda bir verdiğimiz ekler ile zenginleştirdik. 2008<br />

yılından itibaren gündem konumuzu ülkeler başlığı altında gönül<br />

coğrafyamızdan seçtik. Avrupa ülkeleri, Amerika Birleşik Devletleri,<br />

Balkan Ülkeleri, Rusya Federasyonu, Türk Cumhuriyetleri, Haiti,<br />

Kıbrıs, Afrika ve Kıbrıs’ta dinî hayat ve Müslümanların durumunu,<br />

problemlerini ve inşa etikleri cami ve kültür merkezlerini, sosyokültürel<br />

dünyalarını bütün dünyaya tanıtmayı amaçladık.<br />

Son zamanlarda vatandaş ve soydaşlarımızdan aile sorunlarına<br />

ilişkin yazılara dergilerimizde daha fazla yer verilmesi ile ilgili<br />

talepler aldık. Bizler de bu talep doğrultusunda, dinî ve kültürel<br />

değerlerimizin yeni kuşaklara aktarılmasında vazgeçilmez bir önemi<br />

haiz olan aile konusunda yazıları artırmak yerine, <strong>Diyanet</strong> Avrupa<br />

Dergimizin yerine <strong>Diyanet</strong> Aile Dergisi adıyla yolumuza devam<br />

etmeyi uygun bulduk.<br />

Günümüzde birçok bireysel ve toplumsal sorunun altında ailenin<br />

ihmal edilmesi yatmaktadır. Özellikle şiddet, madde bağımlılığı,<br />

yaşlıların ihmali, çocukların eğitimsizliği, kültürel yabancılaşma<br />

ve yozlaşmanın altında aile kurumunun zayıfl aması/ zayıfl atılması<br />

yatmaktadır. Kabul etmeliyiz ki, bu sorunlar küresel ölçekte bir<br />

sorun alanı olarak karşımıza çıkmaktadır.<br />

2012 yılından itibaren yurt içi ve yurtdışına hitap edecek<br />

“<strong>Diyanet</strong> Aile” Dergimizin siz değerli okuyucularımızın katkılarıyla<br />

gelişeceğini, güçleneceğini, yeni okurlar kazanacağını ve<br />

yuvalarımızı ferahlatacağını düşünmekteyiz. Yeni yılda yeni<br />

dergimizde buluşmak ümidiyle….<br />

Aralık 2011 - 152 1


2<br />

1 EDİTÖRDEN<br />

Dr. Yüksel Salman<br />

4 BAŞYAZI<br />

Prof. Dr. Mehmet Görmez<br />

Aralık 2011 - 152<br />

içindekiler<br />

5 GÜNDEM<br />

<strong>Göçün</strong> <strong>50.</strong> <strong>Yılında</strong> Almanya’daki Türkler<br />

Dr. M. Fevzi Hamurcu<br />

10<br />

12<br />

16<br />

19<br />

22<br />

26<br />

50 Yılda Yaşadığımız Bazı Değişimler<br />

Dr. Yaşar Seracattin Baytar<br />

Hollanda’da Cami Dernekleri ve Kadınlar<br />

Dr. Zekiye Demir<br />

<strong>Göçün</strong> <strong>50.</strong> <strong>Yılında</strong> Avusturya’da <strong>Din</strong> ve <strong>Diyanet</strong><br />

Dr. Sabri Çap<br />

Camisiz Köy, İmamsız Cami Kalmasın<br />

Mustafa Kılıç<br />

İstanköy (Kos)’de Hoş Bir Sadâ<br />

Yunus Keleş<br />

Bir Gurbetçi ile Söyleşi...<br />

İmam Hüseyin Yaşar<br />

29 DİN-DÜŞÜNCE-YORUM<br />

Emanete Ehil Olmak ve Emaneti Ehline Vermek<br />

Mustafa Güney<br />

33<br />

Geçmişle Gelecek Arasında Yerimiz<br />

Mukadder Arif Yüksel


5<br />

<strong>Göçün</strong> <strong>Göçün</strong><br />

<strong>50.</strong> <strong>50.</strong> <strong>Yılında</strong> <strong>Yılında</strong><br />

Avrupa’da Avrupa’da<br />

<strong>Din</strong> <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong>-2<br />

<strong>Hizmetleri</strong>-2<br />

29<br />

DİN VE SOSYAL HAYAT<br />

Yurt Dışında Cami ve İmamın Önemi<br />

Dr. Mustafa Canlı<br />

Aralık 2011 - 152<br />

36<br />

Peygamber Efendimiz’den Ebû Zer el-Gıfâri’ye Dört Tavsiye<br />

Dr. M. Selim Arık 39<br />

ARALIK 2011 • SAYI 152<br />

36 42 45<br />

TARİH - KÜLTÜR - SANAT<br />

Kur’an Âşığı, Kur’an Şairi Mehmet Akif<br />

Mehmet Nezir<br />

ŞEHİR ve İNSAN<br />

Sevginin, Barışın Evrensel Sesi<br />

Mevlâna Celaleddin-i Rumî<br />

Mustafa Özçelik<br />

PORTRE<br />

Müminlerin Annesi<br />

Hz. Meymûne (R.ah.)<br />

Doç. Dr. Adem Apak<br />

BİR AYET BİR YORUM<br />

Akıllı ve Hikmetli İnsan<br />

Doç. Dr. İsmail Karagöz<br />

42<br />

45<br />

48<br />

51<br />

HABERLER 55<br />

BULMACA<br />

Ali Duran Demircioğlu 64<br />

3


4<br />

başyazı<br />

Prof. Dr. Mehmet Görmez<br />

<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanı<br />

Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla<br />

Muharrem ayı, Rasul-i<br />

Ekrem (s.a.s.)’in “Allah’ın<br />

ayı” olarak nitelendirdiği bir<br />

aydır. Rahmet Peygamberi’nin<br />

Mekke’den Medine’ye hicreti<br />

esas alınarak Hz. Ömer (r.a.)<br />

zamanında tarih başı olarak<br />

kabul edilmiştir. Hicret,<br />

içerdiği anlamlar açısından<br />

Müslümanlar için bir milattır.<br />

Her yıl Muharrem’in 10’uncu<br />

günü geldiğinde kalbinde<br />

iman taşıyan her kardeşimizi<br />

bir acı, bir hüzün ve bir<br />

keder kaplar. Zira Hicrî 61.<br />

yılın 10 Muharremi, Sevgili<br />

Peygamberimizin “Benim<br />

dünyadaki çiçeğim, reyhanım”<br />

dediği, “cennet gençlerinin<br />

efendisi” olarak tavsif ettiği,<br />

Hz. Aliyyü’l-Murtaza’nın,<br />

Hz. Fatımatu’z-Zehra’nın<br />

ciğerparesi, Hz. Hüseyin<br />

Efendimizin ve pek çoğu<br />

Ehl-i Beyt’ten olan 70 kişinin<br />

Kerbela çölünde şehadete<br />

ulaştıkları tarihtir.<br />

Yürekleri dilhûn eden bu acı,<br />

dünyanın dört bir yanında,<br />

mezhebi, meşrebi, kültürü,<br />

coğrafyası ne olursa olsun,<br />

Rasul-i Ekrem’e, ashâbına ve<br />

Ehl-i Beyt-i Mustafa’ya zerre<br />

kadar muhabbet besleyen<br />

her müminin ortak acısı ve<br />

ortak elemidir. Neredeyse<br />

Aralık 2011 - 152<br />

her evde bir Hasan, bir Hüseyin, bir Fatıma, bir Cafer, bir<br />

Zeynelabidin bulunduran bu topraklarda, bu acıyı yüreklerinin<br />

tâ derinliklerinde hissetmeyen hiç bir mümin yoktur.<br />

Kerbela’da acımasızca şehit edilen Hz. Hüseyin ve arkadaşları,<br />

bu hadisedeki asil duruşu ve haksızlıklar karşısındaki onurlu<br />

mücadelesi ile bütün müminlerin gönüllerinde taht kurmuş,<br />

ona ve yakınlarına bu zulmü reva görenler ise Müslümanların<br />

ortak vicdanında mahkûm edilmiştir.<br />

Kerbela’nın acısını hissetmek ve hüznünü yaşamak elbette<br />

önemlidir. Kerbela şehitleri için gözyaşı dökmek elbette<br />

takdire şayandır. Ancak Kerbela’nın acısını ve kederini<br />

yüreklerinde hisseden Müslümanlar olarak bugün bize<br />

düşen görev, Kerbela’yı doğru okumak ve doğru anlamaktır.<br />

Kerbela’nın kerbu belasını bugüne taşımak, Kerbela’yı<br />

anlamak değildir. Onu tarihte yaşanmış bir kıssaya, tarihsel<br />

bir hadiseye, bir mitolojiye dönüştürmeye de hakkımız yoktur.<br />

Bilakis ondan dersler ve ibretler çıkarmaya ihtiyacımız vardır:<br />

Biz Müslümanlar için bu hadisenin en acı yönü, Sevgili<br />

Peygamberimizin ahlakî öğretisine tanık olanların henüz<br />

hayatta yaşıyor olduğu bir dönemde cereyan etmesidir.<br />

Hz. İmam Hüseyin’in ve arkadaşlarının, uğruna canlarını<br />

verdikleri yolu bilmeden, kendilerini feda ettikleri yüce<br />

değerleri anlamadan, idrak edip yaşamadan Kerbela’yı<br />

anlamak mümkün değildir. Kerbela’da can verenlerin yolu,<br />

canlarını uğruna feda ettikleri Hz. Muhammed Mustafa’nın,<br />

Hz. Aliyyü’l-Murtaza’nın, Hz. Fatımatü’z-Zehra’nın yolundan<br />

başkası değildir.<br />

Kerbela’yı anlamak, Kerbela’yı yaşamak, hakka, hakikate,<br />

hürriyete, adalete, ahlaka, erdeme, fazilete, izzete, onura,<br />

şerefe sevdalı olmak demektir. Kerbela’yı doğru anlamak için<br />

bize düşen vazifelerden biri de Kerbela’dan bir ayrılık-gayrılık<br />

değil bir birlik-beraberlik dersi çıkarmaktır. Bir sevgi, bir<br />

muhabbet devşirmektir.<br />

Tıpkı Muharrem’de pişirilmesi geleneksel hale gelen aşura<br />

aşı gibi. Milletimiz, asırlardır sürdürdüğü bu gelenekle bugün<br />

de; “farklılıkların ahenk içindeki ortak tada katkı sağlamaları”,<br />

“birlik” ve “sevgi” gibi kültürümüzün özünde hep var olan<br />

güzellikleri devam ettirme bilinci ile birbirinden farklı tatları<br />

aynı kazanda kaynatıp, aşura aşı yapmaya ve muhabbeti<br />

paylaşmaya devam etmektedir.<br />

Bu duygu ve düşüncelerle, hicri yılbaşınızı tebrik ediyor, başta<br />

şehitlerin efendisi İmam Hz. Hüseyin ve Kerbela şehitleri<br />

olmak üzere bütün şehitlerimizi rahmetle anıyor, onların<br />

İmam Zeynelabidin ile süren aziz hatırasını yad ediyor;<br />

asırlardan beri Hz. Peygamber ve Ehl-i Beyt sevgisi etrafında<br />

kenetlenen milletimizin barış, huzur, güven, karşılıklı sevgi ve<br />

saygı içerisinde yaşamaya devam etmesini Cenab-ı Mevla’dan<br />

niyaz ediyorum.


gündem<br />

<strong>Göçün</strong><br />

<strong>50.</strong> <strong>Yılında</strong><br />

Almanya’daki<br />

Türkler<br />

Dr. M. Fevzi Hamurcu<br />

Yurt Dışı Türkler Daire Başkanı<br />

Yarım asır önce Türkiye’den Avrupa’ya doğru başlayan<br />

göçün başlıca sebebi ekonomikti. İlk yıllarda ev sahibi<br />

ülkeler, gerekli işgücü açığını kapattıklarında misafi r işçileri<br />

ülkelerine geri yollamayı düşünüyorlardı. Gidenlerin<br />

de niyeti birkaç sene sonra memlekete dönmekti. Ancak<br />

memleketteki hesap Avrupa’daki hesaba uymamıştı.<br />

1-2 Kasım 2011 tarihlerinde<br />

Almanya’nın başkenti Berlin’de<br />

bir sempozyum gerçekleştirildi.<br />

Yeni kurulan T.C. Başbakanlık<br />

Yurt dışı ve Akraba Topluluklar<br />

Başkanlığı tarafından organize<br />

edilen sempozyuma yurt içinden<br />

ve yurt dışından çok sayıda<br />

bürokrat, akademisyen, bilim<br />

insanı, sivil toplum kurumlarının<br />

temsilcileri ve vatandaşlar ile<br />

Türk ve Alman parlamenterler<br />

ve siyasetçiler katıldı. Yazımızda<br />

çok geniş katılımlı bu sempoz-<br />

yumun kısa bir özetini sunmaya<br />

çalışacağım.<br />

Sempozyum 1 Kasım 2011 Salı<br />

günü saat 10.00’da yarım asırlık<br />

göç hikâyesinin başladığı günlerin<br />

hatırlandığı kısa bir fi lm<br />

gösterisi ile başladı ve ardından<br />

açılış konuşmalarına geçildi.<br />

Berlin Büyükelçisi Ahmet Acet ve<br />

Yurt Dışı ve Akraba Topluluklar<br />

Başkanı Kemal Yurtnaç’ın açılış<br />

konuşmalarının ardından Almanya<br />

Federal Cumhuriyeti Göç,<br />

Mülteciler ve Uyumdan Sorumlu<br />

Aralık 2011 - 152 5


6<br />

Devlet Bakanı Prof. Dr. Maria<br />

Böhmer konuklara hitap etti.<br />

Başbakan Yardımcımız Bekir<br />

Bozdağ’ın konuşmalarının ardından<br />

“Fotoğrafl arla Türk Göçü”<br />

Sergisi gezildi.<br />

Sempozyumun birinci günündeki<br />

oturumlarda sırasıyla aşağıdaki<br />

konular ayrıntılı bir şekilde ele<br />

alındı ve tartışıldı:<br />

Entegrasyonu Yeniden Entegre<br />

Etmek: Kavramlar, Teoriler, Paradigmalar<br />

Göçmenlikten Yurttaşlığa Geçiş<br />

Göçmenin Yanındaki Aktör: Sivil<br />

Toplum Kuruluşları<br />

Çok Kültürlülük Üzerine Yeniden<br />

Düşünmek<br />

Ortak Alanı İnşa Etmenin Anahtarı:<br />

Siyasal Katılım<br />

Bu oturumların ardından Başbakanımız<br />

Recep Tayyip Erdoğan,<br />

sempozyum için gelen katılımcılara<br />

ve bini aşkın Türk ve Alman<br />

davetlilere bir yemek verdi. 2<br />

Kasım Çarşamba günü yapılan<br />

oturumlarda ise aşağıdaki konular<br />

ele alınıp tartışıldı:<br />

Siyaset ve Göç<br />

Aralık 2011 - 152<br />

Almanya’da İslam Tartışmaları:<br />

Alman İslam Konferansı ve İslamofobi<br />

Haklar ve Eşit Katılım<br />

Sosyal Sorunlar ve Nedenleri<br />

<strong>Din</strong>î Çoğulculuk ve Bir Arada<br />

Yaşama<br />

Eğitim Sisteminde Fırsat Eşitliği<br />

ve Çok Kültürlülük<br />

Medyada Göç ve Göçmen Algısı<br />

İş Hayatında Yeni Yönelimler<br />

Alman Bakan Maria Böhmer,<br />

sempozyumun kapanış akşamın-<br />

da katılımcılara bir resepsiyon<br />

verdi.<br />

İki gün süren etkinlikte ele alınan<br />

ve tartışılan konular ve dile<br />

getirilen görüşler çerçevesinde<br />

göçün başladığı ilk günlerden<br />

günümüze kadar geçirdiği süreçten<br />

söz etmek istiyorum.<br />

<strong>Göçün</strong> Başlangıcı<br />

Batı Avrupa ülkeleri II. Dünya<br />

Savaşı’ndan sonra sanayide<br />

büyük bir ilerleme kaydetmiş<br />

ve bunun neticesinde oluşan<br />

işgücü açığını kapatmak için<br />

misafi r işçilere ihtiyaç duymuşlardı.<br />

Bu çerçevede 1961 yılında<br />

Türkiye ile Almanya arasında bir<br />

işgücü anlaşması imzalandı. Bu<br />

anlaşmayla her iki ülke arasında<br />

ve ikili ilişkilerde yeni bir sayfa<br />

açılmış oldu.<br />

2011 yılında bu anlaşmanın üzerinden<br />

tam 50 yıl geçmiş oldu.<br />

Türkiye, Almanya’nın ardından<br />

1964 yılında Avusturya, Belçika<br />

ve Hollanda ile ve 1965 yılında<br />

Fransa de işgücü anlaşmaları<br />

imzalamıştı.<br />

Yarım asır önce Türkiye’den<br />

Avrupa’ya doğru başlayan<br />

göçün başlıca sebebi ekonomikti.<br />

İlk yıllarda ev sahibi<br />

ülkeler, gerekli işgücü açığını


kapattıklarında misafi r işçileri<br />

ülkelerine geri yollamayı düşünüyorlardı.<br />

Gidenlerin de niyeti<br />

birkaç sene sonra memlekete<br />

dönmekti. Ancak memleketteki<br />

hesap Avrupa’daki hesaba<br />

uymamıştı.1970’li yılların başında<br />

Türk göçmenler Batı Avrupa<br />

ülkelerinde misafi r olmaktan<br />

çıkıp kalıcı olmaya başladılar.<br />

1974 yılındaki petrol krizinin yol<br />

açtığı ekonomik durgunluk döneminde<br />

Avrupa ülkeleri, işgücü<br />

göçünü durdurup mevcutları da<br />

kendi ülkelerine geri göndermeyi<br />

veya ev sahibi topluma<br />

entegre etmek için aileleriyle<br />

birleştirmeyi kararlaştırdılar ki<br />

bu durum, Türkiye’den giden<br />

vatandaşlarımızın Avrupa’da<br />

kalıcı olmalarının önemli sebeplerinden<br />

birisi oldu.<br />

Misafi rlikten Kalıcı<br />

Olmaya Geçiş<br />

50 yıllık göç tarihinin ilk yıllarında<br />

büyük bölümü erkeklerden<br />

oluşan, neredeyse tamamı işçi<br />

olan Türk toplumu, aradan<br />

geçen sürede ciddi bir yapısal<br />

değişiklik geçirmiştir. Aile birleşimleri<br />

sayesinde kadın ve<br />

çocukların sayısı artmış, farklı<br />

alanlarda meslek sahibi olmuşlar,<br />

ev sahibi ülkelerin sosyal,<br />

kültürel, ekonomik ve siyasal<br />

hayatına girerek daha görünür<br />

olmaya başlamışlardır.<br />

Bugün Almanya’da yaşayan<br />

yaklaşık 3 milyon Türk nüfusu,<br />

bazı Avrupa Birliği ülkelerin nüfusundan<br />

çok daha fazladır ve<br />

bu nüfusun yaklaşık 1 milyonu<br />

Alman vatandaşıdır. Hollanda’da<br />

yaşayan 400 bin Türk’ün 300<br />

bine yakını Hollanda vatandaşı,<br />

Fransa’daki 400 bin ve Avusturya’daki<br />

250 bin Türk’ün yarısı o<br />

ülkelerin vatandaşıdır.<br />

Avrupa’da bugün 140 bin civarında<br />

olan Türk işletmeleri<br />

yaklaşık 650 bin kişiye istihdam<br />

sağlamakta ve bu işletmelerin<br />

yıllık toplam cirosu 50 milyar<br />

Avro’yu aşmaktadır. Son ista-<br />

Köln Camii<br />

tistiklere göre, Batı Avrupa’daki<br />

Türklerin tüketim harcamaları<br />

22,7 milyar Avro’dur.<br />

Yerleşik Hayata<br />

Geçmenin Sancıları<br />

Göç edilen yere uyum sağlama,<br />

göçmenlerin karşılaştığı sorunların<br />

başında gelmektedir. Farklı<br />

sosyo-kültürel hayata alışmak<br />

ve uyum sağlamak gerçekten de<br />

zordur. Avrupa’ya göç eden vatandaşlarımız<br />

sebebiyle ev sahibi<br />

ülkelerin sosyal ve demografi k<br />

yapısındaki heterojenlik artmış,<br />

çok kültürlü bir toplumsal yapı<br />

oluşmaya başlamış ancak onlar<br />

da bu değişimin getirdiği sorunlardan<br />

ve sıkıntılardan fazlaca<br />

nasiplerini almışlardır.<br />

Kültürel dokunun ve sosyal hayatın<br />

unsurlarının bir bütünlük<br />

içinde birbirine bağlanması uzun<br />

bir süreçtir ve hem ev sahibi<br />

toplumun hem de misafi r kültürün<br />

bilinçli çabalarına ihtiyaç<br />

duyar. Bunlardan birinin eksikliği<br />

veya isteksizliği, süreci gecik-<br />

Aralık 2011 - 152 7


8<br />

tireceği gibi imkânsız hâle de<br />

getirebilir. Aslında sosyo-kültürel<br />

alanda bütünleşmenin sağlanması<br />

ve uyumun gerçekleştirilmesi,<br />

hem o ülkeye zenginlik<br />

getirir hem de uluslararası barışa<br />

ve hoşgörüye hatırı sayılır bir<br />

katkı sağlayabilir.<br />

Uyum ya da diğer bir ifadeyle<br />

entegrasyon, aslında sadece<br />

göçmenleri ilgilendiren bir husus<br />

olmayıp aksine ev sahibi<br />

toplumu da en az göçmenler<br />

kadar ilgilendiren bir gerçekliktir.<br />

Ev sahibi toplumun/kültürün,<br />

tüm kurum ve kuruluşlarıyla<br />

göçmenleri bu sürece katması,<br />

sabır ve hoşgörü göstermesi,<br />

dışlamayan ve ötekileştirmeyen<br />

bir dil kullanması ve empati<br />

kurması beklenir. Yani kısacası<br />

onlara dayatarak değil, onlarla<br />

birlikte bu süreci yürütmesi ve<br />

yönetmesi beklenir. Almanya<br />

başta olmak üzere Batı Avrupa<br />

ülkelerinde Avrupalı Türklerin<br />

çok çeşitli sorunlar yaşamasında<br />

Aralık 2011 - 152<br />

bu hususların göz ardı edilmesinin<br />

payı büyük olmuştur.<br />

Gelinen bu noktada uyum/entegrasyon(!)<br />

çabaları çoğu zaman<br />

uyumsuzlukları ve sıkıntıları<br />

getirmişse, ev sahibi kültürün<br />

kendisini yeniden değerlendirmesi<br />

yararlı olacaktır. Objektif bir<br />

özeleştiri yaptıklarında belki de,<br />

yıllardır entegrasyon yapmaya<br />

çalışırken göçmen toplumu asimile<br />

ederek kimliksizleştirmeye<br />

ve kişiliksizleştirmeye çalıştıklarını<br />

bir nebze anlayabilecektir. Ve<br />

bunu başardıklarında Avrupalı<br />

Türkleri yutulması ve sindirilmesi<br />

gereken sorunlu bir kitle olarak<br />

görmek yerine, onların potansiyellerine<br />

ve ürettiği değerlere<br />

saygı ve takdirle bakabilecek ve<br />

onları kendi toplumuna zenginlik<br />

katan unsurlar olarak görebilecektir.<br />

Bu sürecin başarıyla<br />

gerçekleşebilmesi için ev sahibi<br />

ülkelere görev düştüğü gibi<br />

misafi rlere de karşılıklı görevler<br />

düştüğü göz ardı edilmemelidir.<br />

Duisburg Pollman Camii<br />

Avrupalı Türkler Nasıl Bir<br />

Avrupa’da<br />

Avrupalı Türklerin, uyum ya da<br />

uyumsuzluk sorunlarından başka<br />

sıkıntıları da bulunmaktadır.<br />

Yabancı düşmanlığının, dışlanmanın<br />

ve ötekileştirilmenin de<br />

etkisiyle işsizlik öncelikli bir sorundur.<br />

2005 yılında Almanya’da<br />

yapılan bir araştırmada en<br />

büyük sorun olarak Türklerin<br />

%32’si işsizliği göstermiştir.<br />

%13.8 oranıyla dil sorunu ikinci<br />

sırayı almaktadır. Bu sorun<br />

yetişkinlerin iş bulmalarından<br />

çocukların eğitimine, vatandaşlarımızın<br />

içinde yaşadıkları<br />

topluma uyumundan Türkiye ile<br />

ilişkilerine pek çok alanda karşımıza<br />

çıkan önemli bir sorundur.<br />

Bu sorun yaşanılan ülkenin<br />

dilini öğrenmekte olduğu kadar,<br />

üçüncü ve dördüncü neslin<br />

Türkçeyi öğrenme ve yetkin<br />

kullanma konusunda problem<br />

olmaya devam etmektedir.<br />

Gittikçe küçülen küresel köyde


Türk çocuklarının ve gençlerinin<br />

başarılı olabilmeleri, her iki dilde<br />

de yetkin olmalarına bağlıdır. Bu<br />

yetkinlik, aynı zamanda eğitimde<br />

fırsat eşitliğine ulaşabilmenin<br />

şartlarından biridir.<br />

Anılan araştırmaya göre, önemli<br />

sorunların sıralamasında %10 ile<br />

Almanların ön yargıları üçüncü<br />

sırada, %8 ile yabancı düşmanlığı<br />

dördüncü sırada gelmektedir.<br />

11 Eylül saldırıları, tüm dünyada<br />

olduğu gibi Avrupa’da da<br />

Müslümanlara bakışı daha da<br />

kötüleştirmiş, İslamofobi giderek<br />

derinleşmiştir. Büyük oranda<br />

Müslüman ülkelerden göç alan<br />

Almanya, Fransa, Hollanda ve<br />

Avusturya, İslam’a karşı önyargıların<br />

giderek arttığı ülkeler<br />

olarak temayüz etmektedir.<br />

Medyanın ve bazı politikacıların<br />

sorumsuzca söylem ve eylemleri<br />

ve yanlış uyum politikaları<br />

bu olumsuzlukları daha da artırmaktadır.<br />

Bu duruma bir de<br />

Türkler hakkındaki yanlış ve ek-<br />

Duisburg Marxloh Camii<br />

sik bilgiler eklendiğinde Avrupalı<br />

Türklerin hayatı oldukça zorlaşmaktadır.<br />

Avrupa’da giderek<br />

ötekileştirilen Müslümanlar ve<br />

Türklerin maruz kaldıkları ayrımcılığın<br />

örnekleri Avrupa Irkçılık<br />

ve Yabancı Düşmanlığını İzleme<br />

Merkezi (EUMC) raporunda bariz<br />

şekilde görülebilir. Diğer sorunların<br />

oranı ise sırasıyla; aile<br />

parçalanması %6.8, çifte vatandaşlık<br />

%5.2, sosyal güvenlik<br />

sorunları %4.6, örgütlenme ve<br />

dayanışma eksikliği %3.4’tür.<br />

Yarım asır önce misafi r olarak<br />

gittikleri ülkelerde artık<br />

ev sahibi konumuna geçen ve<br />

kalıcı olmaya başlayan Avrupalı<br />

Türkler, yarım asırlık geçmişte<br />

sayısız sorunları çözdükleri gibi<br />

bugünkü sıkıntıları aşabileceklerdir.<br />

Sempozyumun gösterdiği<br />

önemli noktalardan birisi de<br />

budur. Daha bilinçlenmiş, daha<br />

organize olmuş ve daha teşkilatlanmış<br />

bir Türk toplumu var artık<br />

Avrupa’da. Sorunları elbette<br />

var ve hayat devam ettikçe hep<br />

olacaktır da. Birinci nesil göçmen<br />

deniyordu ancak sonraki<br />

nesiller için daha çok göçmen<br />

kökenli Avrupalı Türkler deniyor.<br />

Onların, bize ait ve bizden bir<br />

parça oldukları kadar; doğup<br />

büyüdükleri, eğitim gördükleri,<br />

çalıştıkları, seçme ve seçilme<br />

haklarını kullandıkları o ülkelere<br />

ve toplumlara ait oldukları da<br />

unutulmamalıdır. İki gün süren<br />

sempozyumda geleceğe dair<br />

umutların biraz daha güçlendiği<br />

görülmüştür.<br />

Berlin Şehitlik Camii<br />

Aralık 2011 - 152 9


10<br />

Aralık 2011 - 152<br />

gündem<br />

50 Yılda<br />

Yaşadığımız Bazı<br />

Değişimler<br />

Dr. Yaşar Seracattin Baytar<br />

Frankfurt <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi<br />

50 yılda Almanlar, Almanya’yı ikinci vatan edinen Türklerin<br />

kültürünü ve Müslüman Türkü daha yakından tanıma imkânını<br />

buldular. Müslüman Türk milletinin kimliğine damgasını vuran<br />

ahlak, vefa, sadakat, dostluk, dürüstlük, çalışkanlık ve temizlik<br />

gibi değerlerin tanınması, İslam ve Müslüman algısındaki<br />

olumsuz ön yargıların kırılmasına önemli katkılar sağladı.<br />

Türk halkının, 3 Kasım 1961’de<br />

işgücü göçüyle başlayan Almanya<br />

serüveni -dile kolay- <strong>50.</strong><br />

yılına ulaşmış bulunmaktadır. 50<br />

yıl; “yarım asır” uzun bir süredir.<br />

Uzun olduğu için de, birçok şeyi<br />

değiştirmiştir. Değişimin kendini<br />

gösterdiği alanların başında<br />

insanların fi zikleri, bedenleri,<br />

bizzat kendi varlıkları gelmektedir.<br />

Şöyle ki; 60’lı, 70’li yıllarda<br />

25-30 yaşlarında, ömürlerinin<br />

baharında, Almanya’ya göç etmiş<br />

1. kuşak neslin bir çoğu, şu<br />

anda ya vefat etmiş, ya da 70-<br />

80 yaşlarına merdiven dayamış<br />

durumdadırlar.<br />

50 yıl, düşünce dünyasında<br />

da bazı değişikliklerin olmasını<br />

sağlayacak kadar uzun bir süre<br />

olmuştur. Nitekim düğün parasını<br />

biriktirip dönmeyi düşünen<br />

Ahmet Amca’nın, bir traktör ve<br />

bir tarla parası denkleştirip köyüne<br />

dönmeyi düşünen Mehmet<br />

Amca’nın, bir ev alabilmek ya<br />

da bir iş kurabilmek için birikim<br />

yapmak üzere gurbet yollarına<br />

düşmüş Hasan Dayı’nın torunları,


u gün artık Almanya’yı gurbet<br />

olarak görmemekte, dahası burada<br />

eğitim, iş, siyaset ve sanat<br />

dünyasında söz sahibi olabilmenin<br />

planlarını yapmaktadırlar.<br />

50 yılda Almanya’da dinîkurumsal<br />

anlamda da bazı güzel<br />

değişikliklerin meydana geldiğini<br />

gözlemlemek mümkündür. Başlangıçta<br />

cuma-bayram namazlarını<br />

eda etmek üzere kiralanan<br />

kilise salonlarının, fabrika avlularının<br />

yerlerini, bugün mülkiyeti<br />

alınmış, içlerinde eğitimli din<br />

görevlilerinin bulunduğu camiler<br />

almıştır. Bunlardan sadece<br />

DİTİB’e bağlı olanların sayısı,<br />

yaklaşık olarak 900’ü bulmakta<br />

Ingolstadt Kocatepe Camii<br />

Başlangıçta cuma-bayram namazlarını eda etmek üzere<br />

kiralanan kilise salonlarının, fabrika avlularının yerlerini,<br />

bugün mülkiyeti alınmış, içlerinde eğitimli din görevlilerinin<br />

bulunduğu camiler almıştır.<br />

ve toplamda sayıları 2000’e<br />

ulaşmaktadır.<br />

Bu 50 yıl, sadece göçmen Türklere<br />

has değişikliklerin yaşandığı bir<br />

yarım asır olmakla kalmamış, aynı<br />

zamanda ev sahibi kimliğini taşıyan<br />

Almanlarda da bir takım mantalite<br />

değişikliğine yol açmıştır. Bu<br />

yarım asırlık süre, İslam’ın, resmî<br />

ve en üst düzey devlet temsilcilerince<br />

Almanya coğrafyasının bir<br />

gerçeği olarak kabul edilmesinin<br />

de bir süreci olmuştur.<br />

Geçen 50 yılda Almanlar,<br />

Almanya’yı ikinci vatan edinen<br />

Türklerin kültürünü daha yakından<br />

tanıma imkânını buldular.<br />

Milletimizin kimliğine damgasını<br />

vuran ahlak, vefa, sadakat,<br />

dostluk, dürüstlük, çalışkanlık ve<br />

temizlik gibi değerlerin tanınması,<br />

İslam ve Müslüman algısındaki<br />

olumsuz ön yargıların kırılmasına<br />

önemli katkılar sağladı.<br />

Kısaca 50 yıl çok şeyi değiştirdi.<br />

Bu kaçınılmaz değişim sürecinde<br />

başta millî ve manevî değerlerimize<br />

bağlılığımız, aile yapımız,<br />

dilimiz, birlik ve beraberlik anlayışımız,<br />

değişmemesi gerekenler<br />

olarak bilinmelidir.<br />

DİTİB Göttingen Camii<br />

Aralık 2011 - 152 11


12<br />

Aralık 2011 - 152<br />

gündem<br />

Hollanda’da Cami<br />

Dernekleri ve<br />

Kadınlar<br />

Dr. Zekiye Demir<br />

Hollanda’ya, Avrupa Birliği Eğitim Programı kapsamında, bir<br />

haftalık Yetişkin ve Meslek Eğitimi konulu çalışma ziyaretine<br />

katılmak üzere gittim. Hollanda; özgürlüklerin sınırlarının<br />

olabildiğince sınırsız olduğu bir ülke.<br />

Türkiye’den birçok Batı Avrupa ülkesine<br />

olduğu gibi, Hollanda’ya da<br />

çalışmak amacı ile göç 1960’lı yıllarda<br />

başladı. Başlangıçta, misafi rlik<br />

gibi gidip bir süre kaldıktan sonra<br />

dönüleceği düşünülmüştü. Ancak<br />

yıllar geçtikçe misafi r olarak gidilen<br />

ülkelerde yerleşilip kalındı. Bugün<br />

Almanya’dan sonra Avrupa’da<br />

Türk nüfusun en yoğun olduğu yer<br />

Hollanda’dır.<br />

Hollanda’ya, Avrupa Birliği Eğitim<br />

Programı kapsamında, bir haftalık<br />

Yetişkin ve Meslek Eğitimi konulu<br />

çalışma ziyaretine katılmak üzere<br />

gittim. Hollanda; özgürlüklerin<br />

sınırlarının olabildiğince sınırsız<br />

olduğu bir ülke.<br />

Çalışma ziyareti gün boyu yoğun<br />

geçti. Bazı geceler de tartışmak için<br />

toplanıldı. Toplantıdan arta kalan<br />

zamanları ve hafta sonunu Hollanda<br />

<strong>Diyanet</strong> Vakfı’nı, yetkililerini,<br />

görevlilerini, vakfa ait cami dernekleriyle<br />

irtibatlı kadınları ve genç<br />

kızları ziyaret ederek geçirdim.<br />

Türkiye’dekinin aksine, bazı Avrupa<br />

ülkelerinde olduğu gibi Hollanda’da<br />

cami dernekleri sadece namaz kılınan<br />

ibadethanedeğil; aynı zamanda<br />

birçok özel-resmî programların<br />

düzenlendiği toplantı salonunu,<br />

marketi, kahvehanesi, bilardo gibi<br />

oyun salonları, Kur’an, din dersleri,<br />

biçki dikiş, bilgisayar vs. gibi kursların<br />

verildiği derslikleri, çocuklara<br />

okul derslerinde yardımcı olunan<br />

etüt salonları, hatta kuaförü, berberi<br />

ve güzellik salonunuyla bir<br />

kültür merkezidir.


“Şimdiki nesil şanslı” diyor, birinci<br />

kuşak Hollanda’da yaşayan Türkler.<br />

Birinci kuşak, bırakın cuma namazı<br />

kılacak mekâna sahip olmayı, senede<br />

iki defa olan bayram namazı<br />

kılacak yere dahi sahip değillermiş.<br />

Önceleri, gece kulüplerini, kiliseleri<br />

kiralayıp, akşamdan temizleyip<br />

sabah bayram namazı kılarlarmış.<br />

Sonraları bakmışlar Türkiye’ye dönüş<br />

kısa vadede görünmüyor, tekstil<br />

fabrikası, kilise, sinagog, okul,<br />

yeter ki dört duvarı olsun, geri<br />

kalanı onlar halletmişler. Sonuçta<br />

bugünkü camiler ortaya çıkmıştır;<br />

Zaandam Sultan Ahmet, Kocatepe,<br />

Gültepe, Anadolu, Muradiye,<br />

Mevlana, Laleli, Fatih, Yunus Emre,<br />

Ulu cami… Şu an <strong>Diyanet</strong>’le işbirliği<br />

içerisinde hizmet yürüten 141 cami<br />

derneği var Hollanda’da.<br />

Bir hafta içinde yirmiye yakın cami<br />

derneği ile ilgili kadınlar kolu başkanı<br />

veya sorumlusuyla görüştüm.<br />

Bir kısmı cami derneğine bağlı<br />

kadınlar kolu kurmuşlar, bir kısmı<br />

bağımsız kadın dernekleri. Bir kısmı<br />

da ayrı bir kadın kolu faaliyeti<br />

yerine cami derneği yönetiminde<br />

yer alarak faaliyetlerde bulunmayı<br />

tercih etmişler. Cami dernekleri<br />

ile ilişkili kadınlar örgütlenmeleri<br />

arasında faaliyet, sorunlara bakış<br />

ve yapı farklılıkları bulunabilmekte,<br />

ama hepsinin amacı ortak; Hollanda’daki<br />

Türk kadınları için bir şeyler<br />

yapabilmek, genç neslin millî ve<br />

manevî değerlerden uzaklaşıp, eriyip<br />

gitmesini önlemek. Bu kaygılar,<br />

beyaz yaşmaklı teyzeleri, ablaları<br />

aktif olarak kadın derneklerinde<br />

rol almaya itmiş. Türkiye’de kadın<br />

derneklerinde pek görmeye alışık<br />

olmadığımız kadınlar... Yine bu<br />

kaygılar genç kızları da kadın derneklerine<br />

çekebilmek için yöntem<br />

aramaya itmiş. Bunun sonucu bazı<br />

derneklerin başına yirmili yaşlardaki<br />

gençler getirilmiş, bazıları da<br />

yönetime genç kızları dâhil etmiş.<br />

Cami dernekleri ile ilişkili kadınların<br />

neler yaptıkları merak edilebilir, işte<br />

bazıları: Kutlu Doğum Haftası, kandiller,<br />

anneler günü, kadınlar günü,<br />

Çanakkale Zaferi gibi önemli gün<br />

ve geceler için programlar hazırlamak,<br />

Hollanda eğitim sisteminde<br />

başarılı olmak, hukukî sorunları<br />

ve çözüm yolları gibi konferanslar<br />

düzenlemek. Ayrıca; sertifi ka ve<br />

başarı belgesi, 23 Nisan eğlencesi,<br />

çocuklar için eğitim faaliyetleri;<br />

resmî dil olan Felemenkçe öğrenimi,<br />

okul dersleri ile ilgili eğitimler,<br />

ev ödevi kursları, kısaca dershane<br />

faaliyetleri, spor faaliyetleri, dikişelişi-yemek<br />

kursları, folklor çalışmaları,<br />

tefsir çalışmaları yapmak.<br />

Hollanda toplumuna sıcak mesajlar<br />

adına paskalya yemeği verenler<br />

de var.<br />

Yukarıda sayılan etkinliklerin bir<br />

kısmı cami dışı kuruluşlar tarafından<br />

da yapılıyor olabilir. Ancak<br />

kadınlar en çok cami derneklerine<br />

rahat ve güven içinde gidiyorlar.<br />

Tabi eşler, babalar da bu rahat ve<br />

güveni hissediyorlar.<br />

Cami dernekleri ile ilişkili kadın<br />

örgütlenmeleri arasında faaliyet,<br />

sorunlara bakış ve yapı farklılıkları<br />

bulunabildiğini söylemiştim. Buna<br />

birkaç örnek vereyim:<br />

Zaandam Sultan Ahmet Camii<br />

Kadınlar cami derneğine bağlı<br />

olarak örgütlenmişler. Kadınlar kolu<br />

Aralık 2011 - 152 13


14<br />

başkanı yirmi yaşlarında bir genç<br />

hanım. Yeni gelmiş göreve, ne<br />

yapmak istediklerini sıralıyor: “Kadın<br />

kolları deyince pasta börek akla<br />

geliyor. Biz eğitim üzerinde odaklanmak<br />

istiyoruz. Genç kızlarımıza<br />

hobi kazandırmak istiyoruz. Hobilerle<br />

burada (cami derneğinde) hizmet<br />

edebilmelerini istiyoruz. Eğitim<br />

konusunda yardıma ihtiyacımız var.<br />

Bize kim olduğumuzu, tarihimizi<br />

anlatacak kişiler lazım. Çocuklara<br />

güven vermek istiyoruz. Kendileri<br />

ile gurur duysunlar, Türkler olarak<br />

Hollandalılara ne sağladık, bunları<br />

bilsinler istiyoruz”.<br />

Rotterdam Gültepe Camii<br />

Kadınlar cami derneğinden bağımsız<br />

dernek kurmuşlar. Yönetimde<br />

yine yirmili yaşlarda genç bir kadın<br />

var. Ama üyelerden uzun yıllar kadınlar<br />

kolunda çalışmış tecrübeliler<br />

de var. Yani yaşlının tecrübesi ile<br />

gencin enerjisini birleştirmeye çalışmışlar.<br />

Bağımsız faaliyet gösteren<br />

bir kadın kuruluşu olduklarından<br />

Yerel Yönetimlerden fi nans yardımı<br />

alıyorlar. Ancak bu yardımlar (kendi<br />

deyimleri ile supsidiler) her konuda<br />

alınamıyor. Özellikle sosyo-kültürel<br />

aktiviteler ve entegrasyon ile ilgili<br />

çalışmalarda alınıyor.<br />

Eindhoven Fatih Camii<br />

Hollanda’nın minareli ilk camilerinden.<br />

Gültepe gibi buradaki kadınlar<br />

da bağımsız kadın derneği kurmuşlar.<br />

Kadınlarla ilgili faaliyetlerini<br />

kurdukları komisyonlarla yürütüyorlar;<br />

sosyal, eğitim, gençlik, din<br />

işleri komisyonları gibi.<br />

Sliedirechtle Ulu Camii<br />

Kadınlar cami derneği yönetimde<br />

yer alıyorlar. Ayrı bir kadın kolu<br />

kurmamışlar, ama dernek faaliyetlerinde<br />

kadınların sesi olmuşlar.<br />

Hollanda’da bulunduğum süre içinde<br />

vaize olarak görev yapan tek bir<br />

hoca hanım vardı. Özel otomobili<br />

ile cami cami dolaşıyordu vaaz için.<br />

Orada yaşayan kadınlar bu türden<br />

Aralık 2011 - 152<br />

dinî hizmet istiyorlar. Diyorlar ki;<br />

“Bizde elif ba’yı öğretecek kişiler<br />

var. Ama bize vaaz edecek, sorularımızı<br />

cevaplayabilecek, ufkumuzu<br />

açacak hocalara ihtiyacımız var.”<br />

Hocadan ve ihtiyaçtan bahsederken<br />

ekliyorlar: “Camilere gönderilen<br />

erkek hocalar genç olmalı. Bunun<br />

şöyle yararı var: Genç hocanın<br />

eşi de genç oluyor ve bizimle ilgilenebiliyor.<br />

Ayrıca genç hocanın ya<br />

çocuğu yoktur, ya da küçüktür. Yani<br />

ailesini toplayıp buraya gelebilir.<br />

Ailesiyle beraber gelen hocalardan<br />

daha çok istifade ediyoruz. Çünkü<br />

hocaların kendilerine soramadığımız<br />

sorularımızı eşlerine soruyoruz.<br />

Ailesi ile gelemeyen hocadan yeterince<br />

istifade edemiyoruz. Hocanın<br />

da aklı Türkiye’de kalıyor ve bir an<br />

önce işini bitirip, Türkiye’ye dönmek<br />

istiyorlar. Ayrıca kariyer planı<br />

Mevlana Camii, Rotterdam<br />

olan hocalar da göndermeyin. O<br />

da hizmetten çok, ne tür kariyer<br />

yapabilirim diye düşünüyor.” Ardına<br />

ekliyorlar: “Her şeye rağmen biz<br />

şanlıyız, çünkü bilgi ve yardımlaşma<br />

açısından büyük yerleşim<br />

yerlerindeki camiler ve cemaatleri<br />

avantajlı, küçük yerleşim yerleri<br />

bilgiye çok aç.”<br />

Türk hanımlar Ramazan ve Kutlu<br />

Doğum gibi özel günler için daha<br />

çok kısa dönemli görevli istiyorlar.<br />

His oluşturmak kadar oluşan hissi<br />

de diri ve canlı tutmak lazım. Bu<br />

tür programlar onların dinî ve millî<br />

hassasiyetlerini diri tutuyor.<br />

Camilerin kendi cemaatleri için<br />

düzenledikleri programların yanı<br />

sıra, çok sık olmasa da, bir araya<br />

gelinerek ortak, büyük programlar<br />

yapmak gerek diyorlar. Yaşadıkları<br />

bir örnekte bu tür faaliyetlerin


etkisini/faydasını görmüşler. 2007<br />

yılında Dünya Kadınlar Günü dolayısıyla<br />

Rotterdam’da Hollanda<br />

<strong>Diyanet</strong> Vakfına bağlı altı caminin<br />

kadın kolları Gültepe Camii din<br />

görevlisinin organizesi ile bir program<br />

düzenlemiş. Program için 1000<br />

kişilik bir salon hazırlanmış. Katılanların<br />

sayısı ise 1500 kişiyi bulmuş.<br />

Bu program Hollanda medyasında<br />

yer alıp büyük ses getirmiş. Bunun<br />

üzerine siyasiler, gazeteciler, yerel<br />

yöneticiler cami derneklerini ziyaret<br />

etmişler isteklerini, beklentilerini<br />

sormuşlar.<br />

Biraz da Hollanda’da cami derneklerine<br />

gelen genç kızlardan bahsetmek<br />

istiyorum. Bir akşam yaşları<br />

on beş - yirmi beş arası olduğunu<br />

tahmin ettiğim on iki genç kızla<br />

buluştuk, sohbet ettik.<br />

Her şeyden önce bu gençlerde<br />

dikkatimi çeken ideal eksikliğiydi.<br />

Deventer Merkez Camii- Hollanda<br />

Hollanda’da yaşayan Türk kadınları ve genç kızlar düne nazaran<br />

epey yol kat etmişler, ama kat edecekleri daha çok yolları<br />

var. Eğitim, kültür, çalışma, din vb. alanlarda ataşelikler,<br />

müşavirlikler aracılığıyla anavatanı arkalarında hissetmek, en<br />

azından yanlarında görmek istiyorlar.<br />

Gelecekle, iş hayatı ile ilgili çıtayı<br />

alçak tutuyorlardı. Ne olmak istedikleri<br />

hakkında konuşulduğunda<br />

eczacı asistanı, doktor asistanı<br />

diyorlar da, doktor ya da eczacı<br />

demiyorlar. Çocuklar üniversitede<br />

okuma konusunda istekli değil.<br />

Bunun iki nedeni olabilir; ulaşamayacaklarını<br />

düşünüyorlar ya da bir<br />

an önce hayata atılmak istiyorlar.<br />

Büyük ideallere yönlendirilmeye,<br />

güzel prototipleri tanımaya ihtiyaçları<br />

var.<br />

Kendilerinin bazı Türk gençlerinden<br />

daha iyi durumda olduklarını düşünüyorlar.<br />

“Osmanlı” dendiğinde “o<br />

ney” diyen, ya da “peynir markası”<br />

sanan arkadaşlarımız var, diyorlar.<br />

Kendileri de farkında; onlara<br />

kim olduklarını, tarihlerini anlatacak,<br />

yol gösterecek rehberlere,<br />

Türkiye’yi tanımaya ihtiyaçları var.<br />

Cami derneklerinden istekleri var:<br />

Oturup sohbet edecekleri, bilardo<br />

oynayacakları, fi lm seyredecekleri<br />

mekânlar istiyorlar. “Yaşıtımız Hollandalılar<br />

puplara gidiyor, erkek<br />

Türk gençleri de cami derneklerinin<br />

oyun ve sohbet salonlarından<br />

yararlanabiliyor, bizim için bu tür<br />

mekânlar yok” diyor genç kızlar.<br />

Camilerde hem öğrenmek hem<br />

eğlenmek istiyorlar. Görüştüğüm<br />

bu kızların hemen hepsi aile zoruyla<br />

değil, kendi istekleri ile geliyorlar<br />

camilere.<br />

Hollandalı yetkililer entegrasyon<br />

sorunundan bahsediyorlar, ama<br />

bu sorunun ortaya çıkışında kendi<br />

katkılarını göz ardı ediyorlar. Hollanda<br />

eğitim sisteminin her ne kadar<br />

eşitlikçi olduğu söylense de iş pek<br />

göründüğü gibi değil. Hollandalılar<br />

bulundukları semtteki okulda Türkler<br />

yoğunluktaysa başka semte gönderiyorlar<br />

çocuklarını. Ya da okul<br />

idaresi Hollandalıları bir sınıfa topluyor.<br />

Rotterdam’da liseyi bitirmiş bir<br />

genç kız anlatıyor bunları ve ekliyor:<br />

“Lise boyunca sadece bir tane Hollandalı<br />

sınıf arkadaşım oldu.”<br />

Türkçe rahat okuyup anlayacakları<br />

yayın sorunu var. Kendilerine<br />

yönelik yayınlar istiyorlar. Onlar<br />

için hazırlanan yayınlarda, bir bilinmeyenin<br />

başka bir bilinmeyenle<br />

anlatıldığını söylüyorlar. Kendi durumları<br />

dikkate alınarak hazırlanmış<br />

yazılı ve görsel yayına acil ihtiyaç<br />

hissediliyor.<br />

Görünen o ki; Hollanda’da yaşayan<br />

Türk kadınları ve genç kızlar düne<br />

nazaran epey yol kat etmişler, ama<br />

kat edecekleri daha çok yolları<br />

var. Eğitim, kültür, çalışma, din vb.<br />

alanlarda ataşelikler, müşavirlikler<br />

aracılığıyla anavatanı arkalarında<br />

hissetmek, en azından yanlarında<br />

görmek istiyorlar. Bu sağlanabildiği<br />

takdirde; Avrupa’da Türkiye adına<br />

güçlü bir ses, Hollanda gündeminde<br />

de yönlendirilen değil, gündem belirlemede<br />

etkin olmaları hayal değil.<br />

Aralık 2011 - 152 15


16<br />

Aralık 2011 - 152<br />

gündem<br />

<strong>Göçün</strong> <strong>50.</strong> <strong>Yılında</strong><br />

Avusturya’da <strong>Din</strong><br />

ve <strong>Diyanet</strong><br />

Dr. Sabri Çap<br />

Salzburg <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi<br />

<strong>Din</strong>, kültürler arasındaki münasebetleri hızlandırmakta<br />

ve kuvvetlendirmektedir. Avrupa’daki Müslümanların<br />

en hızlı ve sağlıklı ilişki kurdukları kurum veya kuruluşların<br />

başında dinî kurum veya kuruluşların geldiği<br />

görülmektedir. Yabancı düşmanlığının ardında İslam-<br />

Hırıstiyanlık çatışmasının olmadığı bir gerçektir.<br />

Anadolu’nun çeşitli şehirlerinden<br />

binlerce insan, yarım asır önce<br />

sadece bir müddet çalışıp biraz<br />

para kazandıktan sonra tekrar<br />

memleketlerine dönmek düşüncesiyle<br />

Avrupa’nın muhtelif<br />

ülkelerine doğru bir yolculuğa<br />

çıkmıştı. Ancak, ne kendilerinin<br />

ne de bulundukları ülkelerin hesap<br />

etmedikleri bir şekilde, kalıcı<br />

olarak yerleşmeyi düşünmeden<br />

geldikleri ülkelerde, zamanla<br />

vatanlarına dönme düşünceleri<br />

değişerek birden göçmen oldular<br />

ve dönmemek üzere Avrupa ülkelerine<br />

yerleştiler. Nihayet geçen<br />

yarım asır içinde Avrupa’da<br />

doğan, büyüyen yeni nesiller<br />

oluştu.<br />

Altmışlı yıllardan itibaren insanlarımızın<br />

iş gücü olarak gelip<br />

yerleştikleri ülkelerden biri de<br />

Avusturya’dır. Avusturya tarih<br />

boyunca ilişkilerimizin olduğu<br />

bir ülkedir. Osmanlı döneminin<br />

uzun bir döneminde Avusturya


aynı zamanda komşumuz olmuştur.<br />

Viyana Kuşatmasından<br />

sonra da Avusturya ile güzel<br />

ilişkilerimiz oldu. Her şeyden<br />

önce I. Dünya Savaşı’nda birlikte<br />

savaştık. Bugün Avusturya-Türk<br />

Toplumu ilişkilerinin öncelikle<br />

I. Dünya Savaşı esnasındaki<br />

birlikteliği ile değil de Viyana<br />

Kuşatmasıyla hatırlanması bir<br />

talihsizliktir. Diğer taraftan Avusturya<br />

İslam’ı resmî din olarak<br />

kabul eden ve tanıyan ilk Avrupa<br />

ülkesidir. 1912’den beri İslam<br />

Avusturya’da resmî olarak tanınmış<br />

bulunmaktadır. Önümüzdeki<br />

yıl İslam’ın Avusturya’da resmî<br />

olarak tanınmasının yüzüncü yılı<br />

kutlanacaktır.<br />

Avusturya’da yaşayan 250<br />

binden fazla Türkün yaklaşık<br />

yarısı, Avusturya vatandaşlığına<br />

geçmiş bulunmaktadır. Türk<br />

nüfusunun neredeyse yarısı<br />

Viyana’da toplanmış olmasına<br />

rağmen, Avusturya’nın istihdam<br />

şartlarının farklılığı sebebiyle<br />

vatandaşlarımız daha küçük yerleşim<br />

birimlerine kadar dağılmış<br />

bulunmaktadırlar. <strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong><br />

Başkanlığı, Avusturya’da ATİB<br />

(Avusturya Türk-İslam Birliği)<br />

çatısı altında vatandaşlarımıza ve<br />

Türk asıllı Avusturya vatandaşları<br />

ile birlikte diğer ülke Müslümanlarına<br />

din hizmeti sunmaktadır.<br />

Artık Göçmen Değiliz<br />

Elli yıl önce birinci nesil<br />

Türkiye’den geldi. İkinci nesil<br />

de aynı şekilde. Dönmek için<br />

geldiler, fakat kader farklı tecelli<br />

etti. Dönmemeye karar verdiler.<br />

Onlar göçmenler. Başka yerde<br />

doğdular. Fakat burada bulunan<br />

üçüncü kuşak ise göçmen<br />

çocuklarıdır. Onlar göçmen değiller.<br />

Doğum yerleri Avusturya,<br />

okulları, mahalleleri, oyunları,<br />

okul arkadaşları Avusturya’dan.<br />

Dedelerinin geldiği ülkeyi sevmeleri,<br />

anadillerini konuşmaları,<br />

kültürlerini koruyarak varolmak<br />

istemeleri ise Avusturya’yı sevmelerine<br />

engel değildir. Onların<br />

gönülleri sınırsız sevgiyi alacak<br />

kadar geniştir.<br />

<strong>Din</strong> ve Dünya Barışı<br />

Farklı din mensuplarının barışını<br />

sağlamadan dünya barışını<br />

sağlamak mümkün değildir.<br />

Avrupa’daki insanımız bu açıdan<br />

dünya barışına büyük bir katkı<br />

sağlamıştır. Avrupa’nın tarihi<br />

dikkate alındığında sömürgecilik<br />

vakıası dışında diğer dinlerle bir<br />

arada yaşama tecrübesinin olmadığı<br />

görülecektir. Müslümanların<br />

Avrupa’daki sıkıntılarının<br />

arkasında Batı’nın böyle bir tarihî<br />

tecrübeden mahrum olması<br />

yatmaktadır. Bu açıdan Avrupa<br />

ülkelerinde bulunan Türkler ve<br />

diğer Müslümanların Batı medeniyetine<br />

bu tecrübeyi yaşattıkları<br />

söylenebilir. Göçmenler, aynı<br />

zamanda anavatanlarıyla yaşadıkları<br />

ülkeler arasında köprü<br />

görevi görmektedirler.<br />

<strong>Din</strong>, kültürler arasındaki münasebetleri<br />

hızlandırmakta ve<br />

kuvvetlendirmektedir. Avrupa’daki<br />

Müslümanların en hızlı<br />

ve sağlıklı ilişki kurdukları kurum<br />

veya kuruluşların başında dinî<br />

kurum veya kuruluşların geldiği<br />

görülmektedir. Yabancı düşmanlığının<br />

ardında İslam-Hırıstiyanlık<br />

çatışmasının olmadığı bir gerçektir.<br />

Camilerin kiliselerle hiç<br />

bir problemi yoktur. Birçok yerde<br />

cami/dernek inşaatına en büyük<br />

destek kiliselerden gelmektedir.<br />

Söz konusu bu problem büyük<br />

oranda tarihî geçmişin etkisinden<br />

kurtulamamaktan veya sosyal<br />

ve ekonomik sıkıntılara sorumlu<br />

aramaktan kaynaklanmaktadır.<br />

Avrupa’daki hiç bir cami, çevresindeki<br />

Avrupalıları İslamlaştırma<br />

hedefi gütmemektedir. Hiç bir<br />

camiden komşularına misyonerce<br />

bir yaklaşım örneği gösterilemez.<br />

Yapılan camiler, insanımızın<br />

temel insan hakları çerçevesinde<br />

hakları olan inançlarını yaşama<br />

çabasıdır.<br />

Kültür ve Entegrasyon<br />

Merkezi Derneklerimiz<br />

Avrupa ülkelerine işçi olarak<br />

gelen ve daha sonra da bulundukları<br />

ülkelere yerleşen Anadolu<br />

insanının en önemli faaliyetlerinden<br />

biri, ibadetlerinden düğün<br />

törenine, din eğitiminden spor<br />

aktivitelerine kadar birçok faa-<br />

Aralık 2011 - 152 17


18<br />

Çocuklarımızın ve gençlerimizin dinî tecrübe edinme,<br />

millî kimlik ve şahsiyet kazanma, birbirleriyle görüşüp<br />

kaynaşma açısından en etkili kuruluşlar, başlangıçta öncelikle<br />

cuma ve teravih namazları olmak üzere ibadetlerimizi<br />

rahatça eda etme düşüncesiyle kurulan cami<br />

derneklerimizdir.<br />

liyetlerini gerçekleştirdiği cami<br />

derneklerini kurmalarıdır. Avusturya<br />

dikkate alındığında bu gerçek<br />

daha bariz görünmektedir.<br />

Zira Avusturya’daki Türk derneklerinin<br />

neredeyse yüzde doksanı<br />

cami eksenlidir. Cami derneklerimiz<br />

kültürümüzü, benliğimizi,<br />

dilimizi, örf ve âdetimizi korumada<br />

en büyük rolü oynamaktadır.<br />

Camilerimiz ve derneklerimiz bir<br />

taraftan bulunduğumuz ülkeyle<br />

entegrasyon merkezi, diğer<br />

taraftan da kimliğimizi ve sahip<br />

olduğumuz güzelliklerimizi yaşatma<br />

merkezi görevi görmüştür ve<br />

görmeye devam edecektir. Her<br />

ne kadar derneklerimiz öncelikle<br />

bir cami derneği ise de; her<br />

birinde din hizmetleri ile birlikte<br />

eğitim, kültür ve sosyal faaliyetler<br />

de yapılmaktadır.<br />

Avusturya, yüzyıl önce İslam’ı<br />

resmî din olarak tanımış olmasına<br />

rağmen günümüzde hâlen<br />

Aralık 2011 - 152<br />

cami inşaatı, kubbe veya minare<br />

tartışmalara konu olmaktadır. İslam<br />

resmî olarak tanınmış olmasına<br />

rağmen, İslam’ın mabedinin<br />

özelliklerini kabullenmede zorluk<br />

çekiliyor. İki toplumun da henüz<br />

birbirini çok iyi tanıdığını söylemek<br />

mümkün değildir. Birinci<br />

nesil dil bilmediği için kendini<br />

iyi tanıtamamış olabilir. Ancak<br />

tamamen burada doğup büyüyen,<br />

buradaki okullarda okuyan<br />

çocuklarımızın da okul veya iş<br />

arkadaşları tarafından din ve kültür<br />

açısından doğru tanındıklarını<br />

söylemek zordur. Eğer hakkımızda<br />

doğru olmayan algılar varsa,<br />

bunların giderilmesini tamamen<br />

Avusturya toplumundan bekleyemeyiz.<br />

Bizim de kendimizi<br />

anlatma ve tanıtma adına yapmamız<br />

gereken çok şey olmalı.<br />

Bugün siyasî partilerin ve mahallî<br />

idarelerin entegrasyon birimleri<br />

bulunmaktadır. Buna karşılık bi-<br />

zim de derneklerimiz bünyesinde<br />

veya müstakil olarak kendimizi<br />

tanıtacak ve Avusturya resmî<br />

veya sivil kuruluşlarıyla işbirliği<br />

yapacak entegrasyon birimlerimiz<br />

olmalıdır. Kendimizi doğru<br />

tanıtma metodlarını geliştirmemiz,<br />

artık birlikte kimliğimiz ve<br />

değerlerimizle bu topluma nasıl<br />

katkı sağlıyacağımızı ele almamız<br />

gerekmektedir. Her iki toplumda<br />

da entegrasyon ve birbirini tanıma<br />

adına çabaların her geçen<br />

gün arttığını görmekteyiz.<br />

Avrupa’daki Türk toplumunun en<br />

önemli problemlerinin başında<br />

eğitim, işsizlik, ailenin zayıfl aması,<br />

kültürel değerlerin korunması,<br />

anadil öğrenimi ve entegrasyon<br />

gibi konular gelmektedir.<br />

Bunların her biri aynı zamanda<br />

diğerini etkilemektedir. Çocuklarımızın<br />

ve gençlerimizin dinî<br />

tecrübe edinme, millî kimlik ve<br />

şahsiyet kazanma, birbirleriyle<br />

görüşüp kaynaşma açısından en<br />

etkili kuruluşlar, başlangıçta öncelikle<br />

cuma ve teravih namazları<br />

olmak üzere ibadetlerimizi<br />

rahatça eda etme düşüncesiyle<br />

kurulan cami derneklerimizdir.<br />

Bu dernekler kültürel ve sosyal<br />

etkinliklerden eğitim ve sanata<br />

kadar birçok alanda hizmet geliştirmektedirler.<br />

Millî ve manevî<br />

değerler bakımından hâlen derneklerimiz<br />

tek alternatif olarak<br />

duruyor. Zamanla artan ve çeşitlenen<br />

ihtiyaçlarımız karşısında<br />

derneklerimiz yetersiz, fakat aynı<br />

zamanda alternatifsiz durumdadır.<br />

Dolayısıyla derneklerimizin<br />

kurumsal yapılarını yeni ihtiyaçlara<br />

göre hızla değiştirmeleri<br />

ve geliştirmeleri gerekmektedir.<br />

Nereden nereye geldiğimizi<br />

unutmadan, daha nerelere ulaşmamız<br />

gerektiğini de göz ardı<br />

etmemek zorundayız. Çok şeyler<br />

yapılmış durumda, fakat daha<br />

yapılacak çok şey var.


gündem<br />

Camisiz Köy,<br />

İmamsız Cami<br />

Kalmasın<br />

Mustafa Kılıç<br />

<strong>Din</strong> <strong>İşleri</strong> Yüksek Kurulu Uzmanı<br />

Şimdi Pırnalı ve Süpürge’de çok az insan yaşıyor. Dürbeli’de<br />

kimse kalmamış… Hepsi 1950’li yıllarda evlerini, ahırlarını,<br />

tarlalarını, keçilerini, koyunlarını, öküzlerini, camızlarını kısaca<br />

her şeylerini Yugoslavya Devletine bağışlayıp Türkiye’ye<br />

göçmüşler. Şimdi Dürbeli’ye bir Fatiha okuyan bile yok…<br />

Pırnalı, Dürbeli Makedonya’nın<br />

başkenti Üsküp’e uzaklığı<br />

135 km., Radoviş’e 8 km.<br />

Karaman’dan gelmiş Yörüklerin<br />

köyleri. Çok Yörük yaşamış vaktiyle<br />

buralarda, çok mezar taşı<br />

var çünkü… Üstelik mezar taşları<br />

mermer, kimi mezar taşlarının üst<br />

tarafı sarık şeklinde yontulmuş.<br />

‘Ocaymış’ meğer altında yatan<br />

kahraman. Defi ne arayanlar<br />

birçok mezarı kazmışlar, birçok<br />

mezar taşını kırmışlar…<br />

Yaklaşık 600 senelik bir mezarlık.<br />

İnsan vücudunun iki kat kalınlığında<br />

meşe ağaçları var içinde.<br />

“Ecdadımızdan duyduğumuza<br />

göre bu bölgenin en büyük pehlivanı<br />

Dürbeli’de yaşarmış” demişti<br />

fahrî imam; Koca Çınar 70’lik<br />

Süleyman Yakup Hoca.<br />

Başka bir bölgeden yenilmeyen<br />

bir Pehlivan Dürbeli’ye gelir. Dürbeli<br />

Pehlivanı tarlada öküzlerle<br />

çift sürerken bulur. “Gel be Pelvan,<br />

bi güleşelim be” der. Dürbeli<br />

Pehlivan yüzündeki terleri siler.<br />

“Gel şuraya otur, önce bi ayran<br />

içelim, sonra bakarız be pelvan.”<br />

der. Otururlar bir ayran içerler.<br />

Yenilmeyen Pehlivan göz ucuyla<br />

Dürbeli Pehlivanın kollarının<br />

Aralık 2011 - 152 19


20<br />

uzunluğuna, pazılarına, bileklerine,<br />

belinin kalınlığına, ellerinin<br />

büyüklüğüne, parmaklarına<br />

bakar. Biraz endişe doğar içine<br />

ama pehlivanlık işte… Yense de<br />

yenilse de yüreği güp güp eder.<br />

Dürbeli Pehlivan ölçer rakibini.<br />

Çok zayıf görünür gözüne… “Be<br />

Pelvan” der “Güleşmeden, te bu<br />

ayvanlarda bi deneelim kendimizi<br />

be.” Öküzün altına kocaman<br />

kollarını uzatır. Bacaklarını açar…<br />

“Yalla bismillaah” der ve başlar<br />

öküzü kaldırmaya. Yenilmez<br />

Pehlivanın gözleri fal taşı gibi…<br />

Bakar Dürbeli’ye hayran hayran…<br />

Öküzün dört ayağı da yerden<br />

kesilir… Dürbeli devam eder yukarıya<br />

doğru kaldırmaya… Ardıç<br />

ağacından yapılmış, “kara saban”<br />

da başlar havaya doğru kalkmaya…<br />

“Be Dürbeli Pelvan bırak şu ay-<br />

Aralık 2011 - 152<br />

vancaazı be, kaanını arıdacasın.”<br />

der yenilmez adsız pehlivan.<br />

Dürbeli gözünün ucuyla adsız<br />

pehlivana bakar ve “İşte gördün<br />

mü be aga?” der gibi yavaş yavaş<br />

aşağıya doğru indirir öküzü.<br />

Önce kara saban değer yere,<br />

sonra öküzün arka ayakları, arkadan<br />

da ön ayakları. Öküz tanır<br />

Dürbeliyi. Huysuzluk etmez.<br />

Yenilmez Pehlivan “uzat be<br />

aga, öpeyim elini… Lâzım diil<br />

güleşmek kayrı. Te gösterdin<br />

marfetini. Adi, akını elal et. Ayranını<br />

içtim…” Gider atsız Pehlivan<br />

Dürbeli’yi de Pırnalı’yı da<br />

Süpürge’yi de arkada bırakarak…<br />

Şimdi Pırnalı ve Süpürge’de<br />

çok az insan yaşıyor. Dürbeli’de<br />

kimse kalmamış… Hepsi 1950’li<br />

yıllarda evlerini, ahırlarını, tarlalarını,<br />

keçilerini, koyunlarını,<br />

öküzlerini, camızlarını kısaca her<br />

Mustafa Paşa Camii, Üsküp, Makedonya<br />

şeylerini Yugoslavya Devletine<br />

bağışlayıp Türkiye’ye göçmüşler.<br />

Şimdi Dürbeli’ye bir Fatiha<br />

okuyan bile yok… Bir ben, bir de<br />

Koca Çınar dediğim Süleyman<br />

Yakup Hoca. Oturduk Dürbeli’nin<br />

mezarlığına, üç İhlas bir Fatiha<br />

okuduk.<br />

Sonunda ulaştık Süpürge’ye…<br />

Süpürge dünyanın bittiği yer.<br />

Oradan öteye yol yok. Yürümek<br />

isterseniz geri döneceksiniz. Özür<br />

diledim Dürbeli’den ve Dürbeli<br />

mezarlığında yatan binlerce Karamanoğlundan,<br />

Yörüklerden. Bir<br />

Yasin okumadan mezarlıklarından<br />

ayrıldığım için.<br />

Süpürge vaktiyle büyük bir köymüş.<br />

15 hane şimdi. Derenin bir<br />

tarafı bir ağanın diğer tarafı öteki<br />

ağanınmış. Köyün tam ortasından<br />

bir dere geçiyor.<br />

Köyün girişinde Yörük köpekleri


karşıladı bizi… Yörük’ten başkasını<br />

sokmuyorlar bu kartal yuvasına,<br />

bu Yörük obasına. Hemen<br />

sığındık arabaya…<br />

Küçük bir ev büyüklüğünde bir<br />

cami var Süpürge’de. İmamı da<br />

yok, minaresi de, ezan okuyanı<br />

da, namaz kıldıranı da…<br />

Tütünlerini kurutmaya çalışanlar<br />

var evlerinin önlerinde. Sera gibi<br />

şeyler yapmışlar, üstünü plastikle<br />

örtmüşler. O sıcakta içine girip<br />

tütünlerini diziyorlar. Yaprakları<br />

teker teker dikip, evet dikiş makinesi<br />

gibi bir makine ile dikip, o<br />

sıcak seranın içine asıyorlar. Orada<br />

kuruyacak. <strong>İşleri</strong> var onların…<br />

Onlar bir kuru ekmek parası, bir<br />

de sarı, yeşil güllü; kırmızı renkli<br />

Yörük entarisi dikecekleri 5-10<br />

metre bez almak için uğraşıyorlar.<br />

Küçük bir ev büyüklüğünde<br />

cami dedim ya. Eski bir ev gibi…<br />

Kapısında kilit bile yok. İple bağlamışlar<br />

kapıyı. Caminin yanında<br />

damlar gibi akan bir çeşme var.<br />

Saat 10.00 suları. Abdest aldım<br />

orada. İple bağlı kapıyı açtım.<br />

Halıları bile yok. Birkaç parça<br />

bez, birkaç parça çul. Caminin<br />

kıble duvarındaki Allah ve Muhammed<br />

yazan levhalar bile ters<br />

İsak Bey Camii, Üsküp, Makedonya<br />

astırılmış… Olsun… Süpürgeliler<br />

Allah (c.c.)’ı da Muhammed<br />

(s.a.s.)’i de çok seviyorlar ya…<br />

Levhaların ters takılmasının ne<br />

önemi var… İnsanın düşeceği<br />

kadar yüksek bir merdivenle kadınlar<br />

mahfi line çıkılıyor. Önce iki<br />

rekât tahiyyetü’l mescit (mescidi<br />

selamlama) namazı kıldım. Sonra<br />

kadınlar mahfi line çıktım. Oranın<br />

örtüsü aşağıdan da fakir. Birkaç<br />

tane post var sadece. Merdiven<br />

içten inşa edildiği için mekânın<br />

yarısını da o kaplamış. Mescidin<br />

kuzey tarafında bir oda daha var.<br />

Düğünlerde bayramlarda orada<br />

yemek yermiş Süpürge’li Yörükler.<br />

Öyle anlattı Süleyman Hoca.<br />

Köyün en yaşlısı 78 yaşındaki<br />

Adem Arslan bastonuna dayana<br />

dayana, topallaya topallaya bize<br />

doğru geldi. Tam bir Türk kibarlığı<br />

ve saygı ile bize “hoş geldiniz”<br />

dedi. Bizi evine davet etti. Neler<br />

anlattı neler… Bir roman yazılır…<br />

Ben kendimi nasıl tanıtayım<br />

Adem Amca’ya? Ben <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong><br />

Müşaviri Vekiliyim demeye<br />

utandım. Çünkü caminin imamı<br />

yok. İmam tayin etmek çok zor<br />

değil. İştip’te Türkçe eğitim veren<br />

bir İmam-Hatip Lisesi var.<br />

Makedonya’nın yegâne Türkçe<br />

eğitim veren İmam-Hatip Lisesi.<br />

Mezunları yeterince iş bulamıyorlar.<br />

Süpürge’liler bir imamın<br />

maaşını ödeyemezler. Ancak bir<br />

cenaze olursa komşu köylerden<br />

bir imam bulup getirecekler.<br />

Bir cuma günü Süpürge’ye giderek<br />

cuma namazı kıldırmaya<br />

söz vererek Adem Arslan’dan izin<br />

istedim.<br />

Renkli Camii, Kalkandelen, Makedonya<br />

Aralık 2011 - 152 21


22<br />

Aralık 2011 - 152<br />

gündem<br />

İstanköy (Kos)’de<br />

Hoş Bir Sadâ<br />

Yunus Keleş<br />

<strong>Din</strong> <strong>İşleri</strong> Yüksek Kurulu Uzmanı<br />

Adadaki Türkler çok sıcakkanlı, misafi rperver ve sempatik<br />

insanlar. Türkçe konuşmalarında Anadolu’nun deyim<br />

ve kalıplarını hemen fark ediyorsunuz. Hiç yabancılık<br />

çekmiyorsunuz.<br />

<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanlığı, ramazan<br />

aylarında her yıl çeşitli ülkelere din<br />

görevlisi göndermektedir. Bu yıl<br />

Başkanlığın ilk defa din görevlileri<br />

göndereceği 1700 kadar Müslüman<br />

soydaşımızın yaşadığı Yunan adalarından<br />

İstanköy’e gittim. Yunanlılar<br />

bu adaya Kos diyorlar. Ancak uzun<br />

yıllar Osmanlı hâkimiyetinde kalan<br />

adaya Türkler, İstanköy adını<br />

vermişler. İstanköy anlam olarak,<br />

‘istenen köy’ ifadesinin kısaltılmışı<br />

olarak söylenegelmiş.<br />

İstanköy ve Ecdadın<br />

Emanetleri<br />

Adada ikisi faal ayakta kalan dört<br />

adet cami var. Birisi Germe’de.<br />

Hasan Paşa Camii 1700’lü yıllarda<br />

yapılmış. (Lale Devri) Buranın<br />

imamı Şükrü Hoca (Damatoğlu),<br />

Suriye’de, Medine’de ve Mısır’da<br />

eğitim görmüş, vakıfl arın atadığı<br />

görevli. Kendisi Dedeağaçlı. 18<br />

yıldır itina ile vazifesini sürdüren<br />

bilgili, gayretli bir din görevlisi.<br />

Hem turizmin hem de asimile olmanın<br />

etkileriyle birçok İslamî hassasiyetin<br />

kaybolduğu adada Şükrü<br />

Hoca, çok zorluklarla karşılaştığını<br />

ifade ediyor. Yazın çocuklara Kur’an<br />

eğitimi veriyor. Aynı zamanda yerel<br />

televizyonda da programlara çıkarak<br />

konuşmalar yapıyor.


Diğer cami, şehrin merkezinde<br />

Defterdar İbrahim Paşa Camii.<br />

1700’lü yıllarda yapılmış, Caminin<br />

altında bedestenleri, avlusu ve<br />

şadırvanı ile şirin bir yapı gözünüze<br />

çarpıyor. Camii imamı Hayati<br />

Hoca, İskeçe Müftülüğü aracılığı<br />

ile burada görevlendirilmiş, Bursa<br />

İlahiyat’ı bitirmiş, genç ve hafız. O<br />

da Dedeağaçlı. Hayati Hoca, Türk<br />

ailelerin yoğun olduğu bölgede<br />

bulunan dernek merkezinde ramazanda<br />

bayanlara ve çocuklara mukabele<br />

başlattığından ikindi üzeri<br />

camide ben mukabele okurken o<br />

da Germe’ye gidiyordu. Türklerin<br />

bir arada yaşadığı mahalle olması<br />

sebebiyle Germe Camii daha kalabalık<br />

oluyor. Ancak Germe’de ilk<br />

günler bir program başlatamamıştık.<br />

Oysa esas muhatap olacağımız<br />

cemaatin yoğunluğu burada olduğundan<br />

Defterdar Camii’nin yanı<br />

sıra burada da görev yapmak için<br />

gerekli görüşmeleri yapıp, Rüştü<br />

Hoca’yla bir program üzerinde<br />

anlaştık.<br />

Dikkat çeken bir husus da, Yunan<br />

Hükümeti, resmî imama nikâh tescil<br />

yetkisi vermiş. Müslümanlardan<br />

evlenenlerin tüm nikâh işlemlerini<br />

imam yapıyor.<br />

Adadaki Türkler çok sıcakkanlı,<br />

misafi rperver ve sempatik insanlar.<br />

Türkçe konuşmalarında<br />

Anadolu’nun deyim ve kalıplarını<br />

hemen fark ediyorsunuz. Hiç yabancılık<br />

çekmiyorsunuz. Bilhassa<br />

Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra,<br />

adada yaşayan Türkler için zor<br />

günler başlamış. Daha önce kendi<br />

okullarında Türkçe eğitim verebilen<br />

Türklerin okulları kapatılmış, Türkçe<br />

eğitim dönemi bitmiş. Türkler<br />

daha yoğun bir asimile faaliyetine<br />

maruz kalmışlar. İstanköy Müslüman<br />

kültürünü yaşatma amacıyla<br />

kurulan dernek vasıtasıyla yaz<br />

tatilinde iki ay boyunca, İzmir’deki<br />

dernekle kurulan işbirliği sayesinde<br />

çocuklara Türkçe dersi ve folklor<br />

dersi vermek üzere iki öğretmen<br />

görevlendirilmiş.<br />

Her iki camide de mozaik bir<br />

cemaatle karşılaşıyorsunuz.<br />

Türklerin yanı sıra, Pakistan’dan,<br />

Bangladeş’ten, Mısır’dan,<br />

Suriye’den göçmen olarak gelmiş<br />

onlarca Müslüman, cemaate devam<br />

ediyor.<br />

Diğer bir cami, yine şehrin merkezinde<br />

Lonca Camii diye isimlendirilen<br />

Hasan Paşa’nın yaptırdığı<br />

nefi s mimarisiyle küçük bir külliye<br />

tarzında bedestenleri, hamamı,<br />

hanı, şadırvanı olan bir yapı.<br />

Maalesef işyeri olarak kullanılan<br />

bedesten ve hamam dışındaki<br />

yerler, bakımsızlıktan harap olmaya<br />

terk edilmiş durumda. Minaresinde<br />

hasar oluşmuş, pencereleri<br />

dökülmeye başlamış, içyapısında<br />

duvarların yüzü yıpranmış, kapıları<br />

ve merdivenleri tahrip olmuş, mihrabı<br />

ve minberinin yüzü solmuş,<br />

elleri boynuna asılmış bir esir gibi<br />

mahzun ve kederli, yılların ihmaliyle<br />

suskun ve küskün bir cami.<br />

İçine özel izinle girdiğimizde karşılaştığımız<br />

bu manzara içimizi burkuyor,<br />

gözlerimizi buğulandırıyor.<br />

Tahta zeminde dikkatli yürüyoruz,<br />

çünkü çökme tehlikesi var. Ancak<br />

buna rağmen mihrap ve minber<br />

yıkılmadık ayaktayız dercesine<br />

müminleri sabırla bekliyor. Buram<br />

buram Anadolu kokan bir mekân<br />

ve mimariyle karşı karşıyasınız.<br />

Şirin olduğu kadar ferah, ferah<br />

olduğu kadar estetik yapısıyla göz<br />

dolduran Lonca Camii, elinden<br />

tutarak ayağa kaldıracak, yarasını<br />

beresini silecek, gözyaşını dindirecek<br />

şefkatli elleri bekliyor. Caminin<br />

şadırvanının hâli de aynı durumda.<br />

Aralık 2011 - 152 23


24<br />

Çeşmeleri iptal edilmiş, taşlarının<br />

bir kısmı düşmüş, çatısı eğilmiş.<br />

Caminin etrafındaki ve altındaki<br />

bedesten ve medreseler ise envai<br />

çeşit turistik eşya satan işyerleri<br />

olarak kullanılıyor.<br />

Vakıfl ar Yunan hükümetine bağlı<br />

olduğundan gerek buradaki gerek<br />

diğer yerlerdeki bedestenlerin gelirlerinin<br />

çoğu vergi olarak kesiliyor.<br />

Vakıfl arın imarı için harcanmıyor.<br />

Şehirdeki vakıfl ar önceleri iyi yönetilemediği<br />

için, kimi yerler tarumar<br />

olmuş, harap olmuş, kimi yerler<br />

kaybolmuş. Şimdi vakfın başına<br />

bunların farkında olan bir ekip getirilmiş,<br />

ama ellerinde imkân olmadığı<br />

için kalan yerleri imar edemiyorlar.<br />

Türkiye’nin Yunan Hükümetiyle<br />

irtibata geçip, gerekli girişimleri<br />

acilen başlatması gerektiğinde herkes<br />

hemfi kir olmuş durumda.<br />

Adada Hoş Bir Sadâ<br />

Tam bir Anadolu insanı, çilelerin<br />

izi, simasındaki ümidin, neşenin<br />

Aralık 2011 - 152<br />

ve sımsıcak sevgi parıltıların arasında<br />

kaybolmuş fedakâr bir insan<br />

Mehmet (Raşidoğlu) Amca. Hani<br />

bazı insanların iç dünyası yüzüne<br />

yansır, görür görmez hemen ülfet<br />

eder, güven duyar, kırk yıllık<br />

arkadaş gibi bir candan duygular<br />

sezersiniz, işte Mehmet Amca tam<br />

böyle birisi. 1961’de Türkiye’de<br />

<strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanlığı adaya<br />

ilk defa din görevlisi göndermiş.<br />

O sıralarda Mehmet Amca 25 yaş<br />

civarında. <strong>Din</strong>î hayata uzak, camiye<br />

sadece cumalarda gelirse gelen<br />

bir delikanlıymış. Gelen hocalardan<br />

biri öyle bir ezan okudu, kalbime<br />

öyle bir tesir etti ki, insan bir anda<br />

değişir mi, müthiş bir değişim<br />

yaşadım, Allah ve Peygamber<br />

sevgisi kalbime nüfuz etti, Allah’ı<br />

zikrederek, ağlayarak tarlayı tapanı<br />

bırakıp camiye koştum, diyor<br />

Mehmet Amca. Allah aşkından<br />

günlerce başka hiçbir şeyi gözüm<br />

görmez oldu, kendimi dağlara<br />

vuracak oldum, öyle bir coşkunluk<br />

yaşıyordum ki, yolda yürürken<br />

Allah diye vecde gelirdim, diye<br />

ekliyor. Türkler, imamsız kalacağız,<br />

cenazelerimizi kaldıracak kimseyi<br />

dahi bulamayacağız diye endişeye<br />

kapılmışlar. Çocuklarını camiye<br />

teşvik etmeye başlamışlar. İş başa<br />

düştü diyor Mehmet Amca. Cemaatin<br />

onayıyla artık hem imamlık,<br />

hem müezzinlik, hem öğretmenlik<br />

yapmaya başladım, diyor. Her iki<br />

açık olan cami kapanmasın diye<br />

bir cuma Germe Camii’nde diğer<br />

cuma Defterdar Camii’nde, nöbetleşe<br />

namaz kıldırmaya yıllarca<br />

devam ettiğini söyleyen Mehmet<br />

Amca, görevdeyken aynı zamanda<br />

Türk mezarlıklarıyla da ilgilenmiş,<br />

mezarlıkların bakım, onarım işlerini<br />

bizzat kendisi üstlenmiş. Şu anda<br />

mevcut iki Türk Mezarlığı var. Adanın<br />

değişik yerlerinde parça parça<br />

olan mezarlıklar, yerleşim yeri ve<br />

yol yapımı gibi sebeplerle bozulun-


ca kemikler eski mezarlığa taşınıp<br />

toplu olarak gömülmüşler. Yeni<br />

mezarlığa ise, yüzlerce kimi 200<br />

ila 350 yıllık Osmanlı tarzı işlenmiş<br />

mezar taşları getirilip atılmış.<br />

Mezar taşlarını incelerken, yerlere<br />

atılmış, darü’l-fünun mektebinin,<br />

rüştiye mektebinin, limanın ve<br />

Tabakhane Camii diye bir caminin<br />

kitabelerini görüyoruz.<br />

Gençler yoğun iş mevsimine ve<br />

sıcağa rağmen yılmadan derneğe<br />

gelip, Kur’an öğrenme dâhil tüm<br />

faaliyetlere katılıyorlar. Onların bu<br />

heyecanını görünce gözlerinizde<br />

bir ışıltının parladığını hissediyorsunuz.<br />

Gerçekte kat edilecek çok<br />

mesafe var, ama kervan bir kere<br />

yola çıktı mı, ne aşılmadık dağlar<br />

kalır, ne geçilmedik vadiler.<br />

Gidip geldiğimiz yollar üzerinde<br />

karşılaştığımız Türk esnafl arla<br />

ayaküstü hasbihaller yapıyorduk.<br />

Önceleri hiç oruç kaçırmadıklarını,<br />

teravihlere devamlı geldiklerini<br />

söyleyen birçok kardeşimiz, ticari<br />

hasat mevsimi olması ve çok yoğun<br />

çalışma durumunda kalmaları<br />

sebebiyle teravihe gelemediklerini<br />

üzülerek belirtiyorlar.<br />

Defterdar Camii, şehrin merkezinde<br />

olduğundan turistlerin sık uğradığı<br />

bir tarihi mekân. Bodrum’dan günü<br />

birlik gelen Türk ve yabancı turistlerin<br />

de ilk uğrak yerlerinden. Türkçe<br />

konuştuğumuzu duyan vatandaşlarımız,<br />

caminin açık olmasına çok<br />

sevindiklerini, burada faal bir cami<br />

görmenin kendilerini şaşırttığını<br />

söylüyorlar. Yabancı turistlerin ürkek<br />

ve endişeli tavırları dikkatinizi çekiyor.<br />

İçeri davet edip, güler yüzle ilgi<br />

gösterince rahatlıyorlar.<br />

Yandı mı?<br />

İftara gittiğimiz ailelerden biri de<br />

Alilerin ailesi. Levent Hoca anlatıyor.<br />

İftara yakın bir saatte baktım,<br />

Ali terasta uzaktaki arkadaşına<br />

bağırıyor: -Yandı mı? Diye. Arkadaşı<br />

da uzaktan: -Daha yanmadı<br />

diye bağırıyor. Yandı diye heyecanlı<br />

avazı duyunca, Ali başlıyor ezan<br />

okumaya. Terastan karşıda Türkiye<br />

sahillerinde Turgut Reis’teki minarelerin<br />

ışıklarına bakıyorlarmış,<br />

minare yandığında da vakit girdi<br />

diye ada semalarının hasret kaldığı<br />

ezanı aşkla okumaya başlıyor Ali.<br />

Bu manzara karşısında kendimi<br />

tutamadım diyor, Levent Hoca.<br />

Bayram sabahı gelip çatıyor. Bayram<br />

namazına daha önce teravihe<br />

gelemeyen kardeşlerimiz de geldiğinden<br />

cami almıyor. Bayram vaazında<br />

daha çok İslam kardeşliği,<br />

birlik, bütünlük, birbirimize sahip<br />

çıkma konularına ağırlık verdim.<br />

Namazdan sonra adada bulunan<br />

sakal-ı şerif ziyaretini tertip ettik.<br />

Adet üzere namazdan sonra evlere<br />

gidilmeden mezarlığa ziyarete<br />

gittik. Artık ayrılış vakti geldiğinde<br />

Mehmet Amca, boğazına düğümlenen<br />

bir ses tonuyla beni uğurlarken,<br />

gözyaşına hâkim olamadı.<br />

Gemiyle Bodrum’a doğru yola<br />

çıktığımda bir ayda yaşananları<br />

fi lm şeridi gibi gözümden geçirip,<br />

anlatılamayan hislerle adaya veda<br />

ettim.<br />

Aralık 2011 - 152 25


26<br />

Aralık 2011 - 152<br />

gündem<br />

Bir Gurbetçi<br />

ile Söyleşi...<br />

İmam Hüseyin Yaşar<br />

Dachau DİTİB Camii <strong>Din</strong> Görevlisi<br />

Yurt dışındaki çocuklarımıza-gençlerimize tavsiyem odur<br />

ki; ilk önce dillerini ve dinlerini iyice öğrensinler. Örfadetlerini<br />

ve geleneklerini yaşasınlar, unutmasınlar. Tatillerde<br />

imkânlar elverdiğince Türkiye’ye gitsinler, görsünler.<br />

Akrabalarını ziyaret etsinler, tanısınlar. Mutlaka<br />

okusunlar, okusunlar, okusunlar.<br />

Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın<br />

her birisinin acı-tatlı<br />

muhakkak bir hikayesi vardır.<br />

Özellikle gurbetin ilk yıllarında<br />

dinî hayat ile ilgili yaşanan sıkıntıların<br />

hikayesi, diğer çekilen<br />

sıkıntı ve zorlukların üzerine<br />

tabiri caizse tuz biber olmuştur.<br />

O zor anlarda insanı yaşama<br />

bağlayan, moral ve manevî<br />

gücün yoksunluğu, ruhlarda<br />

derin yaralar bırakmıştır. Allah’a<br />

şükürler olsun ki, 2. ve 3. kuşaklar<br />

bu travmayı yaşamadılar.<br />

Şimdi, sayıları bir hayli azalan<br />

ilk jenerasyondan ve Dachau/<br />

Münih DİTİB Camii üyesi ve<br />

cemiyet eski başkanı Mustafa<br />

Denel bey ile geçmiş üzerine<br />

gayet içten ve samimi bir ortamda<br />

yaptığımz söyleşiyi siz<br />

değerli okuyucularımızla paylaşıyoruz.<br />

İlgiyle okuyacağınızı<br />

düşünüyoruz.<br />

Mustafa Bey, bize kendininizi<br />

kısaca tanıtır mısınız?<br />

-Merhaba Hocam. Ben Mustafa<br />

Denel, Aydın Nazilli‘denim. Aslen<br />

Yörüğüm. Emekliyim.


Almanya’ya ilk ne zaman<br />

geldiniz?<br />

-1970’lerin başında geldim<br />

Almanya‘ya. Ama rahmetli babam<br />

daha önce gelmişti.<br />

Rahmetli ilk trene binenlerden<br />

yani.<br />

-Evet aynen öyle.<br />

Gerçi malumu ilam olacak<br />

ama, yine de sormak<br />

istiyorum. Neden geldiniz<br />

Almanya’ya?<br />

-Tabiki gezip-tozmaya gelmedik.<br />

Neden gelinirki Hocam. Fukaralıktan,<br />

yokluktan… Rahmetli<br />

babam yetimdi ve yeni evlenmişti.<br />

Epeyce de borçlanmıştı o<br />

zaman. Bakmış herkes geliyor,<br />

O da atlamış trene. Ekonomik<br />

sıkıntılardan geldik kısacası.<br />

Bu anlamda ne ummuştunuz<br />

ne buldunuz? Yani ekonomik<br />

olarak değdi mi?<br />

-Yaradanıma şükürler olsun,<br />

evlerim de var, bağlarım da var<br />

Türkiye’de. Ama ben burada<br />

kirada oturuyorum. Ne yaman<br />

çelişki değil mi? Bir kaç evin<br />

olacak memlekette, ama burada<br />

kiracı olacaksın. Ne zaman<br />

döneceğiz Allah bilir. Belki de<br />

kendi evimde oturmak hiç nasip<br />

olmayacak. Buradan belki de<br />

tabutumuz gider… (Bir iç çektikten<br />

sonra) Neyse, Rabbim öbür<br />

dünyada ev nasip etsin… Amin.<br />

Size, Almanya’da yabancı,<br />

Türkiye’de ise gurbetçi diyorlar.<br />

Bu konuda neler söylersiniz?<br />

-Evet, malesef öyle oldu Hocam.<br />

Ağlar mısın, güler misin<br />

bu hâlimize? Biz her zaman<br />

üvey evlat olduk. Ne anavatana<br />

ne babavatana sığabildik.<br />

Burada yabancı (Müslüman<br />

Türk), Türkiye’de Alamancı. Aşık<br />

Veysel’in dediği gibi: “Benim<br />

yarim kara topraktır.“ Enindesonunda<br />

asıl yurdumuza gideceğiz,<br />

ne de olsa bizler bu dünyada<br />

misafi riz.<br />

Bu arada Türkiye’deki akrabalarla<br />

ilişkileriniz nasıldı?<br />

Sizlerden beklentileri oldu<br />

mu?<br />

-İlk zamanlar çok iyiydi. Büyüklerimiz<br />

göçüp gitti. Dile kolay<br />

aramıza koskoca 50 yıl, çocuklar,<br />

torunlar ve gurbet girdi. İster istemez<br />

zamanla ilişkiler soğudu.<br />

Tabiki ihtiyacı olarlara yardım<br />

ettik. Tarlalarımızı, evlerimizi<br />

kullandılar. Hayır dediğimiz<br />

zamanlarda ne yazık ki, akrabalarla<br />

aramız açıldı, küstüler… Ne<br />

yapalım hayat işte devam edip<br />

gidiyor.<br />

Geldiğiniz dönemde dinî<br />

hayat nasıldı, bulunduğunuz<br />

çevre itibarıyla. Mesela<br />

cuma ve bayram namazlarını<br />

kılma imkanınız oldu mu?<br />

-Hocam yaramıza tuz bastınız bu<br />

soruyla. İlk geldiğimiz zamanlar<br />

dinî hayatımız diye bir şey yoktu.<br />

Dil bilmiyor, yol bilmiyorduk.<br />

Herkes ayrı yerlerde çalışıyor,<br />

ayrı yerlerde kalıyordu. Ara sıra<br />

arkadaşlarla, hemşehrilerle tatil<br />

günlerinde barlarda, gazinolarda<br />

ya da işçi yurtlarında biraraya<br />

gelirdik, konuşurduk, sohbet<br />

ederdik, kısacası hasret giderirdik.<br />

Memleketten gelen mektupları<br />

göz yaşları içinde okurduk,<br />

dertlerimizi paylaşırdık. Sonraları<br />

yavaş, yavaş Müslümanlığımız<br />

aklımıza geldi. Cumayı, ramazanı,<br />

bayramı düşünmeye başladık.<br />

Dachau‘da papazdan müsaade<br />

aldık, kilisenin salonunda<br />

Aralık 2011 - 152 27


28<br />

seneler sonra teravihlerimizi,<br />

cumalarımızı kılmaya başladık.<br />

Allah’a şükür papazın sayesinde<br />

de olsa şöyle bir kendimize geldik.<br />

Yani manevî yönden toparlandık,<br />

ferahlandık…<br />

Hocanız kimdi, Türkiye’den<br />

mi gelmişti?<br />

-Hayır, hayır. O zamanlar<br />

Türkiye’den hoca fi lan geldiği<br />

yok. Arkadaşlardan birisi namazlarımızı<br />

kıldırıyordu. Biraz köyündeki<br />

hocadan biraz anne-babasından<br />

bir şeyler öğrenmiş bir<br />

arkadaşımızdı. İçimizde duaları<br />

en iyi o biliyordu... <strong>Din</strong>î yönden<br />

bilgisi vardı yani…<br />

Peki, o zaman ile şimdiki<br />

durumu kıyaslamak gerekirse,<br />

neler söylersiniz?<br />

-Şimdi şükürler olsun. Her şehirde<br />

camilerimiz var. Bazı küçük<br />

yerlerde bile iki-üç tane var.<br />

Diğer sivil toplum kuruluşlarını<br />

da saysak her adım başı bir cemiyetimiz<br />

var maşallah. Geçmişle<br />

kıyaslanmaz yani…<br />

Çocuklar ve torunları arzuladığınız<br />

şekilde onları<br />

yetiştirebildiniz mi? Farklı<br />

bir kültür ortamını teneffüs<br />

etmeleri sebebiyle aranızda<br />

kuşaklar arası anlaşmazlık<br />

oluyur mu?<br />

-İnsanın her istediği şey malesef<br />

gerçekleşmiyor. Mesela isterdim<br />

ki, hepsi okusun. Ancak bir tanesi<br />

üniversiteyi bitirebildi. Şimdi<br />

hepsi evli barklı, çalışıyorlar.<br />

Torunlar da okula gidiyor, tabii<br />

ki gönül hepsinin yüksek tahsil<br />

yapmasını istiyor, inşallah okurlar.<br />

Zaten onlar için buradayım.<br />

Çocuklarımla aramızda Allah’a<br />

şükür hiçbir sorun, anlaşmazlık<br />

yok. Zamanında hepsini camiye<br />

Kur’an kursuna gönderdim. <strong>Din</strong>lerini,<br />

Kur’an’larını öğrendiler. Bu<br />

Aralık 2011 - 152<br />

konuda şimdi Türkiye’ye dönen<br />

değerli hocalarımızdan -Allah<br />

hepsinden razı olsun- emekleri<br />

çok üzerimizde. Çocuklarımız<br />

şu anda caminin yolunu biliyorlarsa<br />

ve namazlarını kılıyorlarsa<br />

bunu hocalarımıza borçluyuz.<br />

Bazen düşünüyorum da, bence<br />

bu dünyada en büyük kazancım<br />

bu oldu. Burası Türkiye gibi<br />

değil sevgili hocam. Çocukların<br />

manevî yönden çok iyi yetiştirilmesi<br />

gerekiyor, hiç ihmalkârlığa<br />

gelmez, yoksa Allah korusun<br />

ipin ucunu bir kaçırdın mı artık<br />

onları tekrar yuvaya döndürmek<br />

çok zor… Üzülüyorum bazı gençlerimizin<br />

sorumsuz davranışlarını,<br />

millî ve manevî değerlerimize<br />

yabancılaştığını gördüğümde.<br />

Ama çocukları suçlamıyorum,<br />

onların yetiştirilmesinde kayıtsız<br />

ve duyarsız davranan ebeveynler<br />

suçlu kanaatimce…<br />

Cami derneğiniz ne zaman<br />

faaliyete geçti?<br />

-DİTİB’e bağlı olan cemiyetimizi<br />

10-15 arkadaş bir araya gelerek<br />

1984 yılında, bir daire kiralamak<br />

suretiyle açtık. Sonra mülkiyetini<br />

aldık, Allah’a hamd olsun.<br />

Yapılan bazı tadilat ve eklerle bu<br />

zamana kadar geldik. Ama şimdi<br />

burası artık bize yetmiyor. Çevre<br />

köylerle birlikte 5 bin civarında<br />

Türk vatandaşı yaşıyor. Özellikle<br />

bayramlar da bize dar geliyor.<br />

Allah kerim, inşallah daha nice<br />

güzel hizmetleri bize nasip eder.<br />

Peki sizin için cami, din görevlisi,<br />

<strong>Diyanet</strong> ne anlama<br />

geliyor? Bu hususta eleştirileriniz<br />

veya beklentileriniz<br />

var mı?<br />

-Bizim için cami her şeydir hocam.<br />

Tabiri caizse ekmek- su<br />

gibidir. Yani cami yoksa biz de<br />

yokuz demek. Çünkü camilerin<br />

sayesinde ancak dinimizi, millîmanevî<br />

değerlerimizi, gelenek<br />

ve örf adetlerimizi yaşıyor, yaşatabiliyoruz.<br />

Şunu açıkça söyleyeyim,<br />

eğer bu camiler olmazsa,<br />

üçüncü nesilden sonraki nesilde<br />

ne Müslümanlık ne de Türklük<br />

kalır. Tabi cami olupta içinde<br />

hoca yoksa, yaptığın masrafl ar<br />

boşa gider. Çünkü hocalar hem<br />

bizim hem de çocuklarımızın<br />

manevî babalarıdır. Her cami<br />

hocasıyla güzeldir. Allah <strong>Diyanet</strong>imizden,<br />

Devletimizden razı<br />

olsun, camimiz açıldığından beri<br />

bize din görevlisi gönderiyor.<br />

Biz de elemizden geldiği kadar<br />

hocalarımıza mahçup olmamaya<br />

çalışıyoruz, inşallah bizden<br />

memnunlardır…<br />

Gelecekle ilgili düşünceleriniz,<br />

umutlarınız nelerdir?<br />

Artık gurbetçi demeyelim,<br />

burada kalıcı olan vatandaşlarımıza,<br />

özellikle gençlerimize-çocuklarımıza<br />

bir<br />

tavsiyeniz var mı?<br />

-Ben hiçbir zaman ümidimi yitirmem.<br />

Karamsar biri değilim.<br />

Evvel Allah gelecekten de ümitliyim.<br />

Yurt dışındaki çocuklarımıza-gençlerimize<br />

tavsiyem odur<br />

ki; ilk önce dillerini ve dinlerini<br />

iyice öğrensinler. Örf-adetlerini<br />

ve geleneklerini yaşasınlar,<br />

unutmasınlar. Tatillerde imkânlar<br />

elverdiğince Türkiye’ye gitsinler,<br />

görsünler. Akrabalarını ziyaret<br />

etsinler, tanısınlar. Mutlaka okusunlar,<br />

okusunlar, okusunlar.<br />

Üniversiteye gitsinler, yüksek<br />

tahsil yapsınlar ve geleceğe çok<br />

iyi hazırlansınlar. Allah yar ve<br />

yardımcıları olsun.<br />

Bu güzel söyleşi için size<br />

teşekkür ediyorum.<br />

-Ben de size teşekkür ederim<br />

hocam.


“Emanet”, Kur’an<br />

ve hadiste yer<br />

verilen, dinî,<br />

ahlakî, bireysel ve<br />

toplumsal kuralları<br />

içine alan ve<br />

kısaca gerek Rabbimizle<br />

ve gerekse<br />

birlikte yaşadığımız<br />

insanlarla ilgili<br />

sorumluluklarımızı<br />

ifade eden kapsamlı<br />

ve de temel<br />

bir kavramdır.<br />

din-düşünce-yorum<br />

Emanete Ehil Olmak<br />

ve Emaneti Ehline<br />

Vermek<br />

Mustafa Güney<br />

<strong>Din</strong> <strong>İşleri</strong> Yüksek Kurulu Uzmanı<br />

Dünyada başarı, adalet ve huzurun<br />

yolu ‘‘emanete ehil olmak’’<br />

ve ‘‘emaneti ehline vermek’’ten<br />

geçer. İnsanlık tarihine baktığımızda<br />

emanetlerin ehline verildiği ve<br />

adaletin titizlikle yerine getirildiği<br />

zamanlarda, büyük başarılar elde<br />

edilmiş, bireyler ve toplumlar huzur<br />

bulmuş; emanete hıyânetler<br />

ve böylece meydana gelen haksızlıklar<br />

ise başarısızlıkların, huzursuzlukların<br />

ve kavgaların ana<br />

sebepleri arasında yer almıştır.<br />

Yüce kitabımız Kur’an’da: “Allah<br />

size, emanetleri mutlaka ehline<br />

vermenizi ve insanlar arasında<br />

hükmettiğiniz zaman adaletle<br />

hükmetmenizi emrediyor. Doğrusu<br />

Allah, bununla size ne güzel öğüt<br />

veriyor! Şüphesiz ki Allah, hakkıyla<br />

işitendir, hakkıyla görendir.”<br />

(Nisâ, 58) buyrulmaktadır.<br />

Ayet, dolaylı olarak biz Müslüman-<br />

lara öncelikle emanete ehil olmamızı;<br />

emanetleri verme yetkisine<br />

sahip olanlara da emaneti ehline<br />

vermelerini emretmektedir.<br />

“Emanet”, Kur’an ve hadiste yer<br />

verilen, dinî, ahlakî, bireysel ve<br />

toplumsal kuralları içine alan ve<br />

kısaca gerek Rabbimizle ve gerekse<br />

birlikte yaşadığımız insanlarla<br />

ilgili sorumluluklarımızı ifade eden<br />

kapsamlı ve de temel bir kavramdır.<br />

Bu yazımızda emanetin “insanlarla<br />

ilgili hizmetleri en iyi şekilde<br />

yerine getirme ve ehline verme”<br />

yönüne dikkatleri çekmeye çalışacağız.<br />

Kişinin kendisine verilen maddîmanevî<br />

her şey emanet olduğu<br />

gibi; hüner/yetenek gerektiren<br />

ve topluma/bireylere hizmet için<br />

kullanılan ve geçim yolları olan<br />

meslekler ile kamunun hizmet<br />

Aralık 2011 - 152 29


30<br />

makamları olan her çeşit görevler<br />

de birer emanettir.<br />

1. Emanete Ehil Olmak<br />

Kamu hizmetlerini yürütecek,<br />

toplumun ihtiyaçlarını karşılamak<br />

üzere resmî ya da özel<br />

kurumlarda görev alacak meslek<br />

erbabının iyi yetişmeleri ve<br />

yetiştirilmeleri “emanete ehil<br />

olma”nın ilk ve temel şartıdır.<br />

“Gözlerimizi aydınlatacak” (Furkan,<br />

74) bir nesil olmaları için çocuklarımıza<br />

sevgi ve şefkat göstermemiz,<br />

maddî ihtiyaçlarını helal<br />

yollarla gücümüz nispetinde<br />

en güzel şekilde karşılamamız<br />

ve eğitimlerini “yeteneklerine<br />

göre” yaptırmamız başta gelen<br />

görevimizdir. Çocuklarımızın bu<br />

görevlere hazırlanmaları, meslek,<br />

sanat ve hüner sahibi olabilmeleri;<br />

yapılması gerekenleri<br />

“zamanında ve doğru şekilde”<br />

yapmamızla sıkı sıkıya bağlıdır.<br />

Unutmayalım ki, “ağaç yaş iken<br />

eğilir.”<br />

O hâlde çocuklarımızın hangi<br />

mesleğe yetenekleri varsa o<br />

alana yönlendirilmeleri, seçtikleri<br />

alanlarda uzmanlaşmaları ve<br />

neticede resmî-özel kurumlarda<br />

Aralık 2011 - 152<br />

görev alabilmeleri için ailelerin<br />

ve eğitim kurumlarımızın birlikte<br />

değerlendirip yol haritası hazırlamaları<br />

gerekir.<br />

Zamanında yeteneklerine göre<br />

yönlendirilmiş ve gerekli eğitimi<br />

almış yetişkinlerin üstlendikleri<br />

görevleri, topluma verdikleri<br />

hizmetleri emanet bilinciyle,<br />

Allah’ın en şerefl i varlığı olan<br />

insanların ihtiyaçlarını karşılamak<br />

ve O’nun rızasını kazanmak<br />

için yapmaları da emanete ehil<br />

olmalarının bir diğer şartıdır.<br />

Emanete ehil olmanın diğer<br />

önemli bir şartı ise, kişilerin<br />

herhangi bir mesleği yapmaya<br />

başladıktan sonra bu görevin<br />

gerektirdiği yenilikleri yakından<br />

takip ederek kendilerini daima<br />

geliştirmeye, “en iyi” hizmeti<br />

sunmaya ve “en kaliteli üretimi”<br />

yapmaya gayret etmeleridir.<br />

Çünkü “İhsan” kavramının,<br />

“Allah’a onu görüyormuşsun gibi<br />

kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan<br />

da O, seni mutlaka<br />

görüyor.” (Buhârî, İmân, 36; Müslim,<br />

İmân,1,5) şeklindeki anlamının<br />

yanında, bir de “İtkân/bir Müslümanın<br />

ibadetler başta olmak<br />

üzere, yaptığı her meşru işi en<br />

güzel şekilde yapması” anlamı<br />

vardır. Bir başka rivayette de:<br />

“Allah, sizden birinizin yaptığı işi,<br />

sağlam ve iyi yapmasından hoşnut<br />

olur.” buyrulmuştur (Taberânî,<br />

el-Mu’cemü’l-Evsat, 1/275; Beyhakî,<br />

Şuabü’l-Îmân, 4/334)<br />

Buna göre işini, mesleğini veya<br />

görevini ilgilendiren her hususta<br />

bu gününün, dünden daha ileri<br />

olması bir Müslümanın hedefi<br />

olmalıdır. İki günü birbirine denk<br />

olmamalı, her gününü bir önceki<br />

güne göre daha ileriye götürmeye,<br />

alanında uzmanlaşmaya,<br />

bilgi ve tecrübe birikimlerini<br />

artırmaya, günün ve geleceğin<br />

ihtiyaçlarını dikkate alarak bilim<br />

ve teknolojiyi en iyi şekilde kullanmaya<br />

çalışmalıdır. Kısacası<br />

“tâlip/isteyen” değil, “matlûp/<br />

istenen-aranan”, işinin ve mesleğinin<br />

uzmanı bir kişi olmaya<br />

gayret etmelidir. Bu konuda<br />

Abdullah İbni Mes’ûd (r.a.)’un<br />

şu tavsiyesine kulak verilmelidir:<br />

“İlme sarılın. Çünkü hiç biriniz<br />

insanların size ne zaman ihtiyaç<br />

duyacaklarını bilemez.” (Bkz. Ebu-<br />

bekir er-Razi, Muhtâru’s-Sıhah, “H.L.L.”<br />

Maddesi)<br />

Bununla birlikte; yeterli ve yetenekli<br />

olsa bile kendisine bir talep<br />

gelmeden kamuda, özellikle<br />

idari görevlere talip olmamak,<br />

bu görevlere gelmek için hırs<br />

göstermemek, ısrarcı olmamak,<br />

etkili ve yetkili kişileri devreye<br />

sokmamak, hiç kimsenin eşiğini<br />

aşındırmamak ve yüzsuyu<br />

dökmemek de bir Müslümanın<br />

ana ilkesi olmalıdır. Çünkü yetki<br />

kullanılan ve hizmete tahsisli<br />

imkânlara sahip birtakım görevler,<br />

sırf makamı, imkânları<br />

ve itibarı için yüklenilemeyecek<br />

kadar ağır bir sorumluluktur.<br />

İnsanın hakkını veremeyeceği<br />

bir görevi hırsla talep etmesinin<br />

pişmanlık sebebi olacağını


Peygamber Efendimiz (s.a.s.)<br />

şöyle haber vermektedir: “Siz<br />

memuriyet alma hususunda pek<br />

hırslı davranacaksınız. Hâlbuki<br />

(elde etmek için) çırpındığınız o<br />

vazîfe, kıyamet gününde bir pişmanlık<br />

sebebi olacaktır.” (Buhârî,<br />

Ahkâm 7; Nesâî, Kudât, 5)<br />

Peygamber Efendimiz (s.a.s.)’in,<br />

insanda bulunan mal ve makam<br />

düşkünlüğü ve bu imkânları<br />

keyfi tasarrufu için kullanmasının,<br />

ahiretimiz için ne kadar<br />

tehlikeli olduğuna dair dikkatlerimizi<br />

çektiği bir uyarısı da<br />

şöyledir: “Bir koyun sürüsünün<br />

içine salıverilmiş iki aç kurdun,<br />

o sürüye verdiği zarar, mala ve<br />

mevkiye düşkün bir adamın dinine<br />

verdiği zarardan daha büyük<br />

değildir.” (Tirmizî, Zühd, 30)<br />

Ebû Zer (r.a.) birgün, “Yâ<br />

Rasûlallah! Beni vali tayin eder<br />

misin?” diyerek istekte bulunmuş,<br />

Allah Rasûlü (s.a.s.) ise<br />

bunun üzerine eli ile omuzuna<br />

vurarak şöyle karşılık vermiştir:<br />

“Ey Ebû Zer! Sen (idarecilik<br />

bakımından) zayıf bir adamsın.<br />

İstediğin görev ise büyük<br />

bir emanettir. Bu emaneti ehil<br />

olarak alan ve üzerine düşeni<br />

yapanlar müstesna, aslında<br />

bu vazife kıyamet gününde bir<br />

rezillik ve pişmanlıktır.” (Müslim,<br />

İmâre, 16) buyurmuştur.<br />

Allâh’ın Rasûlü (s.a.s.) “Ebû<br />

Zer’den daha doğru olanı ne<br />

gök gölgelendirmiş ne de yeryüzü<br />

üzerinde taşımıştır.” (Tirmizî,<br />

Menâkıb, 35) buyurmasına ve onun<br />

ahlakını, karakterini ve dünyaya<br />

hiç değer vermeyişini çok iyi bilmesine<br />

rağmen, istediği göreve<br />

tayin etmemiştir. Zîra nice faziletli<br />

kişiler vardır ki, yöneticilik<br />

yetenekleri yoktur.<br />

Sınavla ya da yetki sahibi makamlarca<br />

ehil görülerek bir<br />

göreve getirilen Müslüman<br />

ise canla-başla en iyi hizmeti<br />

vermek için çalışmalıdır. Çünkü<br />

talip olmadığı hâlde bir makama<br />

getirilen ve samimiyetle gayret<br />

gösteren kimselere Allah Teâlâ<br />

yardım eder. Bu konuya işaret<br />

eden Peygamberimiz (s.a.s.),<br />

Abdurrahman bin Semüre<br />

(r.a.)’ye şu tavsiyede bulunmuştur:<br />

“Ey Abdurrahman! Emirliğe/<br />

yöneticiliğe talip olma! Eğer<br />

senin isteğin üzerine sana ida-<br />

recilik verilirse, istediğin şeyin<br />

sorumluluğu sana yüklenir. Eğer<br />

sen isteklisi olmadan o görev<br />

sana verilirse, o işte yardım görürsün.”<br />

(Buhârî, Ahkâm, 5-6; Müslim,<br />

İmâre, 13)<br />

Böyle bir durumda gerekli nitelikleri<br />

taşıyan kimselerin verilecek<br />

görevden kaçmamaları ve<br />

hizmete koşmaları da gerekir.<br />

Çünkü bu hizmetlerin ehil kişiler<br />

tarafından yerine getirilmesi<br />

de şiddetli bir ihtiyaçtır. Ayrıca<br />

üstlendiği görevi hakkıyla yerine<br />

getirenlere de büyük mükafatlar<br />

vardır. Başka bir gölgenin bulunmadığı<br />

Kıyamet gününde Allah<br />

Teâlâ’nın, arşının gölgesinde<br />

barındıracağı, himayesine alacağı<br />

müstesna insanlardan biri<br />

de “Adil devlet başkanı” (Buhârî,<br />

Zekât 16; Müslim, Zekât, 91) ve derece<br />

derece kamu adına yetki kullanma<br />

görevini elinde bulunduran<br />

kişilerdir.<br />

2. Emaneti Ehline Vermek<br />

Emanet olan her türlü görevin<br />

“o emanete ehil” insanlara verilmesi<br />

de ayrı ve çok önemli başka<br />

bir emanettir. Özellikle kamu<br />

adına emaneti ehline verme<br />

yetkisini elinde bulunduran her<br />

seviyedeki yetkililer, bu konuda<br />

çok adaletli davranmalı, emaneti<br />

emin ellere teslim etmek için<br />

çok ciddi gayret ve dikkat içinde<br />

olmalıdırlar.<br />

Bu hususta yetki sahiplerine düşen<br />

en büyük sorumluluk; “Bu<br />

görevi en iyi kim yapabilir?”, “Bu<br />

görevin ehli kimdir?” veya “yeterli<br />

bilgi ve birikime sahip mi?”<br />

diye araştırıp sormak ve en yetenekli<br />

kişileri en uygun makam<br />

ve mevkilere getirmektir. Allah<br />

Rasûlü (s.a.s.), kendisinden<br />

herhangi bir görev istememiş<br />

olan Ebû Mûsâ el-Eş’arî (r.a.)’yi<br />

Yemen’e vali tayin etmiştir. (Müslim,<br />

İmare, 15) O kendisi göreve<br />

Aralık 2011 - 152 31


32<br />

Kamuda veya serbest hayatta her ne görev üstlenmişsek, işimizin ehli olmaya ve o<br />

işi severek en güzel şekilde yapmaya çalışmamız, birtakım görevlere gelebilmek için<br />

hırs göstermememiz gerekir. Yetki sahiplerinin ise emaneti ehline verirken çok dikkat<br />

etmeleri, sağlıklı bir toplumun kurulması için zorunluluk arz etmektedir.<br />

talip olmamış, fakat Peygamberimiz<br />

(s.a.s.) onda tespit ettiği<br />

yeteneğe dayanarak ve ehil<br />

görerek kendisine bu görevi<br />

yüklemiştir.<br />

İnsanların bu tür görevleri istemeleri<br />

konusunda sergiledikleri<br />

hırs, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in<br />

bu konuda izlediği yol ve ortaya<br />

koyduğu örneklik ile ilgili olarak,<br />

Ebû Mûsâ el-Eş’arî (r.a.) şu<br />

olayı anlatmaktadır: Amcamın<br />

oğullarından ikisiyle Allah Rasûlü<br />

(s.a.s.)’nün huzuruna girmiştim.<br />

Onlardan biri: “Ya Rasûlallah!<br />

Yönetimini Cenâb-ı Hakk’ın sana<br />

verdiği görevlerden birine bizi<br />

yönetici tayin et!” dedi. Öteki de<br />

benzeri bir şey söyledi. Bunun<br />

üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.)<br />

şöyle buyurdu: “Vallâhi biz, talip<br />

olanı veya vazife hırsı bulunanı<br />

Aralık 2011 - 152<br />

yönetici yapmıyoruz!” (Buhârî,<br />

Ahkâm, 7; Müslim, İmâre, 14-15)<br />

Konuyla ilgili ayetlerde “emanete<br />

riâyet”, müminlerin başlıca<br />

erdemleri arasında zikredilmektedir.<br />

(Mü’minûn, 8; Meâric, 32) Bunun<br />

aksine davranmak ise “hıyânet/<br />

emaneti yerine getirmeme” (Enfal,<br />

27, 58) olarak nitelenmekte,<br />

müminlerin bunlardan şiddetle<br />

kaçınmaları istenmektedir.<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.) de<br />

“emanete hıyânet” etmeyi münafıklık<br />

alametleri arasında saymıştır:<br />

“Münafığın alameti üçtür:<br />

Konuşunca yalan söyler, söz<br />

verince sözünden cayar, kendisine<br />

bir şey emanet edildiğinde<br />

hıyanet eder.” (Buhârî, Îmân 23;<br />

Müslim, Îmân 107-108) “Emanet zayi<br />

olduğunda (ehil olmayana verildiğinde)<br />

kıyameti bekle.” (Buhârî,<br />

İlim, 2) anlamındaki hadisleri de,<br />

hangi türden olursa olsun emanete<br />

hıyanetin yaygınlaşması<br />

ve güvenin ortadan kalkmasının<br />

toplumsal bir felaket olduğunu<br />

bildirmektedir.<br />

Sonuç olarak; kamuda veya<br />

serbest hayatta her ne görev<br />

üstlenmişsek, işimizin ehli olmaya<br />

ve o işi severek en güzel şekilde<br />

yapmaya çalışmamız, birtakım<br />

görevlere gelebilmek için hırs<br />

göstermememiz gerekir. Yetki<br />

sahiplerinin ise emaneti ehline<br />

verirken çok dikkat etmeleri, sağlıklı<br />

bir toplumun kurulması için<br />

zorunluluk arz etmektedir. Böylece<br />

hem bu yetki sahipleri kıyamet<br />

gününde Allah Teâlâ’nın arşının<br />

gölgesinde barınacaklar, hem de<br />

görev alanlar uhrevi sorumluluktan<br />

kurtulmuş olacaklardır.


Üç şeyin geri<br />

dönüşü yoktur:<br />

“Geçen gün, ağızdan<br />

çıkan söz<br />

ve yaydan çıkan<br />

ok.” Geçmiş, ibret<br />

almak içindir. Şu<br />

anda, ertelemeden,<br />

ihmal etmeden<br />

ne yapılması<br />

gerekiyorsa o yapılmalıdır.<br />

din-düşünce-yorum<br />

Geçmişle Gelecek<br />

Arasında Yerimiz<br />

Mukadder Arif Yüksel<br />

Bayat Müftüsü<br />

Zaman, kesintisiz anlardan oluşur.<br />

Zamanla mukayyet olan hayatımız<br />

da müşahede ettiğimiz anların bir<br />

bölümünde yer alır. İçinde bulunduğumuz<br />

şartlar, geçmişin eseridir ve<br />

atalarımızdan bize miras kalmıştır.<br />

Bu mirasın, bizden sonraki nesle<br />

nasıl tevarüs edeceği ise yapıp<br />

ettiklerimize göre bir mahiyet kazanacaktır.<br />

Üç şeyin geri dönüşü yoktur: “Geçen<br />

gün, ağızdan çıkan söz ve yaydan<br />

çıkan ok.” Geçmiş, ibret almak<br />

içindir. Şu anda, ertelemeden,<br />

ihmal etmeden ne yapılması gerekiyorsa<br />

o yapılmalıdır. Bu günün<br />

işini yarına bırakanlar ve yapmakla<br />

yükümlü olduğu işleri erteleyenler,<br />

ertelenen günleri yaşamış sayılmazlar.<br />

İşini ertelemeyi alışkanlık hâline<br />

getirenler, son tahlilde hayatını da<br />

ertelemiş sayılırlar.<br />

Dünün itibarı, onu kuran asillere<br />

aittir. Atalarımızdan tevarüs<br />

ettiğimiz asalet, bizim için hazır<br />

ve zengin bir sermaye gibi işlev<br />

görebilir ancak bu sermayenin iyi<br />

kullanılamaması da bizi miras yedi<br />

konumuna düşürecektir. “Geçmişe<br />

mazi derler.” diyerek dünü<br />

önemsemeyenler, bugüne sermaye<br />

olarak mirası da babaları ile birlikte<br />

mezara gömmüş olurlar. Geçmişe,<br />

insanlığın manevi mirasını korumak<br />

için sahip çıkarız, harabe bekçiliği<br />

yapmak için değil. Yahya Kemal,<br />

geçmişi özlemle andığı için devrinin<br />

bazı düşünürleri tarafından harabati<br />

(enkazla uğraşan kişi) olarak<br />

nitelendirilmiş. Bu nitelemeye karşı<br />

büyük şair şu tarihi cevabı verir:<br />

Ne harabiyim ne harabati<br />

Kökü geçmişte olan atiyim.<br />

Taşıdığımız soy isim, mensup<br />

olduğumuz aileye ve kabileye delalet<br />

eder. Tanıştığımız kimselerle<br />

isminden sonra nereli ve kimlerden<br />

olduğunu sorarak hakkında kanaat<br />

sahibi olmaya çalışırız. Bunun için<br />

birçok kimse temiz bir geçmiş ve<br />

soylu bir aile ile anılmak ister.<br />

Tarih sürecinde ilimde, siyasette,<br />

Aralık 2011 - 152 33


34<br />

sanatta ve zanaatta iz bırakmış<br />

kimselerin çoğunlukta soylu bir<br />

aileden geldiği ve iyi bir eğitim<br />

aldığı görülür. Bu durum, bireye<br />

ailenin ve ailenin geçmişten geleceğe<br />

tevarüs ettiği geleneğin<br />

sağladığı bir avantajdır. Öte yandan<br />

servetin, bir ailenin elinde en<br />

fazla dört yüz yıl kaldığı ve daha<br />

sonra el değiştirdiği gözlemlenmiştir.<br />

Bu da, uzun süre devam<br />

eden refahın yol açtığı rehavet<br />

dolayısı ile geleceğe hazırlıksız<br />

girenlere geleceğin kestiği bir<br />

cezadır.<br />

Bazen sıradan bir ailede parlak<br />

zekalı bir çocuğun, aklı, yeteneği<br />

ve sistemli çalışması ile sosyal<br />

hayatta hızla yükseldiğine şahit<br />

oluruz.<br />

Bir ağacın kökü ve gövdesi geçmişi,<br />

dalları, yaprağı ve meyvesi<br />

şu anı, meyve içindeki çekirdek<br />

ise geleceği sembolize eder. Bir<br />

meyve çekirdeğinin ağaç olup<br />

meyve vermesi için onlarca yıl<br />

geçmesi gerekir. Atalarımızın dik-<br />

Aralık 2011 - 152<br />

tiği meyve fi danlarının semeresini<br />

biz yiyoruz. Gelecek neslin meyve<br />

yiyebilmesi için, bizim de meyve<br />

dikimine devam etmemiz gerekiyor.<br />

Meyve ağacı örneğinden<br />

hareketle hayatın her alanı için<br />

bu uygulamanın zaruri olduğu<br />

aşikardır. Öte yandan meyve vermeyen<br />

ağaç gibi verimli olmayan<br />

ve üretmeyen kişi ve toplumların<br />

da orta ve uzun vadede yokluğa<br />

mahkum olması kaçınılmazdır.<br />

İftihar edeceğiniz bir geçmişe<br />

sahip olup olmadığınızı anlamak<br />

için şu an içinde bulunduğunuz<br />

duruma bakınız. Çünkü sizi bugüne<br />

dün ve daha önceki zamanlarda<br />

yaptıklarınız getirdi. Yarınınızın<br />

nasıl olacağını da merak ediyorsanız<br />

yine bugüne bakacaksınız.<br />

Çünkü bugünlerde yaptıklarınız<br />

sizi yarına hazırlıyor.<br />

“At ölür meydan kalır, yiğit ölür<br />

şan kalır.” “Eser de müessiri ile<br />

anılır.” Eğer gelecekte adımız eserimizle<br />

anılacaksa şu anda tıbben<br />

ölmemizin fazlaca bir önemi yok.<br />

Eğer bin yıl sonrası esamemiz<br />

okunmayacaksa, o günün insanları<br />

açısından bizim bir zamanlar<br />

yaşamış olmamızın her hangi bir<br />

ehemmiyeti yok.<br />

“Söz uçar yazı kalır.” Bugünün<br />

mürekkep yalamış kültürlü ve<br />

erdemli yetişkinleri, yayınladıkları<br />

kitap, dergi, gazete ve web sayfalarıyla,<br />

öğretmenler eğitimleri<br />

ile yarının toplumunu bir mühendis<br />

gibi projelendirip mimar<br />

gibi şekillendirmeye çalışıyorlar.<br />

Tarihe not düşen mütefekkirler<br />

ve sanatkârların eserleri zihnimizi<br />

süslerken, sohbeti ve nidası<br />

dinlenir hocaların hoş sedaları da<br />

kulaklarımızda yankılanıyor. Bu<br />

gerçeğe işaret eden Bâkî şöyle<br />

demiştir:<br />

Âvâzeyi bu âlemde Davut gibi sal<br />

Bâkî kalan bu kubbede hoş bir<br />

sada imiş.<br />

Kur’an’da, yeryüzünün dolaşılması,<br />

tarihin ve geçmiş milletlerin<br />

incelenmesi ve ibret alınması<br />

emredilmiştir:


Atalarımızın diktiği meyve fi danlarının semeresini biz yiyoruz.<br />

Gelecek neslin meyve yiyebilmesi için, bizim de<br />

meyve dikimine devam etmemiz gerekiyor.<br />

“Sizden önce nice (milletler<br />

hakkında) ilahî kanunlar gelip<br />

geçmiştir. Onun için, yeryüzünde<br />

gezip dolaşın da (Allah’ın ayetlerini)<br />

yalan sayanların akibeti ne<br />

olmuş, görün!” (Fatır, 44) M. Hamdi<br />

Yazır; bu ayet, Allah’ın ilginç yaratıkların<br />

görmeyi görkemli yerleri<br />

ziyaret etmeyi ve tarih kitabını<br />

okumayı tecviz ediyor, çünkü<br />

bunlar, âlemin seyrini ve geçmiş<br />

milletlerin üzerinde cereyan<br />

eden durumları bilmeye yarar.”<br />

demektedir. (Yazır, M. Hamdi Elmalılı,<br />

Hak <strong>Din</strong>i Kur’an Dili, Eser neş. İstanbul-1971,<br />

s.II/11/1179-1180)<br />

Tarih, Allah’ın değişmez bir yasa<br />

olarak koyduğu (Ahzab, 62) sünne-<br />

tullaha göre oluşmaktadır. Tarih,<br />

toplumun tecrübesi ve ortak belleğidir.<br />

Tarih tekerrür eder ama<br />

tarihte kötü bir tecrübe olarak iz<br />

bırakan olayların tekrar etmemesi<br />

için tedbir alınması ve tarihe ibret<br />

nazarı ile bakılması gerekir.<br />

İbn-i Haldun, geçmiş geleceğe,<br />

suyun suya benzemesi gibi benzer,<br />

diyor. Çünkü zaman ve mekan<br />

değişse de insan fıtratı daima<br />

benzer davranışları sergiler. İbn-i<br />

Haldun, tarih sahnesinde arz-i<br />

endam etmiş toplum ve medeniyetleri<br />

bir insan ömrüne benzetir.<br />

Toplumlar da insan gibi doğar,<br />

çocukluk, gençlik, yaşlılık evresinden<br />

geçer ve ölürler.<br />

Peki biz bu güne nasıl geldik? Ya<br />

da biz neden böyleyiz de hayalini<br />

kurduğumuz ve çok arzu ettiğimiz<br />

gibi değiliz? Cevap oldukça basittir.<br />

“Ne ekersen onu biçersin”,<br />

“İnsan için ancak çalıştığı kadarı<br />

vardır.” (Necm, 39)<br />

Allah’ın iman edip salih amel işleyenleri<br />

yeryüzünde üstün kılacağına<br />

dair sözü vardır.<br />

“Allah içinizden iman edenlere ve<br />

salih amellerde bulunanlara vaat<br />

etmiştir. Hiç şüphesiz onlardan<br />

öncekileri nasıl “güç ve iktidar<br />

sahibi” kıldıysa, onları da yeryüzünde<br />

“güç ve iktidar sahibi” kılacak,<br />

kendileri için seçip beğendiği<br />

dinlerini kendilerine yerleşik kılıp<br />

sağlamlaştıracak ve onları korkularından<br />

sonra güvenliğe çevirecektir.<br />

Onlar yalnızca bana ibadet<br />

ederler ve bana hiçbir şeyi ortak<br />

koşmazlar. Kim bundan sonra<br />

inkar ederse, işte onlar fasıktır.”<br />

(Nur, 55)<br />

Maide suresi 54. ayette de “Ey<br />

iman edenler! Sizden kim dininden<br />

dönerse (bilsin ki) Allah sevdiği<br />

ve kendisini seven, müminlere<br />

karşı alçak gönüllü, kafi rlere<br />

karşı onurlu ve zorlu bir toplum<br />

getirecektir...” buyruluyor. Geçmişle<br />

gelecek arasındaki yerimizin<br />

nasıl ve ne şekilde olduğuna bu<br />

ayette bariz bir işaret vardır.<br />

Geçmişin hesabı bizden sorulmaz<br />

ama, biz ilmî verilere ve insaf<br />

ölçülerine göre geçmişi inceleyerek,<br />

yerine göre sorgulayarak<br />

bu günün aydınlığında geleceği<br />

kurgulayabiliriz. Geçmişle gelecek<br />

arasındaki yerimiz; hâlen sahip<br />

olduğumuz maddî ve manevî donanımlarla<br />

elde ettiğimiz bireysel<br />

ve sosyal statümüzdür. Günümüz<br />

dünyasındaki yerimiz, oturduğumuz<br />

ev, bindiğimiz araba, yaşadığımız<br />

şehir ve ülke, beşeriyete<br />

sağladığımız katma değerler ve<br />

insanlığın huzuru için yaptığımız<br />

özverili çalışmaların getirdiği yerdir.<br />

Aralık 2011 - 152 35


36<br />

Gerçek huzuru<br />

arayanlar için<br />

bunalan daralan<br />

gönüller için<br />

camiler, sakin<br />

bir liman gibidir.<br />

İnsanın gönlüne<br />

öyle bir sekinet<br />

verir ki, çıkmak<br />

istemez insan bu<br />

mekânlardan.<br />

Aralık 2011 - 152<br />

din ve sosyal hayat<br />

Yurt Dışında Cami<br />

ve İmamın Önemi<br />

Dr. Mustafa Canlı<br />

Wollongong Bilal Camii <strong>Din</strong> Görevlisi / Avustralya<br />

Bundan yaklaşık 50 yıl önce başlamış<br />

anavatandan yurt dışına çıkışlar. Kimi<br />

bir traktör parası kazanır dönerim<br />

demiş, kimi de Türkiye’de bir iş kurmak<br />

için gerekli olan sermayeyi biriktirip<br />

dönmeyi planlamış. Her biri belki<br />

farklı amaçlar için gitmişler yurt dışına<br />

ama hemen hepsi, bir gün olup<br />

tekrar anavatan Türkiye’ye dönmeyi<br />

hayal etmiş. Hayal etmişler diyorum<br />

çünkü düşündüklerini uygulamaya<br />

koyamamışlar. Tam dönerim hesabı<br />

yaparlarken, küçükler büyümüşler,<br />

okumuşlar ve iş güç sahibi olmuşlar.<br />

Sonrasında gelin, damat, torun derken<br />

zaman geçtikçe insanlar gittikleri<br />

yere bağlandıklarını, artık oradan ayrılışın<br />

çok zor olduğunu fark etmişler.<br />

Bütün bu yoğun geçen günlerin<br />

arasında, ibadetlerini yapabilecekleri<br />

küçük de olsa bir mekân edinme düşüncesi,<br />

hep canlı durmuş yüreklerinde.<br />

Neticede camisiz olmaz demişler,<br />

kimi zaman kiliseden çevirerek, kimi<br />

zaman kahvehaneleri tadilat ederek<br />

bazen de yeniden inşa ederek cami<br />

ihtiyaçlarını gidermeye çalışmışlar.<br />

Tıpkı Allah Rasûlünün hicret yolunda<br />

iken Kuba mescidini takva üzere inşa<br />

ettikleri (Tevbe, 108) gibi, samimiyetle<br />

bu işe gönül vermişler. “Allah’ın mescitlerini<br />

ancak, Allah’a ve ahiret gününe<br />

iman eden, namazı gereği gibi<br />

kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başka<br />

kimseden çekinmeyen müminler bina<br />

edip şenlendirir.” (Tevbe, 18) ayet-i kerimesi<br />

fehvasınca camiler bina edip,<br />

bu camilere sahip çıkmışlar.<br />

Ve sonrasında cami etrafında toplanmışlar.<br />

Camide anavatanlarını<br />

görmüşler ve kendilerini memleketlerinde<br />

gibi hissetmişler. Caminin<br />

içerisine girip şöyle bir nefes aldıklarında,<br />

sanki kendilerini vatanlarında<br />

hissetmişler.<br />

Hele o ezan yok mu? Her ne kadar<br />

çoğu yerde içeride okunsa da<br />

insanları almış götürmüş Edirne<br />

Selimiye Camii’ne, oradan İstanbul<br />

Sultan Ahmed Camii’ne. Konya Kapu<br />

Camii’ne ve Erzurum Çifte Minerali<br />

Camii’ne kadar yükselmiş bu hoş<br />

seda, müminlerin gönlünde. Kısacası


Yurt dışında imam, görev yaptığı bölgede dinî bir otoritedir.<br />

İslam dini ile ilgili gerek temel bilgiler gerekse güncel bilgiler<br />

hakkında son sözü imam söyler. Değerlerin, kültürün<br />

gelecek nesillere aktarılmasında bir köprü vazifesi görür.<br />

Anadolu’ya gidip gelmişler ezan<br />

sesiyle birlikte. Bu manada camiler,<br />

yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza<br />

Anadolu’yu hatırlatan en<br />

önemli yapılardır.<br />

Camilerin yurt dışında yaşayan<br />

müminlerin hayatında gerçekten<br />

çok önemli bir yeri vardır. Yoğun<br />

iş temposu içerisinde çalışan insanlar<br />

için camiler iyi bir dinlenme<br />

yeridir. Gerçek huzuru arayanlar<br />

için bunalan daralan gönüller için<br />

camiler, sakin bir liman gibidir.<br />

İnsanın gönlüne öyle bir sekinet<br />

verir ki, çıkmak istemez insan bu<br />

mekânlardan. Camilere Beytullah<br />

denir. En büyüğü Mekke’de bulunan<br />

Kâbe-i Muazzama. Diğerleri<br />

sanki onun birer şubesi mesabesinde.<br />

İşte camilere girdiğinizde Rabbimizi<br />

ziyaret etmiş gibi olursunuz.<br />

Hele namaza durduğunuzda artık<br />

O’nunla baş başasınızdır. Başka<br />

hiçbir şey düşünmezsiniz.<br />

Her yaştan, her ırktan ve her<br />

makamdan insana hitab eder ve<br />

hizmet eder camiler. Küçücük yaş-<br />

lardan itibaren gelinir camilere.<br />

Kur’an öğrenilir, dua ve sureler bir<br />

bir ezberlenir. İslam hakkında ilk ve<br />

temel bilgiler burada edinilir. Gençlerin<br />

ayrı bir yeri vardır camilerde.<br />

Çünkü bu geleceğin dolayısıyla<br />

camiinin devamı onların elindedir.<br />

Onun için el üstünde tutulur gençlerimiz.<br />

Gönülleri alınmaya çalışılır.<br />

Camiler müştemilatı ile birlikte,<br />

insanları kültürlerine bağlayan, bir<br />

köprü vazifesi görür. Yurt dışında<br />

yaşayan müminler, camiye en az<br />

haftada bir kez de olsa gelerek,<br />

birçok değerlerini korumuş olurlar.<br />

Yemekler, mevlid-i şerifl er, düğün,<br />

nişan ve sünnetler… Hep bütün bu<br />

heyecanlar cami ve etrafında yaşanır.<br />

Böylece insan aslında kendini<br />

bulur orada. Benliğini yaşatır. Değerleriyle<br />

birlikte yaşama becerisini<br />

gösterir.<br />

Güzel Türkçemizin yaşatılmasında<br />

da camilerin çok büyük katkısı<br />

vardır. Aynı dili kullanan insanlar bir<br />

araya gelip konuştukları dili yaşatmış<br />

olurlar. Şu unutulmamalıdır ki,<br />

dil ile dinî yaşantı arasında sıkı bir<br />

bağ vardır.<br />

Camiler imamlarıyla birlikte bir<br />

anlam kazanır ve fonksiyonel olur.<br />

Cami imamının yani önderinin yeri<br />

de ayrıdır yurt dışında.<br />

Birinci Akabe biatinde Müslüman<br />

olan Medineliler, Rasûlüllah Efendimiz<br />

(s.a.s.)’e bir mektup yazarak<br />

şöyle demişlerdi: “Ya Rasûlallah!<br />

Muhakkak ki; aramızda İslamiyet<br />

yayılmaya başladı. Bu bakımdan<br />

bizlere, halkı Allah’ın Kitabına davet<br />

edecek, Kur’an-ı Kerim’i okuyacak,<br />

İslam dinini anlatacak, İslam’ın<br />

sünnet ve emirlerini aramızda ikame<br />

edecek, yerleştirecek, namazlarımızda<br />

bizlere imamlık yapacak bir<br />

kimse gönder.”<br />

Bunun üzerine Rasûlüllah Efendimiz<br />

(s.a.s.), Mus’ab bin Umeyr’i<br />

Medine’ye gönderdi ve ona:<br />

“Medinelilere Kur’an-ı kerim okumasını,<br />

İslamiyet’in emir ve yasaklarını<br />

öğretmesini, namazlarını<br />

kıldırmasını” emretti. (İbn Sa’d, et-<br />

Tabakâtü’l-Kübrâ, Beyrut 1960, III, 118) İşte<br />

bu bağlamda hoca efendilerin her<br />

biri bir Mus’ab b. Umeyr (r.a.) edasıyla<br />

giderler görev mahallerine.<br />

Ağır bir sorumluluğun altına girdiklerinin<br />

bilincindedirler.<br />

İmam kelimesi, Arapça’da önder,<br />

lider anlamlarına gelir. İnsanların<br />

önünde olmak, her söz ve hareketinle<br />

örnek olabilmek, hatta aile<br />

yaşantınla insanlara mesajlar verebilmek,<br />

bunların hepsi sorumluluk<br />

isteyen, bir o kadar da özveri ve<br />

fedakârlık isteyen hususlardır. Bir<br />

imamın gerçek misyonunu yurt<br />

dışında fark edebilir ve yaşayabilirsiniz.<br />

Her şeyden önce camide imam,<br />

namaz ibadeti konusunda cemaatine<br />

rehberlik etmeye çalışır.<br />

Bazen olur imam, psikolojik bir<br />

danışman gibi görev yapar. Bir gün<br />

bir bakarsınız ki; eşi ile problemi<br />

olan veya oğlu kızı ile ilgili sıkıntılar<br />

yaşayan insanlar, kendilerine<br />

Aralık 2011 - 152 37


38<br />

İmam, bir aile reisidir. Eşine çocuklarına karşı sorumluluklarını yerine getirmeye çalışır.<br />

Aynı zamanda ailesiyle birlikte topluma örnek olur ve gerek kendi yaşantısıyla<br />

gerekse ailevî yapısıyla yabancı toplum içerisinde kaybolup gitmekte olan mümin kişi<br />

ve aileler için örnek bir şahsiyettir.<br />

yardım etmesi için onun kapısını<br />

çalabilirler.<br />

Yurt dışında imam, aynı zamanda<br />

program yapımcısı, organize edeni<br />

ve uygulayıcısıdır. Kutlu Doğum<br />

programları, mevlid-i şerif organizasyonları,<br />

bayram festivalleri,<br />

“openday” programları vs. (Bu<br />

günlerde cami, dışa açılır, özellikle<br />

diğer dinlere mensup olanlar gelip,<br />

İslam ve cami hakkında bilgi alırlar.)<br />

Bazen olur imam, toplu piknikler<br />

organize eder ve vatandaşlarımız<br />

arasında kaynaşmayı sağlar.<br />

Yurt dışında birçok hareketi imam<br />

başlatır. Bir yardım işi varsa imam<br />

bu ateşi yakar ve hareket oradan<br />

gür bir şekilde devam eder. Her<br />

hangi bir yerde yarım kalan bir<br />

cami inşaatı varsa, imam cemaatini<br />

bilinçlendirir ve o cami ayağa<br />

kalkar.<br />

Bazen imam, iyi ve örnek bir<br />

sporcudur. Gençlerle birlikte bir<br />

bakarsınız futbol, voleybol oynar,<br />

bir bakarsınız bilardo oynar. Aslında<br />

o, bir spor müsabakasında da nasıl<br />

Aralık 2011 - 152<br />

ahlaklı olunabileceğini canlı bir<br />

şekilde bu şekilde göstermiş olur.<br />

İmam iyi bir hatiptir. Gerek cuma,<br />

bayram namazlarından önce, gerekse<br />

mübarek gecelerde, cemaatini<br />

dinî konularda aydınlatmaya<br />

çalışır.<br />

Yurt dışında imam, görev yaptığı<br />

bölgede dinî bir otoritedir. İslam<br />

dini ile ilgili gerek temel bilgiler<br />

gerekse güncel bilgiler hakkında<br />

son sözü imam söyler. Değerlerin,<br />

kültürün gelecek nesillere aktarılmasında<br />

bir köprü vazifesi görür.<br />

Bütün bunların yanında imam, bir<br />

aile reisidir. Eşine çocuklarına karşı<br />

sorumluluklarını yerine getirmeye<br />

çalışır. Aynı zamanda ailesiyle birlikte<br />

topluma örnek olur ve gerek kendi<br />

yaşantısıyla gerekse ailevî yapısıyla<br />

yabancı toplum içerisinde kaybolup<br />

gitmekte olan mümin kişi ve aileler<br />

için örnek bir şahsiyettir. Onlara<br />

değerleriyle birlikte yabancı bir toplumda<br />

nasıl yaşanabileceğini gösterir.<br />

Yurt dışında imam olmak, yurt<br />

içinde imam olmaktan daha önemli<br />

ve daha anlamlıdır. Çünkü bir imam<br />

olarak siz, yurt dışında yaşayan<br />

Müslüman kardeşlerimiz için çok<br />

şey ifade edersiniz. Tabiri caiz ise<br />

siz onların her şeylerisinizdir.<br />

İmam bir yandan camide görevini<br />

icra ederken, bir yandan da bir<br />

sosyal görevli gibi faaliyet gösterir.<br />

Çocuklar dünya hayatına gözlerini<br />

açar açmaz, imam efendinin ezan<br />

sesi ve duasıyla karşılaşırlar. Onun<br />

duasıyla yuvalar kurulur ve yine<br />

onun duasıyla cenazeler defnolunur.<br />

Hastane kapılarında gelecek<br />

kişileri gözleyen hastalar, imamın<br />

kendisine gelmesi, dua etmesi ile<br />

moralleri yerine gelir. Sözün kısası<br />

doğumdan ölüme insanın hep yanındadır<br />

imam.<br />

Netice olarak; camisiyle imamıyla<br />

cami ve müştemilatının, yurt dışındaki<br />

vatandaşlarımızın inançlarını<br />

muhafaza etmelerinde, kültürlerini<br />

devam ettirmelerinde çok önemli<br />

bir fonksiyonu vardır. Sanki insan<br />

vücudundaki şah damarının önemi<br />

gibi, cami Müslüman toplumun<br />

hayat damarıdır.


Ebû Zer el-Gıfâri,<br />

Hz. Peygamber<br />

tarafından “Gök<br />

kubbenin altında<br />

Ebû Zer’den<br />

daha doğru<br />

kimse yoktur.”<br />

(Tirmizi, Menakıb, 35)<br />

şeklinde takdir<br />

ve tebcil edilen<br />

sahabilerden<br />

biridir.<br />

din ve sosyal hayat<br />

Peygamber<br />

Efendimiz’den<br />

Ebû Zer el-Gıfâri’ye<br />

Dört Tavsiye<br />

Dr. M. Selim ARIK<br />

Bursa Merkez Vaizi<br />

Ebû Zer el-Gıfâri, Hz. Peygamber tarafından<br />

“Gök kubbenin altında Ebû<br />

Zer’den daha doğru kimse yoktur.”<br />

(Tirmizi, Menakıb, 35) şeklinde takdir ve<br />

tebcil edilen sahabilerden biridir. O<br />

yaşadığı müddetçe doğruluğu, istikameti<br />

ve takvasıyla meşhur olmuştur.<br />

Buna rağmen Hz. Peygamber (s.a.s.)<br />

ona dört tavsiyede bulunmaktadır.<br />

Dolayısıyla bu tavsiyeler yalnız ona<br />

değil tüm ümmete yapılmaktadır. (İbn<br />

Hacer, Münebbihât, İst. 1967. s. 75)<br />

1. “Ey Ebû Zer! Gemini yenile, zira<br />

deniz çok derindir.”<br />

Görüldüğü gibi hadiste insan hayatı<br />

bir gemiye benzetilmektedir. Çünkü<br />

insan, gemiyle uzak yerlere ulaşabileceği<br />

gibi, dünya hayatıyla da feza<br />

denizinde sanki ahirete doğru yolculuk<br />

yapmaktadır. Hz. Nuh da kendisine<br />

iman edenleri büyük dalgalardan<br />

ve sulardan yaptığı gemi ile kurtarmıştır.<br />

Dolayısıyla o gemiye binenlerin<br />

hem dünyaları hem de ahiretleri<br />

necat bulmuştur. Şu hâlde binilen<br />

gemi sağlam olmalıdır ki, hırçın dalgalara<br />

ve korkunç fırtınalara dayanabilsin.<br />

Hayat bir gemi olarak düşünülürse,<br />

bu geminin parçaları “iman”<br />

olarak kabul edilmeli ve şeytanın<br />

vesveselerine karşı iman devamlı<br />

muhafaza edilmeli ve yenilenmelidir.<br />

İnsan vücudundaki bazı hücrelerin<br />

altı ayda kendilerini yenilediği görülmektedir.<br />

Dolayısıyla insan manevî<br />

mikroplara ve günahlara karşı kendini<br />

devamlı muhafaza etmelidir. Nitekim<br />

bir hadiste; “İmanınızı ‘Lâ İlahe<br />

İllallah’ sözü ile yenileyiniz” buyrulmuştur.<br />

Sahabe-i kiram da zaman<br />

zaman gelin imanımızı kuvvetlendirelim<br />

diyerek bir araya toplanmışlar<br />

ve devamlı kendilerini yenilemişlerdir.<br />

Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak “Müminler<br />

o kimselerdir ki, Allah’ın adı<br />

geçtiğinde yürekleri titrer, kendilerine<br />

Allah’ın ayetleri okunduğunda bu<br />

onların imanlarını arttırır.” (Enfal, 2)<br />

Aralık 2011 - 152 39


40<br />

buyurmaktadır. Dolayısıyla ayette<br />

anlatılan müminin imanın ziyadeleşmesi<br />

şu anlamındadır. Mümin<br />

inancına göre yaşayıp ibadet ve<br />

güzel davranışları devam ettirdiğinde,<br />

iman gönüllerde ve zihinlerde<br />

aydınlık hâline gelmekte şeytanın<br />

hilelerine karşı siper olmaktadır.<br />

Şu hâlde imanı yenileme “lâ ilahe<br />

illallah Muhammedun Resulüllah”<br />

sözüyle başlayıp, onu mahz-ı marifet<br />

hâline getirmeye çalışılmalıdır.<br />

İnsanlık Peygamberler ve onların<br />

varisleri olan âlimler vasıtasıyla<br />

devamlı ikaz ve irşad edilmektedir.<br />

Bir nevi imanları yenilenmektedirler.<br />

Dolayısıyla günümüze gelinceye<br />

kadar İslam âlimleri bu vazifelerini<br />

hakkıyla yapmışlardır. O hâlde müminler<br />

böyle kimselerin mesajına<br />

kulak verdiği takdirde kendilerini<br />

yenilemeye fırsat bulmuş demektir.<br />

2. “Azığını tastamam al, şüphesiz<br />

yolculuk uzundur.”<br />

Yolcu, öz vatanına giden veya varacağı<br />

yeri sabırsızlıkla bekleyen kişi<br />

demektir.<br />

İnsanın dünyadaki yolculuğu cennete<br />

doğru uzanmaktadır. Demek<br />

ki, mümin bu yolculuğu vatan-ı<br />

aslisi olan cennetine ve Peygamberine<br />

kavuşmak için bir fırsat olarak<br />

görmelidir. Bir gün Hz. Peygamber<br />

henüz çocuk yaşta bulunan Hz.<br />

Ömer’in oğlu Abdullah b. Ömer’in<br />

omzundan tutarak; “Ey İbn ömer!<br />

Sen dünyada bir garib veya bir<br />

yolcu gibi ol! (yolcu olduğunu<br />

unutma!) ve kendini kabir ehlinden<br />

say! (dünyadan çıkınca mutlaka<br />

oraya varacağını ve kıyamete kadar<br />

orada bekleyeceğini unutma!)<br />

(Buhârî, Rikak, 2) buyurarak, ahireti<br />

devamlı hatırından çıkarmamasını<br />

tavsiye etmiştir. Abdullah b. Ömer<br />

Hz. Peygamber’in bu tavsiyesinden<br />

sonra kendi kendine devamlı şöyle<br />

dermiş: “Akşama ulaştın mı sabahı<br />

bekleme, sabaha çıktın mı akşamı<br />

bekleme, Sağlıklı olduğun sırada<br />

Aralık 2011 - 152<br />

hastalık için hazırlık yap (ki maddi<br />

yönden kimseye muhtaç olma).<br />

Hayatta iken ölüm için hazırlıklı<br />

ol. Ey Abdullah! Yarın ismin ne<br />

olacak (merhum mu denecek?)<br />

bilemezsin!” (Tirmizi, Zühd, 25) diyerek<br />

sürekli kendisini murakabe altında<br />

tutmuştur. Kur’an-ı Kerim’de<br />

Cenab-ı Hak “Azık edinin; kuşkusuz<br />

azığın en hayırlısı takvadır.” (Bakara,<br />

197) buyurmaktadır. Takva, kelime<br />

manası itibariyle “korunma”<br />

anlamına gelmektedir. Istılahta<br />

ise insanın ibadet ve güzel işler<br />

yaparak kendisine acı verecek<br />

durumlardan korunması anlamına<br />

gelmektedir. Yine Kur’an-ı Kerim’de<br />

“Allah katında sizin en şerefl iniz<br />

takvada en ileri olanınızdır.” (Hucurat,<br />

13) şeklinde haber verilmektedir.<br />

Ayrıca A’raf suresinin 26. ayetinde<br />

takvaya şöyle işaret edilmektedir:<br />

“Ey Ademoğulları! Size mahrem<br />

yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek<br />

elbise yarattık. Takva elbisesi,<br />

işte o daha hayırlıdır.” Gönrüldüğü<br />

gibi bu ifadede takva, günah duygularını<br />

örtüp kapatan, bastıran<br />

bir koruyucu, ruhu bezeyen bir<br />

erdem şeklinde takdim edilmiştir.<br />

Dolayısıyla elbise bedeni kapattığı,<br />

koruduğu ve süslediği gibi takva<br />

da ruhu kötü duygulardan örter ve<br />

ruhu süsler. Şu hâlde takva, kişiyi;<br />

kaba, haşin, haksız, isyankar, aç<br />

gözlü ve edepsizlik gibi kötü ahlaktan<br />

korumaktadır.<br />

3. “Sırtındaki yükü hafi f tut, çünkü<br />

tırmanacağın yokuş sarptır.”<br />

Bu ikaz ile sanki şöyle denmektedir:<br />

“Ey yolcu! Azığını eksiksiz al,<br />

fakat yol boyunca sana lazım olmayacak<br />

yükleri de boş yere yanında<br />

taşıma! İleride Akabe denilen sarp<br />

yokuş vardır.” İnsana helaller azık,<br />

haramlar yüktür. Dolayısıyla cehenneme<br />

yakıt olacak bütün dünyevilikler<br />

insanın sırtında yüktür.<br />

Bu itibarla küfür, fısk, isyan ve her<br />

bir günah yüktür. Dünya hayatında<br />

insanın karşısına çıkan her musibet<br />

bir sarp yokuştur. Şeytanın<br />

tuzakları ve nefsin arzuları aşılması<br />

gereken birer tepedir. Mâsiyete<br />

karşı sabırdan sâlihât peşinde<br />

koşmaya kadar her hayırlı amelin<br />

önünde zorlu geçitler bulunmaktadır.<br />

Nitekim Cenab-ı Hak insanların<br />

önündeki sarp yokuşları göğüslemesi<br />

gereken zor işleri sayarken<br />

“sarp yokuş bilir misin nedir?”<br />

buyurduktan sonra “sarp yokuş, bir<br />

köleyi, bir esiri hürriyetine kavuşturmaktır.<br />

Kıtlık zamanında yemek<br />

yedirmektir. Yakınlığı olan bir yetimi<br />

ya da barınacak yeri olmayan bir<br />

fakiri doyurmaktır. Bir de sarp yokuş<br />

gönülden iman edip birbirine<br />

sabır ve şefkat vermek, sabır ve<br />

şefkat örneği olmaktır.” (Beled, 12-18)<br />

şeklinde anlatmaktadır. Ölüm, öbür<br />

âleme uzanan ve müthiş geçit ve<br />

yokuştur. Kabir, sual, mizan ve sırat<br />

gibi ahiret duraklarından her biri<br />

Akabe, zorlu bir yokuştur. Bu Akabelerden<br />

aşılması ise daha dünyada<br />

iken azık hazırlamaya ve faydasız<br />

yüklerden kurtulmaya bağlıdır.<br />

Şu hâlde dünya hem misafi rhane<br />

hem de imtihan yeridir. Dolayısıyla<br />

insan ne kadar yaşasa da mutlaka<br />

ölecektir. Bugünkü ilmî veriler<br />

ışığında kainatın yaşı 15 milyar yıl,<br />

dünyanın ise 5 milyar yıl olduğu<br />

kabul edilmektedir. Yine bilinmektedir<br />

ki Güneş, “Vega” denilen bir<br />

yıldıza (kara delik) doğru saniyede<br />

20 km. hızla hareket hâlindedir.<br />

Dünya ise güneşe bağlı ve bağımlı<br />

olarak saniyede 30 km. hızla<br />

Vega’ya doğru yönelmiştir. Dolayısıyla<br />

dünya, uzay mekiği (hızlı<br />

feribot) gibi geçtiği bir noktadan<br />

bir daha geçmemek üzere, güneşle<br />

beraber ahirete doğru hızla<br />

yol almaktadır. Bu esnada dünya,<br />

duraklarda yani kabirde bazı yolcularını<br />

indirmekte ve ahirete göndermektedir.<br />

İşte dünyadaki mal<br />

ve mülk kişiyi ancak kabire kadar


götürebilir. Şu hâlde insan, bâkî hayat<br />

için dünyada hazırlık yapmalıdır.<br />

Baki hayatın ilk kapısı da kabirdir.<br />

“Dünya (cennette) evi olmayanın<br />

evi, malı olmayanın da malıdır.<br />

(Dolayısıyla ahireti düşünmeyerek)<br />

Aklını kullanmayan (yalnız) dünyevî<br />

malları toplar.” (Ahmed b. Hanbel,<br />

Müsned. VI. 71) hadisi, insanın dünyaya<br />

bakışını göstermektedir. Yine<br />

“Ademoğluna iki vadi dolusu mal<br />

verilse, üçüncü vadiyi (başkalarını)<br />

ister. İnsanoğlunun güzünü ancak<br />

toprak doyurur. Allah pişman olup<br />

tevbe edenlerin (hırs göstermeyip<br />

vazgeçenlerin) tevbesini kabul<br />

eder.” (Müslim, Zekat, 116) hadisi, insanın<br />

mala karşı olan fıtrî bir meylini<br />

anlatmaktadır. Bununla birlikte<br />

hadiste insanın topraktan yaratılıp<br />

yine mutlaka toprağa gideceği bir<br />

nükte ile işaret edilmektedir. Ayrıca<br />

insan kabre konunca üzerine dökülen<br />

topraklar ister istemez yüzüne<br />

dolacaktır ki, bu da ayrı bir vurgudur.<br />

Burada Hz. Ali’nin (r.a.) sözü<br />

olarak nakledilen “insanlar (dünyada)<br />

uykudadır, ölünce uyanırlar<br />

(hakikatı anlarlar).” (Aclunî, Keşfü’l-Hafa,<br />

II, 432) vecizesi de hatırlanmalıdır.<br />

Demek ki mümin, fıtrî olan beka<br />

hissini cennet nimetlerine çevirebilmelidir.<br />

O hâlde mümin, fani ve<br />

geçici değil, bâkî ve ebedî güzellikleri<br />

tercih etmeli, fazla olan yükleri<br />

atmalıdır.<br />

4. Amelinde ihlaslı ol, zira kontrol<br />

eden her şeyi görüp gözetmektedir.”<br />

İhlas, halis kılmak, halis olmak<br />

anlamında ibaret ve her türlü ameli<br />

halkın övme ve beğenisini, yerme<br />

ve kınamasını düşünmeksizin sırf<br />

Allah için iyi bir niyetle yapmaktır.<br />

Şu hâlde bir amel sırf Allah için<br />

yapılırsa, “ihlas”, sırf gösteriş için<br />

yapılırsa “riya” hâlini alır. Cenab-ı<br />

Hak Kur’an-ı Kerim’de bu hakikate<br />

şöyle işaret etmektedir. “Kim dünya<br />

mükafatanı isterse (bilsin ki) dün-<br />

yanın da ahretin de mükafatı Allah<br />

katındadır. Allah her şeyi işiten<br />

ve her şeyi görendir.” (Nisa, 134) Şu<br />

hâlde mümin, bütün eşyayı birlikte<br />

ve bütün sesleri beraber işitenin<br />

ancak Allah olduğunu hatırlamalı<br />

ve yaptığı her şeyin veya amelin<br />

(ibadetin) görüldüğünü ve söylediği<br />

her sözün işitildiğini düşünerek<br />

riya ve gösterişten uzak kalmalıdır.<br />

Nitekim Peygamberimiz “Her kim<br />

(işlediği bir hayrı, ikbal için) insanlara<br />

duyurursa, Allah onun (gizli işlerini)<br />

duyurur. Her kim de (işlediği<br />

hayrı) gösterirse (müraîlik ederse),<br />

Allah da onun riyarkarlığını teşhir<br />

eder.” (Buhârî, Rikak, 36) Buyurmuşlardır.<br />

Dolayısıyla her kim işlediği hayrı<br />

gösteriş ve riya olarak yaparsa,<br />

Allah da onun riyakarlığını insanlara<br />

gösterir. Şu hâlde mümin devamlı<br />

yaptığı işleri Allah’ın rızasına uygun<br />

olarak yapmalıdır ki, bu ameli Allah<br />

katında makbul olsun. Dolayısıyla<br />

kişi kulluk görevini yerine getirirken<br />

riya ve gösterişten uzak durması<br />

gerekir ki, ameli makbul olsun.<br />

Kur’an-ı Kerim’deki şu ayet insanı<br />

riyadan korumakta ve ihlasa teşvik<br />

etmektedir. “Şüphesiz Allah, göklerin<br />

ve yerin gizliliklerini bilir. Allah<br />

yaptıklarınızı görendir.” (Hucurât, 18)<br />

Dolayısıyla Allah kullarını gören,<br />

kulların sevapları ve günahlarından<br />

haberdar olan, yaptıklarını bilendir.<br />

Cenab-ı Hak, mahlukatını gizli açık<br />

her hâliyle daima görür. Şu hâlde<br />

insan hayatını “ihlas” çizgisinde devam<br />

ettirebilirse, dünyasını, kârlı ve<br />

ahiretini mutlu hâle dönüştürebilir.<br />

Sonuç<br />

Cenab-ı Hak, dünyanın rotasını<br />

belirlemiş ve insanın da üzerinde<br />

yürüyeceği yolu göstermiştir. Bu<br />

esnada güzergahı bildiren o yüce<br />

Yaratıcı insanın seferde ihtiyaç duyacağı<br />

azığı da hazırlamıştır. Dolayısıyla<br />

ebedi saadete açılan caddede<br />

yürümek artık kolaylaşmış olacaktır.<br />

Şu halde cennetin azığı takva ve<br />

itaat, cehennemin kumanyası ile<br />

masiyettir. Bunlardan hangisi varsa<br />

kişiye onun kapısı açılacaktır.<br />

Böylece ölüm, kabir, sual, berzah,<br />

mahşer, hesap, mizan ve sırat<br />

gibi akabeler bir manada dünyada<br />

geçilmektedir. Demek ki ömür<br />

sermayesini ve sayısız nimetleri<br />

değerlendirebilenler daha dünyada<br />

iken o sarp yokuşları dümdüz birer<br />

yola çevirebilmektedirler. Bunlar<br />

tövbe çeşmelerinden arınarak masiyet<br />

yüklerinden kurtulmakta ve<br />

sırtlarında fazla ağırlıklar taşıma<br />

zahmetine dûçar olmadan rahatça<br />

cennete ulaşacaktır. Peygamberimiz<br />

“Ben sanki dünyada bir ağaç<br />

altında gölgelenip sonrada bırakıp<br />

giden bir yolcuya benzerim.” (Tirmizî,<br />

Zühd, 44) buyurmuşlardır. Şu hâlde<br />

her nefi s öleceğine göre, insan<br />

ölüm için daima hazırlıklı olmalıdır.<br />

İnsan gideceği yere hem ibadet<br />

hayatına ait borçlardan hem de<br />

üzerindeki kul haklarından halas<br />

olmalıdır. Çünkü hesaplaşma yapılacaktır.<br />

Mümin, günahlardan dolayı<br />

istiğfara sarılmalı ve mahşerde onu<br />

terkedebilecek her türlü sıkleti kabrin<br />

dışında bırakmalıdır. Kısaca her<br />

mümin kendi iman gemisini yenilemeli,<br />

ahiret azığını tedarik etmeli<br />

ve sırtındaki fazlalık yükünü hafi fletmelidir.<br />

Riya ve gösterişten uzak<br />

olarak ötelere yolculuk için hazırlık<br />

mahiyetindeki bu amelleri Allah’ın<br />

rızası çerçevesinde yapmalıdır. O<br />

takdirde yapılan ameller gerçek<br />

kıymetine ulaşacaktır. Yahya Kemal<br />

Beyatlı “Sessiz Gemi” adlı şiirinde<br />

insanın dünyadaki yolculuğunu<br />

veciz olarak şöyle özetlemektedir.<br />

“Artık demir almak günü gelmişse<br />

zamandan,<br />

Meçhule giden bir gemi kalkar bu<br />

limandan,<br />

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce<br />

alır yol,<br />

Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne<br />

de bir kol.”<br />

Aralık 2011 - 152 41


42<br />

“Akif, bütün ömrünü<br />

nezahet ve<br />

insaniyet âleminde<br />

geçirmiş, yerine<br />

konmaz ve eşi<br />

doğmaz bir büyük<br />

âlimdi. Kur’an’ın<br />

ruhuna nüfûz etmiş<br />

bir hafızdı.”<br />

Suud Yavsî<br />

Aralık 2011 - 152<br />

Mehmet Nezir<br />

Kur’an Âşığı,<br />

Kur’an Şairi<br />

Mehmet Akif<br />

Kur’an’ın merkeze alındığı bir evde doğup, Kur’an’la büyüyen ve<br />

Kur’an’ı ezberleyen, şiirlerinde Kur’an’dan esinlenen, vaaz ve yazılarında<br />

tefsir yapan ve Kur’an tercümesiyle ömrünün son dönemini nurlandıran<br />

bir insan elbette Kur’an âşığıdır.<br />

Âlim ve müderris olan babası küçüklüğünden itibaren onu Kur’an’la<br />

büyüttü, onunla içli dışlı oldu.<br />

Camilerden, özellikle de Fatih Camii’nden çıkmadı.<br />

Büyüdükçe, içindeki Kur’an muhabbeti arttı, sevgisi arttıkça bilgisi<br />

derinleşti.<br />

Ve altmış üç yıllık ömründe o, Kur’an’ın haykıran sesi, şiirsel bir terennümü,<br />

asrın idrakine sunulan bir hakikati oldu.<br />

“Hayatı boyunca Kur’an’dan hiç kopmadı ve bütün kalbiyle ona bağlı<br />

kaldı. Manen ve maddeten onunla birlikte yaşadı.”<br />

Üstad’ın Kur’an hizmetkârı olacağının ilk belgesi, yayınladığı şiirdir.<br />

Evet, Mehmet Akif’in henüz yirmi iki yaşındayken yayınladığı ilk şiir,<br />

“Kur’an’a Hitap” başlığını taşımaktadır. Hep Kur’an’la büyüyen Mehmet<br />

Akif, ömrü boyunca ilhamını, gücünü ondan almış, onun anlaşılması ve<br />

uygulanması için mücadele etmiştir.<br />

Yakın dostu Mithat Cemal bu anlamda şu sözleri kaydeder: “Cevdet<br />

Paşa Kur’an nasırı, Akif Kur’an şairidir. Ancak ikisinin arasında fark<br />

vardır. Kur’an Cevdet Paşa’nın yalnızca kültürünü, Akif’in kültürüyle<br />

beraber seciyesi (ahlak ve kişiliği) ni de yaptı.”<br />

…<br />

Akif sürekli Kur’an okurdu. Her gün okurdu. Bu onun en büyük zevkiydi.<br />

Hafız olmasının da etkisiyle, günde bir kaç cüz okurdu.<br />

Sesi de okuyuşu da güzeldi.<br />

Bu durum vefatına kadar devam etti. Hastalığında bile günde birkaç<br />

sayfa okumaya çalışırdı.<br />

…<br />

Kur’an-ı Kerim dinlemeyi de çok severdi.


Güzel sesli hafızlardan Kur’an-ı<br />

Kerim dinler, mest olurdu.<br />

Hafız Emin, Hafız Kemal, Eğinli<br />

Hacı Hafız Kur’an dinlediği bazı<br />

dostlarıdır.<br />

İstanbul, Ankara ve Mısır’da<br />

Kur’an dinlemek için arkadaşlarıyla<br />

bir araya gelirdi.<br />

Mısır’dayken cuma günleri Yozgatlı<br />

İhsan Efendi’nin tekkesine<br />

gider, onu alır, âmâ Hafız Şeyh<br />

Rıfat’ın Kur’an okuduğu camiye<br />

giderlerdi. Akif onu çok beğenirdi:<br />

“Şu kanaate vardım ki,<br />

simaların insanda değişik tesirler<br />

uyandırması gibi, seslerin de<br />

farklı tesirleri vardır. Bu şahsın<br />

sesinde gözle görülmeyen fakat<br />

gönülle sezilen, ruhla duyulan<br />

bir cazibe var. Ben bunu İstanbul’daki<br />

bazı hafızlarda da<br />

görmüştüm. Başta Hafız Deli<br />

Hüseyin’in, hakikaten insanı deli<br />

eden bir sesi vardır. Şeyh Rıfat<br />

Kur’an okurken aklımdan neler<br />

neler geçiyor. O âmâ olduğundan<br />

mı, manayı bilerek okuduğundan<br />

mı nedir, daha tesirli oluyor.”<br />

…<br />

Hastalığı vesilesiyle İstanbul’a<br />

geldiği zaman, hafızları dinleyemediği<br />

için hayıfl anınca, dostları<br />

olan hafızlar, daha düzenli bir<br />

şekilde ziyarete gelerek ona<br />

Kur’an-ı Kerim okudular. Bu süreçte<br />

Hafız Necati, Hafız İdris,<br />

Hafız Asım en çok gelip Kur’an<br />

okuyan dostları idi.<br />

Hatta son nefesini verirken bile<br />

Kur’an-ı Kerim dinliyordu Hafız<br />

Necati’den…<br />

Hafız Necati Üstad’la yeni tanışıyorlardı<br />

ama sanki kırk yıllık<br />

ahbap gibi olmuşlardı. O her<br />

gün, bazen gün aşırı gelir Kur’an<br />

okurdu.<br />

Hafız Necati, defi nden sonra da,<br />

hasta olmasına rağmen mezarda<br />

bekledi, ona Kur’an okudu, dualar<br />

etti.<br />

Ömrünü Kur’an’a adayan Akif,<br />

Kur’an’la doğup büyüyen Akif,<br />

Hastalığı vesilesiyle İstanbul’a geldiği zaman, hafızları dinleyemediği<br />

için hayıfl anınca, dostları olan hafızlar, daha düzenli<br />

bir şekilde ziyarete gelerek ona Kur’an-ı Kerim okudular.<br />

Kur’an’la vefat etmişti.<br />

Kur’an-ı Kerim onun ve bizim için<br />

nur ve şefaatçimiz olsun.<br />

…<br />

Hafız Ömer Efendi anlatıyor:<br />

Merhum İslam Şairimiz Mehmet<br />

Akif Kastamonu’ya gelmişti. Kendisiyle<br />

bir araya geldik. Nasrullah<br />

Camii’nde vaazını verdiği Cuma<br />

gününün sabahı birlikte idik.<br />

Kahvaltıda bir kitap dikkatimi<br />

çekti. Ne olduğunu sordum. “Tefsiri<br />

Celaleyn” dedi ve ilave etti:<br />

“Bu kitabı daima yanımda taşır,<br />

okurum.<br />

Şimdiye kadar on sekiz defa hatmettim.<br />

Şimdi on dokuzuncu hatme devam<br />

etmekteyim.”<br />

…<br />

Akif’in hocalarından Arap Hoca<br />

anlatıyor:<br />

“Babasının sağlığında beraber<br />

camiye gelirlerdi.<br />

Sekiz on yaşında bir çocuktu. Evvela<br />

hıfza başladı. Talim okudu.<br />

Zekâsı şaşılacak derecede idi.<br />

Babasından “akaid” dersi aldığı,<br />

benden “kavaid” okuduğu hâlde<br />

ayrıca her gün Kur’an’dan beş<br />

sayfa çiğ hazırlardı.<br />

Sonra araya başka durumlar<br />

girdi, on ikinci sahifede kaldı.<br />

Hayret vericidir, Adana’da görev<br />

icabı bulunduğu zaman, kalan<br />

sekiz sahifeyi ezberlemişti. Ve<br />

İstanbul’a gelince de camide mukabele<br />

okuyarak hıfzını taçlandırmış<br />

oldu.<br />

Mehmet Akif asırların yetiştirdi-<br />

Aralık 2011 - 152 43


44<br />

ği faziletli bir şairdir. İsteseydi<br />

Kur’an’ı nazmen tercüme ederdi.”<br />

…<br />

Kendisini Mısır’da ziyaret eden,<br />

yanında bir müddet kalan Eşref<br />

Edip anlatıyor:<br />

“Üstad eve döner dönmez hemen<br />

entarisini giyer, abdestini<br />

alır, namaz vakti ise namazını<br />

kılardı. İnziva hayatı, senelerce<br />

Kur’an tercümesiyle meşguliyet,<br />

onu takva sahibi yapmıştı.<br />

Kur’an’ı su gibi ezber okurdu.<br />

“Allah’a hamdolsun, demir hafız<br />

(mükemmel, eksiksiz ve seri<br />

okuyan) oldum.” Der ve eklerdi:<br />

“Şimdi Ramazanları, teravihi<br />

hatimle kıldırıyorum.”<br />

Ben sordum:<br />

“Hangi camide?”<br />

“Camide değil, evde. Bizim oğlan<br />

Tahir cemaat oluyor, ben de<br />

Aralık 2011 - 152<br />

imam. Beraber kılıyoruz. Birkaç<br />

rekât sonra bakıyorum Tahir<br />

arkamda yok. O kadar dayanabilmiş.<br />

Artık ben de hem imam<br />

hem de cemaat oluyorum.”<br />

…<br />

“Akif’in dimağına Kur’an, sanki<br />

Hafız Osman hattıyla ve sanki<br />

Hafız Mehmet Çelebi tezhibinin<br />

secavendleriyle yazılmıştı. İstediği<br />

anda, her ayeti yerli yerinde<br />

kafasında bulurdu. Yaşı ilerledikten<br />

sonra her gün ezberden bir<br />

cüz okuyordu. Her sabah evvela<br />

soğuk suyla duşunu yapar ondan<br />

sonra bu Kur’an temrinlerine<br />

geçerdi.”<br />

Mithat Cemal<br />

***<br />

22 yaşında yayınladığı ilk şiirinden:<br />

Pîrâye-i hafızam sen oldun<br />

Sermaye-i hafızam sen oldun.<br />

Sensin hele ey kitab-ı a’zem<br />

Hâşâ buna hiç tereddüt etmem,<br />

Dünyada refîk ü hemzebânım,<br />

Ukbâda mu’in ü müste’anım.<br />

…<br />

Doğrudan doğruya Kur’an’dan<br />

alıp ilhamı<br />

Asrın idrâkine söyletmeliyiz<br />

İslam’ı.<br />

…<br />

Kur’an ayak altında sürünsün<br />

mü, İlahi?<br />

Âyatının üstünde yürünsün mü,<br />

İlahi?<br />

Haç Kâbe’nin altında görünsün<br />

mü, İlahi?<br />

Çöksün mü nihayet yıkılıp koskoca<br />

bir din?<br />

Çektirme, İlahi, bu kadar zilleti...<br />

-Âmin!<br />

…<br />

Şehamet dini, gayret dini ancak<br />

Müslümanlıktır;<br />

Hakiki Müslümanlık en büyük bir<br />

kahramanlıktır.<br />

Görürsün, hissedersin varsa vicdanınla<br />

imanın:<br />

Ne müdhiş bir hamaset çarpıyor<br />

göğsünde Kur’an’ın!<br />

…<br />

Lafzı muhkem yalınız, anlaşılan,<br />

Kur’an’ın,<br />

Çünkü kaydında değil, hiç birinin<br />

mananın:<br />

Ya açar Nazm-ı Celil bakarız yaprağına;<br />

Yahud üfl er geçeriz bir ölünün<br />

toprağına.<br />

İnmemiş hele Kur’an, bunu hakkiyle<br />

bilin,<br />

Ne mezarlıkta okunmak, ne de<br />

fal bakmak için!<br />

…<br />

Bu nasıl dar, ne kadar basmakalıp<br />

bir görenek?<br />

Müslümanlık mı dedin?... Tövbeler<br />

olsun, ne demek!<br />

Hani Kur’an’daki ruhun şu<br />

heyûlâda izi,<br />

Nasıl İslam ile birleştiririz kendimizi?


O Kur’an ve<br />

Sünnet yolunda<br />

ve çizgisinde<br />

bir mücadele<br />

yürüttü. Bir ayağını<br />

inandığı dine<br />

dayayarak diğer<br />

ayağıyla bütün<br />

insanlara, kültürlere,<br />

coğrafyalara<br />

seslendi.<br />

Mustafa Özçelik<br />

Sevginin, Barışın Evrensel Sesi<br />

Mevlâna<br />

Celaleddin-i Rumî<br />

Tarihi şahsiyetlerimiz arasında öyle isimler vardır ki, haklarında ne kadar<br />

yazılsa yine de yeterli olmaz. Zira; onlar öyle bir ilim ve irfan denizidirler ki,<br />

söze/yazıya sığmazlar.<br />

Öte yandan bu tür şahsiyetler, her devirde farklı yazarların bakış açılarıyla<br />

ele alındıklarında onları bir bakıma yaşadığımız çağa da taşımış oluruz. Bu<br />

da onlardan yaşadığımız zamanda istifade etme noktasında bize bir imkân<br />

sunar.<br />

Tarihimizin bu tür şahsiyetlerinden biri de hiç şüphesiz Mevlâna’dır. Bu haklı<br />

şöhretini asırlar boyunca koruyan Mevlâna, çağımızda da çok ilgi gören,<br />

hakkında çok sayıda yazı/kitap yazılan bir isimdir. Biz, bu tür isimlere bakarken<br />

çoğu zaman hakkında söylenenlere göre hüküm veririz. Çok azımız,<br />

adı geçen kişilerin eserlerini okuruz. Bir kısmımız ise, eserlerini okurken o<br />

ismi çağı içinde ele almak ve eserlerini bu çerçevede değerlendirmek şeklinde<br />

bir yol izleriz. Kanaatimce en doğrusu da budur. Sözlerimizi Mevlâna<br />

üzerinden müşahhaslaştırmak istersek şunları söyleyebiliriz. Mevlâna, bir<br />

sufi dir. Öne çıkardığı en temel kavram sevgidir. Bir de onun bütün insanlığı<br />

kucaklayan evrensel tavrıdır.<br />

Bu tespitler elbette doğrudur. Fakat, bu kavramların dünyasına daha iyi<br />

girebilmek için kendimize şu soruları da sormamız gerekir. Mevlâna, nasıl<br />

bir sufi dir? Sevgiyi neden düşünce dünyasının temel kavramı yapmıştır?.<br />

Dayandığı temel düşünce nedir? Mesela sema ve musikiye neden çok<br />

önem vermiştir? Eğer, bunlar ve benzeri soruları sormazsak şu tür yanılgılara<br />

düşebiliriz. Mevlâna, madem sufi dir. Aşkı ve gönlü esas aldığı için akla<br />

ve bilime önem vermez. Ama öte taraftan onu bir felsefeci gibi de görmek<br />

ve göstermek isteriz. Evrensel tavrından dolayı da bir inancın disiplininden<br />

bağımsız bir şahsiyet olarak anlayabiliriz. Nitekim, günümüzde bu tür<br />

yaklaşımların oldukça yaygın olduğu aşikardır. Bundan dolayıdır ki ilim ve<br />

irfanıyla bir okyanus olan Mevlâna’nın bazen, ne yazık ki, bir Mevlevi musikisine,<br />

semaya indirgendiğine şahit olunmaktadır.<br />

Oysa Mevlana’yı çağın idrakine sunmaya ne kadar da ihtiyacımız var?<br />

Aralık 2011 - 152 45


46<br />

Öyleyse bu konuda bir yol, yöntem<br />

belirlemeliyiz. İlk olarak onu<br />

tarihsel bir çerçeve içinde ele almalıyız.<br />

Ardından biyografi sini en<br />

ince detaylarına kadar bilmeliyiz.<br />

Bütün eserlerini okuyup üzerinde<br />

tefekkür etmeliyiz. Bu eserler İslam<br />

ve tasavvuf gerçeğinin bir yorumu<br />

olduğu için İslâm ve tasavvuf konusunda<br />

asgari anlamda da olsa<br />

bir bilgilenme içinde olmalıyız. En<br />

önemlisi de budur. Zira, her büyük<br />

insan, meyve misalidir. Yetiştiği bir<br />

ağaç, bir toprak ve bir iklim vardır.<br />

Mevlâna’ya bu çerçevede baktığımızda<br />

şunları görürüz. O, Moğol<br />

istilasının özellikle ön-Asya’yı,<br />

Anadolu’yu istila ettiği bir bunalım<br />

çağının insanıdır. Mevlâna, böyle<br />

bir zamanda bu çağın problemlerini<br />

çok iyi şekilde gözlemleyen ve kendisi<br />

de çağının “Sultanü’l Uleması”<br />

kabul edilen babası Bahaeddin<br />

Veled tarafından çok iyi şekilde yetiştirildi.<br />

Konya’ya geldikten sonra<br />

Konya, Halep ve Şam medresele-<br />

Aralık 2011 - 152<br />

rinde devrin önemli bilginlerinden<br />

dersler aldı. Eğitiminin ardından<br />

müderrislik yaptı. Âlimliği daha<br />

sonra arifl ikle tamamladı. Tasavvuf<br />

yoluna girdi. Bu yolda da ilk önderi<br />

yine babasıydı. Onun ölümünden<br />

sonra ise Seyyid Burhaneddin,<br />

Mevlâna’nın manevi irşadında<br />

etkili oldu. Mevlânâ, daha sonra<br />

Şems-i Tebrizi’yle karşılaştı ve artık<br />

medrese hocası olan Mevlâna,<br />

bir sufi olarak karşımıza çıktı. İşte<br />

Mevlâna’yı sufi kimliğiyle ele alırken,<br />

onun bu eğitimden önce çok<br />

ciddi bir ilim hayatı olduğunu asla<br />

unutmamak gerekir. Çünkü, din,<br />

zahiriyle, batınıyla bir bütündür.<br />

Onda sufi kimliğin ve söylemin<br />

baskın oluşu hem coşkulu şahsiyeti<br />

hem de devrinin şartlarıyla ilgilidir.<br />

Onun Anadolu’ya geldiği yıllarda iki<br />

önemli eğilim vardı. Birincisi, din<br />

algısı zahiri boyutuyla ele alınıyor,<br />

bu da zamanla taassuba yol açıyordu.<br />

Öte yandan mistik düşünce her<br />

dinde ve felsefede yer alabildiği<br />

için Anadolu’ya tasavvuf kisvesi<br />

altında İslam dışı akımlar etkili<br />

olmaya başlamıştı. Bir yanda ise<br />

Moğol işgali söz konusuydu. Yine<br />

Anadolu’da ve Mevlâna’nın yaşadığı<br />

Konya’da farklı din ve kültürlerden<br />

insanlar yaşamaktaydı.<br />

İşte bu şartlar içinde bir İslam kanaat<br />

önderine düşen görev, çağının<br />

özelliklerini dikkate alarak bir aydınlatma<br />

görevi yapmaktı. Mevlâna<br />

da onu yaptı. Eserleri dikkatle incelendiğinde<br />

görülecektir ki, o Kur’an<br />

ve Sünnet yolunda ve çizgisinde bir<br />

mücadele yürüttü. Bir ayağını inandığı<br />

dine dayayarak diğer ayağıyla<br />

bütün insanlara, kültürlere, coğrafyalara<br />

seslendi. Bunu yaparken<br />

de tasavvufun o özel dilini ve üslubunu<br />

kullandı. Sevgiyi, merhameti<br />

öne çıkardı, ama asla aklı, bilimi<br />

yok saymadı. Bir yandan sufi liğin<br />

temel argümanı olarak kâinata, insana<br />

aşkla bakarken, diğer yandan<br />

“insan akılla adam olur” diyerek bu<br />

iki kavramı birbiriyle çelişen değil,


“Bu canım var oldukça ben Kur’an’a tutsağım/Muhammed<br />

Mustafa’nın yolundaki toprağım/Benden başka bir sözü nakledenler<br />

olursa/Hem onu söyleyenden hem o sözden uzağım”<br />

sözüyle belirttiği gibi Kur’an ve Sünnet’tir.<br />

birbirini tamamlayan kavramlar<br />

olarak gördü.<br />

Temel vurgu, aşka, sevgiye, hoşgörüye,<br />

fedakârlığa, paylaşmaya<br />

yapıldığı için kimse ötelenmedi,<br />

dışlanmadı. Herkes, onun sesinde<br />

içini aydınlatacak bir mana buldu.<br />

Mevlâna’yı sevdi. Onu sevince<br />

onun düşüncesinde benimsemekte,<br />

sevmekte gecikmedi. Moğollar’ın o<br />

yıllarda Konya’da bulunan yöneticileri<br />

Mevlâna’nın bu barışçı dilinden<br />

etkilendiler. Onun faaliyetlerine<br />

fazla ses çıkarmadılar. Hatta pek<br />

çoğu Müslüman oldu ve gittikleri<br />

coğrafyalarda bu dinin tebliğini<br />

yaptılar.<br />

Mevlâna, yine sevgi, akıl, bilgi,<br />

paylaşma, zühd, ibadet, birlik,<br />

beraberlik… gibi İslam’ın temel<br />

kavramlarını edebiyatın ve musikinin<br />

imkanlarını da kullanarak<br />

öylesine etkileyici bir dille anlattı<br />

ve bu kavramların yaşanırlığı konusunda<br />

öylesine örneklik etti ki,<br />

hem Anadolu insanı Selçuklu bozgunundan<br />

sonra kendini toparlama<br />

imkanı buldu, hem de Anadolu’daki<br />

diğer topluluklar İslâm konusunda<br />

bu dine ilgi duyan insanlar hâline<br />

geldiler. Müslüman olmayanlar<br />

bile Mevlâna’nın şahsiyetinden ve<br />

hayatından etkilenerek İslâm ve<br />

Müslümanlık konusunda olumlu bir<br />

tavrın içine girdiler.<br />

Mevlâna’nın o şartlarda yaptığı çok<br />

önemli bir hizmet de gerek medresede<br />

ders verirken gerekse bir<br />

mutasavvıf olarak yaşarken yetiştirdiği<br />

talebelerdir. Bütün gücüyle<br />

Anadolu’da neşvünema bulmaya<br />

çalışan İslam, bu yolla hem Haçlı<br />

düşüncesi karşında İslam düşüncesinin<br />

güçlü bir temsilcisini bularak<br />

aydın, âlim ve arif kadrolarını kurmuş<br />

oldu, hem de Haçlı düşüncesi<br />

bir kırılma yaşadı. Eğer, o Selçuklu<br />

gecesinin ardından bir Osmanlı<br />

şafağı doğduysa, bunda Mevlâna<br />

hareketinin etkisi çok büyüktür.<br />

Bunun en müşahhas örneği ise<br />

bütün Osmanlı coğrafyasına yayılan<br />

Mevlevihanelerdir.<br />

İşte Mevlâna’ya bakarken çok<br />

genel olarak üzerinde durmaya<br />

çalıştığımız bu hususları dikkate<br />

almak gerekiyor. Bu, Mevlâna’nın<br />

kendi coğrafyasında yeniden diriltici<br />

bir soluk olması açısından çok<br />

önemlidir. Ama daha da önemlisi<br />

Batılının ve diğer dünya insanlığının<br />

Mevlâna’ya ilgi duyduğu bir çağda<br />

yaşamamızdır. Mevlâna’yı elbette<br />

aynı inancın, kültürün insanları<br />

olarak biz tanıtmak, anlatmak<br />

durumundayız. Biz, doğru tanımalıyız<br />

ki, doğru tanıtalım. Öyleyse<br />

özetlemeye çalıştığımız ilkeler<br />

doğrultusunda Mevlâna’ya bakmak,<br />

en doğrusu olacaktır. Yani onu çağı<br />

içinde ele almak, biyografi sini iyi<br />

bilmek, eserlerini okumak, ama<br />

okurken bu eserlerin beslendiği asıl<br />

kaynak olan Kur’an ve sünnet konusunda<br />

bilgi sahibi olmak gerekir.<br />

Değilse bir sözünden hareketle bir<br />

Mevlâna tanımlaması yapamayız.<br />

Her sözün bir bağlamı vardır. Bu<br />

bağlam Mevlâna için de kendisinin<br />

de, “Bu canım var oldukça ben<br />

Kur’an’a tutsağım/Muhammed<br />

Mustafa’nın yolundaki toprağım/<br />

Benden başka bir sözü nakledenler<br />

olursa/Hem onu söyleyenden hem<br />

o sözden uzağım” sözüyle belirttiği<br />

gibi Kur’an ve Sünnet’tir.<br />

Aralık 2011 - 152 47


Hicretten önce<br />

İslamiyet’i kabul<br />

eden Hz.<br />

Meymûne’nin<br />

(r.anha), Hz.<br />

Peygamber’in<br />

(s.a.s) evlenme<br />

niyetini öğrenince<br />

kendini ona hibe<br />

ettiği, kendisini<br />

Peygamber’e<br />

hibe eden mümin<br />

kadının evliliğini<br />

Peygamber de<br />

onu nikâhlamayı<br />

dilediği takdirde<br />

sadece<br />

Peygamber’e<br />

mahsus olmak<br />

üzere onaylayan<br />

âyetin bu olay<br />

üzerine indiği<br />

rivayet edilir.<br />

48<br />

Aralık 2011 - 152<br />

Doç. Dr. Adem Apak<br />

Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi<br />

Müminlerin Annesi<br />

Hz. Meymûne (r.ah.)<br />

Miladi 590 yılında doğdu. Asıl adı<br />

Berre iken, Hz. Peygamber (s.a.s.)<br />

onunla evlenmesinin ardından ismini<br />

“cömert, dürüst ve itaatkâr” anlamına<br />

gelen Meymûne olarak değiştirdi.<br />

Meymûne’nin babası Âmir b. Sa’saa<br />

kabilesinden Haris b. Hazm, annesi ise<br />

Hind (Havle) bint Avf’tır. (İbn Hişâm, es-<br />

Sîretü’n-Nebeviyye, (thk. Mustafa es-Sakkâ-İbrahim<br />

el-Ebyârî-Abdülhâfız Şelebî), I-IV, Beyrut ts, IV,<br />

296; İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-Kübrâ, I-VIII, Beyrut<br />

ts. (Dâru Sâdır), VIII, 137; İbn Abdilberr, el-İstîâb fî<br />

Ma’rifeti’l-Ashâb, I-IV, Kahire ts., IV, 1915-1916).<br />

Hz. Meymûne’nin (r.ah.) öz kardeşleri<br />

arasında Hz. Abbâs (r.a.)’ın eşi<br />

Ümmü’1-Fazl Lübâbe (r.ah.) Hâlid b.<br />

Velîd (r.a.)’in annesi Lübâbe es-Suğrâ,<br />

ana bir kardeşleri arasında Hz. Hamza<br />

(r.a.)’nın eşi Selmâ bint Umeys (r.ah.),<br />

Ca’fer b. Ebû Tâlib (r.a.)’in eşi Esma<br />

bint Umeys (r.ah.) ve Rasûl-i Ekrem<br />

(s.a.s.)’le üç ay kadar evli kaldıktan<br />

sonra vefat eden Zeyneb bint Huzeyme<br />

(r.ah.) de bulunmaktadır. (İbn Sa’d,<br />

et-Tabakât, VIII, 132; İbn Abdilberr, el-İstîâb, IV,<br />

1914-1915)<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Hz.<br />

Meymûne (r.ah.) validemizle evlenmesiyle<br />

Umretü’l-Kaza arasında doğrudan<br />

irtibat bulunmaktadır. Bilindiği üzere<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.) Hudeybiye<br />

seferi sonucunda Mekke müşrikleriyle<br />

aşağıdaki şartlarda bir antlaşma yapmıştı:<br />

1. Müslümanlar bu yıl Mekke‘ye girmeyeceklerdir.<br />

2. Ziyaretlerini gelecek yıl<br />

yapacaklar, ancak şehirde üç günden<br />

fazla kalmayacaklardır. 3. Bu esnada<br />

Müslümanların yanında sadece yolcu<br />

kılıçları bulunacaktır. 4. Anlaşmadan<br />

sonra Mekkelilerden biri Müslümanların<br />

yanına sığınırsa geri çevrilecek,<br />

fakat Müslümanlardan biri Mekke’ye<br />

dönerse, şehirden çıkarılmayacaktır. 5.<br />

Başka kabileler istedikleri tarafl a ittifak<br />

yapabileceklerdir. (Buhârî, Cizye ve’l-Muvâdaa<br />

19, Meğâzî 35) Allah Rasulü (s.a.s.) anlaşmanın<br />

ilk üç maddesinde zikredilen<br />

Kabe ziyaretini bir yıl sonra gerçekleştirdi.<br />

Kaynaklarımızda bu ziyaret<br />

Umretü’l-Kaza olarak zikredilmiştir.<br />

Allah Rasûlü (s.a.s.) umre esnasında


Meymûne (r.ah.) validemiz ile<br />

evlilik gerçekleştirmiştir. (Buhârî,<br />

Meğâzî, 43)<br />

Meymûne validemiz, İslâm’ın<br />

zuhurundan bir süre önce evlendiği<br />

Mes’ûd b. Amr es-Sekafî’den<br />

ayrılmasının ardından Ebû Rühm<br />

b. Abdüluzzâ ile evlilik gerçekleştirmişti.<br />

Ancak yeni eşi de<br />

vefat etti. Bunun üzerine bizzat<br />

kendisi Hz. Peygamber (s.a.s.)<br />

ile evlenmek istediğini kız kardeşi<br />

Ümmü’1-Fazl Lübâbe (r.ah.)’ye<br />

açtı. Hz. Abbâs (r.a.) veya Ca’fer<br />

b. Ebû Tâlib (r.a.) de Rasûl-i Ekrem<br />

(s.a.s.)’e baldızları Meymûne<br />

ile nikahlanmasını teklif ettiler. Bu<br />

esnada Umretü’l-kazâ hazırlıklarını<br />

gerçekleştiren Hz. Peygamber<br />

(s.a.s.) kendisine yapılan teklifi<br />

kabul ederek Mekke’deki amcası<br />

Abbâs (r.a.)’a haber gönderip<br />

Meymûne (r.ah.) ile evlenmesine<br />

aracılık yapmasını istedi. (İbn Sa’d,<br />

et-Tabakât, VIII, 132-133, 137)<br />

Hicretten önce İslâmiyet’i kabul<br />

eden Hz. Meymûne (r.ah.)’nin,<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in evlenme<br />

niyetini öğrenince kendini<br />

ona hibe etti. Kendisini<br />

Peygamber’e hibe eden mümin<br />

kadının evliliğini Peygamber de<br />

onu nikâhlamayı dilediği takdirde<br />

sadece Peygamber’e mahsus<br />

olmak üzere onaylayan ayetin bu<br />

olay üzerine indiği rivayet edilir.<br />

(İbn Hişâm, es-Sîre, IV, 296; İbn Abdilberr,<br />

el-İstîâb,IV, 1916-1917)<br />

“... Bir de kendi nefsini peygambere<br />

hibe eden ve peygamberin<br />

de kendisini nikâhlamayı murad<br />

ettiği mümin kadını, diğer müminlere<br />

değil yalnız sana mahsus<br />

olmak üzere helâl kıldık ve senin<br />

üzerine müşkilat olmaması için<br />

müminlerin zevceleri ve cariyeleri<br />

hususunda farz kıldığımızı evvelce<br />

sana bildirdik. Allah Gafurdur,<br />

Rahimdir.” (Ahzâb, 50)<br />

Allah Rasûlü (s.a.s.) bu evlilik<br />

sebebiyle Meymûne (r.ah.)’ye<br />

500 dirhem mehir vermiş, bundan<br />

sonra bir daha evlilik yapmamıştır.<br />

Birden çok kadınla evliliği konusunda<br />

pek çok hikmetler ve Müslümanlar<br />

adına hayırlar zikredilen<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.)’in bazı<br />

evliliklerinde siyasî hedefl er de<br />

güttüğü bilinmektedir. Meymûne<br />

(r.ah.) ile izdivacı da onun siyasî<br />

sebepli evliliklerinden sayılır. Hz.<br />

Peygamber (s.a.s.)’in bu evliliğiyle,<br />

yetmiş kadar sahâbînin şehid<br />

düştüğü Bi’rimaûne olayından<br />

(H.4/M.625) sonra Meymûne<br />

(r.ah.)’nin mensup olduğu<br />

Birden çok kadınla evliliği<br />

konusunda pek çok hikmetler<br />

ve Müslümanlar<br />

adına hayırlar zikredilen<br />

Hz. Peygamber’in (s.a.s)<br />

bazı evliliklerinde siyasî<br />

hedefl er de güttüğü bilinmektedir.<br />

Meymûne<br />

(r.ah.) ile izdivacı da<br />

onun siyasî sebepli evliliklerinden<br />

sayılır.<br />

Arabistan’ın güçlü kabilelerinden<br />

Âmir b. Sa’saa ile akrabalık kurmak<br />

istediği anlaşılmaktadır. Allah<br />

Rasûlü (s.a.s.) benzer bir gayeyle<br />

daha önce yine Âmir b. Sa’saa<br />

kabilesine mensup aynı zamanda<br />

Meymûne (r.ah.)’nin üvey kardeşi<br />

olan Zeynep bint Huzeyme (r.ah.)<br />

ile de izdivaç gerçekleştirmişti.<br />

Onların kabileleri genel anlamda<br />

Müslümanlara karşı düşmanca<br />

faaliyetlerin içinde olmuştur. Hz.<br />

Zeyneb bint Huzeyme (r.ah.) bu<br />

süreçte Hz. Peygamber (s.a.s.)’in<br />

kabilesinden olan Ubeyde b.<br />

Hâris (r.a.) ile evliydi. Ubeyde’nin<br />

Bedir savaşı esnasında şehit olması<br />

üzerine Hz. Zeyneb (r.ah.)<br />

dul kaldı. Allah Rasûlü (s.a.s.)<br />

hem şehidin dul eşiyle evlenip<br />

onu onurlandırmak, hem de<br />

İslâm’a karşı gerçekleştirilen<br />

bütün tertiplerin içinde bulunan<br />

Âmir b. Sa’saa kabilesi ile yakın<br />

ilişkiler kurabilmek hedefi yle<br />

onunla evlenmeye karar verdi.<br />

Aynı kabileden gerçekleşen bu iki<br />

evlilik, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in<br />

Âmir b. Sa’saa kabilesinin Müslümanlara<br />

katılmasına ne kadar<br />

ehemmiyet verdiğine işaret eder.<br />

Rasûl-i Ekrem (s.a.s.) Umretü’lkaza<br />

esnasında Meymûne<br />

(r.ah.)’yle gerçekleştirmeyi düşündüğü<br />

düğününe Mekkelileri<br />

de davet etmek suretiyle onlarla<br />

da bir yakınlık vesilesi oluşturmaya<br />

çalıştı. Gerçekten de Mekke’de<br />

üç gün çok çabuk denecek bir<br />

süratle geçmişti. Hz. Peygamber<br />

(s.a.s.), bu vesileyle Müslümanların<br />

Mekke ile olan münasebetlerinde<br />

gerginliği ortadan<br />

kaldırmak istiyordu. Ancak Hudeybiye<br />

barış antlaşmasına göre<br />

üç günden fazla Mekke’de kalması<br />

mümkün değildi. Rasûlullah<br />

(s.a.s.), siyasî dehasını burada da<br />

göstererek düşmanları ile uzlaşmak<br />

için her fırsatı değerlendirecekti.<br />

İşte bu evlilik, Kureyş’in<br />

İslâm’a ısınması için bulunmaz<br />

bir fırsattı. Belki bu sayede üç<br />

günlük süreyi uzatması mümkün<br />

olabilirdi. Bunun için düğün işleri<br />

tamamlanıncaya kadar kendisine<br />

vakit tanımalarını arzuladı. Fakat<br />

Kureyş, dördüncü günün sabahında<br />

Süheyl b. Amr ile Huveytib<br />

b. Abdi’l-Uzza’yı, Müslümanların<br />

Mekke’den çıkmaları gerektiğini<br />

hatırlatmak üzere Râsûlullah<br />

(s.a.s.)’a gönderdiler. Elçiler gelip<br />

artık çıkmaları gerektiğini, çünkü<br />

Hudeybiye’de verdikleri sözün<br />

böyle olduğunu söylediler. Bunun<br />

üzerine Hz. Peygamber: “Evet,<br />

dediğinizde haklısınız. Lâkin müsaade<br />

etseniz de burada bir gün<br />

Aralık 2011 - 152 49


50<br />

daha kalsak. Meymûne ile evlendik.<br />

Düğünümüzde siz de hazır<br />

bulunur, birlikte yemek yeriz”<br />

dediyse de gelenler, ziyafete kesinlikle<br />

katılmayacaklarını bildirip,<br />

Müslümanlardan Mekke’yi derhal<br />

terk etmesini istediler. (İbn Abdilberr,<br />

el-İstîâb, IV, 1917-1918) Allah Rasûlü<br />

(s.a.s.) bunun üzerine ashabına<br />

Mekke’den ayrılma emri verdi.<br />

Kısa süre sonra da Hz. Peygamber<br />

(s.a.s.), Hz. Meymûne<br />

(r.ah.) ile evliliği planlandığı gibi<br />

Mekke’de değil, Mekke-Medine<br />

yolu üzerinde bulunan ve Serif<br />

adı verilen, günümüzde de Nüveyriye<br />

olarak bilinen mevkide<br />

gerçekleştirdi. (Zilkade 7/Mart 629)<br />

(Buhârî, Meğâzî, 43; Müslim, Nikâh, 48) Bu<br />

evlilik beklenen neticesini kısa<br />

sürede vermiş, Meymûne’nin<br />

(r.ah.) kabilesi Âmir b. Sa’saa’ya<br />

mensup heyetler kısa süre içinde<br />

peş peşe Medine’ye gelip Hz.<br />

Peygamber’le (s.a.s.) görüşmüş<br />

ve kabile içinde İslâmiyet yayılmaya<br />

başlamıştır.<br />

Hadis kaynaklarında belirtildiğine<br />

göre Hz. Peygamber (s.a.s.)’in<br />

ölümüne sebep olacak olan<br />

hastalık, ilk defa Hz. Meymûne<br />

(r.ah.)’nin evinde kendisini yakalamıştır.<br />

Bu hususta Hz. Âişe<br />

(r.ah.)’den şöyle bir rivayet gelir:<br />

“Rasûlüllah ilk defa Meymûne’nin<br />

evinde hastalandı. Sonra benim<br />

evimde bakılmak üzere zevcelerinden<br />

izin istedi. Onlar da<br />

kendisine izin verdiler. Rasûlüllah,<br />

bir eli Fadl b. Abbâs’ın, diğer eli<br />

de başka bir adamın üzerinde idi,<br />

ayaklarını yerde sürüyerek çıktı”.<br />

(Müslim, Salât 21; İbn Hişâm, es-Sîre, IV,<br />

298)<br />

Hz. Peygamber (s.a.s.) vefat ettikten<br />

sonra Hz. Meymûne (r.ah.),<br />

insanların en hayırlısı ve şerefl isi<br />

ile bir araya geldiği ve Serif’te<br />

onunla evlendiği bölgeye sık<br />

sık gitmeye başladı. İbn Sa’d’ın<br />

Aralık 2011 - 152<br />

ifadesine göre o, Serif’te vefat<br />

etmişti. Burada Hz. Peygamber<br />

(s.a.s.)’le evlilik gerçekleştirdiği<br />

yerde defnedilmesini vasiyet<br />

ettiği için burada toprağa verildi.<br />

(H.51/M.671). Onun cenaze namazını<br />

yeğeni Abdullah b. Abbâs<br />

kıldırdı. (İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII, 135,<br />

139) Meymûne (r.ah.)’nin Hicretin<br />

61 (M. 680-81), 63 (682-83)<br />

veya 66’da (685-86) vefat ettiği<br />

söylenmekteyse de Hz. Âişe<br />

(r.ah.)’nin (ö. 58/678). “Meymûne<br />

bizim en müttakimiz. akrabalık<br />

bağını en fazla gözetenimizdi.”<br />

şeklindeki sözü onun Hicri 58’den<br />

önce vefat ettiğini göstermektedir.<br />

İbn Sa’d’da bulunan başka<br />

bir rivayete göre o, Mekke’de<br />

Hadis kaynaklarında<br />

belirtildiğine göre Hz.<br />

Peygamber’in (s.a.s)<br />

ölümüne sebep olacak<br />

olan hastalık, ilk<br />

defa Hz. Meymûne’nin<br />

(r.ah.) evinde kendisini<br />

yakalamıştır.<br />

Yezid b. Muaviye’nin halifeliği<br />

döneminde vefat etmiştir. Öldüğü<br />

zaman seksen veya seksen bir<br />

yaşlarında idi. Mekke’de vefat<br />

ettiği için Abdullah b. Abbâs onu<br />

getirip Serif’te defnettirdi. Yolda<br />

onun tabutu taşınırken de Abdullah<br />

b. Abbâs: “Ona yumuşaklıkla<br />

muamele edin. Onu sarsmayın.<br />

Çünkü o, annenizdir.” diyordu.<br />

(İbn Sa’d, et-Tabakât, VIII, 140)<br />

Rivayetleri Kütüb-i Sitte’de yer<br />

alan Meymûne (r.ah.)’nin Rasûl-i<br />

Ekrem (s.a.s.)’den yetmiş altı<br />

hadis naklettiği kaydedilmektedir.<br />

Kütüb-i Sitte’de bulunan hadislerin<br />

toplamı 46’dır. Bu rivayetlerden<br />

yedisi Sahîhayn’de, biri yalnız<br />

Sahîh-i Buhârî’de, beşi yalnız<br />

Sahih-i Müslim’de bulunmaktadır.<br />

Rivayetlerinden altmışı Ahmed<br />

b. Hanbel’in el-Müsned’inde yer<br />

almaktadır. (VI, 329-336) Kendisinden<br />

bu hadisleri kız kardeşlerinin<br />

çocukları İbn Abbâs, Abdullah b.<br />

Şeddâd b. Hâd, Yezîd b. Esam,<br />

Abdurrahman b. Sâib ile azatlıları<br />

Süleyman b. Yesâr ve Atâ b.<br />

Yesâr, İbn Abbâs’ın azatlısı Küreyb<br />

ve başkaları rivayet etmiştir.<br />

Ashab’dan İbn Abbâs (r.a.),<br />

Rasûl-i Ekrem (s.a.s.)’in geceleyin<br />

nasıl ibadet ettiğini görmek<br />

için bazen Meymûne (r.ah.)’nin<br />

evinde yatmış, teyzesinden<br />

Rasûlullah (s.a.s.) uyandığında<br />

kendisini de uyandırmasını istemiş<br />

ve bu husustaki tespitlerini<br />

rivayet etmiştir. (Müslim, Müsâfırîn,<br />

181, 182, 185-195)<br />

Hz. Meymûne (r.ah.)’nin, kız<br />

kardeşleri bakımından dikkat<br />

çeken bir özelliği bulunmaktadır.<br />

Bu özellik, bütün kardeşlerinin<br />

devrin en büyük ve itibarlı şahsiyetleri<br />

ile evlenmiş olmalarıdır.<br />

Bu sebeple annesi Hind binti Avf<br />

b. Züheyr için “İhtiyar kadınların<br />

en talihlisi, yeryüzündeki büyük<br />

damatları toplamış.” denirdi.<br />

Gerçekten de bu hanım, damat<br />

bakımından yeryüzünün en şerefl<br />

i ve itibarlı kadını sayılmıştır.<br />

Çünkü damatlarına bakıldığında<br />

başta Hz. Peygamber (s.a.s.)<br />

olmak üzere birçok yüksek şahsiyeti<br />

görmek mümkündür: Bunlar:<br />

Cafer b. Ebî Tâlib (r.a.), Hz. Ebû<br />

Bekir (r.a.), Hz. Ali (r.a.), Hz.<br />

Hamza (r.a.), Hz. Abbâs (r.a.),<br />

Velid b. Muğire, Ubeyy b. Halef<br />

el-Cumahî ve Ziyad b. Abdullah<br />

b. Mâlik el-Hilâlî’dir. (İbn Abdilberr, el-<br />

İstîâb, IV, 1915). (Bu konuda ayrıca bk. Ayşe<br />

Abdurrahman, Terâcimü Seyyidâti Beyti’n-<br />

Nübüvve, Kahire ts. s. 415-418; Kazıcı, Ziya,<br />

Hz. Muhammed’in Aile Hayatı ve Eşleri, İstanbul<br />

2003, s. 341-351; Kandemir, M. Yaşar,<br />

“Meymûne”, DİA, XXIX, 506-507)


“(Allah) dilediğine<br />

hikmet verir. Kime<br />

hikmet verilirse ona<br />

çok hayır verilmiştir.<br />

Ancak akıl sahipleri<br />

öğüt alır.”<br />

Doç. Dr. İsmail Karagöz<br />

DİB Rehberlik ve Teftiş Kurulu Başkanı<br />

Akıllı ve<br />

Hikmetli İnsan<br />

İnsanlar; işlerini, sosyal ilişkilerini,<br />

görev ve sorumluluklarını<br />

akıllarını, yeteneklerini, bilgi ve<br />

tecrübelerini kullanarak planlar<br />

ve gerçekleştirirler. Akıl ve yetenek<br />

vehbî yani Allah vergisi,<br />

aklın ve yeteneklerin kullanılması,<br />

bilgi ve tecrübe ise kesbî yani<br />

insan kazanımıdır. İnsanların<br />

ten ve göz renkleri, boyları ve<br />

yüz yapıları, dilleri ve cinsiyetleri<br />

nasıl farklı ise aynı şekilde akılları,<br />

yetenekleri ve öngörüleri<br />

de farklıdır. İnsanlardan kimi<br />

aklını ve yeteneklerini iyi kullanır,<br />

kimi kullanamaz. Bir kısım<br />

insanlar; feraset sahibidir, söz ve<br />

davranışlarında hikmetli, görüş,<br />

düşünce ve öngörülerinde daha<br />

isabetlidir. Bu, tamamen Allah<br />

vergisidir. Aziz kitabımız Kur’an-ı<br />

Kerim’de bu husus şöyle dile<br />

getirilmektedir:<br />

“(Allah) dilediğine hikmet verir.<br />

Kime hikmet verilirse ona çok<br />

hayır verilmiştir. Ancak akıl sahipleri<br />

öğüt alır.” (Bakara, 269)<br />

Ayette Allah’ın dilediği kimseye<br />

hikmet verdiği, hikmet verilen<br />

kimseye çok hayır verilmiş olacağı,<br />

bu gerçeği ancak akıllı<br />

insanların anlayabileceği bildirilmektedir.<br />

Ayeti anlayabilmemiz için<br />

hikmet, hayr-ı kesir ve ülü’lelbab’ın<br />

ne anlama geldiğini<br />

bilmemiz gerekir.<br />

1. Hikmet<br />

Menetmek ve engellemek anlamındaki<br />

“h-k-m” kökünden<br />

türeyen “hikmet”; hükmetmek,<br />

hikmetli olmak, yönetmek ve<br />

sağlam yapmak manasında<br />

mastar ve isim olarak kullanılan<br />

bir kelimedir.<br />

“Hikmet” kelimesi mastar olduğu<br />

zaman; kötülükleri ortadan<br />

kaldırmak ve iyilikleri elde etmek<br />

anlamına gelir. Hüküm, hakem,<br />

hâkim, hükümet ve muhkemlik<br />

kelimeleri bu kökten alınmıştır.<br />

Her nerede kötülüğü gidermek<br />

ve iyiliği elde etmek varsa, orada<br />

hikmet vardır. Bu sebepledir<br />

Aralık 2011 - 152 51


52<br />

ki bir şeyin içinde gizlenen ve<br />

sonuç bakımından ortaya çıkacak<br />

olan fayda ve iyiliğe o şeyin<br />

hükmü ve hikmeti denir.<br />

Kur’an öncesi dönemde Arap<br />

toplumunda hikmet kelimesi;<br />

“içinde nefsi uyaran, iyiliği tavsiye<br />

eden, saadet ve bedbahtlıkla<br />

ilgili tecrübeleri aktaran, edep<br />

ve ahlakın özünü yansıtan sözler”<br />

anlamında kullanılmıştır.<br />

“Hikmet”; “fayda” kelimesinden<br />

daha özel, “sebep” kelimesinden<br />

daha geniş anlam içeren bir<br />

kelimedir. Çünkü hikmet, sebepten<br />

önce olabildiği gibi, nihaî<br />

hedeften sonra da olabilir. Yani<br />

hikmet sebebin sebebi, amacın<br />

sonucu şeklinde ortaya çıkabilir.<br />

“Hikmet” kelimesi, fayda ve<br />

ihkâm anlamlarından dolayı<br />

her güzel bilginin ve her faydalı<br />

işin ismi olarak kullanılır. Bir işi<br />

körü körüne değil de, önünü ve<br />

sonunu görerek, düşünerek ve<br />

ondan doğacak bütün tehlikeleri<br />

bertaraf etmeyi gözeterek yapmak<br />

hikmettir.<br />

İslam bilginleri “hikmet” kelimesini<br />

çeşitli şekillerde tanımlanmışlardır.<br />

Bir kısmı sadece<br />

bilgiyi, bir kısmı hem bilgiyi hem<br />

uygulamayı esas almıştır. Bu<br />

tanımlardan bir kısmı şöyledir:<br />

a) Hikmet, sözde ve fi ilde doğru<br />

ve isabetli olmaktır.<br />

Bir insan bir şeyi düşünür, düşündüğünü<br />

sözlü olarak ifade<br />

eder, sonra söylediğini yapar<br />

ve yaptığı iş doğru ve isabetli<br />

olursa bu bir “hikmet” olur.<br />

Dolayısıyla sadece sözü doğru<br />

olarak söylemek tek başına hikmet<br />

olmadığı gibi, yalnızca işi<br />

doğru olarak yapmak da hikmet<br />

değildir. Hikmet, hem sözde<br />

isabet etmek, hem iş ve davranışta<br />

isabet etmektir. Hükmün<br />

doğru olması için; gerçek bilgiye<br />

Aralık 2011 - 152<br />

dayanması, içinde hata ve yalan<br />

bulunmaması; iş ve davranışta<br />

isabet için, o iş ve davranışın<br />

kendisinden beklenen sonucu<br />

vermesi gerekir. Sözde isabet<br />

hakka, fi ilde isabet hayra yöneliktir.<br />

b) Hikmet, doğru bilgiye sahip<br />

olmak ve sağlam iş yapmaktır.<br />

Doğru bilgi, bir şeyin özünü<br />

kavramak ve kesin olarak bilmek,<br />

sağlam iş ise kendisinden<br />

bekleneni sağlamaktır. Hikmetli<br />

bilgi, tecrübe ile desteklenmiş<br />

ve uygulanabilir özellikler taşıyan<br />

bilgidir. “Allah’ım! Ona (İbn<br />

Abbas’a) hikmeti ve kitabın tevi-<br />

Hikmetin en genel<br />

manası anlamaktır.<br />

Anlamak, bir şeyi<br />

akılla kavramaktır.<br />

Anlamanın hikmet<br />

olabilmesi için işin<br />

özünün kavranması<br />

gerekir. Bu anlamda<br />

hikmet, peygamberlerde<br />

ve büyük velilerde<br />

bulunabilir.<br />

lini öğret.” (Tirmizî, Menakıb, No: 3913;<br />

İbn Mace, Mukaddime, 11, No: 166) Hikmet<br />

kelimesi müminin yitiğidir,<br />

onu nerede bulursa alır. Mümin<br />

hikmete daha layıktır.” (Tirmizî, İlim,<br />

19) anlamındaki hadis-i şerifl er,<br />

hikmetin ilim anlamına geldiğine<br />

işaret eder.<br />

Bir bilgiye hikmet denebilmesi<br />

için üzerinde faydalı bir işin<br />

eserinin görülmesi; herhangi<br />

bir faaliyete hikmet adı verilmesi<br />

için de hem ilmî temellere<br />

dayanması ve ilmin gereklerine<br />

uygun olarak ortaya konması,<br />

hem de kötülüğü ve zararı<br />

amaçlamamış olması gerekir.<br />

Bundan dolayı, uygulama alanı<br />

olmayan herhangi bir teorik bilgi<br />

hikmet olmadığı gibi, tesadüfl ere<br />

bağlı olarak meydana çıkmış<br />

olan herhangi bir iş de hikmet<br />

değildir.<br />

c) Hikmet fıkıhtır.<br />

Sözlükte bir şeyin amaç ve maksadını<br />

kavramak anlamına gelen<br />

“fıkıh”, bir fıkıh terimi olarak dinin<br />

amaçlarını kavramak, kişinin<br />

leh ve aleyhine, yarar ve zararına<br />

olan hükümleri bilmesidir.<br />

“Allah kime hayır murat ederse<br />

onu dinde fakih kılar” (İbn Mace,<br />

Mukaddime, 17, No: 220) anlamındaki<br />

hadis-i şerif, bu ayetteki hikmetin<br />

fıkıh anlamına geldiğine işaret<br />

eder. Fıkıh hem teorik, hem<br />

pratik yanları olan bir bilgidir. Bu<br />

bilgi kişiyi bildiği ile hareket etmeye<br />

sevk eder. Dolayısıyla ilmi<br />

ile amel etmeyene gerçek anlamda<br />

fakîh denmez. Bu itibarla<br />

“hikmet”; usul ve füruu, ilke ve<br />

amaçları, özündeki bütün incelikleri<br />

ile dini bilmek ve bu bilgilerin<br />

gereği ile amel etmektir.<br />

ç) Hikmet, Allah’ın emrini ve<br />

varlıkların özündeki manaları<br />

anlamaktır.<br />

Hikmetin en genel manası anlamaktır.<br />

Anlamak, bir şeyi akılla<br />

kavramaktır. Anlamanın hikmet<br />

olabilmesi için işin özünün kavranması<br />

gerekir. Bu anlamda<br />

hikmet, peygamberlerde ve<br />

büyük velilerde bulunabilir.<br />

Kur’an’da birçok ayette “hikmet”<br />

nübüvvet kavramıyla birlikte ve<br />

çoğu zaman peygamberlik anlamında<br />

kullanılmıştır.<br />

d) Hikmet, icat demek, her şeyi<br />

yerli yerinde yapmaktır.<br />

Bu tanıma göre; (a) Allah’ın<br />

hikmeti, her zaman ve her<br />

yerde, kulların yararına olacak<br />

şeyler yaratması, her şeyi yerli<br />

yerinde var etmesi ve her varlığı


yerli yerine yerleştirmesidir. (b)<br />

İnsanların hikmeti ise varlıkların<br />

değerini anlaması, her sözü,<br />

işi ve davranışı yerli yerinde ve<br />

diğer insanların yararına olacak<br />

şeyler yapması, keşif ve icatlarda<br />

bulunması, sadece kendisine<br />

yarayacak şeyler değil, başkalarına<br />

da yarayacak eserler ortaya<br />

koymasıdır.<br />

Bu tanımların dışında hikmetin<br />

birçok tanımı yapılmıştır. Bunlardan<br />

bir kısmı şöyledir: “Hikmet;<br />

neyin doğru neyin yanlış<br />

olduğunu anlamaya yarayan<br />

derin ve yararlı bilgidir.” “Hikmet<br />

güzel ve doğru işlere yönelmek,<br />

sonucu iyilik olan işi yapmaktır.”<br />

“Hikmet, Kur’an ahlakına sahip<br />

olmaktır.” “Hikmet, Allah’ın<br />

emirlerini düşünmek ve onlara<br />

uymaktır.” “Hikmet doğru ve<br />

hızlı karar verebilmektir.” “Yaratılmışları<br />

bilmek ve iyi şeyler<br />

yapmaktır.”<br />

Güzel huy, herkesin faydasına<br />

olan hizmet, bir kötülüğü önlemek<br />

veya bir iyiliği elde etmek<br />

için yapılan faaliyetler, ibret ve<br />

ders almayı gerektiren söz ve<br />

öğütler, bir şeyin sırrını anlamaya<br />

yönelik çaba ve gayretler,<br />

takva ve Allah korkusu hikmet<br />

kelimesinin anlam sahasına<br />

dâhildir. (Hikmet kelimesinin anlamı için<br />

bk. Rağıb el-İsfehanî, el-Müfredat fî Garîbi’l-<br />

Kur’ân, İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab ve Şerif<br />

Cürcânî, Kitâbü’t-Ta’rîfât h-k-m maddesi,<br />

Taberî, Kurtubî, Fahruddîn er-Razî, Hazin ve<br />

Hamdi Yazır, Bakara, 269 ayetinin tefsiri)<br />

Yukarıdaki tanımlardan hikmet<br />

kelimesinin üç farklı yorumu<br />

ortaya çıkmaktadır: (a) Faydalı<br />

amele götüren bilgi, (b) Bilgiye<br />

dayalı olarak ortaya konan faydalı<br />

amel, (c) İlimde ve amelde<br />

sağlamlık.<br />

İnsandaki hikmetin temeli,<br />

Allah’a iman edip O’nu tanımak<br />

ve O’na itaat etmek, Kurân ahlakıyla<br />

ahlaklanmak, her işinde<br />

doğru ve faydalı olanı yapmak;<br />

amacı ise kâinattaki düzenin<br />

sebep sonuç açısından işleyişini<br />

anlamaya çalışmaktır. Bunu yapabilmek<br />

için Allah vergisi olan<br />

aklın, iradenin ve yeteneklerin<br />

kullanılması gerekir.<br />

Yüce Allah, dilediğine hak ile<br />

batılı, şeytanî olanla rahmanî<br />

olanı anlayıp ayırt edebilecek ve<br />

ona göre doğru olanı yapabilecek,<br />

kötülüğü giderip iyiliği elde<br />

Allah’ın verdiği<br />

aklı şehvetlere ve<br />

şeytanın vesveselerine<br />

kaptıranlar, ne kendi<br />

iç dünyalarındaki<br />

ilhamları, ne de dış<br />

dünyada olup biten<br />

ibretli sahneleri<br />

düşünüp anlayamazlar,<br />

kavrayamazlar.<br />

edebilecek bir hikmet bahşeder.<br />

İnsan, şeytanî telkin ile rahmanî<br />

telkini anlayıp ayırt edebilmesi<br />

için, işin başlangıcında aklını<br />

ve düşüncesini uyanık tutması<br />

gerekir. Daha sonra bu hikmet,<br />

ilâhî feyzin de yardımı ile insanda<br />

bir meleke oluşturur. Böylece<br />

insan, Kur’an ahlakı ile ahlaklanır,<br />

pratik aklı gelişir, kuvvetlenir,<br />

bildiği ve yaptığı şeyler doğruluktan<br />

şaşmaz olur.<br />

Allah’ın verdiği aklı şehvetlere<br />

ve şeytanın vesveselerine<br />

kaptıranlar, ne kendi iç dünyalarındaki<br />

ilhamları, ne de dış<br />

dünyada olup biten ibretli sahneleri<br />

düşünüp anlayamazlar,<br />

kavrayamazlar. Zihinlerinde güç<br />

bulamazlar. Ya hiç düşünmezler<br />

veya düşünseler bile hatırala-<br />

rına dönüp göz atarken, neyin<br />

gerçek, neyin hayır olduğunu<br />

kestiremezler; çünkü hakkın ve<br />

hayrın alâmetlerini bilemezler,<br />

onu seçip belirleyemezler. Bunu<br />

yapamayınca da hikmet yolunda<br />

ilerleyemezler.<br />

Hikmete ermenin başlangıcı<br />

düşünce ve bilgidir. Salt düşünce<br />

ve bilgi hikmetin oluşması<br />

için yeterli değildir, düşünce<br />

ve bilginin eyleme dönüşmesi,<br />

eylemin doğru ve isabetli, yerli<br />

yerinde ve sağlam olması gerekir.<br />

Bundan dolayı, ilim ile ameli,<br />

hikmetin birer çeşidi değil, birer<br />

parçası olarak kabul etmek gerekir.<br />

Yani hikmet denilen şey,<br />

ya gerçek bilgi, ya doğru hareket<br />

değil; doğru bilgi ile doğru<br />

hareketin bütünüdür.<br />

Kur’an’da 20 defa geçen “hikmet”<br />

kelimesi; öğüt (Bakara, 231;<br />

Âl-i İmrân, 48), anlama ve bilme<br />

(Lokman, 12), Kur’an (Nahl, 125) ve<br />

Kur’an’ın yorumu (Bakara, 269),<br />

nübüvvet (Bakara, 251; Nisa, 54) ve<br />

sünnet (Bakara, 151, 231; Nisa, 113)<br />

anlamlarında kullanılmıştır.<br />

İsra suresinin “İşte bunlar,<br />

Rabbi’nin sana vahyettiği hikmetlerdendir”<br />

anlamındaki 39.<br />

ayetinde hikmet olan şeylere<br />

işaret edilmiştir. “Bunlar” işaret<br />

zamiri ile kastedilenler 22-37<br />

ayetlerde zikredilen emir ve<br />

yasaklardır: (a) Allah’tan başka<br />

ilah edinmemek, sadece Allah’a<br />

ibadet etmek (b) ana-babaya<br />

ihsanda bulunmak, onlara öf<br />

bile dememek, onları azarlamamak,<br />

onlara tatlı ve güzel söz<br />

söylemek, onlara merhametle<br />

muamele etmek, hayır dua<br />

etmek (c) akrabaya, yoksula<br />

ve yolda kalmış yolcuya iyilik<br />

ve yardım etmek, (ç) cimrilik<br />

ve israftan sakınmak, (d) çocukların<br />

hayatını korumak, (e)<br />

zinadan, fuhuştan kaçınmak, (f)<br />

Aralık 2011 - 152 53


54<br />

adam öldürmemek, (g) yetim<br />

malı yememek, (ğ) verilen sözü<br />

tutmak, (h) ölçüyü ve tartıyı<br />

tam yapmak, (i) bilmediği şeyin<br />

peşine düşmemek, bilgisiz<br />

hüküm vermemek, (ı) büyüklük<br />

taslamaktan sakınmak.<br />

Ayetlerdeki emir ve yasakları<br />

değerlendirdiğimiz zaman, “hikmet”<br />

kelimesinin; iman, ibadet,<br />

itaat, ahlak ve insan haklarına<br />

saygı anlamlarını içerdiğini söyleyebiliriz.<br />

Tahlil etmeye çalıştığımız ayetteki<br />

hikmet kelimesi yukarıda verdiğimiz<br />

tanımların hepsini kapsar.<br />

Nitekim tefsir kitaplarında<br />

yorumlamaya çalıştığımız ayetteki<br />

hikmet kelimesi; Kur’an’ı<br />

anlamak, hükümlerini bilmek,<br />

sözde ve işte isabet etmek, dini<br />

bilmek ve yaşamak olarak anlamlandırılmıştır.<br />

“Haset ancak iki kimseye yapılır.<br />

Biri Allah’ın kendisine mal verdiği<br />

ve bu malı hak yolda harcama<br />

imkânı sağladığı kimse, diğeri<br />

Allah’ın kendisine hikmet verdiği<br />

kimsedir. Bu kimse hikmetin<br />

gereğini yerine getirir ve hikmeti<br />

başkalarına öğretir.” (Müslim,<br />

Salâtü’l-Müsâfi rîn, 268) anlamındaki<br />

hadis, hikmetin bu anlamına<br />

işaret etmektedir.<br />

2. Hayr-ı Kesîr<br />

Hikmetin başlangıç noktası<br />

“ilim”, ortası “iman, ibadet<br />

ve itaat”, sonu da “ahiret<br />

mutluluğu”dur. Dolayısıyla “Kime<br />

hikmet verilirse ona çok hayır<br />

verilmiştir” cümlesi hikmetin<br />

ilim, amel, Kur’an ahlakı ve<br />

ahiret mutluluğuna işaret eder.<br />

“Çok hayır”, ilim ile amelin birleşmesinden<br />

doğar.<br />

İnsan Kur’an’ı bilir, anlar, hükümlerini<br />

yaşarsa Kur’an ahla-<br />

Aralık 2011 - 152<br />

kına sahip olur, Allah’ın rızasını<br />

kazanır, ilahî takdire rıza gösterir,<br />

kul haklarına saygılı olur,<br />

haram ve kötülüklerden beri<br />

olur. Bu özelliklere sahip olar<br />

kimse dünya ve ahiret mutluluğunu<br />

elde eder. Bu bir kul için<br />

çok hayırdır.<br />

“Hayır”; Kur’an’da en çok kullanılan<br />

ve geniş bir mana alanına<br />

sahip olan bir kavramdır.<br />

Dünyevî ve uhrevî, maddî ve<br />

manevî bütün iyilikleri, nimetleri<br />

ve bütün güzel amelleri ifade<br />

eder.<br />

İnsan Kur’an’ı bilir,<br />

anlar, hükümlerini yaşarsa<br />

Kur’an ahlakına<br />

sahip olur, Allah’ın<br />

rızasını kazanır, ilahî<br />

takdire rıza gösterir,<br />

kul haklarına saygılı<br />

olur, haram ve kötülüklerden<br />

beri olur.<br />

Âlemde meydana gelen her<br />

olayda bir hayır görebilmek ve<br />

Allah’tan her şeyin hayırlısını<br />

isteyebilmek İslamî bilinçlenmenin<br />

sonucudur.<br />

“Müminin işi hayret vericidir, her<br />

işi hayırdır. Bu, yalnız mümine<br />

özgü bir şeydir. Sevindirici bir<br />

işle karşılaşsa şükreder, o iş<br />

kendisi hakkında hayır olur. Üzücü<br />

bir işle karşılaşsa sabreder,<br />

bu da kendisi için hayır olur.”<br />

(Müslim, Zühd, 13)<br />

“Allah bir kula hayır murat<br />

ederse ona işlediği günahların<br />

cezasını dünyada verir. Eğer<br />

kuluna hayır murat etmezse ona<br />

işlediği günahın cezasını dünyada<br />

vermez, o kimse günahı ile<br />

ölüp ahirete gelir.” (Tirmizi, Zühd,<br />

45) anlamındaki hadisler, insanın<br />

başına gelen her sıkıntının şer<br />

olmadığını aksine bunda bir<br />

hayır bulunabileceğini ifade etmektedir.<br />

3. Akıl Sahipleri<br />

“Tezkîr” öğüt almak, “ülû’lelbâb”<br />

akıl sahipleri demektir.<br />

“Ancak akıl sahipleri öğüt alır”<br />

cümlesi, hikmet sahibi olabilmek<br />

ve neticede çok hayır elde<br />

edebilmek için aklın kullanılması<br />

gerektiğini ifade eder. İlâhî bir<br />

lütuf olan “hikmet”, ancak akıl<br />

verilen ve aklını kullanan kimselere<br />

nasip olur. Bundan dolayı<br />

akıl ve iyi seçim hikmetin şartı,<br />

düşünce ve ilim de başlangıcıdır.<br />

Aklı veren Allah, aklı kullanan<br />

ise insandır. İnsanın hikmet sahibi<br />

olabilmesi için aklını kullanmasının<br />

yanında ilâhî iradenin<br />

de bu yönde tecelli etmesi gerekir.<br />

Kulun iradesi adî sebep, ilâhî<br />

irade gerçek ve geçerli sebeptir.<br />

İlâhî irade bulunmadan hiçbir<br />

şey meydana gelmez.<br />

Sonuç olarak; yüce Allah, Bakara<br />

suresinin 269. ayetinde<br />

hikmeti dilediği kimseye vereceğini,<br />

hikmet verilen kimseye çok<br />

hayır verilmiş olacağını, ancak<br />

akıl sahiplerinin öğüt alacağını<br />

bildirerek insanların hikmet sahibi<br />

olmaları, böylece çok hayır<br />

elde etmeleri, bunu sağlayabilmek<br />

için akıllarını kullanmaları<br />

gerektiğini bildirmektedir. İnsan<br />

iradesini ortaya koyar ve aklını<br />

kullanırsa Allah ona hikmet verir.<br />

İnsan; kendisine hikmet verilip<br />

verilmediğini, inancı, ibadeti ve<br />

ahlakının Kur’an’a uygun olup<br />

olmaması ile ölçebilir. Kur’an’ı ve<br />

hükümlerini öğrenen, anlayan<br />

ve uygulayan mümin akıllı, hikmetli<br />

ve çok hayır sahibidir.


Dışişleri Bakanı Davutoğlu<br />

Hamburg Merkez Mescid-i Aksa Camii’ni ziyaret etti<br />

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu,<br />

Almanya’da işlenen Neonazi<br />

cinayetlerinin aydınlatılması için<br />

görüşmelerde bulunmak üzere<br />

Hamburg’a geldi. Davutoğlu,<br />

Hamburg’da Neonazi kurbanı<br />

Süleyman Taşköprü’nün ailesini<br />

evlerinde ziyaret ettikten sonra,<br />

DİTİB’e bağlı Mescid-i Aksa<br />

Camii’ni ziyaret etti. Davutoğlu<br />

DİTİB’e gelişinde Hamburg<br />

Başkonsolosu Devrim Öztürk,<br />

<strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Doç. Dr.<br />

Ömer Yılmaz tarafından karşılandı.<br />

<strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşelik<br />

ofi sinin bulunduğu M. Aksa<br />

Konferans Slonu’nda kalabalık<br />

bir topluluğa hitap eden Bakan,<br />

“Hamburg sokaklarında başınız<br />

dik, gönlünüz ferah yürümenizi<br />

istiyoruz” dedi. Toplantıya<br />

katılan sivil ve dinî cemaat<br />

temsilcileri ve vatandaşların<br />

Essen Merkez Camii<br />

Avrupa Türk Dünyası Şiir Şöleni programı düzenledi<br />

Essen Merkez Camii, cami inşaatı yararına “Avrupa<br />

Türk Dünyası Şiir Şöleni” pogramı düzenledi.<br />

Sunumunu din görevlisi Süleyman Gül’ün<br />

yaptığı programda renkli dakikalar yaşandı.<br />

Programa Nevşehir Valisi Abdurrahman Savaş,<br />

KKTC Milletvekili Arif Albayrak, Prof. Dr. Elçin<br />

İskenderzade, Emekli Emniyet Müdürü Şair Dr.<br />

Nedim Uçar, Yunanistan’dan Gülten Mustafa,<br />

Ozan Yusuf Polatoğlu, Ozan İnci, Şair Hüsamettin<br />

Darıcı, Türk Halk Müziğinin Güçlü seslerinden<br />

soru ve sorunlarını dinleyen<br />

bakan Davutoğlu, daha sonra<br />

camiyi gezerek <strong>Din</strong> Görevlisi<br />

Sinan Polat’tan Cami hakkında<br />

bilgiler aldı. Ziyarette Berlin<br />

Büyükelçisi Ahmet Acet, Berlin’e<br />

atanacak olan Büyükelçi Hüseyin<br />

Avni Karslıoğlu, Büyükelçi<br />

Naci Koru, Türk-Alman Dost-<br />

luk Grubu Başkanı Milletvekili<br />

Çağatay Kılıç, Yurtdışı Türkler<br />

ve Akraba Topluluklar Başkanı<br />

Kemal Yurtnaç da hazır bulundu.<br />

Bakan Ahmet Davutoğlu,<br />

Hamburg Eyalet Başbakanı Olaf<br />

Scholz’la da kısa bir görüşme<br />

yaparak Hamburg’tan ayrıldı.<br />

Kazim Kalaycı ve Hasan Gül, Şair Ali Yakar, dernek<br />

başkan ve yöneticileri ile din görevlileri katıldı.<br />

Vatandaşlarımız programa yoğun ilgi gönderdi.<br />

Program saygı duruşu, İstiklal Marşı’nın okunması<br />

ve Malatya Akcadağ ilçe Müftüsü Fatih<br />

Karadaş’ın okuduğu Kur’an tilavetiyle başladı.<br />

Dernek Başkanı Kemal Yapar ve Nevşehir Valisi<br />

Abdurrahman Savaş’ın selamlama konuşmalarının<br />

ardından sırayla şairlerin okuduğu şiirler,<br />

çocukların oynadığı folklor ve Anadolu Güneşim<br />

grubunun yapmış olduğu sema gösterisi izleyenlere<br />

mutlu dakikalar yaşattı. Gecenin süprizi ise<br />

Hanife Yapar’ın Essen Merkez Cami’inin maketini<br />

pasta şeklinde yapması ve bu pastanın cami<br />

yararına satışa sunulmasıydı. Düzenlenen gecede,<br />

cami cemaatinden Mehmet Öztaş’ın kendi<br />

yazdığı şiirini okuması vatandaşlarımız arasında<br />

duygulu anların yaşanmasına vesile oldu.<br />

Program, geceye katkı sağlayan şair, ozan, sanatçı<br />

ve maddi katkılarını esirgemeyen işadamlarına plaket<br />

ve teşekkür belgeleri sunulmasıyla sona erdi.<br />

Aralık 2011 - 152 55


56<br />

Başkonsolos Arı Eppingen Mevlana Camii’ni ziyaret etti<br />

Stuttgart Başkonsolosu M. Türker Arı, Heilbronn-Eppingen<br />

Belediye Sarayını ve Mevlana<br />

Camii’ni ziyaret ederek ilgililerden bilgi aldı.<br />

Başkonsolos Arı, belediye başkanı Klaus Holaschke<br />

ve CDU Baden Württemberg Milletvekili<br />

Friedlinde Gurr-Hirsch ile kısa bir süre baş<br />

başa görüşerek bölgedeki Türkler’in durumu<br />

hakkında bilgi aldı. Türk temsilcileri ile Katolik<br />

ve Protestan kiliseleri temsilcilerinin de<br />

katıldığı toplantıda, uyum ve eğitim konusunda<br />

yapılması gerekenler masaya yatırıldı.<br />

DİTİB Württemberg dinler arası uyum sorumlusu<br />

Ali İpek’in de katıldığı toplantıda, Başkonsolos<br />

Arı, Almanya’daki camilerin Türkiye’dekilerden<br />

ilave sorumluluklar üstlendiklerini belirterek<br />

“Burada camilerimiz, ibadet yerleri olmalarına<br />

rağmen, aynı zamanda birer kültür merkezi<br />

olarak çalışıyorlar. İnsanların ahlaki değerlerinin<br />

yükselmesi ve iyi insan olması yönünde önemli<br />

rol üstleniyorlar. Matematik, Almanca ve hatta<br />

diğer dinler hakkında da dersler veren camile-<br />

29 Ekim Cumhuriyet Bayramı münasebetiyle,<br />

Dortmund’daki DİTİB’e bağlı 11 cami derneğinin<br />

katılımıyla, şehitlerimiz ve Van depreminde haya-<br />

Aralık 2011 - 152<br />

Dortmund’da mevlit programı<br />

rimiz var. Camilerin bu faaliyetlerinin toplumun<br />

geneli tarafından desteklenmesi gerekir.” dedi.<br />

<strong>Din</strong> görevlisinin hacda olmasından dolayı, <strong>Diyanet</strong><br />

<strong>İşleri</strong> Başkanlığı tarafından görevlendirilen Konya<br />

İl Müftülüğü Personel Şube Müdürü Hasan Özturk<br />

de yaptığı konuşmada, Peygamberimizin, ‘‘İnsanların<br />

hayırlısı, insanlara yararlı olanlarıdır.” hadisini<br />

hatırlatarak İslam’ın toplum dini olduğunu anlattı.<br />

Cemiyet Başkanı Erkan Çetinkaya ise, dernek<br />

faaliyetleri hakkında bilgi vererek Eppingen<br />

Mevlana Camii’nin çevrede yaptığı<br />

faaliyetlerle dikkat çektiğini söyledi.<br />

tını kaybeden vatandaşlarımız için; hatm-i şerif<br />

ve mevlit programı düzenlendi. Eving Selimiye<br />

Camii’nde düzenlenen programa vatandaşlarımız<br />

büyük ilgi gösterdi. Programda, Dortmund Eving-<br />

Selimiye Camii <strong>Din</strong> Görevlisi Bilal Bitiş, Merkez<br />

Camii <strong>Din</strong> Görevlisi Mustafa Altuntaş, Mengede<br />

Camii <strong>Din</strong> Görevlisi Halil Arık, Schanhorst Camii<br />

<strong>Din</strong> Görevlisi Vehbi Demirci, Derne Camii <strong>Din</strong><br />

Görevlisi Hasan Bostan, Hörde Camii <strong>Din</strong> Görevlisi<br />

İbrahim Yaman, DİTİB Rehberlik ve Denetim<br />

Görevlisi İsmail Zengin ve DİTİB Dortmund<br />

dernek başkanları ile yöneticileri hazır bulundu.<br />

Münster DİTİB Mimar Sinan Camii’nde konferans<br />

Münster <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Suat Altunkuş,<br />

Bad Lippspringe Mimar Sinan Camii’nde kadınlara<br />

konferans verdi. <strong>Din</strong> Görevlisi Mehmet Menteş’in<br />

cami ve cemaatle ilgili bilgi vermesinin ardından,<br />

<strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Altuntuş, “Kadınların<br />

İslami Çalışmalardaki Rolü” konulu bir konferans<br />

verdi. Altunkuş, konferansında kadınların toplumdaki<br />

yerini belirterek İslam tarihinde kadınların<br />

İslam dinine yapmış oldukları hizmetleri<br />

anlattı ve günümüzde kadınların İslam’a nasıl<br />

hizmet edebilecekleri konularında bilgi verdi.


Saarland’daki vatandaşlarımız Van için seferber oldu<br />

Van ve çevresinde meydana gelen depremdeki<br />

çocuklara ulaştırılmak üzere, DİTİB tarafından<br />

“Çocuklarımız Üşümesin” sloganıyla giyecek kampanyası<br />

düzenlendi. Saarland’daki bütün cami dernekleri<br />

ve vatandaşlarımızın büyük ilgi gösterdiği<br />

kampanyada toplanan giyecekler, erkek-bayan, büyük-küçük<br />

ayrı ayrı tasnif edilerek Inter Log GmbH<br />

& Co. K.G. Nakliye Şirketi sahibi Aytekin Aydın<br />

tarafından Frankfurt Havaalanına, oradan da Öger<br />

Türk Tur aracılığıyla Van’a sevk edildi. Vatandaşlarımız<br />

deprem mağdurlarının sıkıntılarını gidermek<br />

amacıyla, DİTİB tarafından organize edilen nakdi<br />

yardım kampanyasına da büyük ilgi gösterdiler.<br />

Ahlen Ulu Camii’nden mezarlığa ziyaret<br />

DİTİB Ahlen Ulu Camii cemaati, Kurban Bayramında<br />

Ahlen’deki Müslüman mezarlığını ziyaret<br />

ederek Kur’an-ı Kerim okuyup duada bulundular.<br />

Her bayram olduğu gibi, vatandaşlarımız Kurban<br />

Bayramında da mezarlığı ziyaret ederek Kur’an<br />

okuyup dualar ederek mezarlıkta yatanların ve<br />

geçmişlerin ruhuna hediye ettiler. Memleketten<br />

uzakta da olsa geçmişlerimizi yâd eden yaklaşık 70<br />

kişinin katıldığı mezarlık ziyaretinde, <strong>Din</strong> Görevlisi<br />

Doğan Avcı ve Dernek Başkanı Veli Çubukçu<br />

bu günde birlikte olmaktan mutlu olduklarını<br />

belirttiler ve vatandaşlarımıza teşekkür ettiler.<br />

Gronau DİTİB Fatih Camii öğrencilerinden örnek davranış<br />

Van’da yaşanan felaketin mağdurlarının acı ve<br />

üzüntülerini bir nebze de olsa paylaşmak isteyen<br />

Gronau DİTİB Fatih Camii öğrencileri, cep<br />

harçlıklarından biriktirdikleri 135€ Van depremzedelerine<br />

bağışladılar. Depreme duyarlılık<br />

gösteren öğrenciler, “Kalbimiz, depremde zarar<br />

gören vatandaşlarımızın yanındadır.” dediler.<br />

Öte yandan Kurban Bayramı’nın pazar gününe<br />

rastlaması dolayısıyla, vatandaşlarımız bayram<br />

namazına büyük ilgi gösterdi ve bayramı coşkuyla<br />

kutlama fırsatı buldu. 400’ü aşkın vatandaşımız,<br />

camiyi doldurarak bayram namazı<br />

kılıp birlik-beraberlik, huzur ve mutluluk içerisinde<br />

bayramın neşesini doyasıya yaşadılar.<br />

Bayram namazından sonra birbirleriyle<br />

bayramlaşan vatandaşlarımız, huzur<br />

içinde evlerinin yolunu tuttular.<br />

Aralık 2011 - 152 57


58<br />

Siegen Selimiye Camii’nde Kurban Bayramı coşkusu<br />

Siegen Selimiye Camii’ne devam eden öğrenciler<br />

için Kurban Bayramı şenliği düzenlendi.<br />

Cami yönetimi ve din görevlisi Necmi Açıkgöz,<br />

öğrencilere camiyi sevdirmek kaynaşmalarını<br />

sağlamak ve camiye gelecek olan gençleri teşvik<br />

etmek amacıyla, bölgedeki çocuk eğlence yeri<br />

Mc-Play isimli oyun-eğlence yerine götürerek<br />

bayramın şenlik içerisinde geçmesini sağladılar.<br />

Ailelerinin de katıldığı şenlikte öğrenciler ve<br />

aileleri gönüllerince eğlenip bayramı doyasıya<br />

yaşadılar. <strong>Din</strong> Görevlisi Necmi Açıkgöz’ün Kurban<br />

Bayramı hakkında bilgi verdiği programda,<br />

çocuklar ve veliler unutulmaz bir gün yaşadılar.<br />

Stuttgart’ta dernek başkanları ve din görevlileri Ulm’da toplandılar<br />

Aralık 2011 - 152<br />

Stuttgart <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Kâzım<br />

Türkmen, dernek başkanları ve din görevlileriyle<br />

Ulm’da bir toplantı yaparak bölgede<br />

verilen hizmetleri değerlendirdiler.<br />

Toplantıya DİTİB Genel Başkan Yardımcısı Orhan<br />

Bilen, Stuttgart Eyalet Birliği Başkanı Erdinç<br />

Altuntaş da katıldı. Toplantıda Türkmen, bölgedeki<br />

hizmetleri değerlendirerek tavsiyelerde<br />

bulunurken, DİTİB Genel Başkan Yardımcısı Bilen<br />

de hizmetlerdeki hedefl eri, Eyalet Birliği Başkanı<br />

Altuntaş ise eyaletteki gelişmeler hakkında dernek<br />

başkanları ve din görevlilerini bilgilendirdiler.<br />

Toplantıda, yeni gelen din görevliler tanıtıldı ve görev<br />

süresi bitenler de vatandaşlarımızla vedalaştı.<br />

ATİB Mittersil Vatan Camii’nde anne-babaları anma günü düzenlendi<br />

ATİB Mittersil Vatan Camii öğrencileri, Mittersill<br />

Nationella Park’ta, anne ve babaların önemini<br />

anlatan bir program düzenlediler. Salzburg <strong>Din</strong><br />

<strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Dr. Sabri Çap’ın konuşmacı<br />

olarak katıldığı program, İstiklal Marşı okunması<br />

ve ATİB Mittersill Dernek Başkanı Murat<br />

Avcı’nın selamlama konuşması ile başladı.<br />

Programda öğrenciler şiirler ve ilahiler okudular,<br />

türküler söylediler; oynadıkları piyesle<br />

büyük ilgi gördüler. Daha sonra kürsüye<br />

gelen Dr. Sabri Çap, anne-baba haklarından<br />

bahsetti ve Avrupa’da ailelerde gözlenen<br />

problemler, ebeveyn ile çocuklar arasındaki<br />

iletişim hakkında bilgi verdi. <strong>Din</strong> görevlisi<br />

Orhan Söyler’in yönetiminde devam eden<br />

program, teşekkür konuşması ile sona erdi.


Bozkuş’tan Linz’deki Bosnalı Müslümanlara ziyaret<br />

Viyana-<strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Müşavir Vekili ve ATİB Genel<br />

Başkanı Seyfi Bozkuş, Bosnalı Müslümanların<br />

Linz şehrinde kurduğu Nur Derneği tarafından inşa<br />

edilen camiyi ziyaret etti. Ziyarete, Salzburg <strong>Din</strong><br />

<strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Sabri Çap ve Linz ATİB Derneği<br />

Yönetim Kurulu üyeleri de katıldı.<br />

Cami hakkında bilgi veren Dernek Başkanı Kasım<br />

Hadzic, uzun müzakereler sonunda Linz Belediyesi<br />

tarafından verilen izinle camiyi yapmaya başladıklarını<br />

ve derneğin kendi imkânları ile gelecek yıl içerisinde<br />

camiyi tamamlamayı hedefl ediklerini söyledi.<br />

Ziyaretinin asıl hedefi nin Avusturya’daki Müslümanlar<br />

arasında dayanışma ve işbirliğinin güçlendirilmesi<br />

olduğunu belirten ATİB Genel Başkanı Seyfi<br />

Bozkuş, cami inşa etmenin daima tartışma konusu<br />

yapıldığı Avusturya gibi bir ülkede, temelden bir<br />

cami inşaa etmenin çok önemli olduğunu, kültürler<br />

arası iletişimin ve toplumsal barışın anahtarı durumunda<br />

olan camilerin siyasi polemik konusu olmaktan<br />

çıkarılması gerektiğini vurguladı.<br />

ATİB dernekleri tarafından sağlanan 13.600 Euro<br />

tutarındaki yardım çekini de Dernek Başkanı Kasım<br />

Hadzic’e takdim eden Bozkuş, bu yardımın mad-<br />

Ichenhausen’de öğrencilerden cami ziyareti<br />

Ichenhausen Haupschule ve Grundschule’de bulunan<br />

Müslüman öğrenciler, Alman öğretmenleriyle<br />

birlikte Ichenhausen Camii’ni ziyaret ederek <strong>Din</strong><br />

Görevlisi Ömer Kavaklı’dan gençlere yönelik camide<br />

düzenlenen faaliyetler hakkında bilgi aldılar. <strong>Din</strong><br />

Görevlisi Ömer Kavaklı, öğrencilere Kur’an-ı Kerim<br />

okuyarak öğrencilerin öğretmenlerine karşı nasıl<br />

davranmaları gerektiği hakkında bilgi verdi. Her ne<br />

kadarda yabancı bir kültürün içinde yaşıyor olsalar<br />

da, Müslüman olduklarını unutmamalarını, ana-ba-<br />

di değerinin küçük, ancak Müslümanlar arasındaki<br />

dayanışmanın nişanesi olarak manevi anlamının<br />

büyük ve önemli olduğunun altını çizdi.<br />

ATİB tarafından sağlanan yardımdan memnuniyet<br />

duyduğunu belirten dernek Başkanı Hadzic, yazılı<br />

bir teşekkür mektubunu ATİB Genel Başkanı’na<br />

takdim ederek tarihi öneme sahip bu projenin tamamlanmasıyla<br />

Avusturya’daki Müslümanların hizmetine<br />

sunulacağını ifade etti.<br />

Beraberindeki heyetle cami inşaatında incelemelerde<br />

bulunan ATİB Genel Başkanı Bozkuş, mümkün<br />

olması halinde caminin açılışına da iştirak edeceğini<br />

söyledi.<br />

balarına ve kendilerini eğiten hocalarına, büyüklerine<br />

saygısızlık yapmamaları gerektiğinin altını çizdi.<br />

Ziyaretin sonunda <strong>Din</strong> Görevlisi Ömer Kavaklı, öğrencilerin<br />

başarısı için dualar okudu. Duanın ardından<br />

cami derneğinin öğrencilere yaptığı ikramlarla<br />

ziyaret son buldu.<br />

Öte yandan DİTİB Ichenhausen Camii’nde dini<br />

bilgiler kursunun açılması münasebetiyle, <strong>Din</strong><br />

<strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Dr. Ali Ünal’ın da katılımıyla bir<br />

program düzenlendi. Program, <strong>Din</strong> Görevlisi Ömer<br />

Kavaklı’nın Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başladı. Dernek<br />

Başkanı Lütfü Çalışkan’ın selamlama konuşmasının<br />

ardından, <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Dr. Ali Ünal<br />

da bir konuşma yaparak Peygamber Efendimiz zamanından<br />

günümüze kadar cami ve cami eksenli<br />

yapılan eğitimler hakkında bilgi sundu. Kur’an-ı<br />

Kerim öğrenmenin, ana dilimiz Türkçe’nin öğrenilmesinin<br />

ve kültürümüzü yaşatmanın önemini ifade<br />

etti. Konuşmaların ardından, toplam 142 çocuk, 28<br />

kadın ve 14 yetişkin erkek olmak üzere 184 öğrencinin<br />

kaydının yapılmasıyla kursta eğitime başlandı.<br />

Aralık 2011 - 152 59


60<br />

Bretten’de hacca gidecek vatandaşlar için mevlit programı düzenlendi<br />

Berlin <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Müşavirliği ve <strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong><br />

Türk İslam Birliği (DİTİB) işbirliği ile 2011 yılında<br />

hacca gidecek hacı adayları için, DİTİB’e bağlı Karlsruhe-Bretten<br />

Yeşil Camii’nde hac semineri verildi.<br />

Seminerde hacı adaylarına, haccın menasiki ve ziyaret<br />

yerleri konularında bilgiler verildi.<br />

<strong>Din</strong> görevlisi Şükrü Baktı seminerde yaptığı konuşmada,<br />

“İnşallah sizler Beytullah’ın etrafında pervaneler<br />

gibi dönerken, bizleri de unutmayacaksınız ve<br />

bizlerin Hz. Peygamber’e sevgimizi, saygımızı ve<br />

selamlarımızı arz edeceksiniz.” dedi.<br />

Volkshochschule Memmingen’in<br />

düzenlediği ‘’Laiklik ve Hıristiyan<br />

Batı Dünyası’’ konulu programa<br />

DİTİB Memmingen Merkez Camii<br />

de katıldı. Programda, laikliğin<br />

Aralık 2011 - 152<br />

Memmingen’de diyalog toplantısı<br />

dinle nasıl bağdaşabileceği ve<br />

nerede sorunlar olduğu tartışıldı.<br />

Programda ayrıca, Hıristiyanların<br />

İslam’a bakış açıları da ele alındı.<br />

Programda İslam grubu temsilciliğini,<br />

DİTİB Memmingen Cemiyeti<br />

DİTİB Güney Bavyera <strong>Din</strong>ler<br />

Arası Dialog sorumlusu Aykan<br />

İnan yaptı. Toplantıyı çok sayıda<br />

dinleyici ilgiyle takip etti.<br />

Öte yandan Memmingen’e yeni<br />

gelen Katolik Papaz Ludwig,<br />

Memmingenliler tarafından sevinçle<br />

karşılandı. Karşılamaya<br />

DİTİB Memmingen cemiyeti de<br />

katıldı. Ayinle başlayan programda,<br />

DİTİB Memmingen Dernek<br />

Başkanı Sebehattin Kasımfırtına,<br />

konuşmasının sonunda Papaz<br />

Weidmüller’e bir almanca<br />

Kur’an-ı Kerim hediye etti.<br />

Öğrenciler Münster Bottrop Yunus Emre Camii’ni ziyaret etti<br />

Münster <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşeliğine<br />

bağlı olarak faaliyetlerini<br />

sürdüren Bottrop Yunus Emre<br />

Camii, AWO Kindergarten maksi<br />

grup öğrencileri tarafından<br />

ziyaret edildi. Öğretmenlerin<br />

gözetiminde yapılan ziyarette<br />

öğrenciler <strong>Din</strong> Görevlisi Ahmet<br />

Köken’den, cami ve İslam dini<br />

hakkında bilgi aldılar. Cami ve<br />

çevresinin öğrencilere gezdirilmesinin<br />

ve bilgiler verilmesinin<br />

ardından, okunan ezan ve<br />

Kur’an-ı Kerim ilgiyle dinlendi.<br />

Çeşitli hediyelerin verilmesinin<br />

ardından, öğrenciler ziyaretten<br />

duydukları memnuniyeti dile getirerek<br />

camiden ayrıldılar.<br />

DİTİB Memmingen yönetimi veda törenine katıldı<br />

Bavyera eyaletine bağlı DİTİB Memmingen Cemiyeti<br />

Başkanı Sebehattin Kasımfırtına ve cemiyet yöneticileri,<br />

Memmingen Katolik Kilisesi Dekanı Schindele’nin<br />

veda törenine katıldı. Veda töreninde bir konuşma yapan<br />

Memmingen Yönetim Kurulu Başkanı Sebehattin<br />

Kasımfırtına, geçmişte beraber yapılan programlar için<br />

Katolik Kilisesi Dekanı Schindele’ne teşekkür etti ve<br />

yeni görevinde başarılar dileyerek teşekkür plaketi ile<br />

hediyeler takdim etti. Törene, Memmingen Belediye<br />

Başkanı, Alman milletvekilleri ve siyasetçiler de katıldı.


Bottrop Yunus Emre Camii’nde gençlik şöleni<br />

Bottrop Yunus Emre Camii’nde, “Gençlik Şöleni”<br />

düzenlendi. Yunus Emre Camii Gençlik Kolları, aileleri<br />

ve cami derneğinin birlikte düzenlediği şölende<br />

gençler bir araya geldiler. Şölen, <strong>Din</strong> Görevlisi<br />

Ahmet Köken’in Kur’an-ı Kerim tilavetiyle başladı.<br />

Daha sonra gençler kendi aralarında eğlenerek gönüllerince<br />

bir gün geçirmenin sevincini yaşadılar.<br />

Türk Mutfağından çeşitli ikramların sunulduğu şölene,<br />

Bottrop’ta yaşayan çok sayıda genç iştirak etti.<br />

Gençler, camide böyle bir programda birlikte olmaktan<br />

büyük keyif aldıklarını, bu tür faaliyetlerin<br />

Stuttgart <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşeliği<br />

bölgesinde faaliyetlerini sürdüren<br />

Leutkirch Mimar Sinan<br />

Camii’nde öğrenciler yapılan<br />

dualarla okula gönderildiler. Dua<br />

programına yüze yakın öğrenci<br />

ve velileri katıldı. Programda bir<br />

konuşma yapan <strong>Din</strong> Görevlisi Yıl-<br />

belirli aralıklarla düzenlenmesinin kendileri açısından<br />

faydalı olacağını belirttiler ve şöleni düzenleyenlere<br />

teşekkür ettiler.<br />

Ladenburg Werkrealschule’de dua etkinliği<br />

Ladenburg Werkrealschule’de düzenlenen dua eksenli<br />

programa Edingen <strong>Din</strong> Görevlisi Nurettin Midilli de katılarak<br />

bir konuşma yaptı ve yeni öğretim yılının başarılı<br />

geçmesi için dua etti. Okul Rektörü Hr. Schneider, çok<br />

sayıda öğretmen ve öğrencilerin katıldığı programa,<br />

Ladenburg Evangelische Kilisesi Papazı Markus Wittig<br />

de katıldı. Selamlama konuşmalarının ardından <strong>Din</strong> Görevlisi<br />

Midilli, Almanca yaptığı konuşmada öğretmen ve<br />

öğrencilere başarı temennisinde bulundu. Öğrencilere<br />

iyi bir gelecek için özveriyle çalışmalarını öneren Midilli,<br />

Kur’an-ı Kerim’den dua ayetleri okudu. <strong>Din</strong> Görevlisi Midilli<br />

ve Papaz Wittig birlikte dua yaptılar.<br />

Stuttgart’ta öğrenciler okullarına<br />

Mimar Sinan Camii’nde dualarla gönderildi<br />

Illertissen Anadolu Camii’nde hacı adaylarına mevlit programı<br />

DİTİB Illertissen Anadolu Camii’nde hacca gidecek<br />

18 hacı adayı için mevlit programı düzenlendi.<br />

Programda DİTİB Illertissen Anadolu Camii <strong>Din</strong> Görevlisi<br />

Mehmet Gözen bir konuşma yaparak hacda<br />

yapılacak ibadetlerle ilgili bilgi verdi. Hacı adayları<br />

adına cemiyet başkanı Oktay Tunç bir konuşma<br />

yaparak katılımcılara teşekkür etti. Yaklaşık 1000<br />

kişinin katıldığı program, hacı adaylarına verilen<br />

hediyeler ve yemek ikramıyla sona erdi.<br />

maz Tuncer, dinî ve millî değerlerimize<br />

uygun bir eğitim dönemi<br />

gerçekleşmesi için öğrencilere<br />

ve velilere tavsiyelerde bulundu.<br />

Daha sonra dua yapıldı ve öğrencilere<br />

dernek başkanı ile yönetim<br />

kurulu tarafından hazırlanan ikramlar<br />

sunuldu. Camide yapılan<br />

duaların ardından öğrenciler<br />

okullarına gönderildiler.<br />

Aralık 2011 - 152 61


62<br />

Dernek başkanları ve din görevlileri Ulm’de toplandı<br />

Stuttgart <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Kazım Türkmen,<br />

dernek başkanları ve din görevlileriyle Ulm’de bir<br />

araya gelerek bölgedeki hizmetlerin değerlendirilmesini<br />

yaptı.<br />

Toplantıya <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Kazım Türkmen,<br />

DİTİB Genel Başkan Yardımcısı Orhan Bilen, Stuttgart<br />

Eyalet Birliği Başkanı Erdinç Altuntaş da katıldı.<br />

Toplantıda Ataşe Türkmen, bölgedeki hizmetleri<br />

değerlendirerek tavsiyelerde bulunurken, DİTİB<br />

Genel Başkan Yardımcısı Bilen, hizmetlerdeki hedefl<br />

eri, Eyalet Birliği Başkanı Altuntaş da eyaletteki<br />

gelişmeler hakkında dernek başkanları ve din görevlilerini<br />

bilgilendirdi.<br />

Sindelfi ngen <strong>Din</strong> Görevlisi Abdullah Bora’nın Kur’an-ı<br />

Kerim okuması, Ulm <strong>Din</strong> Görevlisi Ali Gürkan’ın su-<br />

Aralık 2011 - 152<br />

Lyon’da hacılara çiçekli uğurlama<br />

Fransa’dan 2011 yılı hac organizasyonunda hacca<br />

gidecek toplam 1001 vatandaşımız kutsal toprakla-<br />

numu, yeni gelen din görevlilerin tanıtımı, görevi<br />

biten görevlilerin veda konuşmaları ve Ulm Hilal<br />

Camii’nin hazırladığı ikramların sunulmasının ardından<br />

toplantı sona erdi.<br />

Winterthur Türkgücü Derneği Camii’nde hatim coşkusu<br />

1-7 Ekim Camiler ve <strong>Din</strong> Görevlileri Haftası dolayısıyla<br />

İsviçre Türk <strong>Diyanet</strong> Vakfı Winterthur Türkgücü<br />

Derneği Camii’nde, cemaatin okuduğu hatimlerin<br />

duası yapılarak camilere yardım edenlerin<br />

geçmişlerine dualar edildi. Cuma vaazı ve cuma<br />

hutbesinde haftanın önemi anlatıldı.<br />

Hafta içerisinde, camide eğitim gören kız ve erkek<br />

çocuklara cami müştemilatı tanıtılarak İslam dini<br />

hakkında bilgi verildi. Hafta vesilesiyle camiye davet<br />

edilen Winterthur Altstadt Okulu öğretmenleri<br />

Flavia Dimmeler, Maja Wachter ve 23 öğrenci ile<br />

annelerine cami tanıtılarak İslam dini hakkında bilgi<br />

verildi. <strong>Diyanet</strong> <strong>İşleri</strong> Başkanlığı’nın hazırladığı Almanca<br />

‘’Mein Prophet Mohammed’’ adlı çocuk kitabı<br />

ile Almanca broşürler hediye edildi ve ikramlarda<br />

bulunuldu.<br />

ra uğurlandı. 35 <strong>Din</strong> görevlisi ile birlikte Fransa’nın<br />

değişik havalimanlarından hareket eden hacılarımız<br />

için Lyon’da yapılan uğurlama törenine, T.C. Lyon<br />

Başkonsolosu Hilmi Ege Türemen de katıldı. <strong>Din</strong><br />

<strong>Hizmetleri</strong> Ataşesi Hüseyin Avni Böge ve Muavin<br />

Konsolos Erdem Tunçer ile birlikte Lyon’dan hacca<br />

giden 170 kişilik ilk kafi lenin uğurlama törenine<br />

katılan Türemen, çiçeklerle uğurlanan vatandaşlarımıza<br />

kutsal topraklarda ülkemizi en iyi şekilde<br />

temsil etmelerini söyledi. Son günlerde artan terör<br />

olaylarına da değinen Başkonsolos Türemen, hacılardan<br />

şehitlerimiz ve milletimizin birlik-beraberliği<br />

için dua etmelerini de istedi.


Karlsruhe’de “Çocuklar Üşümesin”<br />

kampanyasına destek<br />

Van depreminde zarar gören vatandaşlarımız<br />

için DİTİB Eyalet Birliği’nce başlatılan “Çocuklar<br />

Üşümesin” kampanyasına, Karlsruhe <strong>Din</strong> <strong>Hizmetleri</strong><br />

Ataşeliği’ne bağlı Lauchringen DİTİB Sancak<br />

Camii’nden büyük destek geldi. Sancak Camii<br />

Yönetim Kurulu, Türk Okulu Aile Birliği, Anadolu<br />

Gençlik Spor Kulubü’nün öncülüğünde vatandaşlarımızın<br />

yaptığı yardımlar için DİTİB Sancak<br />

Camii Derneği Kur’an Kursunda deprem için eşya<br />

toplama bürosu oluşturuldu. Sancak Camii <strong>Din</strong><br />

Görevlisi Hasan Sarı’nın Cuma namazında yaptığı<br />

yardım duyurusunun ardından, vatandaşlarımız<br />

kampanyaya büyük destekte bulundular. Toplanan<br />

yardımlar, depremde zarar gören Van ve çevresindeki<br />

yerleşim merkezlerine gönderilmek üzere<br />

bölge koordinasyon merkezine teslim edildi.<br />

Berlin’de göçün <strong>50.</strong> Yıl sempozyomu<br />

1-2 Kasım 2011 tarihlerinde Almanya’nın başkenti<br />

Berlin’de; T.C. Başbakanlık Yurt Dışı ve<br />

Akraba Topluluklar Başkanlığı tarafından organize<br />

edilen sempozyuma yurt içinden ve yurt dışından<br />

çok sayıda bürokrat, akademisyen, bilim<br />

insanı, sivil toplum kurumlarının temsilcileri,<br />

vatandaşlar ile Türk ve Alman parlamenterler<br />

ve siyasetçilerin katılımlarıyla gerçekleştirildi.<br />

Sempozyuma katılan Ataşelerimizden İlhami<br />

Ayrancı’dan edinilen bilgilere göre<br />

Sempozyumun 1 Kasım Salı günündeki oturumlarda<br />

sırasıyla aşağıdaki konular ele alındı:<br />

Entegrasyonu Yeniden Entegre Etmek:<br />

Kavramlar, Teoriler, Paradigmalar<br />

Göçmenlikten Yurttaşlığa Geçiş<br />

Göçmenin Yanındaki Aktör: Sivil Toplum Kuruluşları<br />

Çok Kültürlülük Üzerine Yeniden Düşünmek<br />

Ortak Alanı İnşa Etmenin Anahtarı: Siyasal Katılım<br />

2 Kasım Çarşamba günü yapılan oturumlarda<br />

ise aşağıdaki konular ele alındı:<br />

Siyaset ve Göç<br />

Almanya’da İslam Tartışmaları: Alman<br />

İslam Konferansı ve İslamofobi<br />

Haklar ve Eşit Katılım<br />

Sosyal Sorunlar ve Nedenleri<br />

<strong>Din</strong>î Çoğulculuk ve Bir Arada Yaşama<br />

Eğitim Sisteminde Fırsat Eşitliği ve Çok Kültürlülük<br />

Medyada Göç ve Göçmen Algısı<br />

İş Hayatında Yeni Yönelimler<br />

50 yıllık göç tarihinin ilk yıllarında büyük bölümü<br />

erkeklerden oluşan, neredeyse tamamı işçi<br />

olan Türk toplumu, aradan geçen sürede ciddi<br />

bir yapısal değişiklik geçirmiştir. Ev sahibi ülkelerin<br />

sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal hayatına<br />

gidererek etkin olmaya başlamışlardır.<br />

Yarım asır önce misafi r olarak gittikleri ülkelerde<br />

artık kalıcı olmaya başlayan vatandaşlarımız,<br />

yarım asırlık geçmişte sayısız sorunları<br />

çözdükleri gibi bugünkü sıkıntıları aşabileceklerdir.<br />

Sempozyumun gösterdiği önemli noktalardan<br />

birisi de budur. Daha bilinçlenmiş ve<br />

daha teşkilatlanmış bir Türk toplumu var artık<br />

Avrupa’da. Onların, bize ait ve bizden bir parça<br />

oldukları kadar; doğup büyüdükleri, eğitim<br />

gördükleri, çalıştıkları, yaşadıkları o ülkelere ve<br />

toplumlara ait oldukları da unutulmamalıdır.<br />

Aralık 2011 - 152 63


Resimdeki<br />

Bilgin<br />

İslam’ın<br />

Şartlarından<br />

Yalıtkan<br />

Karşıtı<br />

Önceden<br />

Satış<br />

Anne<br />

Dünya<br />

Yabancı<br />

Kamufl e<br />

Etmek<br />

Hazır<br />

Karışık<br />

Renk<br />

Yankı<br />

Bir<br />

Müzik<br />

Aleti<br />

Kanı Çok<br />

Olan<br />

Hizalamak<br />

İşi<br />

Ekmek<br />

64<br />

Cimri<br />

Tenaküh<br />

Bir Göz<br />

Rengi<br />

Balık<br />

Avlama<br />

Aracı<br />

İlave<br />

Antimon<br />

İşareti<br />

Zulüm<br />

Aralık 2011 - 152<br />

(Kısa) Bir<br />

Haber<br />

Ajansı<br />

Bir Sayı<br />

Bilimsel<br />

Müzikte<br />

Nota<br />

Tahıl<br />

Tanesi<br />

Bir Halife<br />

bulmaca<br />

Ali Duran Demircioğlu<br />

Ölüm<br />

Dalgınlığı<br />

Çok<br />

Konuşan<br />

Nam<br />

Geri<br />

Vermek<br />

(Kısaca)<br />

Tunus<br />

Parası<br />

İşareti<br />

Demir<br />

Yolu<br />

Boru<br />

Sesi<br />

Bir<br />

Meyve<br />

“Başah”<br />

Ünsüzleri<br />

Yardım<br />

İhtilaf<br />

Damar<br />

İç<br />

Tabakası<br />

Kamer<br />

İşte,<br />

Burda<br />

Yabancı<br />

Bir Namaz<br />

Vakti<br />

İlaç<br />

Konya’da<br />

Bir<br />

İlçe<br />

Antrenmansız<br />

Yemin<br />

İkincil<br />

Nikel<br />

İşareti<br />

Kakım<br />

Karakter<br />

Paylama<br />

İspanya<br />

Plaka<br />

İşareti<br />

Sa’y Yapılan<br />

Aktinyum<br />

Karışık<br />

Uzaklık<br />

İki Tepe<br />

İşareti<br />

Renk<br />

Civa<br />

İşareti<br />

Kuzu<br />

Yıkıntı<br />

Usulüne uygun Nur Nevşehir’de İşareti Müzikte Sesi Badat <br />

Hac Ziyareti<br />

Dağı<br />

Bir İlçe<br />

Bir Nota<br />

<br />

<br />

Demir<br />

İşareti<br />

Dağ<br />

İlave<br />

Baskı,<br />

Basım<br />

Eteği<br />

Mesafe<br />

<br />

Gabon<br />

Plaka<br />

İşareti <br />

Müzikte<br />

Bir Nota <br />

Türkiye<br />

Plaka<br />

İşareti <br />

Bir<br />

Bağlaç Okazyon <br />

Alt<br />

Karşıtı <br />

“Keza”<br />

Ortası<br />

Vilayet <br />

<br />

Müzikte<br />

Bir Nota Ego<br />

<br />

Saha<br />

Bir Sûre <br />

Razı<br />

Etme<br />

Kamer Su<br />

<br />

<br />

Bir<br />

Renk <br />

Rutenyum<br />

“Sevr” Ünsüzleri <br />

Göz<br />

Literatür Bir Ölçü<br />

<br />

Çağ <br />

Delikli<br />

Kumaş <br />

Etken<br />

Cömertlik <br />

Küçük<br />

Mağara Minkale <br />

Almanya<br />

Plaka İşareti <br />

Kakım<br />

<br />

Erbap<br />

Sara Hastalığı <br />

Su<br />

Cendere <br />

<br />

Yabancı<br />

Başkaldırıcı <br />

“Töre”<br />

Ünsüz<br />

Harfleri <br />

G.Afrika<br />

Cumhuriyeti<br />

Ülke İşareti <br />

<br />

Aynı<br />

Şekilde <br />

Ekonomi<br />

<br />

Sodyum<br />

İşareti<br />

Tesir<br />

Günahtan<br />

Sakınanlar<br />

Bir<br />

Bayan<br />

Adı<br />

151.<br />

Sayıdaki<br />

Bulmacanın<br />

Çözümü<br />

Helal<br />

Karşıtı<br />

Gelir<br />

Getiren<br />

Mülk


Kim Allah yolunda hicret ederse, yeryüzünde gidecek çok<br />

yer de bulur, genişlik de. Kim Allah’a ve Peygamberine hicret<br />

etmek amacıyla evinden çıkar da sonra kendisine ölüm<br />

yetişirse, şüphesiz onun mükafatı Allah’a düşer. Allah çok<br />

bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (Nisa, 100)

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!