01.03.2013 Views

HAYATIM HARBİDEN ROMAN Önsöz Bilinmezden gelmiş ve yine ...

HAYATIM HARBİDEN ROMAN Önsöz Bilinmezden gelmiş ve yine ...

HAYATIM HARBİDEN ROMAN Önsöz Bilinmezden gelmiş ve yine ...

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

Ve bir gün geldi, karşımıza Seula’nın babası çıktı. Beni kulağımdan tutarak şöyle bağırdı:<br />

“Sen Türk, Biz Yunan. Olmayacak şeyler bunlar. Bizler düşmanız. Seni bir daha kızımla<br />

görmeyeceğim.” Bu cümleyi pek anlayamamıştım. Daha Yunan kelimesinin anlamını doğru<br />

dürüst bilmezken, düşmanlığı nasıl anlayacaktım. Benim yüzümden Seula başka bir okula<br />

<strong>ve</strong>rilmişti. Kısa bir süre sonra da taşındılar. Yine yalnız kalmıştım. Nereye taşındıklarını<br />

öğrenemedim.<br />

Bir süre sonra, bizim Migros türü olan Norma adlı marketten alış<strong>ve</strong>riş yaparken, Seula <strong>ve</strong><br />

annesini gördüm. Annesi alış<strong>ve</strong>rişe dalmıştı. Koluna vurup geçtim. Beni görünce gözleri parladı.<br />

Annesinin kulağına bir şeyler fısıldadı <strong>ve</strong> annesinin olumlu kafa sallayışından sonra önümden<br />

geçip gitti. Peşine takıldım. Girdiği yer kadınlar tuvaletiydi. Peşinden girdim. Küçük kabinde<br />

öyle bir sarıldık ki, sanki yıllardır görüşmemiştik. Uzun uzun öpüştük. Sıkı sıkı sarıldık. Ama<br />

fazla vaktimiz yoktu. Kabinden çıktık <strong>ve</strong> elini dudaklarına yapıştırıp bir öpücük attı. İki<br />

düşmanın, aşk dolu öpücük atması, birkaç saniye sonra bitti. Ben de çıktım. Kapıda bir kadın ile<br />

karşılaştık, “Burası bayanlar tuvaleti. Okuman yok mu senin” deyince, önümü tutup güldüm.<br />

Kadın iyice kızdı. Ben kaçtım. Uğruna dünyanın markını harcadığım Seula, öylece çekip gitmişti.<br />

Evin kirasını Mahmut <strong>ve</strong> annem ödüyordu. Ama sadece ben oturur gibiydim. Ne<br />

geldiklerini ne de gittiklerini görüyordum. Saat çaldığında kalkıp acele bir kahvaltı sonrası<br />

çantamı sırtladığım gibi, okul yoluna düşerdim. Okulda baş sorunum, yeni <strong>gelmiş</strong> olmam <strong>ve</strong><br />

iletişim kuramamamdı. Buranın insanları önceki kentlerdekine benzemiyordu. Augsburg, bir çeşit<br />

sanat merkezi bir kent idi. İnsanları da çok fazla havalıydı. Kolay kolay insan beğenmiyorlardı.<br />

Bizimkiler pazar günü bile çalıştıkları için, <strong>yine</strong> evde yalnız kalıyordum. Bir pazar sabahı<br />

uyandığımda ayakkabılar <strong>ve</strong> pardösülerin portmantoda olduğunu görünce çok şaşırdım. Çünkü,<br />

portmantoyu hep boş görmeye alışmıştım. Bizimkiler uyandı. Uzun zamandan beri, ilk kez<br />

birlikte kahvaltı yapıyorduk. Mahmut’a Yunanlılarla neden düşman olduğumuzu sordum. Kısaca<br />

anlattı.<br />

Öğleden sonra dışarı çıktık. Avusturya patentli çok meşhur ‘Wiener Wald’ (Viyana<br />

Ormanı) tavukçusuna gittik. Annem, Mahmut <strong>ve</strong> ben ilk kez bir yerde adam gibi yemek<br />

yiyorduk. Mahmut çok neşeliydi <strong>ve</strong> gülmeye başladı, “Haftalarca gecelerimi, uykularımı feda<br />

ettiğim pul vardı ya, okulda birinci seçildi.” Annem onu tebrik etti. Tabii ben de ettim.<br />

Bir süre sonra Mahmut için çok heyecanlı <strong>ve</strong> gergin günler başladı. Sınavlara<br />

hazırlanacaktı. Günler boyu uyumadan, yemeden, içmeden insanüstü bir gayretle çalışır oldu.<br />

Uykusuzluktan gözleri şişmiş, yanakları çukurlaşmış hale <strong>gelmiş</strong>ti. Kafasındaki tek düşünce,

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!