01.03.2013 Views

HAYATIM HARBİDEN ROMAN Önsöz Bilinmezden gelmiş ve yine ...

HAYATIM HARBİDEN ROMAN Önsöz Bilinmezden gelmiş ve yine ...

HAYATIM HARBİDEN ROMAN Önsöz Bilinmezden gelmiş ve yine ...

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

parmaklıklı kapısı açıldı. Dışarı çıktığımda arkama baktım. Yıllarımızı paylaştığımız İstanbul<br />

hırsızları ağlamaklı bakışlarla el sallıyordu. “Beni bir daha göremeyeceksiniz. Bu işlerden<br />

vazgeçin. Avanta yaşam bitti artık çocuklar” diyerek yürümeye başladım.<br />

Mudurnu garajından otobüse binerek Bolu merkeze geldim. Otobüsten indiğim anda<br />

askerler kimlik sordu. Kafesten yeni çıktığımı söyledim. Yaşım yirmiyi geçmişti <strong>ve</strong> asker kaçağı<br />

idim. Kendimi Bolu Merkez Komutanlığı’nda buldum. Cezaevinde yaşamayı seçen arkadaşların<br />

en çok korktuğu olay, benim başıma da <strong>gelmiş</strong>ti. Kafesten çık <strong>ve</strong> askere git. Fakat sağ gözüm,<br />

yani ‘nişan’ gözüm artık kördü. İki gün boyunca kaldığım nezarethanede sigara <strong>ve</strong> çay için,<br />

koğuş arkadaşlarımın topladığı birazcık parayı harcamak zorunda kaldım. Doktor muayenesinden<br />

sonra, en kısa sürede ‘Çürük Raporu’ almam tavsiye edildi <strong>ve</strong> serbest bırakıldım.<br />

Bolu merkezde öylesine dolaştım. Parkta oturdum. Saatlerce düşünmek istiyordum. Fakat<br />

önümde uzun bir yol vardı <strong>ve</strong> hava kararmadan yola çıkmalıydım. Cebimde sadece birkaç ekmek<br />

<strong>ve</strong> üç paket filtresiz sigara alacak kadar para kalmıştı. İki ekmek alıp yürümeye başladım. Garaja<br />

gidip param olmadığını <strong>ve</strong> İstanbul’a gitmek istediğimi söyleseydim, ‘Necisin, içerden mi çıktın?<br />

Suçun neydi?’ gibi sorularla bezdirirlerdi beni. Tek çarem, iki ekmeği idareli şekilde yiyerek<br />

İstanbul’a yürümekti. Saatler sürecek yolda yürümeye başladım.<br />

Daha Adapazarı’na yaklaşmadan ekmeğim bitti. Su derdim yoktu, her birkaç yüz metrede<br />

su fışkıran çeşmeler vardı. Param yoktu, ekmeğim bitmişti <strong>ve</strong> dört tek sigaram kalmıştı. Kibritim<br />

de bitmek üzereydi. Yol üzerinde küçük mola yerleri gördüm. Sandalyeye oturmuş çay içen<br />

yelekli ‘ağa’ kılıklılara baktıkça, canım çay istiyordu. Ben kimseden bir şey istemeye<br />

alışmamıştım. Bir bardak çay nedir ki, mutlaka <strong>ve</strong>rirlerdi. Ama isteyemezdim işte. Benim<br />

karakterime tersti. Çalmak daha mı iyiydi? Yıllarca çalarak yaşamıştım. Kaç mekanın iflasına<br />

neden olduğumu çok iyi biliyordum. Kızgın güneşin altında aç midemi serin sularla doldurarak<br />

yürümeye devam ettim. Çayırların arasında mantarlar gördüm. Bir tanesini kopartıp altına<br />

baktım. Almanya’da kamp gezilerine katıldığımızda, öğretmenlerimiz altı benekli mantarların<br />

zehirli olacağını anlatmışlardı. Bile bile de zehirli mantarı yiyecek halim yoktu. Yine<br />

öğretmenlerimin çok sık anlattığı ‘doğa insanı aç bırakmaz’ cümlesi vardı. Yaban eriği <strong>ve</strong> fındık<br />

toplayarak ceplerime doldurdum. Diken tarlasını görünce hemen daldım. Almanya’da yeşil<br />

alanlara piknik kampı kuran biz Türkler, büyük dikenleri kopartır <strong>ve</strong> altlarından tutup soyardık.<br />

İçinden çıkan çok lezzetli uzun kordona uçkun denirdi. Bıçağım olmadığı için ellerimin biraz<br />

delinmesi normal sayılırdı. Çayırların arasında dikenleri soyup uçkun yemeye başladım. ‘Keşke<br />

yanımda tuz olsaydı, tuzsuz tadı olmuyor’ diye kendi kendime söylendim durdum. Yol için uçkun<br />

hazırladım <strong>ve</strong> tekrar yürümeye başladım.<br />

Akşama doğru Adapazarı’na yaklaşmıştım. Yeni bir çeşme görünce yanaştım <strong>ve</strong><br />

bidonuna su dolduran on beş yaşlarındaki çocuğun gitmesini bekledim. Genç köylü çocuğu

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!