01.03.2013 Views

HAYATIM HARBİDEN ROMAN Önsöz Bilinmezden gelmiş ve yine ...

HAYATIM HARBİDEN ROMAN Önsöz Bilinmezden gelmiş ve yine ...

HAYATIM HARBİDEN ROMAN Önsöz Bilinmezden gelmiş ve yine ...

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

İçeri girişler, çıkışlarla yaşantım devam eder olmuştu. Bir zamanlar polislerin<br />

yetişemediği, rüzgar gibi koşan, düz duvarlara tırmanan, karanlıkta bile çok iyi gören, ikinci<br />

katlardan uçarak atlayan <strong>ve</strong> gözden kaybolan ben, artık refleksleri zayıflamış, bir gözünden hayır<br />

görmez olmuş, sadece yaşamak için çırpınıyordum. Böyle bir durumda da çabuk yakalanmam<br />

çok doğal sayılırdı. Paşakapısı’na altıncı girişimde on sekiz aya mahkum oldum.<br />

Umutsuzluk içinde saatler bile çok zor geçerken, aylar nasıl geçecekti? Yıllar önce alt<br />

sübyan koğuşuna atılan o yılların küçük çocukları, gidip gelmeye devam ediyordu. Gelenler<br />

içinde sakatlananlar devam ediyordu. ‘Dışarı çıkınca ilk işim şurayı soymak olacak’ cümlelerinin<br />

ardı arkası kesilmiyordu. Çıkar çıkmaz da, soymaya kararlı olduğu yerde yakalanmasa bile, bir<br />

başka yerde yakalanıp geliyordu.<br />

Alt sübyan koğuşunda tanıdığı cezaevi yaşantısı, yirmi yaşına gelenler için bir süreliğine<br />

son buluyordu. Tahliye olur olmaz askere götürülüyorlardı Askeriyeye alışanlar, askerlik biteceği<br />

zaman firar ediyor <strong>ve</strong> askerliğini uzatıyordu. Dünün suç dünyası çocukları için, ya askeriye, ya<br />

cezaevi gibi iki seçenek kalmıştı.<br />

Üsküdar Paşakapısı Cezaevi çok eskiden manastırmış. Yıllar sonra yaşanmaz raporu<br />

<strong>ve</strong>rilmesine karşın, dolup dolup taşıyordu. Rutubetli <strong>ve</strong> bakımsız duvarlar, bizleri yavaş yavaş<br />

çürütüyordu. Sabah sayımında uyanmayan bir mahkumu dürtüklerken, nefes almadığını<br />

anladığımız günlere ulaşır olmuştuk. Bir süre öncesine kadar canlı olarak gelen genç <strong>ve</strong> yaşlı<br />

insanlar, bir gece sessiz sedasız bu dünyadan göç edip gidiyordu. Ardında ‘İyi arkadaştı. Toprağı<br />

bol ola’ anılmalarıyla. Dıştan sağlam gözüken ama içi çürümeye başlamış, toplum dışı<br />

insanlardık biz artık. Yatağında sessiz sedasız can <strong>ve</strong>rmiş olan <strong>ve</strong> ertesi gün revire kaldırılarak<br />

cenaze işlemlerine başlanan insanları gördükçe, yatağımdan, yastığımdan <strong>ve</strong> battaniyemden<br />

soğuyordum. Sabahları uyandığımda, kendimi çimdikliyordum. ‘Ben yaşıyor muyum? Yoksa<br />

öldüm mü?’ sorularıyla yaşamaya başlamıştım. Gece yat saati sırasında battaniyeyi üzerime<br />

çekerken, ‘Acaba son gecem mi? Yoksa, yarın uyanacak mıyım? Yaşamak güzel mi? Yoksa<br />

ölmek en iyisi mi?’ düşüncelerinden kurtulamaz olmuştum. Günler sonra, bahçede volta attığım<br />

birçok arkadaşın aynı düşünceler içinde yaşadığını öğrendim. “Biz neye yaşarız be arkadaş.<br />

Herkes iş güç sahibi olmuş. Evlenip çoluk çocuğa karışmış. Biz sübyanken girmişiz<br />

Paşakapısı’na, hala kurtulamayız. Paşakapısı’nın leş gibi kuru fasulyesini yiyen, yosunlu suyunu<br />

içen illa buraya dönüyor.” Herkes aynı cümlelerle isyan ediyordu. Dışarı çıkınca kollayacak,<br />

destek çıkacak kimsemiz yoktu. Almanya’yı terk edip geldiğim için herkes bana kızıyordu. Oysa,<br />

Almanya’yı ben terk etmemiştim ki.<br />

Herkes televizyon seyrederken, ben yıllar öncesini düşünür olmuştum. Karen <strong>ve</strong> annesi,<br />

bayan Klett, Rosa <strong>ve</strong> kocası Helmut, Coburg’da annem için çaldığım büyük siyah beyaz köpek,

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!