01.03.2013 Views

HAYATIM HARBİDEN ROMAN Önsöz Bilinmezden gelmiş ve yine ...

HAYATIM HARBİDEN ROMAN Önsöz Bilinmezden gelmiş ve yine ...

HAYATIM HARBİDEN ROMAN Önsöz Bilinmezden gelmiş ve yine ...

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Peki bizim dönemimizde hangi büyük küçüğüne örnek olmuştu? Kuru telkin, kuru akıl,<br />

kuru nasihat insana yetmez. İnsan düşünen bir varlıktır. Benim çocuk yaşta Almanya’da<br />

yaşadıklarımı <strong>ve</strong> gördüklerimi, yetmiş yaşına <strong>gelmiş</strong> büyüğüm olan bir akrabam bilmezse, ben<br />

onu takmam, ciddiye almam. İşte bugün bu toplum Batı’ya yönelmişse, bizim büyüklerimizin<br />

kısıtlamaları <strong>ve</strong> kendileri gibi bizleri de avutmasından dolayıdır. Bir toplumun ileri gelenleri,<br />

gelecek nesline bir şeyler <strong>ve</strong>remezse, yeni nesil başka toplumları örnek almaya başlar.<br />

Büyüklerimiz de “Çoluğumuz çocuğumuz gavura özeniyor. Dünyanın sonu geldi, yaa” diye<br />

dövünür dururlar. “Çoluğunu çocuğunu gavura özendirip, kaptıracağına, örnek olsaydın da, kendi<br />

geleneklerini devam ettirseydin” demezler mi adama?<br />

Aylarca hayatımı düşündüm. “Lan Paşakapısı’nda bir körümüz eksikti. O da oldu işte”<br />

şakalarına aldırmam saçmalık olurdu. Çünkü bu bir şakaydı. Nereden geldiğimi zaten biliyordum.<br />

Ama nereye gideceğimi düşünmek çok zordu. Bozuk yüz <strong>ve</strong> göz, gidecek yer yok.<br />

Kış başlarken ufak bir iş yapıp kasten yakalanarak, soğuk günlerde cezaevini yuva yapan<br />

hırsızlar vardı. Onları düşündüm. Hiç kimsenin umudu yoktu. Dönecek ne bir ev, ne bir köy ne<br />

bir yer vardı onlar için. Ve ben aynı durumdaydım. Üstelik onların hiç olmazsa yüzü düzgündü.<br />

Hızla silahlanma yarışına ayak uyduran hırsızlar gelmez olunca, sabırla bekler olduk.<br />

“Lan ne oldu bu adama. Bu kadar gecikmezdi. Hem de kış ayında dışarıda kalmazdı” gibi meraklı<br />

cümleler ağzımızdan düşmezdi. Çok geçmeden kafese gelen eski bir aboneden haberi alırdık.<br />

Merakla beklediğimiz insan, bir şekilde ölmüş olurdu.<br />

Yıllar önce benimle birlikte alt sübyan döneminde cezaevi yaşantısına başlamış olanlara<br />

baktım. Değişen tek şey, işlenen suçların ağırlaşmasıydı. Boşa geçen yılları kurtarmak umuduyla,<br />

gittikçe ağır suçlar işleniyordu. Hafif suçlar için çıkılan ‘Sulh <strong>ve</strong> Ceza Hakimliği’ne çıkanımız<br />

artık kalmamıştı. En hafifi ‘1. Ağır Ceza Hakimliği’nde yargılanır olmuştu. Dışarıda gidecek<br />

yerimiz olmadığı gibi, gidecek yolumuz <strong>ve</strong> umutlarımız da kalmamıştı. Paşakapısı’ndan çıkan, en<br />

kısa zamanda geri dönüyordu. Hatta karşı <strong>ve</strong>ya yan koğuştan tahliye olup, bir haftaya kalmayıp<br />

geri dönenler gittikçe çoğalıyordu. Kat ortasındaki büyük volta bölümünde çay muhabbetine<br />

başlamışız. “Yaa kardeş, geçen pazar bir rakı alemi yaptım sormayın” diyene bakıyorum. “Ne<br />

zaman lan?” dediğimde çıkıp hemen döndüğünü anlıyorum. Bizi akıllanmamız için alt sübyan<br />

koğuşuna gönderenlerin yarattıkları bizler, ölmek ister gibi yaşar olmuştuk. Arada bir patlak<br />

<strong>ve</strong>ren koğuş isyanları, kolay hazmedelim diye içine sabun katılan <strong>ve</strong> içine fındık faresi<br />

düşmesinin normal sayıldığı karavanalar, sabah <strong>ve</strong> akşam sayımları, voltalar <strong>ve</strong> yatak<br />

muhabbetlerinde anlatılan palavralardan ibaret yaşıyorduk. Düzelecek bir yanımız da yoktu.

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!