0002823

0002823 0002823

eskibirtakvim
from eskibirtakvim More from this publisher
21.02.2013 Views

mirasyedilik ve aşk üçgeni olmak üzere iki bölüme ayrılması, “Tayyârzâde Hikâyesi”nin aynı biçimde, Mustafa Nihat Özön’ün deyimiyle, “Hüseyin Efendinin Tayyarzade ile macerası” ve “Gevherli Hanım” olmak üzere “iki ayrı denilecek olaydan” oluşması (Türkçede Roman 90), Letâ’ifnâme’nin 11 alt hikâyesi ve “Tıflî Efendi Hikâyesi”nde ise Tıflî’nin ilk gittiği konakta başına gelenler, Kanlı Bektaş’la yaşanan maceralar ve Kara Mustafa etrafında yoğunlaşan son bölümler arasındaki bağların son derece gevşek oluşu, bu episodik yapının örnekleridir. 19. yüzyılın özellikle ikinci yarısı, Osmanlı yazı dilini basitleştirmeye yönelik birçok çabaya tanık olmuştur. Mustafa Nihat Özön’ün Son Asır Türk Edebiyatı Tarihi adlı yapıtına göre, Tanzimat döneminde “Devletçe yeni teşkilât yapılırken eski yazı tarzının kifayetsizlikleri, ve yeni hayatı anlatıştaki zorlukları dikkati celbetti” (9). Dil ve yazı konusundaki yeni fikirler, birçok gazete yoluyla kamusal alana da yansıyordu. Orhan Koloğlu, “Osmanlı Basını: İçeriği ve Rejimi” başlıklı makalesinde, Türkçe yayın yapan ilk Osmanlı gazetelerinden Ceride-i Havadis’in 1840’ta çıkan beşinci sayısından aktarıyor: “Avrupa’da okumak yazmak pek kolay bir şeydir, çünkü yazıları sözün geldiği gibidir, öyle Türkçe gibi yazı dili başka, konuşma dili başka değildir. Kibar ile hamalın sözleri birdir” (73). Bu gibi fikirlerin etkisiyle, Osmanlıca’nın Arapça ve Farsçadan gelen söz oranı birçok yayında düşürülmeye çalışılıyordu. Bunun yanında, Türkçe sözcükler için imlâ kuralları oluşturmaya yönelik girişimler vardı. Özön, Türkçede Roman adlı yapıtında, 1880 yılından önce “bu yolda hiçbir kural”ın varolmadığından bahseder (94). Yukarıda gördüğümüz gibi, Tanzimat döneminde ve öncesinde, resmî Osmanlı yazı dilinin ağırlığından uzak, son derece sade ve konuşma diline yakın bir biçimde yazılmış Tıflî hikâyeleri de bulunmaktadır. Ancak Tanzimat döneminin reformcuları, bu 79

hikâyeler tarafından temsil edilen dili devralmaktansa, inşâ diliyle bu dilin bir karması sayılabilecek bir dile doğru ilerlemişlerdir. 19. yüzyılda hurufat yoluyla basılmış tüm Tıflî hikâyeleri, bu karma dilden yararlanmaktadır. Şükrü Elçin, bu dilin özellikleri olarak “[s]özlü anlatmalarla yabancı tesirlerden uzak kalmış” (120) olmasını sayar. Burada iki farklı olgu kastedilmektedir. Bir yandan, “Hikâyet” ve “Tıflî Efendi Hikâyesi” gibi yapıtlarda bulduğumuz konuşma dilinin etkileri, yani örneğin deyimler ve argo, büyük ölçüde azalmıştır. Diğer yandan, özellikle Hançerli Hikâye-i Garîbesi’nde bulduğumuz, Arapça ve Farsça sözcüklerle dolu inşâ dilinden de uzaklaşılmış ve vezinli kısımlar en aza indirgenmiştir. Yeni yazı dili, bu iki kaynaktan da sınırlı ölçüde beslenmekle birlikte kendine özgü bir tutarlılık ve bütünlükten de tümüyle yoksun değildir. Walter J. Ong, böyle bir yazı dilinden, yeni bir “yazılı ulusal dil” olarak bahseder. Ong’a göre böyle bir dil, “lehçe özünden kopmak zorunda kalmış”, “lehçeye özgü deyişlerden arınmış” ve “özgün bir söz dizimi geliştirmiş” bir dildir ve “grafolekt” olarak adlandırılabilir. Grafolekt oluşumuyla hurufat matbaasının yayılması, birebir ilişki içinde olan gelişmelerdir. Ong’un vurguladığı gibi, “modern grafolektin en verimli kaynağı sözlüklerdir” ve “matbaanın yeri sağlamlaşmadan önce hiçbir dilde kelimelerin geniş kapsamlı tarihçesi ve kullanım biçimlerini sergileyen sözlükler yoktu” (129). Gerçekten de, Türkçenin ilk önemli sözlükçüsü olan Şemsettin Sami, Fransızca-Türkçe Kâmus-ı Fransevî sözlüğünü 1882 yılında, Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi’nde “Türk dilinin ilk derli toplu sözlüğü” (“Şemsettin Sami” 763) olarak tanımlanan Kâmus-ı Türkî’yi ise 1899-1900 yıllarında yayımlamıştır. 19. yüzyılda hurufat yoluyla basılmış dört Tıflî hikâyesi, yani Hikâye-i Cevrî Çelebi, Hikâye-i Tayyârzâde, Meşhûr Tıflî Efendi ile Kanlı Bektâş’ın Hikâyesi ve İki 80

mirasyedilik ve aşk üçgeni olmak üzere iki bölüme ayrılması, “Tayyârzâde Hikâyesi”nin<br />

aynı biçimde, Mustafa Nihat Özön’ün deyimiyle, “Hüseyin Efendinin Tayyarzade ile<br />

macerası” ve “Gevherli Hanım” olmak üzere “iki ayrı denilecek olaydan” oluşması<br />

(Türkçede Roman 90), Letâ’ifnâme’nin 11 alt hikâyesi ve “Tıflî Efendi Hikâyesi”nde ise<br />

Tıflî’nin ilk gittiği konakta başına gelenler, Kanlı Bektaş’la yaşanan maceralar ve Kara<br />

Mustafa etrafında yoğunlaşan son bölümler arasındaki bağların son derece gevşek oluşu,<br />

bu episodik yapının örnekleridir.<br />

19. yüzyılın özellikle ikinci yarısı, Osmanlı yazı dilini basitleştirmeye yönelik<br />

birçok çabaya tanık olmuştur. Mustafa Nihat Özön’ün Son Asır Türk Edebiyatı Tarihi<br />

adlı yapıtına göre, Tanzimat döneminde “Devletçe yeni teşkilât yapılırken eski yazı<br />

tarzının kifayetsizlikleri, ve yeni hayatı anlatıştaki zorlukları dikkati celbetti” (9). Dil ve<br />

yazı konusundaki yeni fikirler, birçok gazete yoluyla kamusal alana da yansıyordu.<br />

Orhan Koloğlu, “Osmanlı Basını: İçeriği ve Rejimi” başlıklı makalesinde, Türkçe yayın<br />

yapan ilk Osmanlı gazetelerinden Ceride-i Havadis’in 1840’ta çıkan beşinci sayısından<br />

aktarıyor: “Avrupa’da okumak yazmak pek kolay bir şeydir, çünkü yazıları sözün<br />

geldiği gibidir, öyle Türkçe gibi yazı dili başka, konuşma dili başka değildir. Kibar ile<br />

hamalın sözleri birdir” (73). Bu gibi fikirlerin etkisiyle, Osmanlıca’nın Arapça ve<br />

Farsçadan gelen söz oranı birçok yayında düşürülmeye çalışılıyordu. Bunun yanında,<br />

Türkçe sözcükler için imlâ kuralları oluşturmaya yönelik girişimler vardı. Özön,<br />

Türkçede Roman adlı yapıtında, 1880 yılından önce “bu yolda hiçbir kural”ın<br />

varolmadığından bahseder (94).<br />

Yukarıda gördüğümüz gibi, Tanzimat döneminde ve öncesinde, resmî Osmanlı<br />

yazı dilinin ağırlığından uzak, son derece sade ve konuşma diline yakın bir biçimde<br />

yazılmış Tıflî hikâyeleri de bulunmaktadır. Ancak Tanzimat döneminin reformcuları, bu<br />

79

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!