0002823
0002823 0002823
(H9) 3 sayfayla en kısa hikâyeler arasında yer alması, hikâye uzunluğunun duruma uygunluğu açısından anlamlıdır. Hikâye anlatıcıları, uzun, ağdalı dilli ve efsanevî hikâyeler anlatan usta hikâyeci Burnaz Süleyman’dan kısa, sade dilli ve kaba saba bir hikâye anlatan kayıkçıya kadar, kişiliklerini ve toplumsal konumlarını hikâyeleriyle birebir ve tutarlı bir şekilde yansıtmaktadırlar. Aynı zamanda bir toplumun masaldan efsaneye, maceradan güldürmeceye kadar uzanan hikâye geleneğini de gözler önüne sermektedirler. Anlattığı hikâyelerin dili ve içeriği açısından tutarsız olan tek anlatıcı, Tıflî’dir. Ancak bu çok doğaldır, çünkü iki hikâyesinin anlatılış nedeni ve dinleyici kitlesi çok farklıdır. Usta bir anlatıcı olan Tıflî, hikâyelerini ortamın gerekli kıldığı kalıba uydurmasını çok iyi bilmektedir. Tüm bu anlatıcılara, hikâyenin başlarında uzunca iki monoloğu olan Hace Tursun’u da katmak yerinde olacaktır. Bu monologlar, Tursun’un bir oğul için Tanrı’ya dua edişi (2-3) ve ölüm döşeğinde oğluna sözün yüceliğinden bahsedişidir (7-8). Genelinde son derece sade bir dille anlatılan ana hikâye, Hace Tursun’un monologlarında tutarlı bir biçimde ağır ve ağdalı bir üslûba bürünmekte ve böylece konuşan kişinin kimliğini yansıtmaktadır. Letâ’ifnâme’nin alt hikâyeleri, gördüğümüz gibi anlatıcı, anlatım bağlamı ve dinleyici gibi ölçütlerin etkisinde anlatım dili, hikâye içeriği ve uzunluk açısından büyük farklar göstermektedirler. Bu farklar, gelişigüzel bir biçimde değil, anlatıcıdan anlatıcıya ve bağlamdan bağlama değişen gereksinimlere göre son derece tutarlı bir biçimde işlenmektedir. Bunun sonucunda ortaya çıkan tablo ise, Letâ’ifnâme hikâyesinin geçtiği Osmanlı toplumundaki bireysel motivasyonların, toplumsal katmanların ve hikâyecilik geleneğinin farklı kollarının kapsamlı ve nesnel bir panoramasıdır. Anlatım dili, bu panoramada tarafsız ve tekil bir araç olarak değil, kendi içinde incelemeye açık ve çoğul 177
ir amaç olarak kullanmıştır. Bu ise, Letâ’ifnâme’yi örnek bir heteroglot yapıta dönüştürmektedir. Yazma ve litografya yapıtların, bir parçası olarak üretilmiş oldukları toplumsal yapıyı birebir yansıtma eğilimlerine karşın 19. yüzyıl hurufat basmalarında, bu eğilimden bir uzaklaşmayla, ya da başka bir deyimle anlatıcı ve anlatı arasında büyüyen bir mesafeyle karşılaşırız. Yukarıdaki farklı bölümlerde, Hikâye-i Cevrî Çelebi’nin özellikleri arasında, semt ve mekân adları gibi gerçeklik etkisi yaratan öğelerden yararlanılmamasını ve başka edebî geleneklere ait gerçekdışı öğelere yer verilmesini saymıştık. Bu öğeleri, anlatıcıyla anlatı arasında büyüyen bir mesafenin göstergeleri olarak yorumlamak mümkündür. Meşhûr Tıflî Efendi ile Kanlı Bektâş’ın Hikâyesi de, yer verdiği Deli Mehmet bölümü yüzünden aynı mesafeye sahip olarak görülebilir. Ne var ki, bu son hikâyede anlatıcıyla anlatı arasına girmiş olan mesafeyi çok daha iyi belgeleyen diğer öğelere rastlarız. Bunlardan biri, “Tıflî Efendi Hikâyesi”nde gündelik hayatın vazgeçilmez bir öğesi olarak gözlemlemiş olduğumuz afyon kültürünün, Meşhûr Tıflî Efendi ile Kanlı Bektâş’ın Hikâyesi’nde geçmişe karışmış olmasıdır. Anlatıcı, “çünki ol vakitde keyif içün berc ma‘cûnı yerler idi” (5) ifadesiyle, bu olguyla kendisi arasına koyduğu tarihsel mesafeyi gözler önüne sermektedir. Tarihsel mesafe, anlatıcının bazı tarihsel öğelere getirdiği açıklamalardan da belli olur. Tıflî, Sultan Murat’ın huzurunda “âdâb-ı şehen-şâhîyi” (28) yerine getirirken, anlatıcı, parantez içinde, “efendim zebânım yândır yer [?] cânâ idersem ben bunı takrîr * bu bir ru’yâ-yı ‘uzmâdır idemez kimseler ta‘bîr” (28-29) sözleriyle bu “âdâb”ı açıklama gereğini duyar. İdam edilen Beş Boynuz’un “göğsine yaftası” konulduğunda ise anlatıcı, yine parantez içinde bulduğumuz “sanma kim hâ’in berhudâr olur * ya başı kesilür ya ber-dâr olur” (31) sözleriyle böyle bir yaftanın içeriğini açıklar. Tüm bu öğeler, özellikle 178
- Page 135 and 136: kahramanları, genellikle “zengin
- Page 137 and 138: hic benden havf itmedin mi kızlar
- Page 139 and 140: Garîbesi tarafından gözler önü
- Page 141 and 142: ir zamanlar ikram etmiş olduğu
- Page 143 and 144: kahramanı Cevrî, şimdiye dek ras
- Page 145 and 146: kaygısında olmamasını ilk iki k
- Page 147 and 148: Bu genel dünya görüşü çerçev
- Page 149 and 150: DÖRDÜNCÜ BÖLÜM GERÇEKÇİLİK
- Page 151 and 152: “Hikâyet”in iki yerinde, Tanr
- Page 153 and 154: Garîbesi’ndeki gibi rastlantı e
- Page 155 and 156: Mucize ve rastlantı açısından e
- Page 157 and 158: üyelerinden biri olan “Mahşer M
- Page 159 and 160: Hikâyesi”nde Gevherli’nin sara
- Page 161 and 162: çan yolı [?] dâ’ireler” (18-
- Page 163 and 164: ebrişim peştemal üst baş gâyet
- Page 165 and 166: giysileri ve güzelliği arasında
- Page 167 and 168: yeni versiyonu olan Binbirdirek Bat
- Page 169 and 170: asmalarında kişisel ve rutin davr
- Page 171 and 172: Meşhûr Tıflî Efendi ile Kanlı
- Page 173 and 174: iderek Süleyman Beğ’in [?] inş
- Page 175 and 176: almıştır. “Bursalı’nın Kah
- Page 177 and 178: hikâyeler, mucizevî neden-sonuç
- Page 179 and 180: herhangi bir nedenden dolayı şimd
- Page 181 and 182: zamanda çok mesafe kat’etmek eme
- Page 183 and 184: ulundukları sırada aralarından b
- Page 185: hükümdarların başından geçen
- Page 189 and 190: Tayyârzâde ve Bin Bir Direk Batak
- Page 191 and 192: ilincinde oldukları için yapıtla
- Page 193 and 194: SONUÇ En az 18. yüzyıl Osmanlı
- Page 195 and 196: gelişmesi, eğlence türlerinin bi
- Page 197 and 198: verilen iki özgün yapıtın, yani
- Page 199 and 200: hikâyelerle ilgili yapılabilecek
- Page 201 and 202: SEÇİLMİŞ BİBLİYOGRAFYA A. Tı
- Page 203 and 204: Belge, Murat, haz. Tanzimat’tan C
- Page 205 and 206: Köprülü, Fuad. “Meddahlar”.
- Page 207 and 208: EKLER Bu çalışma boyunca ele al
- Page 209 and 210: BİRİNCİ AŞAMA İKİNCİ AŞAMA
- Page 211: ÖZGEÇMİŞ 1978 yılında Londra
ir amaç olarak kullanmıştır. Bu ise, Letâ’ifnâme’yi örnek bir heteroglot yapıta<br />
dönüştürmektedir.<br />
Yazma ve litografya yapıtların, bir parçası olarak üretilmiş oldukları toplumsal<br />
yapıyı birebir yansıtma eğilimlerine karşın 19. yüzyıl hurufat basmalarında, bu<br />
eğilimden bir uzaklaşmayla, ya da başka bir deyimle anlatıcı ve anlatı arasında büyüyen<br />
bir mesafeyle karşılaşırız. Yukarıdaki farklı bölümlerde, Hikâye-i Cevrî Çelebi’nin<br />
özellikleri arasında, semt ve mekân adları gibi gerçeklik etkisi yaratan öğelerden<br />
yararlanılmamasını ve başka edebî geleneklere ait gerçekdışı öğelere yer verilmesini<br />
saymıştık. Bu öğeleri, anlatıcıyla anlatı arasında büyüyen bir mesafenin göstergeleri<br />
olarak yorumlamak mümkündür. Meşhûr Tıflî Efendi ile Kanlı Bektâş’ın Hikâyesi de,<br />
yer verdiği Deli Mehmet bölümü yüzünden aynı mesafeye sahip olarak görülebilir.<br />
Ne var ki, bu son hikâyede anlatıcıyla anlatı arasına girmiş olan mesafeyi çok<br />
daha iyi belgeleyen diğer öğelere rastlarız. Bunlardan biri, “Tıflî Efendi Hikâyesi”nde<br />
gündelik hayatın vazgeçilmez bir öğesi olarak gözlemlemiş olduğumuz afyon<br />
kültürünün, Meşhûr Tıflî Efendi ile Kanlı Bektâş’ın Hikâyesi’nde geçmişe karışmış<br />
olmasıdır. Anlatıcı, “çünki ol vakitde keyif içün berc ma‘cûnı yerler idi” (5) ifadesiyle,<br />
bu olguyla kendisi arasına koyduğu tarihsel mesafeyi gözler önüne sermektedir. Tarihsel<br />
mesafe, anlatıcının bazı tarihsel öğelere getirdiği açıklamalardan da belli olur. Tıflî,<br />
Sultan Murat’ın huzurunda “âdâb-ı şehen-şâhîyi” (28) yerine getirirken, anlatıcı,<br />
parantez içinde, “efendim zebânım yândır yer [?] cânâ idersem ben bunı takrîr * bu bir<br />
ru’yâ-yı ‘uzmâdır idemez kimseler ta‘bîr” (28-29) sözleriyle bu “âdâb”ı açıklama<br />
gereğini duyar. İdam edilen Beş Boynuz’un “göğsine yaftası” konulduğunda ise anlatıcı,<br />
yine parantez içinde bulduğumuz “sanma kim hâ’in berhudâr olur * ya başı kesilür ya<br />
ber-dâr olur” (31) sözleriyle böyle bir yaftanın içeriğini açıklar. Tüm bu öğeler, özellikle<br />
178