0002823
0002823 0002823
Hikâye kahramanlarının adları, Tıflî hikâyelerinin kişisel adlar konusundaki büyük gerçekçiliğini sergiler. Bunun dışında, yazma ve litografya yapıtlarda sıklıkla “Hançerli Hürmüz” ve “Sansar Mustafa” gibi lâkaplara ve “Beş Boynuz” ve “Gevherli Hanım” gibi takma adlara rastlarız. Bunlar, genelde suçlarıyla ya da bazı özellikleriyle halk arasında ün yapmış kişilere verilmekte ve bu yüzden gerçekçi yapıyı zedelememektedir. “Hikâyet” kahramanı Sansar Mustafa’nın lâkabı, “ayagı cabıklığı”yla açıklanır (37b). Asesbaşıyla Hacı Subaşı’na göre, “sansar yer yüzünde ne şekil kacarsa tamda on kat ziyâde kacar dirler” (38a). Hançerli Hikâye-i Garîbesi’nin Hürmüz’ü ise, kendisini kandıracaklarından şüphelendiği kayıkçılarının “tenini ta‘me-i dehân-ı hançer” etmekten sözederken “bana ad ü sânla Hançerli Hürmüz dirler” (68) ifadesini kullanarak, lâkap takmanın eski Osmanlı kültüründe ne kadar yaygın bir uygulama olduğunu gösterir. Adlar konusunda belki en belirgin hassasiyete 19. yüzyıl hurufat yapıtlarından Meşhûr Tıflî Efendi ile Kanlı Bektâş’ın Hikâyesi’nde rastlarız. Hikâyede, “biri Yâsemin biri Gümüş-endâze” (23) adında oldukları dışında haklarında hiçbir bilgi alamadığımız Bektaş’ın cariyeleri gibi yan karakterler bile adlandırılır. Ayrıca, Tıflî’nin mahlası, Deli Mehmed’in dikkatini çeker: “[B]unda Tatlu Efendi mi yoksa Zatlu Efendi varmış tonuzun adın unutdım ben de bilmem bir adı var müslümân adı gibi Ahmed Mehmed değil” (5). Hasekiler de, Tıflî’den duydukları Beş Boynuz adını garipserler: “[B]e âdem nasıl Beş Boynuz cin misin şeytân mısın yohsa görilmedik bir hayvân mısın zîrâ hayvânâtda iki boynuz olur Beş Boynuz nedir” (27). Yazma ve litografya hikâyelerden “Hikâyet” ve “Tayyârzâde Hikâyesi”nde bazı karakterlerin fiziksel görünüşüyle ilgili oldukça ayrıntılı bilgiler alırız. Böylece, “Hikâyet”te Ahmet’in berber dükkânından “iki kolları sıgalı elinde gümüş leğen belinde 153
ebrişim peştemal üst baş gâyet temiz ve hüsünde Yûsuf-ı sânî” (20b) bir görünüşle çıktığını öğreniriz. Ahmet’in güzelliğini tasvir etmek için bir edebî kalıptan yararlanılsa da, üstündeki giysilerin gerçekçi ayrıntılarla betimlemesi ilginçtir. Aynı biçimde Sansar, Ahmet’i kurtarırken tanınmamak için kıyafet değiştirir: “Sansar soyunub bir tepesi delik fes üzerine bir parça astar ve otuz yerden yamalı bir ‘aba ve ayagına bir çarık giydi” (36a). Bu giysiyle karşısına çıktığı cellat, onu tanımakta güçlük çeker: “hâtırına Sansar Mustafa geldi ammâ gayri kıyâfet meyhâneci şâkirdine benzer” (36b). “Tayyârzâde Hikâyesi”nde Subha’nın betimlenişi de kayda değerdir: Subha’yı ilk gördüğümüzde, kızın giyimiyle ilgili “bülbül dimâgı ferâce şerbetî yaşmakdan taşrada perüşânî kâhküller al yanaga dökülmiş” ve “kırma penpe hotoz üzre elmas alınlıklar yaşmakdan hayâl gibi görinür ferâcesin kavışdırmış servi gibi hırâm ider ferâcenin eteklerinden bir karış nar çiceği tefe başı ‘anteri taşra çıkmış” (26) gibi ayrıntılı bilgiler alırız. Yine “perüşânî kâhküller” ve “servi gibi hırâm” etmek gibi edebî kalıplarla karşılaşsak da, Subha’nın renkli giysileri ve bunların bir araya geldiklerinde yarattıkları etki, son derece çarpıcı biçimde aktarılmıştır. Diğer üç litografya yapıtta, yani “Tıflî Efendi Hikâyesi”, Hançerli Hikâye-i Garîbesi ve Letâ’ifnâme’de, bu tarz gerçekçi betimlemelerin yerini tümüyle klasik Osmanlı edebiyatının kalıpları almıştır. Böylece, “Tıflî Efendi Hikâyesi”nin “çelebi”si, “çeşm-i âhûları âmân virmez müjgânları cellâda benzer yüzin gül kâhküli sünbül dili bülbül cemâl-i âfitâb” (71) gibi kalıplarla betimlenir. Hançerli Hikâye-i Garîbesi’nde, Hürmüz ve Kamer’in bulunduğu koçudan “matla‘-ı şems-i ‘âlem-ârâ gibi bir şu‘le-i pür- tâb” (32) zuhur etmektedir. Letâ’ifnâme’nin Yusuf’u ise, “cemâlde cemîl hüsn içinde bî- ‘adîl şîve-i reftâr ile kebg-i hırâme nâz ü ‘işve ile serv-semiyy-i endâme kadd-i bâlâsı câna belâ kâmet-i müntehâsı şâh-ı Tûbâ çehresi gün gibi rûşen alnı açuk ebrûları güşâde 154
- Page 111 and 112: Hançerli Hikâye-i Garîbesi’nde
- Page 113 and 114: toplumunda son derece yaygın oldu
- Page 115 and 116: hikâyeden kaybolmuştur; Tıflî
- Page 117 and 118: tarafından oluşturulan ilişki ü
- Page 119 and 120: Tıflî hikâyelerinde kadınlara v
- Page 121 and 122: ve Cevrî’yi, kısacası hikâyed
- Page 123 and 124: eri ilk kez, Tayyârzâde’ye yard
- Page 125 and 126: pornografik biçimde betimlenmişti
- Page 127 and 128: Çavuşzâde’nin başından yaşm
- Page 129 and 130: hikâyelerinin tasdik ettiği gibi,
- Page 131 and 132: sürdük hâlimizce yiğitlik eyled
- Page 133 and 134: kadar ciddiye alınmaması gerekti
- Page 135 and 136: kahramanları, genellikle “zengin
- Page 137 and 138: hic benden havf itmedin mi kızlar
- Page 139 and 140: Garîbesi tarafından gözler önü
- Page 141 and 142: ir zamanlar ikram etmiş olduğu
- Page 143 and 144: kahramanı Cevrî, şimdiye dek ras
- Page 145 and 146: kaygısında olmamasını ilk iki k
- Page 147 and 148: Bu genel dünya görüşü çerçev
- Page 149 and 150: DÖRDÜNCÜ BÖLÜM GERÇEKÇİLİK
- Page 151 and 152: “Hikâyet”in iki yerinde, Tanr
- Page 153 and 154: Garîbesi’ndeki gibi rastlantı e
- Page 155 and 156: Mucize ve rastlantı açısından e
- Page 157 and 158: üyelerinden biri olan “Mahşer M
- Page 159 and 160: Hikâyesi”nde Gevherli’nin sara
- Page 161: çan yolı [?] dâ’ireler” (18-
- Page 165 and 166: giysileri ve güzelliği arasında
- Page 167 and 168: yeni versiyonu olan Binbirdirek Bat
- Page 169 and 170: asmalarında kişisel ve rutin davr
- Page 171 and 172: Meşhûr Tıflî Efendi ile Kanlı
- Page 173 and 174: iderek Süleyman Beğ’in [?] inş
- Page 175 and 176: almıştır. “Bursalı’nın Kah
- Page 177 and 178: hikâyeler, mucizevî neden-sonuç
- Page 179 and 180: herhangi bir nedenden dolayı şimd
- Page 181 and 182: zamanda çok mesafe kat’etmek eme
- Page 183 and 184: ulundukları sırada aralarından b
- Page 185 and 186: hükümdarların başından geçen
- Page 187 and 188: ir amaç olarak kullanmıştır. Bu
- Page 189 and 190: Tayyârzâde ve Bin Bir Direk Batak
- Page 191 and 192: ilincinde oldukları için yapıtla
- Page 193 and 194: SONUÇ En az 18. yüzyıl Osmanlı
- Page 195 and 196: gelişmesi, eğlence türlerinin bi
- Page 197 and 198: verilen iki özgün yapıtın, yani
- Page 199 and 200: hikâyelerle ilgili yapılabilecek
- Page 201 and 202: SEÇİLMİŞ BİBLİYOGRAFYA A. Tı
- Page 203 and 204: Belge, Murat, haz. Tanzimat’tan C
- Page 205 and 206: Köprülü, Fuad. “Meddahlar”.
- Page 207 and 208: EKLER Bu çalışma boyunca ele al
- Page 209 and 210: BİRİNCİ AŞAMA İKİNCİ AŞAMA
- Page 211: ÖZGEÇMİŞ 1978 yılında Londra
ebrişim peştemal üst baş gâyet temiz ve hüsünde Yûsuf-ı sânî” (20b) bir görünüşle<br />
çıktığını öğreniriz. Ahmet’in güzelliğini tasvir etmek için bir edebî kalıptan yararlanılsa<br />
da, üstündeki giysilerin gerçekçi ayrıntılarla betimlemesi ilginçtir. Aynı biçimde Sansar,<br />
Ahmet’i kurtarırken tanınmamak için kıyafet değiştirir: “Sansar soyunub bir tepesi delik<br />
fes üzerine bir parça astar ve otuz yerden yamalı bir ‘aba ve ayagına bir çarık giydi”<br />
(36a). Bu giysiyle karşısına çıktığı cellat, onu tanımakta güçlük çeker: “hâtırına Sansar<br />
Mustafa geldi ammâ gayri kıyâfet meyhâneci şâkirdine benzer” (36b). “Tayyârzâde<br />
Hikâyesi”nde Subha’nın betimlenişi de kayda değerdir: Subha’yı ilk gördüğümüzde,<br />
kızın giyimiyle ilgili “bülbül dimâgı ferâce şerbetî yaşmakdan taşrada perüşânî kâhküller<br />
al yanaga dökülmiş” ve “kırma penpe hotoz üzre elmas alınlıklar yaşmakdan hayâl gibi<br />
görinür ferâcesin kavışdırmış servi gibi hırâm ider ferâcenin eteklerinden bir karış nar<br />
çiceği tefe başı ‘anteri taşra çıkmış” (26) gibi ayrıntılı bilgiler alırız. Yine “perüşânî<br />
kâhküller” ve “servi gibi hırâm” etmek gibi edebî kalıplarla karşılaşsak da, Subha’nın<br />
renkli giysileri ve bunların bir araya geldiklerinde yarattıkları etki, son derece çarpıcı<br />
biçimde aktarılmıştır.<br />
Diğer üç litografya yapıtta, yani “Tıflî Efendi Hikâyesi”, Hançerli Hikâye-i<br />
Garîbesi ve Letâ’ifnâme’de, bu tarz gerçekçi betimlemelerin yerini tümüyle klasik<br />
Osmanlı edebiyatının kalıpları almıştır. Böylece, “Tıflî Efendi Hikâyesi”nin “çelebi”si,<br />
“çeşm-i âhûları âmân virmez müjgânları cellâda benzer yüzin gül kâhküli sünbül dili<br />
bülbül cemâl-i âfitâb” (71) gibi kalıplarla betimlenir. Hançerli Hikâye-i Garîbesi’nde,<br />
Hürmüz ve Kamer’in bulunduğu koçudan “matla‘-ı şems-i ‘âlem-ârâ gibi bir şu‘le-i pür-<br />
tâb” (32) zuhur etmektedir. Letâ’ifnâme’nin Yusuf’u ise, “cemâlde cemîl hüsn içinde bî-<br />
‘adîl şîve-i reftâr ile kebg-i hırâme nâz ü ‘işve ile serv-semiyy-i endâme kadd-i bâlâsı<br />
câna belâ kâmet-i müntehâsı şâh-ı Tûbâ çehresi gün gibi rûşen alnı açuk ebrûları güşâde<br />
154