0002823
0002823 0002823
dışında, tüm hikâye boyunca ticaretle herhangi bir ilgisi olmaz. Baba mirası tükenmeden Bekir Odabaşı tarafından yola getirilmiş olan Yusuf’un hikâye boyunca parasal bir kaygısı da yoktur. Yusuf, zengin Rabia’yla maddî bir çıkardan ötürü ilişkiye başlamaz ve Rabia’nın kendisine bir konak hediye etmesi de, hikâyenin sonunda Rabia’nın bütün mal varlığının Yusuf’a verilmesi de, çocuğun hayatını maddî açıdan değiştiren gelişmeler değildir. Dolayısıyla, Tayyârzâde gibi, Yusuf’un da paraya çok önem vermeyen bir karakter olduğu söylenebilir. Bunun dışında, kendi çıkarları için kanunun ya da genel ahlâkî normların dışında hareket eden karakterlere Letâ’ifnâme’de hoşgörü yoktur. Rabia, hikâyenin sonunda cezasından kurtulamaz: “İstinye’de Selhûr kızı Râbi‘a Hanım Yalısı’nı basub kendüsini câriyelerini hâdimlerini ve kölelerini kayıkcılarını bütün âmân virmiyüb katl itdiler lâşelerini deryâya atdılar” (152). Bu da yetmezmiş gibi, “yalıyı yıkub harâb eylediler” (153). Hikâyenin başlangıcında Yusuf’u mirasyediliğe sevketmiş olan dalkavuklar da, hikâyenin sonunda unutulmaz: “[H]emân hatt-ı hümâyûn bostancıbaşı agaya fermân olub bu makûle âdemleri dest-rest idüb her birini bir cânibe nefy olına deyü destine fermân virildi bostancıbaşı Galata semtini güzâr idüb cümlesini bulub katle bedel her birini bir cânibe nefy eylediler” (153). Letâ’ifnâme’de kesinlikle hoşgörülmeyen bir diğer davranış tarzı, yalancılıktır. Böylece, Yusuf-Letâif ilişkisini öğrenmiş olan Rabia, Letâif’e “togrı söyle eğer senden böyle iş zuhûr itdi ise seni çirâg idüb beğe virürim eğer yalan söyler isen ben bilürim sana ideceğim işi” der ve ancak Letâif yalan söyledikten sonra onu cezalandırır: “[E]ğer togrı söylesen idi seni âzâd idüb Yûsuf Şâh’a virecek idim çünki yalan söyledin seni katl ideyim didi” (99). Rabia’ya karşı, Letâif’i ölümden kurtardığını inkâr eden Yusuf’un da yalanı ortaya çıkar: “[H]anım Yûsuf Şâh’a eyitdi kahpe puşt şimdi yalanın nasıl oldı sen 127
hic benden havf itmedin mi kızlar şol oglanı bogun kayıkcılara teslîm idin gîce denize bıraksunlar didi” (133). Hikâyenin “kötü” karakteri olan Rabia’nın bile yalanı bu biçimde cezalandırması ilginçtir. Yusuf, kendiliğinden Tayyârzâde kadar erdemli davranmasa bile, savurganlık ve yalancılık gibi konularda Bekir Odabaşı ve Rabia gibi toplumun diğer fertleri tarafından hizaya getirilir. Doğruluk ve dürüstlük üzerindeki bu vurgu ve paranın önemsizliği, bu hikâyeyi “Hikâyet” ve “Tayyârzâde Hikâyesi”nin mertlik ve vefa üzerine kurulu erdem anlayışına yakın kılmaktadır. Letâ’ifnâme ve Hançerli Hikâye-i Garîbesi’nin, aynı konuları işlemekle birlikte bu konulara aslında çok farklı açılardan yaklaşan iki hikâye olduğu, günümüze dek araştırmacıların dikkatini çekmemiştir. İlk hikâyede erdem anlayışı bağlamında gözümüze çarpan tüm olgular, Hançerli Hikâye-i Garîbesi’nde derin değişimlere uğramıştır. Konuyla ilgilenen eleştirmenlerin mirasyedi prototipi olan Süleyman, Yusuf’un tersine, tüm baba mirasını dalkavuklarla tüketmiş, aile konağını bile satmış ve sonunda ayyaş bir dilenci olarak sokaklarda yaşamaya başlamıştır. Babasının Süleyman’ı emanet ettiği ve sonunda genci bu durumdan kurtaran kişi ise, bir asker değil, babanın tüccar bir dostudur. Bu dost, Süleyman’ı bedestende çırak olarak çalıştırmaya başlar ve Süleyman, güzelliğinin de yardımıyla ticarette başarılı olur. Baba dostu, bunun üzerine Süleyman’ın “az vakit içinde kendi tarafından sermâye i‘tâsiyle ticâretde istiklâl vireceğini ta‘ahhüd” (39) eder. Hikâyenin diğer yerlerinde de ticaret vurgusuyla karşılaşırız. Böylece Süleyman, hikâyenin sonlarında Tıflî tarafından gönderildiği ve Mısır’dan İran’a kadar uzanan ticaret yolculuklarında çok para kazanır. Yine bir çarşıda çalışan Seyf-i dil ise, Nâ-yab’a âşık olunca “üc kat bahâsına mâl alarak kendi mâllarını sermâyesinden aşagı” (79) satmak gibi deliliklerde bulunur. 128
- Page 85 and 86: (43). Hançerli Hikâye-i Garîbesi
- Page 87 and 88: yelpazesinden yararlanan Letâ’if
- Page 89 and 90: hikâyeler tarafından temsil edile
- Page 91 and 92: Hikâyesi ise, cümle arası boşlu
- Page 93 and 94: (1937) de, inşa dili “uygunsuz
- Page 95 and 96: 20. yüzyıl hikâyelerinde sözlü
- Page 97 and 98: eddedildiğini görürüz. Eski yaz
- Page 99 and 100: ÜÇÜNCÜ BÖLÜM DÜNYA GÖRÜŞ
- Page 101 and 102: Meslek çarşılarının sonu, eski
- Page 103 and 104: yalısından aşağı kalır bir ta
- Page 105 and 106: göre “varlıklı esnaf, para ve
- Page 107 and 108: iner ve kimi biner ve zenne tâ’i
- Page 109 and 110: eğlence yerleri Tanzimat’tan son
- Page 111 and 112: Hançerli Hikâye-i Garîbesi’nde
- Page 113 and 114: toplumunda son derece yaygın oldu
- Page 115 and 116: hikâyeden kaybolmuştur; Tıflî
- Page 117 and 118: tarafından oluşturulan ilişki ü
- Page 119 and 120: Tıflî hikâyelerinde kadınlara v
- Page 121 and 122: ve Cevrî’yi, kısacası hikâyed
- Page 123 and 124: eri ilk kez, Tayyârzâde’ye yard
- Page 125 and 126: pornografik biçimde betimlenmişti
- Page 127 and 128: Çavuşzâde’nin başından yaşm
- Page 129 and 130: hikâyelerinin tasdik ettiği gibi,
- Page 131 and 132: sürdük hâlimizce yiğitlik eyled
- Page 133 and 134: kadar ciddiye alınmaması gerekti
- Page 135: kahramanları, genellikle “zengin
- Page 139 and 140: Garîbesi tarafından gözler önü
- Page 141 and 142: ir zamanlar ikram etmiş olduğu
- Page 143 and 144: kahramanı Cevrî, şimdiye dek ras
- Page 145 and 146: kaygısında olmamasını ilk iki k
- Page 147 and 148: Bu genel dünya görüşü çerçev
- Page 149 and 150: DÖRDÜNCÜ BÖLÜM GERÇEKÇİLİK
- Page 151 and 152: “Hikâyet”in iki yerinde, Tanr
- Page 153 and 154: Garîbesi’ndeki gibi rastlantı e
- Page 155 and 156: Mucize ve rastlantı açısından e
- Page 157 and 158: üyelerinden biri olan “Mahşer M
- Page 159 and 160: Hikâyesi”nde Gevherli’nin sara
- Page 161 and 162: çan yolı [?] dâ’ireler” (18-
- Page 163 and 164: ebrişim peştemal üst baş gâyet
- Page 165 and 166: giysileri ve güzelliği arasında
- Page 167 and 168: yeni versiyonu olan Binbirdirek Bat
- Page 169 and 170: asmalarında kişisel ve rutin davr
- Page 171 and 172: Meşhûr Tıflî Efendi ile Kanlı
- Page 173 and 174: iderek Süleyman Beğ’in [?] inş
- Page 175 and 176: almıştır. “Bursalı’nın Kah
- Page 177 and 178: hikâyeler, mucizevî neden-sonuç
- Page 179 and 180: herhangi bir nedenden dolayı şimd
- Page 181 and 182: zamanda çok mesafe kat’etmek eme
- Page 183 and 184: ulundukları sırada aralarından b
- Page 185 and 186: hükümdarların başından geçen
hic benden havf itmedin mi kızlar şol oglanı bogun kayıkcılara teslîm idin gîce denize<br />
bıraksunlar didi” (133). Hikâyenin “kötü” karakteri olan Rabia’nın bile yalanı bu<br />
biçimde cezalandırması ilginçtir.<br />
Yusuf, kendiliğinden Tayyârzâde kadar erdemli davranmasa bile, savurganlık ve<br />
yalancılık gibi konularda Bekir Odabaşı ve Rabia gibi toplumun diğer fertleri tarafından<br />
hizaya getirilir. Doğruluk ve dürüstlük üzerindeki bu vurgu ve paranın önemsizliği, bu<br />
hikâyeyi “Hikâyet” ve “Tayyârzâde Hikâyesi”nin mertlik ve vefa üzerine kurulu erdem<br />
anlayışına yakın kılmaktadır.<br />
Letâ’ifnâme ve Hançerli Hikâye-i Garîbesi’nin, aynı konuları işlemekle birlikte<br />
bu konulara aslında çok farklı açılardan yaklaşan iki hikâye olduğu, günümüze dek<br />
araştırmacıların dikkatini çekmemiştir. İlk hikâyede erdem anlayışı bağlamında<br />
gözümüze çarpan tüm olgular, Hançerli Hikâye-i Garîbesi’nde derin değişimlere<br />
uğramıştır. Konuyla ilgilenen eleştirmenlerin mirasyedi prototipi olan Süleyman,<br />
Yusuf’un tersine, tüm baba mirasını dalkavuklarla tüketmiş, aile konağını bile satmış ve<br />
sonunda ayyaş bir dilenci olarak sokaklarda yaşamaya başlamıştır. Babasının<br />
Süleyman’ı emanet ettiği ve sonunda genci bu durumdan kurtaran kişi ise, bir asker<br />
değil, babanın tüccar bir dostudur. Bu dost, Süleyman’ı bedestende çırak olarak<br />
çalıştırmaya başlar ve Süleyman, güzelliğinin de yardımıyla ticarette başarılı olur. Baba<br />
dostu, bunun üzerine Süleyman’ın “az vakit içinde kendi tarafından sermâye i‘tâsiyle<br />
ticâretde istiklâl vireceğini ta‘ahhüd” (39) eder. Hikâyenin diğer yerlerinde de ticaret<br />
vurgusuyla karşılaşırız. Böylece Süleyman, hikâyenin sonlarında Tıflî tarafından<br />
gönderildiği ve Mısır’dan İran’a kadar uzanan ticaret yolculuklarında çok para kazanır.<br />
Yine bir çarşıda çalışan Seyf-i dil ise, Nâ-yab’a âşık olunca “üc kat bahâsına mâl alarak<br />
kendi mâllarını sermâyesinden aşagı” (79) satmak gibi deliliklerde bulunur.<br />
128