3. Sayı
•3. Sayı•ANAFOR SANATA V R U P A ’ D A S A N A T : B A R O K
- Page 2 and 3: ANAFOR SANAT DERGİSİ: 3. SAYI@ana
- Page 4 and 5: Geldik Barok’a; bir temel kurulmu
- Page 6 and 7: • Fransa da İtalya da Katolikti
- Page 8 and 9: Barok müziğinin bahsedilmesi gere
- Page 10 and 11: Resitatif: Orkestra ile sıkı bir
- Page 12 and 13: Claudio Monteverdi, Geç Rönesans
- Page 14 and 15: J. S. Bach, Johann Ambrosius Bach v
- Page 16 and 17: Köthen (1717-1723)1717’de, sanat
- Page 18 and 19: .Antonio Vivaldi, 4 Mart 1678 tarih
- Page 20 and 21: ADAGIO IN G MINOR2. Dünya Savaşı
- Page 22 and 23: .Sanatın Barok tarzıyla yorumlanm
- Page 24 and 25: .Carel Fabritius , Hollandalı bir
- Page 26 and 27: .Diego Rodriguez de Silva y Velazqu
- Page 28 and 29: İtalyan ressam Michelangelo Meris
- Page 30: Eserde Judith, Holofernes ve Judith
- Page 33 and 34: Resimdeki en ince detay İsa’nın
- Page 35 and 36: Her defasında kendini geliştirmi
- Page 37 and 38: Rembrandt dini ve efsanevi konular
- Page 39 and 40: 1.Barokhttps://www.youtube.com/watc
•3. Sayı•
ANAFOR SANAT
A V R U P A ’ D A S A N A T : B A R O K
ANAFOR SANAT DERGİSİ: 3. SAYI
@anafordergi
Genel YayınYönetmenleri
Aysude AKTAŞ
Ceren KANTARCI
Tasarım Ekibi
Aysude AKTAŞ
Ceren KANTARCI
Beyza TORUN
Editör Ekibi
İrem YARDIMCI
Sudem ERDEM
Sosyal Medya Ekibi
Alper ATİK
Salih Emirhan ATAMAN
Dilara YILMAZ
Gökay Boran ABAKAY
Yazarlar
BAROK: Ceren KANTARCI
BAROK MÜZİĞİ: Deniz Egemen ERTUNÇ- Gökay Boran ABAKAY
JOHANN SEBASTIAN BACH: Deniz ULU
ANTONIO VIVALDI: Dilara YILMAZ
ADAGIO: Hasan Taha AHMETOĞLU
BAROK’UN GÜNÜMÜZ MÜZİĞİNE ETKİSİ: Ege ÖZEN
BAROK’TA RESİM: Melike KOÇAK - Sultan BEKMEZ
CARAVAGGIO: Aysude AKTAŞ
IŞIĞIN VE GÖLGELERİN RESSAMI REMBRANDT: Deniz Egemen
ERTUNÇ
Barok
1
Barok’ta Resim
19
Barok Müziği
4
• Altın İspinoz
• Nedimeler
21
23
Johann Sebastian Bach
10
Caravaggio
• Judith Holofernes’in Başını
Keserken
26
25
Antonio Vivaldi
15
• Aziz Matta’nın Çağrısı
28
Adagio
17
Işığın ve Gölgelerin
Ressamı Rembrandt
31
• Gece Devriyesi
32
Barok’un Günümüze Etkisi
18
• Dr. Nicolaes Tulp’un
Anatomi Dersi
33
• Samson’un Kör Edilmesi
34
Kaynakça 36
Geldik Barok’a; bir temel kurulmuş, gelişime hazır bir Avrupa. Rönesans’ta çok
fazla bahsetmemiştim müzikten, henüz enstrümanlar gelişmeye başlamıştı. Ancak
Barok, gelişen enstrümanlar ve tekniklerle başlı başına yeni ve çok geniş bir sayfa
açacaktı.
Peki, Barok nedir?
Rönesans, kilise karşıtı reformu içinde barındıran, neredeyse
sekülerdiyebileceğimiz, çizimlerin sade ver gerçekçi olduğu bir dönemdi. Kurallar
vardı. Geç Rönesans’ta ortaya çıkan maniyerizm ile bu kurallar yıkılmaya
başlamıştı. Kilise de Protestan Reformu yüzünden kaybettiği ilgiyi toplamak
niyetindeydi. Çoğu din adamı da olan Barok sanatçıları, kiliseye bağlı olarak çalışıp
bu ilgiyi geri çekmeyi amaçladılar ve bunun için sanatta, Rönesans’a zıt bir tutum
sergilediler. Durgunluktansa bir saniye durmayan ve ritmi sürekli değişen besteler
ve sanki bir olay yaşanırken rastgele fotoğrafı çekilmişçesine canlı resim ve
heykeller yaptılar. Renkleri parlattılar, abarttılar, karaltılar (Chiaroscuro).
Mimariye düz çizgiler yerine kavisler getirdiler. Rönesans’taki mesafeli, soğuk ve
ideal tutumu bir yana koyarak ışıklar, ifadelerve eserdeki enerji ile aradaki perdeyi
ortadan kaldılar ve eserle insanları bütünleştirdiler. Barok’un ideal görüntü,
resmin merkezi, düzgün köşegenler gibi dertleri yoktur. Barok, bozuk bir incidir.
(Portekizce “barroco”, bozuk inci demektir ve aslında klasikçiler tarafından
hakaret anlamında kullanılmıştır.)
1600-1750 arasında yaşanan Barok Dönem; Erken
Barok, Yüksek Barok (OlgunBarok olarak da
adlandırılır ve Barok adı altındaki son
dönemdir.) sonrası (Rokoko ve Klasik Dönem’e
geçiştir.) olarak üçe ayrılır.
1
Erken Barok, içerisinde Monteverdi, Cavalli, Schütz, Rameu gibi birçok başarılı
müzisyeni içerir. Rönesans’a kıyasla, buradan sonra söyleyeceğim bestecilerin
kulağınıza daha tanıdık gelmesi olasıdır çünkü Rönesans’ta atılan temeller,
meyvelerini vermeye bu dönemde başlamıştır. Mesela Rönesans’ta çıkan opera,
Monteverdi’nin Orfeo’suyla ilk başarılı örneğini vermiştir.
Yüksek Barok ise gümbür gümbür Bach, Handel, Teleman, Vivaldi gibi isimlerle
gelerek müzik tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır. Rönesans Dönemi’nde
gelişen keman, en önemli enstrümanlardan biri olur. Klavsen, arp, çello gibi
enstrümanlar neredeyse Barok ile özdeşleşmiş gibidir. Basso contiuo gibi
tekniklerle müziğin sürerliliği sağlanır. Abartıların, coşkuların, tutkuların,
duyguların ve şatafatın en tepesindeki Barok, devamında gelen daha şakacı,
dertsiz, dekoratif Rokoko akımıyla son dönemini yaşamış, tarih sahnesindeki
yerini tepki niteliğindeki neoklasisizm, ardından aydınlanma çağına bırakmıştır.
Basit bir deyişle, Barok 16-18.yy arasında, yine İtalya’da çıkıp, bu sefer daha geniş
kitlelere yayılmış, Rönesans’ın neredeyse tüm ilkelerine zıt olan bir akımdır. Sebep
olarak kilise ve gelişen Avrupa’nın artık sadece akıla değil, duygulara da hitap
etmek istemesi gösterilebilir. Her türlü duygunun tavan yaptığı ve sanatçının bunu
sergilemekten kaçınmadığı bir dönemdir.
Katolik kilisesi tarafından bir karşı reform aracı olarak kullanılan Barok, Katolik
ülkelerde bahsettiğim gibi abartılıydı, coşkuluydu ve bir olguyu yıkmak
istemekteydi. Bunun beraberinde güçlü renkler ve dinamik olaylar resmetmekten
çekinilmiyordu. Eseler kiliseye bağlıydı ve inançları körüklemek üzere ortaya
konuyordu. Ancak, Avrupa’nın her yanına yayılan Barok, karşı olarak çıktığı
Protestanlığı benimseyen ülkelerde de böyle miydi? Bunu anlamak için o dönemin
Avrupa’sına bir göz gezdirelim:
• İtalya, Avrupa’da sanatsal liderdi. Akımı başlatacak olan Caravaggio ve Annibale
Carraci Barok’un temellerini Roma’da attılar.
• Fransa, 30 yıl savaşlarından galibiyetle çıkmış, dönemin en güçlü devletlerinden
biriydi ve sanat anlamında İtalya’yı yakalamak istiyordu.Fransa’da o sıralar
Klasisizm akımı başlamıştı.(1660)
2
• Fransa da İtalya da Katolikti ancak İtalya sanatı dini yüceltmek için kullanırken
Fransa dönem kralı 14. Louis’yi övmek için kullanıldı.
• Madrid, Diego Velazquez gibi ünlü ressamlar sayesinde (ne kadar siyasal güç
kaybetse de) İspanya için bir sanat şehri haline geldi. Tıpkı Roma ve Paris gibi.
•Hollanda ise Protestan olmuş devletlerin başında geliyordu. Ancak sınır komşusu
Flanders(Flamanlar), Katolik mezhebinden ayrılmamıştı. Hollanda’da sanatçılar,
üst bir himaye için değil; kendileri için çalışıyorlardı.
Protestan devletler Barok’u daha sakin ve durgun yaşıyorlardı. Hollandalı
ressamlar sade ve natüralistti. Hatta Kuzey Rönesansı’na bile benzetilebilirdi. Ama
gerek ışık kullanımı, gerek dinamiklik, gerek ideallikten uzak olma, eserlere Barok
niteliği kazandırıyordu.
Sonuç olarak, din dönemin en belirleyici etkeni olmuştur. Bahsettiğimiz iki akım
da, iki bölge de, iki mezhep de yollarını dini sağ kollarına alarak bulmuştur. Gerek
savunmak, gerek karşı çıkmak için.
3
. .
Barok Dönem, 1600 ile 1750 yılları arasında, İtalya’daki opera denemeleriyle
başlamış, Bach’ın ölümüyle sona ermiştir.
Batı Klasik müziğine ve dolayısıyla Modern müziğe yön vermiştir. Ünlü filozof Jean
Jacque Rousseau’ya göre Barok müziği, “armoninin açık seçik olmadığı,
modülasyonlar ve uyumsuzlukla dolu, entonasyonlarıgüç ve hareketi zor olan
müziktir.” Bu söz Barok Müziği hakkında pek doğru bir söylemdir, zira
kendisinden önce gelen Rönesans müziğinin tekdüzeliği ve sadeliğinden sıkılan
Barok Dönemi müzisyenleri ve bestecileri, müziği ayrıntılı ve karışık olacak şekilde
icra etmişlerdir. Bu dönemdeki müzisyenler genelde birer virtüöz olup,
enstrümanlarını detaylı bir biçimde ve süslemeler kullanarak çalmışlardır. Yine bu
dönemde enstrümanlar için yeni çalım teknikleri bulunmuş ve notasyon
değiştirilmiştir.
Barok müziğinin en gözde enstrümanlarından biri klavsendir. Tip olarak piyanoya
benzeyen klavsen, kilise orguyla beraber orkestranın basso continuo(sürekli bas)
kısmını oluştururlardı. Barok Dönemi orkestralarında klavsen veya orgdan başka;
keman, çello, kontrbas, flüt, fagot, trompet ve timpani gibi enstrümanlar mevcuttu.
Keman, çello, kontrbas gibi yaylı enstrümanlar da günümüzde kullanılan çelik
tellerin aksine bağırsaktan yapılma teller kullanılmıştır.
Barok müziğinin en önemli özelliklerinden
birisi “kontrast”tır. Kelime anlamı zıtlık
olan “kontrast”, gerek duyguların
çatışmasıyla, gerek yüksek-alçak seslerin
kullanılmasıyla, gerekse enstrümanlar arası
geçiş ile parçadaki tezatı oluştururdu.
Barok müziğinin bahsedilmesi gereken başka bir özelliği ise müzik içerisinde
kullanılan süslemelerdir. Bir eserde çalınacak melodi besteci tarafından yazılsa
da, müzisyen melodiye ve ritme sadık kalarak notaların arasında gezinebilir,
keşfedebilir ve aralara başka notalar sıkıştırabilir. İşte buna süsleme denir. Bu
süslemeler kimi zaman besteci tarafından yazılır, kimi zaman ise çalım esnasında
müzisyen tarafından doğaçlanır. Barok müziğinde pek sık kullanılan bu
süslemeler kimi zaman tartışma konusu olmuştur. Her ne kadar Klasik Dönem
sanatçıları Barok Dönemi edelerini süslü ve zevksiz bulsalar da, Barok
Dönemi’nin dünya müziğinde bir mihenk taşı olduğuna şüphe yoktur.
Polifonik müzik, basitçe, birbirinden bağımsız birden fazla melodinin aynı anda
çalınmasıdır. Erken Barok Dönemi’ndeki besteciler, Rönesans’ın son
dönemlerindeki karışık polifonik yapıdan uzaklaşmaya çalışıyorlardı. Bunun
sonucu olarak basit homofonik müziğe yöneldiler. Fakat besteciler, Barok’un geç
dönemlerinde tekrar detaylı polifonik müziğe döndüler. J. S. Bach bunun
mükemmel bir örneğidir.
Barok müziği birçok şekilde icra edilebiliyordu. Bunlara örnek olarak konçerto,
oratoryo, sonata, suit ve opera gösterilebilir. Kısaca tanımlamak gerekirse
konçerto, bir orkestra tarafından eşlik edilen bir ya da daha fazla soloist için
yazılmış uzun bir bestedir. Konçertolar içlerinde birkaç bölüm barındırırlar ve
her bölüm farklı bir temaya ya da havaya sahiptirler.
Oratoryo, orkestra ve koro için yazılmış uzun bir bestedir. Oratoryo kelimesi
Latin köklü bir fiil olan “orare” yani “dua etmek”ten gelir. Anlamından da
anlaşılabileceği üzere oratoryolar içeriklerini kutsal konulardan ve İncil’den
alırlardı, dolayısıyla da kilisede sergilenirlerdi. On yedinci yüzyılın ikinci
yarısında, oratoryoda sekülerleşmeye gidilmiştir. Bunun açık bir kanıtı ise
kilisenin dışında ve halka açık tiyatrolarda yapılan oratoryolardır.
Suit, birbiri ardına çalınabilen kısa müzikal piyeslerin bir araya getirilmesidir. 17.
yüzyılda Bach ve Handel gibi birçok besteci suitler yazmıştır.
Sonat, on altıncı yüzyılda insan sesi için bestelenen kontatlara karşıt olarak
enstrümanlarla yapılan müzik parçaları için kullanılan bir terimdi. Ancak çok
geçmeden sonat terimi, enstrümantal müziğin tek bir biçimini belirtir duruma
geldi. Barok Dönemi’nde sonatlar, basso continuo eşliğindeki bir ya da daha fazla
enstrüman için yazılırdı.
Opera, genellikle konusunu tarihten, mitolojiden, efsanelerden veya güncel
olaylardan alan, sözlerinin tümü veya birçoğu müzikle bestelenmiş, içinde güzel
sanatların tümünü barındırabilen (Dans, Dekor, Kostüm, Işık vb.), teatral formda
bir sahne eseridir. Bu hoş, büyüleyici sanatın anavatanı İtalya’dır. On altıncı
yüzyılın sonlarında ortaya çıkan sanatımız önce burjuvalar tarafından özel olarak
izlenmiştir. Fakat otuz yıl sonra Venedik’te para karşılığı izlenebilen ilk opera
binasının açılmasıyla bu sanatın merkezi Floransa’dan bu şehre geçmiştir.
Opera hakkında biraz edebiyat dersi konusu vermek istiyorum. Operalar yazılı
eserlere dayanırlar. Ayrıca besteleyip okuyacak ve oynayacak isimler ve besteyi
çalacak bir orkestraya ihtiyaç duyarlar. Opera temel olarak iki parçadan
yapılmalıdır. Bu bölümlerden birincisi konuyu anlatan ve genellikle şiir biçiminde
yazılan sözlerin olduğu kısımdır. Bu kısma libretto adı verilmektedir. İkinci bölüm
ise müzikle geçen kısımdır. Libretto demişken; Librettolar genel olarak bilindik
trajedi konularından alınmaktadır. Bilinen ünlü operaların birçoğu bu şekildedir.
Genellikle umutsuz bir aşk hikâyesini, sonu ölümle biten aldatmaları anlatır.
Müzik ise orkestra tarafından çalınır. Şarkılarını artistler teker teker ya da hepsi
bir koro halinde söyleyebilir.
Müzik esaslı operalar çok daha kapsamlı ve detaylıdır. İçerisinde dans, koro,
başlangıç ve bitiş gibi bölümler yer almaktadır. Bu bölümleri genel özelliklerine
göre şu şekilde açıklayabiliriz:
Uvertür: İlk operalar oynanırken oyun henüz başlamamışken; sinfonia adı verilen
kısa bir müzik dinletisi çalınıyordu. Sonraları bu müziğe uvertür adı verildi. Bu
bölüm operanın konusunun özetini yansıtmaktadır. 3 kısımdan oluşur ve genelde
ortadaki kısım hızlı çalınmaktadır.
Resitatif: Orkestra ile sıkı bir beraberlik içinde ama konuşurmuş gibi de serbest
şekillerde çalınır ya da söylenir. Bu kısım aryaların doğuşunda önemli rol
oynamaktadır.
Arya: Operada belirli kişilerin uzun uzun solo olarak söyledikleri bölümdür.
Aryaların birinci bölümü konuşma şeklinde geçer. İkinci kısmı ritmik hale gelir.
Genelde andante temposunda ilerler. Son bölüm ise allegro temposu ile söylenir.
(Burjuvalar sanatçılara fazladan para vererek yazdırırlarmış halka açık olmadan
önce)
Koro: Oyuncuların tamamının ya da çoğunluk kısmının beraber söyledikleri
aryadır. Koroyu oluşturan sesler erkeklerdense erkek korosu, kadınlardansa kadın
korosu adını alır. Koro kişi sayısı birkaç kişiden başlayarak 150 hatta 200 kişiye
kadar çıkabilir.
Final: Operaya ait son kısımdır. Bu bölümde orkestra koro ve solo sesler ile
beraber çalıp söyler. Genellikle final her zaman şatafatlı bir gösteriye çevrilir.
Bale: Operanın uygun zamanlarında balerinler tarafından ifşa edilen dans
gösterileridir. Bale öncelikli ise bu operalara direkt olarak baleli opera adı verilir.
Biraz da Barok Dönemi’nin bestecilerinden
bahsetmek istiyorum. Bu dönem sanatının ve
gelecekteki sanatın gelişmesinde katkıda bulunmuş
bu insanlardan en önde gelenlerinden Johann
Sebastian Bach ile başlayacağım. Bach Alman barok
müzik bestecisi ve orgcudur. Bach, köklü Alman
stillerini özellikle İtalya ve Fransa gibi dış
ülkelerden aldığı ritimlerin, formların ve yapıların
adaptasyonu ve kontrpuan, armoni, müzikal
motiflerin organizasyonundaki ustalığıyla
geliştirmiştir. Bach'ın besteleri arasında
Brandenburg Konçertoları, Goldberg Varyasyonları,
Si minör Missa, 2 Passionve 200 tanesi günümüze
kadar ulaşmış 300'den fazla kantatı kapsamaktadır.
Bach'ın müziğine teknik hâkimiyeti, artistik
güzelliği, entelektüel derinliği sayesinde büyük
saygı duyulmuştur. Bach, 19. yüzyılda müziğinin
tekrar çalınmaya başlaması ve ilginin tekrar
canlanmasına kadar kendi döneminde büyük bir
besteci olarak bilinmemiş, hatta zamanında
demode bulunmuşancak kendisine bir orgcu olarak
büyük saygı duyulmuştur. 19. yüzyıldan beri
dünyanın en büyük bestecilerden biri olarak kabul
edilir.
Antonio Lucio Vivaldi, İtalyan Barok Dönem klasik
müzik bestecisi, virtüoz kemancı ve rahip. "Kızıl
Papaz" lakabıyla tanınan Vivaldi, konçerto türünde
beş yüzden fazla eser bestelemiştir ve 'konçertonun
babası' olarak da anılmaktadır. En bilinen eserleri
Op. 8 eser sayılı Dört Mevsim başlıklı keman
konçertolarıdır.
Claudio Monteverdi, Geç Rönesans - Erken Barok
Dönemi’nin İtalyan müzisyeni, opera bestecisi,
şarkıcısı. Yaşamında üne kavuşan sanatçı uzun
hayatı boyunca hem Rönesans, hem Barok Dönemi
eseri sayılabilecek eserler verdi ve o zamanının
müzik döneminde değişiklikler yarattı.
Jean-Baptiste Lully, İtalyan asıllı besteci, kemancı ve
balet idi. Çalışma hayatının hemen hemen tümünü
Fransa'da XIV. Louis'in sarayında müzisyen olarak
geçirdi. 1661'de Fransız vatandaşlığına geçti.
Zamanının en ünlü Fransız bestecisi olarak
bilinmektedir. Lully yeni çıkan İtalyan stili
operanın müzik ve şarkılarının Fransızca diline pek
uymadığını çalışma hayatının başında anlayıp
Fransızcaya daha uygun şarkıları kapsayan yeni bir
opera türü yaratmıştır. Böylelikle Fransız opera
stilinin babası Lully sayılmaktadır. Operalar
yanında Lully bale için müzik ve ayinler için kilise
müziği de bestelemiştir.
Jean-Philippe Rameau, Avrupa'da barok müzik
dönemine çok ünlü Fransız besteci ve müzik
teorisyenidir. Fransızca opera besteciliğinde Jean-
Baptiste Lully yerini almıştır ve yine Fransız
François Couperin ile klavsen için müzik besteleyen
en önemli Fransız bestecidir.
Tabi ki bu müziğin gelişiminde
sayamayacağım kadar çok emektar sanatçı
vardır. Emeği geçen her sanatçıya teşekkür
ederim.
Dünyanın en ünlü müzisyenlerinden biri olan Bach, 17. ve 18. yüzyıllar arasında
yaşamış olan Alman Barok müzik bestecisidir. 17. ve 18. yüzyıllarda yaşamış olsa
dahi değeri kendi döneminde bilinmemiş ve 19. yüzyılda tanınmaya başlamıştır.
Bach yaşarken, org virtüözü olarak ün yapmış, müziği ise eski tarz olarak
görüldüğünden, besteci olarak kendisi de eserleri de pek rağbet görmemiş,
hayattayken sadece 12 eseri yayınlanmasına rağmen, günümüzde yüzlerce eseri
basılmış ve müzik dünyasında her bir bestesi ile önemli bir konum elde etmiştir.
Hayatı boyunca 1100’den fazla esere imza atan Johann Sebastian Bach, müzikal
anlamdaki düşünceleriyle bugün hala pek çok müzisyene ilham kaynağı olmaya da
devam etmektedir.
Eisenach (1685-1695), Ohɾdɾuf (1695-1700) ve Lünebuɾg (1700-1702)
Reformun öncüsü Martin Luther’in bir zamanlar hapsedilmiş olduğu küçük Eisanch
kasabası, aynı zamanda Bach’ın doğum yeridir. Doğum tarihi konusunda ise kesin
bir kanıya varılamamaktadır. Bach, Almanya'nın hala Julian takvimi kullandığı 1685
yılında Thuringia'da doğmuştur. Bugün ise, tarihleri 11 gün değiştiren Gregoryen
takvimi kullandığımız için çoğu biyografi doğum tarihini 31 Mart olarak
kaydederken, Bach uzmanı Christopher Wolff, 21 Mart olduğundan neredeyse
emindir.
J. S. Bach, Johann Ambrosius Bach ve Elisabeth Lämmerhirt'in en küçük
çocuklarıdır. Ambrosius, belediye meclisi ve Eisenach Ducal Mahkemesi tarafından
istihdam edilen bir string sanatçısıdır. Babası, Bach'ın çok küçüklüğünden beri onu
müzisyen olması için yönlendirmiş ve keman ve klavsen Bach’ın ilk
enstrümanlarından biri olmuştu. Ağabeyi Johann Christoph Bach ona klavsen
çalmayı öğretmiş ve ona çağdaş müzikte ilk dersleri vermişti. Ebeveynleri 1695
yılından önce hayatını kaybeden Bach’ın yetiştirilmesi ve çalışmalarıyla
ilgilenilmesini abisi görev edinmiştir.
Kendini müzisyen bir ailenin içinde bulmuş, ister istemez müziğe ilgi duymaya
başlamıştı. Johann Sebastian 1692- 1693'te okula başlamış ve sık devamsızlıklara
rağmen eğitimini başarıyla tamamlamıştır.
Çok küçük yaşta annesini kaybeden Bach, 9 yaşında
da babasının ölümüyle sarsılmış, anne ve babasının
ölümünün ardından Ohrdruf’ta çalgıcılık yapan
ağabeyi ile yaşamaya başlamıştır. Bütün vaktini
ağabeyinin orgu ile geçirmiş vebu dönemde kendini
oldukça geliştirmiştir. Gün geçtikçeiyice müziğe
merak sarmış, gençliği ve okul hayatı boyunca
Alman müzisyenleri araştırmaya devam etmiştir.
1703 yılında Latin Okulunu bitirerek ve Bach
ailesinde okulunu bitirebilen ilk kişi olmayı
başarmıştır.
Arnstadt (1703-1707), Mühlhausen (1707-1708)
Okulun bitmesinin ardından, para kazanmak için Armstad'ta org çalmaya
başlamıştır.Bağımsız ruhu, kimi zaman dik başlı davranışları nedeniyle kilise
yönetimiyle başı derde giren Bach, sık sık yakınlardaki Lübeck kentine izinsiz
olarak gidip devrin önde gelen org ustalarından Dieterich Buxtehude’yi izlemiştir.
Sonunda iş değiştirerek ve Müllhausen St. Blaise Kilisesi’nde yeni bir göreve
atanmıştır.
Ancak burada da ortaya koyduğu kompleks müzik aranjmanları ve yenilikçi tarzı
nedeniyle yeterince basit ve alışılagelmiş bir müzik icra etmediği için kilise
yönetimi tarafından sıkça eleştirilmiştir. Dahi bestecinin en önde gelen
bestelerinden“Toccato and Fugue in D minor” de bu dönemde hayat bulmuştur.
St. Blaise Kilisesi cemaatinin din ve müzik kavramlarındaki muhafazakârlığı
Bach’ın ayrılmasına neden olmuş ve yirmi bir yaşındayken kuzeni Maria Barbara
ile evlenmiştir
Weimar (1708-1717)
1707’de evlendikten sonra, ailesinin geçimi düşünerek, Weimar dükü Wilhelm
Ernst’in sarayına müzisyen olarak girmiş, daha sonra konzertmeister* görevine
yükselmiştir. Besteci özelliği, kantatları ve org için yazdığı eserlerle gittikçe
belirginleşmiş veotoriter olarak tanınan dükle ilişkisi giderek bozulmuştur.
Son olarak da Dresden’de yaptığı müzikal düellonun ardından ünlü bir orgcu
olmasına rağmen kapellmeister* olarak atanmamasını kabullenmemiş, yeni bir iş
aramaya başlamıştır.
Köthen (1717-1723)
1717’de, sanat ve müzik aşığı Köthen Prensi Leopold tarafından saray kapellmeister’i
olarak işe alınmıştır. Bu dönem,enstrümantal eserler açısından da büyük önem
taşımaktadır.
Bach, Georg Friedrich Händel’i çok beğenmiş ve onunla buluşmayı çok istemiştir.
Fakat hayatı boyunca bunu başaramamıştır. 1719’da Händel, Londra Haymarket
Oρerası için eserler yazmak üzere Almanya ve İtalya’yı dolaşmaya çıkmış, Bach bu
dolaşmalar sırasında Händel’in Halle’ye uğradığını haber alınca sadece onu görmek
için Halle’ye bile gitmiştir. Ne yazık ki Bach oraya ulaştığında Händel’in kentten
ayrıldığını öğrendi ve boş boş dönmek zorunda kalmıştır.
Köthen’de maaşı iyidir, kendisine değer de verilmektedir. Fakat karısının ölümü ve
Anna Magdalena ile evlenmesinin ardından, kaliteli bir üniversitesi olan, bir prense
bağlı olmayıp belediye meclisi tarafından yönetilen Leipzig’e taşınmaya karar
vermişlerdir
.
Leipzig (1723-1750)
Saint Thomas Kilisesi kantorluğuna altı kişi başvurmuş, işe alım için yapılan elemeler
birkaç ay sürmüştür. Belediye meclisi tarafından önce Almanya’nın en ünlü bestecisi
Georg Philipp Telemann seçilse de kendisinin Hamburg’da maaşına zam yapılınca
görevi kabul etmemiştir. Telemann’ın ardından Johann Christoph Graupner’e teklif
götürülmüş, ancak o da işvereninin itirazı sebebiyle kabul etmemiştir. Sonuç olarak,
Bach göreve getirilmiştir. İlahilerde koro yönetmenliği yapmış ve kendi kilise
müziğini icra etmiştir. Belediye meclisiyle yaşadığı çatışmalara
rağmen, 27 yıl boyunca dini müziğin en değerli eserlerini bestelemiştir.
“Çalışkan olmak zorundaydım. Eşit derecede çalışkan
olan her kimse eşit derecede başarılı olacaktır.”
Johann Sebastian Bach
Georg Friedrich Händel
Son Yılları
Leipzig'e döndükten sonra Sebastian Bach'ın gittikçe artan hastalıkları kendisini
de yakınlarını da endişelendirmeye başlamıştı, iyileşmesi için verilen ilaçlar
yetersiz kalıyordu. Gözlerinden çok rahatsızdı. Eskiden beri miyop olan gözleri
fazla çalışmaktan ve notaları kopyalamaktan yorulmuş, yavaş yavaş görmez
olmaya başlamıştı. 1749'da gözlerine yapılan ameliyat başarısızlıkla sonuçlanarak
tamamen kör olmasına yol açmıştır.
Bach'ın körlüğü cesaretini, sabrını ve dinsel inancını hiç sarsmamış, her şeye
rağmen çalışmalarını sürdürmüştü. Gözlerinden dolayı karanlık bir odada kalmaya
mahkûm olmasına karşın damadı ve öğrencisi Johann Christoph Altnickol'a Son
Koral'ini söyleyip yazdırmıştı. Bu koral “En büyük sıkıntılara düştüğümüzde”
sözleri ile başlamış, ölümünün yaklaştığını hissedince o koralin başına “Tanrım
işte katına çıktım” tümcesini yazdırmıştır…
Ölümünden yaklaşık on gün önce gözleri yeniden görmeye başladıysa da bu
iyileşme pek geçici kalmıştır. Sonunda yüksek ateşle bir inme gelmiş ve yapılan
sağaltım yarar sağlamayarak 28 Temmuz 1750 akşamı saat dokuza çeyrek kala 65
yaşında hayata gözlerini yummuştur.
“Bach’ın müziğinde her şeyi bulursunuz.”
Johannes Brahms
Sözlük
Konzertmeister: Senfoni ya da opera orkestrasında baş kemancı, yöneticiden sonra bütün
orkestranın çalışma beraberliğinden sorumlu kişi.
Kapellmeister: Orkestra şefi
.
Antonio Vivaldi, 4 Mart 1678 tarihine Venedik'te dünyaya gelmiştir. Dini eğitim
alıp 1703 yılında resmen papazlığa atanan Vivaldi, "Kızıl Rahip" unvanıyla
tanınmıştır. Papazlık yaptığı yıllarda aynı zamanda kızlar yetimhanesinde keman
öğretmenliği yapmaktaydı ve buradaki kızlara öğretebilmek için her ay iki
konçerto yazmaktaydı. Bu dönemde ismini duyurmaya başlayan Vivaldi, ileriki
yıllarda Barok döneminin en önemli sanatçılarından biri haline gelecekti. Onu bu
kadar özel yapan özelliklerinden biri ise henüz gelişmekte olan, fazla duyulmamış
müzik aletlerine (viyolonsel, obua, fagot, klarnet vb.) bile konçerto bestelemiş
olmasıydı. Ayrıca Fransız Barok müziğinde nefesli çalgılar ağırlıktayken, onun
müziğinde yaylı çalgılar öne çıkması da onu diğer bestecilerden farklı kılmıştır.
Genel bilgiyi edindiysek gelelim Vivaldi'nin en ünlü eseri olan, klasik müzik
dinlemeseniz bile mutlaka duymuş olacağınız Dört Mevsim Konçertosu'na.
Anlaşılacağı üzere 4 bölümden oluşan konçertonun her bölümü için yazılmış birer
de sonesi (iki dörtlük veya üç dörtlükten oluşan 14 dizelik bir nazım şekli) vardır.
Sone için mi konçerto yoksa konçerto için mi sonelerin yazıldığı bilinmemekle
birlikte konçertodaki seslerin sonede anlatılanları temsil edilen sözler olduğu
bilinmektedir. Vivaldi, eserine açıklayıcı olarak bu sözleri yazmasıyla müzik
tarihinde programlı eser yaratan ilk sanatçı olmuştur.
Kış bölümünden örnek verecek olursak: ilk
bölümünde rüzgârlı, karlı ve buz gibi bir
hava resmedilir. Solo keman ısıran ve
iğneleyen rüzgârı, yaylı çalgılar ise
soğuktan titreyen ve ısınmak için
ayaklarını yere vuran köylüleri anlatır.
İkinci bölümde ise bir ateşin başında
toplanmış köylülerin rahatlamaları, huzur
ve dinginliğe kavuşmaları betimlenir.
Konçerto, karda yuvarlanmanın ve buzda
kaymanın heyecan ve keyfini yansıtan
canlı bir allegroyla (canlı, hızlı ve neşeli
tempo) son bulur. Bu seslerin betimlediği
kış sonesi ise şu şekildedir;
Donma ve titreme halinde karların içinde
İnsanı kaskatı kesen ve yakan vahşi rüzgârın ortasında
Ayakların durmadan batıp çıktığı bir koşturmaca
Ve dişler tıkırdıyor bu aşırı soğukta
Huzurlu ve mutlu günler geçiriliyor ateşin yanı başında, şiddetli yağarken
yağmur dışarıda
Buzların üstünde yürünüyor ağır adımlarla
Çevresinden dolaşılıyor buzların, kayıp düşme korkusuyla
Ters yüz olunuyor, kayılıp düşülüyor bir anda
Buzun üstünde biraz daha mücadele ve hızlıca koşu
Ta ki ayırıp kırana kadar buzu
Duyuluyor demir geçitlerden süzülüp gelenler
Siroko, Bora ve bütün diğer rüzgârlar cenk etmekteler:
İşte buna kış denir, ne büyük haz vermektedir.
Bir de 4 mevsim konçertosuyla ilgili az bilinen özellikler var, biraz da bunlara
değinelim: Şu anda Dört Mevsim’in soneleri olduğunu ve konçertonun
bunlarla ilişkili olduğunu biliyoruz ama eğer 20. Yüzyıldan önce yaşamış
olsaydık bu bilgiye sahip olmayacaktık. Çünkü Vivaldi'nin el yazmaları ancak
20. Yüzyılın başlarında bulunmuş ve ancak o zaman soneler ortaya çıkmıştır.
Konçerto hakkında bir diğer az bilinen bilgi ise Vivaldi’nin sara hastası olması
nedeniyle en zorlandığı mevsim olan yazın ve bitmesini hiç istemediği kış
mevsiminin temalarını hüzünlü bir ezgi olan minör ezgiyle yazmış olmasıdır.
ADAGIO IN G MINOR
2. Dünya Savaşı’nda sona yaklaşılıyordu. Nazi askeri
mühimmatlarının bulunduğu, stratejik öneme sahip noktalar
müttefik bombardıman uçaklarıyla yok ediliyor, Nazi işgali
altındaki topraklar yavaş yavaş ele geçiriliyordu. Dresden
kentine atılan 2700 tonu aşkın patlayıcı ve yanıcı
bombanınmeydana getirdiği tahribat sonucunda, şehirdeki
diğer tarihi ve kültürel yapılar gibi; bugünkü ismi SLUB
(Saksonya Devlet ve Üniversite Kütüphanesi, Dresden) olan
Dresden Kütüphanesi de zarar görmüştü.
Savaşın bitişinden sonra Remo Giazotto adında bir
araştırmacı müzikolog kalıntılar arasında Barok Dönem
bestecilerinden Albinoni’ye ait bir bölüm bulduğunu ve bu
ezginin yalnızca bir-iki cümlesini içeren bu bölümün ezgisel
yapısına ve Barok Dönem’in ilkelerine dayanarak bir “Yeni
Adagio” ortaya çıkardığını belirtmektedir. Bugün bizim
bildiğimiz Yeni Adagio ilk kez 1958’de telif hakları İtalyan
müzikolog Remo Giazotto’ya ait olacak şekilde yayımlandı.
Bu Albinoni’ni ölümünden yaklaşık 300 yıl sonrasına tekabül
ediyordu.
Bu eserin kime ait olduğunu söylemek çok zor. Zira
eserin üzerine inşa edildiği öne sürülen fragmanı
Remo Giazotto hiçbir zaman ortaya sürmedi. Ancak
bu, yapısal olarak Barok Dönemi özellikleri gösteren
Adagio’nun; duygusal ifade gücünün ne kadar
yüksek olduğunu ve yapılan çalışmanın Albinoni’yi
ölümünden 300 yıl sonra tekrar sanat gündeminin
konusu haline getirip orada kendisine daimî bir yer
edindirdiği gerçeğini değiştirmez. Şayet Remo
Giazottoböyle bir çalışma yapmamış olsaydı
sanatseverlerin büyük bir kısmı Adagio ve Albinoni
isimlerinden bihaber olacaktı.
Kime ait olursa olsun Adagio in G Minor müzik
kültürünün köşe taşlarından biri haline geldiğini ve
Barok Dönem müziğiyle ilgilenen herkesin
dinlemesi gerektiğini düşünüyorum.
17
Müzikte Barok Dönemi’nin etkisi günümüze kadar
gelmiştir. Barok müziğinin günümüz müziğine entegre
edilmesi ilk olarak 1920’lerde Igor Stravinsky adlı Rus
bestecinin barok etkisinde neoklasik besteler yapmasıyla
başlamıştır. Stravinsky dâhil 20. Yüzyıl’ın bestecileri sıklıkla
Bach’tan etkilenmiştir. Bundan sonra 1960’larda Barok
Pop’u ortaya çıkmıştır. Barok pop’un etkisi altında The
Beatles, Beach Boys ve Rolling Stones; içinde Barok
elementleri olan şarkılar yapmıştır. 1965’de The Beatles’in
All My Life şarkısındaki piyano solosu harpsicord gibi
duyulması için hızlandırılmıştır. 1960’ların sonlarında
Barok Rock şarkılarında barok enstrümanları
yaygınlaşmıştır. Bunlara Rolling Stones-Lady Jane örnek
gösterilebilir. Barok Pop ve Rock dışında 1980’lerde Yngwie
Malmsteen, Jason Becker ve Marty Friedman neoklasik
metal’in ortaya çıkmasında büyük rol oynamıştır. 2016’da
The Divine Comedy tarafından çıkan Foreverland albümü
harpsicord ve pirinç enstrümanlar içermektedir. Bunların
dışında genel olarak kullanılan modlar ve skalalar,
melodiler, harmoniler ve müzik yapısı Barok müziğiyle
benzerlik içermektedir.
Igor Stravinsky
The Beatles
The Rolling Stones
.
Sanatın Barok tarzıyla yorumlanması, Rönesans akımına karşı; özellikle inançları
zayıflamış, kiliseye küsmüş kişileri geri kazanma amacıyla çıkmıştı. Kilise,
sanatçıların tüm sanat dallarında dine özendirici eserler üretmesini istedi. Hal
böyle olunca resim sanatında da dinsel konular ele alınmaya başlandı. Reform
hareketlerinde olan tanrı ile insan arasında kimsenin -hiçbir imgeningirmemesini
arzulayan düşünce Barok’ta tam tersi şeklinde seyretmişti. Barok;
dini duyguları besleyen asıl ögenin imgeler olduğunu savunmuş, aksi durumun ise
insanın ruhuna ve inancına zarar vereceğine inanmıştı. Eserlerde daha çok dini
sanat işlenmiş ve dinin sanata yol göstericiliği savunulmuştu. Sanatçılar resim
yaparak insanları kiliseye çağırıyordu. Yapılan eserler doğrudan dini inancı
körükleme odaklıydı. Ve tam da bu noktada Barok sanatı; adeta kilisenin Reforma
karşı gövde gösterisi olarak 14. ve 18. yüzyıllar arasında oluşup şekillenmişti.
Protestan davranışların ilerlemesine karşı koyma amacı ile yapılan faaliyetler de
klasik ve alışılmış kuralların dışına çıkılmıştı. Bu eserler daha dramatik, daha
yüreğe dokunurdu. Bu dramatizeliği yakalamak için Rönesans'a göre daha
gerçekçi, daha boyutlu resimler yapıldı. Resimler daha çok insana dokunacak,
onlara birtakım hisler katacaktı. Bunun için resimlerde özellikle belirli noktalara
dikkat çektiler. Işık, gölge ve dinamizmin sanatçının hayal gücü ile can bulduğu
sanat akımıydı Barok. Işık-gölge uyumu resimlerde hakim olan ana
unsurlardandı. Resimlerdeki ışık, karanlıkların içindeki bir yarıktan süzülür
gibiydi. Bu sayede resme ağırlık ve hacim kazandırılmıştı. Işık kaynağı ve
etrafındaki olaylar oldukça açık renkli, arkada kalan kısımlar ise oldukça
koyuydu. Resmi inceleyenler direkt olarak ön planda sergilenen olaya dikkatini
veriyordu. Siyah ve beyaz arası geçişler daha keskindi. Bu tekniği Caravaggio
geliştirdi. Adına da Chiaroscuro dedi. Bu teknik o kadar benimsendi ki Barok
tarzında hemen hemen her resimde kullanıldı.
Ayrıca Barok tarzında öyle poz verip dümdüz duran figüranlar
da yoktu. Resimlerde kullanılan figüranlar farklı şekillere
girmişti. Kesinlikle olduğu yerde dururken değil tamamen
hareket hallerindeyken resmedilmişlerdi. “Dünya bir sahnedir”
ilkesiyle anlatılmak istenen tiyatral ifadelerle anlatılmaya
çalışılmıştı. Hareket anı betimlenmiş, stabil duruş ve
durağanlık yoktu ve eser son derece dinamikti. İzleyici sanki
resmi değil de olay yerinde gibi o olayı izliyordu. Resmin içinde
bir şeyler dönüyor ve resme bakan kişi de bunları
hissedebiliyordu. Ayrıca nasıl biz o esere baktığımızda olayı
hissedebiliyorsak, orada bize gösterilmeyen kısmı da
düşünebiliyorduk. Rönesans ile farklı olarak resme açık
kompozisyon hakim olup anlatılmak istenen şey resim dışına
da taşmış ve resim dışındaki dünya hakkında da bilgi vermişti.
Çerçevenin ardında kalan kısımlarını bir şekilde hayal edip
kendi kafamızda tasarlayabiliyorduk. Böylelikle Rönesans'a
göre daha duygu içeren eserler ortaya çıktı.
Halka kendini daha iyi ifade etme, daha fazla kitleye etkileme amacıyla değişik
ortam, farklı açılar, kalabalık kompozisyon ile görsellik ön planda tutulmuştu.
Genellikle eserlerde sadece anlatılmak istenen olaylar vardı; fazladan çiçek, böcek ya
da ağaç görmek Barok sanatında mümkün değildi. Sanatçı öznel görüşlerine
eserlerinde yer vermişti. Kutsal doğallaştırılmış ve gerçek hayatla özdeşleştirilmişti.
Din adamları ve değerli kişiler hayallardeki gibi değil gerçek dünyadaki gibi çizilir,
kutsalı temsil eden parçalara yer verilmezdi. Azizlerin kirli tırnaklarını, yırtık ve pis
giysilerini; bitkin, yılgın, bakımsız ve kimi zaman da acınası hallerini görmek
mümkündü. Böylelikle insanlar daha yakın hissedebilirlerdi kendilerine. Çünkü
resimlerdeki kişiler yalnızca gece düşlerinde yer alan değil, halkın arasında cidden
var olabilecekti.
Klasik kurallar tamamıyla yıkılmış, yerini
“karmakarışıklık” almıştır. Sahneler Rönesans’ın
yanı sıra düzensiz ve huzurdan yoksundu.
Çoğunlukla dağınıklık, gerginlik ve korkutucu bir
ortam vardı. Bu sayede güzelliğin kusur ve
karmaşayla da sağlanabileceği gösterilmişti.
.
Carel Fabritius , Hollandalı bir ressamdı.
Middenbeemster’te doğdu. Aslında
herhangi bir resim eğitimi görmemişti.
Fakat sonrasında Rembrandt’ın öğrencisi
oldu ve Amsterdam’daki stüdyosunda
çalıştı. 1650’lerin başında Delft şehrine
taşındı. 1654’de Delft’de bulunan bir
Barut Fabrikası’nın patlamasında öldü.
Otuzlu yaşlarında bu dünyaya gözlerini
yuman Fabritius’tan geriye yalnızca bir
kaç eseri kaldı. Yaşadığı dönemde hatrı
sayılır bir ressamdı. Üstelik Rembrandt
onu en parlak öğrencilerinden biri olarak
görüyordu. Pietter de Hooch, Emanuel de
Witte ve Johannes Vermeer gibi
sanatçıların Carel Fabritius’tan
esinlendiği de söylenmektedir.
1654 yılında, yani öldüğü yılda, Altın İspinoz
tablosunu yapmıştı. Patlamayla beraber neredeyse
tüm sanat eserleri yanmıştı. Sadece üç tanesi
kurtulmuştu ve bu üç tanesinden biri Altın
İspinoz’du. Patlama sonrasında ortadan kaybolan
tablo 2 yüzyıl kadar sonra tekrar ortaya çıktı. Şu
anda Mautritshuis Müzesi’nde sergileniyor.
Peki bu tabloyu bu kadar özel kılan şey neydi? Altın
İspinoz ( Saka kuşu) o dönemde popüler bir evcil
hayvandı. İnsanlar evlerinde, kafeslerin içinde bu
kuşları besliyorlardı. Aynı zamanda bu kuş, sanat
tarihine bakıldığında bir çok eserde yer alıyor.
Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa’sında , Raphael’in
Madonna of the Goldfinch’inde ve Pierro della
Francesca’nın Nativity’sinde biricik saka kuşumuzu
görmek mümkün. Fabritius’un bu minik A4
boyutundaki eserinde tabi ki ilk gözümüze çarpan şey
kuşun bir zincirle bağlı olması. Bu kuş hayatı boyunca yaşadığı yuvasına bağlı
olarak adlediliyor. Aslında bu resimde bir çeşit illüzyon bulunuyor. Resme derin
derin baktığınızda sanki içinde kayboluyorsunuz ve tüm o fırça darbeleri tüm o
boyalar rengarenk birer mozaik parçalarına dönüşüyor. Tüm bu göz yanılmaları da
bu tabloyu özel kılıyor.
Her şey iyi güzel ama... Neden Saka kuşu? Neden bir sürü ressam onu alıp baş tacı
yapmış resimlerinde? Neyi sembolize etmiş bu resimlerde? Barok Sanat
Akımı’ndan bahsetmiştik hemen öncesinde. Barok’ta amaç insanları kiliseye
çekmekti. Bunu da sanat dallarında kullandıkları dini imgelerle yapıyorlardı. Saka
kuşunun, küçükken arkadaşları tarafından İsa’ya verilen bir oyuncak olduğuna
inanılıyordu. Bu oyuncak sonrasında canlanmış ve gerçek bir kul haline gelmiş.
İsa’nın yaşadıklarını bir bir görmüş ve çarmıha gerilirken de bu kuşun kafasına
İsa’nın kanı sıçramış. Bu nedenle kafasındaki tüyler kırmızıymış. Bu yüzden
ölümün ve dirilişin sembolü olarak bilinir. Ayrıca bazı farklı inançlarda Saka
kuşunun sağlık ve şans getirdiğine de inanılır.
Ancak bu sanat eserinin öyküsü burada da bitmiyor. 2013 yılında Donna Tartt
tarafından hakkında bir roman yazıldı. Bu roman 2014 yılında Puiltzer Ödülü
kazandı. Devamında ise 2019 yılında bu kitaba uyarlama bir film çekildi. Bu kitabın
baş karakteri ise Theodor adında bir çocuk. Annesiyle Met Müzesi’ndeyken bir
terör patlaması olur. Bu patlamanın hemen sonrasında tanımadığı antikacı bir
adamın nashati üzerine bizim Altın İspinoz’u alır ve artık hayatının bir parçası
haline gelmiştir. Bu patlamada annesini kaybeden Theodor, arkadaşının ailesiyle
kalmaya başlar ve olaylar gelişir.
.
Diego Rodriguez de Silva y Velazquez 6
Haziran 1599 yılında doğmuş İspanyol
ressamdı. 1627'te Kraliçe, İspanya'nın
en iyi ressamını seçmek üzere yarışma
düzenledi. Velazquez bu yarışmayı
kazandı. Kral IV. Felipe’nin sarayında
baş ressam olarak çalıştı. Barok
Dönemi ’ nin kendine özgü
ressamlarındandı ve portreleriyle
ünlendi. İspanyol Kralı’na olan
yakınlığı nedeniyle birçok soylunun ve
saray yaşamının resimlerini yaptı.
Resimlerinde ışık ve gölgeyi ustalıkla
kullanan önemli ressamlardan biriydi.
Günümüzden yaklaşık 350 yıl önce kraliyet ressamı Diego
Velazquez bilinen en ünlü tablosu Nedimeler’i resmetti.
Hâlâ üzerinde tartışmaların devam ettiği bu eser Madrid
Prado Müzesi’nde sergileniyor. İspanyol resim sanatına
damga vurmuş bu eser Picasso’yu da oldukça etkilemiş ve
birçok kez yorumlanmıştı. Bu eseri bu kadar ünlü kılan
şey neydi? Bu olağanüstü etkinin en önemli sebeplerinden
biri tabloya bakan kişinin gerçek hayat ile yanılgılar
arasında kalmış olmasıydı. Resmin içinde resim,
bulmacalar içinde bulmaca vardı bu eserde. Tabloda yer
alan kişilerin hepsi ayrı ayrı odak noktaları olup; hepsi
ışık, gölge, farklı mimik ve hareketlerle gerçekte olan
kimliklerini belli etmişlerdi. Tabloda en önemli
noktalardan birisi direkt gözümüze çarpan Prenses
Margaritave çevresinde esere adını da veren nedimelerdi.
Diğer bir can alıcı nokta ise arka duvarda asılı aynaydı. Bu aynada İspanyol Kral ve
Kraliçesi’nin silüetlerini görüyoruz. Peki neden Kral ve Kraliçe bu şekilde
resmedilmişti? Tablonun yapıldığı dönemde İspanya Krallığı 30 yıllık bir savaşın
ardından çöküşe geçti ve güç kaybetti. Böyle kötü bir durumun içinde onları farklı
bir şekilde resmetmek bir fayda etmeyecekti. Bu durumda Kral ve Kraliçe’yi bu
şekilde resmetmek belki de en doğrusuydu.
Aynı zamanda ressam Velazquez, bu eserde kendini kraliyet ailesini resmederken
betimledi. Eserin en çarpıcı yanı da tam olarak burada saklıydı. Ressam Velazquez;
oluşan kötü koşullar içinde dikkatle geleceğe, bizlere bakıyordu. Ya da belki de bizler
tabloya bakan kişiler dışında aynı zamanda ressama poz veren kral veya
kraliçelerdik. Ya da belki de gerçekler bu durumla uzaktan yakından alakası bile
yok. Kim bilir?
İtalyan ressam Michelangelo Meris da Caravaggio, 29 Eylül 1571’de
İtalya’nın Milan kentinde doğdu. Caravaggio’nun resimlerine
yansıttığı bu karanlık ve etkileyici figürler aslında onu kişiliğini
yansıtmaktadır. Hayatı boyunca başı beladan kurtulmadı. Altı
yaşında babasını, dedesini ve amcasını veba salgınından kaybetti.
On ik yaşında bir ressamın çırağı olarak işe başladı ancak uzun bir
süre ortadan kayboldu. Yirmi üç yaşında Roma’da ortaya çıktı ve
“Hilekarlar “adlı tablosuyla kardinali etkileyerek kilise duvarlarına
resimler çizmeye başladı. Hayatı tam iyi giderken tartıştığı bir kişiyi
öldürdü ve adına idam kararı çıktı. Bu karar sebebiyle Napoli’ye,
ordan da Malta’ya kaçtı. Affedilmek istedi fakat aynı zamanda bir
şövalyeyi yaraladığı için Sicilya’ya kaçtı ve ordan da Napoli’ye
döndü. Yaraladığı şövalye onu eninde sonunda buldu ve yüzünü
tanınmaz hale getirip sokağa attı. Otuz sekiz yaşında tam olarak
bilinmeyen bir nedenden dolayı hayatını kaybetti. Sepsis’ten öldüğü
söylense de bazı kaynaklar cinayete kurban gittiğini söylemekte.
Otuz sekiz yıllık ömrüne bir çok eser
sığdırmıştır. Caravaggio, Erken Barok
Dönemi’nin bir sanatçısıdır ve bu dönem
ortaya çıkış amacı bakımından dini figürleri
konu aldığı için Caravaggio bu konu üzerine
çalışmıştır. Rönesans’taki o kusursuzluk
anlayışından uzaklaşıp ilahi figürleri gerçekçi
ve hayatın içinde resmetmiştir. İnsan
vücudunu daha iyi gözlemlemek için
mezarlardan kadavralar çıkarıp çizimler
yapmıştır. Bu da çizdiği figürlerin gerçek insan
vücuduna nasıl bu kadar yakın olduğunu
açıklıyor. Resimlerinde gösteriş ve heyecan
duygusu çokça hissedilir. Işığı eserlerinde çok
iyi kullanan Caravaggio, Barok Dönemi’nin en
önemli ressamlarından biri olmuştur.
.
Hayatın ve ölümün karşılaşması…
Caravaggio gölge oyunlarıyla, imzası olan kırmızı perdesiyle, dramatik ifadeleriyle
İncil’deki bu hikayeyi bize tüm detaylarıyla konuşmadan anlatmış.
Bu eserdeki hareketlere ve fiziksel eylemlere bakarak psikolojik değerlendirmeler
yapmak zevkli ve tartışmalıdır.
Hikaye İnci’deki Apokrif denilen ek kısımda yer almaktadır. Yahudilerin Asurlular
tarafından işgal edildiği dönemde Judith dul, korkusuz bir kadındır. Bu işgale ve
halkının acısına son vermek isteyen Judith, acımasız bir plan tasarlar. Halkına
ihanet eder gibi Asurlu bir General olan Holofernes’in yanında yer alır ve onu
kendine aşık eder. Uygun zamanı bulunca generalin çadırına girip kafasını
bedeninden ayırır ve kafayı halkına sunar. Bu olaydan sonra korkan Asurlular
işgali durdurur ve Yahudi topraklarından ayrılırlar.
Eserde Judith, Holofernes ve Judith’in hizmetçisi Abra’yı bir
odada görüyoruz. Hikayede Abra’nın odanın dışında beklediği
söylenir ancak Caravaggio onu olay yerine çizmiştir. Bunun
nedeni Abra’nın yüz ifadesinden anlaşılabilir; Judith’ten daha
emin ve daha acımasız. Sanki iş hemen bitse de kurtulsak der
gibi. Ama Judith’e baktığımızda yüzüne işlediği cinayetin
rahtasızlığı ve acıma duygusu yansımış. Caravaggio sadece
Judith’i bu kompozisyona yerleştirseydi acıma duygusu o
büyük intikam duygusunu gölgeleyecekti. Judith’in yalnız
kıyafetlerine baktığımızda ne kadar zarif ve güzel bir kadın
diye düşünürüz fakat kalın bileklerine baktığımızda güçlü bir
kadın olduğunu da anlıyoruz. Yüzünde daha önce dediğim gibi
acıma duygusu hakim ancak iğrenme duygusuyla karışmış gibi
gözüküyor. Hatta çok derinlemesine düşünürsek General ile
geçirdiği vakit dolayısıyla ağlamaklı olduğunu bile
söyleyebiliriz. Tabii bunlar öznel düşünceler ve varsayımlar.
Holofernes’i incelediğimizde ölüme hazırlıksız yakalandığını
anlıyoruz. Son çırpınış olarak sıkı bir şekilde altındaki çarşafı
tutuyor ama nafile. Eserdeki kan detayı eleştirilere maruz
kalan bir ögedir. Caravaggio gibi ışığı bu denli profesyonel
kullanan bir ressamın akan kanı böyle resmetmesinin nedeni
İncil’deki karakterlerin kutsal olduğu varsayılır ve bu
dönemdeki ressamların kan ve benzeri ögeleri gerçekçi çizmeyi
tercih etmezler. Holofernes’in vücudundaki kasları
incelediğimizde oldukça güçlü bir asker olduğu aşikar ancak
Judith’e duyduğu güven ve aşk onu alt etmiştir.
Judith ile son bakışmalarını görüyoruz. Holofernes’in bakışı
korkudan çok hayal kırıklığı ve şaşkınlık. Aralanmış ağzından
ruhu Judith’e süzülüyor. Holofernes’in ölümü Judith ve halkına
hayat oluyor. Böylelikle hayat ve ölüm karşılaşıyor.
1598-1599 yıllarında tamamlanan bu eser Roma'da bulunan
Barberini Sarayı'ndaki Ulusal Antik Sanat Galerisi’nde
sergilenmektedir.
Resmin sağ tarafında Aziz Petrus’u yani Hz. İsa’nın ilk
havarisini ve İsa’yı görmekteyiz. Caravaggio her ne
kadar Hz. İsa gibi ilahi bir figürü günlük hayata entegre
etmeyi amaçlasa da İsa’yı bu eserde genç ve diğer
kişilerden daha asil bir adam olarak görüyoruz. Bunu
elini uzatışının kompozisyona ne kadar özenle
yerleştirildiğinden anlayabiliriz. Aziz Petrus’u çıplak
ayaklı ve kirli kıyafetlerle görüyoruz, bu özelliğiyle de o
gerçekçi ve günlük hayat bazlı resim anlayışını koruyor
Caravaggio. Sol tarafa baktığımızda beş kişinin bir
masada oturduğunu görüyoruz. Bu kişilerin
kıyafetlerinden varlıklı olduklarını çıkarmakla birlikte,
yanlarında silahlarla bu karanlık odada para
saymalarından vergi işlerinin usulüne uygun
gitmediğini anlamak mümkün. Caravaggio bu hikayeyi
her yönüyle ve incelikle resme aktarmış. Ortadaki
adamın işaret parmağıyla Aziz Matta’yı gösterdiğini
anlıyoruz. Aslında göstermekten ziyade sorguluyor.
Şaşkın ve sorgulayıcı ifadeyi gözlerinden çıkarıyoruz.
Hz. İsa böyle bir adamı neden çağırsın ki? Aziz
Matta’nın kim olduğu konusunda iki ihtimal var: Aziz
Matta kendini gösteriyor olabilir ya da Aziz Matta en
solda para saydığını gördüğümüz kafası öne eğik olan
adam. Para sayan kişinin Aziz Matta olduğu
kanısındayım. Bunun nedeni ise Aziz Matta’nın İsa’nın
yanına gittiğinde tövbe etmiş olması ve bu resim de tam
yanına çağırılma anıdır. Yani Aziz Matta son illegal
işini yapmaktadır. Caravaggio’nun bu ruhani uyanışı
pekiştirmek amacıyla Aziz Matta’nın İsa’nın yoluna
dönmeden önceki son halini resmetmiş olması daha
olasıdır.
Resimdeki en ince detay İsa’nın elidir. Elin şekline dikkatli bakıldığında sanki bir
Rönesans eserini bize çağrıştırıyor, değil mi? Şüphesiz ki Michelangelo’nun
“Adem’in Yaratılışı” tablosundaki ele atıfta bulunulmuş. Adem insanlığın
düşüşünü sembolize eder, İsa ise insanlığın kurtuluşunu. Bu el Aziz Matta’nın
kurtuluşunu işaret ediyor. Köşeden süzülen ışıkla beraber İsa’nın elinin Aziz
Matta’yı işaret ettiği görülür.
1599-1600 yıllarında tamamlanan bu eser, 420 yıldır aynı yerdedir. Roma’daki San
Luigi dei Francesi Kilisesi’ndeki Contarelli Şapeli’nde sergilenmektedir.
.
Hollanda Altın Çağı’nın sanatçılarından biri olan, ışığın ve gölgelerin ressamı,
Rembrandt Harmenszoon van Rijn, 1606’da Hollanda’nın Leidenkentinde doğdu.
Babası varlıklı bir değirmenciydi. Ailesi onu erkek öğrencileri üniversiteye
hazırlayan bir Latin okuluna gönderdi. Fakat derslerde sürekli resim yapması
yüzünden sıklıkla ceza aldı. Ailesi de 14 yaşında Rembrandt’ı okuldan alarak
1621’de ressam Jacob Isaacksz van Swanenburgh’un yanına gönderdi. Daha sonra
1624 yılında kısa süreliğine de olsa Amsterdam’a gitti ve yine bir İtalyan resim
sanatçısının Pieter Lastman’ın yanında çalışmaya başladı.
1625 yılında ailesinin yanına dönen Rembrandt, gravür sanatı ile uğraştı ve
gravürün önem kazanmasında önemli bir rol oynadı. Hatta bazıları Rembrandt’a
gravürün babası demektedir. Gravür demişken… Bu gravür nedir? Hemen sıcağı
sıcağına araya sokuşturalım bu gravürü. Gravür bir baskı tekniğidir. Ahşap, metal,
kumaş ve benzeri bir maddenin yüzeyini değişik renkte boyalarla boyadıktan
sonra yer yer kazıyarak, oyarak resim yapma ve bu kalıpla resim basma tekniği,
sanatıdır. Farklı nesnelerin üzerine yapılabilmesi, matbaacılıkta kullanılması gibi
sebeplerden dolayı çok geniş bir alandır ki Osmanlı’da bile kullanılmıştır. Biz
adamımıza dönelim. Kuşkusuz Rembrandt hayatının dönüm noktası 1629’da aynı
zamanda matematikçi Christiaan Huygens’in de babası olan
devlet adamı ve şair Constantijn Huygens ile
tanışmasıyla yaşadı. Huygens’in Rembrandt’ı
keşfetmesiyle çevresi genişledi ve tanındı.
Rembrandt’ı özel kılan bir yeteneği var. Buna
özel bir kılıç diyebiliriz. Bu kılıç ışık ve gölgeyi
çok iyi ayırabiliyordu, hükmedebiliyordu. Bu
kılıç darbeleri eserlerinde de rahatça
görünebiliyordu. Örnek olarak 22 yaşında
çekinmiş olduğu ‘’selfie’’sinde yüzünün
tamamına yakını gölge altında. Resimde odak
noktası sağ kulak memesi üzerinde. Onun
alametifarikası olan ışık huzmesi, sağ elmacık
kemiği üzerinde. Selfie derken öz tablodan
kastettim. Rembrandt kendi portelerini
yapmayı çok seviyormuş. Bana göre onu ön
plana çıkartan özelliklerinden birisi nerdeyse
her yaşında bir öz tablo yapmış olması ve
hepsinde de farklı teknikler, açılar ve pozlar
vermesi olmuştur.
Her defasında kendini geliştirmiş ve yeniliklerden de korkmamış. Altmıştan fazla
oto portresi vardır. Bu gölgelendirme olayı günümüzde bile kullanılmaktadır.
Fotoğrafçılıkta önemli bir yere sahip olan Rembrandt Filtresi fotoğrafçılığın
gelişmesinde rol oynamıştır.
Tablolarında ışık ve gölge birbirine hiç benzemeyen, fakat yine de ayrı duramayan
kardeşler gibiydi. Birbirlerine ne kadar ters olsalar da, biri olduğu için diğeri daha
çok değerlenirdi. Rembrandt eserlerinde ışığın tonları ile oynayarak mükemmel bir
göz yanılsaması oluşturdu. Bu tekniğe chiaroscuro denildi. Yağlıboya, ışık ve
gölgeyi gösterebilmek için çok elverişli bir malzemeydi. Yağlıboyayı kat kat
kullanarak, içine başka malzemeler katarak, tuvalin üzerindeki boyayı henüz
kurumadan kazıyarak çalıştı. Boyayı kat kat ve bolca kullandığı için, bazı
tablolarında yağlıboya, tıpkı çamur topakları gibidir.
Ünlü eserlerine bakmak istersek elimizde Gece Devriyesi var (orijinal ismiyle De
Nachtwacht). Rembrandt, Amsterdam Keskin Nişancılar odasının siparişi üzerine
en ünlü eserini yaptı: Gece Devriyesi. Fakat eser beğenilmedi ve büyük eleştirilere
maruz kaldı. Rembrandt’ın başeseri olan bu devasa tablo, geleneğe uymadığı
gerekçesiyle tartışmalara neden oldu. Resim yüzyıllar boyunca insanları rahatsız
etmeye devam etti. Müzede sergilenen esere sayısız saldırılarda bulunuldu, asit
döküldü, bıçakla kesildi ve defalarca tahrip edilmek istendi. Yine de bu başarılı eser
günümüze kadar geldi.
The Night Watch, 1642
Rembrandt, Amsterdam Cerrahlar Birliği tarafından Dr. Nicolaes Tulp’un Anatomi
Dersi isimli bu tabloyu yapması istendiğinde henüz 25 yaşındaydı. Doktor Nicolaes
Tulp tarafından verilen gerçek bir anatomi dersini resmeden sanatçının
tablosunda yer alan diğer isimlerin çoğu ise doktorlar değil; orada bulunmak için
para ödeyen halktan insanlardı. Resimdeki kadavranın insan anatomisine
uygunluğu tartışılsa da kimliği hakkında hemen herkesin ortak bir kanısı var.
1632’de hırsızlıktan idam edilen Adriaen Adriaans’a ait olan kadavra dışında
herkesin yüzünü aydınlatan ışık, Rembrandt’ın imzası haline gelen tekniğini
yansıtıyor.
The Anatomy Lesson of Dr. Nicolaes Tulp, 1632
Rembrandt dini ve efsanevi konuları resmetmeyi seven bir adamdır. Bunu
tablolarında görebiliriz. Örnek olarak Samson’un Kör Edilmesi: Konusu İncil’den
alınmış olan resim, izleyiciye teatral bir düzende açık kompozisyon olarak verilmiş.
Hareketli figür grubu, olayın en çarpıcı anının canlandırılmış olması, ışık-gölge
zıtlıklarıyla oluşan vurgu ve dramatik anlatım unsurları izleyiciye bir resme değil,
sanki bir tiyatro sahnesine bakıyormuş izlenimi veriyor. Ayrıca devinim,
kahramanı vurgulayan ifadeler ve tek noktadan dağılan ışığın güçlü etkileriyle
oluşan açık-koyu zıtlık ilişkileri, konunun dramatik anlatımına yardımcı oluyor.
Hareketli bir görünüm sunan figürlerin duruşları ve olay anını yansıtan sahnede
ağırlık sağ yarıda toplanmış. Sol kenarda gruptan ayrı duran ve aydınlık arka plan
önünde koyu tonlarla betimlenmiş olan sırtı dönük figür, izleyicinin bakışlarını sol
yarıya yönlendirerek asimetrik dengenin kurulmasını sağlıyor.
The Blinding of Samson, 1636
Rembrandt yaşamının sonlarına doğru
küçümsenmiş, eski moda olduğu ileri sürülerek
alay edilmiş, eserleri geri gönderilmiş ve
unutulmaya mahkûm edilmişti. Eskiden
semtinden ayrılmayan ve ondan tablolar satın alan
zenginler birden yok oldular. Işığın ve gölgenin
ressamı olan Rembrandt, bu tekniği en usta
kullanan sanatçı olmasının yanı sıra portrecilikte
devrim yapmış; ruhun insan mimikleriyle belli
edilmesinde, hiç görülmemiş bir başarı elde
etmişti. 1661’de çok sevdiği Hendrickje öldü ve
ardından oğlu Titus’un evlendikten kısa süre sonra
ölmesiyle hayata küstü. Ayrıca Titus’un karısı da
Rembrandt’ın torununu doğurduktan kısa süre
sonra hayata gözlerini kapadı. Hayatta tüm
sevdiklerini kaybetmiş yaşlı bir adam olan
Rembrandt, 1669 yılında son oto portresinin
yaptıktan sonra uyudu ve hayat gözlerini yumdu.
Self-Portrait at the Age of 63, 1669
1.Barok
https://www.youtube.com/watch?v=whBZ93pYHMA&list=WL&index=7
https://www.youtube.com/watch?v=k4ZqSfLt6fk&list=WL&index=9
https://tr.wikipedia.org/wiki/Barok
https://circlelove.co/barok-nedir-barok-donemi-sanat-tarihi/
https://adalidergisi.com/cms/2010-2019/2014/sayi-113-kasim-2014/makale/138/barok
https://ekstrembilgi.com/sanat/barok-donemi/
https://birsanatbirkitap.com/sanat/sanat-tarihi/sanat-akimlari-rrr/
https://www.caglarmuzikkursu.com/ataturk-kosesi/muzik-tarihi/barok-donemi/
2. Barok Müziği
https://yunus.hacettepe.edu.tr/~mbayra06/compositions/barok.html
http://karnavalsanat.com/blog/genel/muzik-tarihinde-barok-donem/
3. Bach
https://www.britannica.com/biography/Johann-Sebastian-
Bachhttps://tr.warbletoncouncil.org/johann-sebastian-bach-8586
https://tr.wikipedia.org/wiki/Johann_Sebastian_Bach
https://www.edebiyathaber.net/johann-sebastian-bach-muzige-adanmis-bir-hayattanriya-adanmis-bir-muzik-hasan-sarac/
https://courses.lumenlearning.com/musicapp_historical/chapter/j-sbach/http://bso.bilkent.edu.tr/tr/johann-sebastian-bach/
4. Vivaldi
http://wikipedia.org
http://dünyalılar.org
http://Bilkent.edu.tr
http://tdk.gov.tr
5. Barok’un Günümüz Müziğine Etkisi
https://en.wikipedia.org/wiki/Baroque_pop
https://en.wikipedia.org/wiki/Baroque_music
https://www.quora.com/What-are-the-similarities-between-baroque-and-modern-music
https://www.quora.com/How-does-baroque-music-influence-the-current-music
https://en.wikipedia.org/wiki/Igor_Stravinsky
https://en.wikipedia.org/wiki/Neoclassical_metal
https://en.wikipedia.org/wiki/Neoclassicism_(music)
https://en.wikipedia.org/wiki/Foreverland
36
6. Barok’ta Resim
https://youtu.be/tAYKCmpORS0
https://youtu.be/A7QwkLQc-Lo
http://www.sanatatak.com/view/olumun-dokunmadigini-sevmek
https://en.wikipedia.org/wiki/Carel_Fabritius
The Goldfinch (2019, film)
https://www.arthipo.com/artblog/unlu-klasik-tablolar/velasquez-nedimeler.html
https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Diego_Vel%C3%A1zquez
7. Caravaggio
https://youtu.be/Ime8ibFsHZY
https://tr.wikipedia.org/wiki/Caravaggio
https://resimbiterken.wordpress.com/2014/09/19/caravaggionun-the-calling-of-stmatthew-eseri/
https://birsanatbirkitap.com/sanat/sanat-tarihi/caravaggionun-aziz-mattanin-cagrisibilmeniz-gerekenler/
https://youtu.be/7v4d5uorVps
https://wannart.com/icerik/8376-bir-katilin-hikayesi-judith-holofernesin-basinikeserken
37