Inovatif Kimya Dergisi Sayi 60
Inovatif Kimya Dergisi Sayi 60
Inovatif Kimya Dergisi Sayi 60
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
<strong>Kimya</strong><br />
<strong>Dergisi</strong><br />
İNOVATİF<br />
<strong>Kimya</strong> <strong>Dergisi</strong><br />
YIL:6 SAYI:<strong>60</strong> TEMMUZ 2018<br />
KANSER<br />
İMMÜNOTERAPİSİ
EKİBİMİZ<br />
YAVUZ SELİM KART<br />
PELİN TANTOĞLU<br />
HATİLE MOUMİNTSA<br />
TUĞBA NUR AKBABA<br />
ÖZGENUR GERİDÖNMEZ<br />
MERVE ÇÖPLÜ<br />
HACER DEMİR<br />
NURSELİ GÖRENER<br />
BUSE ÇAKMAK<br />
MELİS YAĞMUR AKGÜNLÜ<br />
ZELİŞ GİRGİN<br />
RABİYE BAŞTÜRK<br />
NESLİHAN YEŞİLYURT<br />
ELİF AYTAN<br />
ÖMER AKSU<br />
EBRU DOĞUKAN<br />
SİMGE KOSTİK<br />
PETEK AKSUNGUR<br />
SUDE ÖZÇELİK<br />
HATİCE KÜBRA ÇETİNKAYA<br />
DİLARA AKMAN<br />
CANAN MOLLA<br />
AYŞEGÜL KAVRUL<br />
RABİA ÖNEN<br />
KÜBRA ÇELEN<br />
BAŞAK SULTAN DOĞAN<br />
ALİ ERAYDIN<br />
MELİS KIRARSLAN<br />
NUR SABUNCU<br />
SEDA SEVAL URUN<br />
BURAK TEKİN<br />
İPEK AKHTAR<br />
MELİKE OYA KADER<br />
AYŞE GÜLER<br />
BERNA KUZU<br />
SELİN CİMOK<br />
BETÜL ULAŞ<br />
HAYRİ KORU<br />
DİCLE OĞUZ<br />
ELİF BAŞARA<br />
SENA SAATÇİ<br />
SENA AŞKIM TEMİR<br />
GÖZDENUR ULU<br />
KÜBRA KARA<br />
MUAZ TOĞUŞLU<br />
CEREN BAKIR<br />
ERTAN ÖZBİLİÇ<br />
EDA AKIN<br />
LEYLA YEŞİLÇINAR<br />
DERGİYİ OKUMADAN ÖNCE<br />
İnovatif <strong>Kimya</strong> <strong>Dergisi</strong> yazılarını herhangi bir makalenizde veya yazınızda<br />
kullanmak için yazısını aldığınız kişiye mail atarak haber vermek, kullanmış<br />
olduğunuz yazıların kaynağını ise dergi olarak belirtmek durumundasınız.<br />
Dergide yazılan yazıların sorumluluğu birinci derece yazara aittir. Bu konu<br />
hakkında bir sorun yaşıyorsanız ilk olarak yazara ulaşmalısınız.<br />
Dergide yer alan bilgileri kullanarak başınıza gelebilecek felaketlerden ya da<br />
işlerden dergi sorumlu değildir.<br />
Dergimizde yayınlanmasını istediğiniz yazıları info@inovatifkimyadergisi.com<br />
mail adresine göndermelisiniz. Gönderdiğiniz yazılarda bir eksiklik var ise editör<br />
tarafından incelenecektir. Eksik kısımları var ise size geri dönüş yapılacaktır.<br />
Dergi ekibi gönüllü kişilerden oluşmuştur. Dergi ilk kurulduğu andan beri böyle<br />
ilerlemiştir. Dergi ekibinde olan herkes bu kuralı kabul etmiş sayılır. Gelen kişilere<br />
en başta bu kural söylenir. Görevini yapmayan, dergide anlaşmazlık çıkaran,<br />
huzur bozan kişiler ekipten çıkarılır. Siz de bu ekip içinde yer almak istiyorsanız<br />
web sitemiz üzerinden kuralları okuyarak başvurabilirsiniz.<br />
Dergiyi okuyanlar ve dergi ekibi bu kuralları kabul etmiş sayılırlar.<br />
İNOVATİF KİMYA DERGİSİ<br />
REKLAM VERMEK İÇİN<br />
reklam@inovatifkimyadergisi.com<br />
adresinden web site ve e-dergi için fiyat teklifi alabilirsiniz.<br />
http://www.inovatifkimyadergisi.com<br />
https://www.facebook.com/<strong>Inovatif</strong><strong>Kimya</strong><strong>Dergisi</strong><br />
https://twitter.com/<strong>Inovatif</strong><strong>Kimya</strong><br />
https://instagram.com/inovatifkimyadergisi<br />
https://www.linkedin.com/in/inovatif-kimya-dergisi-00629484/
REKLAM<br />
İÇİN<br />
reklam@inovatifkimyadergisi.com<br />
BİNLERCE KİŞİNİN OKUDUĞU DERGİMİZE<br />
ONBİNLERCE KİŞİNİN ZİYARET ETTİĞİ WEB SİTEMİZE<br />
REKLAM VERİN<br />
BİNLERCE KİŞİYE ULAŞIN
DETERJAN<br />
7<br />
OKULUN TEMİZLİK ÜRÜNLERİ<br />
ÖĞRENCİLERDEN<br />
11<br />
HİDROJELLER<br />
13<br />
HAMMADDE OLARAK KARBONDİOKSİT 17<br />
ALZHEIMER YAKLAŞIMI 18<br />
FOTOĞRAFLI GRAFEN BULMACASI<br />
ÇÖZÜLDÜ<br />
22<br />
KANSER İMMÜNOTERAPİSİ 24
CİLT, MANGAL DUMANINDAKİ<br />
KARSİNOJENLERE AKCİĞERLERDEN<br />
DAHA FAZLA MARUZ KALIYOR<br />
27<br />
BAKTERİLERE KARŞI SAVAŞI<br />
KAYBEDİYORUZ<br />
29<br />
PROF. DR. YUSUF YAĞCI, BELÇİKA<br />
POLİMER DERNEĞİ ÖDÜLÜ’NÜ ALDI<br />
34<br />
ZARARSIZ ADSORBENT AKTİF KARBON 36<br />
SON ZAMANLARDA ARTAN PARFÜM<br />
KULLANIMI OZON TABAKASINI ZORA<br />
SOKUYOR!<br />
39<br />
KİMYA ENDÜSTRİSİNDE İŞ SAĞLIĞI VE<br />
GÜVENLİĞİ<br />
40<br />
BİR LİSE ÖĞRENCİSİNİN KARBON<br />
ELEMENTİYLE İLGİLİ YAPTIĞI TARİHİ<br />
KEŞİF!<br />
46
ATHENA EFSANELERİ<br />
48<br />
İSTANBUL TEKNİK<br />
ÜNİVERSİTESİ'NDEN BEL<br />
AĞRILARINA HİBRİT HİDROJEL<br />
54
7<br />
DETERJAN<br />
DETERJANLAR BİRBİRİNDEN NE KADAR FARKLI?<br />
Prof. Dr. Hürriyet Polat, İYTE Sürfaktan dersi öğrencileri*<br />
Neredeyse her gün çamaşırlar için deterjan<br />
kullanıyoruz ve deterjanları kalite ve fiyatlarına<br />
göre seçiyoruz. Deterjanlar, yüzeylerdeki kir ve yağı<br />
temizlemeye yardımcı olan temizlik maddeleridir.<br />
Kıyafetlerinizi temizlemek, çamaşır makinenize<br />
deterjan eklemek ve başlatma düğmesine basmak<br />
kadar basit görünebilir, ancak kullandığınız<br />
deterjanlar aslında oldukça karmaşıktır. Peki, ne<br />
yaparlar ve nasıl yaparlar?<br />
Deterjanlar, yapıcılar, ağartıcı maddeler ve enzimler<br />
gibi birçok bileşene sahiptir, ancak deterjanın en<br />
önemli bileşeni yüzey aktif maddelerdir. Yüzey aktif<br />
maddeler, sıvı yüzeyinde veya sıvı/katı arayüzeyinde<br />
gerilim kuvvetini azaltan bileşiklerdir. Sürfaktanlar,<br />
çamaşır ve ev temizlik ürünleri içinde, toplam<br />
deterjan formülasyonunun % 15 ile % 40'ını<br />
oluşturan en önemli maddelerdir.<br />
Peki deterjanlar kıyafetlerimizden kirleri nasıl giderir?<br />
Bahsedildiği gibi, deterjan içeriğindeki yüzey aktif<br />
maddeler, katı/sıvı ara yüzey gerilimini azaltarak<br />
kirin ıslanmasını ve ortamdan uzaklaştırılmasını<br />
sağlayarak (köpükle) yıkama işlemini yerine<br />
getirmektedirler. Bu esnada misel adı verilen<br />
yüzey aktif madde molekülleri (sürfaktanlar)<br />
tarafından oluşturulan kolloidal aggrega yapılar<br />
kirleri hapsederek su içinde dağılmasını ve köpük<br />
deddiğimiz hava kabarcıklarına tutunmasını ve<br />
ortamdan ayrılmasını sağlamaktadırlar.<br />
Bu nedenlerle bu projede, deterjanların içeriğindeki<br />
yüzey aktif maddelerin fonksiyonlarına yönelik<br />
çalışmalar gerçekleştirilmiş ve deterjanlar bu<br />
maddeler açısından kıyaslanmıştır. Bu amaçla çeşitli<br />
deterjan çözeltileri ile su/hava arayüzeyinde gerilim<br />
kuvvetinin ölçülmesi ve katı yüzeyinin ıslanma<br />
derecesinin belirlenmesi (temas açısı ölçümleri) gibi<br />
çalışmalar gerçekleştilmiştir. Çalışmada kullanılan<br />
deterjan örneklerini piyasadan alınan pahalı ve<br />
ekonomik çamaşır deterjanları oluşturmuştur.
8<br />
Böylece seçilen altı deterjandan üçü ekonomik,<br />
diğer üçü ise pahalı olarak seçilmiştir. Bunlardan<br />
10 - ⁷ ila 10 - ² M arasında değişen altışar deterjan<br />
konsantrasyonu hazırlanmıştır.<br />
Halkayı bir sıvıdan çekmek için gereken kuvvet,<br />
yüzey gerilimi ile ilgilidir. Halka tansiyometri, saf<br />
sıvıların ve çözeltilerin yüzey gerilimini ölçmek için<br />
en sık kullanılan tekniktir. Bu yöntemde Kruss Dijital<br />
Tansiyometre K10t kullanılmıştır.<br />
Du Noüy halka yöntemi, bir platin halkasının test<br />
yüzeyi ile etkileşimini kullanır. Halka suya batırılır ve<br />
daha sonra bir sıvı menüsküsü oluşturacak şekilde<br />
kaldırılır. Sonunda bu menüsküs halkadan kopar<br />
ve orijinal konumuna döner. Bu olaydan önce,<br />
menüsküsün hacmi ve dolayısıyla uygulanan kuvvet,<br />
maksimum bir değerden geçer ve aslında yırtılma<br />
olayından önce azalmaya başlar.
9<br />
Bir sıvı damlası katı bir yüzeye yerleştirildiğinde,<br />
temas açısı katı, sıvı ve gaz ara yüzü arasındaki üç<br />
fazlı arayüzde oluşturulan açıdır. Bu açıyı ölçmek,<br />
bir yüzey veya malzemenin ıslatılabilirliğinin (bir<br />
sıvının nasıl yayıldığı) nicelleştirilmesini ve dolayısıyla<br />
bir arayüzün enerjisinin araştırılmasını sağlar.<br />
Bu ölçümlerde Kruss Contact Angle Ölçüm Aleti<br />
kullanılmıştır. Temas açısı, bir sıvının yüzeyinin nasıl<br />
ıslandığıyla ilgili ölçümdür. Ayrıca test edilen yüzeyin<br />
pürüzlülüğünün bir göstergesi olabilir.<br />
Figür 1: Çeşitli deterjan derişimleri ile gerçekleştirilen yüzey gerilim kuvvetlerinin ölçülmesi<br />
Figür 2: Farklı deterjan derişimleri ile kirli yüzeylerde gerçekleştirilen temas açısı ölçümleri.
10<br />
Yapılan analizler bazı önemli bulguları ortaya çıkardı;<br />
Günümüzde, çok farklı deterjanlar pazarlanmaktadır.<br />
Deterjan tercihinde demografik özellikler belirleyici<br />
değildir. Yapılan testler sonucunda, deterjan<br />
üretiminde kullanılan sürfaktanların aynı sonuçları<br />
verdiği bulunmuştur. Çünkü deterjan yapımında<br />
kullanılan sürfaktanlar, birçok marka açısından<br />
aynıdır. Sonuç olarak, deterjan temizleme<br />
özelliklerini veren ana bileşen, sürfaktandır. Düşük<br />
konsantrasyonlarda yaklaşık 40 olan yüzey gerilimi,<br />
tüm örneklerde daha yüksek konsantrasyonlarda<br />
yaklaşık 20'ye düşer. Yani, deterjanın yüzey gerilimi<br />
üzerindeki etkisi deterjan tipinden bağımsız olarak<br />
Kaynaklar<br />
Myers, Drew. (1991). Surfaces, Interfaces and Colloids. Pp. 28-43<br />
Matıjeviç, Egon. (1993). Surface and Colloid. Pp. 347-357<br />
Myers, Drew. (1991). Surfaces, Interfaces and Colloids. Pp. 99-101<br />
Matıjeviç, Egon. (1993). Surface and Colloid. Pp. 156-1<strong>60</strong><br />
İYTE Sürfaktan dersi öğrencileri;<br />
ERDOĞMUŞ, MUSTAFA<br />
ÇEKİN, CANSU<br />
TERZİ, İLAYDA<br />
UÇAR, MAHMUT<br />
UĞUR, TURGUT<br />
YAZICI, ECE<br />
(ucuz veya pahalı) ortaya çıkmış ve benzer sonuçlar<br />
vermiştir. Sürfaktan konsantrasyonu arttıkça temas<br />
açısı değeri azalır. Tüm deterjanlar, 3000 ppm'den<br />
sonra, misel oluşumlarına atfedilebilen sabit temas<br />
açısı değerine sahiptir.<br />
Sonuç olarak; Deterjanların yıkama mekanizmalarını<br />
gerçekleştiren içerikleri olan sürfaktanların test<br />
edilmesi ile oldukca benzer sonuçlar elde edilmiş ve<br />
haklı olarak bu maddelerin gerçekden farklı olup<br />
olmadığı sorgulanmıştır.<br />
Prof. Dr. Hürriyet POLAT<br />
Öğretim Üyesi (İzmir Yüksek Teknoloji<br />
Enstitüsü)<br />
hurriyetpolat@iyte.edu.tr
11<br />
OKULUN TEMİZLİK ÜRÜNLERİ<br />
ÖĞRENCİLERDEN<br />
Gaziantep'teki bir meslek lisesinin kimya bölümünde okuyan öğrenciler, hem uygulamalı eğitim alıyor hem<br />
de okullarının ihtiyacı olan temizlik malzemelerinin üretimini yapıyor .<br />
Gaziantep'teki bir meslek lisesinin kimya bölümünde okuyan öğrenciler, hem uygulamalı eğitim alıyor hem<br />
de okullarının ihtiyacı olan temizlik malzemelerini üretiyor.<br />
Yavuz Sultan Selim Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi kimya bölümü öğrencileri, okulun laboratuvarında başta<br />
sıvı sabun, oda spreyi, kolonya olmak üzere birçok temizlik malzemesinin üretimini yapıyor.<br />
Teorik eğitimlerini sınıfta, uygulamalı eğitimlerini laboratuvarda gerçekleştiren öğrenciler, aldıkları eğitimi<br />
pratiğe dökerek okullarının ihtiyaçlarının karşılanmasına da katkı sağlıyor.<br />
Okul müdürü İrfan Doğan, kimya bölümü öğrencilerinin öğretmenlerinin de desteğiyle temizlik malzemeleri<br />
ürettiğini söyledi.<br />
Öğrencilerin deneysel olarak çalışmalar yaptığını anlatan Doğan, "Öğrencilerimiz kimya bölümünde oda<br />
spreyi, kolonya, sıvı sabun gibi okulun ihtiyacı olan ürünleri yapıyorlar. Bunları ilk biz deniyoruz. Sonra<br />
da okulumuzda kullanıyoruz. Bu uygulamayı projeye dökerek 15 okulun temizlik malzemesi ihtiyacını da<br />
karşılamak istiyoruz." dedi.<br />
Öğrencilerimizi Sektöre Adapte Ediyoruz<br />
<strong>Kimya</strong> Teknolojileri Alan Şefi Cem Çakır ise okulun meslek lisesine dönüşmesinin ardından yaklaşık 2 yıldır<br />
üretim yaptıklarını bildirdi.<br />
Okullarının ihtiyacına göre ürün geliştirdiklerini anlatan Çakır, şunları kaydetti:
12<br />
"Burada profesyonel amaç gütmüyoruz. Okulumuzun<br />
ihtiyaçları doğrultusunda gerekli olan temizlik<br />
ürünlerini temin ediyoruz. Bazen yaptıklarını evlerine<br />
de götürüyorlar. Bu da kendilerini çok memnun<br />
ediyor. Asıl amacımız öğrencilerimizi sektöre adapte<br />
Derslerimizi Daha Kolay Öğreniyoruz<br />
etmek. 10. sınıftan itibaren uygulamalı eğitime<br />
başlıyorlar. Ekip ruhuyla, teorik ve uygulamalı<br />
olarak onları hayata hazırlıyoruz. Öz güvenleri<br />
gelişiyor. Gelecek için kazanım sağlıyorlar. Ürettikleri<br />
malzemeleri okulumuzda da kullanıyoruz."<br />
Öğrencilerden Eda Nur Kılıç, "<strong>Kimya</strong> çok eğlenceli bir bölüm. İşimizi severek yapmayı öğrendik. Renkli<br />
olduğu için çok güzel oluyor. Yaptıklarımızı ilk biz deniyoruz. Ailemize de götürüyoruz. Onlar da bölümü<br />
bitirmem için beni çok destekliyorlar. İleride kimya mühendisi olmak istiyorum." diye konuştu.<br />
Eray Çalışkaner de öğretmenlerinin yardımıyla üretim yaptıklarını belirterek, ileride kimyager olmak<br />
istediğini dile getirdi.<br />
Suna Yüksel de bölümünde çok mutlu olduğunu kaydederek, "Yaptıklarımızı eve götürdüğümde ailem de çok<br />
memnun oluyor. İleride bir fabrikada üretim yapmak istiyorum. Uygulama eğitimi olduğu için derslerimizi<br />
daha kolay öğreniyoruz." ifadelerini kullandı.
13<br />
HİDROJELLER<br />
Bir hidrojel, suyun suda dağılma aracı olduğu<br />
koloidal bir jel olarak bulunan, hidrofilik polimer<br />
zincirlerinin ağıdır. Üç Boyutlu bir katı, çapraz bağlar<br />
ile tutulan hidrofilik polimer zincirleri sonucu oluşur.<br />
Doğasında var olan çapraz bağlardan dolayı, hidrojel<br />
ağın yapısal bütünlüğü yüksek su konsantrasyonunda<br />
Hidrojellerin Sınıflandırılması<br />
• Yapısına göre;<br />
çözünmez. Hidrojeller; yüksek oranda emici<br />
(%90’dan fazla su emebilirler), doğal veya sentetik<br />
polimer ağlarıdır. Ayrıca hidrojeller, önemli su<br />
içeriği nedeniyle, doğal dokuya çok benzer esnekliğe<br />
sahiptir. [1]<br />
1. Amorf<br />
2. Yarı-kristalin<br />
3. Hidrojen bağ yapılı<br />
4. Süper-moleküler yapılı<br />
5. Hidro-kolloidal agrega [Agrega: Çeşitli büyüklüklerde kırılmış veya kırılmamış, yapay veya iki cins yoğun<br />
mineral malzeme]<br />
• Fonksiyonel gruplarına göre;<br />
1. Nötral hidrojeller<br />
2. İyonik hidrojeller<br />
• Morfolojilerine göre;<br />
1. Makro-gözenekli<br />
2. Mikro-gözenekli<br />
3. Gözeneksiz
14<br />
Bazı Hidrojel Türleri<br />
• pH-duyarlı hidrojeller<br />
• Sıcaklık duyarlı hidrojeller<br />
• Elektriksel alana duyarlı hidrojeller<br />
• Enzime duyarlı hidrojeller<br />
• Kompleks hidrojeller<br />
• pH-duyarlı hidrojel<br />
pH’a duyarlı bir hidrojel, pH değişimine duyarlı bir jel yapısındadır. Çoğunlukla hidrojel, bölgesel kimyasal<br />
çevredeki değişikliğe yanıt olarak şişer veya büzülür. Hidrojeller, mikro-akışkan sistemlere dahil etmek<br />
için çok yararlı hale getiren polimerizasyon karışımları teknikleri kullanılarak yapılabilir. pH’a duyarlı<br />
hidrojellerin, pH değerindeki değişikliğe veya pH sensörlerinde ve pH değiştiğinde bir bileşiği serbest<br />
bırakabilen sistemlerde duyarlı olan valflerin oluşturulduğu uygulamaları bulunmaktadır. [4]<br />
• Sıcaklık duyarlı jeller<br />
Bu moleküller, sıcaklık değişimine bağlı faz geçişleri sırasında şişme/büzülme süreçlerine girme özelliği ile<br />
karakterize edilir. Şişme ve büzülme sıcaklıkları, sıcaklık duyarlı jellerin yanı sıra, inkübasyon ortamının<br />
spesifik fizikokimyasal özelliklerine, yani tuz konsantrasyonuna ve pH’ına bağlıdır. [5]
• Elektriksel alana duyarlı hidrojeller<br />
Elektrik akımı ayrıca hidrojellerin tepkilerini indüklemek için çevresel bir sinyal de kullanabilir. Elektrojene<br />
duyarlı hidrojel genellikle poli elektrolitlerden yapılır. Sensör transdüktörleri, uyarıcıya duyarlı hidrojelin<br />
özelliklerinin elektriksel olmayan değişikliklerini, çoğu durumda bir elektrik sinyali olarak değerli bir sinyale<br />
dönüştüren bileşenlerdir. Jel sensörlerinde kullanılan iki temel prensip şunlardır:<br />
1. Hidrojel şişmesi ve büzme ile gerçekleştirilen mekanik işlere dayanan dönüştürücüler,<br />
2. Serbest şişme jellerinin özelliklerinde (örn. Yoğunluk, kütle, hacim, sertlik) değişimleri gözlemleyen<br />
transdüserler.[6]<br />
• Enzime duyarlı hidrojeller<br />
Enzime duyarlı hidrojeller, en çok ilaçların kolonlara hedeflenmesinde kullanlır. Kolon spesifitesi, hidrojel<br />
yapısına, pH duyarlı monomerlerin ve çapraz bağlanma ajanlarının varlığından dolayı elde edilir. [7]<br />
• Kompleks hidrojeller<br />
Bu jel türünde, kompleks oluşmasıyla sonuçlanır. Etkili çapraz bağlanma derecesi artarsa, ağ gözenek boyutu<br />
ve şişme derecesi önemli ölçüde azalır. Sonuç olarak, bu jellerde salınan ilaç hızı, iç-polimer komplekslerinin<br />
oluşumu üzerine önemli ölçüde azalır.[8]<br />
Kullanım Alanları<br />
Bebek bezleri<br />
Bitki sulama<br />
Parfüm<br />
Plastik cerrahi<br />
Doku mühendisliği<br />
Kalp ve dişçilik uygulamaları<br />
İlaç salım sistemleri<br />
Yara iyileşmesi<br />
Yumuşak lensler<br />
Türkiye’deki Kullanımı<br />
Biyomedikal<br />
Lensler<br />
Kontrollü ilaç salımı<br />
Üç boyutlu biyobaskı ve kerotinosit<br />
kültürü<br />
15
16<br />
Kaynaklar<br />
[1] https://en.wikipedia.org/wiki/Gel#Hydrogels<br />
[2] http://www.ing.unitn.it/~luttero/materialifunzionali/hydrogels.pdf<br />
[3],[6],[7],[8] https://tr.scribd.com/document/136230474/8-Types-of-Hydrogels<br />
[4] https://link.springer.com/referenceworkentry/10.1007%2F978-3-642-27758-0_1230-2<br />
[5] https://link.springer.com/article/10.2165/00137696-200503040-00004<br />
[9] https://www.researchgate.net/publication/287206849_History_and_Applications_of_Hydrogels<br />
[10] https://www.researchgate.net/publication/273321687_2015_Itibariyle_Turkiye'de_Biyomedikal_<br />
Teknolojileri_Alaninda_Yapilan_Arastirma_Faaliyetlerinin_Mevcut_Durumu_Current_State_of_Research_<br />
Activities_at_the_Biomedical_Technologies_in_Turkey-2015<br />
https://www.kimyahaberleri.com/7023-2/<br />
http://www.turkjbiochem.com/2014/403-415.pdf<br />
http://diclemedj.org/upload/sayi/68/Dicle%20Med%20J-03299.pdf<br />
FOTOĞRAFLAR<br />
https://ogrencikariyeri.com/haber/yeni-nesil-madde-hidrojel<br />
http://portal.ku.edu.tr/~skizilel/publications.html<br />
http://slideplayer.biz.tr/slide/3005885/<br />
http://blog.aku.edu.tr/evcin/files/2017/05/10-polimer-uygulamalar%C4%B1-hidrojeller.pdf<br />
https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/gelistirdigi-bebek-bezi-jeli-ile-turkiye-birincisi-oldu/1135905<br />
http://www.saglikal.com/yumusak-kontakt-lensler.html<br />
http://www.ikincibolge.net/vsy-biotechnology-kontakt-lens-urun-gamini-yeni-ve-guclu-markalarlagenisletiyor/18253/<br />
http://www.3dyazicivetasarimmerkezi.com/Haber/4B-Yazici-Hidrojel-Baski-Nedir-270<br />
http://www.denizliyenihaber.com/teknoloji/paude-yapay-doku-ve-organ-calismalari-hiz-kazandi-h159.html<br />
Dilara Akman<br />
Polimer Mühendisi (Lisans Öğrencisi)<br />
dilaraakman.da@gmail.com
HAMMADDE OLARAK<br />
KARBONDİOKSİT<br />
Bochum Ruhr Üniversitesi’ndeki araştırmacılar<br />
iklime zarar veren CO 2<br />
’i, genellikle meydana<br />
gelen büyük miktarda tuz atığı üretmeden, kimya<br />
endüstrisi için hammadde işlevi görebilecek bir<br />
alkole dönüştürmenin bir yolunu bulmuşlardır.<br />
Reaksiyon mekanizması Timo Wendling ve Prof<br />
Dr Lukas Goosen’ın ekibi tarafından Chemistry adlı<br />
dergide Kaiserslautern Teknik Üniversitesi'nden bir<br />
meslektaşlarıyla birlikte tarif edilmiştir.<br />
Karbondioksiti, istenmeyen atık ürünler olmadan<br />
alkole dönüştürmek için iki basamaklı bir reaksiyon<br />
gerçekleşmelidir. Problem şu ki; enerji sebeplerinden<br />
dolayı bu iki basamaklı tepkimenin uzlaştırılması<br />
neredeyse imkansızdır. Prosesi termodinamik açıdan<br />
uyumlu hale getirmek ve bu iki basamaklı tepkimeye<br />
olanak sağlamak için uygun katalizörlere ihtiyaç<br />
vardır.<br />
Ekibin çok sayıda maddeyi denemesinin ardından<br />
sonunda gereken özelliklere sahip iki katalizör<br />
bulundu: ilk basamak için bir bakır bileşiği ve<br />
ikinci basamak için bir rodyum/molibden bileşiği.<br />
Reaksiyonun gerçekleşeceği çözücünün tam bileşimi<br />
ve miktarı da büyük önem taşımaktadır.<br />
araştırmacılar CO 2<br />
’i bir hidrokarbon bileşiğine<br />
bağladılar. Bu amaçla hidrokarbon bileşiğinden<br />
bir proton (H+) serbest bırakılır; CO 2<br />
molekülü<br />
boş atom bölgesine kenetlenir ve bu da bir asit<br />
ile sonuçlanır. Fazlalık proton bir baz tarafından<br />
tutulur. Hidrojenasyon olarak adlandırılan ikinci<br />
basamakta asit protonların aktarılmasıyla bir alkole<br />
dönüştürülür. Baz, daha önceden tutulmuş olan<br />
protonu serbest bırakır ve böylece geri dönüştürülür.<br />
Ekip bu reaksiyonun fizibilitesini fenilasetilen<br />
hidrokarbon bileşiği ile ispat etmiştir. İleri çalışmalar<br />
bu kuralın diğer organik bileşiklere de genişletilip<br />
genişletilmeyeceğini göstermelidir.<br />
Araştırmacılar bu katalizör sistemi ile baz için<br />
yüzde 40 oranında bir geri dönüşüm elde etti.<br />
Excellence Cluster Ruhr Explores Solvation kısacası<br />
Resolv’un bir üyesi olan Lukas Goossen "Bu, bazın<br />
reaksiyon sırasında yok edilmediğini ancak prosesin<br />
endüstriyel bir ölçekte uygulanabilmesi için hala<br />
önemli ölçüde iyileştirilmesi gerektiğini gösteriyor."<br />
diyor. "<strong>Kimya</strong> endüstrisi için CO 2<br />
’ten yararlanabilmek<br />
doğrultusunda mühim bir ekonomik ve çevresel<br />
avantaj olacak ilk önemli adımı attık."<br />
Reaksiyonun nasıl gerçekleşeceği ise şu şekilde:<br />
Karboksilasyon denilen birinci basamakta,<br />
17<br />
Haberi Çeviren : Berna Kuzu
ALZHEIMER YAKLAŞIMI<br />
YA SORUN KİMYA’DA İSE; ALZHEIMER YAKLAŞIMI<br />
Karmaşık bir organizma olan insan vücudu,<br />
kendisinden daha karmaşık olan bir mekanizma<br />
tarafından yönetilmesi beklenir; Beyin. Büyük bir<br />
kimya fabrikası olan beyin, ya kendini zaman zaman<br />
yönetemeyecek hale getiriyorsa bu durumun etkileri<br />
ne kadar büyük olabilir? Alzheimer bir organın iflas<br />
bayrağını kendi kendine çekmesi durumudur. Bu<br />
makalede bir çöküşün anatomisini inceleyeceğiz.<br />
Dünya nüfusunun yaşlandığı bilinen bir gerçek,<br />
bu durum artık daha yaygın olan bir hastalığın<br />
anılmasına ve bilinilirliğinin artmasına sebep oldu;<br />
Alzheimer Hastalığı (AH). Alzheimer hastalığı<br />
(AH) bilinen bir nedeni olmayan ve tedavisi<br />
olmayan yıkıcı, ölümcül, nörolojik bir hastalıktır.<br />
Öncelikle yaşlılık hastalığıdır ve genel yaşam<br />
beklentisi giderek artmakta olan çok ciddi bir<br />
sorun haline gelmiştir. 1 Kontrol mekanizmasında<br />
meydana gelen bu rahatsızlık bilinenin aksine iç<br />
mekanizmasında oluşan komplikasyonların büyük<br />
bir etkisi görülüyor.Bu kısımda bizi ilgilendiren<br />
durum beynin kendi kimyasal döngüsünün üzerinde<br />
açığa çıkan komplikasyonların AH’ya sebep olmasını<br />
inceleyeceğiz.<br />
Alzheimer hastalığı, diğer yaşlılık hastalıklarından<br />
hem belirtileri hem de beyindeki hasar açısından<br />
farklılık gösteriyor. Bu açıdan, Alzheimer hastalığı,<br />
beynin temporal lobunun iç yüzünde bulunan<br />
hipokampus bölgesinin hasara uğramasından<br />
kaynaklanan bir hastalık<br />
Öncelikle değinmemiz gereken nokta, Alzheimer<br />
hastalığının nasıl bir süreç ile ilerlediğidir. Hafıza<br />
kaybı ve bilişsel yeteneklerin zayıflamasına sebep<br />
olan AH, 30-<strong>60</strong> yaşları arasında çok sık bir skalada<br />
gözükmemesine rağmen risk faktörünün ciddi<br />
derecede devam ettiği yaş aralığındadır.<br />
Buna rağmen <strong>60</strong> yaş üzeri insanlarda dermansi ile<br />
birlikte ciddi bir AH vakası görülmektedir.2 Bilim<br />
insanlarına göre yaşam tarzı ve şahsa ait beyin yapısı<br />
bu hastalığın ortaya çıkmasına sebep olmaktadır ama<br />
son yıllarda genetik miras da bu hastalıkta kendini<br />
etkili olarak göstermektir.<br />
Araştırmalar, beyinde biriken bazı özel proteinlerin<br />
18<br />
Alzheimer’a sebep olduğunu gösteriyor. Bu<br />
proteinler nöronlar arasındaki iletişimi de aksatarak<br />
AH’nın farklı evrelerinde ortaya çıkan semptomların<br />
görülmesine neden olur. Bu protein plaklarına beta<br />
amiloid denilmektedir.3 Dermansi ve Alzheimer<br />
araştırmalarında büyük bir gizemi beta amiloid<br />
plaklar sayesinde çözülmüştür.
Amiloid Plakları<br />
Alzheimer hastalığında çok önemli rol oynayan<br />
36-43 aminoasit uzunluğuna sahip bu peptit yapıya<br />
beta amiloidler denir. Bu yapıların yanlış katlanarak<br />
birikmesi sonucunda amiloid plaklar oluşur.<br />
Amiloid plakların oluşumlarına detaylıca bakarsak;<br />
36-43 aminoasit uzunluğundaki peptit zincirleri<br />
amiloid öncül proteininden (APP) üretmeye başlar.<br />
APP beta sekretaz ve gama sekretaz enzimleri<br />
tarafından kesilerek amiloid beta peptitleri ortaya<br />
çıkar. Bu moleküller birkaç formda var olabilen<br />
çözünebilir oligomerleri oluşturmak için bir araya<br />
gelebilir. Eğer bazı oligomerler yanlış katlanırsa<br />
diğer amiloid beta peptitlerin de yanlış katlanmış<br />
oligomerlere dönüşmesine neden olabilir. Bu durum<br />
zincirleme bir tepkime oluşturarak nihayetinde bir<br />
prion enfeksiyonuna yol açabilir 4.<br />
Araştırmacılar, bir risk faktörünün etkisi altında,<br />
APP proteininin işlev bozukluğu üzerinde<br />
duruyorlar. Bu işlev bozukluğu, PS1 ve PS2 enzimleri<br />
üstünde etkili oluyor ve sonuçta toksik peptitlerin<br />
(A beta peptidi) elenmesi gerçekleşmiyor. Bir<br />
başka deyişle, amiloid plakların oluşumu toksik<br />
peptitlerin aşırı üretiminden değil (hastalığın kalıtsal<br />
biçimlerinde olduğu gibi) aşırı depolanmasından<br />
kaynaklanıyor. 5<br />
Sonuçta oluşan bu komplikasyon amiloid plakları<br />
nöronlar için toksik özellik gösterirler.<br />
Amiloid plak-açık renkler<br />
19
20<br />
Tau Proteini<br />
Molecular Neurodegeneration adlı bilimsel dergide yayınlanan<br />
makaleye göre, nöronların ölümününde büyük etken sahibi olan tau<br />
proteinilerin yanlış yapılaşması sonucu Alzhemir hastalığının ikinci saç<br />
ayağı olabileceği görülüyor.<br />
Nöron ölümü, nöronların içinde bulunan Tau Proteini fonksiyonunu<br />
yitirdiğinde gerçekleşiyor. Tau’nun görevi tren raylarına benzeyen bir<br />
yapı inşa etmektir. Bu yapı, sinir hücrelerinde istenmeyen ve zehirli<br />
olduğu bilinen proteinlerin birikimini durdurarak temizliyor.6 Aynı<br />
makalede söz edilen, fareler üzerinde yapılan bozulmuş tau protein<br />
deneylerinde nöronların büyüyemediği gözlemlenmiş.<br />
Nörofibriler bozulmanın sorumlusu olan tau proteininin aşırı<br />
üretimine gelince; bir grup bilim adamına göre bunun nedeni, A<br />
beta peptidlerinin nörotoksiklik derecesi. "Taoist" grup tarafından<br />
savunulan bu tez, Fransız beyin ve sinir uzmanı Andre Delacourt<br />
tarafından kısa bir süre önce çürütüldü. Ekibiyle birlikte, Alzheimer<br />
hastalarında klinik belirtilerin, nöronlardaki tau proteininin patolojik<br />
birikiminin, beynin tanıma faaliyetlerinin merkezi olan bölgeye ulaştığı<br />
anda ortaya çıktığını kanıtladı. 7<br />
Tau proteinlerinin bu şekilde bozuk yapılaşmasının hücre bazında<br />
birikime uğramasının sebebi olarak şu an somut olarak görülen,<br />
hücrelerin yaşlanması. Bu sonuç bize yaşlılık ile dermansinin artışında<br />
ispatlar niteliğinde.
21<br />
Sonuç Olarak<br />
Büyük bir paradoksun içindeyiz, insan ömrünü<br />
artırmak istiyoruz ama bu bizim yaşlandıkça<br />
biriken deforme proteinler ile ciddi bir hastalığın<br />
eşiğine getiriyor. Yukarıda bahsedilen iki poteinsel<br />
yapının enzimatik kimyasalların tepkimeleriyle şekil<br />
bozukluğundan işlev bozukluğuna kadar geniş<br />
yelpazede etkilenmeleri sonucunda beynin boz<br />
sıvısında birikerek Alzheimer hastalığına neden<br />
olduğu görülüyor.<br />
reaksiyonların nasıl oluyor da kendi mekanizmalarını<br />
ve yuvalarını bu denli yıkıma uğratacak bir biçimde<br />
kontrolsüz değiştirmesi hala çözülemeyen bir<br />
paradoks.<br />
Kendi öz kimyamızın benliğini kaybederek, yaşamını<br />
sonlandırma mücadeli olan Alzheimer Hastalığı,<br />
yaşam ömrünü uzatmak isteyen biz insanlar için ciddi<br />
bir problem olarak önümüze çıkacak.<br />
Vücuda ciddi bir öneme sahip olan enzimatik<br />
Kaynaklar<br />
1- Linking Amyloid-Beta and Tau Deposition in Alzheimer Disease ,Prashanthi Vemuri, PhD1; Michael Schöll,<br />
PhD 2017<br />
2-National Instutiu on Agigng, Alzheimer's Disease & Related Dementias,2017<br />
3-Alzheimer’s Disease and the Beta-Amyloid Peptide,M. Paul Murphy and Harry LeVine, III,2010<br />
4-Amiloid Beta Plakları ve Oligomerleri, Çağlayan Taybaş,2017<br />
5- Yaşadıkça hastalanmak-1, Focus <strong>Dergisi</strong><br />
6-ChiGeorgetown University Medical Center. “Tau, not amyloid-beta, triggers neuronal death process in<br />
Alzheimer’s.” ScienceDaily. ScienceDaily, 1 November 2014.<br />
7-Yaşlandıkça Hastalanmak-3, Focus <strong>Dergisi</strong><br />
Muaz Toğuşlu<br />
<strong>Kimya</strong>ger (Lisans Öğrencisi)<br />
mutazzam@gmail.com
22<br />
FOTOĞRAFLI GRAFEN<br />
BULMACASI ÇÖZÜLDÜ<br />
Şekil. Ultra hızlı optik pompa-terahertz araştırma deneyinin şematik gösterimi, optik pompanın elektron<br />
ısıtmasını indüklediği ve terahertz darbesinin, bu ısıtma işleminden sonra grafenin iletkenliğine duyarlı<br />
olduğu, saniyenin milyonda birinin milyonda birinden daha hızlı gerçekleştiği yorumlanmıştır. Fabien Vialla /<br />
ICFO
23<br />
Işık algılama ve kontrol, telefonlardaki kameralar<br />
gibi birçok modern cihaz uygulamasının merkezinde<br />
yer alır. Işık dedektörleri için ışığa duyarlı bir<br />
materyal olarak grafen kullanılması, günümüzde<br />
kullanılan malzemelere göre önemli gelişmeler<br />
sunmaktadır. Örneğin, grafen hemen hemen her<br />
rengin ışığını tespit edebilir ve saniyenin milyonda<br />
birinin milyonda biri kadar hızlı bir elektronik cevap<br />
verir. Böylece, grafen bazlı ışık detektörlerini doğru<br />
bir şekilde tasarlamak için, ışığı absorbe ettikten<br />
sonra grafen içinde yer alan süreçleri anlamak çok<br />
önemlidir.<br />
Avrupalı bilim adamlarından oluşan bir ekip, şimdi<br />
bu süreçleri anlamada başarılı oldu. Son zamanlarda<br />
Science Advances dergisinde yayınlanmış olan<br />
çalışmalarında, bazı durumlarda, ışık emiliminden<br />
sonra grafen iletkenliğinin neden arttığı ve diğer<br />
durumlarda azaldığı hakkında kapsamlı bir açıklama<br />
yapılmıştır. Araştırmacılar, bu davranışın enerjinin<br />
absorbe edilmesinden ışığın grafen elektronlara<br />
nasıl bağlandığına kadar göstermektedir: Grafen ışık<br />
tarafından emildikten sonra, grafen elektronların<br />
ısındığı süreçler çok hızlı ve çok yüksek bir verimle<br />
gerçekleşir.<br />
Yüksek oranda katkılı grafen için (birçok serbest<br />
elektronun mevcut olduğu yerlerde), ultra hızlı<br />
elektron ısınması yüksek enerjili taşıyıcılara (sıcak<br />
taşıyıcılar) yol açar ve bu da iletkenlikte bir azalmaya<br />
yol açar. İlginç bir şekilde, zayıf katkılı grafen<br />
(bu kadar çok serbest elektronun bulunmadığı)<br />
için, elektron ısıtması, ek serbest elektronların<br />
yaratılmasına ve dolayısıyla iletkenlikte bir artışa yol<br />
açar. Bu ilave taşıyıcılar grafenin boşluksuz doğasının<br />
doğrudan sonucudur - boşluklu materyallerde,<br />
elektron ısıtması ek serbest taşıyıcılara yol açmaz.<br />
Grafende ışık kaynaklı elektron ısıtmasının bu basit<br />
senaryosu, gözlenen birçok etkiyi açıklayabilir. Işık<br />
emildikten sonra malzemenin iletken özelliklerini<br />
tanımlamanın yanı sıra, bir tane absorbe edilen ışık<br />
parçacığının (foton), dolaylı olarak birden fazla ek<br />
serbest elektron üretebildiği ve böylece bir cihaz<br />
içinde verimli bir foto yanıt oluşturabilen taşıyıcı<br />
çoğalmasını açıklayabilir.<br />
Kağıdın sonuçları, özellikle elektron ısıtma işlemlerini<br />
doğru bir şekilde anlamak, grafen tabanlı ışık<br />
algılama teknolojisinin tasarımı ve geliştirilmesinde<br />
kesinlikle büyük bir artış anlamına gelecektir.<br />
Haberi Çeviren : Melis Yağmur Akgünlü
24<br />
KANSER<br />
İMMÜNOTERAPİSİ<br />
Kanser, hücrelerin kontrolsüz bölünmesi ve<br />
çoğalması ile ortaya çıkan ve genetik ve çevresel<br />
koşulların etkisi altında olan kompleks bir hastalıktır.<br />
Bilinen 100’den fazla kanser türü olmasına ve<br />
belli tipteki kanserler için olabildiğince standart<br />
yaklaşımlar geliştirilmesine rağmen kanser aynı<br />
zamanda kişisel bir hastalıktır. Teknolojinin<br />
ilerlemesi ile birlikte günümüzde var olan tedavilere<br />
ek olarak yeni tedavi yöntemleri geliştirilmektedir.<br />
Standart olarak kabul edilen kemoterapi, radyoterapi<br />
ve cerrahi yöntemlere ek olarak aşılar, biyolojik,<br />
hormonal, hedeflenmiş ve gen terapiler giderek<br />
artan sayıda kullanılmaya başlanmıştır. Son yıllarda<br />
kanser tedavisinde kullanılan tedavi yöntemlerinden<br />
biri Kanser İmmünoterapisi’ dir.<br />
İmmünoterapi, hastanın kendi bağışıklık sistemine ait<br />
belli bölümlerin kanseri de içeren bir grup hastalıkla<br />
mücadele etmek üzere kullanıldığı bir tedavi<br />
biçimidir.<br />
Kanser immünoterapisindeki temel amaç, tümör<br />
hücresi tarafından çeşitli yollarla susturulmuş olan<br />
immün sistemi yeniden aktive etmek ve tümör<br />
hücrelerini tanır hale getirmektir.<br />
Kanser immün terapi, kanser tedavisinde<br />
immün sistemin uygun metodlarla aktive edilip<br />
kullanılmasıdır. Kanser immünoterapisi; monoklonal<br />
antikorlar, inhibitörler ve kanser aşıları olmak<br />
üzere üç çeşit olarak sınıflandırılabilir. Tedavideki<br />
amaç bağışıklık sistemini harekete geçirip kanserli<br />
hücrelere saldırmasını sağlamaktır. Bu, vücudun<br />
kendi bağışıklık sistemini kullanarak yapılabileceği<br />
gibi, sentetik uyarıcılar (monoklonal antikorlar) ile<br />
de yapılabilir. Kanser immün terapide aşı ve hücresel<br />
tedavi yöntemlerine göre daha fazla kullanım alanı<br />
bulunan yöntem monoklonal antikorların terapide<br />
kullanılmasıdır.
25<br />
Monoklonal Antikorlar<br />
Kanser immünoterapisi yöntemlerinden klinik uygulamada en sık kullanılan ve onay alanı monoklonal<br />
antikorlardır. Monoklonal antikorları; konjuge monoklonal antikorlar, çıplak monoklonal antikorlar ve<br />
bispesifik monoklonal antikorlar olarak sınıflandırmak mümkündür. Antikorlar, vücuda giren yabancı<br />
maddelere (antijen) olarak B hücreleri tarafından salgılanan proteinler olup 4 polipeptid taşıyan bir<br />
immünoglobulinlerdir. Fonksiyonlarına ve yapılarına göre IgG, IgM, IgD, IgA ve IgE olmak üzere 5 alt gruba<br />
ayrılırlar. Her bir B hücresi özel bir antikor üretebilir ancak üretilen miktar belli bir tipteki kanser hücresine<br />
karşı yeterli gelmeyebilir. Bu nedenle, belli bir tipteki proteine karşı özel olarak üretilmiş ve aynı soydan<br />
gelen vekanser hücresi üzerindeki sadece tek bir epitopu tanımak üzere monoklonal antikorlar üretilir.<br />
Bunlar hücrenin sinyallerini bloke ederek, immün sistemi tetikleyerek veya hücrelere ilaçları taşıyarak<br />
işlevlerini gösterirler.<br />
Konjuge monoklonal antikorların amacı radyoaktif bir partikül veya kemoterapi ilacını hücreye taşımaktır.<br />
Üzerlerinde taşıdıkları yükü hedef antijene bağlanarak boşaltırlar ve hücrenin spesifik olarak ölmesini<br />
sağlarken sağlıklı hücrelere olabildiğince az hasar verirler. Radyoimmünterapi olarak bilinen yöntemde<br />
radyo-etiketli antikorlar radyoaktif molekülleri hücrelere taşıyabilirler. Örneğin, non-Hodgkin lenfoma’da bu<br />
tip tedavi yapılabilmektedir.<br />
Kanserin tedavisinde en sıklıkla kullanılan antikor çeşidi ise radyoaktif veya kimyasal olarak işaretlenmemiş<br />
olan çıplak monoklonal antikorlardır. Bunlar, immün sistemi hızlandırarak işlev yaparlar. Çıplak monoklonal<br />
antikorlar kanser hücreleri üzerindeki antijenlere bağlanır, ancak bazıları kanserli olmayan diğer hücrelerdeki<br />
antijenlere bağlanarak veya serbest yüzen proteinlere bağlanarak çalışmaktadır. Çıplak antikorlar<br />
farklı yollarla çalışırlar. Örneğin; kronik lenfositik lösemili (KLL) bazı hastaların tedavisinde kullanılan<br />
Alemtuzumab; lenfosit hücrelerindeki CD52 antijenlerine bağlanır. Bu bağlanan antikorlar KLL hücrelerini<br />
yok etmek için bağışıklık sistemi hücrelerini çağırarak etki ederler. Bir diğer çıplak monoklonal antikor olan<br />
trastuzumab, mide ve meme kanseri hücresi yüzey proteinlerinden olan HER2’ye bağlanarak etki eder.<br />
Bispesifik monoklonal antikorlar, iki farklı monoklonal antikordan oluşur, bu yüzden aynı anda iki farklı<br />
antijene bağlanabilirler. Blinatumomab bu monoklonal antikorlara örnek olarak verilebilir. Bu monoklonal<br />
antikorlar bazı akut lenfositik lösemi tiplerinde kullanılır. Blinatumomab’ın bir parçası lösemi ve lenfoma<br />
hücreleri üzerinde bulunan CD19’a bağlanırken, diğer parçası kök hücre veya T lenfosit üzerinde bulunan<br />
CD3’e bağlanır.<br />
Kanser Aşıları<br />
Kanser aşıları zayıflatılmış molekülleri kullanarak<br />
immün sistemi uyaran ve hastalıkları engellemeyi<br />
hedefleyen geleneksel aşılar ile benzerlik<br />
gösterir. Aradaki tek fark ise kanser hücrelerinin<br />
hedeflenmesidir. Bunu da ya B ya da T hücrelerini<br />
uyararak yapar. Human Papilloma Virüs (HPV) ve<br />
Hepatit B Virüsü (HBV) gibi virüslere karşı üretilmiş<br />
olan aşılar antikor üretmek üzere B lenfositleri<br />
İnhibitörler<br />
tetikler. Kanser aşıları, kanser hücrelerinden,<br />
hücre parçalarından ya da sadece antijenlerden<br />
oluşmaktadır. Aşılar genellikle immün sistemin<br />
etkisini artırmak için adjuvan adı verilen diğer<br />
yardımcı maddelerle birleştirilir. Sipuleucel-T<br />
FDA tarafından onaylı prostat kanserli hastalara<br />
uygulanan bir aşıdır. Aşı her ne kadar kür sağlamasa<br />
sağkalımı olumlu yönde etkilemektedir.<br />
İmmün kontrol inhibitörleri, immün sistemin kanser hücrelerine karşı saldırıya geçmesini engelleyen kontrol<br />
mekanizmasını (frenlemeyi) ortadan kaldırarak immün sistemin saldırıya geçmesini sağlamaktadır. PD-1<br />
(Programmed cell death protein 1), immün sistemin T hücreleri üzerinde bulunan bir kontrol proteinidir. Bir<br />
diğer deyişle T hücrelerin vücudun kendi hücrelerine saldırmasını engellemektedir.<br />
T hücreleri, T hücresi reseptörlerine (TCR) spesifik olup onları aktive eden MHC-peptid komplekslerini<br />
tarayarak dokular arasında gezinir. T hücreleri aynı zamanda potansiyel tehlike arz eden patojenlere<br />
ve kansere karşı kendilerini alarm durumuna geçirebilen çeşitli sinyalleri algılama özelliğine de sahiptir.<br />
Tümöre spesifik T hücreleri büyük olasılıkla, dendritik hücrelerin (DC) de içinde bulunduğu özelleşmiş
26<br />
antijen sunan hücrelerce (APC) eksprese edilen<br />
tümör ilişkili antijenlerle karşılaşmaları sonucu<br />
aktive olurlar. Bunun yanında, aktive olmuş T<br />
hücreleri tümör hücre yüzeyinde sunulan antijenleri<br />
direkt tanıma yeteneğine sahiptir. Organizma içi<br />
(intravital) görüntüleme yöntemine dayanarak<br />
tümöre spesifik T hücrelerinin aynı kökene sahip<br />
antijenleriyle karşılaştıklarında göçünün hızlı bir<br />
şekilde durduğunu gösteren kanıt giderek geçerlik<br />
kazanmaktadır.<br />
Sonuç olarak, kanser immünoterapisi, gelişmekte<br />
olan ve kanser tedavisi için umut vaad eden bir<br />
yöntemdir.<br />
Kaynaklar<br />
1-Kanser immünoterapisi-FNG & Bilim Tıp Transplantasyon <strong>Dergisi</strong> 2017;2(1):21-23<br />
2-Kanser İmmün Terapi ve Monoklonal AntikorlarF.Ü.Sağ.Bil.Tıp Derg.2013; 27 (2): 105 – 110<br />
3-Kanser Tedavisinde Güncel Yaklaşımlar-10.5505/bsbd.2016.93823<br />
4-Deguine, J., Breart, B., Lemaitre, F., Di Santo, J. P. & Bousso, P. Intravital imaging reveals distinct<br />
Dynamics for natural killer and CD8+ T cells during tumor regression. Immunity 33, 632–644 (2010)<br />
Ceren Bakır<br />
Yüksek <strong>Kimya</strong>ger (Doktora Öğrencisi)<br />
cu.ceren89@gmail.com
Barbekü Endüstrisi Derneği'ne göre ABD'de, yetişkinlerin yüzde 70'i ızgaraya veya dumanına maruz kalıyor<br />
ve bunların yarısından fazlası ayda en az dört kez ızgara yapıyor. Ancak mangal yapmak çok miktarda<br />
polisiklik aromatik hidrokarbon veya PAH üretimine neden olur. Bu kanserojen bileşikler solunum yolu<br />
hastalıklarına ve DNA mutasyonlarına neden olabilir. Izgara yiyecekler yemek, mangaldan kaynaklanan<br />
en yaygın PAH kaynağıdır. Bununla birlikte, Eddy Y. Zeng ve meslektaşları tarafından yapılan bir önceki<br />
27<br />
CİLT, MANGAL DUMANINDAKİ<br />
KARSİNOJENLERE<br />
AKCİĞERLERDEN DAHA FAZLA<br />
MARUZ KALIYOR<br />
Yazın gelmesiyle birlikte, mangaldaki yiyeceklerin kokularının ve tatlarının çevreye hakim olması an<br />
meselesi. Ama ızgara yapmanın bir dezavantajı, tam anlamıyla cildinizin altına girebilmesidir. Çevre Bilimi<br />
ve Teknolojisinde yer alan bir çalışmada bilim adamları, cildin barbekü sırasında üretilen kansere neden<br />
olan bileşiklerin alınmasında soluk almadan daha önemli bir yol olduğunu bildirmektedir. Ayrıca, giysilerin<br />
bireyleri bu maruz kalmadan tamamen koruyamadıklarını da bulmuşlardır.
28<br />
araştırmaya göre, barbeküye yakın kişiler, ızgara yiyecekler yemeseler bile, cilt ile ve soluk alma yoluyla<br />
önemli miktarda PAH'a maruz kalmışlardır. Bu çalışma üzerine ekip, barbekü dumanı ve parçacıklarından<br />
elde edilen PAH'ların cilde alımını daha kesin bir şekilde araştırmaya başladı.<br />
Araştırmacılar, gönüllüleri açık havada mangalda gruplara ayırdılar ve onların yiyeceklere ve dumana farklı<br />
derecelerde maruz kalmalarını sağladılar. Gönüllülerden alınan idrar örneklerini analiz ettikten sonra<br />
araştırmacılar, beklendiği gibi, PAH maruziyetinin en büyük miktarının ızgara yiyecekler tüketmek olduğu<br />
sonucuna vardıklarını açıkladılar. Bununla birlikte, cilt ikinci en yüksek maruziyet yoluydu, bunu soluk alma<br />
izledi. Barbekü dumanındaki yağların, muhtemelen PAH'ların cilde alımını artırdığını söylüyorlar.Ayrıca<br />
ekip, giysilerin kısa süreli olarak PAH'lara maruz kalmayı azaltabileceğini, giysilerin bir kez barbekü dumanı<br />
ile doyduktan sonra, cildin onlardan önemli miktarda PAH alabildiğini buldu. Maruz kalmayı azaltmak için<br />
mangal yapılan bölgeden ayrıldıktan kısa bir süre sonra giysilerinizi yıkamanızı öneriyorlar.<br />
Dergi referansı: Çevre Bilimi ve Teknolojisi<br />
Haberi Çeviren : Ayşe Güler
BAKTERİLERE KARŞI<br />
SAVAŞI KAYBEDİYORUZ<br />
Dünyada antibiyotik direnci alarm veriyor. 2050’de<br />
antibiyotiğe dirençli süper bakterilerin her yıl 10<br />
Antibiyotik Çağının Başlaması<br />
Enfeksiyon hastalıkları tarih boyunca ölüm nedenleri<br />
arasında en başta gelenlerden biri olmuştur. Veba,<br />
kolera, tifo, tifüs, tüberküloz, çiçek pandemileri<br />
29<br />
milyon can almasından endişe ediliyor ve uzmanlar<br />
uyarıyor: Antibiyotik öncesi çağa dönebiliriz!<br />
kitlesel ölümlere yol açmıştır. Örneğin; 1665 yılında<br />
Londra'daki veba salgınında “hayatta kalanlar ölenleri<br />
gömmeye yetmiyordu” diye yazılmıştır.
Napolyon'un Moskova bozgununun asıl nedeni de<br />
ne Ruslar, ne Rusya'nın kışı, 665.000 kişilik orduyu<br />
93.000'e indiren, geri dönen askerlerle Avrupa'ya<br />
yayılınca sadece Almanya'da 250.000 sivilin ölümüne<br />
yol açan tifüs olarak belirtilmiş. Zamanla bu<br />
hastalıklara karşı bir takım önlemler geliştirilmişse<br />
de bazılarına kinin gibi oldukça etkin doğal ilaçlar<br />
bulunmuşsa da, antiseptik ve dezenfektan maddeler<br />
ile cerrahi enfeksiyonlar kısmen önlenebilmişse<br />
de antibiyotik çağına yol açan gelişmeler için 19.<br />
yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başlarını beklemek<br />
gerekmiştir.[1]<br />
1928 yılında İngiliz bilim insanı Alexander Fleming<br />
bakterileri yok etmek üzerine çalışmalar yapar, fakat<br />
başarısız olur. Bir gün, tatil dönüşü laboratuvarına<br />
geldiğinde içinde farklı çeşitlerde bakterilerin<br />
bulunduğu petri kabını açık unuttuğunu fark eder.<br />
Açık unutulan kap küf mantarı ile dolmuştur.<br />
Petri kabını temizlemeye hazırlanan Fleming küf<br />
mantarının kenarında bulunan jel kıvamındaki yapıda<br />
herhangi bir çeşit bakteri topluluğu bulunmadığını<br />
fark eder. Oysaki kabın diğer kısımlarında bol<br />
miktarda bakteri vardır. Fleming bakterileri yok<br />
Antibiyotik Direnci Tanımı ve Algısı<br />
İlaçların belirli bir dozda oluşturduğu etkinin aynı<br />
dozda tekrarlayan kullanımlarından sonra azalması<br />
veya aynı etkiyi oluşturmak için daha yüksek dozda<br />
kullanılmalarının gerekliliği, ilaç etkisine karşı direnç<br />
gelişimi olarak tanımlanmaktadır. Aynı durum, etki<br />
eden bu yapının Penicillium Notatum adı verilen<br />
küf mantarı olduğunu düşünür. Bu mantarların<br />
kenarlarında yer alan jöle kıvamındaki sulu kısmına<br />
ise penisilin adını verir.[2]<br />
1940'lı yılların ortalarında penisilin, streptomisin,<br />
kloramfenikol, tetrasiklin gibi gram-pozitif ve<br />
negatif bakterilere, aside dirençli bakterilere<br />
etkili antibiyotiklerin ard arda tedavide kullanılma<br />
olanağının doğması, bakteriyel enfeksiyon<br />
hastalıklarının sonunun yaklaştığı ve yakın bir<br />
gelecekte insanların enfeksiyonsuz bir dünyada<br />
yaşayacağı ümidini doğurmuştur. Ne yazık ki bu<br />
ümitler gerçeğe dönüşememiş, hatta şimdilerde hiç<br />
değilse bazı patojen bakteriler için antibiyotik öncesi<br />
çağa dönüş tehlikesi belirmiştir. Aslında antibiyotikler<br />
görevini yapmıştır. Örneğin; Amerika Birleşik<br />
Devletleri (ABD)'nde bütün kanserler tedavi edilebilse<br />
yaşam beklentisi üç yıl uzayacakken, antibiyotiklerin<br />
bu süreyi 10 yıl uzattığı hesaplanmıştır. Ancak<br />
antibiyotiklerin bizi enfeksiyondan korumasına<br />
karşılık antibiyotiklerin de insandan, onun<br />
yanlışlarından korunmaya gereksinimi vardır.[3]<br />
mekanizması vücutta hastalık oluşturan patojenleri<br />
öldürmek veya baskılamak olan ilaçlar (antibiyotikler,<br />
antineoplastikler) için geçerli olduğunda, ilaca dirençli<br />
patojenlerden bahsedilir.<br />
Antibiyotiklerin keşfi ile birlikte eş zamanlı olarak,<br />
bakterilerin bu ilaçlara karşı direnç kazanabileceği<br />
ve gerekli önlemlerin alınmaması durumunda<br />
mevcut antibiyotiklerin enfeksiyon hastalıklarının<br />
tedavisinde etkisini kaybedeceği, dolayısıyla insanlığın<br />
antibiyotik öncesi dönemle yeniden karşılaşabileceği<br />
öngörülmüştür. Penisilini keşfeden Alexander<br />
Fleming, 1945 yılında Nobel ödülünü alırken yaptığı<br />
konuşmasında, “laboratuvar ortamında bakterilerin<br />
30<br />
kendilerini öldürmeye yetmeyen dozlarda penisiline<br />
belirli bir süre maruz kalmaları durumunda penisilin<br />
direnci kazanacaklarını ve aynı durumun vücutta da<br />
geçerli olduğunu” söylemiştir. Bu öngörü günümüzde<br />
gerçeklik kazanmış ve eskiden beri kullanılmakta<br />
olan birçok antibiyotik bugün etkisiz kalmıştır.<br />
Geçmişte antibiyotiklerle enfeksiyöz hastalıklarının<br />
çoğu tedavi edilebilmişken, antibiyotiklerin hatalı<br />
kullanımı sonucu yeni bulunan her antibiyotiğe
karşı kısa sürede direnç gelişmiş ve 1900’lü<br />
yılların son çeyreğinde Acinetobacter baumanii,<br />
Stenotrophomonas maltophila, Pseudomonas<br />
aeruginosa, Staphylococcus aureus ve enterokoklar<br />
gibi hastane enfeksiyonlarından sık izole edilen<br />
patojenlerde düşük oranda çoklu ilaç direnci (ÇİD)<br />
gösteren suşlar ortaya çıkmaya başlamıştır. Önceleri<br />
hastanelerde ortaya çıkan ÇİD gösteren suşlar daha<br />
sonra topluma ve çevreye yayılmaya başlamış, sonuç<br />
olarak; bu yeni suşların sebep olduğu hastane,<br />
toplum ve hayvanlarda klasik antibiyotik tedavisine<br />
cevap vermeyen yeni enfeksiyonlar tüm dünyada<br />
yüksek morbidite ve mortalitenin sebebi haline<br />
gelmiştir.<br />
Şekil 2: Antibiyotik Direncinin Nasıl Yayıldığına Dair Örnekler<br />
Bu vaaklardan bir tanesi de 2009 yılında İsveç’te<br />
bir hastada ortaya çıkan New Delhi Metallo-βlactamase<br />
(NDM-1) ‘dır. Yakın zamanda yapılan bir<br />
çalışmada, klebsiella pneumonia NDM-1 pozitif suşu<br />
veya Escherichia coli NDM-1 pozitif suşun tigesiklin<br />
ve kolistin dışında test edilen tüm antibiyotiklere<br />
oldukça dirençli olduğu bildirilmiştir. Bu nedenle<br />
NDM-1, potansiyel olarak büyük bir küresel sağlık<br />
tehdidi haline gelmiştir.<br />
Şekil 1: Seftriakson ve metisilin dirençli inovatif (kan kültürleri ve beyin omurilik sıvısı) klebsiella pneumonia<br />
ve stophylococcus aureus suşlarının yüzdesinin yıllık değerlendirilmesi, Ocak 2001-Ekim 2015. [4,5]<br />
31
Peki NDM-1 pozitif suşuna karşı üretilen yeni<br />
antibiyotik çare olacak mı? Peki ne kadar sürecek?<br />
Bakteriler bu antibiyotiklere karşı direnç kazanana<br />
kadar evet fakat daha sonrasında tekrar yeni<br />
antibiyotikere ihtiyaç duyulacak. Bu döngü böyle<br />
devam edecek fakat bunu önüne geçmek için biz ne<br />
yapabiliriz?<br />
Antibiyotik Direnci Kontrol Altına Alınabilir mi?<br />
Her antibiyotik kullandığımızda, bakteriye inşa<br />
ettiğimiz koruma sisteminin kodunu kırması için<br />
milyonlarca şans veriyoruz. Antibiyotik direnci<br />
kontrol altına almak için bazı stratejik konulara<br />
önem göstermek gerekir. Antibiyotik direncin<br />
izlenmesi için, antibiyotik direncin aşamaları ve<br />
eğilimlerinin belli coğrafik alanlarda belirlenmesi<br />
gereklidir. Bu bilgiler, uygun antibiyotik ilaçların<br />
sağlanması, yeni direnç mekanizmaların zamanında<br />
ortaya çıkarılmasında ve izleme müdahalelerinde<br />
kullanılabilir. Antibiyotiklerin kullanılması direncin<br />
ortaya çıkmasıyla temelden ilgilidir ve dirençten<br />
tamamen korunmak mümkün değildir. Etkili<br />
kullanım, antibiyotik tüketiminde azalmayı ima etmez<br />
ama antibiyotiklerin fazla veya az kullanımından<br />
korur. Bu yol, antibiyotiğin ömrünü uzatabilir ve<br />
yeni antibiyotiklerin geliştirilmesi ya da antibakteriyel<br />
dirençle mücadele için yeni yaklaşım tarzlarının<br />
uygulanması için daha fazla zaman kazanılmasında<br />
etkili olabilir. Antibiyotiklerin etkili kullanılmasında<br />
önemli hususlardan biri de reçeteye yazılmalarıdır.<br />
Antibiyotiklere direnç ile ilgili toplumda fazlaca<br />
bir bilgi birikimi söz konusu değildir. Bu amaçla<br />
toplumun ve bu konuyla ilgileneceklerin uzman<br />
32<br />
kişiler tarafından bilgilendirilmesi önemlidir.<br />
Enfeksiyonların kontrolü antibiyotik direncini<br />
frenleyen çok önemli bir unsurdur. Eğer enfeksiyon<br />
etke¬ni ilaca duyarlı ise veya duyarlı olacağına<br />
inanılıyorsa ilaç kullanılmalıdır. İlaç yeterli dozda ve<br />
mümkün olduğu kadar kısa bir süre uygulanmalıdır.<br />
Et¬kisiz dozda veya gerektiğinden daha uzun bir<br />
süre ilaç verilmesi, bakterinin direnç kazanmasını<br />
kolaylaş¬tırabilir. Son on yıllık zaman periyodunda<br />
pazarlanan yeni antibiyotiklerin çeşitliliği de önemli<br />
bir konudur. Bu antibiyotiklere karşı direnç kolaylıkla<br />
oluşur çünkü onların yapısal özellikleri aynı sınıftaki<br />
eski antibiyotiklerden ileri gelir. Yeni antibiyotikleri<br />
yokluğu ise gelecek 20 yıl içerisinde Avrupa’nın<br />
sağlık formunu önemli ölçüde tehdit edecektir,<br />
çünkü büyük ilaç şirketleri antibiyotik geliştirme<br />
alanlarından çekilmektedirler.
33<br />
Antibiyotik direncimiz gelişirse olabileceklerden<br />
bazıları;<br />
• Organ ve doku nakli imkansız hale gelir, zira nakilli<br />
hastaların kullanması gereken ilaçların etkisi ile<br />
bağışıklık sistemleri enfeksiyonlara karşı koyamaz.<br />
• Apandisit ameliyatı, eskiden olduğu gibi çok<br />
tehlikeli hale gelir. Ameliyattan sonra hasta enfekte<br />
olursa “septisemi” dediğimiz bir durum neticesinde<br />
hayatını kaybedebilir.<br />
• Zatürre, antibiyotik öncesi çağda olduğu gibi<br />
Kaynaklar<br />
kitlesel ölümlere sebep olur.<br />
• 6 aydan daha uzun antibiyotik kullanımı gerektiren<br />
verem tedavi edilemez olur. Ki şuan bile zor<br />
zaptediliyor. Tıp dilindeki son model veremin adı:<br />
XDR-TB (Extensively Drug-Resistant Tuberculosis)<br />
(Yaygın İlaç Dirençli Tüberküloz)<br />
1. World Health Organization Overcoming Antimicrobial Resistance Report on Infectious Diseases 2000.<br />
Publication Code: WHO/CDS/2000. 2. Geneva: WHO, 2000.<br />
2. http://www.bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/penisilin<br />
3. McDermott W. Social ramifications of control of microbial diseases. Johns Hopkins Med J<br />
1982;151:302-12.<br />
4. Rolain JM, Abat C, Brouqui P, Raoult D. Worldwide decrease in methicillin-resistant Staphylococcus<br />
aureus: do we understand something? Clin Microbiol Infect 2015;21:515–7.<br />
5. Kraker ME, Davey PG, Grundmann H. Mortality and hospital stay associated with resistant<br />
Staphylococcus aureus and Escherichia coli bacteremia: estimating the burden of antibiotic resistance in<br />
Europe. PLoS Med 2011;8:e1001104.<br />
6. https://www.cdc.gov/drugresistance/threat-report-2013/pdf/ar-threats-2013-508.pdf<br />
Selin Cimok<br />
<strong>Kimya</strong>ger (Yüksek Lisans Mezunu)<br />
selincimok@hotmail.com
PROF. DR. YUSUF YAĞCI, BELÇİKA<br />
POLİMER DERNEĞİ ÖDÜLÜ’NÜ<br />
ALDI<br />
Polimer kimyası alanında yaptığı evrensel düzeydeki<br />
çalışmalarıyla tanınan İTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr.<br />
Yusuf Yağcı, Belçika Polimer Derneği Ödülü’nü aldı.<br />
Belçika Polimer Derneği tarafından verilen ödüle,<br />
bugüne kadar dünyanın çeşitli ülkelerinden 10 bilim<br />
insanı değer görüldü.<br />
Polimer kimyası alanında yaptığı evrensel<br />
düzeydeki çalışmalarıyla tanınan İstanbul Teknik<br />
Üniversitesi (İTÜ) Fen Edebiyat Fakültesi <strong>Kimya</strong><br />
Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yusuf Yağcı, Belçika<br />
Polimer Derneği Ödülü’nü Türkiye’den alan ilk<br />
bilim insanı oldu. İTÜ’den yapılan açıklamaya<br />
Ödül Almak Bir Sonuçtur<br />
Açıklamada konuyla ilgili görüşlerine yer verilen<br />
Prof. Dr. Yusuf Yağcı, ödülle ilgili şunları söyledi:<br />
“Bu ödül, Belçika Polimer Derneği tarafından iki<br />
yılda bir polimer bilimine uluslararası düzeyde önemli<br />
34<br />
göre, dünyanın saygın kuruluşlarının başında gelen<br />
Belçika Polimer Derneği, iki yılda bir polimer<br />
bilimine önemli katkılarda bulunan bilim adamlarını<br />
ödüllendiriyor. Bu yıl ödüle, İstanbul Teknik<br />
Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi <strong>Kimya</strong> Bölümü<br />
Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yusuf Yağcı değer görüldü.<br />
Prof. Dr. Yağcı, bu ödüle layık görülen ilk Türk<br />
bilim insanı oldu. Prof. Dr. Yusuf Yağcı’ya ödülü<br />
Blankenberge şehrinde düzenlenen Belçika Polimer<br />
Kongresi sırasında takdim edildi. Prof. Dr. Yağcı<br />
ödülünü, Derneğin Başkanı Agfa Araştırma Müdürü<br />
Dr. Dr Johan Loccufier ve derneğin ilk başkanlığını<br />
üstlenen Prof. Eric Goethals’ın elinden aldı.<br />
araştırmalar yapan ve Belçikalı polimer bilimcilerle<br />
iş birliği yapan bilim insanlarına veriliyor. Bugüne<br />
kadar sadece 9 bilim insanına verilen ödüle değer<br />
görülmekten dolayı son derece mutluyum. Ödül<br />
almak bir sonuçtur. Ödüle değer görülmek, başarılı
35<br />
işler yapabildiğimizin bir göstergesidir. Ödül, çok<br />
daha önemli işlerin ortaya çıkmasında teşvik edicidir.<br />
Polimer bilimine ve daha büyük ödüller alabilecek<br />
gençlerin yetişmesine katkıda bulunmaya devam<br />
edeceğim.”<br />
Dünyada Sadece 10 Bilim İnsanı Bu Ödüle Değer Görüldü<br />
Belçika Polimer Derneği tarafından verilen ödüle,<br />
bugüne kadar dünyanın çeşitli ülkelerinden 10 bilim<br />
insanı değer görüldü. ABD’den Prof. Craig Hawker,<br />
James L. Hedrick, Hollanda’dan Prof. Bert Meijer,<br />
Almanya’dan Prof. Christopher Barner Kowollik,<br />
Prof. Ullrich Schubert, Prof. Dr. Klaus Müllen ile<br />
Prof. Dr. Manfred Stamm, Polonya’dan Prof. Dr.<br />
Stanislaw Penczek, Japonya’dan Prof. Dr. Minura<br />
Matsuda ve Türkiye’den Prof. Dr. Yusuf Yağcı ödül<br />
alan isimler olarak tarihe isimlerini yazdırdı.
36<br />
ZARARSIZ ADSORBENT<br />
AKTİF KARBON<br />
Aktif karbon nedir ve nasıl arıtım sağlar?<br />
Aktif karbon büyük bir iç yüzey alanına ve oldukça<br />
gelişmiş gözenekli yapıya sahip karbonlu bir<br />
malzeme olarak tanımlanır. Su kirliliğini kontrol<br />
etmek amacıyla endüstride kullanılan en yaygın ve<br />
önemli adsorbenttir.<br />
Aktif karbon çeşitli hammaddelerden ve farklı<br />
aktivasyon işlemlerinden üretilebilir, bu nedenle<br />
birçok farklı alanda üretilebilecek çok yönlü bir ürün<br />
haline gelmiştir. En yaygın hammaddeler odun, odun<br />
Resim 1. Aktif Karbon<br />
kömürü, turba, linyit ve linyit kok kömürü ve sert<br />
kömürün yanı sıra hindistancevizi kabukları, talaş<br />
veya plastik artıklar gibi artık malzemelerdir. [1]<br />
Aktif karbon sahip olduğu geniş yüzey alanı ile<br />
sudaki istenmeyen maddeleri yüzeyinde tutarak<br />
sudan ayırıyor. Adsorpsiyon olarak adlandırdığımız<br />
bu süreç ile su kirliliklerden arındırılmış oluyor.<br />
Adsorpsiyon nedir ve adsorpsiyon türleri nelerdir?<br />
Resim 2. Adsorpsiyon
37<br />
Maddelerin katı bir yüzeyde toplanması ve<br />
toplanması olayına adsorpsiyon denir. Yüzeyde<br />
tutunan madde adsorba, maddeyi tutan yüzey<br />
ise adsorbent olarak adlandırılır. Adsorpsiyon,<br />
kuvvetlere bağlı olarak kimyasal adsorpsiyon,<br />
fiziksel adsorpsiyon ve iyonik adsorpsiyon olarak<br />
sınıflandırılabilir. Fiziksel adsorpsiyonda adsorbat,<br />
Neden aktif karbon?<br />
Aktif karbonlar kuvvetli adsorpsiyon kapasiteleri<br />
ve özellikleri nedeniyle yaygın olarak kullanılan<br />
adsorbenttir. Aktif karbonlarda adsorpsiyon<br />
genellikle yüksek gözenek hacimleri olan geniş yüzey<br />
alanı sebebiyle oluşur. Aktif karbonlar farklı türde<br />
gözeneklere sahiptir. Genişliği genellikle 2 nm den<br />
van der Walls kuvvetleri ile yüzeye bağlanır.<br />
<strong>Kimya</strong>sal adsorpsiyonda, yüzeyde tutunma<br />
fonksiyonel grupların kimyasal etkileşimi sonucunda<br />
gerçekleşir. İyonik adsorpsiyonda adsorbat<br />
elestrostatik çekim kuvvetlerinin etkisi ile yüzeye<br />
bağlanır. [2]<br />
küçük olanalar mikrogözenek, 50 nm den büyük<br />
olanalar makrogözenek olarak adlandırılır. Bunun<br />
yanında genişliği 2 nm ile 50 nm arasında değişen<br />
mezogözenekler de bulunur. Ayrıca sahip olduğu Van<br />
der Waals kuvvetleri nedeniyle seçici olmadıkları için<br />
çok çeşitli maddeleri adsorbe edebilirler. [3]<br />
Organik hammaddelerden aktif karbon üretimi nasıl gerçekleşir?<br />
Odun, talaş, turba veya hindistan cevizi kabukları<br />
gibi organik hammaddeler için bir ön karbonizasyon<br />
işlemi gereklidir. Ön karbonizasyon işlemi ile<br />
hammaddede bulunan selüloz yapılar karbonlu bir<br />
malzemeye dönüştürülür. <strong>Kimya</strong>sal aktivasyon olarak<br />
adlandırılan süreçle selüloz yapılar tahrip edilir..<br />
<strong>Kimya</strong>sal aktivasyon ürünleri tipik olarak düşük<br />
yoğunluklu ve düşük miktarda mikro gözenekli<br />
tozlardır. Bu nedenden dolayı, içme suyu arıtımında<br />
kullanılan aktif karbonların çoğu, fiziksel, termal<br />
veya gaz aktivasyonu olarak adlandırılan alternatif<br />
bir işlemle üretilir.<br />
Kömür veya kömür gibi karbonatlı malzemeler<br />
gaz aktivasyonunda hammadde olarak kullanılır.<br />
Karbonca zengin olan bu malzemeler belirli bir<br />
gözenekliğe sahiptir. Aktivasyon için ham madde,<br />
800 ° C - 1000 ° C gibi yükseltilmiş sıcaklılarda,<br />
karbondioksit, hava gibi bir aktivasyon gazı ile<br />
temas ettirilir. Aktivasyon gazı, gaz halinde ürünler<br />
oluşturmak için katı karbonla reaksiyona girer.<br />
Bunun sonucunda, mevcut gözenekler büyür ve<br />
kapalı gözenekler açılır. [1]<br />
Su atımında kullanılan aktif karbon türleri nelerdir?<br />
Aktif karbonu toz halinde aktif karbon, granül halde<br />
aktif karbon ve pelet halinde aktif karbon olarak<br />
gruplandırabiliriz. Karbonun kimyasal aktivasyonu<br />
sonucunda toz halinde aktif karbonlar elde edilir.<br />
Toz halinde aktif karbonlar su arıtımında en yaygın<br />
olarak kullanılan aktif karbon türüdür. Pelet ve<br />
granüler formda aktif karbonlar gaz aktivasyonu<br />
sonucu elde edilir ve atık su arıtma sistemlerinde<br />
kullanılmaktadır. [3]<br />
Resim 3. Toz aktif karbon<br />
Resim 4. Granüler aktif karbon<br />
Su arıtımında kullanılan en yaygın adsorpsiyon sistemi nedir?<br />
Ticari işlemlerde, adsorban genellikle sabit yataklı<br />
bir sütunda küçük parçacıklar halinde bulunur. Sabit<br />
yataklı bir kolon atık suyun aktif karbon ile temas<br />
halinde olmasını sağlar. Su genellikle bir akış hızında
38<br />
kolonun üst kısmından dolgulu yatak içinden geçirilir.<br />
Sabit yataklı kolonda, yüzeye tutunan madde<br />
adsorbon ile sürekli olarak temas halindedir ve<br />
böylece adsorpsiyon için adsorban ve yüzeye tutunan<br />
madde arasında gerekli konsantrasyon gradyanını<br />
sağlar. Kolon seri veya paralel olarak düzenlenebilir.<br />
[4]<br />
Kaynaklar<br />
[1] Worch, E. (2012). Adsorption Technology in Water Treatment: Fundamentals, Processes and Modeling.<br />
Dresden University of Technology<br />
[2] Demir, E., Yalçın, H., Adsorbentler: Sınıflandırma, Özellikler, Kullanım ve Öngörüler, 7 (2) (2014), 70-<br />
79<br />
[3] Suhas., Gupta. V.K., Carrott. P.J.M., Singh. R., Chaudhary. M., Kushwaha. S. (2016). Cellulose: A<br />
Review as Natural, Modified and Activated Carbon Adsorbent. Bioresource Technology, 216, 1066-1076.<br />
[4] Geankoplis, C.J. (2003). Transport processes and separation process principles: includes unit<br />
operations. 4th ed. Prentice-Hall International, Inc.<br />
Eda Akın<br />
<strong>Kimya</strong> Mühendisi (Lisans Öğrencisi)<br />
eda.akin.399@gmail.com
SON ZAMANLARDA ARTAN<br />
PARFÜM KULLANIMI OZON<br />
TABAKASINI ZORA SOKUYOR!<br />
Tahmin edersiniz ki doğanın en büyük düşmanı biz<br />
insanlar, ozon tabakasına da çeşitli zararlar vermeyi<br />
başardık. Bu noktada son zamanlarda artış gösteren<br />
kloroflorokarbonlar (CFC’ler) ozon tabakasını<br />
tehlikenin eşiğine sürüklüyor.<br />
Günlük yaşamımızın bir parçası olan ve açıkçası<br />
Peki Kloroflorokarbonlar Nedir?<br />
Kloroflorokarbon gazı, atmosfere parfümler ve<br />
deodorantlar sayesinde yayılır ve ozon ile tepkimeye<br />
girer. Ozon tabakasındaki ozon maddesiyle<br />
reaksiyona giren bu kimyasal madde, zamanla ozon<br />
tabakasının da aşınmasına sebep olur.<br />
Bilim insanları bu kimyasal maddenin özellikle Çin,<br />
Moğolistan ve Kore yarımadasından yayıldığına<br />
inandıkları için bu maddenin kullanımını da<br />
yasaklamışlardı. Ancak “yasaklar delinmek içindir”<br />
felsefesinden yola çıkılmış olacak ki madde, son<br />
zamanlarda olağanüstü bir artış gösterdi. Aslına<br />
bakarsanız duruma, 1980 yılından bu yana önlem<br />
alınmaya çalışılıyor. Tüm ülkelerde bu girişim<br />
uygulanmış olmasına karşın, muhtemelen işin içine<br />
hile karıştıran firmalardan dolayı, kimyasal madde<br />
2012 yılından beri %25 oranında artış gösterdi.<br />
Hepimiz için sorun teşkil eden bu artış,<br />
Colorado’daki ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer<br />
İdaresi’nde (NOAA) araştırmacı olan Dr. Stephen<br />
Montzka ve atmosferi izleyen meslektaşları<br />
tarafından tespit edildi. Konu hakkında konuşan<br />
Montzka, “27 yıldır bu işi yapıyorum ancak bu<br />
39<br />
kullanmadan da edemediğimiz parfüm, deodorant<br />
gibi kozmetik ürünler doğanın sonunu hazırlıyor.<br />
Öyle ki son zamanlarda büyük artış gösteren<br />
kloroflorokarbonlar’ın üretimi eğer durdurulmazsa,<br />
ozon tabakasının büyük tehlikeye gireceği ve geri<br />
kazanımının mümkün olmayacağı belirtildi.<br />
durum şimdiye kadar gördüğüm en şaşırtıcı şeydi.<br />
Meslek hayatım boyunca ilk defa bu denli şok oldum”<br />
ifadelerinde bulundu.<br />
“Ozon tabakası bizim için neden bu kadar önemli?”<br />
Derseniz, şöyle açıklayalım: Dünyanın ozon tabakası,<br />
güneşin ultraviyole radyasyonunun %99’unu emen<br />
ve gezegenin yüzeyini koruyan bir stratosferin<br />
bölgesidir. Bilim insanları yaptıkları araştırmalar<br />
sonrası, 20. Yüzyılda CFC emisyonlarının bu<br />
tabakada deliklere neden olduğunu keşfettiler ve<br />
bu deliğin oluşumu sonrasında, kutuplarda ısınma<br />
ve deniz seviyesi yükselme sorunları meydana çıktı.<br />
Antarktika üzerinde bulunan ve 11.5 milyon mil<br />
karelik bir alanı kaplayan bu ozon deliği, birçok<br />
canlının da yaşamını derinden etkiliyor.<br />
Anlayacağınız o ki, masum olduğunu düşündüğümüz<br />
bu kozmetik maddeleri aslında doğanın ve bizim<br />
sonumuzu hazırlıyor. Önlem alınmadığı takdir de,<br />
geri dönüşümü mümkün olmayan olaylara sebebiyet<br />
verebilecek bu sorunun şu aşamada hala düzeltilebilir<br />
olduğunu da söylemekte fayda var.
40<br />
KİMYA ENDÜSTRİSİNDE<br />
İŞ SAĞLIĞI VE GÜVENLİĞİ<br />
Her yıl birçok işçi, kimyasal maddelere maruz<br />
kaldığından dolayı yaralanmakta, hastalanmakta ve<br />
hatta ölmektedir. Bu olaylar, insanların acı çekmesine<br />
neden olmasının yanında üretim kaybına ve yüksek<br />
tıbbi maliyete de neden olmaktadır.<br />
İş performansı sağlık durumu, zihinsel esenlik ve<br />
güvenlik duygusu ile önemli ölçüde bağlantılıdır.<br />
İşverenler ve şirket yöneticileri, yasal ve diğer<br />
düzenlemelerin gerektirdiği asgari düzeyde iş<br />
güvenliği ve sağlık korumasını sağlamalıdırlar. İş<br />
Sağlığı ve Güvenliği yasal zorunluluklarını yerine<br />
getiren işletmeler, şirkete önemli ekonomik faydalar<br />
getirebileceğinin farkında olmalıdır.<br />
İş sağlığı ve güvenliği, insanların işten zarar<br />
görmelerini ya da hasta olmalarını önlemeye yönelik<br />
uygun önlemler alarak ve güvenli ve sağlıklı bir<br />
çalışma ortamı sağlamaya çalışır. Ölümcül iş kazaları,<br />
yaralanmalar, meslek kazaları ve meslek hastalıkları<br />
anlamına gelmektedir. Sağlık ve koruma yönetimi,<br />
işveren üzerinde, personelin yaşamı ve sağlık riskleri<br />
nedenlerini ortadan kaldırmak ve güvenli çalışma<br />
koşulları yaratmak amacıyla tedbirleri uygulamak için<br />
yükümlülük anlamına gelmektedir.<br />
Tehlikeli <strong>Kimya</strong>sal Maddeler (HCS- Hazardous Chemical<br />
Substances)<br />
Tehlikeli <strong>Kimya</strong>sal Maddeler Yönetmeliğine HCS<br />
(1995) göre; zehirli, zararlı, aşındırıcı, tahriş edici<br />
veya asfiksi (boğulmaya sebebiyet oksijensiz kalma<br />
durumu) madde veya bu maddelerin karışımları:<br />
<strong>Kimya</strong> Sektörlerinde Sağlık ve Güvenlik Riskleri<br />
Bir kimya endüstrisisinde kimyasal maddelerle<br />
çalışmak, aşağıdaki hastalık/ yaralanma vakalarına<br />
a) Mesleki maruziyet limiti belirtilir.<br />
b) Mesleki maruziyet limiti belirtilmez, ancak sağlık<br />
için bir tehlike oluşturur.<br />
neden olmak da dahil olmak üzere birçok riske yol<br />
açar.
41<br />
<strong>Kimya</strong>sal yanıklar<br />
• Astım<br />
• Alerjiler<br />
• Tahriş edici kontakt dermatit<br />
• Alerjik kontakt dermatit<br />
• Cilt enfeksiyonları<br />
• Cilt yaralanmaları<br />
• Cilt kanserleri<br />
• Diğer kanserler<br />
• Boğulma<br />
• Üreme sorunları<br />
• Ölüm<br />
<strong>Kimya</strong>sallarla ilgili tüm tehlikeler tanımlanmalıdır.<br />
<strong>Kimya</strong>salların risk değerlendirmesi<br />
Risk değerlendirmesi, işyerinde işçilere zarar<br />
verebilecek unsurların dikkatli bir şekilde<br />
incelenmesidir. İşyerindeki tüm riskler, kontrol<br />
tedbirlerinin uygulamaya konması için belirlenmeli ve<br />
değerlendirilmelidir.<br />
Risk değerlendirmesinin beş adımı:<br />
• Tehlikeler tanımlanır.<br />
• Kimin nasıl zarar görebileceği tespit edilir.<br />
• Riskleri değerlendirilir ve önlem alınır.<br />
• Bulgular kaydedilir ve uygulanır.<br />
• Risk Değerlendirmesi gözden geçirilir ve gerekirse<br />
güncellenir.<br />
Risk, kişinin tespit edilen tehlikelerden zarar görmesi<br />
muhtemel yüksek veya düşük ihtimaldir.<br />
Ancak bu ihtimalin ciddi olabileceği unutulmamalıdır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının KİMYASAL<br />
MADDELERLE ÇALIŞMALARDA SAĞLIK VE<br />
GÜVENLİK ÖNLEMLERİ HAKKINDA YÖNETMELİK ‘e<br />
göre;<br />
Mesleki Maruz Kalma Sınır Değeri: 8 saatlik sürede,<br />
çalışanların solunum bölgesindeki havada bulunan<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
Yaygın tehlikeli kimyasallar<br />
Aseton<br />
Manganez tetroksit<br />
Amonyak<br />
Metanol<br />
Arsin<br />
Dimetoksimetan<br />
Benzen<br />
Nikotin<br />
Benzoil peroksit<br />
Nitrik asit<br />
Berilyum<br />
Nitrometan<br />
Klorür<br />
Oksalonitril<br />
Kloroform<br />
Ozon<br />
Sikloheksen<br />
Feniletilen<br />
Dietilen glikol<br />
Pikrik asit<br />
Selenyum<br />
Formik asit<br />
Silika tozu<br />
Gliserol<br />
Sodyum fluoroasetat<br />
Heptakor<br />
Striknin<br />
42<br />
kimyasal madde konsantrasyonunun zaman ağırlıklı<br />
ortalamasının üst sınırını ifade etmektedir.<br />
Aksi belirtilmedikçe işyerinde kimyasal maddelere<br />
maruz kalan işçiler, sınır değerini aşan miktarda<br />
kimyasala maruz bırakılmamalıdır.<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
gazı<br />
o<br />
o<br />
o<br />
o<br />
Dimetil sülfat<br />
Piperidin<br />
Etanol<br />
Kinon<br />
Etil klorür<br />
Resorsinol<br />
Flor<br />
Sülfür monoklorür<br />
Heksilen glikol<br />
Tetrabromometan<br />
Hidrojen klorür<br />
Tetrametil pirofosfat<br />
İyot<br />
Tetril<br />
Demir oksit<br />
Toluen<br />
İzoforon<br />
Vunil asetat<br />
Keten<br />
Ksilen<br />
Sıvılaştırılmış petrol<br />
Yitriyum<br />
Lityum hidroksit<br />
Zirkonyum bileşikleri<br />
Glutaraldehit
43<br />
<strong>Kimya</strong>sal sektöründe çalışan işçilerin tehlikeli<br />
kimyasallara maruz kalması kimyasalla kirlenmiş<br />
<strong>Kimya</strong>salların neden olduğu kontakt dermatit<br />
Kontakt dermatit, geniş bir malzeme yelpazesi ile<br />
temasın neden olduğu deri iltihabıdır. Yaygın olarak<br />
işyerinde temas edilen, kimyasal maddelerden<br />
kaynaklanır. <strong>Kimya</strong>sallardan en çok eller etkilenir.<br />
Kontakt dermatitin şiddeti birçok faktöre bağlıdır:<br />
• Tehlikeli maddelerin özellikleri<br />
• Tehlikeli madde konsantrasyonu<br />
yüzeylerle doğrudan temas, aerosol birikimi,<br />
daldırma ve sıçrama yollarıyla olabilmektedir.<br />
• Tehlikeli maddeye maruz kalma süresi ve sıklığı<br />
• Çevresel faktörler (sıcaklık, nem)<br />
• Cildin durumu (hasarlı cilt, kuru veya ıslak).<br />
<strong>Kimya</strong>sallarla temastan kaçınmak kontakt dermatit<br />
oluşumunu engeller.<br />
<strong>Kimya</strong>salların ciltle temasından kaçınmak için aşağıdaki yöntemler uygulanmalıdır:<br />
* Tehlikeli bir malzemeyi daha güvenli bir alternatifle<br />
değiştirin<br />
* Süreci otomatikleştirin<br />
* <strong>Kimya</strong>salların mekanik araçlarla alınmasını sağlayın<br />
* Malzemeleri doğrudan elle kullanmayın<br />
* Güvenli bir çalışma mesafesi gözlemleyin.<br />
Temas önlenemezse, cildin korunması için;<br />
• İşçileri işyerinde kullandıkları kimyasalların riskleri<br />
konusunda eğitilmeli<br />
• İyi bir kişisel hijyen sağlanmalı<br />
• Sabun ve kurutma tesisleri dahil çamaşır yıkama<br />
olanakları sağlanmalı<br />
• Uygun koruyucu ekipman (eldivenler, önlükler)<br />
sağlanmalı<br />
• Çalışanlar koruyucu ekipmanın doğru kullanımı<br />
konusunda eğitilmeli<br />
• Gerektiğinde koruyucu ekipmanlar yenisiyle<br />
değiştirilmeli<br />
<strong>Kimya</strong>sallar etiketsiz<br />
depolanmamalıdır
44<br />
Bir işveren, çalışanının aşağıdaki konularda yeterli<br />
eğitime sahip olmasını sağlamalıdır:<br />
• Tehlikeli kimyasal maddeler için ilgili<br />
yönetmeliklerin içeriği<br />
• <strong>Kimya</strong>sallara maruziyete neden olan potansiyel<br />
kaynak<br />
• Maruz kalma nedeniyle sağlığa yönelik ortaya<br />
çıkabilecek potansiyel riskler<br />
• <strong>Kimya</strong>sala maruz kalmanın üreme yeteneğine<br />
potansiyel zararlı etkisi<br />
• İşveren tarafından, çalışanları maruz kalma riskine<br />
karşı korumak için alınan önlemler<br />
• Bir çalışanın kendini sağlığını tehdit edici risklere<br />
karşı korumak için alması gereken önlemler<br />
• Doğru kullanım, güvenlik ekipmanlarının,<br />
tesislerinin ve mühendislik kontrollerinin bakımı<br />
• İşyerinde iyi temizliğin önemi ve kişisel hijyen<br />
• Güvenli çalışma prosedürleri<br />
• Dökülme veya sızıntı durumunda izlenecek<br />
prosedürler<br />
Tehlikeli kimyasal maddelerin etiketlenmesi<br />
* Tüm kimyasal kaplar uygun şekilde tanımlanmalı,<br />
sınıflandırılmalı ve miktarına uygun ebattaki<br />
konteynırlarda depolanmalıdır.<br />
* Konteynırın içeriğiyle ilgili bilgi açıkça<br />
belirtilmelidir.<br />
İşyerinde kullanılan tüm kimyasallarda bulunması<br />
gereken bilgiler:<br />
* Ürün tanımı<br />
* Şirket kimliği<br />
* Bileşim / içerikler hakkında bilgi<br />
* Tehlike tanımı<br />
* İlkyardım tedbirleri<br />
* Yangınla mücadele tedbirleri<br />
* Kazalara karşı alınacak önlemler<br />
* Taşıma ve depolama<br />
* Maruziyet kontrolü / kişisel koruma<br />
* Fiziksel ve kimyasal özellikler<br />
* Kararlılık ve reaktivite<br />
* Toksikolojik bilgiler<br />
* Ekolojik bilgi<br />
* Atık tedbirleri<br />
* Taşıma bilgileri<br />
* Yasal mevzuatlara uygun kayıt bilgileri<br />
<strong>Kimya</strong>salları depolamak için bilinmesi gerekenler<br />
• <strong>Kimya</strong>sallar, kapatılabilen bir dolap içinde kazalara<br />
ve kimyasal dökülmelere karşı korumalı sağlam bir<br />
rafa yerleştirerek depolanmalıdır.<br />
• Depo rafları duvara ve zemine sabitlenmelidir.<br />
• Tüm depolama alanlarının kilitli kapaklara sahip<br />
olduğundan emin olunmalıdır.<br />
• Depolanan kimyasal içeriğinin ne olduğunu<br />
bilinmeli ve alfabetik bir liste tutulmalıdır.<br />
• <strong>Kimya</strong>sal depolama alanları kalifiye personelin<br />
denetiminde olmalıdır.<br />
• Depolama alanlarını yeterince havalandırılmalıdır.<br />
• Depolama ve kullanım sırasında farklı kimyasal<br />
türlerini ayrılmalıdır.<br />
• Yanıcı maddeler, özel yanıcı sıvı saklama dolabında<br />
saklanmalıdır.<br />
• Yüksek raflara ağır malzemeler, sıvı kimyasallar ve<br />
büyük kaplar koyulmamalıdır.<br />
• <strong>Kimya</strong>sallar, geçici olarak depolanmamalıdır.<br />
• <strong>Kimya</strong>sallar göz seviyesinin üstünde yer alan<br />
raflarda saklanmamalıdır.<br />
• <strong>Kimya</strong>sallar, yiyecek ve içecek ile saklanmamalıdır.<br />
• Depolanan kimyasallar doğrudan ısıya veya<br />
güneş ışığına, yüksek değişken sıcaklıklara maruz<br />
bırakılmamalıdır.<br />
• <strong>Kimya</strong>sal depolama için asla yiyecek kapları<br />
kullanılmamalıdır.<br />
• Tüm kapların düzgün şekilde kapanabildiğinden<br />
emin olunmalıdır.<br />
• Boş konteynırlar uygun şekilde atılmalıdır.
45<br />
Kaynaklar<br />
1. Health and Safety in the Chemical Industry (www.labour.gov.za)<br />
2. Occupational Health Hazards Due to Exposure in Chemical Industries, Mines & Environment Indian<br />
Institute of Toxicology Research.<br />
3. M. Bednarikova and J. Hyrslova, 2008. The importance and management of occupational health and<br />
safety in chemical industry enterprises. Human Resources Management & Ergonomics.<br />
Nur Sabuncu<br />
<strong>Kimya</strong>ger (Yüksek Lisans Mezunu)<br />
nur_sabuncu@hotmail.com
BİR LİSE ÖĞRENCİSİNİN KARBON<br />
ELEMENTİYLE İLGİLİ YAPTIĞI<br />
TARİHİ KEŞİF!<br />
Fotoğraf : George Wang ve Dr. Rahman<br />
<strong>Kimya</strong>ya az da olsa ilginiz varsa, karbon elementinin<br />
evrendeki en yaygın element olduğunu ve aynı<br />
anda sadece 4 bağ kurabildiğini bilirsiniz. ABD’nin<br />
Oklohoma eyaletindeki bir lise öğrencisiyse karbon<br />
elementinin 7 bağ kurabildiğini keşfetti. Evet, bir lise<br />
öğrencisi.<br />
Tüm evrende en yaygın olan element karbon<br />
elementidir. Karbon, aynı zamanda dünyadaki<br />
yaşamın kaynağıdır. <strong>Kimya</strong>sal açıdan temel olarak<br />
genellikle aynı anda en fazla 4 bağ kurabildiği bilinir.<br />
Bilimsel çalışmalarda bu gözlem üzerine ilerleme<br />
kaydedilir.<br />
Liselerde verilen kimya dersleri, karbon elementinin<br />
pek çok temel özelliği hakkında bilgi sahibi<br />
olmamızı sağlıyor. Karbonun dış yörügesinde 4 adet<br />
46<br />
elektronun eksik olduğunu ve bu nedenle 4 bağ<br />
kuran bir element yapısında olduğunu biliyoruz. Bu<br />
yetenek, karbonun biyolojik açıdan çok yetenekli<br />
olmasını da beraberinde getiriyor. Hatta bu 4 bağ,<br />
temel yapı taşımız olan DNA’lardan alkole, elmastan<br />
kömüre kadar pek çok şekilde ve yerde kuruluyor.<br />
Nitekim karbonun bütün hikayesi bununla sınırlı<br />
değil, daha fazlası var.<br />
Bazı durumlarda karbon elementinin 4’ten fazla<br />
bağ kurabildiği biliniyor. Bu durumlarda söz konusu<br />
karbon taneciği hiperkarbon olarak adlandırılıyor.<br />
1950’li yıllarda yapılan çalışmalarda, aynı anda 5 bağ<br />
kurabilen karbon elementleri olduğu söyleniyordu.<br />
2016’da Almanya’daki bir ekip, teknolojinin<br />
de gelişmesiyle hiperkarbonun yapısını ortaya<br />
koymuştu. Ekip karbonun kurabildiği bağ limitinin
47<br />
6 olduğunu kanıtlamıştı. Bu çalışma ise daha büyük<br />
bir keşfin kapısını araladı, hem de lise öğrencisi<br />
tarafından yapılacak bir keşfin.<br />
ABD’nin Oklohoma eyaletindeki Oklohoma Bilim<br />
ve Matematik Lisesi’nde kimya öğretmeni olan<br />
Fazlur Rahman, öğrencilerine karbon hakkında<br />
bir konferans vermek için hazırlanıyordu. Onları<br />
karbonun 6’dan daha fazla bağ kurabileceği yönünde<br />
düşünmeye ve çalışmaya davet etmek istiyordu.<br />
2016 yılında yapılan araştırma ise en büyük dayanak<br />
noktası olmuştu.<br />
Rahman’ın öğrencisi George Wang, hayal etmekten<br />
de öteye gitti. Karbon için 6 bağın bir sınır<br />
olmadığını kanıtladı, aynı anda 7 bağ kuran bir<br />
karbon elementi elde etti.<br />
Öğretmeni Rahman, Wang’in hesaplamalarını kontrol<br />
etmek istedi. Hocasının da desteğiyle Wang’in<br />
çalışması sadece 7 bağ kuran karbon elementinin<br />
varlığını kanıtlamakla kalmadı, bağlı olan iki<br />
elementin de kararsız bir yapıya büründüklerini<br />
ortaya çıkarttı. Hoca ve öğrencisinin çalışması bilim<br />
dünyasında şok etkisi yarattı ve akademik dergilerde<br />
yayınlandı.<br />
George Wang ve öğretmeni, aşağıdaki şekilde<br />
bir karbonun piramit forma sahip bağ şeklini<br />
oluşturacağını gösterdi:<br />
Tabanda yer alan altıgen bağın üzerinde üçgenlerle<br />
kurulmuş zirve noktasındaki 7. bağ, çığır açıcı bir<br />
keşif olarak lanse ediliyor. Ayrıca her bir karbon bir<br />
hidrojen atomuyla bağ kurduğu için sonuç garanti<br />
altına alınıyor.<br />
Uzmanlara göre bu kanıtlar ve söz konusu<br />
çalışmayla ortaya çıkan bağ yapısı, organik kimyada<br />
yeni yaklaşımlara yol açabilir. Hidrojen depolama<br />
sistemleri, halihazırla uygulanırlığı olan önemli bir<br />
çalışma alanıdır. Çalışmanın işe yarayacağı diğer<br />
alanları da önümüzdeki yıllarda göreceğiz.
48<br />
ATHENA EFSANELERİ<br />
ÖRÜMCEK VENOM PEPTİDLERİ VE ETKİLERİ<br />
Daha önceki yazılarımızda örümcek vücut<br />
renklenmesinin ve ağ yapısının biyokimyasal<br />
durumlarından bahsetmiştik. Dergimizin bu sayısında<br />
ise örümcek zehir bileşiminden ve etkilerinden<br />
Athena Efsaneleri: Arachne<br />
Athena Arachne'nin kibrinden<br />
haberdardı ancak umursamaya<br />
tenezzül etmemişti. Lakin<br />
ölümlü bir kızın tanrıçadan üstün<br />
olduğunu iddia ettiğini duyunca<br />
onu cezalandırmaya ant içti.<br />
Böylece parlayan zırhını ve uzun<br />
mızrağını bir kenara bırakıp<br />
yaşlı bir kadın kılığında dünyaya<br />
indi. Arachne'yi kapının önüne<br />
oturmuş dokuma yaparken<br />
buldu. Kızın el işçiliğine göz<br />
atmak için durduğunda Athena<br />
bile dokumaların güzelliğini<br />
itiraf etmek zorunda kaldı. Çok<br />
geçmeden Arachne becerisiyle<br />
övünmeye başladı ve sözde yaşlı<br />
kadına bir gün Athena'ya meyden<br />
okumayı umut ettiğinden bahsetti.<br />
Yaşlı kadın, Arachne'nin cüretkâr<br />
sözleri karşısında hayrete düştü<br />
ve ondan daha mütevazı olmasını<br />
ve bu kadar ileri gitmemesini rica<br />
etti. Fakat Arachne başını şöyle bir<br />
kaldırıp kahkaha attı ve tanrıçanın<br />
bu sözleri işitip meydan okumasını<br />
kabul etmesini dilediğini söyledi.<br />
Bu haddini bilmez sözler<br />
karşısında Athena öfkesine hakim<br />
olamadı ve büründüğü kılıktan<br />
sıyrılarak hayretler içerisindeki<br />
kıza gidip iki dokuma tezgahı<br />
getirmesini ve kapının önüne<br />
kurmasını emretti. Saatler<br />
boyu her biri çıt çıkarmadan<br />
becerikli parmaklarıyla dokuma<br />
üzerine zarif figürler işleyerek<br />
çalıştı; hiçbiri rakibinin ne kadar<br />
ilerlediğine bakmak için başını<br />
çevirmedi. Son düğüm de atılıp<br />
dokumalar tamamlandığında,<br />
Arachne tedirginlikle tanrıçanın<br />
tezgâhına baktı, kendi<br />
başarısızlığını görmesi için tek<br />
bir bakış yeterli olmuştu. Ömrü<br />
boyunca böyle kusursuz bir<br />
işçilik görmemişti. Yenilgiyle<br />
küçük düşen ve öncesinde kibirli<br />
sözlerine şahit olanların alaylarıyla<br />
gururu incinen mutsuz genç kız<br />
bahsedeceğiz. Ancak zehir biyokimyasına girmeden<br />
önce bilimsel adı Arachnida olan Örümceğimsilerin<br />
Yunan Mitolojisinde nasıl bahsi geçtiğini anlatmak<br />
istiyorum.<br />
Dokumadaki becerisiyle övünen “Arachne” adlı<br />
bir genç kız yaşardı dünyada, dünyanın hiçbir<br />
yerinde dengi olmadığıyla böbürlenirdi. Birileri<br />
ne zaman onunla konuşsa, her vakit yalnız bu<br />
becerisinden söz ederdi. Ne zaman ki bir yabancı<br />
dinlenmek üzere kapısının önünde dursa hemen<br />
ona dokumalarını gösterir ve seyahati boyunca<br />
daha iyisine rastlayıp rastlamadığını sorardı. Çok<br />
geçmeden kendisini bu söylediklerine o kadar<br />
inandırdı ki kendini tanrıça Athena ile mukayese<br />
etmek gafletine düştü. Bu gözü karalığı karşısında<br />
ürken ve bunların Athena'nın kulağına gitmesinden<br />
endişelenen dostları kibrine kapılmaması için ona<br />
yalvardı. Fakat Arachne gözünü daha da karartıp<br />
tanrıçaya meydan okumaktan çekinmeyeceğini<br />
açıkça dile getirdi. Bu sözleri Apollon'un kuzgunu<br />
işitti ve derhal duyup gördüklerini anlatmak için<br />
Olympos'a uçtu.<br />
kendini asmayı denedi. Fakat<br />
Athena dünyanın bir tanrıçaya<br />
meydan okumaya cüret eden<br />
faniyi kolayca unutmasına izin<br />
veremezdi, bu yüzden Arachne'nin<br />
ipin ucunda sallanan vücudunu<br />
gördüğünde derhal onu bir<br />
örümceğe çevirerek yaşadığı<br />
sürece ağ örmesini buyurdu.<br />
Böylece dokumadaki becerisi tüm<br />
ülkede duyulan genç kızı görmek<br />
için ülkenin her yerinden gelen<br />
yabancılar orada tozlu ağların<br />
arasında asılı duran çirkin, siyah<br />
bir örümcekle karşılaştı. (1)
49<br />
Yunan mitolojisinin, Athena efsanelerinde yerini alan<br />
örümcekler, Arthropoda filumunun Arachnida sınıfı içinde<br />
18.06.2018 World Spider Catalog verilerine göre 117<br />
familya, 4089 cins ve 47553 tür ile temsil edilmektedir.<br />
(2)<br />
Yunan mitolojisini bir kenara bırakacak olursak, dünyada<br />
karbonifer periyodundan 300 milyon yıl öncesine ait fosil<br />
kayıtları olan ve bilinen en eski gruptur. Örümceklerin<br />
avlarını yakalamalarında ağ yapılarının dışında zehirli<br />
bir ısırma aygıtında sahiptirler. Örümceklerde zehirli<br />
örneklerin dışında Uloboridae, Holarchaeidae ve<br />
Liphistiidae gibi zehirsiz olan familyalarda yer almaktadır.<br />
Örümcek venomları protein, peptid, enzim,<br />
poliamin nörotoksin, nükleik asit, serbest aminoasit,<br />
monaminler ve inorganik tuzlardan oluşan aktif ve<br />
inaktif olan bir karışımdır. Biyolojik aktiviteye ise<br />
peptid ve protein bileşenlerinin sahip olduğu ileri<br />
sürülmektedir. Örümcek venomlarında ayrıştırılan<br />
peptidler nörotoksik ve nekrotik olmanın yanı<br />
sıra insektidal ve antibakteriyaldir(3). Yapılan<br />
çalışmalarda üç farklı aktif kimyasal madde<br />
grubu ayrılmıştır: 1) glutamik asit reseptörleriyle<br />
etkileşim gösteren nöromusküler (sinir- kas)<br />
geçişin engellenmesine sebep olan poliamin<br />
benzeri toksinler, 2) membranlara ait iyon kanal<br />
ve reseptörlerini etkilemek için pre- ya da postsinaptik<br />
olarak iş gören düşük molekül ağırlıklı<br />
Nörotoksin zehiri<br />
protein ve peptidlerin bir grubu, 3) özel presinaptik<br />
reseptörlerle etkileşim gösteren yüksek molekül<br />
ağırlıklı nörotoksinler (4,5).<br />
Nörotoksinler, genel olarak hem omurgasız hem<br />
de omurgalı sinir sistemini etkileyen zehirlerdir.<br />
Birçok örümcek, avları olan böcekleri yakalayıp<br />
felç ettiğinden zehirlerinde nöroaktif maddelerin<br />
bulunması doğaldır. Nörotoksik zehirler iki özel<br />
grupta incelenmektedir: Birinci grup, hücre zarındaki<br />
kanalları açar ve elektrolitlerin serbest geçişine<br />
imkân verir. İkinci grup ise, kanalları kapatır ve<br />
elektrolitlerin geçişini engeller (6) (12).<br />
Latrodectus zehiri (<br />
latrotoksin) asetilkolinin<br />
salgılanmasına yol açar<br />
ve kas kramplarına sebep<br />
olur. Solunum ve hareketin<br />
durmasına sebep olur.<br />
Hexathelidae ve Missulena<br />
Zehiri: sodyum kanallarının<br />
açarak aşırı nöral<br />
hiperaktiviteye sebep olur.<br />
Phoneutria Zehiri: güçlü bir<br />
nörotoksindir. Çeşitli iyon<br />
kanallarına bozar, yüksek<br />
miktarlarda serotonin içermesi<br />
sebebiyle ağrılı yaralara sebep<br />
olur.<br />
Nekrotoksinler, zehirlenmenin olduğu bölgede<br />
doku nekrozunu uyaran örümcek toksinleri olarak<br />
tanımlanmaktadır. Bu hasarlar ülser ya da daha<br />
yoğun doku tahribatı şeklinde olmaktadır.
50<br />
Nekrotik Zehir<br />
Loxosceles sp. Sicarius sp. Tegenaria agrestis<br />
Loxosceles ve Sicarius cinslerinde sfingomyelinaz D<br />
içeren toksinler bulunur. Bu gruptaki örümceklerin<br />
sebep olduğu ısırıklar küçük lokal yaralardan,<br />
ciddi dermonekrotik lezyonlara, ve hatta böbrek<br />
yetmezliğine götürebilir.<br />
Sicariidae örümceği ısırıklarında sistemik etki<br />
olmazken ciddi yumuşak dokuda nekrotizan ülser<br />
oluşabilir. Yaraları geç iyileşir ve derin yara izi<br />
bırakır. Hatta doku kangrene dönüşebilir. Isırıklar<br />
genellikle 2-8 saat sonrasında acılı ve kaşıntılı bir<br />
hale gelir, acı ve diğer lokal etkiler 12-36 saat sonra<br />
daha kötü bir hale gelir ve birkaç gün sonrasında<br />
ise 25 cm boyutlarına varan nekroz gelişir. Nadiren<br />
de hemoliz, trombositopeni ve yaygın damariçi<br />
pıhtılaşması gibi daha şiddetli semptomlar meydana<br />
gelebilir.<br />
Loxosceles reclusa ve bunun akrabası olan Günay<br />
Amerika türleri L. laeta ve L. intermedia ısırkları<br />
sonucunda ölümler meydana geldiği bildirilmiştir.<br />
Tegenaria agrestis ve Cheiracanthium sp. gibi<br />
örümcekler de nekrotik ısırıklarla ilişkilendirilmiştir.<br />
Ama Loxosceles ısırıkları gibi ciddi semptomları<br />
göstermemektedir.<br />
Bazı Örümcek Türlerinin Klinik Özellikleri ve Lokal Reaksiyon<br />
Sistemik Bulguları<br />
Loxosceles Cinsi<br />
Loxosceles laeta<br />
* Isırık başlangıçta ağrısızdır.<br />
* En sık bulgu birkaç günden birkaç haftaya kadar<br />
az ya da hiç yara izi oluşturmadan iyileşen hafif ve<br />
sağlam eritematöz lezyondur.<br />
* Bazen, ısırıktan birkaç saat sonra eritemin takip<br />
ettiği hafif ila şiddetli ağrı ve 24 saat içinde kabarcık<br />
oluşur.<br />
* Nekrotik lezyonlar 3 - 4 günde gelişir, ilk hafta<br />
sonunda skar gelişir.<br />
* Sistemik etkileri nadirdir, daha sıklıkla çocuklarda<br />
görülür, ve tipik olarak ısırıktan sonra 24-72 saatte<br />
görülür.<br />
* Bulantı, kusma, ateş, titrem e, artralji, hemoliz,<br />
trombositopeni, hem oglobinüri, ve böbrek<br />
yetmezliği görülebilir.<br />
* Yaygın damar içi pıhtılaşma ve ölüm nadir<br />
komplikasyonlardır. (7,8)
Tegenaria Cinsi<br />
T e g e n a r i a a g r e s t i s<br />
* İlk ısırık genellikle ağrısızdır.<br />
* Endurasyon etrafını çevreleyen eritem ile birlikte<br />
başlangıçta oluşabilir.<br />
* Kabarcık, rüptür ve nekroz izler. İyileşme 45<br />
gün kadar uzun sürebilir ve kalıcı skar oluşumu<br />
görülebilir.<br />
* Baş ağrısı en sık rastlanan sistemik belirtidir.<br />
Latrodectus Cinsi<br />
Sülfatlanmış nükleozidler<br />
* Bulantı, kusma ve yorgunluk da oluşabilir.<br />
* Aplastik anemi ve ölüm nadir bir komplikasyondur.<br />
(7,9)<br />
Latrodectus mactans<br />
Latrotoxin eyleminin çeşitli mekanizmaları ve tetramer yapısı<br />
* Lokal iğne batması hissi hemen her zaman<br />
hissedilir.<br />
* Anında hafif ağrı oluşur.<br />
* Ağrı tüm ekstremiteye hızlı bir şekilde yayılabilir.<br />
* Eritem ısırıktan yaklaşık 20 ila <strong>60</strong> dakika sonra<br />
görünür hale gelir. Eritem 1 ila 2 cm çapındaki target<br />
lezyona dönüşür.<br />
* Büyük kas gruplarında kas krampı benzeri<br />
kasılmalar ortaya çıkar.<br />
51<br />
* Kramplı ekstremitenin muayenesinde nadiren<br />
katılık saptanır.<br />
* Ağrı artar ve gövde, sırt ve karnı içerecek şekilde<br />
yaygınlaşır.<br />
* Ağrı 24 saat veya daha uzun sürer ve aralıklı<br />
olabilir.<br />
* Şiddetli hipertansiyon oluşabilir. (7,10,11)
52<br />
Phoneutria Cinsi<br />
Phoneutria fera<br />
* Şiddetli lokal ağrı hissedilir.<br />
* Sempatik uyarı: taşikardi, hipertansiyon.<br />
* Parasempatik hiperaktivite: bulantı, kusma, terleme, salivasyon.<br />
* Spinal kord bozukluğu: priapizm.<br />
* Santral sinir sistemi etkileri: baş dönmesi, görme değişiklikleri.<br />
* Solunum yetmezliğine bağlı ölüm 2 ila 6 saatte görülebilir.<br />
Atrax Cinsi<br />
Atrax sp.<br />
* Lokal ağrı hissedilir.<br />
* Eritem çevresinde kabarıklık görülür.<br />
* Lokalize terleme ve piloereksiyon oluşur.<br />
* Perioral paresteziler.<br />
* Parasempatik hiperaktivite: bulantı, kusma,<br />
terleme, tukuruk, gözyaşı,bronkore.<br />
* Nöromüsküler stimülasyon: kas fasikülasyonu,<br />
titrem e, spazm, zayıflık.<br />
* Santral sinir sistemi toksisitesi: bilinç düzeyi<br />
değişikliği.<br />
* Ölüm kardiyak arrest, hipotansiyon ya da akciğer<br />
yetmezliğine bağlı görülebilir.<br />
Kaynaklar<br />
(1) http://www.dogatarihi.net/arachne/<br />
(2) https://wsc.nmbe.ch/statistics/<br />
(3) Jackson H and Usherwood , 1988. Spider Toxins As Tools For Dissecting Element of Excitatory Amino<br />
Acid Transmission. T I N S, Vol. 11, No. 6, pp. 278-283.<br />
(4) Rash, L.D., Hodgson, W. C. 2002. Pharmacology and Biochemistry of Spider Venoms. Toxicon, 40,<br />
225-254.
53<br />
(5) Ori, M., and Ikeda, H., Spider Venoms and Spiders Toxins. J. Toxicol.-Toxin Reviews, 17(3), 405-426,<br />
1998.<br />
(6) Anderson P C, 1990. Venoms: Important Opportunities in Research. Int. J. Dermatol, 29(6), 411-412.<br />
(7) http://aciltıp.com/orumcek-isirigi<br />
(8) http://bioweb.uwlax.edu/bio203/s2013/kosch_matt/gallery.htm<br />
(9) FC Schroeder, AE Taggi, M Gronquist… - Proceedings of the …, 2008 - National Acad Sciences , NMRspectroscopic<br />
screening of spider venom reveals sulfated nucleosides as major components for the brown<br />
recluse and related species<br />
(10) https://sites.google.com/site/widowman10/venom<br />
(11) https://www.researchgate.net/figure/Diverse-mechanisms-of-a-LTX-action-Right-Ca-2-is-present-inthe-medium-The-path_fig6_5784706<br />
(12) Orlab On-Line Mikrobiyoloji <strong>Dergisi</strong> Yıl: 2003 Cilt: 01 Sayı: 03 Sayfa: 1-9 www.mikrobiyoloji.org/<br />
pdf/702030301.pdf , Yigit N. ,Örümcek Zehirlerinin Antimikrobiyal Aktivitesi<br />
Hayri Koru<br />
Biyolog (Yüksek Lisans Öğrencisi)<br />
koruhayri@gmail.com
54<br />
İSTANBUL TEKNİK<br />
ÜNİVERSİTESİ'NDEN BEL<br />
AĞRILARINA HİBRİT HİDROJEL<br />
Çağın en önemli sağlık problemlerinden biri olan<br />
bel ağrılarına İstanbul Teknik Üniversitesi <strong>Kimya</strong><br />
Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Oğuz Okay ve<br />
ekibi, geliştirdiği hibrit hidrojel ürünle çare olacak.<br />
"Farklı <strong>Kimya</strong>sal ve Mekanik Özellikte Bölgeler<br />
İçeren Biyouyumlu Hidrojel Tasarımları" başlıklı<br />
proje kapsamında, bel ağrısı probleminin çözümüne<br />
yönelik ileri teknoloji malzemesi yeni ürün geliştirildi.<br />
Okay, İstanbul Boğazı'nın alttan akan yüksek tuzlu<br />
Akdeniz, üstten akan az tuzlu Karadeniz suyunun<br />
İçi Yumuşak Dışı Sert Malzemeler Ürettiler<br />
İTÜ'lü Profesör Oğuz Okay ve ekibi, İstanbul<br />
Boğazı'ndan esinlenerek dünyada sık görülen bel<br />
ağrısını gidermek için doğal IVD'ye eşdeğer mekanik<br />
bel ağrısı çözümüne ilham olduğunu söyledi.<br />
TÜBİTAK ARDEB tarafından desteklenen projenin<br />
tamamlandığını ve şu an test aşamasında olduğunu<br />
dile getiren Prof. Dr. Okay, doktora öğrencisi Aslıhan<br />
Argun ve Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd.<br />
Doç. Dr. Ümit Gülyüz tarafından yayına gönderilen<br />
çalışma sonuçlarının Amerikan <strong>Kimya</strong> Derneği'nin<br />
saygın bilimsel dergisi "Macromolecules"de basım<br />
aşamasında olduğunu söyledi.<br />
özelliklere sahip, içi yumuşak ve dışı sert hibrit<br />
hidrojel malzemeler geliştirdi.
REKLAM<br />
İÇİN<br />
reklam@inovatifkimyadergisi.com<br />
BİNLERCE KİŞİNİN OKUDUĞU DERGİMİZE<br />
ONBİNLERCE KİŞİNİN ZİYARET ETTİĞİ WEB SİTEMİZE<br />
REKLAM VERİN<br />
BİNLERCE KİŞİYE ULAŞIN
Karışmaz<br />
Gökkuşağı<br />
Bu kimyasal gökkuşağını hazırlamak için dikkatli planlama ve teknik<br />
gerekmektedir.Yoğunluk ve karışabilirlik hakkında bilgi edinmek için, farklı<br />
yoğunluklara sahip boyalı çözücü katmanları bir araya getirilerek bu renkli<br />
görüntü elde edilir.Görüntüde Atlanta silüetinin önündeki tüpün resmi<br />
çıkarılmıştır. Kullanılan çözücüler yukarıdan aşağıya doğru (yoğunluk sıralamasına<br />
göre) şu şekildedir: Etil asetat, Deiyonize su (iyonsuzlaştırılmış su)<br />
1:1 Etil asetat: Diklorobenzen, Seyreltik sulu kalsiyum klorür,Diklorbenzen,<br />
Konsantrasyonlu sulu kalsiyum klorür<br />
Zeliş Girgin