11.07.2016 Views

writing_womans_lives_symposium_paper_book_v2

writing_womans_lives_symposium_paper_book_v2

writing_womans_lives_symposium_paper_book_v2

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

akrabalarına geleceklerini bildirememeleri ve bunu ancak sınırı geçtikten sonra gerçekleştirebilmeleri,<br />

devletten umdukları organizasyonu bulamadıklarında göçmenlerin yardım ve misafirperverlik<br />

umdukları yakınlarıyla da temasa geçememesine sebep oluyor. Anlatılanlar, göçmenlerin akrabaları<br />

ve tanıdıklarına karşı ister istemez bir beklenti içinde olduklarını gösteriyor, kimi zaman barınak ve<br />

maddi yardım, kimi zamansa yol yordam gösterilmesi, bilgi paylaşılması gibi, özellikle azınlık ve<br />

göçmen grupları içerisinde yaygın olarak görülen “dayanışma” emareleri olarak bir yardımlaşma ve<br />

belki “misafirperverlik” beklentisi içine girildiği seziliyor. Ayşe, göçten sonra, “yeterince yardım<br />

edilmediği” gerekçesiyle birbirine küsen birçok aile tanıdığını, ancak kendisinin kimseye küsmediğini,<br />

çünkü diğerlerinin de şartlarının iyi olmadığını bildiğini söylüyor, ama kirayı ödemeden “kaçtıkları”<br />

için erkek kardeşinin kızı ve ailesine olan kızgınlığı uzun süre devam etmiş, “onların ihtiyacı vardı da<br />

bizim yok muydu?” diye düşünmüş. Emine bu olayı anlatıyor:<br />

“İstanbul’a gelince herkesi toplayıp kuzenimin yanına gittik, onlar bizden önce gelmişti.<br />

Ama onlar da eşinin ailesiyle ortak ev tutmuşlar, biz de yanlarına gittik, ev bulmak kolay<br />

değil, bulana kadar diye… Önce depo tuttuk, eşyaları oraya koyduk. Evde de yirmi küsur<br />

kişiyiz ha, her odada bir aile, biz de işte benim annem babam, kayınvalidem‐kayınpederim,<br />

eşim, iki çocuğum, sekiz kişi aynı odadayız. Yemek hazırlaması bir dert, yemesi bir dert,<br />

çamaşır, bulaşık, hiç anlatmayayım. Zordu çok. Biz iş aramak için diplomalarımızın tercüme<br />

edilmesini, denklik belgelerini filan beklerken bari teyzemleri görelim dedik, annemi de<br />

alıp İzmir’e gittik birkaç günlüğüne, iyi olduklarını görmek istedik. Birkaç gün kalıp döndük.<br />

Bir de baktık, herkes gitmiş evden, başka yere taşınmışlar. O ayın bütün kirası da bize kaldı,<br />

mecbur biz ödedik hepsini.”<br />

Göçmenler için en büyük sorun para; yani iş bulma meselesiydi. Bu konuda en büyük sıkıntı, vasıflı<br />

işgücü olmalarına rağmen bürokratik sebepler yüzünden (denklik belgeleri, diploma tercümeleri vs.)<br />

hemen vasıflarına uygun iş arayamamalarıydı. İkinci sorun ise dil sorunuydu, aslında hepsi Türkçe<br />

konuşmasına rağmen, Türkçenin özellikle eğitim dili olarak kullanılmamasından dolayı sınırlı kelime<br />

dağarcığına sahiptiler. Bundan elbette çocuklar da etkileniyordu. Örneğin Aylin, bu kez bir kadın<br />

olarak değil, ama bir çocuk olarak yaşadıklarını aktarıyor:<br />

“Ne yazık ki çok kötü bir öğretmene düştüm, adını söylemeyeceğim ama o adamın<br />

adını‐soyadını‐suratını ezbere bilirim. Korkunç biriydi. İlk günden itibaren sürekli<br />

konuşmamla dalga geçti. O öyle yapınca sınıftaki çocuklar da ondan cesaret alıp benle<br />

dalga geçmeye başlamışlardı. O birkaç ay her gün eve dönerken ağladım, her gün… Sınıfımı<br />

değiştirdiler, bu seferki öğretmenim hiç öyle değildi, çok tatlı bir kadındı. Ancak o adam,<br />

benim ilk birkaç ayımda Türkiye’yle hiç de hoş olmayan şekilde tanışmama vesile oldu.”<br />

Yetişkin kadınlarınsa bazı başka problemleri vardı. Örneğin Ayşe mahallede “O yaşta kadının başı<br />

açık olur muymuş?” denildiği için başörtüsü kullanmaya başladığını söylüyor. Emine de kendi<br />

kıyafetlerinin “uygun” bulunmadığını, hatta bazen gülündüğünü anlatıyor:<br />

“Sabah mesela otobüse biniyorum işe gitmek için, zaten otobüste çok az kadın<br />

oluyordu o saatte, çünkü pek çalışmazdı kadınlar o yıllarda, göze batmamak için dikkatli<br />

giyinirdim. Zaten bu çalışma meselesi de dertliydi, buralı kadınlar garipserdi, ‘kocan seni<br />

niye çalıştırıyor’ derlerdi, ben de ‘o çalıştırmıyor, ben çalışıyorum’ diye vurgulardım.”<br />

Emine’nin kılık‐kıyafetten başlayıp, işe, hayatında yaşadıklarını anlatmaya geçmesi, aslında<br />

zihninde bu konuları bağlantılandırdığını gösteriyor. Bir kadın olarak İstanbul’da iş ve yaşayış<br />

açısından asla Bulgaristan’da olduğu kadar rahat edemediğini, kıyafetlerine, saatin kaç olduğuna,<br />

havanın kararıp kararmadığına, yanında kimler olduğuna sürekli dikkat etmesi gerektiğini, Türkiye’nin<br />

“kadınlar için hiç de rahat bir ülke olmadığını”, hele ki bundan 25 yıl önce durumun çok daha kötü<br />

52

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!