11.07.2016 Views

writing_womans_lives_symposium_paper_book_v2

writing_womans_lives_symposium_paper_book_v2

writing_womans_lives_symposium_paper_book_v2

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

“Bu uygulama ile insanlar bir şekilde etnik kimliğine doğru milliyetçi bir temelde<br />

uyarıldı. Yani onlara tersinden ‘Siz Türksünüz’ mesajı verildi. İsimler değiştirilerek. Benim<br />

ismim değiştirilmeseydi, Türk olduğum üzerine düşünmek aklıma bile gelmezdi. Çünkü<br />

sosyalist kültür, insan olmayı işliyordu.” 8<br />

Tüm bu anlatılar, bir azınlık, bir öteki olmanın “koşullu misafirperverlik” kavramıyla son derece iç<br />

içe olduğunu gösteriyor: Nasıl ki, Derrida’ya göre, ev sahibi ve misafir arasındaki eşik kalkmadıkça<br />

farklılık devam ediyorsa ve nasıl ki olması gereken o eşiğin kalkmasıysa, “koşulsuz misafirperverlik” de<br />

ancak ev sahibi (host) ile misafir (guest) arasında fark kalmadığında gerçekleşir; Bulgaristan’da ise “ev<br />

sahibi” ve “misafir” konumu arasındaki fark hiç ortadan kalkmamış olduğu için, ülkenin sahibi halkın<br />

tamamı değil, her halükarda taraflardan yalnızca biri olabilmektedir. Türkler açısından bakıldığında,<br />

bu uygulamalarla onlara “misafir” oldukları unutturulmamış, “ev sahibi”nin ev (burada ülke) üzerinde<br />

iktidarı ve otoritesi daima hissettirilmiştir, çünkü kuralları daima tek taraf belirlemiştir.<br />

“Yüzyıllardır Bulgaristan’da yaşamalarına karşın, Bulgar Türkleri arasında ‘öz yurdumuz<br />

Türkiye’dir’ düşüncesi çok yaygındır ve ‘geçicilik psikolojisi’ egemendir.”9 diyen Sarıoğlu’nun “geçicilik<br />

psikolojisi” olarak tanımladığı şeyin, Türklerde neden yaygın olduğu anlaşılabilir: Bulgaristan’ın<br />

farklılıkları ve çoğulculuğu kucaklamayan sistemi, Türkler için oranın asla “ev” olamamasıyla, daima<br />

bir diken üstünde olma, kendini “geçici”, “misafir” gibi hissetmeyle sonuçlanmıştır. Türkler de,<br />

nihayet bu kez “misafirlik‐geçicilik” hissini yenmek umuduyla Türkiye’ye gelmişlerdir.<br />

Göçmen olarak “misafir” olmak: “Biz hâlâ ötekiyiz”<br />

1989 yılı, Sovyetler Bloku ve onun en yakın müttefiki olan Bulgaristan için yıldönümüydü, aynı<br />

zamanda Bulgaristan Türkleri için de… Bulgaristan Başbakanı ve BKP yöneticisi Jivkov,<br />

“Müslümanlaştırılmış Bulgarlar dilerlerse pasaport alıp Türkiye’ye gidebilir” diyerek (hâlâ onları<br />

“Türk” olarak tanımadığının en açık kanıtı sayılabilir) Türkiye ile sınır görüşmelerini başlattı.10 Ancak<br />

sınırlar açılmadan evvel, Bulgaristan yönetimi, “elebaşı” olarak gördüğü kişileri sınır dışı etmeyi de<br />

ihmal etmedi. Ayşe, uykularında evleri basılan, üstünde pijamasıyla yaka paça götürülenleri yahut<br />

gelenler birazcık “insaflıysa” hazırlanıp öte beriyi bavullarına koyması için bir saat mühlet verilenler<br />

olduğunu anlatıyor.<br />

1989 Mayıs ayında görüşmelerin başlaması ve Özal’ın “Hepsini alırız” diyerek teminat vermesi, göç<br />

sürecinin gerçek olamayacak bir tabloyla başlamasına yol açtı. 2. Dünya Savaşı’ndan beri görülen bu<br />

en büyük göç, “Büyük Gezinti” olarak adlandırıldı ve bu göç kapsamında 360.000 civarında Müslüman<br />

(Türk, Pomak, Roman vs.) Bulgar sınırından Türk sınırına geçti.11 Eğitim seviyesiyle birlikte sınıf<br />

bilincinin artacağını varsayan Bulgar bürokratların hesapları tutmamıştı, çünkü millî bilinç de bu<br />

yıllarda Türkler arasında artmıştı, dolayısıyla göç için izne başvuran Türk sayısı yüz binleri buldu. Bu<br />

izni alanların kısa sürede ev ve eşyalarını satması gerektiği için, pek çok şey ederinden çok daha ucuza<br />

Bulgar vatandaşlara veya devlete devredildi. Emine, izin çıktıktan sonra kendilerine verilen mühletin<br />

24 saat olduğunu ve trende de eşyaları için 60x60 cm yer verildiğini söylüyor: “60 santime ne<br />

sığdırırsın? Bebeğinin beşiğini mi, kendi kıyafetlerini mi? Devlet ‘hakkın bu kadar’ diyor.” Ayşe de<br />

trenle geçtiklerini, bindikleri trenin Yahudileri toplama kampına götürenlerden farklı olmadığını<br />

söylüyor: “Bindik trene, nasıl kalabalık! Oturacak yer yok zaten, ayakta gidiyorsun öyle, balık istifi! ...<br />

Adam başı 60$ almaya izin veriyorlar, o para kaç gün yeter?”<br />

Geçilen “sınır” aslında burada yalnızca siyasi ve coğrafi değil, aynı zamanda bir kültürden diğerine<br />

geçişin de bir simgesi olarak beliriyor. Yeni ülkenin “misafir”lerinin, bu ülkeyle ilk tanıştığı yerler, sınır<br />

kapısındaki görevliler, yani devletin resmî yüzüdür, bu sebeple kültürle birlikte yeni devletle tanışma<br />

da bu sınırda gerçekleşmektedir. Örneğin, hesapsız demeçler sonucunda gelen kalabalığa göre<br />

organizasyon yapılmamış olması, sistemsiz çalışma ve düzensizlik, misafirlerin gözünde “ev sahibinin”<br />

yeterince iyi hazırlık yapmadığı yönündeki ilk kanısını oluşturuyor. Ancak burada, önceki ev<br />

sahibinden devralınan aksaklıklar da var, örneğin haberleşme yasağı yüzünden Türkiye’deki<br />

51

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!