11.07.2016 Views

writing_womans_lives_symposium_paper_book_v2

writing_womans_lives_symposium_paper_book_v2

writing_womans_lives_symposium_paper_book_v2

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

daha bireyseldi. Ne mutlu ki henüz çok yeni bir disiplinken bile canlandırma kadınların çok ürettikleri<br />

özgür, deneysel bir disiplin olmuştu. Özgürlük hissini veren unsurlardan ilki filmin oyuncularının,<br />

setinin, figüranının, dekorunun, vb. her türlü görsel malzemesinin zihnimde canlandırdığım ve teknik<br />

yetkinliğim ile orantılı olarak kontrolüm altında olmasıydı. İkinci özgürleştirici unsur ise hayal gücünün<br />

sınırlarının olmadığı anlatı dünyasıydı. Önemli canlandırma yönetmeni Michel Ocelot, “canlandırmada<br />

seçmem, her şeyi yapabilirim” cümlesiyle bu alanın olanaklarını altını çizer 1 . Canlandırmayı üretici ve<br />

tüketici olarak tercih eden her kimse anlatının sınırlarının olmayışı kabulüyle hikaye ile ilişki kurar.<br />

Ancak Ocelot “canlandırmanın tamamı fantezi olsa da bir nedeniniz olmalı” diyerek içerik ve formun<br />

bir fikre temellendirilmesinin öneminin altını da çizmiş olur. 2<br />

Bu özgürlükler içinde canlandırma yolu ile anlatmayı arzu ettiğim hikayelerin kahramanları<br />

“sessiz”, kendilerini ifade etme şansları olmayan kişi ya da olgular oldular. Senaryolarını yazdığım,<br />

grafik düzenlemelerini yaptığım ve yönettiğim üç kısa canlandırma filmden Başka Diyarların Çocukları<br />

(2006, Yön. Dağhan Celayir ile) çocukluk anılarımı, Gülçin (2013) ise kültürel gelenekler içinden<br />

sanatsal bir iletişim formu ve folklor öğesi olan kilim desenleri üzerinden bir çocuğun hikayesini ele<br />

alıyordu. Bir Fincan Türk Kahvesi (2013, Yön. Dağhan Celayir ile) anneannemin ve annemin<br />

çocukluklarını biyografi ve kurmacanın harmanlanması ile hikaye etti. Bugüne kadar nasıl “özgürlük”<br />

canlandırma üretiminde benim için bir çıkış noktasıysa, canlandırmayı tercih ettiğim hikayelerde ise<br />

“yaşatmak” çıkış noktasını oluşturdu. Tırımlarımda ya da yarattığım görsel dünyada ise temel teşkil<br />

eden unsur “hatırlamak”tı. Filmlerimde tarafımdan oluşturulan görsel dilinin önemli unsurlarından<br />

olan ve sabırla, ince ince yan yana konulmuş çizgiler, düşünmek, tartmak ve hatırlamak için fırsat<br />

yaratarak adeta bir tür meditasyon işlevi gördüler 3 .<br />

Yaşatma ve hatırlama bir sanatçı için önemli üretim motivasyonları olabilir. Ancak “bunu neden<br />

yapıyorum, bir ilişkiyi iyileştirmek için mi, kendimi anlamak için mi, bir meseleyi çözmek mi” sorularını<br />

yanıtlamanız gerekebilir. Bu noktada Sigmund Freud’un Haz İlkesinin Ötesinde çalışmasında yer<br />

verdiği bir gözlem bana kendi çalışmalarım için ışık tuttu: Freud, 18 aylık torununu "Fort! ‐ Da!" yani<br />

Ce! ‐ Ee! oynarken gözlemler. Torunu oynarken kimi zaman ayna önünde yana çekilerek ya da ipe<br />

bağlı nesneleri uzağa atarak ‐Oooo! sesini çıkarır. Nesnelerin kaybolmasına sebebiyet vermekten bir<br />

tür tatmin yaşıyordur. Kendi görüntüsü yeniden belirdiğinde ya da ipi çekip nesneler geri geldiğinde<br />

bu kez ‐Daa! yani “burada” mutluluğunu ifade eder. 4 Bu gözlem bazı önemli sorulara sebebiyet verir:<br />

Burada karşı karşıya olduğumuz acı verici bir deneyimi aktif olarak yineleyerek bu yolla ona hakim<br />

olma metodu mudur? Ya da insan yaşanan bir acı deneyimi başka bir şeye ya da yine kendine<br />

yansıtarak intikam alma peşinde midir? Yanıttan daha önemlisi çelişkinin varlığıdır: Acıyı yeniden<br />

deneyimleme ve aynı anda bundan keyif alma dürtüsü. Nasıl olur da acı veren deneyimleri yinelemek<br />

bir tür tatmin kaynağı haline gelir? Otobiyografik çalışmalarda bu çelişkili dürtü temel teşkil edebilir.<br />

Canlandırma adı üzerinde bir şeye hayat vermektir. Elbette bir anıyı yaşatmak için onu<br />

hatırlamanız gerekir. Ancak hatırlamak da başlı başına çelişkili bir konudur. Abigail Thomas, hafıza bir<br />

olaydan esinlenen ancak ona sadık kalmayan bağımsız bir varlıktır ve belki de zihnin boş zamanlarında<br />

kendini süslemesidir fikrini öne sürer. 5 Anı yazımının belgesel bir nitelik taşısa da habercilik değil<br />

edebiyat kategorisinde olması bu noktada anlamlıdır. Anıların anlatısı o kadar çeşitlilik içerir ki tek bir<br />

doğruyu kabul etmek zor olabilir. Aynı şekilde her hangi bir anlatı sanatının izleyici tarafından<br />

yorumlanmasında da bir kişinin mutlak kontrole sahip olması çok zordur. Bir şeyi bir şekilde ‐ doğru<br />

ya da yanlış hatırlıyorsanız ‐ anlatıyorsanız ve anlıyorsanız bunun bir sebebi vardır. 6 Abigail Thomas,<br />

benim gerçeğim bir doğru üzerinde ilerlemez: Zikzak yapar, dolanır, katlanarak geri döner. Bazı<br />

gerçekleri bir daha bir daha öğrenmem gerekir” der 7 . Anılar üzerine çalıştığınızda tüm bu zikzakları<br />

göze almanız gerekir. Burada üzerinde duracağım canlandırma filmim Bir Fincan Türk Kahvesi’ndeki<br />

görsel dilinin de önemli bir parçası olan metamorfoz geçişler hatıraların “tam da bu an” ile olan iç içe<br />

geçmiş ilişkisine ve değişken yapısına karşılık gelir. Filmin metamorfoz geçişleri zaman ve duygu<br />

değişimini ifade eder. Bu bağlantıyı kuran, duygu aktarımını büyük ölçüde sağlayan bir diğer unsur<br />

Ozan Baysal tarafından bestelenen özgün müziktir. Teremin, geleneksel Türk müziği enstrümanları<br />

kanun, tambur, ud ve nostaljik ve neşeli akordeonun birlikteliğinden doğan müzikte enstrümanlar<br />

hikayenin farklı zamanlarını temsil eder. Teremin dokunulmayan görülmeyen ancak hissedilen<br />

elektromanyetik ses dalgaları ile filme düşsel bir boyut katarken hatıralara da gönderme yapar.<br />

338

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!