11.07.2016 Views

writing_womans_lives_symposium_paper_book_v2

writing_womans_lives_symposium_paper_book_v2

writing_womans_lives_symposium_paper_book_v2

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

ve estetik değerleri temsil ettiğini öne sürebilirken; dişil ‘ben’, onun karşısında ‘benliğin’<br />

istikrarsızlığını yansıtır; çünkü kadın marjinal ‘öteki’ konumundadır.” Bu nedenle, kadın<br />

özyaşamöykülerinin “ben”e ve “ötekiler”e karşı alışılagelmiş, “tipik” eril yönsemeden farklı bir<br />

yönseme sergilemesi doğaldır. Kadınların özyaşamöyküleri, kadının kültür içindeki yerinin, yani kendi<br />

öyküsünü yazarken durduğu yerin, farklılıkla belirlendiğini ve farklılık yarattığını ortaya koyar.<br />

Kadının, yazmaya başlamadan önce, türdeş ve süreğen bir benliğe sahip olduğuna inanması erkeğe<br />

göre çok daha zordur.<br />

Erkek özyaşamöyküsü yazarı, içinde yaşadığı zamanı temsil ettiğini iddia edebilir ve kendi çağını<br />

yansıttığına inanabilir; dolayısıyla, yaşamını yazmanın bir “toplumsal görev” olduğuna da inanabilir ve<br />

böylece ataerkilliğin tarihine kendi katkısını gönül rahatlığıyla yapabilir. Kadın özyaşamöyküsü<br />

yazarının erkek‐egemen bir kültüre olan marjinalliği ve toplumsal, siyasal ve psişik parçalanmışlığı ise,<br />

onun öykü yazımının “farklılık” ve “ötekilik” içine konumlanmasına yol açar; ne içinde yaşadığı<br />

zamanı, ne de bütün insanlığı temsil ettiğini öne sürebilecek durumda değildir kadın yazar. Bu<br />

nedenle, aynılık ve özdeşlik yerine farklılık ve değişmeyi vurgular gibidir, çünkü zaman içinde tutarlı<br />

bir benlik yaratmaktan kazanacağı bir şey yoktur. Ve bir yerden bir yere gitmediği (“ilerlemediği”) için<br />

de, yaşama ilişkin algısı erekselci (teleolojik) değildir. Varacağı bir yer yoktur: Ne kendini aşabilir, ne<br />

de otantik ve eksiksiz bir varlık konumuna ulaşabilir.<br />

Kadınların özyaşamöyküleri rasyonel, özerk ve irade sahibi Kartezyen birey kavramının ölümsüz bir<br />

hakikat değil, toplumsal ve ideolojik bir kurgu olduğunu ortaya koyar. İnsani özne tarih, kültür ve dilin<br />

ürünüdür ve benliğe ve toplumsal cinsiyete ilişkin kültürel kurgular, bireysel öznenin, tarihin belirli bir<br />

ânında kendisine açık olan belirli söylemleri benimsemedeki çıkarı ve yeteneğiyle iç içe geçer.<br />

Öyleyse, bu “yeniden formüle edilmiş” benlik, belirli söylem ve toplumsal süreçlerin bir ürünüdür;<br />

öznellik sürekli olarak yeniden örgütlenen toplumsal bir kurgu olduğu için yaşanmış deneyim ile onun<br />

temsili arasında gerilimli ve karmaşık bir ilişki söz konusudur. Toplumsal ilişkiler ile bireysel özneler<br />

arasındaki kesişmeler, tutarsız ve çelişkili bir özne yaratacak biçimde sürekli olarak yer değiştirir ve<br />

değişime uğrar. Bu nedenle, özyaşamöyküsü yazarı, hiçbir zaman kendi yaşamının “imgesel ikizi”ni<br />

yazıda yansıtamaz; tersine, kendisinden söz ettiği her seferinde kendisini metin içinde yeniden<br />

yaratır. Buysa, ilginç bir biçimde, özyaşamöyküsü yazarının gerçekleştirmeyi düşlediği şeyin<br />

olanaksızlığını ortaya koyar: “Kendisine ilişkin bilgiye ulaşma iddiasıyla başlayan süreç, içinde doğduğu<br />

koşulların üzerini örten bir yapıntı yaratımıyla son bulur.” 2<br />

Eril özyaşamöyküsü geleneğine yönelik feminist eleştiri, bir anlamda, başlangıçta da aslında<br />

gerçekten var olmayan kendiliğin, sonunda bir metinden ibaret olduğunu öne süren Fransız eleştirel<br />

düşünürlerinin (J.Derrida, M.Foucault, R.Barthes, J.Lacan vd.) post‐ modernist söylemi içinde<br />

değerlendirilebilir. Bu yaklaşıma göre, özne yalnızca dilin bir sonucu olduğundan önceden verilmiş bir<br />

benlik keşfetme ya da geri getirme iddiası da yoktur. Ne var ki, Fransız post ‐modernist yazarların dile<br />

tanıdıkları merkezi önem de sorunsuz değildir. Metin dışında hiçbir şeyin varolmadığı iddiasında<br />

olduğu gibi yalnızca metinler, işaretler ve göstergeler açısından düşünmek, dilin oluşumuna katılan ve<br />

onun oluşumunda yansımasını bulan somut toplumsal pratiklerin varlığının yadsınmasını ima eder.<br />

Somut toplumsal pratiklerin –iktidar ilişkileri de dahil olmak üzere‐ göz ardı edilmesi, başka şeylerin<br />

yanı sıra egemenlik ilişkilerinin ve toplumsal cinsiyet düzenlemelerinin de gözden kaçırılmasına yol<br />

açar.<br />

Kadınlar için özyaşamöyküsü yazımı, kendilerini tanımlamanın ve kendi deneyimlerine ve<br />

emellerine yabancı ya da düşman bir dünyaya kendilerini sunmanın bir yolu olabilir. Onlar<br />

yaşamlarını, bireysel bir dâhinin sürekli gelişen başarı öyküsü olarak yazmazlar, aynı şekilde kendi<br />

çağları adına da konuşmazlar. Çünkü toplumla olan ilişkileri onları böyle iddialarda bulunmaktan<br />

2<br />

Sharry Benstock, “Authorizing the Autobiographical”, The Private Self, der. S. Benstock, Routledge,<br />

1988, s. 15.<br />

17

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!