11.07.2016 Views

writing_womans_lives_symposium_paper_book_v2

writing_womans_lives_symposium_paper_book_v2

writing_womans_lives_symposium_paper_book_v2

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

ataerkil aile ideolojisinin ve bunun dayandığı cinsiyetçi işbölümü ve kalıp yargıların neredeyse tabu<br />

düzeyinde bir dokunulmazlık kazanması üzerinde düşünmek gerek. Siyasal anlamda en hızlı<br />

muhaliflerin bile iş toplumsal muhalefete, yani baskıcı aile düzeninin, eşitsiz cinsiyet rollerinin<br />

sorgulanmasına, farklı cinsel yönelimlerin tanınmasına geldiğinde bu hızlarının kesilmesi, hatta iyice<br />

muhafazakar ve baskıcı bir tutum sergilemeleri bu açıdan gerçekten düşündürücü. Oysa biyolojik<br />

olmaktan çok kültürel olarak üretilen cinsiyetin kimliği, kişinin var oluşunu ve bu arada yaratım<br />

sürecini ve yazma edimiyle olan ilişkisini, tıpkı şu ya da bu sınıftan olması gibi, etkiliyor. Cinsiyetin<br />

keskin bıçağıyla bölünmüş bu toplumda kadın ya da erkek olarak yaşamak birbirinden çok farklı<br />

deneyimler ve farklılık, istesek de istemesek de, fark yaratıyor.<br />

Nitekim kadın hayatlarının yazımı, özellikle de kadınların özyaşamöyküleri bu farklılığı çarpıcı bir<br />

biçimde yansıtıyor. Çünkü özyaşamöyküsü/otobiyografi, kişinin kendisini ele alıp “dile getirme”si,<br />

öznelliğini kayda geçirme ve belgeleme çabası içinde kendisine bir anlatı biçmesi demektir. Ancak<br />

acaba öyle özsel, türdeş, süreğen bir “kendilik” var mıdır ve eğer varsa bu, Rousseau’nun ifadesiyle,<br />

“Doğanın tüm Hakikati içinde” yazıda yansıtılabilir mi? Başka bir deyişle özyaşamöyküsü dediğimiz<br />

şey, söz konusu yaşamın çarpıtılmamış olarak algılanabileceği bir kopyaya dönüşebilecek kadar şeffaf<br />

mıdır? Yoksa özyaşamöyküsünde dile getirilen “kendilik” (self), yalnızca dil içinde ve onun aracılığıyla<br />

yaratılan yapıntısal bir kurgudan mı ibarettir?<br />

Bu soruları yanıtlayabilmek için hakikat, bilgi, kendilik ve dil konusundaki inançlarımızı gözden<br />

geçirmemiz gerekir; bunlar, Aydınlanma’dan kaynaklanan ve çağdaş Batı kültürü içinde<br />

sorgulanmayıp çoğu kez onu meşrulaştırmak için başvurulan inançlardır. Bilinç aracılığıyla kesinkes<br />

bilinebilecek istikrarlı, türdeş ve aşkın bir benliğin ve “Aklın doğru kullanımı” yla ulaşılabilecek<br />

“doğru” bilginin varolduğu önermesi, tam da post modernist söylemlerin yapı bozuma uğratıp<br />

sarsmak istediği modernist temelin öğeleridir. Belki de en iyi Hegel’in “benliğe ilişkin bilinç, hakikatin<br />

doğum yeridir” deyişinde dile gelen bu Aydınlanma geleneği, aynı zamanda dilin de bir anlamda şeffaf<br />

olduğunu düşünmekte ve böylece “sözcük” ile onun işaret ettiği “şey” arasında bir denklik olduğunu<br />

varsaymaktaydı. Bu anlayışa göre nesneler dilsel olarak (ve dolayısıyla toplumsal olarak) kurgulanan<br />

şeyler değil, basitçe, ad koyma ve dilin doğru kullanımı yoluyla bilince sunulan şeylerdi.<br />

Post‐ modernist düşünürlerle birlikte feminist teorisyenler de, Aydınlanma kavramlarının yapı<br />

bozumuna katıldılar ve onların görünüşteki “nötr”, evrenselci görünümlerinin ardında yatan<br />

toplumsal cinsiyet düzenlemelerini açığa çıkarmaya başladılar. Gerçekten de, feminist kendilik, bilgi<br />

ve hakikat kavramları, Aydınlanma düşünüşünün kategorileri içinde ifade edilemeyecek kadar onunla<br />

karşıtlık içindedir. Bir edebiyat biçimi olarak özyaşamöyküsüne ilişkin eril geleneğin feminist eleştirisi<br />

ve kadınların çok ihmal edilmiş özyaşam öykülerinin ele alınması, bu yapı bozum sürecinin önemli bir<br />

parçasını oluşturur.<br />

“Eril özyaşamöyküsü... erkeklik ile insanlığı özdeşleştirerek hem yazar, hem de okur olarak eril<br />

benliğin temsil niteliğini kutsar”.1 Dolayısıyla, ilk ön kabulü, özyaşamöyküsü yazarının gerçekliği<br />

yansıtma yetisi –onun evrenselliği, onun temsil niteliği, onun topluluğun sözcüsü olma rolü – olur. Bir<br />

tür olarak öz yaşam öyküsünün ortaya çıkmasının kökeninde işte bu “radikal bireycilik” vardır ve<br />

geleneksel özyaşamöyküsü, burjuva bireyinin kendini ortaya koyma ve gerçekleştirme iddiasında ve<br />

sürecinde önemli bir rol oynamıştır. Benliğin başkalarına karşı kurulan bir şey olduğu bilinci olmadan,<br />

özyaşamöyküsünün ortaya çıkması mümkün değildir.<br />

Oysa bizzat bireysel kimlik kavramı – yani benlik hakkında olduğunu iddia eden her metin<br />

açısından merkezi önemde olan bir “ben”‐ kadınlar için, erkekler için olduğundan daha farklı sorunları<br />

gündeme getirir: “Beyaz, erkek, heteroseksüel ‘Ben’ kendisinin gayrı şahsi olduğunu, nesnel kültürel<br />

1 B.Brodzki, C.Schenck, der., Life/Lines – Theorizing Women’s Autobiography, Cornell University Press,<br />

1988, s.2.<br />

16

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!