Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
[n]Beyin DERGİSİ YAYINLARI<br />
OCAK 2015 SAYI<br />
01<br />
OTIZM<br />
OTİZM NASIL OLUŞUR SY12<br />
PARANORMAL<br />
OLAYLAR<br />
HAYALETLERLE İLGİLİ 10<br />
BİLİMSEL GERÇEK SY46<br />
DOSYA<br />
BAGIM-<br />
LILIK<br />
BAĞIMLILIKLAR<br />
ÜZERİNE SY22<br />
İNSAN<br />
OLMA<br />
MÜCADE-<br />
LESİ<br />
BEYNİN EVRİMİ<br />
SY6
DERGİSİ YAYINLARI<br />
OCAK 2016 SAYI<br />
01<br />
BVV Yönetim Danışmanlığı<br />
Eğitim Araştırma Ajans Bilişim<br />
Ticaret Ltd. Şti. Adına<br />
İMTİYAZ SAHİBİ<br />
Nihat Çevik<br />
SORUMLU GENEL YAYIN YÖNETMENİ<br />
Dr. Sinan Canan<br />
KREATİF DİREKTÖR<br />
Ozan Akdur<br />
SANAT YÖNETMENİ<br />
Eren Berktaş<br />
SORUMLU EDİTÖR<br />
Atlas Özlü<br />
YAYIN DANIŞMAN KURULU<br />
Dr. Oytun Erbaş<br />
Dr. Sultan Tarlacı<br />
Dr. Cem Mumcu<br />
Murat Menteş<br />
MALİ YÖNETMEN<br />
Süleyman Çevik<br />
İLETİŞİM KOORDİNATÖRÜ<br />
Gülçin Eke<br />
HUKUK DANIŞMANI<br />
Av. Serdar Seratlı<br />
SESLENDİREN<br />
Bahar Tuğba<br />
YÖNETİM ADRESİ<br />
Uğur Mumcu’nun Sokağı no 21/4<br />
06700 G.O.P., Çankaya| Ankara<br />
TELEFON<br />
+90 312 428 08 67<br />
info@brandway.com.tr<br />
www.brandway.com.tr<br />
22<br />
BAGIM-<br />
LILIK<br />
Dopamin (DA), vücutta<br />
doğal olarak üretilen bir<br />
kimyasaldır. Beyinde,<br />
dopamin reseptörlerini<br />
aktive ederek<br />
nörotransmiter olarak<br />
görev yapar. Dopamin,<br />
ayrıca, hipotalamustan<br />
da salgılanır ve kana<br />
karışarak nörohormon<br />
görevi yapar. Nörohormon<br />
olarak görevi hipofizin<br />
ön lobundan prolaktin<br />
salgılanmasını<br />
baskılamaktır.<br />
6<br />
İNSAN OLMA MÜCADELESİ<br />
BEYNİN EVRİMİ<br />
Beynimiz, evrendeki en karmaşık aynı<br />
zamanda en hayranlık verici nesnedir.<br />
Henüz anne karnındayken<br />
beynimizdeki 100 milyar civarında<br />
sinir hücresinin görevlerini tek...<br />
44<br />
DOSYA<br />
BAĞIMLILIK TEDAVİSİNDE<br />
HİPNOZ<br />
Sigara, alkol, alışveriş, seks ve madde<br />
bağımlıkları… Bugünümüzdeki birçok<br />
bağımlılığın, bilinçaltımızdaki köklerine<br />
inerek, bağımlılığa dayalı inançlarımızla<br />
mücadele eden, yaratıcı, kalıcı...<br />
12<br />
OYTUN ERBAŞ<br />
18<br />
VEDAT OZAN SÖYLEŞİSİ<br />
SÖYLEŞİSİ OTİZM<br />
KOKU VE BELLEK<br />
İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi Kokunun yeryüzündeki varlığını<br />
öğretim üyesi, Florence Nightingale araştırmak üzere çıktığı yolda yaptığı<br />
Hastanesi Deneysel Cerrahi Araştırma ve araştırmalar ve çalışmalar sonucu<br />
Uygulama Merkezi sorumlusu ve<br />
Kokular Kitabı ve Kokular Kitabı 2-<br />
[n]Beyin Projesi eğitmenlerinden Yrd.... Parfümler isimli iki kitap yazan...
46<br />
PARANORMAL OLAYLARA DAİR<br />
10 BİLİMSEL AÇIKLAMA<br />
ABD merkezli kamuoyu araştırma şirketi<br />
Gallup’un 2005’te gerçekleştirdiği<br />
bir kamuoyu araştırmasına göre<br />
Amerikalıların %37’si perili evlere<br />
inanıyor.<br />
66<br />
CİNSİYET VE<br />
BEYİN<br />
Cinsiyet kimi kaynaklarda hem biyolojik<br />
cinsiyeti hem cinsiyet rollerini veya<br />
cinsiyet kimliğini içine alan geniş bir<br />
kavram olarak kullanılsa da<br />
farklılıklarından bahsedeceğimiz...<br />
60<br />
[n] Beyin NEDİR?<br />
BUGÜNE KADAR NELER YAPTI?<br />
2013’te kurulan [n]Beyin, bilim ile insan<br />
arasındaki mesafeyi kaldırarak beynimizi<br />
keşfetmek ve onu kalıcı olarak<br />
dönüştürmek üzerine ortaya atılmış bir<br />
fikir. Sinirbilimcilerden ve sanatçılardan<br />
oluşan [n]Beyin ekibi, verdiği bireysel ve<br />
kurumsal hizmetlerle şirketler, devlet<br />
kurumları, eğitim kurumları, sivil toplum<br />
örgütleri, kobiler, eğitmenler, öğrenciler<br />
ve çocuklar için beynin olanaklarını<br />
etkili bir şekilde kullanmayı vaat ediyor.<br />
Bunu da sahne gösterileri, seminerler...<br />
80<br />
SOKRATES VE<br />
BİLİM<br />
Atina halkının Sokrates’e yönelttiği<br />
suçlama Savunma’da şöyle dile getirilir:<br />
“Sokrates suçludur: Yer altında,<br />
gökyüzünde olup bitenleri araştırıyor<br />
açıkça; eğriyi doğru diye gösteriyor...<br />
86<br />
GÖRME, GÖRSEL<br />
96<br />
ÇOCUKLARIMIZ<br />
ALGILAMA ve FOTOĞRAF<br />
VE TELEVİZYON<br />
Algı, daha önce bahsettiğimiz gibi<br />
Bilindiği üzere günümüzde televizyonun<br />
nesnelerin bireyin duyu organları ile elde olumsuz etkileri birçok platformda<br />
ettiği verilerdir. Algılanan ise gerçekliğin tartışılmaktadır. Olumsuz etkilerine<br />
önemli bir bölümünü oluşturan<br />
değinmeden önce “Acaba televizyon<br />
nesnelerdir. Bir resme veya fotoğrafa... olumlu bir etkiye sahip midir?”...<br />
04<br />
10<br />
23<br />
30<br />
HADİ<br />
BAŞLAYALIM<br />
DANDİNİ DANDİNİ<br />
DASTANA MUSA GÖÇMEN<br />
ÖDÜL VE CEZA<br />
NİL GÜN<br />
BAĞIMLILIK<br />
NEDİR<br />
ÇOCUKLARDA TEKNOLOJİ<br />
40 VE İNTERNET BAĞIMLILIĞI<br />
52<br />
56<br />
N<br />
58 HABERLER<br />
70<br />
BEYNİNİZE<br />
72 AYNA TUTMAK<br />
76<br />
78<br />
9 BİLİM<br />
91 KURGU FİLMİ<br />
96<br />
LİMBİK<br />
1 0 0 SİSTEMİN YAPISI<br />
1 0 4<br />
BEYNİMİZE İYİ<br />
1 0 6 GELENİ YİYELİM<br />
1 0 8<br />
1 2<br />
BİLİMİ DEĞİL İNSANI<br />
ANLATMAK MESELE<br />
HİPNOZ<br />
ODAKLANMAKTIR<br />
RESMİN BÜTÜNÜNÜ<br />
GÖRMEK<br />
EĞİTİMCİLER NEURO-<br />
FEEDBACK’İ ONAYLIYOR<br />
TİYATRO SAHNESİNDE<br />
BİLİM<br />
SİNİRBİLİMİN TUHAF<br />
VAKASI: PHINEAS GAGE<br />
SAĞLIKLI BİR ZİHİN<br />
İÇİN ÖNERİLER<br />
KİTAP RAFLARINDAN<br />
SEÇTİKLERİMİZ<br />
BU “İŞ”TE Bİ’<br />
[N]ÖRO’LUK VAR!
EDİTÖR’<br />
DEN<br />
HADİ<br />
BAŞLAYALIM<br />
ATLAS<br />
ÖZLÜ<br />
EDİTÖR<br />
2013’ten itibaren beyni insanlara<br />
anlatan [n]Beyin’ler, eğlenceli ve<br />
farklı eğitimleri, sahne gösterileri<br />
ve projeleriyle sizlerle bir araya<br />
geliyor.<br />
[n]Beyin projesi dahilinde okurla<br />
buluşan [n]Beyin Dergi’nin ilk<br />
sayısından herkese selam.<br />
İki aylık bir bilim dergisi olan<br />
[n]Beyin Dergi’de, [n]Beyin<br />
eğitimlerinde olduğu gibi herkes<br />
için anlaşılır olmayı ve beynimizin<br />
en karmaşık, bilinmez yanlarını ve<br />
farklı alanlardan yazı ve konuları<br />
keyifli bir dille sizinle paylaşmayı<br />
amaçlıyoruz.<br />
İlk sayımızda ele aldığımız dosya<br />
konumuz ‘Bağımlılık’. “Bağımlılık”<br />
dediğimizde herkesin aklına ilk<br />
gelen ‘madde bağımlılığı’ olsa da<br />
dosyamızın içinde de okuyacağınız<br />
ve bizim de hazırlarken bağımlılık<br />
üzerine bilmediğimiz pek çok<br />
şey olduğunu öğrendiğimiz<br />
bağımlılık çeşitleri ve nedenleri var.<br />
Bunlardan en ilgi çekecek olanının<br />
‘ilişki bağımlılığı’ olacağı şüphesiz,<br />
çünkü sevdiklerimizle kurduğumuz<br />
bağların bir süre sonra bir sevgi<br />
bağı olmaktan çıkıp bağımlılık<br />
haline dönüştüğünü çoğu kez fark<br />
etmiyoruz.<br />
Bu konuyu dergimizde bizimle<br />
yazılarını paylaşan uzmanlara<br />
bırakarak dosya konumuz dışında<br />
neleri ele aldığımıza bir göz atalım:<br />
Beynimizin evriminden başlayan<br />
yolculukta beynin bölgeleri, yapısı,<br />
cinsiyet ve beyin, beynimize iyi<br />
gelecek önerilerle [n]Beyin’in<br />
temel aldığı konulara değindiğimiz<br />
sayımızda pek çok farklı başlıklara<br />
temas ettik. Sinemadan fotoğrafa,<br />
tiyatrodan felsefeye farklı<br />
disiplinlerin buluştuğu fikir ve<br />
düşüncelere yer verdik.<br />
Koku ve bellek üzerine hiç<br />
düşündünüz mü? Koku duyumuzun<br />
algılarımızı nasıl etkilediğini ya da<br />
kokuların hafızamızda nasıl bir yer<br />
oluşturduğunu... İşte Vedat Ozan<br />
bize koku duyumuzu ve kokuları<br />
anlatıyor.<br />
Ve hipnoz… [n]Beyin etkinliğine<br />
konuk olan hipnoz eğitmeni<br />
Barış Yıldırım bize hipnoz ile<br />
ilgili merak ettiğimiz konuları<br />
anlatırken, kendi kendimizi<br />
hipnoz etme yöntemlerine<br />
de değindi. “Hipnoterapi<br />
ile bağımlılıklarımızdan ve<br />
geçmişimizden bugünümüze<br />
taşıdığımız sancılarımızdan<br />
kurtulabilir miyiz?” sorusunun<br />
[ 4 ] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
altını çizerken, hipnoz ile ilgili<br />
bilinen yanlışları da konu aldık.<br />
TED Konuşmalarından tanıdığımız<br />
Jill Bolte Taylor’ın 2008 yılında<br />
yaptığı Taylor’a inen müthiş içgörü<br />
darbesi isimli TED konuşmasına<br />
kulak verdik. Taylor, bir bilim insanı<br />
olarak beyin üzerine araştırmalar<br />
yaptığı sırada geçirdiği beyin<br />
kanamasıyla kendi içgörgüsüne<br />
dönüyor. Ve beyin kanaması<br />
sırasında yaşadıkları Taylor için bir<br />
felaket, hastalık olmanın ötesinde<br />
bir deneyim ve beyin üzerine yaptığı<br />
çalışmaların bir parçası oluyor. Bu<br />
deneyimi anlatan Taylor, kendisini<br />
büyülenerek dinleyenleri, sağ<br />
beyni hissetmeye davet ediyor. Ve<br />
varoluşun en temel sorusu olan<br />
soruyu soruyor tüm içtenliğiyle:<br />
“Biz Kimiz?”…<br />
Jill Bolte Taylor’ın bu içten<br />
sorusuna verdiği yanıta gelmeden<br />
önce, [n]Beyin Dergimizin<br />
ilk sayısının siz okurlarıyla<br />
buluşmasının heyecanıyla ve<br />
umutla atılan her çalışma öncesi<br />
yükselen bir sesle [n]Beyin<br />
projesinde yer alan hocalarımız ve<br />
tüm çalışma arkadaşlarım adına<br />
yeniden kocaman bir merhaba tüm<br />
okurlarımıza.<br />
“Biz kimiz?” İşte Jill<br />
Bolte Taylor’ın yanıtı:<br />
“Biz evrenin kudreti, yaşam<br />
gücüyüz. El becerilerimiz ve iki<br />
bilişsel zekâmız var. Ve anbean,<br />
bu dünyada kim olmak, nasıl bir<br />
insan olmak istediğimizi seçebilme<br />
gücümüz var. Tam burada, hemen<br />
şimdi, sağ yarıküremin bilincine<br />
geçebilirim; bizim olduğumuz<br />
yere. Ben evrenin yaşam gücü,<br />
kudretiyim. Ben, diğer her şey ile<br />
bir ve tek olan ve cismimi oluşturan<br />
50 trilyon güzel moleküler dehanın<br />
yaşam gücü ve kudretiyim. Ya da;<br />
sol yarıküremin bilincine geçmeyi<br />
seçebilirim: Tek başına bir birey<br />
olduğum, bir cisim olduğum<br />
duruma. Akıştan ayrı, sizlerden<br />
ayrı… Ben Dr. Jill Bolte Taylor:<br />
entelektüel, nöroanatomist.<br />
Bunlar benim içimdeki “biz”ler.<br />
Siz hangisini seçerdiniz? Hangisini<br />
seçiyorsunuz? Ve ne zaman?<br />
İnanıyorum ki, sağ yarıküremizin o<br />
içsel huzur devrelerini çalıştırmayı<br />
ne kadar çok seçersek, dış dünyaya<br />
da o kadar çok huzur ve barış<br />
yansıtacağız ve gezegenimiz çok<br />
daha huzurlu bir yer olacak.”<br />
Kış mevsiminin,<br />
soğuk havanın<br />
bizi iyice<br />
hareketsizleştirdiği,<br />
gündelik<br />
yaşamın zorunlu<br />
koşuşturmalarının<br />
içinde sıkıştığımız<br />
kısacık günlerde;<br />
kendimizi,<br />
beynimizi<br />
tanıyıp ve yalnız<br />
olmadığımızı<br />
hissettiren<br />
ortaklıklarımızda<br />
buluşalım.<br />
Ve<br />
hadi<br />
başlayalım…<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 5 ]
İNSAN OLMA MÜCADELESİ<br />
SİNAN CANAN<br />
INSAN OLMA<br />
MÜCADELESI<br />
SİNAN<br />
CANAN<br />
DOÇ. DR.<br />
Beynimiz, evrendeki<br />
B<br />
en karmaşık aynı<br />
zamanda en hayranlık<br />
verici nesnedir. Henüz<br />
anne karnındayken<br />
beynimizdeki 100 milyar civarında<br />
sinir hücresinin görevlerini tek<br />
tek bilerek ve hatasız yapması,<br />
birbirleriyle olan bağlantılarını<br />
en iyi şekilde kurup onlarca<br />
farklı tip hücreden hangisine<br />
dönüşeceklerini biliyor olması<br />
gerçekten hayret verici.<br />
Bilim ilerledikçe beynin nasıl<br />
çalıştığına dair birçok mekanizmayı<br />
aydınlatmayı başardı.<br />
HOMO<br />
ERECTUS<br />
HOMO ERECTUS<br />
[ 6 ] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
Buna rağmen beynin<br />
çalışmasıyla ilgili bazı konular<br />
karanlıkta kalmaya devam<br />
ediyor. Çözmeye çalıştığımız<br />
yapbozun birçok önemli<br />
parçası hala eksik. Özellikle de<br />
insanlık tarihi boyunca bütün<br />
bu gelişmelerin nasıl ortaya<br />
çıktığı hakkında bilgimiz çok<br />
az. Beynimiz neden bu kadar<br />
karmaşık ve nasıl bir değişim<br />
gösterdi? Neden dengeyi<br />
korumaya özen gösteriyoruz?<br />
Neden yürüyor, konuşuyor ve<br />
hatta akşam yemek için ne<br />
pişireceğimizi düşünüyoruz?<br />
Neden gülüyor, neden ağlıyor<br />
ve neden tatil için belirli yerleri<br />
seçiyoruz? Ve en önemlisi,<br />
bizim beynimizle diğer<br />
memeli hayvanların beyinleri<br />
arasındaki fark ne?<br />
HOMO<br />
SAPIENS<br />
HOMO SAPIENS<br />
BEYNIN<br />
EVRIMI<br />
İnsan türünün kökenine ve yüzyıllar<br />
boyunca uğradığı değişime dair çok<br />
sayıda teori bulunuyor ve bunlara<br />
her geçen gün yenileri ekleniyor.<br />
Darwin’in “evrim kuramı” bunların<br />
en önemlisidir. Bu kurama göre<br />
yaşayan tüm canlılar bir şekilde<br />
akrabadır ve hepsi tek bir ortak<br />
kökenden gelişerek bugünkü<br />
çeşitliliğine ulaşmıştır. Darwin’in<br />
genel teorisi yaşamın cansız<br />
nesnelerden türediği yönündedir.<br />
Ana vurgusu tamamen natüralist<br />
(tabiat kanunları dışında yönlendirme<br />
olmadan) bir yaklaşım olan<br />
“uyarlanmayla türeme”dir. Fakat<br />
yaşamın evriminden bahsettiğimizde<br />
sadece fiziksel görünüşümüzdeki<br />
değişimden bahsetmiyoruz.<br />
Bedenimizle ilgili her şey değişim<br />
gösteriyor; düşünce, bilincimizin<br />
niteliği ve daha birçok şey...<br />
Farklı türlerin beyinleri<br />
incelendiğinde insan<br />
beynindeki hücreler, moleküller,<br />
nörotransmitterler ve sinapslar<br />
neredeyse tamamen diğer<br />
türlerinkiyle aynı. Yani böcek,<br />
sürüngen, balık ve memelilerin<br />
tamamı aynı yapıtaşlarından<br />
oluşuyor.<br />
İnsanla diğer hayvanları<br />
karşılaştırdığımızda bazı<br />
özelliklerin yalnızca insana özgü<br />
olduğunu görüyoruz. Mesela<br />
diğer canlılardan hangisi<br />
mizahtan ya da güzellikten<br />
anlıyor olabilir? En azından<br />
şimdiye kadar ziyaret etme<br />
şansına erişmiş olanlarımız,<br />
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin<br />
güzelliğini deneyimlemiştir.<br />
Burayı ziyaret eden<br />
herkes zamanda donmuş<br />
nice mucizeye şahitlik<br />
edebiliyor. Bir de müzeye<br />
giden bir köpeği düşünün.<br />
Acaba zihinsel tepkileri<br />
aynı mı olurdu? Elbette<br />
hayır! Öylesine ortalıkta<br />
gezinir ve ancak arkeoloji<br />
hayranlarından oluşan<br />
kalabalığı gördüğünde belki<br />
biraz heyecanlanırdı.<br />
Beynimizin bir başka yeteneği de<br />
doğru ve yanlışı ayırt edebiliyor<br />
olmasıdır. Hayvanlar içgüdüleriyle<br />
davranır ve en az dirençle<br />
karşılaşacakları yolu tercih eder.<br />
İnsan ise toplumun tüm baskı ve<br />
direncine karşı koyarak kendisi<br />
için doğru olduğunu düşündüğü<br />
hedeflere doğru ilerleme ve<br />
düşüncelerini farklı derecelerde<br />
kontrol edebilme yeteneğine<br />
sahiptir.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 7 ]
İNSAN OLMA MÜCADELESİ<br />
SİNAN CANAN<br />
BEYNİN BOYUTU<br />
ZEKA İLE DOĞRU<br />
ORANTILI MI?<br />
Beyin eski dönemlerde nispeten<br />
çok daha sade bir yapıya sahipti.<br />
Günümüzde daha basit yapılı beyin<br />
örneklerini kurtçuklar, böcekler<br />
ve sümüklüböcekler gibi en alt<br />
canlılık düzeylerinde görebiliyoruz.<br />
Bu ilk beyinler, çoğunlukla<br />
yüzlerce sinir hücresinin bir araya<br />
gelmesinden oluşan ganglionlar<br />
biçimindedir. Daha gelişmiş<br />
organizmalardan olan balık ve<br />
iki yaşamlıların belirgin olan<br />
beyinleri, beden büyüklükleriyle<br />
kıyaslandığında oldukça küçüktür.<br />
Sürüngenler ve kuşlar, görme<br />
ve koku alma gibi özel duyulara<br />
ayrılmış uzman alanlara sahiptir.<br />
Memelilerde ise çok farklı biçim ve<br />
boyutlarda beyinler görebiliyoruz.<br />
Yeryüzündeki en büyük memeli<br />
beyni mavi balinaya aittir ve 1.4 kg<br />
ağırlığındaki insan beynine karşılık<br />
yaklaşık 6 kg ağırlığa sahiptir.<br />
Yapılan araştırmaların sonucunda<br />
beynin boyutunun düşünüldüğü<br />
kadar önemli olmadığının<br />
görülmesiyle beraber zekâ ve<br />
insan bilişine dair anlayışımızda<br />
köklü değişiklikler gerçekleşti.<br />
Kuzey Amerika’da yaşayan bir tür<br />
sinek kuşunun beyni, bir gramın<br />
altındaki ağırlığıyla belki de en<br />
küçük beyinlerden biri. Fakat 6<br />
kg ağırlığındaki mavi balinanın<br />
beynini düşündüğümüzde bu iki<br />
beynin muhteşem çeşitlilikteki<br />
davranışları üretebildiğini<br />
görüyoruz. Her iki canlı da<br />
sesle iletişim kuruyor, erkekleri<br />
cezbediyor, yavrularına bakıyor<br />
ve mevsimlere bağlı olarak uzak<br />
yerlere göç ediyor. Ayrıca, minicik<br />
beyne sahip olan sinek kuşu çok<br />
karmaşık çiftleşme dansları ve<br />
yuvalar yapıyor, çiçekleri bulmaya<br />
yönelik ilginç örüntü-tanıma<br />
problemlerini rahatlıkla çözebiliyor.<br />
Bu noktada, beynin boyutlarından<br />
ayrı olarak beyin büyüklüğü ile<br />
vücut büyüklüğü oranından da<br />
bahsetmemiz gerekir. Bu oran,<br />
insan veya başka bir canlının zekâ<br />
düzeyini yansıtan önemli bir değer<br />
olarak karşımıza çıkıyor.<br />
SIÇAN<br />
VÜCUT AĞIRLIĞI 200 G BEYİN AĞIRLIĞI 3G<br />
%1.5<br />
HAYVANIN YÜZDE KAÇINI BEYİN OLUŞTURUYOR?<br />
İNSAN<br />
VÜCUT AĞIRLIĞI 70 KG BEYİN AĞIRLIĞI 1.3 KG<br />
%1.9<br />
İNSANIN YÜZDE KAÇINI BEYİN OLUŞTURUYOR?<br />
ASLAN<br />
VÜCUT AĞIRLIĞI 200 KG BEYİN AĞIRLIĞI 200 G<br />
%0.1<br />
HAYVANIN YÜZDE KAÇINI BEYİN OLUŞTURUYOR?<br />
MAVİ BALİNA<br />
VÜCUT AĞIRLIĞI 60000 KG BEYİN AĞIRLIĞI 6 KG<br />
%0.01<br />
HAYVANIN YÜZDE KAÇINI BEYİN OLUŞTURUYOR?<br />
Buradan da<br />
anlaşılacağı<br />
üzere yanlızca<br />
beynin<br />
ağırlığına<br />
bakarak o<br />
canlının<br />
zihinsel<br />
kapasitesi<br />
hakkında doğru<br />
bir yargıya<br />
varmamız pek<br />
mümkün değil.<br />
[ 8 ] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
İNSAN BEYNİNİN EVRİMİ<br />
SENARYOLARINA ÖZET<br />
BİR BAKIŞ<br />
Hominid (insansı) beyinleri 3-4<br />
milyon yıl içinde, 400 gramdan,<br />
insandaki ağırlığıyla bugün 1400<br />
grama kadar büyümüş görünüyor.<br />
1.7 milyon yıl öncesinde yaşadığı<br />
tahmin edilen ve Homo erectus<br />
olarak isimlendirilen insansı<br />
canlının beden olarak aslında<br />
günümüz insanından çok da<br />
küçük olmadığını fakat beyin<br />
hacminin neredeyse insan beyninin<br />
yarısı olduğunu biliyoruz. Beynin<br />
evrimi ve gelişimi hakkında<br />
bilim insanlarının üzerinde<br />
çalıştığı birçok soru var; fakat<br />
evrim açısından bakıldığında,<br />
beyin büyüklüğü ve zekânın çok<br />
avantajlı olduğuna dair birçok<br />
kanıt birikmiş durumda. Daha zeki<br />
olan yunuslar, şempanzeler ve<br />
insanlar gibi memelilerin beyinleri,<br />
küçük kafatasına daha fazla yüzey<br />
sığdırabilmek amacıyla çok daha<br />
kıvrımlı iken daha az zekâ gösteren<br />
hayvanların beyin yüzeyleri<br />
genellikle daha düzdür. Bununla<br />
birlikte zekâyla en doğrudan ilişkili<br />
olan parametrelerin başında,<br />
beynin bedene göre büyüklük<br />
oranı gelir. İlginç bir şekilde biz<br />
annelerimizin karnında gelişirken<br />
altıncı aya kadar beyinlerimiz<br />
oldukça düzgündür ve kıvrımlar<br />
doğumdan birkaç hafta önce<br />
şekillenir.<br />
BEYİN NEDEN SÜREKLİ<br />
BÜYÜDÜ VE NEDEN<br />
ZEKÂ GİTTİKÇE ARTTI?<br />
Evrimsel bakış açısıyla açıklamaya<br />
çalışırsak aslında senaryolar<br />
oldukça mantıklı. Milyonlarca<br />
yıl önce neler olduğunu elbette<br />
kesin olarak bilme şansımız yok.<br />
Fakat elimizdeki kanıtlardan yola<br />
çıkarsak büyüyen beyinlerimizin<br />
ve artan zekâmızın bize tabiatta<br />
hayatta kalmamız için avantaj<br />
sağladığını söyleyebiliriz. Nesiller<br />
boyunca beyni daha büyük<br />
olan, daha karmaşık stratejiler<br />
üretebilen, bireyler arası iletişim<br />
ve işbirliğinde en yetenekli olan<br />
atalarımızın bu sayede hayatta<br />
kalmayı başardığını düşünebiliriz.<br />
Zira bugün insanı diğer memeli<br />
türlerinden ayıran en önemli<br />
özelliklerden biri çok sayıda bireyin<br />
ortak bir amaç uğruna işbirliği<br />
yapabileceği bir zihinsel donanıma<br />
sahip olmasıdır. Milyonlarca<br />
insan farklı inanç, ideoloji veya<br />
amaç etrafında toplanarak farklı<br />
stratejilerle hem çok büyük<br />
medeniyetlerin kurulmasına hem<br />
de büyük yıkım ve acılara neden<br />
olabiliyor. Başka hiçbir canlının<br />
beyni bu kadar büyük bir sosyal<br />
işbirliğine izin verecek yetenekte<br />
değil.<br />
Araştırmacılar özellikle 2 milyon<br />
yıl kadar önce insansılarda ortaya<br />
çıkmış gibi görünen ayakta dik<br />
durma özelliğinin beyinleri çok<br />
daha hızlı geliştirdiğini düşünüyor.<br />
Bunun en önemli nedeni ise,<br />
artık serbest kalan ellerin, ilave<br />
birtakım işler için kullanılabiliyor<br />
olması. Beynimizin çok önemli bir<br />
kısmının ellerimizin hareketlerini<br />
kontrol etmek için ayrılması da bu<br />
önemli bedensel değişikliği takiben<br />
ortaya çıkmış gibi görünüyor.<br />
Ellerini kullanmak için daha büyük<br />
beyin alanına sahip olanlar, daha<br />
marifetli oldular, daha fazla hayatta<br />
kalmayı başardılar.<br />
Enerji oburu olan beynimiz<br />
günlük şeker tüketimi ve kan<br />
dolaşımımızın beşte birine ihtiyaç<br />
duyar. Hâlbuki beyin vücudumuzun<br />
hacim ve ağırlık olarak sadece<br />
yüzde beşini kaplar. Böyle büyük ve<br />
açgözlü bir sistemi beslemek için<br />
de ciddi miktarlarda enerji alımı<br />
gerekir. Beyninizi sadece ot veya çiğ<br />
et yiyerek besleyemezsiniz; çünkü<br />
sindirimi çok zahmetli olan bu<br />
besinleri tükettiğinizde gününüzü<br />
sadece yemek yemekle geçirmek<br />
zorunda kalırdınız. İnsanın büyük<br />
bir beyni besleyebilmesi için en<br />
önemli avantajı yemekleri ateşte<br />
pişirmeyi öğrenmesidir. Çünkü<br />
pişen besinler çok daha hızlı<br />
sindirilir ve böylece bol miktarda<br />
kalori kısa zamanda vücuda<br />
alınmış olur. Belki bir kaza eseri<br />
keşfedilen pişirme süreci, beynin<br />
gelişiminin önündeki en büyük<br />
engellerden birisi olan enerji<br />
engelini de aşmamızı sağlamış<br />
olabilir.<br />
ANLAMASAK NE OLUR?<br />
Hayatın nasıl çeşitlendiğini<br />
anlamak insanlığın en temel<br />
konularından biridir. Eğer<br />
canlılık geçmişimizi bilir ve diğer<br />
milyonlarca türle birlikte nasıl<br />
gelişip dünyaya yayıldığımızı<br />
anlayabilirsek beyinlerimizin o<br />
güzelim öyküsünü de anlayabilecek<br />
ve böylece bilimde yeni ve büyük<br />
bir devrimi daha yaşayabileceğiz.<br />
Dünyanın güneş etrafında dönen<br />
gezegenlerden biri olduğunu<br />
anlamamızı sağlayan Kopernik’in<br />
çalışmaları gibi Darwin’in fikirleri<br />
de böyle bir devrimdir.<br />
Beynin evrimini anlamak yaşamın<br />
tarihinde yeni bir bölümün<br />
başlangıcı olacak ve bu büyük<br />
değişiklik hayatımız boyunca<br />
cevabını aradığımız birçok soruya<br />
cevap bulmak için yepyeni yollar<br />
keşfetmemizi de sağlayacaktır.<br />
O zamana kadar beklemek ve<br />
elimizdeki teoriler üzerinde<br />
bolca düşünmek zorundayız gibi<br />
görünüyor.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 9 ]
DANDİNİ DANDİNİ DASTANA<br />
MUSA GÖÇMEN<br />
d<br />
n<br />
a<br />
d<br />
n<br />
i<br />
i<br />
MUSA<br />
GÖÇMEN<br />
MÜZİSYEN<br />
BELKİ DE DANDİNİ<br />
DANDİNİ DASTANA’YLA<br />
BAŞLAMALIYIZ<br />
Hayatımızın<br />
büyük bölümü<br />
dinlemekle<br />
geçiyor.<br />
Etrafımızda<br />
olan her şeyi<br />
dinleyerek<br />
ve bizim için<br />
gerekli olanları<br />
ayıklayıp<br />
dikkate alarak<br />
bir ömür geçip<br />
gidiyor.<br />
Peki, bu ayıklama işlemini kim<br />
gerçekleştiriyor? Elbette beyin!<br />
Her işittiğini “dikkate almayan” bir<br />
beynimiz var. Sanırım bunun için<br />
hepimiz müteşekkiriz; zira bunca<br />
gürültünün arasında zihinsel<br />
sağlığımızı kaybetmemiz çok da<br />
zor olmazdı. Bizim için gerekli<br />
olanı seçen beyin, bunu rastgele<br />
yapmıyor, yıllar içinde beynimize<br />
öğrettiğimiz müzikal ve ses<br />
örüntüsü deneyimleri sayesinde<br />
yapabiliyor. Dinlediğimiz her<br />
şey algımızı değiştiriyor, müziği<br />
daha farklı algılamamıza ve<br />
kendine özgü duygusal etiketleme<br />
sistemleri geliştirmemize yol<br />
açıyor.<br />
1960’lı yıllardan beri Nörobiyoloji<br />
ve Nöropsikoloji alanlarında<br />
müziğin beyin ve çocuk gelişimi<br />
üzerindeki etkisiyle ilgili<br />
araştırmalar yapılıyor. Anne<br />
karnındaki bebeğin ilk işitsel<br />
[ 10] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
a s t a<br />
d<br />
d n i<br />
n<br />
a<br />
faaliyetlerinin gelişimiyle beraber<br />
başlayan doğru bir müzik<br />
eğitimi, zekâyı, dil eğitimini,<br />
sosyal gelişimi, beraber çalışma<br />
kültürünü ve belleği olumlu<br />
etkiliyor.<br />
Anne karnında ilk dinlediğimiz<br />
annemizin iç seslerinden sonra ne<br />
dinleyeceğimize, ne yiyeceğimize<br />
ilk olarak ebeveynlerimiz karar<br />
veriyor. Yediğimize, içtiğimize<br />
dikkat ettikleri kadar ne<br />
dinlediğimize dikkat ettiklerini<br />
söyleyemeyiz. Hâlbuki yenileniçilen<br />
şeyler birkaç saat içinde<br />
büyük oranda vücuttan atılırken<br />
araştırmacılar dinlenen müzik<br />
ve seslerin çoğu zaman bir ömür<br />
boyu beyin devrelerimize adeta<br />
kazındığını söylüyor. Mesela 80<br />
yaşına gelmiş, hayatı boyunca<br />
birçok müzik dinlemiş bir insan,<br />
annesinin ona söylediği bir ninniyi<br />
duyunca birden çocuk oluyor,<br />
annesinin sımsıcak göğsündeki<br />
huzuru hissediyor.<br />
Mircan Kaya’nın sesinden,<br />
“Dandini Dandini Dastana”yla<br />
başlamalıyız belki de. Her şeye<br />
yeniden başlamalıyız. O ninniden<br />
öyle bir keyif almalıyız ki geçmişte<br />
beynimize müzik diye kazınmış<br />
olan o “gürültüler” silinsin gitsin.<br />
Yerine ne olmasını istiyorsak o<br />
gelsin. Müziği dinleyelim. Ama<br />
öyle basitçe değil; düşünerek,<br />
hissederek ve yaşayarak... Bence<br />
o zaman bulacağız ruhumuz için<br />
gerekli olanı.<br />
Dandini<br />
Dandini<br />
Dastana<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 11]
OYTUN ERBAŞ SÖYLEŞİSİ<br />
OTİZM<br />
ÖZGE<br />
KARABULUT<br />
İstanbul Bilim<br />
Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />
öğretim üyesi, Florence<br />
Nightingale Hastanesi<br />
Deneysel Cerrahi<br />
Araştırma ve Uygulama<br />
Merkezi sorumlusu<br />
ve [n]Beyin Projesi<br />
eğitmenlerinden Yrd.<br />
Doç. Oytun Erbaş ile<br />
otizm üzerine konuştuk.<br />
Beyin üzerine yaptığı<br />
çalışmalarda fare<br />
deneyleri yapan Erbaş,<br />
gebe dişi farelerle yaptığı<br />
deneysel çalışmalarda<br />
anne karnında yalnızca<br />
şekerli su ile beslenen<br />
hayvanlarda sinirsel<br />
göçün bozulduğunu ve<br />
bunun otizm olasılığını<br />
arttırdığını dile getirdi.<br />
O<br />
T<br />
I<br />
Z<br />
M<br />
OTİZM NEDİR,<br />
NASIL OLUŞUR?<br />
Otizm, anne karnında başlayan<br />
O<br />
gelişimsel bir bozukluktur.<br />
Bir bebeğin beyni, gebelik<br />
sürecinde oluşmaya başlar. Bu<br />
süreçte, beynin her bölgesinde<br />
farklı olmak üzere, anne karnındaki sinir<br />
hücrelerinin bazıları aşağıdan yukarıya<br />
bazıları da sağdan sola göç eder ve sinir<br />
hücreleri birbirleriyle bağlantılar kurar. Bu<br />
bağlantıların sağlıklı bir şekilde kurulamayışı<br />
birçok olumsuz sonuçlara neden olabilir.<br />
Otizm de bu sonuçlardan biridir. Sinir<br />
hücrelerindeki hatalı göç sonucu oluşan<br />
otizmli beyindeki bağlantıların, sağlıklı<br />
bir beyindeki bağlantılara oranla sayıları<br />
daha az ve bu bağlantılar niteliksel açıdan<br />
hatalıdır. Tamamen yanlış bağlanan sinir<br />
hücreleri yukarı doğru uzaması gereken bir<br />
ağacın yerin altına doğru uzanması misali<br />
bambaşka bir örüntüde kendini gösterir.<br />
Kişilerin beyinlerindeki bağlantıların farklılığı<br />
kişinin duyusal ve motor işlemlerinde<br />
bozukluklar, denge problemleri ve daha<br />
birçok fonksiyonel bozukluğu beraberinde<br />
getirir.<br />
OTİZME NE SEBEP OLUR?<br />
Genlerin etkisinden büyük<br />
G<br />
ölçüde söz edebiliyoruz. Tek<br />
yumurta ikizlerinde %77,<br />
çift yumurta ikizlerinde ise<br />
%31 oranında bir uyum söz<br />
konusudur. Yani bebeklerden biri otizmli ise<br />
diğerinin olma olasılığı, tek ya da çift yumurta<br />
ikizi olmasına göre bu yüzdelere sahiptir.<br />
Ailede bir kişide otizm varsa o ailede başka<br />
bir bireyde otizm görülme olasılığı hiç otizm<br />
görülmemiş bir aileye göre daha yüksektir.<br />
Ancak günümüzde hangi genin yahut gen<br />
bileşenlerinin etkisi olduğu noktasında bir<br />
bulgumuz yok. Genetik oranlarının %100<br />
olmadığına dikkat çekecek olursak çevresel<br />
bir takım etkilerden söz etmeliyiz. Otizm<br />
anne karnında başlayan bir süreç olduğu<br />
için, bir kadının gebelik süreci otizme etki<br />
[ 12] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
eden en önemli çevresel faktörlerin<br />
başında gelir. Gebe bir kadının<br />
yaşadığı hastalıklar, geçirdiği<br />
enfeksiyonlar, beslenme şekli ya<br />
da yoğun stres gibi birçok etken<br />
otizme yatkınlıkta belirleyici rol<br />
oynayabilmekte. Gebe dişi sıçanlarla<br />
yaptığım deneysel çalışmalarda<br />
anne karnında yalnızca şekerli su<br />
ile beslenen hayvanlarda nöronal<br />
(sinirsel) göçün bozulduğunu<br />
ve bunun otizm olasılığını<br />
arttırdığını gözlemledim. Tek tip<br />
beslenme bir stres kaynağıdır<br />
ve bu stres bizi otizm sonucuna<br />
bir adım daha yakınlaştırır. Bu<br />
noktada gebelik süreci sağlıklı,<br />
dengeli ve dikkatli geçirilmesi<br />
gereken çok önemli bir süreçtir.<br />
Ayrıca ABD’de Yale, Harvard ve<br />
Washington üniversitelerinde<br />
yapılan araştırmalara göre<br />
otizm olasılığı anne-babanın<br />
yaşı ilerledikçe artar ve 35 yaş<br />
üstü babalarda bu olasılık daha<br />
fazladır.<br />
OTİZMİN<br />
BELİRTİLERİ<br />
NELERDİR?<br />
Otizm 3 yaşına<br />
O<br />
kadar tespit<br />
edilebilir ve bazı<br />
belirtilerle kendini<br />
gösterir. Bu belirtiler<br />
BKKI (Baltimore Kennedy Krieger<br />
Institute) Direktörü Dr. Rebecca<br />
Landa tarafından 10 madde<br />
şeklinde tanımlanmıştır. Bunlar,<br />
kendisine bakan kimselere<br />
nadiren gülümseme; başkalarının<br />
çıkardığı sesleri veya gülücük gibi<br />
hareketleri nadiren taklit etme; ses<br />
çıkarmada gecikme veya nadiren<br />
ses çıkarma; 6-12 aylıkken ismine<br />
tepki vermeme; 10. aydan itibaren<br />
el işaretleri ile iletişim ve göz teması<br />
kuramama; nadiren dikkatinizi<br />
çekme; ellerde, ayaklarda,<br />
bacaklarda sertleşme veya el<br />
bileklerini çevirme gibi olağan dışı<br />
vücut hareketleri, olağan dışı duruş<br />
ve diğer tekrarlayıcı davranışlar;<br />
onu kaldırmak istediğinizde size<br />
doğru uzanmaması; yuvarlanma,<br />
emekleme gibi hareketler açısından<br />
motor gelişim geriliğidir.<br />
OTİZMLİ BİREYDEKİ<br />
FARKLILIKLAR<br />
NELERDİR?<br />
Yeniliğe direnç,<br />
Y<br />
otizmde fazlasıyla<br />
belirgin bir<br />
niteliktir. Birey<br />
yeni olanı istemez,<br />
alışkanlıklarına düşkündür.<br />
Stereotipik olanı, yani tekrarlananı<br />
tercih etme de otizmde görülen<br />
başka bir niteliktir. Her gün aynı<br />
sokaktan geçmek ve aynı yemeği<br />
yemek gibi tipik davranışlar<br />
sergileyen otizmli bireyler, kendi<br />
davranışlarında olduğu gibi<br />
çevrelerinde de tekrarlananı<br />
görmeyi severler. Mesela bir<br />
kapı onlar için açık ya da kapalı<br />
değil sürekli açılıp kapanır halde<br />
olmalıdır. Dönen pervaneler gibi<br />
2 fonksiyonlu hareket sergileyen<br />
nesneleri seven otizmli bireyler<br />
saatlerce bu nesnelerle vakit<br />
geçirebilirler. Çoğunlukla<br />
kafa sallama hareketini<br />
de severler ve iki bardak<br />
arasındaki döngüsel su<br />
alışverişini saatlerce zevkle<br />
sürdürebilirler. Farelerde<br />
üzerinde yaptığım bir<br />
deneyde, bir farenin her iki<br />
yanına birer fare yerleştirdim.<br />
Bunlardan biri farenin<br />
geçmişte tanıdığı, diğeri<br />
ise daha önce tanımadığı<br />
bir fareydi. Otizmli farelerin<br />
tanıdıkları fareyle daha fazla<br />
vakit geçirdiği ve yeni fareyle<br />
ilgilenmediği, sağlıklı farenin<br />
ise yeni olanla daha çok<br />
ilgilendiğini gözlemledim.<br />
İlgi alanını tek bir konuya<br />
odaklama ve bu konuda<br />
tekrar eden davranışlar<br />
sergileme, yani otizm<br />
spektrum sendorumu çeşitlerinden<br />
biri olan Asperger, bu sendromların<br />
%10’unu oluşturur. Otizmli<br />
bireylerin iletişim istekleri olur,<br />
sözel konuşma yetenekleri vardır;<br />
ancak empati kuramadıkları için<br />
çevreyle iletişim konusunda sıkıntı<br />
yaşarlar. Bu bireyler ilgilendikleri<br />
konuyla ilgili her türlü detaylı<br />
bilgiye sahip olacak kadar zamanın<br />
çok büyük bir kısmını o konuya<br />
adarlar. Bilişsel ve akademik<br />
yetenekleri daha fazladır. Tarihte<br />
birçok bilim insanı ve sanatçıya<br />
Asperger tanısı konulmuştur.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 13]
OYTUN ERBAŞ SÖYLEŞİSİ<br />
OTİZM<br />
Albert<br />
Einstein<br />
Bilinen<br />
Otizmli<br />
Kişiler<br />
L. Van Beethoven<br />
Carl Jung<br />
Thomas Edison<br />
Franz Kafka<br />
Otizmde çok<br />
O<br />
temel bir tanıma<br />
fonksiyon<br />
bozukluğu söz<br />
konusudur.<br />
Yaptığım çalışmalarından<br />
birinde, farelerin her iki yanına<br />
birer kutu yerleştirdim. Bu<br />
kutulardan birinin içinde bir<br />
fare vardı, diğeri ise boştu.<br />
Böyle bir koşulda otizmli<br />
bir farenin boş kabı, sağlıklı<br />
bir farenin ise içinde fare<br />
olan dolu kabı seçtiğini<br />
gözlemledim. Otizmli farelerin<br />
burada içi dolu kaptaki fareyi<br />
tanıyamadığı için boş kutuyu<br />
tercih ettiğini, sağlıklı farenin<br />
ise arkadaşının yanında olma<br />
arzusuyla dolu kabı tercih<br />
ettiğini söyleyebilirim. Yani<br />
otizmli fare kendi türünü<br />
tanımamış, onunla birlikte<br />
olma ihtiyacını hissetmemiştir.<br />
Otizmde görülen belirgin<br />
niteliklerden biri bireylerin<br />
kendilerinden üçüncü şahıs<br />
olarak bahsetmeleridir. Mesela<br />
Ahmet ismindeki otizmli bir<br />
çocuk “Ben çok acıktım.”<br />
demek yerine “Ahmet bugün<br />
çok acıktı.” demeyi tercih<br />
eder. Otizmliler, kendi eliyle<br />
göstermesi ya da yapması<br />
gerekeni başkasının eliyle<br />
yapmayı severler.<br />
W. Amadeus Mozart<br />
Isaac Newton<br />
Friedrich Nietzsche<br />
Gustav Mahler<br />
[ 14] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
OTİZMLİ BİREYLERDE<br />
İLETİŞİM NASIL<br />
SAĞLANIYOR BİRAZ<br />
BAHSEDEBİLİR<br />
MİSİNİZ?<br />
Otizmdeki en<br />
O<br />
temel iletişim<br />
problemi otistik<br />
bireylerin göz teması<br />
kuramamasıdır.<br />
Sağlıklı bir bebek henüz 3-4<br />
aylıkken göz teması kurmaya<br />
başlarken otistik bireyler hayatının<br />
hiçbir aşamasında göz teması<br />
kuramazlar. Ayrıca dil gelişimleri<br />
de bozuk olan otistik bireyler<br />
yüzleri tanıyamadıkları için iletişim<br />
halinde oldukları insanların<br />
yüzleriyle ilgilenmez ve onlara<br />
garip garip bakarlar. Bu yüzdendir<br />
ki halk arasında ‘garip’ olarak<br />
nitelendirilen bireyler, çevresiyle<br />
sağlıklı ve etkili bir iletişim<br />
kuramamaktadırlar.<br />
BU KİŞİLERDE<br />
İLETİŞİM<br />
KURMA YETİSİNİ<br />
GELİŞTİRMEK<br />
MÜMKÜN MÜ?<br />
Birliktelik algısını ve<br />
B<br />
sosyal iletişimlerini<br />
arttırabilecekleri<br />
oksitosin hormonu<br />
takviyesi önemlidir.<br />
Sevgi hormonu olarak da<br />
bilinen oksitosin sayesinde en<br />
yakınındakileri daha çok tanıma<br />
olanağına kavuşan otizmli<br />
bireyler, böylece minimal sosyal<br />
interaksiyona sahip olabilirler.<br />
Ayrıca düzenlenen birçok proje<br />
kapsamında otistik bireylerin<br />
iletişim yollarını iyileştirme<br />
ve başka iletişim yollarını<br />
kullandırmayla ilgili çalışmalar<br />
yürütülmektedir.<br />
OTİZMLİLERDE<br />
ÖĞRENME<br />
SORUNLARI<br />
YAŞANDIĞINI<br />
BİLİYORUZ. BUNUN<br />
SEBEBİ NEDİR?<br />
Otizmli bireyde,<br />
O<br />
temelde öğrenmeyi<br />
sağlayan aynalama<br />
işlemi sekteye<br />
uğramıştır.<br />
Aynalama işlemi ödül-ceza<br />
usulüyle algı sistemi üzerinden<br />
davranışlara nüfuz ederek çalışan<br />
sistematik bir modeldir. Bu<br />
modele göre çocuk, davranışları<br />
ve bu davranışların sonuçlarını<br />
gözleyerek onları değerlendirir<br />
ve öğrenir. Mesela çocukken<br />
yemek masasının üzerine<br />
çıktığımızda alacağımız olumsuz<br />
bir tepki üzerine bu davranışı<br />
bir daha tekrarlamayışımız<br />
aynalama işlemini anlatır bize.<br />
Bu işlem, beynin inferior frontal<br />
girus kısımında ayna nöronlar<br />
tarafından gerçekleşir. Otizmli<br />
bireyde görevini sağlıklı bir<br />
biçimde gerçekleştiremeyen ayna<br />
nöronlar, bireyleri hayatlarındaki<br />
en temel ögelerin başında<br />
gelen öğrenme yetisinden ve<br />
öğrenemedikleri için de dolayısıyla<br />
öğretme yetisinden mahrum<br />
bırakır. İnsanlar, öğrendikleri<br />
doğrultusunda davranır. Çocukken<br />
annemizin kızgın bir yüz ifadesi<br />
takınıp ardından kulağımızı<br />
çekmesi, bize o yüz ifadesinin<br />
kötü olduğunu öğretir ve annemizi<br />
kızdırmamayı öğreniriz. Oysa<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 15]
OYTUN ERBAŞ SÖYLEŞİSİ<br />
OTİZM<br />
otizmliler için böyle bir öğrenme<br />
söz konusu değildir. Onlar için<br />
yüz ifadesinin ve davranışın hiçbir<br />
anlamı yoktur. Annesi öfke krizi<br />
geçirse dahi o bunun farkında<br />
olmayacaktır ve dolayısıyla<br />
da öğrenemeyecektir. Ayrıca<br />
hatalı bağlanan nöronlarından<br />
ötürü otistik bireyler konuşma<br />
ve öğrenme problemleri de<br />
yaşamaktadır. Sağlıklı çocuklar<br />
gibi okula gidemeyen otistik<br />
bireylerin %80’i zekâ testlerinde<br />
düşük puanlar almış ve zekâları<br />
geri olarak nitelendirilmiştir.<br />
Oysa normatif zekâ testlerinden<br />
yola çıkarak otistik bireylerin<br />
zekâlarının geri olduğunu iddia<br />
etmek de yanlıştır. Belki de<br />
keşfedemediğimiz bambaşka bir<br />
öğrenme stilleri vardır ve bunun<br />
sonucunda gelişen başka türden<br />
bir zekâya sahiptirler.<br />
OTİZMİN GÖRÜLME<br />
OLASILIĞI CİNSİYET<br />
BAZINDA FARKLILIK<br />
GÖSTERİR Mİ?<br />
Otizm, erkeklerde<br />
O<br />
kadınlara oranla<br />
3 kat daha fazla<br />
görülür. Kadınlardaki<br />
dişilik hormonu olan<br />
östrojen, nöronların göçmesi<br />
sırasında çevresel faktörlerin<br />
bertaraf edilmesini sağlar ve bir<br />
nevi tampon gibi nöronun verdiği<br />
cevabı daha küçük hale getirebilir.<br />
Ancak erkeklerde fazlaca<br />
bulunan testesteron çevresel<br />
etkilere duyarlıdır ve nöronlara<br />
ani cevaplar vermeyi öğretir.<br />
Ani hareketlerle hata olasılığını<br />
arttıran nöron yanlış büyüme<br />
kararı alabilir; bu da kişiyi hatalara<br />
daha yatkın hale getirir. Kadınlarda<br />
yanlış bağlanan nöronun gelişimi<br />
bu tedbir ve fren mekanizmasıyla<br />
engellenebilirken erkeklerde ani<br />
kararlar neticesinde düzeltme<br />
daha az olur. Yani erkekler<br />
testesteronlarının mağduru oluyor<br />
diyebiliriz.<br />
PEKİ, OTİZM TIPTA<br />
HANGİ KATEGORİDE<br />
ELE ALINIYOR?<br />
Tıpta analiz etme<br />
T<br />
kolaylığı açısından<br />
aslında birçok<br />
ortak noktası olan<br />
hastalık, küçük<br />
farklılıklarından ötürü<br />
sınıflandırılır. Otizm geçmişte<br />
“çocukluk çağı şizofrenisi” diye<br />
isimlendiriliyordu. “Şizofreni”<br />
ifadesi, otizmli bireylerin<br />
standart bir insana göre farklı<br />
davranışlar sergilemesinden ve<br />
otizmli bir beynin şizofrenik bir<br />
beyne benzetilmesinden dolayı<br />
kullanılıyordu. Yapılan deneylerde<br />
otizmli bir hayvanın büyüdüğü<br />
zaman şizofrenik davranışlar<br />
sergilediği görülmüştür. Şizofreni<br />
otizme göre daha geç ortaya çıktığı<br />
için bir farklılıktan söz edilebilir;<br />
ancak belki de şizofreni ve otizm<br />
aynı hastalığın farklı kollarıdır.<br />
Günümüzde ayrı ayrı ele alsak da<br />
otizm, obsesyon, dikkat eksikliği<br />
ve hiperaktivite bozukluğu gibi<br />
psikolojik semptomlar benzer<br />
birçok yönünden ötürü eskiden<br />
otizm başlığı altında toplanan<br />
hastalıklardı. Kim bilir bu<br />
hastalıklar belki de aynı grup<br />
hastalığın alt gruplarıdır. Belki<br />
de gelecekte bu hastalıkları<br />
sınıflandırmayı bırakıp hepsine<br />
birden “fronto-temporal göç<br />
anormalleri” diyeceğiz.<br />
[ 16] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 17]
VEDAT OZAN SÖYLEŞİSİ<br />
KOKU VE BELLEK<br />
BUSE<br />
KAYNARKAYA<br />
LİMBİK SİSTEME DOLAYSIZ<br />
OLARAK ERİŞİMİ OLAN TEK DUYU:<br />
Kokunun<br />
yeryüzündeki<br />
varlığını araştırmak<br />
üzere çıktığı yolda<br />
yaptığı araştırmalar<br />
ve çalışmalar<br />
sonucu Kokular<br />
Kitabı ve Kokular<br />
Kitabı 2- Parfümler<br />
isimli iki kitap yazan<br />
Vedat Ozan’la<br />
bellek ve koku ilişkisi<br />
üzerine konuştuk.<br />
Uzun yıllar Açık<br />
Radyo’da “Koku”<br />
isimli bir program<br />
yapan Ozan, aynı<br />
zamanda Bilgi<br />
Üniversitesi’nde<br />
“Duyuların Kültürel<br />
Tarihi” isimli bir ders<br />
veriyor ve “Kokucuk”<br />
isimli atölyesinde<br />
uygulamalı koku<br />
atölyeleri düzenliyor.<br />
KOKU DUYUSUNUN<br />
TARİHSEL EVRİMİNDEN<br />
BİRAZ BAHSEDER MİSİNİZ?<br />
Koku duyusu,<br />
K<br />
bugünkü beyin<br />
yapımıza geçmeden<br />
önceki evrede<br />
ortaya çıkan<br />
bir duyudur. Yani bilişsel ve<br />
soyut düşünebilmeye veya<br />
lisan kullanabilme yeteneğine<br />
kavuşmadan çok önceleri insan<br />
kokuyla tanışmış. Koku bir haz<br />
veya keyif olsun diye değil, insanın<br />
biyolojik çekirdeği içindeki bazı<br />
unsurları karşılayabilmek için<br />
var olmuş. Yani kısaca, kokunun<br />
varlık sebebi bir uyaran olması.<br />
Bu sayede tehlike veya riskin<br />
yön ve yoğunluğu hakkında bilgi<br />
sahibi olabilmiş, av olmaktan<br />
kurtulabilmiş, beslenebilmiş ve<br />
doğru üreyerek türü bugünlere<br />
kadar getirebilmişiz.<br />
Elbette süreç içinde çevreye uyum<br />
sağlama çabası ve onunla beraber<br />
o biyolojik çekirdeğin üzerine<br />
örülen sosyal kabuk pek çok<br />
değişimi beraberinde getirmiş,<br />
değişen parametrelerle beraber<br />
öne çıkan duyuların sıralaması<br />
değişmiş gibi görünüyor. Yani<br />
artık görsellik hâkim bir dünyada<br />
yaşıyormuşuz gibi gelebilir pek<br />
[ 18] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
çok kişiye; ancak unutmamak<br />
lazım ki her deneyim aslında<br />
bir çoklu duyu deneyimi ve her<br />
deneyimde o duruma has olmak<br />
kaydıyla başrole çıkan duyu<br />
değişebiliyor. Dolayısıyla genel<br />
bir duyular hiyerarşisinden söz<br />
etmek bu ilişkiler ve geçişkenlikler<br />
bağlamında pek doğru değil.<br />
Bu anlamda koku duyusunun<br />
evriminin hala devam ettiğini<br />
söyleyebiliriz; bu eksi ve artısıyla<br />
böyle. Misal, kokuyla beraber<br />
çalışan feromon algımız, yani<br />
vomeronazal organımız zaman<br />
içinde işlevsizleşmiş. Neden?<br />
Çünkü artık hayatımızda başka<br />
kavramlar var ve hayvanların<br />
kullandığı o kimyasal iletişim<br />
formu bizim için yaşamsal<br />
önemde değil.<br />
KOKU VE BELLEK<br />
ÜZERİNE İLK NE ZAMAN<br />
ÇALIŞILMAYA BAŞLANDI,<br />
GÜNÜMÜZDE NE NOKTAYA<br />
GELİNDİ?<br />
Antik çağdan beri<br />
A<br />
bilim insanları,<br />
ki o zamanlarda<br />
bilimde dallanmanın<br />
bugünkü gibi<br />
olmadığını ve pek çok şapkayı tek<br />
kişinin giydiğini unutmayalım,<br />
koku üzerine kelam etmişler.<br />
Daha da yakınlara gelirsek Proust<br />
bize sözünü söylemese de bu<br />
ilişkinin nasıl çalıştığına dair fikir<br />
vermiş. Ama bunları bir yana<br />
bırakırsak esas olarak 50’ler, hatta<br />
akademik anlamda kabul edilebilir<br />
ilk ciddi verilerin 80’ler ve Prof.<br />
Tyrgg Engen’le beraber oluşmaya<br />
başladığını söyleyebiliriz. Tarihe<br />
bakarsanız çok yeni olduğu<br />
aşikârdır; bu da gidilecek daha çok<br />
yol olduğunu gösteriyor. Sadece<br />
bellek değil koku algısına ilişkin<br />
her alanda önceden bilmediğimiz<br />
pek çok yeni bilgiye vakıf oluyoruz<br />
gün geçtikçe. Bu anlamda<br />
akademik kariyer bağlamında<br />
en bereketli alanlardan biri<br />
diyebilirim. Kokunun lezzetle olan<br />
bağını da düşünürsek endüstri için<br />
de desteklenmesi cazip bir alan<br />
koku algısıyla ilgili çalışmalar.<br />
KOKU VE HAFIZA<br />
İLİŞKİSİNDE SİZİN DE<br />
KULLANDIĞINIZ BİR TERİM<br />
VAR, “PROUST FENOMENİ”<br />
NEDİR?<br />
Proust, soğuk bir<br />
P<br />
günde burnunu<br />
çekerek eve<br />
döndüğünde<br />
annesinin ona ikram<br />
ettiği çaya bir parça madeleine<br />
keki batırıyor. Kekin çay içine<br />
girmesiyle beraber ortama salınan<br />
koku da artık çay + tereyağ, un,<br />
şeker kokusu olmaktan çıkıp<br />
yazarın çocukluk anılarına doğru<br />
iradi olmayan bir yolculuğun<br />
bileti haline geliyor. Küçük bir<br />
çocukken astım krizlerinden<br />
kurtulsun diye gönderildiği<br />
halasının yanında geçirdiği<br />
günlerde ona ikram edilen aynı çay<br />
ve kek, birbiri ardına dökülmeye<br />
başlayan anılarla beraber<br />
3000 sayfalık Kayıp Zamanın<br />
İzinde isimli esere dönüşüyor.<br />
Bu olaya da Proust Fenomeni<br />
deniliyor. Yani çocuklukta maruz<br />
kaldığımız bir kokunun ileride<br />
tekrar duyumsanması halinde<br />
aynı günlere doğru bir bellek<br />
yolculuğunun başlaması, epizodik<br />
hafıza dâhil pek çok bellek<br />
unsurunun devreye girmesi ve<br />
peşinde duygu durumların da<br />
simüle edilmesi hali. Bunda koku<br />
duyusunun işlendiği merkez olan<br />
limbik sistemin aynı zamanda<br />
hafıza ve duygudurum işleme<br />
merkezi olmasının ve kokunun<br />
diğer duyusal uyarılardan farklı<br />
olarak bu bölgeye herhangi bir<br />
bilişsel süzgeçten geçmeden<br />
ulaşmasının büyük önemi var.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 19]
VEDAT OZAN SÖYLEŞİSİ<br />
KOKU<br />
BEYNİN KOKU İLE<br />
KURDUĞU İLİŞKİDE<br />
KOKUYLA İLGİLİ YAŞAMSAL<br />
DENEYİMLERİMİZİN<br />
(TECRÜBELERİMİZİN)<br />
ÖN PLANDA OLDUĞUNU<br />
GÖRÜYORUZ. BUNU<br />
NASIL DEĞERLENDİRMEK<br />
GEREKİYOR?<br />
Her uyarıda<br />
H<br />
olduğu gibi burada<br />
da öncelikle<br />
güvenlik kontrolü<br />
söz konusudur.<br />
Yani geçmiş deneyimlerimizde<br />
kokunun, dolayısıyla koku<br />
kaynağının risk taşımadığına<br />
kanaat getirmişsek bu beynimizi<br />
tekrar oraya yormamak, başka<br />
alanlarda çalıştırmak için de<br />
bir fırsat aynı zamanda. Güvenli<br />
olduğuna kanaat getirdiğimiz<br />
kokuya da sıkça ve sürekli maruz<br />
kalırsak onu değerlendirmeyi<br />
veya bilinç seviyesinde<br />
değerlendirmeyi- bir yana bırakıp<br />
adaptasyon geliştiriyoruz. Misal,<br />
evinizdeki sürekli beraber olup<br />
beslediğiniz hayvan size artık<br />
kokmuyor; ama eve yeni gelen bir<br />
misafir için hemen fark edilebilir<br />
bir sinyal o hayvanın kokusu.<br />
YENİ BİR KOKU<br />
ALDIĞIMIZDA<br />
BEYNİMİZDE BİR HAFIZA<br />
KAYDI TUTULUYOR.<br />
YAŞANTIMIZDAKİ<br />
FARKLI DENEYİMLERLE<br />
HAFIZALARIMIZDAKİ<br />
KOKULARA İLİŞKİN<br />
OLUMLU VEYA OLUMSUZ<br />
ALGIYI DEĞİŞTİRMEK<br />
MÜMKÜN MÜ?<br />
Her ilk koku, bir<br />
H<br />
kayıtla beraber<br />
geliyor. Daha<br />
doğrusu biz onun<br />
için bir kayıt<br />
oluşturuyoruz. İleride aynı kokuya<br />
maruz kalmamız halinde öncelik o<br />
kaydı geri çağırıp değerlendirmeyi<br />
onu baz alarak yapmak. Elbette<br />
sabit durumlar değil bunlar; çevre<br />
bileşenler ve diğer duyularla<br />
beraber hatta geçişken bir<br />
değerlendirme söz konusu.<br />
Ancak dediğim gibi baz alınan, ilk<br />
duyulduğu andaki durum. Bunun<br />
ötesine geçebilmek, o kokuyu<br />
başka bir şeyle etiketlemek veya<br />
etiketini değiştirmek için aynı<br />
kokunun tekrarında yaşanan<br />
deneyimin çok güçlü olması<br />
gerek ki bu da oldukça nadir bir<br />
durum. Olumlu veya olumsuz,<br />
yaşanan sonraki deneyimin öyle<br />
böyle değil, bayağı güçlü olması<br />
gerek. Mesela aşk, çok güçlü bir<br />
duygudur. Buradan örnekle devam<br />
edelim: Bir şişe parfüm, diyelim ki<br />
X-Parfümü olsun, bizim için satıcı<br />
tarafından sunulan bağlamın<br />
dışında çok şey ifade etmeyebilir.<br />
Ama biz o parfümü bir gün gelip<br />
de ilk aşkımızın üzerinde duyarsak<br />
o andan itibaren X-Parfümü<br />
olmaktan çıkıp “ilk aşkın kokusu”<br />
haline dönüşür.<br />
VE TABİİ EN MERAK<br />
EDİLEN, KOKU<br />
DUYUSUNUN İLİŞKİLER<br />
ÜZERİNDEKİ ETKİSİ<br />
NEDİR? SİNİRBİLİMCİLER,<br />
[ 20] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
KADININ GÖZYAŞI<br />
KOKUSUNUN ERKEĞE<br />
OLUMSUZ DUYGULAR<br />
HİSSETTİRDİĞİ YA<br />
DA KİŞİLERİN KENDİ<br />
KOKUSUNDAN ÇOK FARKLI<br />
KOKULARA KARŞI OLUMLU<br />
BİR ÇEKİM HİSSETTİĞİNİ<br />
SÖYLÜYORLAR.<br />
KOKULARIN İLİŞKİLERE<br />
NASIL BİR ETKİSİ VARDIR?<br />
Zamanında çok<br />
Z<br />
varmış. Zamanında<br />
derken çok çok<br />
eski tarihlerden<br />
söz ediyorum,<br />
yani evlilik kurumu veya uzun<br />
süreli ilişki gibi kavramlardan<br />
bihaber olduğumuz dönemlerden.<br />
O zaman birliktelikler üreme<br />
temelli olduğundan partner<br />
seçimi de biyolojik uygunluk<br />
esasına dayanıyor. Tabi ki bu bilinç<br />
düzeyinde bir seçim değil; ama<br />
unutmayalım ki vücut kokusu aynı<br />
zamanda bağışıklık sistemimizi<br />
düzenleyen genlerimizin (MHC/<br />
HLA) gözlenebilir özelliği aynı<br />
zamanda. Dolayısıyla seçilecek<br />
eş ne kadar uzak bir bağışıklık<br />
sistemine sahipse çocuğun da<br />
o kadar farklı iki gen yapısından<br />
beslenerek daha dirençli bir canlı<br />
olarak hayat bulması, devamında<br />
da türün hayatını devam ettirmesi<br />
mümkün. Bu olmadığı zaman,<br />
yani iki farklı değil de iki çok<br />
yakın gen grubuna sahip birey<br />
birleşip de çocuk üretirse ne<br />
oluyor? O zaman da yakın akraba<br />
evliliklerinde tanık olduğumuz<br />
sorunlar ortaya çıkıyor.<br />
Sosyal kabuğumuzun<br />
kalınlaşması ve o kabuğun<br />
içine yeni ögelerin girmesiyle<br />
beraber, yani artık kadın-erkek<br />
beraberliklerinin sadece üreme<br />
temelinde olmaktan çıkıp uzun<br />
süreli beraberliklere dönüşmesiyle<br />
birlikte bu değerlendirmenin<br />
de önemi azalıyor, yerine yeni<br />
değişkenler geçiyor. Artık evlilik<br />
gibi başlangıcında yaşam boyu<br />
olması beklenen beraberlikler<br />
var. Bu nedenle çiftlerin neler<br />
üzerinde anlaşabilecekleri,<br />
ortak paydaları, bilinçli veya<br />
çoğu kez bilinçsiz olarak<br />
birbirlerinin hangi eksikliklerini<br />
tamamlayabileceklerine<br />
inandıkları vs. daha önemli hale<br />
geliyor.<br />
Ama gene de olumlu anlamda<br />
“seçmek” değil, olumsuz<br />
anlamda “seçmemek” üzerinde<br />
(ki seçmemek de bir seçimdir<br />
aslında) kokunun etkisi olduğunu<br />
söyleyebiliriz. Sebebini bilmeden<br />
vücut kokusu bize itici gelen<br />
birisiyle ömür tüketmemiz<br />
imkânsız. Hatta değil koca<br />
bir ömür, çok daha kısa süreli<br />
beraberliği bile imkânsız kılacak<br />
bir durum bu.<br />
Bütün bunlardan sebep<br />
yapılan deneylerde deneklere<br />
-özellikle doğal seçici olan kadın<br />
deneklere- farklı erkek tişörtleri<br />
koklatıldığında ve en çekici gelen<br />
kokuya sahip olanı belirtmeleri<br />
istendiğinde seçilen, kendisine en<br />
uzak bağışıklık sistemine sahip<br />
erkeğin kokusunun sinmiş olduğu<br />
tişört oluyor.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 21]
DOSYA BAĞIMLILIK<br />
BAGIM-<br />
LILIK<br />
Dopamin (DA),<br />
vücutta doğal<br />
olarak üretilen<br />
bir kimyasaldır.<br />
Beyinde, dopamin<br />
reseptörlerini<br />
aktive ederek<br />
nörotransmiter<br />
olarak görev yapar.<br />
Dopamin, ayrıca,<br />
hipotalamustan<br />
da salgılanır ve<br />
kana karışarak<br />
nörohormon görevi<br />
yapar. Nörohormon<br />
olarak görevi hipofizin<br />
ön lobundan prolaktin<br />
salgılanmasını<br />
baskılamaktır.<br />
[ 22] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
NİL<br />
GÜN<br />
YAZAR<br />
ÖDÜL<br />
VE<br />
CEZA<br />
BAĞIMLILIKLAR<br />
NASIL OLUŞUYOR?<br />
Beyinde deneyimlerle ilgili “bellek”<br />
oluşumunun en önemli öğesi ödül<br />
ve ceza temelli olan duygusal<br />
bağlantıdır. Beyinde bir deneyimle<br />
ilgili veri depolanmasının beynin<br />
hangi bölgesinde olacağı ve ne<br />
kadar iyi hatırlanacağı, “duygusal”<br />
bağlantısının gücü ile ilgilidir.<br />
Beyin o olayla ilgili gelen verileri<br />
nasıl değerlendiriyor? Zevk olarak<br />
mı acı olarak mı, iyi hissettiren<br />
olarak mı, kötü hissettiren olarak<br />
mı?<br />
Özetle, ödül<br />
olarak mı<br />
ceza olarak<br />
mı?<br />
Bir deneyimin anı olarak<br />
depolanması ve hatırlanması<br />
limbik sistemin kararına<br />
dayanıyor; özellikle hipotalamus,<br />
amigdala, hipokampus ve ön<br />
beynin bazı bölgelerinde ödül<br />
ve ceza için primer ve ikincil<br />
merkezler yer alıyor.<br />
BU MERKEZLER<br />
NE İŞE YARIYOR?<br />
Üç sene önce California’da oğlum,<br />
gelinim ve minik torunumla<br />
çıktığımız bir orman yürüyüşünde,<br />
dalları leziz böğürtlenlerle dolu<br />
çalılıkların olduğu bir bölgeye<br />
rast gelmiştik. Hep birlikte<br />
böğürtlenlere dalmış ve bir<br />
taraftan midemizi, diğer taraftan<br />
elimizdeki torbaları doldurarak<br />
şen şakrak, keyifli bir gün<br />
geçirmiştik. Dallara uzanabilmesi<br />
için kucağımızda taşıdığımız<br />
torunum da hayatında ilk kez<br />
yiyeceğini kendisinin toplamasının<br />
hazzını yaşıyordu. Çok keyif<br />
aldığı, attığı mutlu çığlıklardan<br />
ve minik elleriyle topladıklarını<br />
anında mideye indirmesinden<br />
belli oluyordu. Daha sonra<br />
orada olduğum zamanlarda<br />
pazar günleri öğleden sonra ne<br />
yapacağımızın programı belli<br />
olmuştu. Beynimiz için böğürtlen,<br />
“ödül”ü temsil ediyordu; açlığı<br />
gideren lezzetli bir gıda.<br />
Oğlum ve ailesi iki sene önce<br />
Seattle’a taşındı. Ama torunum<br />
her sabah kahvaltıda böğürtlen,<br />
çilek, ahududu, gibi meyveler<br />
olmasını istiyor ve bol miktarda<br />
tüketiyor. (O dönemde henüz<br />
dünyaya gelmemiş kardeşinin<br />
böyle bir talebi yok.) Bu tür<br />
meyveleri sevmesinin, sadece<br />
bu meyvelerin lezzetinden değil,<br />
aynı zamanda orman keyfinin<br />
anılarında “ödül” olarak yer almış<br />
olmasından kaynaklandığını<br />
düşünüyorum. Ne de olsa kendini<br />
besleyebilmek için ilk yiyeceğini<br />
orada topladı. Büyük başarı!<br />
Büyük keyif!<br />
Duygularla bağlantılı ve olumlu<br />
sonuç yaratan bir şey yaptığımızda,<br />
beynimiz sonucu “ödül” olarak<br />
algılar. Biz yetişkinler, California’ya<br />
yıllar sonra dönsek bile o ormanın<br />
yolunu hatırlarız. Belki torunum<br />
bile hatırlar; kim bilir. Yetişkin<br />
olduğunda bir gün tesadüfen<br />
bile yolu o ormana düşse anılar<br />
kendiliğinden canlanır.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 23]
DOSYA<br />
BAĞIMLILIK<br />
ÖDÜL<br />
BEYNİN “ÖDÜL”<br />
MERKEZLERİ<br />
Bilim insanları<br />
ilk kez afyon<br />
reseptörlerinin<br />
beynin her<br />
tarafında<br />
bulunduğunu<br />
keşfettiklerinde<br />
çok şaşırmıştı.<br />
Bu reseptörler,<br />
beynin “ödül” ve<br />
“ceza” bölgelerinde<br />
çok daha sıklıkla<br />
bulunuyordu.<br />
Peki, beyinde neden afyon<br />
reseptörleri vardı? Afyon ve<br />
türevleri olan morfin ve eroinin<br />
ağrıyı engellediğini ve kendini<br />
iyi hissetme hali yarattığını<br />
biliyoruz. Demek ki beyin de<br />
afyona benzer bir maddeyi üretiyor<br />
olmalı ki afyon reseptörleri<br />
yaratmaya ihtiyaç duyuyordu.<br />
Nitekim 1973 yılında memeli<br />
hayvanların beyinlerinin ağrıyı<br />
ve anksiyeteyi azaltan morfin<br />
benzeri bir madde ürettiği<br />
keşfedildi. Bu ilk keşfedilen doğal<br />
beyin afyonuna “enkefalin” adı<br />
verildi. Enkefalin Yunan dilinde<br />
“kafada olan” anlamına geliyor.<br />
Enkefalin sadece ağrıyla bağlantılı<br />
olan bölgelerde değil, haz ve iyilik<br />
halinin hissedildiği bölgelerde de<br />
bulunuyordu.<br />
O tarihten sonra çok sayıda doğal<br />
beyin afyon çeşitleri keşfedildi. Bu<br />
opiat çeşitlerinin tümüne “bedenin<br />
içinde üretilen morfin” anlamına<br />
gelen “endorfin” adı verildi.<br />
Endorfinler beynin<br />
ödül sisteminde<br />
büyük rol oynuyor<br />
Endorfinler salgılandığında<br />
dopamin reseptörlerine bağlanıyor.<br />
Dopamin ön beyine ulaşarak<br />
endişenin azalmasına ve o andaki<br />
konumuza odaklanmamıza yol<br />
açıyor. Bu da genel olarak kendimizi<br />
iyi hissetmemizi sağlıyor.<br />
Bu ödül sisteminin evrim<br />
sürecinin başlangıcında ortaya<br />
çıktığı düşünülüyor. Çünkü ödül<br />
sistemi, varlığımızı sürdürebilmek<br />
için gerekli olan davranışları<br />
güçlendirmeyi amaçlıyor.<br />
Evrim ağacının üstlerinde<br />
yer alan memeli hayvanların<br />
çevreleriyle ilişkilerinde, varlıklarını<br />
sürdürebilmek için gerekli bilgilerin<br />
hatırlanması önemlidir. Buna, o<br />
lezzetli böğürtlenlerin ormanın<br />
hangi bölgesinde olduğunun<br />
bilgisinin hatırlanması da dâhil.<br />
Endorfin - dopamin ödül sistemi<br />
daima varlığı sürdürme temelli<br />
seçimler yapar. Bu nedenle beynin<br />
ödül sistemini, öğrenme ve bellek<br />
geliştirme üzerinde olağanüstü<br />
motive edici güçlere sahip olan bir<br />
“havuç” olarak da betimleyebiliriz.<br />
[ 24] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
Bize haz veren bir seçimi her<br />
tekrarlayışımızda beyin opiat<br />
reseptörlerini uyaran endorfin<br />
salgılar.<br />
Nikotin, alkol, ağrı kesiciler,<br />
anti-depresanlar, eroin, kokain,<br />
içi kimyasal katkı maddeleriyle<br />
dolu abur cubur yiyecekler, şeker,<br />
vb... bağımlılık yaratan yasal veya<br />
yasadışı tüm uyuşturucu/ uyarıcı<br />
maddeler, bu ödül sisteminin<br />
kısa devre yapmasına neden olur.<br />
Çünkü bu maddeler endorfinleri<br />
taklit ederek, dopamin üretimini<br />
arttırır ve bu da güçlü ödül<br />
merkezlerini harekete geçirir.<br />
Bedende yapay olarak yaratılan<br />
bu kimyasal ödül banyoları,<br />
artık varlığı sürdürmeyi teşvik<br />
etmek yerine kendini yok etmeye<br />
yönelik davranışların tekrarını<br />
“ödüllendirmeye” başlar. Tüm<br />
bağımlılıkların temelinde bu vardır.<br />
Beden dışarıdan endorfin taklidi<br />
yaparak gelen “ödül merkezi<br />
uyarıcıları” olduğu için, kendi<br />
doğal üretimini adım adım<br />
azaltarak keser ve adım adım<br />
bağımlılık oluşur. Yani bir süre<br />
sonra beden artık dopamin,<br />
endorfin üretmez. Neden?<br />
Çünkü hem kendisi üretse, hem<br />
dışarıdan gelse, bu kadar çok<br />
miktarda endorfin, dopamin insanı<br />
mutluluktan delirtebilir, kafayı iyice<br />
uçurabilir. Bu durumu önlemek<br />
için beden kendi üretimini keser.<br />
Yani kötünün iyisini seçerek kendi<br />
varlığını korumaya alır. Doğal<br />
endorfin üretimi kesildikçe,<br />
kişi kendisini iyi hissedebilmek<br />
için bağımlı olduğu maddenin<br />
alım miktarını daha da arttırır.<br />
Dışarıdan gelen bu maddeye daha<br />
da bağımlı hale gelir. Çünkü artık<br />
morfin/ endorfin, iç üretime değil,<br />
dış üretime dayanmaktadır.<br />
Bir bağımlılık maddesi bırakılmak<br />
istendiğinde yani madde<br />
kullanımına son verildiğinde,<br />
kişi bir süre fiziksel olarak<br />
“yoksunluk krizi” yaşar. Bu süre<br />
bağımlı olunan maddenin yapay<br />
endorfin gücüne bağlı olarak, 3<br />
gün ile 7 gün arasında değişir.<br />
Neden? Bu sürede dışarıdan haz<br />
maddesi gelmemekte, beden de<br />
kendisini korumaya aldığı için<br />
endorfin üretimi yapmamaktadır.<br />
Yani bu dönemde beden hem acı<br />
çekmekte hem de endorfin açlığı<br />
çekmektedir. Dışarıdan gelen<br />
destek yok... Kendinde yok... Eee?<br />
Bir süre sonra, dışarıdan haz<br />
maddesinin gelmediğini görünce<br />
yeniden kendi doğal üretimini<br />
yapmaya başlar. Yoksunluk<br />
krizinden sonra gelen bu iyileşme<br />
süreci, bedenin yeniden kendi<br />
doğal ritmine ve üretimine dönme<br />
sürecidir. Bu adaptasyon sürecine<br />
saygı duyulmalı ve bedenin<br />
bilgeliğine güvenilmelidir.<br />
Tabii 3-7 gün arası derken fiziksel<br />
yoksunluğun yarattığı fiziksel<br />
kriz süresinden bahsediyorum;<br />
duygusal yoksunluk krizi<br />
süresinden değil. O daha uzun<br />
sürer ve aşması daha zor olan<br />
bölümüdür. Ama bağımlılığın<br />
önce “kafada başlayan” ve yine<br />
“kafada biten” ve tekrarlarla<br />
oluşan bir “kötü ödül alışkanlığı”<br />
olduğunu da hatırlayalım.<br />
Dışsal kaynaklı eğlence, lay lay<br />
lom hazlar geçicidir. Onlar da<br />
sıkça tekrar edilirse bağımlılık<br />
oluşturur. Kumar, internet, telefon<br />
gibi aktivite bağımlılığı, heyecan<br />
arayışı ile oluşan adrenalin<br />
bağımlılığı, aşk sanılan kişi<br />
bağımlılığı, görünüm bağımlılığı,<br />
din bağımlılığı, seks bağımlılığı...<br />
BAĞIMLILIKLARIN<br />
GENELLİKLE BİRKAÇI<br />
BİR ARADA BULUNUR<br />
Bağımlılıkların hepsinin altında<br />
haz arayışı, içteki o kocaman<br />
boşluğu doldurma arzusu yatar.<br />
Tüm bağımlılıkların oluşum<br />
dinamiği aynıdır. Bağımlılık<br />
nesnemiz ya da aktivitemiz<br />
kendimizi geçici olarak daha iyi<br />
hissetmemizi (ya da sorunlarımızı<br />
bir süre unutarak kendimizi<br />
avutmamızı) sağlar. Ne zamana<br />
kadar? Artık bu kadarını bile<br />
sağlayamayana kadar.<br />
Gerçek haz ve doyum sadece<br />
içsel kaynaklıdır ve bu iç özgürlük<br />
kaynağına ancak kendi özümüze<br />
yapacağımız derin yolculukla<br />
ulaşabiliriz. Bağımlılıklar kolay<br />
yolla, yani dışsal kaynaklarla<br />
ulaşılmaya çalışılan haz<br />
arzusunun bedelidir. Bağımlılıklar<br />
esarettir; fiziksel, duygusal,<br />
zihinsel ve ruhsal... Her boyutta<br />
esaret… Öz doğamız ise daima<br />
özgürlükten yana! Çünkü ancak<br />
özgürlük içinde var olmayı,<br />
yaşamayı ve kendi özgünlüğünü,<br />
biricikliğini, yaratıcılığını ifade<br />
etmeyi seçiyor. Esaret altında<br />
varlığını tüm renkleriyle<br />
göstermesi mümkün değil ki.<br />
Esaret ya da<br />
cesaret! Yaşam<br />
cesurları seviyor.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 25]
DOSYA<br />
BAĞIMLILIK<br />
C<br />
E<br />
Z<br />
A<br />
BEYNİN “CEZA”<br />
MERKEZLERİ<br />
Beynimizde haz merkezleri olduğunu<br />
biliyoruz. Çoğumuz haz merkezlerini<br />
uyaran endorfin, serotonin gibi<br />
beynimizin salgıladığı doğal mutluluk<br />
hormonlarının adlarını da biliyoruz.<br />
Günümüz dünyasında kullanımı<br />
üç yaşa kadar inen antidepresan<br />
ilaçlar, beyindeki endorfin/<br />
serotonin üretimini arttırarak kişiyi<br />
mutsuzluğundan, depresif ruh<br />
halinden uzaklaştırmayı vaat ediyor.<br />
Elektrotlarla beynin değişik<br />
merkezlerini uyararak yapılan<br />
deneyler, beyinde aynı zamanda<br />
güçlü “ceza merkezleri “ olduğunu<br />
da gösteriyor. Bu merkezlerin en<br />
güçlüsünün adı periventriküler<br />
gri madde. Bu bölge, duyusal bir<br />
deneyim, elektrik şok ya da amigdala<br />
gibi beynin diğer merkezlerinin<br />
geribildirimi ile uyarıldığında bazı<br />
kimyasallar salgılar ve beynin diğer<br />
bölgelerine nöral mesaj yollar.<br />
Bu nöral aktivite, korku ve hoş<br />
olmayan fiziksel duyumlar yaratır.<br />
Bu güçlü sinyaller, yapılan aktivitenin<br />
tekrarlanmaması gerektiğinin<br />
mesajını verir.<br />
Hayvanların beyinlerinin<br />
diğer merkezlerinin elektrikle<br />
uyarılmasıyla yapılan deneyler ikincil<br />
ceza merkezlerinin amigdala ve<br />
hipokampusta yer aldığını gösteriyor.<br />
Son deneyler, amigdalanın<br />
duyguların primer kaynak merkezi<br />
olduğunu gösteriyor. Duygusal<br />
boyutumuz, bir deneyimi iyi ya da<br />
kötü olarak tanımlıyor. Duygusal fon<br />
rengimiz bir deneyimin iyi mi kötü<br />
mü olduğunu tanımlamanın yanı sıra<br />
yoğunluğunu da belirliyor.<br />
[ 26] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
Amigdala, “Dikkat dikkat! “<br />
ikaz mesajını sisteme duygu<br />
yoğunluğunu arttırma şeklinde<br />
gönderiyor ve bu ikaz mesajı,<br />
öncelikli ceza merkezi olan<br />
periventriküler gri maddeyi aktive<br />
ediyor. Bu bölge de, zincirleme<br />
olarak hipotalamusta yer alan<br />
ikincil ceza merkezini aktive<br />
ediyor. Olası tehlikeye (cezaya)<br />
verilen fizyolojik tepki, hızla çarpan<br />
kalp, terleyen avuç içleri, büyüyen<br />
gözbebekleri ve acı çekme<br />
korkusu oluyor.<br />
Hipokampustaki ikincil ceza<br />
bölgelerinde de benzer<br />
aktivasyonlar oluyor. Bu bölge,<br />
negatif duygular yaratan olayın<br />
bağlantılarıyla birlikte bellekte<br />
kaydedilmesi için gerekli altyapıyı<br />
sunuyor.<br />
Bir olayı nasıl<br />
hatırladığımız,<br />
tamamen o<br />
olayın ödülle<br />
mi cezayla mı<br />
bağlantılı olarak<br />
kayda geçtiğine<br />
bağlı. Ödül<br />
yoksa... Ceza<br />
yoksa... Anı da<br />
yoktur... O anları<br />
hatırlamayız.<br />
Hatırlamaya<br />
değer bulmayız.<br />
Bu işleyiş, beynimizde depolanan<br />
anıların, duygusal bağlantısının<br />
önemini ve büyüklüğünü ortaya<br />
koyuyor.<br />
Nötr deneyimler bellekte hiçbir<br />
iz bırakmadan sönümleniyor.<br />
Çocukluk anılarımıza geri<br />
döndüğümüzde gözümüzde<br />
ya ödüllendirildiğimiz ya da<br />
cezalandırıldığımız anılar<br />
canlanıyor, değil mi?<br />
Belki okul müsameresinde<br />
bir ödül kazandınız, belki<br />
babanız karnenizin başarısını<br />
sizi kucağına alarak, başınızı<br />
okşayarak ödüllendirdi. Kendinizi<br />
babanızın gözünde çok önemli ve<br />
değerli hissettiniz. Sevildiğinizi,<br />
onaylandığınızı hissettiniz,<br />
bu harika bir duyguydu. Ya ilk<br />
bisikletinize kavuştuğunuz gün<br />
ne kadar heyecan duydunuz?<br />
İlk bisikletinizi size kim verdi?<br />
Peki, ya ilkokul öğretmeninizin<br />
sizi arkadaşlarınızın önünde<br />
azarlaması, vurması ya da tek<br />
ayak üzerinde durdurması...<br />
Kardeşiniz yüzünden anneniz<br />
tarafından haksız yere<br />
cezalandırılmanız... Mahalledeki<br />
o kabadayı çocuğun, dininizden,<br />
milliyetinizden, cinsiyetinizden<br />
dolayı sizi aşağılaması,<br />
hırpalaması, alay etmesi...<br />
Bu anları sadece hatırlamakla<br />
kalmaz, o anda hissettiklerinizi<br />
yeniden hissedersiniz. Haksız yere<br />
suçlanmanın öfkesi... Başınızın<br />
okşanmasının mutluluğu...<br />
Bisikletinizin sevinci...<br />
Başkalarının önünde küçük<br />
düşürülmenin utancı...<br />
Bellekte negatif uyarılma, daima<br />
pozitif uyarılmadan güçlüdür.<br />
Kötü olayları daha kolay hatırlarız.<br />
Kötü olaylar daha çok iz bırakır.<br />
Çünkü amigdala programları<br />
negatife yönelik faaliyet gösterir.<br />
Negatif olayları hatırlamak<br />
varlığı sürdürmek için tehlikelere<br />
karşı korunmak açısından daha<br />
önemlidir. Bu olayların duygusunu<br />
net olarak hatırlamak bizi gelecekte<br />
olabilecek benzer tehlikelerden<br />
kaçınmamızı sağlar.<br />
Bu içgüdüsel alt yapımız, eğer<br />
kendimizi geliştirerek bilinçli<br />
seçimler yapmazsak hem duygu<br />
dünyamızda hem insan ilişkilerinde<br />
sorunlar yaratır. Bizi hem karamsar<br />
hem de nankör bir insana<br />
dönüştürür.<br />
Örneğin; arkadaşınız size belki<br />
yüzlerce kez iyilik yapmıştır, size<br />
yarar sağlamıştır (ödül). Ama bu<br />
insanın sizi sadece bir kez hayal<br />
kırıklığına uğratması (ceza), bu<br />
arkadaşınızı negatif bakış açısıyla<br />
değerlendirmeniz için yeterli olur.<br />
Bu tür insanlara “nankör” deriz.<br />
Tabii bu durum temelde güdülerinin<br />
ve duygularının yönetiminde<br />
yaşayan bilinçsiz insanlar için<br />
geçerli bir yaklaşımdır. Bu kişiler<br />
yaşadığı gibi düşünür.<br />
İnsan denilen varlık duygusal,<br />
zihinsel ve ruhsal boyutta<br />
evrimleştikçe yani bilinçlendikçe,<br />
fiziksel varlığını sürdürmek için<br />
(tüm canlılar gibi) hala güdülerinin<br />
yönetiminde olsa da, duygusal<br />
boyutta bilinçli zihnin de desteğini<br />
alarak seçimlerini yapar. Bilinç<br />
geliştikçe vefa, erdem, sevgi,<br />
merhamet, empati, hakkaniyet,<br />
adalet gibi duygular da gelişir. İşte<br />
bu duyguların gelişimi bizi insan<br />
kılar. Kişi bilinç boyutunda geliştikçe<br />
birey olur. Birey, düşündüğü gibi<br />
yaşayan insandır.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 27]
DOSYA<br />
BAĞIMLILIK<br />
GÜNLÜK<br />
HAYAT DİLİYLE<br />
BU DURUMU<br />
ÖZETLEYEN ÖZLÜ<br />
SÖZLER DE VAR:<br />
Nankör insan;<br />
ona bir tek hata<br />
yapsanız, bütün<br />
iyiliklerinizi<br />
unutur.<br />
Vefalı insan;<br />
ona birçok hata<br />
yapsanız da,<br />
bir iyiliğinizi<br />
unutmaz.<br />
İnsan denilen<br />
varlık beyin ve<br />
kalp işbirliğiyle<br />
yaşamını<br />
sürdürdüğünde<br />
İNSAN olmanın<br />
hakkını vererek<br />
yaşıyor ve<br />
yaşatıyor.<br />
YAŞAYIN VE<br />
YAŞATIN!<br />
Bir önemli<br />
B<br />
nokta daha;<br />
beynin<br />
salgıladığı<br />
hormonlar<br />
duygu durumumuzu<br />
belirliyor gibi görünse<br />
de gerçek bunun tam<br />
tersi. Beyin rastgele<br />
hormon salgılamıyor.<br />
Sıkça düşündüğümüz<br />
düşüncelerimiz, sıkça<br />
hissettiklerimiz, hayata ve<br />
kendimize bakış açımızın<br />
oluşturduğu olumlu ya<br />
da olumsuz duygular,<br />
nefes, beslenme tarzımız,<br />
egzersiz, yaşadığımız<br />
fiziksel ve duygusal<br />
çevre, beyin ve vücut<br />
kimyamızı etkiliyor. Dış<br />
müdahalelerle, laboratuvar<br />
ürünü kimyasal desteklerle<br />
ne cezadan kaçabiliriz<br />
ne ödülleri kazanabiliriz.<br />
Sadece kök sorunlarla<br />
yüzleşmeyi geçici olarak<br />
hasıraltı ederek, erteleyerek<br />
onları daha da büyütürüz.<br />
Biz öz doğamız olarak<br />
edilgen varlıklar değiliz.<br />
İstesek de istemesek de,<br />
dış etkenleri suçlasak da<br />
suçlamasak da, kabul etsek<br />
de etmesek de nihayetinde<br />
kendi seçimlerimizin<br />
sonuçlarını yaşayan,<br />
hatalarımızın bedellerini<br />
ödeyen, ödüllerin zevkini<br />
çıkaran etkin varlıklarız.<br />
[ 28] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 29]
DOSYA<br />
BAĞIMLILIK<br />
BAĞIM-<br />
LILIK<br />
NEDİR?<br />
“Bağımlılık, beyni<br />
B<br />
olan bütün canlılarla<br />
ortak olduğumuz<br />
bir ödül-ceza<br />
sisteminin yan<br />
ürünüdür. İnsan beyni, hoşa giden<br />
ve tekrarlanması organizmaya<br />
hoşluk hissi veren davranışları<br />
kodlamak için dopamin adlı<br />
kimyasal maddeyi salgılayarak<br />
bu tip davranışları pekiştirme<br />
eğilimine sahiptir. Hoşumuza<br />
giden birçok şey, beyindeki<br />
dopamin miktarını arttırır. Bunu<br />
yapmasının temel mekanizması<br />
ise beynin derinliklerinde bulunan<br />
akkumbens çekirdeği denen bir<br />
bölgeyi uyarmasıdır. Bu bölge,<br />
beynimizdeki ödül sisteminin<br />
temel merkezini oluşturur.<br />
Kısacası, burayı uyaran ne<br />
varsa, beynimizin her tarafında<br />
dopamin salgılamasına ve böylece<br />
kendimizi daha iyi, mutlu ve tatmin<br />
olmuş hissetmemizi sağlar.”<br />
[ 30] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
Dopamin:<br />
Dopamin<br />
beyinde<br />
salgılanan bir<br />
hormondur.<br />
Nörotransmitter<br />
olarak görev<br />
yapar, yani<br />
sinir hücreleri<br />
arasında iletişimi<br />
sağlar. Dopamin<br />
genellikle<br />
serotonin gibi<br />
“mutluluk<br />
hormonu”<br />
olarak anılır,<br />
birçok beyin<br />
fonsiyonunu<br />
direkt olarak<br />
etkiler. Bu<br />
yüzden<br />
dopaminin belli<br />
seviyelerde<br />
olması çok<br />
önemlidir.<br />
Dopamin seviyesi düştüğünde<br />
zihinsel fonksiyonlarda<br />
sorunlar oluşur. Yine dopamin<br />
seviyesi çok yükseldiğinde de<br />
birtakım anormallikler ortaya<br />
çıkabilir. Sigara, kokain ve<br />
amfetaminler dopaminin sinir<br />
hücreleri tarafından tekrar<br />
emilmesini engeller. Böylece<br />
sinir uçları arasında dopamin<br />
birikir. Dopamin fazlalığını<br />
haz olarak hisseden beyin bu<br />
maddelerden yine ister. Bu da<br />
kişide bağımlılık hâlini alır.<br />
YAYGIN<br />
BAĞIMLILIK<br />
ÇEŞİTLERİ<br />
MADDE<br />
BAGIMLILIGI<br />
Bağımlılığa yol açan<br />
maddeler, genel olarak<br />
yaşamı sürdürmek için gerekli<br />
olmadığı halde keyif verici<br />
özellikleri nedeniyle tüketilir<br />
ve kullanıcılarda bedensel,<br />
ruhsal, davranışsal ve bilişsel<br />
değişikliklere yol açar. Madde<br />
bağımlılığı denildiğinde<br />
insanın duygu, düşünce ve<br />
davranışı üzerinde doğrudan<br />
etkili, özgüllüğü olan bir süreç<br />
anlaşılmalıdır.<br />
DÜNYA SAĞLIK<br />
ÖRGÜTÜ’NE<br />
GÖRE MADDE<br />
BAĞIMLILIĞI<br />
TİPLERİ<br />
OPYAT TİPİ (DOĞAL OLUŞAN<br />
MORFİN VE KODEİN)<br />
ALKOL, BARBİTÜRAT,<br />
BENZODİAZEPİN TİPİ<br />
ESRAR TİPİ KOKAİN TİPİ<br />
UYARICI TİPİ HALÜSİNOJEN<br />
TİP SOLUNAN ÇÖZÜCÜ<br />
TİPİTÜTÜN TİPİ<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 31]
DOSYA<br />
BAĞIMLILIK<br />
DSM IV’e (Ruhsal Bozuklukların<br />
Tanısal ve Sayımsal Elkitabı)<br />
göre aşağıda sıralanan eylem<br />
veya belirtilerin en az bir<br />
tanesini 12 aylık bir süreç içinde<br />
yineleyerek sergileyen kişinin<br />
bu maddeyi kötüye kullandığı<br />
kabul edilir:<br />
1<br />
Madde temini için uğraş<br />
yüzünden önemli sosyal<br />
ve sorumluluk gerektiren<br />
aktivitelerden vazgeçmek veya<br />
bunları oldukça azaltmak.<br />
2<br />
3<br />
Fiziksel bir zarar görme veya<br />
başka birine zarar verme riskine<br />
rağmen(örneğin, trafikte araç<br />
kullanırken) madde almak.<br />
Maddenin kullanılması veya<br />
taşınmasına bağlı yasal<br />
problemler yaşamak (örneğin<br />
alkollü ilaç kullandığı için ceza<br />
alma veya illegal bir maddeyi<br />
taşıdığı için tutuklanma) gibi.<br />
DSM IV’ e göre aşağıda<br />
sıralanan belirtilerin tamamını<br />
veya bazılarını en az bir yıllık<br />
süreçte yineleyerek sergileyen<br />
kişi “madde bağımlısı” olarak<br />
kabul edilir.<br />
1<br />
Maddenin keyif verici etkisini<br />
duyumsayabilmek için<br />
dozun belirgin bir şekilde<br />
arttırılması veya aynı dozun<br />
yinelenerek alınması sırasında<br />
başlangıçtaki keyif verici etkinin<br />
duyumsanamaması (tolerans).<br />
2<br />
3<br />
Maddeyi alış sıklığının ve alınan<br />
madde miktarının abartılı ölçüde<br />
artması.<br />
Madde alınmadığı zaman<br />
yoksunluk krizinin ortaya<br />
çıkması. Krizin madde alımı<br />
ile hafiflemesi veya tamamen<br />
geçmesi.<br />
4<br />
5<br />
6<br />
7<br />
Madde kullanımını kontrol<br />
etmeye veya tamamen<br />
bırakmaya yönelik başarısız<br />
girişimlerin olması.<br />
Kişinin zamanını büyük ölçüde<br />
madde bulmaya ve stoklamaya<br />
yönelik faaliyetlere harcaması.<br />
Madde kullanımına bağlı olarak<br />
sosyal ve iş aktivitelerinin<br />
giderek azalması.<br />
Kullanılan maddeye bağlı<br />
olarak fiziksel ve psikolojik<br />
arazların ortaya çıkması ve<br />
bunların kullanılan maddeden<br />
kaynaklandığını bile bile madde<br />
kullanımının sürdürülmesi.<br />
MADDE<br />
BAĞIMLILIĞINDA<br />
GENETİK<br />
YATKINLIK<br />
Madde bağımlılığında genetik<br />
yatkınlık bilimsel olarak<br />
tartışmalıdır. Dopamin D2<br />
reseptörlerinin özellikle madde<br />
bağımlılığını ilgilendiren<br />
ödüllendirmenin genetik<br />
zemininde de önemli bir<br />
katkıya sahip olduğu yolunda<br />
araştırmalar mevcuttur.<br />
Bu araştırmaların çoğunda<br />
yapılan ortak vurgu, dopamin<br />
D2 reseptör eksikliği ile<br />
ödüllendirmeye duyarlılıkta<br />
azalma olduğudur. Yine<br />
son zamanlarda madde<br />
bağımlılığının bir “ödül eksikliği<br />
sendromu” olabileceği şeklinde<br />
görüş bildiren verilerde artış<br />
gözlenmektedir. (Bowirrat &<br />
Oscar-Berman, 2005; Uzbay<br />
2006)<br />
INTERNET<br />
BAGIMLILIGI<br />
i<br />
İnternet bağımlığı<br />
interneti<br />
ihtiyaçtan fazla<br />
kullanma olarak<br />
tanımlanabilir.<br />
“Dürtü kontrol bozuklukları”<br />
kategorisi altında incelenen<br />
internet bağımlılığı, kumar<br />
oynama, pornografi, coşkun<br />
ve mantık dışı oyun tutkusu,<br />
sosyal iletişim siteleri ya da<br />
web güncelerinde aşırı zaman<br />
tüketimi ve internet üzerinden<br />
alışveriş takıntısı şeklindedir.<br />
İNTERNET<br />
BAĞIMLILIĞI<br />
TANISI ŞU<br />
TANILARLA<br />
SAPTANABİLİR:<br />
1. İnternet ile ilgili aşırı zihinsel<br />
uğraş (sürekli olarak interneti<br />
düşünme, internette yapılan<br />
aktivitelerin hayalini kurma vb.)<br />
2. İstenilen keyfi almak için<br />
giderek daha fazla oranda<br />
internet kullanma ihtiyacı duyma<br />
3. İnternet kullanımını kontrol<br />
etme, azaltma ya da tamamen<br />
bırakmaya yönelik başarısız<br />
girişimlerin olması<br />
4. İnternet kullanımının<br />
azaltılması ya da tamamen<br />
kesilmesi durumunda<br />
huzursuzluk, çökkünlük ya da<br />
kızgınlık hissedilmesi<br />
[ 32] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
5. Başlangıçta planlanandan<br />
daha uzun süre internette kalma<br />
6. Aşırı internet kullanımı<br />
nedeniyle aile, okul, iş ve<br />
arkadaş çevresiyle sorunlar<br />
yaşama, eğitim veya kariyer ile<br />
ilgili bir fırsatı tehlikeye atma ya<br />
da kaybetme<br />
7. Başkalarına internette kalma<br />
süresi ile ilgili yalan söyleme<br />
8. İnterneti problemlerden<br />
kaçmak veya olumsuz<br />
duygulardan (çaresizlik,<br />
suçluluk, çökkünlük, kaygı)<br />
uzaklaşmak için kullanma<br />
İnternet bağımlılığında en büyük<br />
risk grubu 12-18 yaş aralığındaki<br />
ergenlerdir ve erkeklerde<br />
görülme oranı 2 veya 3 kat daha<br />
fazladır.<br />
İNTERNET<br />
BAĞIMLILIĞININ<br />
NEDENLERİ<br />
i<br />
İnternet<br />
bağımlılarının<br />
%30’u olumsuz<br />
duygulardan<br />
uzaklaşmak<br />
için bu davranışı geliştiriyor.<br />
Saplantılı bir şekilde internet<br />
kullanımı depresyon, öfke ve<br />
özgüven eksikliği gibi başka<br />
sorunların belirtisi olabiliyor.<br />
İnternet bağımlılarının<br />
%50’sinde başka psikiyatrik<br />
bozukluklar, dikkat eksikliği<br />
ve hiperaktivite bozukluğu,<br />
sosyal fobi, ailede bağımlılığa<br />
yatkınlık görülebiliyor. Biyolojik<br />
açıdan ele alındığında internet<br />
bağımlılığının serotonin<br />
ve dopamin eksiliğinden<br />
kaynaklandığı saptanmıştır.<br />
İNTERNET<br />
BAĞIMLILIĞININ<br />
SONUÇLARI<br />
İnternet<br />
i<br />
kullanımında kişi,<br />
kimliğini saklayıp<br />
olduğundan daha<br />
farklı davranabilir.<br />
Bu da kişide sanal bir gerçeklik<br />
duygusu yaratır ve onu gerçeklik<br />
duygusundan uzaklaştırabilir.<br />
Kimlik oluşumunu olumsuz<br />
etkilemesinin yanı sıra internet<br />
bağımlılığı, kişilerde sebep<br />
olduğu düşünme hataları<br />
sebebiyle yaşadıkları zorlukları<br />
abartma ve çözüm yollarını<br />
küçümseme eğilimine yol açar.<br />
Aynı zamanda yalnızlık ve içe<br />
dönüklük görülür.<br />
Fiziksel aktivitenin giderek<br />
azalması obezite, sırt, boyun ve<br />
baş ağrısına sebep olabilir. Uzun<br />
süre internet başında kalma<br />
uyku sorunları, yeme sorunları,<br />
kişisel bakımda azalma ve<br />
epileptik nöbetler açısından risk<br />
altında olmakla sonuçlanabilir.<br />
İnternet bağımlılığı sosyal<br />
izolasyon, kişide arkadaşlarıyla<br />
yüz yüze görüşmek yerine sanal<br />
ortamda görüşmeyi tercih<br />
etme, dışarı çıkmama, yemeğini<br />
bilgisayar başında yeme,<br />
ailesiyle paylaşımda bulunmama<br />
gibi davranışsal sorunlara<br />
da yol açabilir. Aynı zamanda<br />
başarısızlık, aile ve arkadaş<br />
ilişkilerinde bozulma gibi sosyal<br />
sorunlar da ortaya çıkabilir.<br />
YOKSUNLUK<br />
BULGULARI<br />
İnternet kullanımının azalması<br />
veya tamamen kesilmesi<br />
durumunda kişi huzursuzluk,<br />
çökkünlük ya da kızgınlık<br />
hisseder.<br />
• Psikomotor ajitasyon (fiziksel<br />
ve bedensel olarak yavaşlama)<br />
• İnternette neler olduğu<br />
hakkında takıntılı düşünceler<br />
• İnternet hakkında hayal kurma<br />
• İsteyerek ya da istemeyerek<br />
tuşlara basma hareketi<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 33]
DOSYA<br />
BAĞIMLILIK<br />
AKILLI<br />
TELEFON<br />
BAĞIMLILIĞI<br />
Nomofobi, cep<br />
telefonu yoluyla<br />
iletişimden<br />
kopmaktan aşırı<br />
korkmaktır. Bu<br />
durum panik<br />
atak, nefes darlığı,<br />
baş dönmesi,<br />
titreme, terleme,<br />
kalp hızının<br />
artması, göğüs<br />
ağrısı ve bulantı<br />
gibi fiziksel<br />
yan etkilere<br />
bile neden<br />
olabilmektedir.<br />
[ 34] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
İngilizce “no mobile phobia”dan<br />
türetilen nomofobi ya da cep<br />
telefonundan mahrum kalma<br />
korkusu, akıllı telefonların<br />
çoğalmasıyla artış gösterdi.<br />
Kapalı yerlerde kalma, açık<br />
alanda durma, yüksekten<br />
korkma derken modern<br />
zamanların yeni bir fobisi ise<br />
nomofobi, yani “cep telefonsuz<br />
ne yaparım?” korkusu. Bu yeni<br />
hastalık cep telefonsuz kalanları<br />
sarıyor. Cep telefonuna bu kadar<br />
bağımlılığın sebebinin, insanların<br />
aileleri ve arkadaşlarıyla sürekli<br />
temas halinde olma arzusu<br />
olduğu belirtildi. Bu insanlar<br />
cep telefonlarına o kadar<br />
bağımlı oluyorlar ki telefonun<br />
şarjının bitmesi veya telefonu<br />
nereye koyduğunu bulamamak<br />
streslerini hayli artırıyor.<br />
2100 cep telefonu kullanıcısı<br />
üzerinde yapılan araştırmada,<br />
katılan her iki kişiden biri<br />
telefonlarını asla kapatmadığını<br />
söyledi. Her 10 kişiden biri de<br />
işleri dolayısıyla her zaman<br />
ulaşılabilir olmak istediğini<br />
belirtti. Uzmanlar, nomofobinin<br />
cep telefonu kullanıcılarının<br />
yüzde 53’ünü etkileyebildiğini,<br />
erkeklerin yüzde 58, kadınlarınsa<br />
yüzde 48’inin şarjları bittiğinde,<br />
kontörleri tükendiğinde,<br />
telefonlarını kaybettiklerinde<br />
veya kapsama alanı dışına<br />
düştüklerinde endişelerinin<br />
arttığını söylediler. 13 milyon<br />
İngiliz’in “21. yüzyıl’ın bu yeni<br />
bağımlılığından” muzdarip<br />
olduğu da ortaya çıktı.<br />
NOMOFOBİ<br />
BELİRTİLERİ<br />
• Cep telefonunu veya sinyalini<br />
kaybetmek olumsuz fiziksel<br />
belirtilere yol açıyorsa veya kişi<br />
telefonunu asla kapatmıyorsa,<br />
• Kişi panik atağın sinyal<br />
çekmemesi veya şarjın bitmesine<br />
karşı aşırı bir tepki olduğunun<br />
farkındaysa,<br />
• Obsesif biçimde cep<br />
telefonunun veya mobil cihazının<br />
yanında olup olmadığını kontrol<br />
ediyorsa,<br />
• Cep telefonu güvenli bir yerde<br />
olsa bile onu kaybetme endişesi<br />
sürekli mevcutsa,<br />
• Fobi oldukça uzun bir süredir<br />
devam ediyorsa ve kişinin<br />
sağlığını veya günlük yaşamını<br />
etkiliyorsa,<br />
İLK BAĞLANMA<br />
BİÇİMİMİZ<br />
İLİŞKİLERİMİZİ<br />
ETKİLİYOR<br />
Bağlanmanın temeli erken<br />
dönem anne-çocuk ilişkisine<br />
dayanır. Bağlanma, çocuk ile<br />
onun ihtiyacını gideren ya da<br />
ona ilgi gösteren kişi arasındaki<br />
duygusal durumdur. Bebeklikten<br />
başlayan bağlanma karşılıklı<br />
özelliktedir, yani anne ve bebek<br />
karşılıklı olarak birbirine<br />
bağlanır. Çocuğun anneye karşı<br />
olan bağının sağlıklı olması onun<br />
gelecekteki ruhsal sağlığı için de<br />
temel teşkil etmektedir. Birçok<br />
psikolojik rahatsızlığın özellikle<br />
de ilişkilerdeki sorunların<br />
temelinde bebeklik döneminden<br />
gelen bağlanma sorunları<br />
gözlemlenmektedir. Burada<br />
babanın etkisi dramatik bir etki<br />
yapmaz, anne etkisiyse ilişkileri<br />
yönlendiren etkidir.<br />
Bağımlılık ve bağlanma<br />
birbirinden farklıdır. İlişkilerde<br />
bağlılık, bir kişiye özgürce sevgi<br />
ve saygı ile yakınlık duymak ve<br />
yakınlık göstermek demektir;<br />
bağımlılık ise patolojik bir<br />
durumdur. İlişkiye olan bağımlılık<br />
ilk başlarda haz verici olsa<br />
da daha sonrasında saplantılı<br />
düşüncelere, tekrarlayan<br />
davranış kalıplarına dönüşebilir.<br />
Evlilik ya da duygusal ilişkilerde<br />
bireyler eşlerini, sevdiklerini<br />
hayatlarının merkezine<br />
koyarak bağımlılığa giden bir<br />
ilişki biçimine dönüştürürler.<br />
İlişkilerinde kaybetme korkusu<br />
yaşayan kişilerde bağımlı<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 35]
DOSYA<br />
BAĞIMLILIK<br />
ilişkilere daha sık rastlanır<br />
çünkü bu kişilerin çocukluğu<br />
incelendiğinde; annelerinin<br />
baskıcı, mesafeli, öfkeli,<br />
ihmal edici ya da reddedici<br />
olduğu görülebiliyor. Yani<br />
ihtiyaçları uygun biçimlerde<br />
karşılanmadığında bu çocuklar<br />
yetişkinliklerinde bağımlı<br />
ilişkiler geliştirilebiliyor. Bu<br />
nedenle bağımlı kişi eşini<br />
kendi gölgesine almak, burada<br />
tutmak ister. İlişkilerinde<br />
bağımlı olanlar, genelde bir<br />
noktadan sonra, eşlerini aşırı<br />
derecede eleştirmeye, onları<br />
“ilgisiz, kalpsiz, duyarsız” olarak<br />
suçlamaya başlarlar.<br />
BAĞLANMA ÜÇ<br />
ANA BAŞLIKTA<br />
İNCELENEBİLİR;<br />
1) Güvenli Bağlanma<br />
2) Kaygılı Bağlanma<br />
3) Kaçınıcı Bağlanma<br />
İlk başlarda kişiye haz<br />
veren duygular belirli bir<br />
kişiyle bağdaştırılır ve bunun<br />
sonucunda bu duyguların<br />
ancak o kişiyle var olacağı<br />
duygusundan hareketle o kişiye<br />
bağımlılık gerçekleşir. Tıpkı alkol<br />
bağımlılığına benzemektedir.<br />
Kişiler alkol aldığında daha<br />
iyi hissettiklerini, daha rahat<br />
olduklarını, sorunlarından<br />
uzaklaştıklarını düşünmekte<br />
ve deneyimledikleri bu hoşa<br />
giden duygular karşısında<br />
onlara bu duyguyu yaşattığını<br />
düşündükleri alkole bağımlılık<br />
geliştirmektedirler. İlişkilerde<br />
de o kişi olmazsa o duyguların<br />
yaşanamayacağı düşünülür.<br />
ALIŞVERİŞ<br />
BAĞIMLILIĞI<br />
[ 36] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
Dürtü kontrol<br />
D<br />
bozuklukları içinde<br />
ele alınan alışveriş<br />
bağımlılığı,<br />
yani oniomani,<br />
kompulsif satın alma olarak da<br />
tanımlanır. Bu bağımlılık türünü<br />
obsesif kompulsif bozukluk<br />
çerçevesinde değerlendirenler<br />
olduğu gibi depresyonla<br />
ilişkilendirenler de vardır.<br />
ALIŞVERİŞ<br />
BAĞIMLILIĞININ<br />
ÖZELLİKLERİ<br />
• Kişinin kendisini iyi<br />
hissetmediği zamanlarda para<br />
harcamak için güçlü bir istek<br />
duyması,<br />
• Yaşam sorunlarını kaldırmak<br />
çok güç olduğu zamanlarda para<br />
harcamak için güçlü bir istek<br />
duyma,<br />
• Yukarıdaki eylemlerin kişinin<br />
ruh halini değiştirmesi,<br />
• Harcanan para miktarının son<br />
bir iki yılda artması,<br />
• Harcamaları, kişinin ailesinde<br />
veya eşinde hayal kırıklığı<br />
yaratması,<br />
• Başkalarının, kişinin para<br />
harcamasını bir sorun olarak<br />
görmesi veya kişinin kontrolü<br />
dışında olduğunu söylemesi,<br />
• Planladığından daha fazla satın<br />
alma,<br />
• Harcamaya başladıktan sonra<br />
kişinin kendini durdurmakta<br />
zorlanmadır.<br />
ALIŞVERİŞ<br />
BAĞIMLILIĞININ<br />
NEDENLERİ<br />
Bipolar kişilik bozukluğu olan<br />
kişilerde manik dönemde<br />
alışveriş yapma oranı artar.<br />
Ancak bu, kişinin alışveriş<br />
bağımlısı olduğu anlamına<br />
gelmiyor. Depresyonda olan<br />
kişilerdeki depresif duygu<br />
durumları onları satın almaya<br />
yönlendirir. Ebeveynler ve<br />
çocuklar arasındaki sorunlar<br />
da çocuktaki içsel boşluğu satın<br />
almayla doldurması ve böylece<br />
çocuklarda kompülsif satın<br />
alma bozukluğu görülebiliyor.<br />
Eşler arasındaki sorunların<br />
da yine alışveriş ve satın alma<br />
isteğini arttırdığı görülüyor. Aynı<br />
zamanda geçmiş döneme ait<br />
travmatik olaylar kişilerde satın<br />
alma isteği uyandırabiliyor.<br />
Kültürün dinamik yapısı,<br />
toplumun tüketime verdiği değer,<br />
reklam ve tanıtım faaliyetleri<br />
alışveriş şekillerini değiştirebilir.<br />
İnternet alışverişi, kredi kartı<br />
kullanımı, kredi çekme gibi<br />
alternatiflerin bulunması<br />
da alışverişe yönlendiren<br />
sebeplerdir. Alışveriş ödül<br />
sistemini aktive ederek kişiyi<br />
mutlu ve etkin hissettirir. Bu<br />
hissi yoğun olarak yaşayan kişi<br />
tekrar yaşamak istediğinde<br />
alışverişe yönelir. Alınan şey<br />
değil alışveriş süreci ve verdiği<br />
doyum kişi üzerinde etkilidir.<br />
Ödül sisteminin aktive olmasıyla<br />
dopamin salınımının yanı sıra<br />
serotonin işlev bozukluğu da<br />
etken olabilmektedir.<br />
ALIŞVERİŞ<br />
BAĞIMLILIĞININ<br />
SONUÇLARI<br />
Başlangıçta alışverişin verdiği<br />
hazzın yerini suçluluk aldığında<br />
kişilerde depresyon görülebilir.<br />
Ödenemeyen borçlar kişileri<br />
ciddi durumlara sokabilir ve<br />
bunun sonucunda kişi sahte<br />
isimlerle sahte kimlikler<br />
oluşturabilir ve yasal olmayan<br />
yollara başvurabilir. Borçların<br />
kapanamaması durumunda kişi<br />
sosyal çevresinden borç alabilir<br />
ve bunun sonucunda yakınları ve<br />
arkadaşları ile arası bozulabilir.<br />
Aynı zamanda internet üzerinden<br />
sürekli alışveriş yapma<br />
eğiliminde olduğu için mesleki<br />
hayatında sıkıntılar yaşayabilir.<br />
Alışveriş bağımlılığının<br />
tedavisinde duygu durum<br />
düzenleyici ilaçlara<br />
başvurulabileceği gibi<br />
bilişsel davranışçı terapi de<br />
uygulanabilir.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 37]
DOSYA<br />
BAĞIMLILIK<br />
DİĞER<br />
BAĞIMLI-<br />
LIKLAR<br />
yeme<br />
bağımlılığı<br />
Yeme bağımlılığı, kişinin beden<br />
imajını beğenmemesine ve yemek<br />
yedikten sonra pişman olup rahatsızlık<br />
duymasına rağmen yemek yemenin<br />
önüne geçememesidir. Yemek yemeyi<br />
mutluyken, üzgünken veya stresliyken<br />
her durumda sürdürmesidir. Patolojik<br />
yeme bozukluğu adı verilir.<br />
ISKOLIZM<br />
Çok çalışmaktan ziyade<br />
çalışmayı durduramamak<br />
işkolizm olarak adlandırıyor<br />
ve davranışsal bağımlılıklar<br />
kategorisinde ele alınıyor.<br />
İşkolizmde pozitif veya<br />
negatif hazdan söz edilebilir.<br />
Pozitif haz kişinin işi<br />
yaptıkça haz almasıyken<br />
negatif haz işin eksik kaldığı<br />
düşüncesiyle bu rahatsızlıktan<br />
kurtulmak için işi bitirmeye<br />
çalışmasıyla ortaya çıkan<br />
hazdır. İşkoliklerin en temel<br />
özelliği mükemmeliyetçi<br />
olmalarıdır. Sürekli bir<br />
işi yetiştirememekten,<br />
hep yapılacak daha çok<br />
iş olduğundan ve hep bir<br />
eksiklik olduğundan şikayet<br />
ederler. Yani, ayrıntılara<br />
çok fazla odaklanırlar. İş,<br />
kendilerince en iyi şekilde<br />
olmadan rahat edemezler.<br />
“Mükemmeliyetçi işkolikleri<br />
ikiye ayırmak gerekir.<br />
Birinci grup titiz ve<br />
detaycıdırlar. Takıntılı olurlar.<br />
Bunlara obsesif diyoruz.<br />
Diğer tip ise narsisitik<br />
mükemmeliyetçilerdir.<br />
Onlar kendilerini beğenir<br />
ve severler. İşi aksatmayı,<br />
eksik yapmayı kendilerine<br />
yakıştıramazlar, yediremezler.<br />
Bir şey tam olmadıkça tatmin<br />
olmazlar.” İşkoliklerde iş<br />
performansında düşme<br />
görülebileceği gibi fiziksek<br />
rahatsızlıklar da görülebiliyor.<br />
Aynı zamanda tatminsizlik,<br />
huzursuzluk, çalışma isteğini<br />
kontrol etmekte güçlük,<br />
yoksunluk hali, aile ve sosyal<br />
hayatta birtakım sıkıntılar<br />
ortaya çıkar.<br />
SPOR<br />
BAĞIMLILIĞI<br />
Haftada beş günden fazla,<br />
vücuda zarar verecek<br />
kadar aşırı spor yapmak<br />
kişiyi spora bağımlı hale<br />
getirebiliyor. Kişi, spor<br />
yapmadığı zaman kendini<br />
suçlu hissedebiliyor,<br />
yaptığı sporu hiçbir<br />
zaman yeterli bulmuyor<br />
hatta agresyon,<br />
depresyon ve uyku<br />
bozuklukları gibi sorunlar<br />
ortaya çıkabiliyor. Kişi,<br />
spora bağımlı olduğu için<br />
ailesini, işini hatta kişisel<br />
ihtiyaçlarını göz ardı<br />
edebiliyor.<br />
SEKS<br />
BAĞIMLILIĞI<br />
“Cinsel duygu ve<br />
isteklerin kişiyi<br />
köleleştirmesi olan<br />
seks bağımlılığı, aynı<br />
zamanda doyumsuzluğa<br />
varan aşırı seks<br />
düşkünlüğüdür.”<br />
Kişi, seks bağımlısı<br />
olduğunu 6-7 yıl sonra<br />
fark edebiliyor ve bu<br />
bağımlılıktan dolayı<br />
duyduğu suçluluk intihar<br />
vakalarına bile sebep<br />
olabiliyor. Tedavisi zor<br />
olan seks bağımlığı için<br />
öncelikle kişide dengeli<br />
bir ruh hali yaratmak ve<br />
bunu desteklemek için<br />
de psikoterapi ve ilaçla<br />
tedavi gerekiyor.<br />
[ 38] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
BAĞIMLILIK-<br />
LARDAN<br />
KURTULMANIN<br />
YOLLARI<br />
Öncelikle<br />
Ö<br />
bağımlıkları fark<br />
etmek, onların<br />
bilincinde olmak<br />
ve onları tanımak<br />
gerekiyor. Sonraki adımsa<br />
bağımlılıkların kişinin yaşantısı<br />
ve sağlığı üzerindeki etkilerini<br />
görmesidir. Bu farkındalıktan<br />
sonra yaşamı sadeleştirmek ve<br />
doğal sınırlar içinde bir yaşam<br />
çizgisi oturtmaya çalışmak,<br />
modern zamanın sebep olduğu<br />
bağımlılıklardan uzak kalabilmek<br />
için izlenebilecek yöntemler<br />
olarak sıralanabilir. Dopamin<br />
salınımının eskiden olduğu gibi<br />
normal koşullarda sağlamak<br />
gerekiyor. Yani insanın kendini<br />
mutlu edecek şeyler bulması,<br />
belki de yeni ilgi alanları<br />
edinmesi bağımlılıklardan<br />
kurtulmak için oldukça önem<br />
taşıyor.<br />
İlişkilerinde bağımlılık<br />
yaşadıklarını düşünen kişiler<br />
psikolojik destek almak<br />
konusunda çekinmemelidirler.<br />
Ayrıca kişilerin kendi uğraşları<br />
olması, yaşamının odak<br />
noktasında yalnızca ilişkilerinin<br />
değil başka insanların da<br />
bulunması, sosyal çevresinin,<br />
iş hayatının tatmin edici olması<br />
faydalıdır.<br />
Ancak kişi bağımlı olduğunun<br />
farkında değilse ve bunu kabul<br />
etmiyorsa tedavi gerekebilir.<br />
Bunun için bilişsel davranışçı<br />
terapi yöntemleri izlenmelidir.<br />
Bilişsel davranışçı terapi, insan<br />
davranışını ve duygulanımını<br />
inceleyen psikolojik modellerden<br />
yararlanılarak geliştirilmiş bir<br />
psikoterapi türüdür. İnternet ve<br />
akıllı telefon bağımlılığında,<br />
• kişinin internetten veya<br />
akıllı telefondan uzakta kalıp<br />
kalamadığının tespiti,<br />
• bunları kullanırken kişinin<br />
hissettiklerinin not edilmesi,<br />
• bilgisayarın kişinin kendi<br />
odasından ortak yaşam alanına<br />
nakli,<br />
• internete bağlanma veya akıllı<br />
telefonu kullanma zamanının<br />
değiştirilmesi,<br />
• dijital detoks da denilen<br />
her türlü teknolojik ve dijital<br />
ortamdan uzak durma,<br />
• spor aktivitesi ve yeni<br />
sosyal becerilerin, uğraşların<br />
kazandırılması gibi yöntemler<br />
izlenir.<br />
Aynı zamanda<br />
kişide internet<br />
veya akıllı telefon<br />
bağımlılığı<br />
tespitinin yanı<br />
sıra psikolojik bir<br />
rahatsızlık da tespit<br />
edilmişse ilaçla<br />
tedavi yöntemi<br />
de ek olarak<br />
uygulanabilir.<br />
i Ege Üniversitesi Madde Bağımlılığı<br />
Toksikoloji ve İlaç Bilimleri Enstitüsü<br />
ii Ege Üniversitesi Madde Bağımlığı ve<br />
Toksikoloji İlaç Bilimleri Enstitüsü<br />
iii http://www.ogelk.net/makale/43-<br />
herkes-icin-yasamla-dans-iskolizm.html<br />
iv Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği<br />
Başkanı Cem Keçe<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 39]
DOSYA<br />
BAĞIMLILIK<br />
İREM<br />
ÖZCAN<br />
PSİKOLOG<br />
ÇOCUKLARDA<br />
TEKNOLOJİ<br />
VE İNTERNET<br />
BAĞIMLILIĞI<br />
[ 40] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
BAĞIMLILIK<br />
NEDİR?<br />
Bağımlılık,<br />
B<br />
bir şeyin<br />
zarar verici<br />
sonuçlarına<br />
karşı kullanmaya devam<br />
eden ve buna karşı<br />
koyamayan bir dürtüdür.<br />
DSM (Ruhsal Bozuklukların<br />
Tanısal ve İstatistiksel El<br />
Kitabı) ölçütlerine göre bir<br />
kişiye psikiyatrik olarak<br />
bağımlı denilebilmesi için<br />
yedi durumdan üçünün<br />
görülüyor olması gerekir.<br />
Bunlar: tolerans geliştirmek<br />
(her seferinde dozun<br />
arttırılması), yoksunluk<br />
belirtileri, bırakmaya yönelik<br />
başarısız girişimler, temin<br />
etme ve kullanma için büyük<br />
zaman harcama, daha uzun<br />
ve yüksek miktarda alma,<br />
sosyal ve kişisel etkinliklerin<br />
olumsuz etkilenmesi ve son<br />
olarak da bütün fiziksel,<br />
psikolojik, sosyal sorunlara<br />
karşı kullanmayı sürdürme<br />
durumudur.<br />
Bağımlılık<br />
programlarında,<br />
son yıllara<br />
kadar alkol,<br />
tütün ve sigara,<br />
madde, kumar<br />
bağımlılıkları ön<br />
plandayken; son<br />
yıllarda alışveriş,<br />
yeme-içme<br />
ve teknoloji<br />
bağımlılığı gibi<br />
davranışsal<br />
bağımlılıklar da<br />
yavaş yavaş tanı<br />
kriterleri içinde<br />
yer almaya<br />
başlamıştır.<br />
Özellikle teknoloji bağımlılığı ile<br />
mücadeleye verilen önem son<br />
yıllarda artmakta, Türkiye’de<br />
ve Dünya’da bağımlılık<br />
merkezlerinde teknoloji ve<br />
internet bağımlılığı programları<br />
yapılıp, teknoloji bağımlılığı<br />
kongreleri düzenleniyor.<br />
ÇOCUKLARDA<br />
TEKNOLOJİ<br />
BAĞIMLILIĞI<br />
Teknoloji günlük hayatta öyle yer<br />
etmiştir ki, çocuklar doğdukları<br />
andan itibaren teknolojik<br />
ürünlerle haşır neşir olurlar.<br />
Televizyon,<br />
bilgisayar,<br />
akıllı telefon ve<br />
tabletler ev içinde<br />
yetişkinlerin sıklıkla<br />
kullandıkları<br />
ürünler haline<br />
geldiği için, küçük<br />
yaştan beri bunlarla<br />
büyüyen çocuklar<br />
da teknoloji<br />
bağımlılığına yatkın<br />
hale geliyor.<br />
Bebeklikten itibaren belki de<br />
annesinin babasının sesinden<br />
çok televizyonun sesini duyan,<br />
yaklaşık bir yaşından sonra<br />
televizyonun karşısında transa<br />
geçmiş şekilde oturan, çok değil<br />
birazcık daha büyüyünce elindeki<br />
akıllı telefon ve tabletten oyun<br />
oynayan bir neslin teknoloji<br />
bağımlılığına ne kadar yatkın<br />
olduğu reddedilemez bir<br />
gerçektir. Araştırmalara göre,<br />
teknoloji bağımlılığının çocuklar<br />
üzerinde fiziksel, psikolojik ve<br />
sosyal birçok olumsuz etkisi<br />
vardır ve maalesef teknoloji<br />
bağımlılığı yaşı gün geçtikçe<br />
daha çok düşüyor.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 41]
DOSYA<br />
BAĞIMLILIK<br />
TEKNOLOJİ<br />
BAĞIMLILIĞININ<br />
ÇOCUKLAR<br />
ÜZERİNDEKİ<br />
FİZİKSEL,<br />
PSİKOLOJİK VE<br />
SOSYAL ETKİLERİ<br />
• Görme problemleri ve göz<br />
bozuklukları<br />
• Beden duruşunda bozukluk ve<br />
iskelet sorunları<br />
• Hareketsizlikten kaynaklanan<br />
diğer problemler (obezite vb)<br />
• Kaslarda ağrı ve sertleşme<br />
• Uyku düzeninin değişmesi,<br />
uyku bozuklukları<br />
• Konsantrasyon eksikliği<br />
• Okul başarısında düşüklük<br />
• Yeme problemleri<br />
• Sosyal izolasyon ve<br />
sosyalleşme problemleri<br />
• Sinirlilik<br />
• İletişim problemleri<br />
• Davranış problemleri<br />
Bunların yanı sıra araştırmalar<br />
göstermiştir ki, küçük yaştan<br />
itibaren teknolojik ürünlere<br />
maruz kalmak çocuklarda beynin<br />
Frontal Lob gelişimini etkiliyor.<br />
Televizyon izleme<br />
sırasında beynimizin<br />
karar verme, eleştirel<br />
düşünme, nedensonuç<br />
ilişkisi kurma,<br />
öz denetim ve dikkat<br />
ile ilgili olan Frontal<br />
Lob bölgesi aktive<br />
olmamaktadır ve bu<br />
bölgenin gelişimi de<br />
yavaşlıyor.<br />
Bu da çocuklarda Dikkat<br />
Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu<br />
(DEHB) ve anti sosyal kişilik<br />
bozukluğu riskini önemli ölçüde<br />
arttırmaktadır.<br />
Başka bir araştırmada, teknoloji<br />
bağımlısı olan ve olmayan<br />
gençlerde kısa süreli hafızaya<br />
bakılmış ve iki grubun kısa süreli<br />
hafızalarında anlamlı bir fark<br />
bulunmuştur. Bu da teknoloji<br />
bağımlılığının kısa süreli hafızaya<br />
da zarar verdiğini gösterir.<br />
ÇOCUKLARI<br />
TEKNOLOJİ<br />
BAĞIMLILIĞINDAN<br />
KORUMAK İÇİN<br />
[ 42] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
ALINABİLECEK<br />
ÖNLEMLER<br />
• Öncelikle çocukların<br />
yetişkinlerden görerek öğrendiği<br />
unutulmamalıdır. Yetişkinlerin<br />
kendi televizyon izleme,<br />
bilgisayar ve cep telefonu ile<br />
uğraşma sürelerini azaltmaları,<br />
tavsiye vermenin ötesine geçip,<br />
örnek olmaları çocuklara da<br />
olumlu yansıyacaktır.<br />
• Özellikle çocukların zeka,<br />
kişilik ve yetenek gelişimleri<br />
açısından en kritik yaş olan<br />
0-6 yaş arasında, çocukların<br />
teknolojik ürünlerden<br />
uzak kalmalarına dikkat<br />
edilmelidir. Son yıllarda<br />
yapılan araştırmalara göre,<br />
bebekler dünyaya yaklaşık<br />
100 milyar nöral bağlantıyla<br />
gelmektedirler ve bu<br />
bağlantılar kullanılmadığında<br />
zayıflamaktadır. Televizyon, tablet<br />
gibi ürünler bu bağlantıların<br />
zayıflamasına yol açmaktadır.<br />
0-6 yaş aralığındaki çocuklar,<br />
televizyonun karşısında zaman<br />
geçirmek yerine, aileleriyle ya<br />
da akranlarıyla yaşlarına uygun<br />
interaktif oyunlar oynamalı,<br />
fiziksel aktiviteler ve beyin<br />
gelişimlerini destekleyici<br />
etkinlikler yapmalıdır. Teknolojik<br />
araçlar çocukları susturmak,<br />
oyalamak için kullanılmamalıdır.<br />
• Çocukların kontrolsüz ve uzun<br />
süre internet kullanmasına,<br />
televizyon izlemesine izin<br />
verilmemelidir. 0-2 yaş aralığı<br />
çocukların televizyon, bilgisayar<br />
vb teknolojik aletlere maruz<br />
kalması uygun değildir.<br />
Çocukların internette ve<br />
bilgisayarda geçirdiği zaman<br />
günde okul öncesinde 30 dakika,<br />
ilkokulda 45 dakika, ortaokulda<br />
60 dakika ve lisede 2 saati<br />
geçmemelidir.<br />
• Evde bütün teknolojik aletlerin<br />
kapatıldığı, aile paylaşım günleri<br />
yapmak hem çocuğunuzu<br />
bağımlılıktan uzak tutacak<br />
hem de aile içi iletişiminizi ve<br />
etkileşiminizi güçlendirecektir.<br />
• Çocuğunuzla boş<br />
zamanlarınızı eğlenceli<br />
şekilde değerlendirebilecek<br />
kutu oyunları, doğa gezileri,<br />
piknikler, spor aktiviteleri,<br />
tiyatro ve sinema gibi etkinlikler<br />
planlamak onun enerjisini<br />
doğru şekilde kullanmasını<br />
sağlayacaktır. Sanal dünyada<br />
değil gerçek dünyada deneyimler<br />
kazanmasına, yaşayarak<br />
öğrenmesine, sosyal ve fiziksel<br />
gelişimine olanak sağlayacaktır.<br />
• Çocuğunuzu<br />
sosyalleşebileceği, sanal değil<br />
gerçek arkadaşlarla vakit<br />
geçirebileceği, enerjisini doğru<br />
kullanabileceği, yeteneğini<br />
keşfedebileceği sanat ve spor<br />
alanlarında kurslara göndermek,<br />
onu teknolojik bağımlılıktan uzak<br />
tutmaya yardımcı olacaktır.<br />
• Çocuğunuzun bağımlı<br />
olduğunu düşünüyorsanız ve<br />
ona yardım konusunda yetersiz<br />
hissediyorsanız, bir uzmana<br />
başvurmak yarar sağlayacaktır.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 43]
DOSYA<br />
BAĞIMLILIK<br />
ÖZGE<br />
KARABULUT<br />
Sigara, alkol,<br />
alışveriş, seks<br />
ve madde<br />
bağımlıkları… Bu,<br />
günümüzdeki<br />
birçok bağımlılığın,<br />
bilinçaltımızdaki<br />
köklerine inerek,<br />
bağımlılığa dayalı<br />
inançlarımızla<br />
mücadele eden,<br />
yaratıcı, kalıcı,<br />
güncel ve etkili bir<br />
yöntem:<br />
Hipnoz.<br />
Hipnozla<br />
H<br />
bağımlılıkların<br />
tedavisi, temelde<br />
bağımlılığın bireyin<br />
bilinçaltında henüz<br />
kendisinin bile farkında olmadığı<br />
süreçlerden kaynaklandığı<br />
inancına dayanır. Bilinçaltı<br />
süreçlerindeki deneyimlerimiz<br />
ve bu deneyimlere dayalı olarak<br />
oluşan inançlarımız bugünkü<br />
yaşantılarımızı, ihtiyaçlarımızı<br />
ve alışkanlıklarımızı önemli<br />
ölçüde etkiler. Bugünkü<br />
bağımlılıklarımızın kökleri de<br />
çoğunlukla geçmişimize dair bilinç<br />
dışı kayıtlarda saklıdır.Freudçu<br />
bakış açısına göre, psikoseksüel<br />
gelişim evrelerinden oral dönem<br />
(0-18 ay)’de anne memesiyle<br />
kurulan bağdaki eksiklikler<br />
gelecekte sigara, alkol gibi ağızla<br />
ilintili bağımlılıkların oluşmasına<br />
neden oluyor.<br />
Özellikle erken<br />
gelişim evrelerinde<br />
görülen bağlanma<br />
sorunları,<br />
ihtiyaçların<br />
karşılanmaması<br />
gibi aksaklıklar<br />
kişilik<br />
bileşenlerimizi<br />
oluşturarak<br />
bağımlılığa<br />
yatkınlığımızı da<br />
önemli ölçüde<br />
etkiliyor.<br />
Öyleyse bugünkü bağımlılığımızı<br />
yok edebilmek için bilinçaltı<br />
dünyamıza yapacağımız yolculuk<br />
iyi bir fikir olabilir.<br />
[ 44] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
PEKİ AMA NASIL?<br />
Hipnozla<br />
bağımlılık tedavisi,<br />
kişinin bilinçaltına<br />
inerek bağımlılığa<br />
sebep olan<br />
yaşantıları ortaya<br />
çıkarmakla başlar.<br />
Bu yaşantılar ortaya çıkartılır,<br />
tanımlanır ve kişinin yüzleşmesi<br />
sağlanır. Bu yüzleşmede acı<br />
verici bir deneyimle yüzleşen<br />
birey, geçmişteki “yoksunluk”<br />
duygusunu tekrar ve çok daha<br />
güçlü bir şekilde yaşar. İkinci<br />
aşama ise bu yaşantılara<br />
karşı kişinin bakış açısını<br />
değiştirebilmek için sağaltıcı<br />
telkinlerin verilmesidir. Bu<br />
telkinler önceki bakış açısının<br />
tersine kişide yaşanan<br />
olumsuz deneyime karşı<br />
olumlu duyguların oluşmasını<br />
sağlayacak niteliklere sahip<br />
olmalı ve ona işlevsel bir çözüm<br />
yolu sunmalıdır. Çoğu zaman<br />
da bağımlı olunan nesne ya<br />
da duruma ilişkin tiksinti gibi<br />
olumsuz duyguların gelişmesini<br />
sağlayacak telkinlerde bulunulur.<br />
“O ağzında kötü bir tat bırakıyor.<br />
Bir daha onu kullanmak<br />
istemeyeceksin ve herhangi bir<br />
durumda yanlışlıkla kullanmak<br />
zorunda kalırsan hemen onu<br />
bırakacaksın“ … Böylece bağımlı<br />
olunana karşı bakış açımız ve<br />
hissi dünyamız evrimsel bir<br />
sürece tabii oluyor ve bizleri<br />
bağımlılıklarımızdan kalıcı ve<br />
etkili bir şekilde kurtarıyor.<br />
HİPNOZ<br />
VE SİGARA<br />
BAĞIMLILIĞI<br />
Hipnozun sigara<br />
bağımlılığının tedavisinde<br />
kullanımının %70-80<br />
oranında başarılı düzeyde<br />
gerçekleştiği biliniyor.<br />
Bu anlamda tarihe geçmiş<br />
bir vaka 40 yıl boyunca<br />
günde en az 1 paket<br />
sigara kullanan Jochen<br />
Gerhard’ın geçirdiği bypass<br />
operasyonu sonrası sigarayı<br />
sadece 1 günde bırakmak<br />
mecburiyetinde kalmasına<br />
dayanıyor. Hızlı bir çözüm<br />
için doktorunun önerisi<br />
üzerine hipnoterapi gören<br />
Gerhard, sadece 1 günde<br />
40 yıllık bağımlılığından<br />
kurtulmuştu. Ve bu<br />
deneyimini şöyle ifade<br />
ediyordu: “Hipnoterapist,<br />
kiliselerdeki şu vaizler<br />
gibiydi. Bağırıyor ve şu<br />
sözleri tekrar ediyordu:<br />
Artık sigara içmek<br />
istemiyorsun! Bırakabilirsin!<br />
Güçlüsün! Biz de aynı<br />
şekilde bağırarak karşılık<br />
veriyorduk: Evet, yapabiliriz!<br />
Güçlüyüz! Adamın deli<br />
olduğunu düşündüm. Biz de<br />
deliydik.”.<br />
Ayrıca TÜBİTAK’ın<br />
gerçekleştirdiği bir<br />
araştırmaya göre<br />
hipnoz, sigarayı bırakma<br />
yöntemlerinden en başarılı<br />
olanı olarak bulgulanmıştır.<br />
Çalışmaya katılanların<br />
%30’u hipnozla tedavi<br />
sonucu sigarayı bırakmıştır.<br />
DİĞER BAĞIMLILIK<br />
ÇEŞİTLERİNDE<br />
HİPNOZ<br />
Alkol, madde kullanımı,<br />
alışveriş ve aşk gibi pek çok<br />
bağımlılık türünde hipnoz<br />
tedavisi yaklaşımlarının<br />
bağımlılık seviyelerinin<br />
düşüşünde yahut tamamen<br />
yok edilmesinde sağaltıcı<br />
etkisi olduğu biliniyor.<br />
Araştırmalara göre ABD’nin<br />
Maryland eyaletinde<br />
bulunan Ulusal Biyoteknoloji<br />
Bilgi Merkezi (Natioanal<br />
Center for Biotechnology<br />
Information- NCBI)’nde<br />
yapılan “Uyuşturucu<br />
bağımlıların tedavisinde<br />
grup hipnozu” konulu<br />
araştırmada, hipnozun sokak<br />
uyuşturucularının kullanımını<br />
düşürdüğü kanıtlandı. Ayrıca<br />
günümüzde hipnozdan<br />
hareketle geliştirilen bilinçaltı<br />
telkin CD’lerinin alışveriş<br />
bağımlılığı tedavisinde 3<br />
aylık bir sürede çözüme<br />
götürdüğü bilinmekte.<br />
Belirli aralıklarla ve sık<br />
tekrarla uygulandığında<br />
bilinçaltımızdaki alışveriş<br />
tutku ve heyecanının<br />
azalmasını sağlıyor. Aşk<br />
ve ilişki bağımlılığının<br />
tedavisinde ise bilinçaltındaki<br />
olumsuz düşünce ve<br />
takıntılı düşünceleri kişilerin<br />
geçmişlerini affederek<br />
özgürleşmelerine yardımcı<br />
oluyor.<br />
Kaynakça<br />
www.gazetevatan.com/hipnozlasigarayi-birakma-710001-saglik/<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 45]
EDİTÖR’ HAYALETLERLE İLGİLİ 10 BİLİMSEL AÇIKLAMA<br />
DEN LIVIA QOSE<br />
ABD merkezli<br />
A<br />
kamuoyu<br />
araştırma şirketi<br />
Gallup’un 2005’te<br />
gerçekleştirdiği<br />
bir kamuoyu araştırmasına<br />
göre Amerikalıların %37’si<br />
perili evlere inanıyor. HuffPost/<br />
YouGov tarafından 2013’te<br />
yapılan bir araştırma ise<br />
Amerikalıların %45’inin<br />
hayaletlere inandığını gösteriyor.<br />
Bunlar oldukça beklenmedik<br />
rakamlar. Hayaletler<br />
olup olmadığını<br />
bilmiyoruz; fakat<br />
bundan sonra<br />
evde tuhaf bir ses<br />
duyduğunuzda,<br />
önce hayalet<br />
avcılarını değil,<br />
bilim insanlarını<br />
göreve çağırın. Zira<br />
birçok gizemli gölge, perili ev<br />
veya bedensiz ses durumlarının<br />
aslında son derece akla yakın<br />
açıklamaları olabiliyor.<br />
[ 46] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
10 9IDEOMOTOR<br />
BEYNİN<br />
ELEKTRİKSEL<br />
UYARIMI<br />
Dünyanın birçok yerinde insanlar,<br />
gölge varlıklara korku içinde şahit<br />
oluyor. Bu karanlık varlıklar, bir<br />
köşeden çıkıveriyor ve karşı karşıya<br />
gelindiğinde aniden kayboluyor.<br />
Birçok insan bunların şeytan<br />
olduğunu düşünürken, bazıları<br />
bunların astral beden, bazıları da<br />
bir anda görünüp kaybolan zaman<br />
yolcuları olduklarına inanıyor. Fakat<br />
bazı araştırmacıların çok daha<br />
şaşırtıcı teorileri var.<br />
İsveçli bilim insanları bir epilepsi<br />
hastasının beynine elektrik<br />
uyaranları verdiklerinde, ürkütücü<br />
bir deneyimle karşılaştılar. Hasta,<br />
hemen arkasında gölge biçimli bir<br />
varlığın oturduğunu ve her hareketini<br />
kopya ettiğini söylüyordu. Ayağa<br />
kalktığında o da ayağa kalkıyor, öne<br />
doğru eğilip dizlerine tutunduğunda,<br />
o gölge varlık da arkadan bedenini<br />
sarıp onu tutuyordu. Ardından<br />
doktorlar bir kartı okumasını<br />
istediklerinde, gölge varlık kartı<br />
elinden almaya çalışıyordu.<br />
Aslında bu garip olay,<br />
araştırmacıların beyindeki<br />
benlik algısını kontrol eden<br />
temporoparietal bileşkeyi<br />
uyarmasından kaynaklanıyordu.<br />
Bizimle diğerleri arasındaki farkı<br />
algılamamızı sağlayan beyin<br />
bölgesini elektriksel olarak<br />
kurcalayınca, doktorlar beynin kendi<br />
bedenini anlama sistemini bozup,<br />
kopya bir gölge kişi yaratmasına<br />
neden olmuşlardı. Araştırmacılara<br />
göre bu durum, şizofreni hastası<br />
olsun olmasın birçok insanın gölge<br />
varlıklar veya yaratıklarla karşılaşma<br />
tecrübesini açıklayabilecek bir ipucu<br />
olabilir.<br />
ETKİ<br />
Ruhçu hareket, 1840 ve 1850’lerde<br />
oldukça moda olmuştu. Bu<br />
akım, insanların ölmüş olan<br />
sevdikleriyle konuşabilmeleri<br />
için bir yol sağlıyordu. Kullanılan<br />
iletişim yöntemlerinden birisi “Ouija<br />
Tahtası”ydı. Bugün hala gözde<br />
olan bu tahta, harfler, sayılar ve<br />
(evet ve hayır gibi) basit kelimeler<br />
yazılı bir yüzeye sahiptir. İnsanlar<br />
“planşet” denilen delikli bir tahta<br />
parçasına ellerini koyup ruhlara<br />
sorular sorarlar. Ve genellikle bir<br />
ruh, planşeti harften harfe hareket<br />
ettirerek, heceleme yöntemiyle<br />
soruya cevap verir veya Şeytan<br />
filmindeki gibi, Kaptan Howdy<br />
serbest kalıverir.<br />
Ruhlarla iletişime geçmenin bir<br />
başka garip yolu da masa sallama<br />
yöntemiydi. Tipik bir seansta<br />
insanlar yuvarlak bir masanın<br />
etrafına oturup ellerini masanın<br />
üzerine koyar, herkesi şaşırtacak<br />
şekilde masa, bir süre sonra kendi<br />
kendine hareket etmeye başlardı.<br />
Bir ayağı üzerine dikilebilir, yerden<br />
havalanabilir veya odanın içinde<br />
gezinmeye başlayabilirdi.<br />
Bu olaylardan bazılarının sahtelikler<br />
oyunu olduğunu biliyoruz; fakat<br />
acaba bu tip olayların tümü<br />
de sahtelik miydi? Bu gizemi<br />
çözmeye niyetlenenlerden birisi<br />
de Fizikçi Michale Faraday’di.<br />
Zekice tasarladığı deneylerle<br />
Faraday, masaların ideomotor etki<br />
sayesinde hareket ettirilebildiğini<br />
gösterdi. Böyle durumlarda,<br />
telkinin gücü, kasların istem dışı<br />
kasılmalar göstermesine neden<br />
oluyordu. İnsanlar masanın hareket<br />
etmesini beklediklerinden bilinçsiz<br />
olarak masayı kendileri hareket<br />
ettiriyorlardı. Benzer bir olay<br />
1853’te dört doktorun deneysel<br />
bir seans düzenledikleri zaman da<br />
görüldü. Deneklerin yarısına gizli bir<br />
şekilde masanın sağa kayacağını,<br />
diğer yarısına ise sola kayacağını<br />
söylediler ve sonuçta masa yerinden<br />
kımıldamadı. Fakat hepsine<br />
masanın aynı yönde hareket edeceği<br />
söylendiğinde, ideomotor etki yine<br />
etkisini gösterdi! Aynı prensip Ouija<br />
tahtası için de geçerlidir: çoğunlukla<br />
harf harf cevap veren ruhlar değil,<br />
bizzat kendi kaslarımızdır.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 47]
8 7<br />
HAYALETLERLE İLGİLİ 10 BİLİMSEL AÇIKLAMA<br />
LIVIA QOSE<br />
SES-ALTI<br />
DALGALAR<br />
Çalışma masasının hemen yanı<br />
başında gri renkli bir hayalet<br />
gören araştırmacı Vic Tandy,<br />
laboratuvarının lanetlendiği<br />
korkusuna kapılmıştı. Fakat bir<br />
sonraki gün Tandy ilginç bir keşif<br />
yapacaktı. Bir kılıç müsabakası<br />
için hazırlanırken Tandy kılıcını<br />
bir mengeneye yerleştirdi. Hemen<br />
ardından kılıcın kesici kısmının kendi<br />
kendine titreştiğini fark etti. Birden<br />
her şey aydınlanıvermişti. Sesaltı<br />
dalgalarla uğraşan Vic Tandy,<br />
kılıcının titreşmesine neden olan<br />
şeyle laboratuvarı lanetleyen şeyin<br />
aynı olduğunu fark etti.<br />
İnsan kulağı 20.000 Hz (saniyede<br />
20 bin tekrar yapan) frekanslara<br />
kadar olan sesleri işitebilir; fakat 20<br />
Hz’den daha düşük sesleri duyamaz.<br />
Bu sessiz titreşimler ses-altı olarak<br />
bilinir ve biz onları duyamasak da<br />
etkilerini titreşim olarak hissederiz.<br />
Dr. Richard Wiseman’a göre, bizler<br />
bu dalgaları karın bölgemizde<br />
hissedebiliyoruz. Hissettiğimiz bu<br />
titreşimler, bizde bazen (hayret<br />
gibi) olumlu, bazen de (rahatsızlık<br />
gibi) olumsuz hislere yol açabiliyor.<br />
Çevre koşulları uygun olduğunda,<br />
mesela tekinsiz görünümlü bir<br />
evde, bu etkiler bir panik hissi dahi<br />
yaratabiliyor.<br />
Ses-altı dalgaların, fırtınalar,<br />
rüzgârlar, hava olayları ve günlük<br />
kullanılan birçok cihaz tarafından<br />
oluşması mümkün. Vic Tandy’ye<br />
dönersek, sallanan kılıcını<br />
gördükten sonra, laboratuvarına<br />
yeni bir havalandırma cihazı<br />
takıldığını ve yaklaşık 19 Hz civarında<br />
titreşimler yaydığını fark etmişti.<br />
Göz yuvarlaklarımızın doğal salınım<br />
frekansı yaklaşık 20 Hz civarında<br />
olduğundan, ses-altı dalgalar<br />
Tandy’nin göz kürelerinin anormal<br />
şekilde titreşmesine neden olup,<br />
aslında orada olmayan biçimler<br />
gördüğünü sanmasına neden<br />
olmuştu. Tandy havalandırmayı<br />
kapatınca her şey halloldu. Artık<br />
hayalet falan kalmamıştı.<br />
Benzer şekilde, Dr. Wiseman da<br />
bu tip titreşimlerin perili olduğu<br />
söylenen yerlerdeki paranormal<br />
olayların açıklaması olabileceğine<br />
inanıyor. Yer altında bulunan iki<br />
mekânı incelediğinde içeride<br />
yukarıdaki trafikten kaynaklanan<br />
ses-altı dalgaların olduğunu<br />
keşfeden Wiseman, bu tip yerlerdeki<br />
hayaletimsi şekiller ve tedirgin<br />
edici ayak seslerinin ses altı<br />
dalgalarından daha iyi bir açıklaması<br />
olmadığını düşünüyor.<br />
OTOMATİZM<br />
Büyücü doktorlarla Shirley<br />
MacLaine’in ortak noktaları ne<br />
olabilir? Hepsi de kanallaşmayla<br />
yakından ilgilidir. Kanallaşma,<br />
insanlığın ruhlar dünyasıyla<br />
bağlantı kurmak için kullandığı<br />
en eski yöntemlerden biri. Ana<br />
fikir, zihni temizlemek, bir çeşit<br />
kozmik bilinçle bağlantı kurmak,<br />
ardından kulağa hiç de tedirgin<br />
edici gelmeyecek şekilde, yüzlerce<br />
yaşında bir ruhun bedeninizi ele<br />
geçirmesine izin vermektir. Antik<br />
dinlerdeki Şamanların ölülerle<br />
kanallaşma aracılığıyla bağlantı<br />
kurduklarına inanılırken, televizyon<br />
medyumu John Edward öte tarafa<br />
geçmiş olanlarla konuşabildiğini<br />
iddia etmekte ve medyum J. Z.<br />
Knight da Ramtha adlı 35.000 yıl<br />
yaşında Atlantisli bir ruhla kanal<br />
teması olduğunu öne sürmektedir.<br />
Elbette bu kanallaşma işinde de bazı<br />
sahtekârlıklar var; fakat gerçekten<br />
de bunu yaptıklarına inanan<br />
insanların durumları nedir acaba?<br />
Bu durumun olası cevabı, insanların<br />
farkında olmadıkları şeyleri düşünüp<br />
söyleyebildikleri değişik bir bilinç<br />
hali olan “otomatizm” olabilir. Bir<br />
medyum zihnini arındırdığında,<br />
dostça bir ruhsal rehber arayışına<br />
girer. Ruhsal rehber bedenine<br />
girmeli ve neticede evrenle ilgili<br />
gizemli bilgiler vermelidir. Medyum<br />
bu zihin temizliği işini başardığında,<br />
zihninde rastlantısal düşünce ve<br />
görüntüler oluşmaya başlar, o<br />
da bunların bir başka varlıktan<br />
geldiğine ikna olur. Fakat genellikle<br />
bu tip düşünceler aslında kendi<br />
zihninin ürünleridir. Beyinlerimiz,<br />
bizim hiçbir bilinçli katkımız<br />
olmadan her türlü garip düşünce<br />
ve fikri üretme yeteneğine sahip.<br />
Hayatınızda kaç kere görünürde<br />
hiç neden yokken bir anda ilham<br />
geldiğine şahit olduğunuzu bir<br />
düşünün. Hayatınızda kaç kez<br />
garip kâbuslar veya gündüz düşleri<br />
gördünüz? Bunlar öte dünyalardan<br />
gelen ruhsal rehberlerin marifeti<br />
değil. Bunların kaynağı aslında<br />
sürekli fazla mesai yapan beyniniz.<br />
[ 48] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
6 5<br />
HAVA<br />
CEREYANLARI<br />
Gecenin bir yarısı tedirgin edici,<br />
terkedilmiş bir evi inceliyorsunuz<br />
ve aniden hava soğuyuveriyor. Fakat<br />
birkaç adım sağa yahut sola hareket<br />
ettiğinizde sıcaklık bir anda normale<br />
dönüyor. Bu olay parapsikologların<br />
“soğuk nokta” dedikleri şeydir.<br />
Hayalet avcılarına göre bu<br />
soğuk noktalar, normal olmayan<br />
faaliyetlerin önemli bir işaretidir. Hiç<br />
yoktan ortaya çıkıp insanların ödünü<br />
patlatmaktan başka yapacak daha<br />
iyi işi olmayan bir hayalet, bunun için<br />
elbette enerjiye ihtiyaç duyacaktır.<br />
Dolayısıyla gösterisini yapabilmek<br />
için gereken enerjiyi çevresinden ve<br />
etraftaki insanlardan alıyor olmalıdır.<br />
Fakat bilim insanlarının konuya<br />
ilişkin daha basit ve çok daha sıkıcı<br />
bir açıklaması da var. Şüpheci<br />
araştırmacılar böyle “lanetli”<br />
evleri araştırırlarken, soğuk hava<br />
dalgalarının genellikle şömine<br />
veya pencere gibi yerlerden<br />
sızdığını fark ederler; yani sorun,<br />
aslında bildiğimiz cereyan yapma<br />
hadisesidir. İçinde bulundukları oda<br />
tamamen kapalı ve yalıtılmış olsa<br />
dahi durumun tamamen akılcı bir<br />
açıklaması vardır. Her nesne kendine<br />
özgü bir sıcaklığa sahiptir ve bazı<br />
nesneler diğerlerinden daha sıcaktır.<br />
Oda sıcaklığını eşitlemeye yönelik bir<br />
çabada sıcak nesneler konveksiyon<br />
denilen bir süreçle sıcaklıklarını<br />
kaybetmeye çalışırlar. Bu gibi<br />
durumlarda sıcak hava yükselir ve<br />
soğuk hava aşağı doğru iner. Benzer<br />
şekilde, kuru hava nemli bir odaya<br />
dolduğunda kuru olan yere doğru<br />
akarken, nemli hava tavana doğru<br />
yükselir. Bu hava dalgalanması,<br />
kişinin derisinde bir soğukluk<br />
hissi oluşturur ve bu da elbette ki<br />
soğuk nokta olarak değerlendirilen<br />
şeydir. Bir dahaki sefer bir hayaletin<br />
varlığını hissedecek olursanız,<br />
paniğe kapılmadan önce ısıtıcınızı<br />
açıverin.<br />
KAMERA<br />
MESELELERİ<br />
Hayalet avcılarının parlak ışık<br />
noktalarıyla adeta bir aşk-nefret<br />
ilişkisi vardır. Bu parlak ışıklar,<br />
ölmüş fakat henüz tam öte tarafa<br />
geçememiş insanların ruhları olarak<br />
değerlendirilir. Göze görünmeyen bu<br />
ışık topakları sadece fotoğraflarda<br />
görünür ve bu da işlerin karıştığı<br />
yerdir. Şüpheci araştırmacılardan<br />
Brian Dunning, bir toz tanesi veya<br />
ufak bir böceğin kameraya çok<br />
yakın olması durumunda, fotoğrafta<br />
büyük ve odak dışı bir ışık noktası<br />
gibi görüneceğine dikkat çekiyor.<br />
Ve kamera flaşları sağ olsun,<br />
bu noktacıklar oldukça parlak<br />
olarak kaydedilip hayalet olarak<br />
değerlendirilebiliyor. Tamamen<br />
akla yatkın bir yanılsama değil<br />
mi? Parapsikolog Pamela Heath,<br />
her ne kadar bazı fotoğrafların<br />
gerçek olduğunu düşünse de ince<br />
kıllar, kirli yahut ıslak mercekler<br />
ve çekim sırasında hareket<br />
edilmesi gibi birçok nedene<br />
bağlı olarak ışık noktacıklarının<br />
görüntülenebileceğine dikkat<br />
çekiyor. Birçok paranormal olay<br />
yayınlayan site, çok sayıda hatalı<br />
ve hileli fotoğrafla karşılaştıkları<br />
için artık bu tip fotoğrafları kabul<br />
etmiyorlar. Teknolojinin nasıl<br />
çalıştığını temel düzeyde anladıkça,<br />
parlak ışıkçıklar ruhunu teslim<br />
edecek gibi görünüyor.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 49]
4HAYALETLERLE İLGİLİ 10 BİLİMSEL AÇIKLAMA<br />
LIVIA QOSE<br />
KARBONMONOKSİT<br />
ZEHİRLENMESİ<br />
1921’de Göz Hekimi William<br />
Wilmer, Amerikan Journal of<br />
Ophthalmology dergisinde ilginç<br />
bir makale yayımladı. Makale, H<br />
ailesi ve oturdukları lanetli evleriyle<br />
ilgiliydi. Evleri, çarparak kapanan<br />
kapı sesleri, hareket eden mobilyalar<br />
ve boş odalarda yankılanan ayak<br />
sesleri ile cehenneme dönüşmüştü.<br />
Çocuklarından birisi üzerine oturan<br />
bir şey hissetmiş ve diğeri de gizemli<br />
bir yabancının saldırısına uğramıştı.<br />
Bir gece evin hanımı uyanmış ve<br />
yataklarının ayakucunda ayakta<br />
kendisini izleyen bir kadınla erkek<br />
görmüş, az sonra da yok olmalarını<br />
izlemişti. Bu lanet devam ettikçe<br />
aile yorgun bir hale gelmiş, ardından<br />
evdeki bitkiler de ölmeye başlamıştı.<br />
Ancak bundan sonra, evdeki bozuk<br />
sobayı fark ettiler. Soba, çıkardığı<br />
dumanı borularla bacaya vermesi<br />
gerekirken, gaz eve sızmaktaydı.<br />
Sonuçta ailenin karbonmonoksit<br />
zehirlenmesi geçirdiği anlaşıldı.<br />
Karbonmonoksit (CO) kokusuz,<br />
renksiz bir gazdır ve dolayısıyla<br />
saptanması oldukça zordur. Bu<br />
gaz çok da tehlikelidir; çünkü<br />
kırmızı kan hücrelerimiz CO gazını<br />
oksijeni bağladığından çok daha<br />
kolay bağlayabilir ve bu oksijen<br />
yetmezliği güçsüzlük, akıl karışması<br />
ve neticede ölüme neden olur. Fakat<br />
son nefesi vermeden önce, aynen H<br />
ailesi gibi sanrılar görmeniz yüksek<br />
ihtimaldir. Örneğin 2005’te bir kadın,<br />
banyosunda hayaletler gördükten<br />
sonra polisi aramıştı. Olay yeri<br />
incelemesinden sonra bu olağanüstü<br />
olayın aslında evi karbonmonoksit<br />
ile dolduran bozuk su ısıtıcısından<br />
kaynaklandığı anlaşılmıştı. Neticede,<br />
siz siz olun, karbonmonoksitten<br />
uzak durun; çünkü şu ya da bu<br />
şekilde hayalet görmenize sebep<br />
olacaktır.<br />
3KİTLE<br />
HİSTERİSİ<br />
2013 yılının Haziran ayında Bangladeş’in<br />
Gaizpur kentinde üç bini aşkın tekstil<br />
işçisi bir grev başlattı. Protestoları<br />
uzun Hava çalışma saatleri cereyanları<br />
veya daha<br />
yüksek Gecenin ücret bir istemeleri yarısı tedirgin ile ilgili edici,<br />
değildi; terkedilmiş birilerinin tuvaletteki evi inceliyorsunuz hayaletle ve<br />
ilgili bir aniden şeyler hava yapmasını soğuyuveriyor. istiyorlardı. Fakat birkaç<br />
Kadınlar adım tuvaletinde sağa yahut sola kadın hareket bir işçiye ettiğinizde<br />
saldıran sıcaklık kızgın bir hayalet, anda normale herkesin dönüyor. Bu<br />
olay parapsikologların “soğuk nokta”<br />
paniğe kapılmasına neden olmuştu.<br />
dedikleri şeydir. Hayalet avcılarına göre<br />
Bir isyan<br />
bu soğuk<br />
başladı<br />
noktalar,<br />
ve polis<br />
normal<br />
olayları<br />
olmayan<br />
güçlükle faaliyetlerin yatıştırabildi. önemli Benzer bir işaretidir. bir Hiç<br />
olay, Phuket yoktan ortaya Patong çıkıp bölgesindeki insanların ödünü bir<br />
okulda patlatmaktan 22 öğrencinin başka yaşlı yapacak bir kadın daha<br />
hayaleti iyi işi görmesinden olmayan bir hayalet, sonra bunun müşahede için<br />
altına elbette alınmasıyla enerjiye patlak ihtiyaç vermişti. duyacaktır.<br />
Bangladeş’teki Dolayısıyla gösterisini fabrika sahibi yapabilmek bir için<br />
gereken enerjiyi çevresinden ve etraftaki<br />
şeytan çıkartma ayini organize etmişti;<br />
insanlardan alıyor olmalıdır.<br />
fakat aslında bir psikolojik danışman<br />
çağırması<br />
Fakat<br />
daha<br />
bilim insanlarının<br />
yerinde olabilirdi.<br />
konuya ilişkin<br />
daha basit (ve çok daha sıkıcı) bir<br />
Bu örneklerdeki açıklaması da işçiler var. Şüpheci ve öğrenciler, araştırmacılar<br />
kitle histerisi böyle “lanetli” dediğimiz evleri araştırırlarken,<br />
bir durumdan<br />
mustariptir. soğuk hava Bu ortak dalgalarının sanrılar genellikle özellikle<br />
içinde şömine bulundukları veya pencere yoğun gibi iş yerlerden koşulları ve<br />
disiplinli<br />
sızdığını<br />
bir okul<br />
fark ederler;<br />
gibi olumsuz<br />
yani sorun,<br />
koşullara<br />
aslında<br />
bildiğimiz cereyan yapma hadisesidir.<br />
bağlı olarak ileri derece stres altında<br />
İçinde bulundukları oda tamamen kapalı<br />
olan insanlarda ve yalıtılmış olsa ortaya dahi çıkabilmektedir.<br />
durumun tamamen<br />
Bu görünmez akılcı bir açıklaması gerginlik, vardır. daha Her sonra nesne<br />
genellikle kendine baş özgü ağrıları, bir sıcaklığa mide bulantıları sahiptir ve bazı<br />
ve şiddetli nesneler kas diğerlerinden kasılmaları daha şeklinde sıcaktır. Oda<br />
belirtiler sıcaklığını olarak eşitlemeye ortaya çıkabilir. yönelik bir Dini çabada ve<br />
kültürel sıcak inançlarla, nesneler konveksiyon içe kapanık, denilen diğer<br />
insanlardan<br />
bir süreçle<br />
uzak<br />
sıcaklıklarını<br />
bir ortam<br />
kaybetmeye<br />
ve sürekli<br />
çalışırlar. Bu gibi durumlarda sıcak hava<br />
işleyen<br />
yükselir<br />
dedikodu<br />
ve soğuk<br />
çarkları<br />
hava aşağı<br />
felakete<br />
doğru<br />
giden<br />
yolun iner. köşe Benzer taşlarını şekilde, oluşturur. kuru hava Diğer nemli<br />
insanlar bir odaya kısa dolduğunda sürede aynı kuru garip olan yere<br />
belirtilere doğru kapılır, akarken, bu nemli bir hastalık hava tavana gibi doğru<br />
yayılır yükselir. ve panik Bu herkesi hava dalgalanması, sarar. kişinin<br />
derisinde bir soğukluk hissi oluşturur<br />
Söz konusu üç bin fabrika işçisinden<br />
ve bu da elbette ki soğuk nokta olarak<br />
ancak değerlendirilen birkaç tanesinin şeydir. gerçekten Bir dahaki sefer bir<br />
hayaletle hayaletin karşılaşmış varlığını hissedecek olduğu bilgisi olursanız,<br />
ilginçtir. paniğe Çılgınlığı kapılmadan başlatan önce kadının ısıtıcınızı bizzat<br />
kendisi açıverin. aslında hiçbir şey görmemişti.<br />
Hastalanmış ve bunun kötü ruhların<br />
işi olduğunu varsaymıştı; fakat telkin<br />
o kadar güçlüydü ve ortam o kadar<br />
uygundu ki herkes keçileri kaçırdı.<br />
Neyse ki olay insan veya kedi-köpek<br />
kurban etmeye varmadan sonlandı.<br />
[ 50] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
2 1<br />
İYONLAR<br />
Hava cereyanları<br />
Maalesef gerçek hayalet avcıları<br />
proton Gecenin torbaları bir yarısı taşımaz, tedirgin edici, fakat iyon<br />
sayacı terkedilmiş gibi aletler bir evi kullandıkları<br />
inceliyorsunuz ve<br />
vakidir. aniden İyon hava sayacı, soğuyuveriyor. adı üstünde, Fakat birkaç<br />
iyonları<br />
adım<br />
sayan<br />
sağa yahut<br />
bir aletken,<br />
sola hareket<br />
İyon,<br />
ettiğinizde<br />
sıcaklık bir anda normale dönüyor. Bu<br />
malumunuz<br />
olay parapsikologların<br />
olduğu üzere,<br />
“soğuk<br />
proton<br />
nokta”<br />
ve elektronları dedikleri şeydir. eşit Hayalet sayıda avcılarına olmayan göre<br />
atomlara bu soğuk verdiğimiz noktalar, normal isimdir. olmayan Eğer<br />
bir atom faaliyetlerin elektron önemli kazanırsa bir işaretidir. negatif Hiç<br />
bir iyona, yoktan kaybederse, ortaya çıkıp insanların pozitif ödünü iyona<br />
dönüşür. patlatmaktan başka yapacak daha<br />
iyi işi olmayan bir hayalet, bunun için<br />
Hayalet elbette avcıları enerjiye iyonlara ihtiyaç duyacaktır. deli olur,<br />
çünkü Dolayısıyla bunların gösterisini olağan yapabilmek dışı bir için<br />
varlığa gereken işaret enerjiyi ettiğine çevresinden inanılır. ve etraftaki<br />
Bazıları,<br />
insanlardan<br />
bir hayaletin<br />
alıyor olmalıdır.<br />
varlığının<br />
atmosferdeki Fakat bilim normal insanlarının iyon konuya oranını ilişkin<br />
değiştirdiğine daha basit (ve inanırken, çok daha sıkıcı) diğerleri bir<br />
açıklaması da var. Şüpheci araştırmacılar<br />
hayaletlerin ortaya çıkıp insanları<br />
böyle “lanetli” evleri araştırırlarken,<br />
ölümüne soğuk korkutmak hava dalgalarının için genellikle gereksinim<br />
duydukları şömine enerjiyi veya pencere iyonlardan gibi yerlerden<br />
aldıklarını sızdığını öne fark sürerler. ederler; yani Fakat sorun, iyon aslında<br />
sayaçları, bildiğimiz konu cereyan hayaletleri yapma hadisesidir. tespit<br />
etmek İçinde olunca bulundukları resmen oda çuvallarlar. tamamen kapalı<br />
İyonlar, ve yalıtılmış hava değişimleri, olsa dahi durumun güneş tamamen<br />
akılcı bir açıklaması vardır. Her nesne<br />
ışınları ve radon gazı gibi birçok<br />
kendine özgü bir sıcaklığa sahiptir ve bazı<br />
doğal nesneler olaya bağlı diğerlerinden olarak daha oluşabilir. sıcaktır. Oda<br />
Dolayısıyla, sıcaklığını bütün eşitlemeye mesele yönelik eldeki bir çabada<br />
kanıtları sıcak nasıl nesneler değerlendirdiğinize<br />
konveksiyon denilen<br />
bağlıdır. bir süreçle Bilim sıcaklıklarını insanları kaybetmeye<br />
iyonları çalışırlar. görüp Bu “normal” gibi durumlarda olarak sıcak hava<br />
değerlendirirler; yükselir ve soğuk hayalet hava aşağı avcıları doğru<br />
için ise<br />
iner.<br />
iyon<br />
Benzer<br />
varlığı<br />
şekilde,<br />
“paranormal”<br />
kuru hava nemli<br />
bir odaya dolduğunda kuru olan yere<br />
işaretidir.<br />
doğru akarken, nemli hava tavana doğru<br />
İlginç yükselir. bir şekilde Bu hava hem dalgalanması, pozitif kişinin<br />
derisinde bir soğukluk hissi oluşturur<br />
hem de negatif iyonlar duygu<br />
ve bu da elbette ki soğuk nokta olarak<br />
durumumuzu<br />
değerlendirilen<br />
etkileyebilir.<br />
şeydir. Bir dahaki<br />
Negatif<br />
sefer bir<br />
iyonlar hayaletin kendimizi varlığını daha hissedecek sakin olursanız, ve<br />
gevşemiş paniğe hissettirirken, kapılmadan önce pozitif ısıtıcınızı<br />
iyonlar açıverin. baş ağrısına sebep olup,<br />
kendimizi tembel hissetmemize<br />
neden olabilmektedir. Böyle bakınca,<br />
“lanetli” evlerde bulunan insanların<br />
neden yorgun ve gergin hissettikleri<br />
ve neden baş ağrısı çektikleri de<br />
belki biraz daha anlaşılır olabilir.<br />
KUANTUM<br />
MEKANİĞİ<br />
Kuantum mekaniği maddenin<br />
en küçük yapıtaşlarını inceleyen<br />
fizik dalıdır ve oldukça hayret<br />
verici buluşların önünü açmıştır.<br />
Fakat fizikçiler, ruhlar ve<br />
hayaletler hakkında konuşmaya<br />
başladıklarında oldukça garip<br />
noktalara da varabilir. Anestezi<br />
uzmanı Dr Stuart Hameroff ve<br />
Nobel ödüllü Matematikçi arkadaşı<br />
Roger Penrose insan bilincinin<br />
beyin hücrelerimizdeki tüp biçimli<br />
proteinler olan mikrotübüllerden<br />
kaynaklandığını ve bu ultramikroskobik<br />
tüplerin kuantum<br />
bilgi-işlemeden (yani kısaca<br />
ruhlarımızdan) sorumlu olduğunu<br />
ortaya atmışlardı. Hameroff ve<br />
Penrose, insanların ölüme yakın<br />
deneyimler yaşaması durumunda<br />
tüm kuantum bilgisinin beyni terk<br />
etmesine rağmen hala var olmaya<br />
devam ettiğine ve bundan dolayı<br />
da insanların tünellerin sonunda<br />
ışıklar gibi tecrübeler yaşadıklarına<br />
inanıyorlardı.<br />
Birçok bilim insanının Hameroff<br />
ve Penrose’un teorileriyle sorun<br />
yaşamasına rağmen Dr. Henry<br />
Stapp bunlardan birisi değildi. Ünlü<br />
Fizikçi Warner Heisenberg ile birlikte<br />
çalışmış olan Stapp, bir kişinin<br />
benliğinin ölümden sonra “zihinsel<br />
bir varlık” olarak yaşamaya devam<br />
edebileceğini düşünüyordu. Stapp’e<br />
göre bu varlıklar bir şekilde dünyaya<br />
geri dönebiliyorsa, bedenlerin ele<br />
geçirilmesi ve kanallaşma gibi<br />
hadiseler de mümkün olabilir.<br />
Stapp, Hameroff ve Penrose gibi<br />
sadece hayalci düşünürler mi yoksa<br />
günümüzün Galile’leri mi acaba?<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 51]
SİNAN CANAN SÖYLEŞİSİ<br />
BİLİMİ DEĞİL İNSANI ANLATMAK MESELE<br />
BERÇİM<br />
BERBEROĞLU<br />
Bilimi değil<br />
insanı<br />
anlatmak<br />
mesele<br />
Doç. Dr. Sinan Canan, Değişen<br />
Be(y)nim isimli yeni kitabıyla<br />
yeniden okurla buluştu. [n] Beyin<br />
kurucularından da biri olan<br />
Canan, [n] Beyin eğitimlerinde<br />
anlattığı öykülerinden oluşan<br />
Değişen Be(y)nim kitabıyla,<br />
beynimizle ilgili bilmediğimiz pek<br />
çok gerçeği, daha çok insanla<br />
paylaşacak. Dergimizde ele<br />
aldığımız konularda fikirlerine<br />
başvurduğumuz Canan ile son<br />
kitabını konuştuk. Dergimizin<br />
bu sayısında ve sonraki<br />
sayılarımızda da Sinan Canan’ın<br />
yazılarına yer vereceğiz. Şimdi<br />
Değişen Be(y)nim kitabıyla<br />
Canan’a kulak verelim.<br />
[ 52] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
DEĞİŞEN BE(Y)NİM<br />
KİTABINDAN NELERE<br />
DEĞİNDİNİZ?<br />
Değişen Be(y)<br />
D<br />
nim, [n]Beyin’de<br />
anlattığımız<br />
öykülerin genel<br />
konseptini bir<br />
başlık altında toparlama niyetiyle<br />
ortaya çıkmıştı. Kitabın ismi<br />
önceden farklıydı. Yayınevindeki<br />
arkadaşlarla konuşunca kitabın<br />
sonunda onların da oldukça<br />
beğendiği “Değişen Beynim”<br />
bölümünün ismini kitabın başlığı<br />
olarak belirlemeyi uygun gördük<br />
açıkçası; sonuçta beyin üzerine bir<br />
kitap. Hepimizin günlük hayatta<br />
ilgilenebileceği, ilgisini çekecek<br />
ve günlük hayatta kullanabileceği<br />
bilgileri bir yere toplamaya çalıştık.<br />
Elbette beyin gibi bir şeyi tek bir<br />
kitaba toplamak zor, sadece benim<br />
bildiğim kısmı bile epey bir yer<br />
tutuyor. İnşallah bundan sonraki<br />
[n]Beyin kitaplarında beyin ile ilgili<br />
farklı konuları da toparlayacağım.<br />
Değişen Be(y)nim için [n]Beyin<br />
serisinin ilki diyebiliriz. Bakalım<br />
beğenecek mi okuyanlar<br />
göreceğiz.<br />
BU KİTABINIZDA ÖNCEKİ<br />
KİTABINIZDAN FARKLI<br />
OLARAK NE BULABİLİR<br />
OKUYUCULAR?<br />
Benim önceki kitabım biraz benim<br />
ilgilendiğim farklı alanlarla ilgili,<br />
ben ona “tohum kitabı” diyorum.<br />
Tohum fikirleri içeren, kısa kısa bu<br />
fikirleri anlatmaya ve açıklamaya,<br />
biraz daha dolaşıma girmesine<br />
yardımcı olmaya çalışan bir<br />
kitaptı açıkçası. Özellikle genç<br />
okuyuculara yönelik olarak<br />
yazdığım fikirlerin bir kataloğu<br />
olarak düşünülebilir. Ama Değişen<br />
Be(y)nim, ilk defa tamamen<br />
beyin üzerine yazdığım bir kitap.<br />
Burada beynin gelişmesinden,<br />
anne karnındaki oluşumundan,<br />
gençlikte, erişkinlikte, ihtiyarlıkta<br />
beynin geçirdiği maceralardan<br />
ve bu beyni kullanmamıza<br />
ilişkin enteresan durumlardan<br />
bahsetmeye çalıştım. İşte<br />
bunların arasında, bağımlılık<br />
meselesi de var müzik-beyin<br />
ilişkisi de var, insanın diğer<br />
canlılardan farkı da var, birçok<br />
değişik konuya değinmeye çalıştık<br />
burada.<br />
BEYİN ÇOK KATMANLI<br />
VE KARIŞIK BİR KONU,<br />
BU KİTABINIZDA BUNU<br />
NASIL BİR ÖNGÖRÜ<br />
VE ÇERÇEVEYLE<br />
SUNUYORSUNUZ?<br />
Beyni anlatmanın çok fazla yolu<br />
vardır. Mesela sıkıcı bir yöntemle<br />
anlatabilirsiniz beyni, nörofizyolojik<br />
parametreler, hücreler,<br />
aksiyon potansiyelleri<br />
gibi böyle anlaşılması<br />
çok zor şeyleri anlatmak<br />
da mümkün. Ama ben<br />
yıllarca tıp fakültesinde<br />
onları anlattığım için<br />
açıkçası beyni bu şekilde<br />
anlatmanın çok fazla<br />
heyecan uyandırmadığını<br />
görüyorum; her ne kadar<br />
muhteşem ve karmaşık<br />
olsa da bu konu.<br />
Beyni anlatmanın<br />
bir diğer yolu günlük<br />
hayatımızda beyin nasıl<br />
hayatımızı yönlendiriyor,<br />
nasıl kararlarımızı<br />
vermemizi sağlıyor,<br />
bizi nasıl biz yapıyor ve<br />
bizim yaptığımız her şey<br />
aslında nasıl beynimizi<br />
değiştiriyor, biraz<br />
bunu güncel örnekler<br />
üzerinden anlatmak…<br />
Ben açıkçası birkaç<br />
senedir hikaye anlattığım için<br />
kendi hayatımda gördüğüm şeyleri<br />
anlattığımda insanların bunu daha<br />
iyi anladığını gördüm. Burada da<br />
daha ziyade kendi hayatımdan<br />
öğrendiklerimden yola çıkarak<br />
bir anlatı kurgulamaya çalıştım<br />
açıkçası. Okunurken biraz daha<br />
rahat okunsun istedim ve özellikle<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 53]
SİNAN CANAN SÖYLEŞİSİ<br />
BİLİMİ DEĞİL İNSANI ANLATMAK MESELE<br />
bilimle uğraşmayan insanların<br />
kendi beyinleri gibi harika bir şeyle<br />
tanışmalarını sağlamak, küçük<br />
de olsa vesile olmak arzusuyla<br />
yazdım. İnşallah olmuştur.<br />
BU KİTABI KİŞİSEL GELİŞİM<br />
KİTABI OLARAK MI ELE<br />
ALMALIYIZ, YOKSA BİLİM<br />
KİTABI OLARAK MI?<br />
İkisini de açıkçası yazmak<br />
istemedim. Çünkü kişisel gelişim<br />
açıkçası çok kirli bir ifade oldu<br />
artık ve malesef çok iyi anılmıyor.<br />
Ben buna bir dostumun da<br />
ifadesiyle “insani gelişim” demeyi<br />
tercih ederim. Biz insan olarak<br />
hepimiz farklı bir yol izliyoruz,<br />
farklı bir şekilde gelişiyoruz,<br />
kendimizi gerçekleştirmek<br />
için bir hayat yaşıyoruz<br />
aslında. Bir bilim insanı<br />
olarak bilim benim çok işime<br />
yarıyor. Ama bilimin kendi<br />
jargonu ve konuları ağır, yani<br />
bilim insanı olmayanlar da<br />
pek bununla ilgilenmiyor.<br />
Dolayısıyla bu ikisinin arasında bir<br />
yol bulmak, yani insanlara hazır<br />
formüller verip, “şunları şunları<br />
yap süper olursun” demeyi sahici<br />
bulmuyorum. Ya da bilimsel bilgiyi<br />
anlatıp “hadi git artık bundan<br />
ne anlıyorsan yap” diye onları<br />
kendileriyle baş başa bırakmak…<br />
Biraz “ben bunları nasıl<br />
kullanıyorum” ve “diğer insanlar<br />
bunu nasıl kullanabilir”i anlatarak<br />
hayret ve ilham verici bir yolculuk<br />
yapmak daha faydalı olur gibi<br />
geliyor bana. İşte yazdıklarımda<br />
da bunu öncelemeye çalışıyorum.<br />
Dediğim gibi beyni anlatmak kolay<br />
değil. Ama insanı insana anlatmak<br />
çok da zor bir şey değil. Yeter ki o<br />
frekansı yakalayabilelim. Bütün<br />
gayretimiz o yönde.<br />
SON ZAMANLARDA<br />
RENKLERLE İLGİLİ ÇOK<br />
FAZLA ARAŞTIRMA<br />
YAPILIYOR. SİZ<br />
KİTABINIZDA SARI VE<br />
SİYAHI SEÇERKEN BU<br />
ARAŞTIRMALARIN<br />
SONUÇLARINA GÖRE Mİ<br />
SEÇTİNİZ YOKSA TESADÜF<br />
MÜ BU RENKLER?<br />
Çok soruyorlar bunu, “subliminal<br />
mesaj mı var” falan diye kitap<br />
kapaklarında. Önceki kitap<br />
Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler sarı<br />
bir zemin üzerine siyahtı. Özellikle<br />
bilim ve teknolojiyle ilgili kitapların<br />
olduğu rafta bizim kitap bayağı bir<br />
parlıyordu. Ama ne o kitap ne de<br />
bu kitap aslında böyle planlanarak<br />
yapılmış bir şey değil. En azından<br />
benim tarafımdan planlanmadı.<br />
Tuti Kitap’ın tasarımcısı sevgili<br />
Özle bu tasarımları yapıp bana<br />
birkaç tane seçenek gönderiyor<br />
her seferinde ve ben her zaman<br />
Özle’nin yaptığı ilk tasarımı<br />
çok beğeniyorum. Bu her iki<br />
tasarım da Özle’ye ait. Dolayısıyla<br />
tamamen onun, özellikle kitabın<br />
içeriğinden haberdar olarak<br />
severek ve isteyerek yaptığı belli<br />
olan tasarımlar. Sanıyorum o<br />
yüzden görenler de beğeniyor.<br />
Ama sarı ve siyah rengin dikkat<br />
çekici olduğu kesindir. Tabi<br />
burada bir sorun var. Sarı üstüne<br />
siyahı denedik, siyah üstüne<br />
sarıyı denedik. Üçüncü kitapta ne<br />
yapacağız onu çok bilmiyorum.<br />
Artık biraz renkleri değiştirme<br />
durumu olabilir.<br />
BİLİMSEL YÖNÜNÜZÜN<br />
YANINDA MÜZİKLE<br />
DE İLGİLENDİĞİNİZİ<br />
BİLİYORUZ. BU İKİ KONUYU<br />
HARMANLADIĞIMIZ<br />
ZAMAN TECRÜBELERİNİZİ<br />
HAYATINIZA NASIL<br />
AKTARIYORSUNUZ?<br />
Ben sadece, müzikle değil aslında<br />
elimin yettiği kadar, profesyonel<br />
olmamak kaydıyla (çünkü o<br />
gerçekten ciddi bir yatırım istiyor)<br />
sanatın her alanıyla uğraşmaya<br />
çalışıyorum. Müziği hem icracı<br />
hem dinleyici olarak yapıyorum.<br />
Resim ile biraz kendim yaparak<br />
biraz da resim sanatına olan<br />
hayranlığım olarak içinde yer<br />
alıyorum. Çünkü sanat dediğimiz<br />
şey ancak insan beyninin başa<br />
çıkabileceği kadar özel bir faaliyet<br />
ve sadece insana özel. Yani<br />
insan aslında sanatla uğraşmalı<br />
bir şekilde. Bu ekstra bir hobi<br />
olarak görülmemeli, bütün işleri<br />
bitirdikten sonra boş bir vakitte<br />
yapılacak bir şey olarak pek<br />
düşünülmemeli. Kitapta da biraz<br />
vurgulamaya çalıştığım üzere<br />
sadece bir enstrüman çalmaya<br />
çalışmak bile beynin bütün<br />
yapısını, temel otoyollarını baştan<br />
aşağı değiştiren çok farklılaştırıcı<br />
bir tecrübedir. Bu tecrübe bir<br />
müzik aletinin özel bir özelliğinden<br />
kaynaklanmıyor, bu insan beyninin<br />
müziğe kurgulu olmasından<br />
kaynaklanıyor. Ben konuşurken<br />
benim sesimdeki vurguyu<br />
anlayabilmeniz beyninizdeki<br />
müzikal devreler sayesinde<br />
oluyor. Dolayısıyla iletişim ve sözlü<br />
iletişim bizim insan olmamızın<br />
temelinde yatan bir özellik<br />
olduğuna göre bunun en önemli<br />
bileşenlerinden biri olan müzik<br />
de aslında hayatımızın ayrılmaz<br />
bir parçasıdır. Arka planda boşluk<br />
doldursun diye çalınan müzik çok<br />
doğru değil, müziğe ciddi oranda<br />
vakit ayrılmalı, müziğe ciddiyetle<br />
[ 54] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
yaklaşılmalı ve boş vakitlerde<br />
değil bizzat müzikle doldurulması<br />
gereken vakitler yaratılmalıdır.<br />
Ben de açıkçası bunun için biraz<br />
uğraşıyorum. Hiç de pişman<br />
değilim. Aynen devam…<br />
“MÜZİK İNSANI DAHA ZEKİ<br />
YAPIYOR” DİYEBİLİR MİYİZ<br />
PEKİ?<br />
“Daha zeki”, zekâ tanımlamasında<br />
ne kastettiğimize göre değişir.<br />
Ben, şu anda ortalıkta gezinen<br />
cari zekâ tanımlarını çok<br />
beğenenlerden değilim. Birçok kişi<br />
de benimle aynı fikri paylaşıyor.<br />
Çünkü bilgisayar gibi işlem<br />
yapabilen insanlara “zeki” diyoruz.<br />
Hâlbuki biz bilgisayarları bizden<br />
daha iyi yapsın diye icat etmiştik<br />
zaten. Dolayısıyla insan zihninin<br />
çok daha farklı bir yönü var;<br />
yaratıcı, sanatçı yönü vs. Esas,<br />
insanı bu dünyaya fark yaratan<br />
bir canlı olarak sunan, insanı o<br />
hale getiren özellikler bunlar.<br />
Dolayısıyla müzik, resim gibi<br />
ya da sanatın diğer alanları ve<br />
insan zihninin en üst üretimiyle<br />
ne kadar uğraşılırsa zihin o<br />
kadar çetrefilli bir hale geliyor.<br />
İşte burada bahsettiğim birkaç<br />
tane çalışma var. Özellikle müzik<br />
hocalarıyla, beden hocalarıyla<br />
bu aralar aram çok iyi. Bu<br />
çalışmaları okuduktan sonra<br />
hocalar “biz bunu anlatabilsek<br />
okullardaki ders sıralaması<br />
değişirdi” diyor. Gerçekten<br />
de biraz müzikle uğraşsanız,<br />
müziğe hayatınızda küçük bir yer<br />
ayırsanız bile beyninizin yapısal<br />
olarak çok büyük bir değişim<br />
geçirdiğini biliyoruz ve bu değişim<br />
çok pozitif bir değişim. Belki<br />
matematiksel işlem anlamında<br />
daha zeki olmayabilirsiniz ama<br />
kesinlikle daha üst düzey bir insan<br />
olduğumuzu söyleyebilirim sanatla<br />
uğraştığımız zaman.<br />
GEREK BİR SİNİRBİLİMCİ<br />
GEREKSE BİR BABA<br />
OLARAK EBEVEYNLERE<br />
BU KONUDA NE GİBİ<br />
TAVSİYELERİNİZ OLABİLİR?<br />
Biraz önce ufak bir ipucu verdim<br />
aslında, biz şu anda çocuklarımızı<br />
sürekli haftada 50 tane kursa<br />
gönderiyoruz. Bu aralar özellikle<br />
şehirlilerin en sevdiği şey<br />
çocuklarını bir sürü paralar<br />
ödeyerek kursa yazdırmak. Bunlar<br />
yabancı dil kursları, enstrüman<br />
kursları, her şey olabiliyor. Aileler<br />
çocukları müzik aleti çalsın<br />
istiyorlar, ama müziğe özel bir<br />
vakit ayıran aile ben pek fazla<br />
tanımıyorum. Müzik sürekli<br />
arka planda dın dın çalan, hayatı<br />
dolduran, arka planı süsleyen<br />
bir şey olarak görülüyor. Oysa<br />
aileler çocuklarının gerçekten<br />
müzikle, sanatla ilgilenmesini<br />
istiyorlarsa önce kendi içlerinde,<br />
günlük hayatlarında müziğe<br />
bir yer açmaları lazım. Müziğin<br />
karşısına oturup saygıyla müziği<br />
dinleyen, dikkatle onu analiz eden<br />
bir çevre, çocuğu müziğe en güzel<br />
yönlendiren şey olacaktır. Yoksa<br />
kurslarla, en iyi hocalarla falan<br />
yetişmiyor büyük müzisyenler.<br />
Büyük müzisyenlerin<br />
tamamının ilk yaptığı şey<br />
önce müziği sevmektir,<br />
ondan sonra kaptırır<br />
giderler. Yetenekleri neyse<br />
ona göre de bir değişim<br />
gösterirler. Dolayısıyla<br />
moda olduğu için değil,<br />
insan olduğumuz için bu<br />
işin peşinden gitmemiz<br />
lazım diye düşünüyorum.<br />
PEKİ,<br />
ÇALIŞMALARINIZ<br />
BUNDAN<br />
SONRA NASIL<br />
ŞEKİLLENECEK?<br />
Beyin kitaplarının devamı<br />
gelecek. Bir 3-4 seri daha<br />
düşünüyoruz bu konu<br />
üzerine. Onun duşunda<br />
başka konular da var.<br />
Fakat kitap yazmak,<br />
özellikle okunabilir güzel<br />
bir şey yazmak zaman<br />
alıcı bir şey. Tasarımı, dizgisi,<br />
içeriği… Dolayısıyla, 2016 senesi<br />
içerisinde, ömrümüz olursa,<br />
bunlara devam etmek istiyorum.<br />
Tabi ki geribildirimler de çok<br />
önemli. Okuyanlar ne kadar çok<br />
geribildirim yaparsa bundan<br />
sonrakileri elimizden geldiği kadar<br />
daha da iyi yapmaya çalışacağız.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 55]
N HABERLER<br />
Hipnoz<br />
odaklanmaktır<br />
“Hipnoterapi<br />
ile hipnozu<br />
karıştırmamak<br />
gerekiyor. Her<br />
hipnoterapide<br />
hipnoz vardır;<br />
ancak her hipnozda<br />
hipnoterapi yoktur.<br />
Hipnoterapide,<br />
adından da<br />
anlaşılacağı üzere,<br />
kişinin sorunlarına<br />
yönelik bir<br />
çalışma yapılırken<br />
hipnozda sadece<br />
kişiyi rahatlatmak,<br />
gevşetmek<br />
amaçlanır”<br />
Pek çoğumuz<br />
P<br />
hipnozu bayılmak<br />
veya uyumak<br />
sanıyoruz; ancak<br />
bunun aksine<br />
hipnoz, bilincin açık olduğu bir<br />
odaklanma hali. Hipnoz esnasında<br />
bilinç her şeyin farkında, kişi<br />
dokunmayı hissediyor ve<br />
konuşulanları duyuyor.<br />
Hipnozun tarihçesine baktığımızda<br />
farklı isimlerle (uyku odaları)<br />
de olsa antik Hint döneminde<br />
uygulandığı görülüyor. İzmir<br />
Bergama’daki Asklepion’da<br />
da hastaları tedavi etmek için<br />
bir çeşit hipnoz uygulanıyordu.<br />
Hipnoz adını kullanan ilk kişi<br />
İskoçyalı Doktor James Braid’dir.<br />
1840’ta Yunan Mitoloji’sindeki<br />
uyku tanrısı Hypnosis’ten<br />
esinlenerek seçilen bu isim, daha<br />
sonra bizzat Dr. Braid tarafından<br />
hipnoz bir uyku hali olmadığı<br />
için uygun görülmese de çoktan<br />
dile yerleşmiş hale geliyor ve<br />
kullanımına devam ediliyor.<br />
BİR ÇEŞİT MEDİTASYON<br />
[n]Beyin’de hipnoz üzerine bir<br />
sunum yapan hipnoz eğitmeni<br />
Barış Yıldırım, bizimle uzun<br />
yıllardır uyguladığı hipnoz<br />
deneyimlerini paylaştı. “Beyinde<br />
bilinçaltını koruyan “critical<br />
factor” isimli bir koruma kalkanı<br />
var. Hipnozda bu bölge geçilerek<br />
bilinçaltına ulaşılıyor ve ona bazı<br />
telkinler veriliyor. Yani hipnoz<br />
kısaca telkinlere açıklık halidir.<br />
Bilinçaltı istediği telkinlere yanıt<br />
verirken istemediklerine asla yanıt<br />
vermiyor” diyen Barış Yıldırım<br />
[ 56] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
u durumu şu örnekle açıklıyor:<br />
“Budist birine hipnoz sırasında<br />
Protestan olacaksın dersen o an<br />
belki karşı çıkmaz; ama hipnozdan<br />
çıktıktan sonra Budizmi terk etmiş<br />
de olmaz.”<br />
“Hipnoterapi ile hipnozu<br />
karıştırmamak gerekiyor. Her<br />
hipnoterapide hipnoz vardır;<br />
ancak her hipnozda hipnoterapi<br />
yoktur. Hipnoterapide, adından<br />
da anlaşılacağı üzere, kişinin<br />
sorunlarına yönelik bir çalışma<br />
yapılırken hipnozda sadece<br />
kişiyi rahatlatmak, gevşetmek<br />
amaçlanır” diyen Yıldırım,<br />
hipnozun tam anlamıyla<br />
bir odaklanma olduğunu<br />
söylüyor ve ekliyor “Kitap<br />
okurken etrafınızdaki sesleri<br />
duymuyor musunuz veya müzik<br />
dinlerken sadece müziğe mi<br />
odaklanıyorsunuz, işte o hipnoz<br />
halidir.”<br />
BİLİNÇALTI GEÇMİŞLE<br />
BAĞ KURUYOR<br />
Yıldırım, hipnozla kişilerin<br />
geçmişte yaşadıklarına inerek<br />
bazı sorunların çözülebileceğini<br />
söylüyor. Bu konuda pek çok ilginç<br />
vakayla karşılaşmış olan Yıldırım,<br />
köpekten korkan bir hastasının<br />
çocukluğunda babasının<br />
öfkeli bakışlarını köpeklerin<br />
bakışlarıyla bağdaştırdığını<br />
anlatıyor. Hipnoz; fobiler,<br />
kaygı bozuklukları, panik<br />
atak, obsesif kompülsif<br />
bozukluk, uykusuzluk,<br />
depresyon, bağımlılık ve<br />
performans geliştirme<br />
için uygulanabiliyor. Aynı<br />
zamanda hipnoza, iletişim, duygu,<br />
ağrı ve kilo kontrolü, psikosomatik<br />
ağrılar, çocukluk dönemi<br />
sorunları, uyum problemleri,<br />
cerrahi operasyonlarda ağrının<br />
hissedilmemesini sağlama,<br />
iyileşmenin hızlandırılması ve ilaç<br />
kullanımının azaltılması için de<br />
başvurulabiliyor. Ancak hipnozun<br />
uygulanmaması gerektiği<br />
durumlar da var. Bunlar, psikotik<br />
durumlar, zekâ geriliği olan kişiler,<br />
çok yaşlılar ve 5 yaşından küçük<br />
çocuklardır.<br />
HİPNOZ HAKKINDA<br />
BİLİNEN YANLIŞLAR<br />
Hipnozla ilgili bilinen pek<br />
çok yanlış olduğunu söyleyen<br />
Yıldırım bunları şu şekilde<br />
sıralıyor: “Hipnozla ilgili bilinen<br />
yanlışlardan biri herkesin hipnoz<br />
olamayacağıdır. Herkes hipnoz<br />
olabilir; ancak farklı derecelerde<br />
hipnoz olabilir. Hipnoz duygu ve<br />
hislerle çalışıyor. Hafızada yer<br />
eden kayıtlar onun duygusuyla<br />
birlikte kaydediliyor. İstenmeyen<br />
veya kişiye rahatsızlık veren<br />
bu duyguları bulup çıkartmak<br />
da hipnoterapistin işidir. Aynı<br />
zamanda herkes hem kendini<br />
hem de diğer insanları hipnoz<br />
edebiliyor. Sadece yeteri kadar<br />
istemek ve odaklanmak yeterli.<br />
Ancak, hipnoterapist olmak<br />
için birtakım teknikleri bilmek<br />
ve onları uygulamak gerekir.<br />
Sanılanın aksine, hipnozda kişiye<br />
her istediği yaptırılamıyor. Bu<br />
bilinen en büyük yanlışlardan<br />
biridir. Örneğin derin hipnozda<br />
olan birinin eline kibrit veriliyor.<br />
Kişi kibriti tutuyor; ancak tam<br />
eli yanacakken bilinçaltı onu<br />
uyarıyor ve kişi kibriti elinden<br />
bırakıyor. Hipnozda kişi kendisine<br />
zarar verecek hiçbir şeyi yapmaz.<br />
Bunu kişiye yaptırmak hiçbir<br />
koşulda mümkün değildir. Bilinen<br />
bir diğer yanlış, tek seanslık<br />
hipnozun sorunları çözmede işe<br />
yarayacağıdır. Ancak tek seanslık<br />
bir hipnoz uygulamasında kişinin<br />
şikayet ettiği sorunun çözülmesi<br />
imkansızdır. Bilinçaltı oldukça<br />
tembel olduğundan sorunun<br />
kaynağını hemen açığa vermiyor.<br />
Bunun için en az beş seans<br />
gerekli.”<br />
ÇOCUKLARDA CRİTİCAL<br />
FACTOR GELİŞMEMİŞTİR<br />
“7 yaşına kadar bilinçaltı tamamen<br />
açıktır, yani critical factor denilen<br />
koruma kalkanı gelişmemiştir.<br />
Bu nedenle çocuklara söylenilen<br />
her şeye, onlara karşı gösterilen<br />
davranışlara çok dikkat edilmesi<br />
gerekiyor” diyen Yıldırım bu<br />
konuyla ilgili şu örneği veriyor:<br />
“Sigara bırakmak isteyen bir<br />
danışanım vardı. Ne zaman<br />
sigarayı bıraksa suçluluk<br />
hissediyor ve her denemesinde<br />
başarısız oluyordu. Seanslar<br />
ilerledikçe danışan, küçükken<br />
dedesinin ‘Erkekler sigara içer’<br />
dediğini anımsadı ve dedesini<br />
kaybetmiş olan bu kişinin<br />
sigara içmeyi dede sevgisiyle<br />
bağdaştırdığı ortaya çıktı.”<br />
Sonuç olarak, hipnozla kişi<br />
istediği ve izin verdiği sürece<br />
pek çok sorun çözülebiliyor.<br />
Kişinin kendine ve sorunlarına<br />
odaklanıp zihnindeki<br />
bağlantıları çözmeye çalışması<br />
veya bunu başaramıyorsa<br />
bir hipnoterapistten yardım<br />
almasında bilimsel olmayan hiçbir<br />
yan yok.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 57]
N HABERLER<br />
ERALP ARASLAN<br />
SON KARAR<br />
HORMON<br />
LARIN<br />
Testosteron<br />
T<br />
ve kortizon<br />
hormonlarının,<br />
çalışanları daha fazla<br />
risk almaya teşvik<br />
ederek piyasaların<br />
dengesizleşmesine sebep olabileceği<br />
düşünülüyor.<br />
Araştırmacılar laboratuvarda<br />
gönüllülerin kendi aralarında mülkleri<br />
alıp-satmasıyla bir ticaret zemini<br />
oluşturdular. Bir deneyde gönüllülerin<br />
doğal hormon seviyelerini ölçerken bir<br />
diğerinde ise yapay olarak bu değerleri<br />
arttırdılar.<br />
Bu iki hormondan herhangi birini alan<br />
gönüllüler daha riskli mülkleri alıpsatmaya<br />
yöneldiler.<br />
MÜCADELE ET<br />
YA DA KAÇ<br />
Araştırmacılar, finans marketindeki<br />
stresli ve rekabetçi çevrenin çalışanlar<br />
arasında yüksek kortizon ve testosteron<br />
seviyelerine sebep olabileceğini<br />
düşünüyor. Kan şekeri değerini<br />
yükselten ve vücudu “mücadele et ya da<br />
kaç” tepkisine sokan kortizon, fiziksel<br />
veya psikolojik stresten yükseliyor. Daha<br />
önceki çalışmalar yüksek testosterona<br />
sahip erkeklerin rekabetçi durumlarda<br />
daha kendine güvenen olduğunu ve<br />
başarılı olmaya daha yatkın olduğunu<br />
göstermişti.<br />
Scientific Reports’ta yayımlanan yeni<br />
çalışmanın yazarları bulguların, daha<br />
stabil finansal kurumlar geliştirmek<br />
isteyen politikacılar tarafından<br />
düşünülmesini öneriyor.<br />
HORMONAL<br />
DEĞİŞİKLİKLER<br />
TÜCCARLARIN<br />
KARARLARINDA<br />
ETKİLİ OLABİLİR<br />
Alicante Universitesi Ekonomi<br />
Departmanı’ndan olan ve çalışmanın<br />
ana yazarlarından olan Dr. Carlos<br />
Cueva, “Bizim görüşümüz, hormonal<br />
değişiklikler tüccarların davranışlarını<br />
anlamak konusunda bize yardımcı<br />
olabilirler, özellikle de finansal istikrarsızlık<br />
zamanlarında” diyor.<br />
Çalışmanın başka bir ana yazarı<br />
olan Imperial College London Tıp<br />
Fakültesi’nden Dr. Ed Roberts da “Bizim<br />
amacımız bu hormonların ne yaptığını<br />
daha fazla anlayabilmek. Sonrasında<br />
tüccarların çalıştığı çevreye bakabilir ve çok<br />
stresli ya da çok rekabetçi olup olmadığını<br />
düşünebiliriz. Bu faktörler tüccarların<br />
hormonlarını etkileyip onların kararlarında<br />
büyük bir etki yaratıyor olabilir” dedi.<br />
İlk başta 142 kişilik kadın ve erkeklerden<br />
oluşan gönüllülere, onar onar<br />
gruplaştırılarak mülk takas oyunu oynatıldı.<br />
Gönüllülerden alınan tükürük örneklerinde<br />
bu iki hormonun seviyeleri ölçüldü.<br />
Kortizon seviyesi daha yüksek olanlar risk<br />
almaya daha eğilimliydiler ve fiyatlardaki<br />
istikrarsızlıkla ilişkilendirildiler.<br />
KORTİZON OLUMLU,<br />
TESTESTERON<br />
OLUMSUZ ETKİ YAPTI<br />
Takip eden deneyde, 75 genç erkeğe<br />
kortizon veya testosteron bir kere hormon<br />
olarak, bir kere de plasebo olarak, oyundan<br />
önce verildi. İki hormon da yatırımı<br />
daha riskli mülklere doğru yönlendirdi.<br />
Kortizon, gönüllünün direkt olarak riskli<br />
mülk tercihini etkiliyor olarak görünürken<br />
testosteron ileride fiyatların değişeceği<br />
konusunda olumlu düşünceyi arttırdı.<br />
Dr Roberts, “Sonuçlar kortizon ve<br />
testosteronun kısa vadede riskli yatırım<br />
davranışını arttırdığını gösteriyor. Biz<br />
sadece laboratuvarda hormonların akut<br />
olarak etkisine baktık. Çalışanların hormon<br />
seviyelerini gerçek yaşam koşullarında<br />
ölçmek ve uzun vadede nasıl etkiler<br />
olacağını gözlemlemek ilginç olurdu” dedi.<br />
Ekonomistler, insan davranışlarının tahmin<br />
edilemez olmasının finans marketlerinde<br />
istrikrarsızlık yaratabileceğinin uzun<br />
süredir farkındalar.<br />
KÂRDAKİ DEĞİŞİKLİK<br />
KORTİZONLA İLGİLİ<br />
Cambridge Üniversitesi Sinirbilim<br />
Departmanı’ndan olan bu çalışma<br />
yazarlarından Profesör Joe-Herbert, daha<br />
önceden yaptığı bir alan çalışmasında,<br />
sabah uyandıklarında testosteron seviyesi<br />
günlük ortalamalarından yüksek olan<br />
tüccarların kayda değer bir ölçüde kâr<br />
ettiklerini ve kârlardaki artan değişiklik<br />
ve marketteki belirsizliğin kortizon<br />
seviyeleriyle büyük ölçüde ilişkide<br />
olduğunu belirtmişti.<br />
Kaynak<br />
http://www3.imperial.ac.uk/<br />
newsandeventspggrp/imperialcollege/<br />
newssummary/news_2-7-2015-10-52-19<br />
[ 58] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
Kültür<br />
Beyin<br />
Siyasi<br />
Eğilim<br />
İçinde<br />
bulunduğumuz<br />
kültür beynimizi<br />
etkilediği ve<br />
bununla bağlantılı<br />
olarak farklı kültür,<br />
etnik yapı ve siyasi<br />
sistemlerdeki farklı<br />
siyasal eğilimlerin<br />
genetik temelli<br />
olduğu ortaya<br />
çıktı.<br />
DOĞU VE BATI<br />
KÜLTÜRÜ<br />
Farklı kültürlerde “birey”in ele alınışı,<br />
birbirinden tamamen farklı olan Doğu<br />
(Asya) ve Batı (Avrupa/Amerika) olarak<br />
iki şekilde inceleniyor. Batı’da birey, daha<br />
bağımsız ve eşsiz olarak ele alınırken<br />
Doğu’da diğerleriyle ve çevresel etkenlerle<br />
bağlantılı olarak ele alınıyor. Örneğin,<br />
Descartes, “Düşünüyorum; öyleyse<br />
varım.” diyerek bireyin varoluşunu ve<br />
diğer şeyleri sorgulamasının bireyin<br />
düşünme yetisiyle bağlantılı olduğunu<br />
vurgularken Konfüçyüs, bireyin tek<br />
başına var olamayacağını ve varoluşunun<br />
en yüksek mertebesine ulaşmak için<br />
zihninde kendisini diğer insanlardan ve<br />
çevresel etmenlerden ayırması gerektiğinin<br />
üzerinde duruyor.<br />
KÜLTÜRLER ÜZERİNE<br />
YAPILAN PSİKOLOJİK<br />
ARAŞTIRMALAR<br />
Batı’da yapılan psikolojik bir araştırmaya<br />
göre, insanlar kendileriyle bağlantılı<br />
olan şeyleri, yakınlarıyla bağlantılı<br />
olanlardan daha iyi hatırlarken Çin’de,<br />
bunun aksine, kişilerin yakınlarıyla ilgili<br />
şeyleri kendileriyle ilgili olanlar gibi iyi<br />
hatırladıkları görülmüş. Kültürler üzerine<br />
yapılan psikolojik araştırmalarda, bilişsel<br />
sinirbilimciler, beynin kişinin kendisi, aile<br />
üyeleri ve yabancılar hakkında bireysel<br />
ve ortak kültürlerde farklı tepki verip<br />
vermediğini araştırmışlar. Amerikalı<br />
denekler üzerinde yapılan araştırmalar,<br />
ventral medial prefrontal cortex (vmPFC)<br />
‘in kişinin kendisiyle ilgili olan şeylere<br />
bir aile üyesi veya bir yabancıyla ilgili<br />
olanlara göre daha güçlü tepki verdiğini<br />
gösteriyor. Bunun aksine, Çinli denekler<br />
üzerinde yapılan araştırmalarda, vmPFC<br />
yabancılarla ilgili şeylere güçlü tepkiler<br />
göstermese de vmPFC ‘nin kişilerin<br />
kendileri ve aileleriyle ilgili olan şeylere<br />
güçlü tepkiler gösterdiği gözlemleniyor.<br />
BEYİN YAPIMIZ SİYASİ<br />
YÖNELİMİMİZİ NASIL<br />
ETKİLİYOR?<br />
2011’de Current Biology dergisinde<br />
yayımlanan bir araştırmaya göre, genetik<br />
yapımız ve onun çevresel etmenlerle olan<br />
etkileşimleri siyasi görüşümüzü etkiliyor.<br />
Beynin siyasi görüşler üzerindeki etkisini<br />
incelendiği başka bir araştırmadan yola<br />
çıkılarak İngiliz bilim insanları tarafından<br />
yapılan araştırmada, liberal görüşleri olan<br />
kişilerin ön singulat kortekslerinde beynin<br />
merkezindeki gri yapının hacminin arttığı<br />
tespit edilirken muhafazakâr kişilerde sağ<br />
amigdalada hacim artışı görülüyor.<br />
DOPAMİNE D4 GENİ<br />
KADINLARDA DAHA<br />
ETKİLİ<br />
Singapur Üniversitesi’nden Profesör<br />
Richard Ebstein ve Profesör Chew Soo<br />
Hong’un 1771 kişi üzerinde yaptığı<br />
son araştırmaya göre, vücutta doğal<br />
olarak üretilen, hafıza, öğrenme<br />
ve yaratıcılıkla bağlantılı dopamin<br />
kimyasalının iletilmesinde önemli rol<br />
oynayan Dopamine D4 isimli genin siyasi<br />
eğilimlerde kadınlarda, erkeklere göre<br />
daha etkili olduğu tespit edildi. Aynı<br />
zamanda Dopamine D4 isimli genin<br />
4R/4R değişkenine sahip olan kadınların<br />
aynı değişkene sahip olanlara göre daha<br />
muhafazakâr oldukları görülüyor.<br />
Kaynak<br />
http://brainblogger.com/2009/10/10/howculture-shapes-our-mind-and-brain/<br />
http://www.cell.com/current-biology/<br />
abstract/S0960-9822(11)00289-2<br />
http://news.nus.edu.sg/pressreleases/9281-the-adventure-genepredicts-political-attitudes-in-chinesefemales-according-to-nus-study<br />
http://www.trthaber.com/haber/bilimteknik/siyasi-yonelim-de-genlerlebaglantili-olabilir-197397.html<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 59]
N HABERLER<br />
[n]Beyin<br />
BUGÜNE<br />
KADAR<br />
NELER<br />
YAPTI?<br />
013’te kurulan [n]Beyin,<br />
2<br />
bilim ile insan arasındaki<br />
mesafeyi kaldırarak<br />
beynimizi keşfetmek<br />
ve onu kalıcı olarak<br />
dönüştürmek üzerine<br />
ortaya atılmış bir fikir. Sinirbilimcilerden<br />
ve sanatçılardan oluşan [n]Beyin ekibi,<br />
verdiği bireysel ve kurumsal hizmetlerle<br />
şirketler, devlet kurumları, eğitim<br />
kurumları, sivil toplum örgütleri, kobiler,<br />
eğitmenler, öğrenciler ve çocuklar için<br />
beynin olanaklarını etkili bir şekilde<br />
kullanmanın yollarını gösteriyor. Bunu<br />
da sahne gösterileri, seminerler,<br />
eğitimler ve bütünsel nöro-danışmanlık<br />
hizmetleriyle sağlıyor. Gerektiğinde<br />
sosyal bilim, gerektiğinde modern<br />
sinirbilim teknikleri kullanılarak sağlanan<br />
hizmetler, bilimi herkesin anlayabileceği<br />
bir biçime dönüştürmeyi amaçlıyor. [n]<br />
Beyin gösterileri, seminerleri, eğitimleri<br />
ve nöro-danışmanlık hizmetleri,<br />
ihtiyaca göre kişi sayısı değişen<br />
gruplarla yapılabildiği gibi bireysel<br />
olarak da yapılıyor. Eğitimlerin sonunda<br />
katılımcılara eğitime yönelik sertifikalar<br />
veriliyor. Aynı zamanda [n]Beyin, EEG<br />
dediğimiz beyin görüntüleme yöntemiyle<br />
uyguladığı neurofeedback, yani<br />
duyusal geribildirim yöntemiyle beynin<br />
elektriksel aktivitesini ölçerek kişilerin<br />
beyin dalgalarındaki artışı ve azalmayı<br />
fark etmesini sağlıyor. Bireysel olarak<br />
uygulanan duyusal geribildirim yöntemi,<br />
film izlemek veya oyun oynamak gibi kolay<br />
yöntemlerle beynin kendisi için faydalı<br />
olanı keşfetmesini sağlıyor.<br />
Üniversitelerdeki sahne<br />
gösterilerimize Yıldırım Beyazıt<br />
Üniversitesi’nde Neocortex<br />
buluşmalarıyla başladı. Bugüne<br />
kadar Hacettepe Üniversitesi,<br />
ODTÜ, Bilkent Üniversitesi, Yıldız<br />
Teknik Üniversitesi, İstanbul<br />
Üniversitesi, Atılım Üniversitesi<br />
gibi pek çok üniversitede sahne<br />
gösterileri yaptı.<br />
Bunun yanı sıra Halkbank, AFAD,<br />
Türkiye Özel Okullar Birliği, Yurt<br />
Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar<br />
Başkanlığı, TÜAD, Nöroloji<br />
Derneği, Boehringer Ingelheim,<br />
Ziraat Bankası, Garanti Bankası<br />
gibi kurumlara çeşitli eğitimler<br />
ve sahne gösterileri sundu. Bu<br />
eğitimler, seminerler ve sahne<br />
gösterileriyle yaklaşık 42 bin kişiye<br />
ulaştı.<br />
Ağustos’tan itibaren TED Koleji<br />
öğretmenlerine “Öğreten<br />
Beyinler”, 7, 8, 11 ve 12. sınıf<br />
öğrencilerine “Bağımlılık<br />
ve Akış” başlıklı eğitimler<br />
vermeye başladı. Aynı zamanda<br />
TED Koleji’nin Eskişehir’deki<br />
müdürler toplantısında bir sunum<br />
gerçekleştirdi. Bu eğitimlerde<br />
şimdiye kadar yaklaşık 1000<br />
öğrenci, 550 öğretmen ve 250<br />
müdüre ulaştı.<br />
[ 60] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
[n]Beyin<br />
TÜRKİYE<br />
BANKALAR<br />
BİRLİĞİ’NDE<br />
5 Aralık 2015 cumartesi<br />
günü Türkiye Bankalar<br />
Birliği’nin İstanbul’da<br />
gerçekleşen Banka Eğitim<br />
Profesyonelleri Zirvesi’nde<br />
[n]Beyin’in kurucusu Sinan<br />
Canan, beynimizin gizemleri<br />
çerçevesinde sürekli değişen<br />
beynimiz, sanatın beyin<br />
üzerindeki etkileri, beynin<br />
örüntü algısı, yaratıcı zihnin<br />
frenleri ve akış üzerine bir<br />
sahne gösterisi gerçekleştirdi.<br />
[n]Beyin<br />
TÜYAP<br />
ADANA’DA<br />
[n]Beyin ekibinden Sinan Canan, Oytun Erbaş<br />
ve Yener Girişken, 3 Aralık perşembe günü<br />
Adana Ambalaj Fuarı’nda “Pazarlamanın<br />
Beyindeki Kodları” isimli bir sahne gösterisi<br />
gerçekleştirdi. Sinirbilimsel bakışla pazarlama<br />
stratejilerini içeren gösteride, nöropazarlama<br />
araştırmalarından örnekler verilerek tüketicilerin<br />
karar verme ve seçme evreleri ele alındı. Fuarda<br />
bir stant açılarak katılımcılara neuromarketing ve<br />
neurofeedback uygulamaları tanıtıldı.<br />
[n]Beyin<br />
ASTRA<br />
ZENECA’NIN<br />
DÖNEM<br />
TOPLANTISINA<br />
KATILDI<br />
[n]Beyin ekibinden Sinan Canan, Oytun Erbaş<br />
ve Yener Girişken, 3 Aralık perşembe günü<br />
Adana Ambalaj Fuarı’nda “Pazarlamanın<br />
Beyindeki Kodları” isimli bir sahne gösterisi<br />
gerçekleştirdi. Sinirbilimsel bakışla pazarlama<br />
stratejilerini içeren gösteride, nöropazarlama<br />
araştırmalarından örnekler verilerek tüketicilerin<br />
karar verme ve seçme evreleri ele alındı. Fuarda<br />
bir stant açılarak katılımcılara neuromarketing ve<br />
neurofeedback uygulamaları tanıtıldı.<br />
[n]Beyin<br />
SİNİRBİLİM<br />
OKULU<br />
GELİYOR!<br />
[n]Beyin 2013’den beri Türkiye’nin her<br />
yerinde, her kesimden meraklı bilim<br />
sevdalısını sinirbilimlerinin en anlaşılmaz<br />
olduğu düşünülen konuları ile buluşturma<br />
ve sinirbilimi toplumun popüler başlıkları<br />
arasına yerleştirme konusunda önemli bir<br />
görev yüklenmeye devam ediyor. Bu güne<br />
kadar yoğunlukla beynimize dair temel<br />
bilgiler üzerine kurulu nBeyin eğitimleri<br />
2016 yılından itibaren yeni bir seviyeye<br />
atlıyor. [n]Beyin Sinirbilim Okulu, Dr. Sinan<br />
Canan ve Dr. Oyun Erbaş’ın yönetiminde,<br />
sinirbilimleri üzerine en kapsamlı eğitim<br />
paketi olarak tüm meraklılarla buluşacak.<br />
[n]Beyin Sinirbilim Okulu, ilgilenen herkese<br />
açık olmak üzere, farklı seviye ve ihtiyaçlara<br />
göre tasarlanmış modüllerden oluşuyor.<br />
Her modülün tamamlanmasının ardından<br />
katılımcılara [n]Beyin bilimsel kurulu<br />
tarafından onaylı bir katılım sertifikası<br />
da verilecek. Deneysel yöntemler, temel<br />
ve ileri sinir fizyolojisi, deneysel hayvan<br />
modelleri, psikiyatrik ve nörodejeneratif<br />
hastalıkların mekanizmaları ve deneysel<br />
modelleri gibi bir çok konuda en anlaşılır ve<br />
en kapsamlı eğitimleri [n]Beyin Sinirbilim<br />
Okulu’nda bulabileceksiniz. Bu eğitimlere<br />
katılmak isteyenler için herhangi bir ön<br />
gereksinim yok fakat eğitimler öncelikli<br />
olarak yaşam bilimleri ile ilişkili biyoloji,<br />
beslenme ve diyetetik, sağlık bilimleri, tıbi<br />
biyoloji gibi alanlarda eğitim gören öğrenci,<br />
yeni mezun veya lisansüstü öğrencileri için<br />
tasarlandı.<br />
2016 yılında sizlerle buluşacak olan [n]<br />
Beyin Sinirbilim Okulu eğitimlerine dair<br />
detaylı bilgi için www.nbeyin.com.tr<br />
adresini takip edebilirsiniz.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 61]
N HABERLER<br />
ERALP ARASLAN<br />
OPTOGENETİK<br />
ALANINDA ÖNEMLİ<br />
GELİŞME<br />
Optogenetik, ışığı<br />
kullanarak beyindeki<br />
nöronları genetik<br />
yardımıyla kontrol<br />
etmeyi amaçlayan<br />
bir bilim dalıdır. Hala<br />
oldukça yeni olan bu<br />
bilim dalı, oldukça hızlı<br />
bir şekilde gelişiyor.<br />
Bu yöntemle nörolojik<br />
bozuklukların, kronik<br />
ağrıların, Parkinson ve<br />
epilepsi gibi hastalıkların<br />
tedavi edilebileceği<br />
düşünülüyor.<br />
Optogenetik, hücreleri ışıkla kontrol<br />
edilebilir hale getirmek için genetik<br />
hedefleme yöntemi kullanılarak<br />
gerçekleştiriliyor. Araştırmacılar, ışık<br />
tutarak beyin hücrelerini aktif edip<br />
onların diğer beyin hücreleriyle olan<br />
ilişkisinin haritasını çıkartabiliyor.<br />
Bu sayede de bu beyin hücrelerinin<br />
fizyolojik işlevleri üzerinde<br />
çalışabiliyorlar.<br />
IŞIKLA AKTİF<br />
OLAN PROTEİN<br />
AİLESİ<br />
Geçmişte, bu yöntemle nöronları<br />
aktif etme konusunda sorun<br />
yaşamayan bilim insanları, nöronları<br />
devre dışı bırakmakta zorlanıyordu.<br />
Texas Üniversitesi’nde yapılan bir<br />
çalışmada, ışıkla aktif olan yeni bir<br />
protein ailesi keşfedildi.<br />
Araştırmayı yürüten ekibin önde<br />
gelenlerinden olan profesör Dr.<br />
John L. Spudich, “Nöronları devre<br />
dışı bırakabilmek nöronları aktif<br />
edebilmek kadar önemli. Bu kadar<br />
heyecanlanmamızın sebebi, yapılan<br />
bu keşif sonucunda nöronları devre<br />
dışı bırakma potansiyelimiz oldukça<br />
arttı” dedi.<br />
Spudich, bu yeni moleküler araçların<br />
beyin araştırmalarına büyük bir<br />
katkısı olacağını düşündüğünü<br />
belirtti.<br />
[ 62] AĞUSTOS OCAK 20162015 [ n ]BEYİN [ n DERGİSİ
Özgür İrade ve<br />
Libet Deneyi<br />
Özgür irade, sinirbilimdeki en ünlü<br />
deneylerden biri olarak kabul edilir.<br />
Benjamin Libet, 1983’te özgür iradenin<br />
yanılgıdan başka bir şey olmadığını öne<br />
sürmüştür. Libet’in deneyi üç önemli<br />
unsurdan oluşuyor: seçim, beyin eyleminin<br />
ölçümü ve deneyimde kullanılan özel bir<br />
saat.<br />
Seçim, sağ veya sol kolu hareket ettirmeye<br />
karar vermek. Deneyin orijinalinde sol<br />
veya sağ el sallanıyor; ama bazıları bunu<br />
sağ veya sol elden bir parmağı kaldırmak<br />
olarak kullanıyor. Libet, katılımcılara<br />
ellerini planlamadan veya ne zaman<br />
hareket ettireceklerine odaklanmadan<br />
aniden hareket ettirmelerini söylüyor.<br />
Hareketin görüldüğü an kaydediliyor.<br />
Saç derisine yerleştirilen elektrotlarla<br />
beynin eylemi ölçülüyor. Elektrotlar kafanın<br />
neredeyse orta kısmına denk gelen<br />
motor kortekse yerleştirildiklerinde plan<br />
yapılmışsa sağ ve sol arasında farklı bir<br />
elektrik sinyali görülüyor ve sağ da olsa sol<br />
da olsa hareketi sonlandırıyor.<br />
Saat, katılımcıların saniyelik değişimleri<br />
fark etmesi için özel olarak tasarlanıyor.<br />
Saatin her 2.56 saniyede bir saatin<br />
üzerinde gezinen tek bir noktası var. Bu da<br />
pozisyonu belirlerken saatin de belirlendiği<br />
anlamına geliyor.<br />
BAŞKA BİR<br />
ÖLÇÜM DAHA<br />
Bütün bunları bir araya getirirken Libet,<br />
bir tane daha önemli ölçüm yapıyor. Libet,<br />
katılımcılara saati kullanarak hareket<br />
etmeye karar verdikleri anı kaydetmelerini<br />
istiyor.<br />
Psikologlar, hareket etmeden önce,<br />
saniyeden de daha kısa bir zaman birimi<br />
içinde, beyindeki elektrik sinyallerinin<br />
değiştiğini uzun zaman önce tespit ettiler.<br />
Libet’in deneyinde de bunu gözlemek<br />
mümkün. Ancak asıl önemli sonuca,<br />
katılımcıların harekete karar verdikleri<br />
anın kaydedilmesiyle ulaşılıyor. Bu,<br />
beyindeki elektrik değişimi ve gerçek<br />
hareket arasında görülüyor ve sebebin<br />
sonucu takip ettiğinin kesin olduğu gibi<br />
harekete sebep olan ne olursa olsun<br />
karar verme anının zamansal bir ölçümü<br />
olamayacağı anlamına geliyor. Elektrotun<br />
kaydettiğine göre karar anı kişinin harekete<br />
başlamasından çok önce gerçekleşiyor.<br />
Beyindeki işaretler karar verme<br />
deneyinden önce değişiyor.<br />
KATILIMCILAR<br />
GERÇEKTEN ÖZGÜR<br />
İRADELERİNİ Mİ<br />
KULLANDILAR?<br />
Bu deney, özgür irade ile ilgili pek çok<br />
soruya sebep olmuş. Sinirbilimciler bu<br />
konuda ikiye ayrılıyorlar. İnsanı biyolojik<br />
varlıklar olarak ele alan sinirbilimciler, bu<br />
biyolojik yapının özgür iradeyi sınırladığını<br />
savunurken bazı sinirbilimciler de özgür<br />
iradenin biyolojik varlığımıza baskın<br />
gelebildiğini savunuyorlar.<br />
Libet deneyi akılla ilgili<br />
iki görüşe yol açıyor.<br />
Birincisi, aklımız fiziksel<br />
bedenimizden farklı bir<br />
yapıdır, soyut bir kavramdır<br />
ve bu özelliğiyle biyolojik<br />
kısıtlamalarımızdan ayrılır.<br />
İkincisi, Libet deneyinde<br />
de bizi şaşırtan, aklımızı<br />
“tanıyor” olmamız...<br />
Karar vermedeki kişisel<br />
deneyimimizin nasıl karar<br />
verildiğine dair kesin<br />
bir açıklama olduğuna<br />
inanılıyor.<br />
Libet deneyi üzerine pek çok araştırma<br />
yapılıyor. Hatta “özgür irade sinirbilimi”,<br />
akademik alanda da yer alıyor.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 63]
N HABERLER<br />
Yapılan araştırmalara<br />
göre obezitenin genetik<br />
yatkınlık, eğitim eksikliği<br />
ve kültürel dürtüler gibi<br />
çeşitli sebepleri var. Ancak<br />
bu sebepler obeziteyi<br />
tam anlamıyla açıklamak<br />
konusunda yeterli olmuyor.<br />
Çoğumuz genetik yapımız,<br />
kültürümüz ve eğitim<br />
düzeyimizden bağımsız<br />
olarak fazla yemeye<br />
meyilli olabiliyoruz ve<br />
zararlarını bilmemize<br />
rağmen yemenin “keyfini<br />
çıkarmaya” çalışıyoruz.<br />
Obezitenin en temel<br />
sebebi tüm dünyada aşırı<br />
tüketim olarak kabul edilir<br />
ve çözümü, beslenme<br />
alışkanlıklarımızı<br />
değiştirmeyle<br />
ilişkilendirilir. Bunun<br />
önkoşulu da yemek<br />
konusunda verdiğimiz<br />
kararların altında yatan<br />
sinirsel mekanizmayı<br />
anlamaktır.<br />
OBEZİTE BİR<br />
HASTALIKTIR<br />
Amerika Tıp Derneği<br />
(American Medical<br />
Association – AMA)<br />
yayımladıkları makalelerde<br />
obeziteyi bir hastalık<br />
olarak kabul etmiştir.<br />
Nature isimli dergideki<br />
makalelere göre<br />
yeme isteği psikolojisi<br />
hipotalamusta bulunan<br />
ve yeme isteğini tetikleyip<br />
baskılamaya yarayan AgRP<br />
(agouti-related peptide)<br />
nöronları ve POMC<br />
(pro-opiomelanocortin)<br />
nöronlarıyla açıklanabilir.<br />
90’larda bilim insanları,<br />
hücrelerin yok edilmesinin<br />
kişilerin yeme isteğini<br />
uyarıcı peptidlerde bir<br />
değişime yol açmadığını,<br />
kişinin yeme alışkanlıkları<br />
veya ağırlıklarında bir<br />
azalma olmadığını ortaya<br />
koymuşlardır. Ancak<br />
devre sistemi, yemenin<br />
aşırı derecede arttırılması<br />
veya azaltılmasıyla<br />
değiştirilebilir. Örneğin,<br />
hipotalamustaki oksitosin<br />
nöronlarının kaybı tatmin<br />
edilemez bir yeme<br />
isteğine yol açar. Yani,<br />
yemek yemekten kaçınma<br />
obeziteyle savaşmak için<br />
yeterli değildir.<br />
YEMEK YEMEK<br />
PSİKOLOJİK<br />
BİR İHTİYAÇ<br />
MI YOKSA BİR<br />
ÖDÜL MÜ?<br />
Bazı bilim insanları,<br />
vücudumuzda açlık<br />
işaretleri veren molekülleri<br />
anlamamızın, yeme<br />
bozukluklarında etkili olacak<br />
ilaçların gelişmesine olanak<br />
sağlayacağını savunsalar<br />
da kimileri bu yaklaşımı<br />
eksik buluyorlar. Bu bilim<br />
insanları, öncelikle, açlık<br />
hissinin genellile psikolojik<br />
bir ihtiyaç olduğunu<br />
belirtiyorlar. Bunu bastırmak<br />
için ilaç kullanımına<br />
başvurduğumuzda, bu yeterli<br />
protein içermeyen veya<br />
besleyiciliği yeterli olmayan<br />
besinler tüketebileceğimiz<br />
anlamına gelebileceği için,<br />
sağlık problemlerine yol<br />
açabilir. İkinci olarak, yeme<br />
bozukluklarımızın çoğu<br />
açlığımızla alakalı değildir.<br />
Diğer bir değişle, açlığımızı<br />
bastırmaktan ziyade yemeyi<br />
bir ödül olarak görüyoruz.<br />
BAZI<br />
YİYECEKLER<br />
DOPAMİN<br />
SALGILAN-<br />
MASINA<br />
SEBEP<br />
OLUYOR<br />
İlaçlar gibi yağlı ve şekerli<br />
yiyecekler de beynin orta<br />
bölgesinde dopamin<br />
salgılanmasına sebep olur ve<br />
bu yiyeceklerin daha sonra<br />
da tüketileceği öngörüsü<br />
[ 64] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
oluşur. İlaç bağımlıları ve<br />
yeme takıntısı olanların<br />
profrontal kortekslerinde<br />
(PFC) anormallikler<br />
görülür. Bununla bağıntılı<br />
olarak olumsuzluklarına<br />
rağmen iki tür bağımlı<br />
insan da tüketimini kontrol<br />
etmekte zorluk çeker. Ödül<br />
sistemini devreye sokan<br />
işaretleri bastırabilmek,<br />
yeme bozuklukları ve<br />
bundan kaynaklanan sağlık<br />
sorunlarıyla baş etmek için<br />
daha etkili olabilir.<br />
16 Yıllık Koma<br />
Vakası Hitchock<br />
Sayesinde Çözüldü<br />
Kanada Western Ontario Üniversitesi’nden<br />
Lorina Naci asgari bilinç belirtisi gösteren<br />
koma hastalarındaki bilinç düzeyinin ne<br />
kadar ileri seviyede olduğunu göstermek<br />
için Alfred Hitchcock’un 1961’de televizyon<br />
için yaptığı “Bang! You’re Dead” aldı<br />
filminin 8 dakikasını kullandı.<br />
Filmde küçük bir çocuk sürekli oyuncak<br />
tabancasıyla oyun oynarken bir gün eline<br />
farkında olmadan gerçek bir silah alıyor.<br />
Bir tür Rus ruleti oynanıyor ve kurbanın<br />
kim olacağı bilinmiyor. Filmdeki gerilim<br />
silahın gerçek olduğunu sadece izleyicinin<br />
bilmesiyle sağlanıyor.<br />
FİLM ÜÇ GRUBA<br />
İZLETİLDİ<br />
Filmin tamamı sağlıklı deneklere gösterildi.<br />
Başka bir kontrol grubuna da filmden<br />
alınan birer saniyelik karışık görüntüler<br />
izletildi. Bu görüntülerde filmin asıl gerilim<br />
yaratan unsuru silahın gerçek olduğu<br />
sahnesine yer verilmedi. Yapılan beyin<br />
görüntüleme işlemleri sonucunda her iki<br />
grubun da beyinlerinde duyusal bölgeler,<br />
motor bölgeleri, hafıza ve beklenti ile ilgili<br />
bölgelerin tümünün aktif olduğu<br />
görüldü. Beynin planlama, beklenti,<br />
bilgi harmanlamadan sorumlu<br />
kısımlarının filmdeki gerilim anlarıyla<br />
eşzamanlı şekilde yükselip alçalması<br />
olayın gelişiminin anlaşıdığını<br />
göstermesi açısından önemliydi.<br />
Film daha sonra “uyanık koma”<br />
halindeki iki hastaya izletildi.<br />
Hastaların birinde sadece otomatik<br />
olarak işitme korteksi harekete<br />
geçerken 16 yıldır hiçbir tepki<br />
vermeyen hastanın beyninin sağlıklı<br />
hastalarla aynı tepkileri verdiği<br />
görüldü.<br />
Bu veriler komada olan hastalarla<br />
iletişim kurmak için pek çok yol<br />
olabileceğini gösterdi.<br />
KOMA NEDİR?<br />
Koma, beyindeki herhangi bir hasar<br />
sonucu bilinci yitirme durumudur.<br />
Bitkisel hayat ya da “tepkisiz uyanıklık<br />
sendromu”nda hastanın kimi zaman<br />
gözleri açıktır, kimi zaman kapalıdır;<br />
ancak bilinci kapalıdır ve bu yönüyle<br />
de komaya benzer. Arada bir “asgari<br />
bilinç hali” denilen küçük tepkiler<br />
görülse de hastalar bilinçli olarak<br />
tepki vermezler veya hareket etmezler.<br />
“İçe kilitlenme” sendromu gibi<br />
durumlarda hastalar tepki vermek<br />
istiyor ama veremiyor olabilir ya da<br />
derin koma halindeki hastalar kadar<br />
bilinçleri kapalı ama otomatik bazı<br />
tepkiler veriyor olabilirler.<br />
Bilişsel nörolog Andrian Owen ve<br />
ekibinin yaptığı araştırmalar sonucu<br />
“uyanık koma” halindeki hastaların<br />
beşte birinin bilinçlerinin açık olduğu<br />
ortaya çıktı. Beyin taramalarında<br />
bir şeyi hayal etmeleri istendiğinde<br />
hastanın beynindeki hayalle<br />
ilgili bölgelerin harekete geçtiği<br />
gözlemlendi. Koma vakaları için<br />
önemli olan bu bulgular konusunda<br />
tartışmalar sürüyor.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 65]
OZAN EZGİ BERBEROĞLU<br />
CİNSİYET VE BEYİN<br />
Cinsiyet<br />
ve Beyin<br />
Kadın ve erkek beyni farklı mı<br />
çalışır? Bu sorunun tarihi oldukça<br />
eski, cevapları ise hâlâ tam<br />
verilebilmiş değil. Birçok bilimci,<br />
araştırmalarında cinsiyetler arası<br />
beyinsel farklılıkların kanıtlarını<br />
aramaya devam ediyor. Cinsiyetler<br />
arası farklılıkları sinir fizyolojisi<br />
bağlamında irdelerken cinsiyetin<br />
tam olarak tanımlanması<br />
gerekiyor.<br />
Cinsiyet kimi<br />
kaynaklarda<br />
hem biyolojik<br />
cinsiyeti hem<br />
cinsiyet rollerini<br />
veya cinsiyet<br />
kimliğini içine<br />
alan geniş bir<br />
kavram olarak<br />
kullanılsa da<br />
farklılıklarından<br />
bahsedeceğimiz<br />
kadın/dişi ve<br />
erkek beyin<br />
fizyolojisi,<br />
biyolojik<br />
cinsiyet temel<br />
alınarak yapılan<br />
çalışmaların<br />
sonuçlarını<br />
yansıtıyor.<br />
[ 66] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
KADINLAR DAHA MI<br />
DUYGUSAL?<br />
Kadınların daha “duygusal”<br />
olduğu neredeyse tüm zamanların<br />
değişmeyen inançlarından biri<br />
olageldi. Peki gerçekten öyle mi?<br />
Beyin araştırmalarında, kadın ve<br />
erkek beyinlerinde uyaranla ilişkili<br />
farklılıklar ortaya çıkabileceği<br />
gözleniyor. Beyin dalgalarının<br />
kafa derisi üzerinden kaydedildiği<br />
elektroensefalografi adlı teknikle<br />
yapılan incelemelerde, duygusal<br />
uyaranlara maruz bırakılan<br />
kadınların bazı beyin dalgalarında<br />
daha güçlü yanıtlar sergilediği<br />
ortaya koyuldu. Bunun yanında<br />
erkeklerin, duyguları kadınlarla<br />
benzer biçimde hissettiği; ancak<br />
bunu dışavurumlarının farklı<br />
olduğunu öne süren görüşler<br />
de bulunuyor. Bu görüşü, iki<br />
cinsiyet arasında duygusal yönden<br />
biyolojik bir farklılıktan ziyade<br />
sosyal rollerden etkilenen görece<br />
bir farklılıktan bahsedilebilir,<br />
biçiminde özetleyebiliriz.<br />
ZEKA CİNSİYETTEN<br />
BAĞIMSIZ<br />
İnsanın da dahil olduğu birçok<br />
memeli türünde cinsiyetler<br />
arası zeka farklılıklarını<br />
anlamaya yönelik çalışmalarda,<br />
aynı tür içinde cinsiyetle<br />
ilişkilendirilebilecek önemli bir<br />
farklılık gözlenmemiştir. Amerikan<br />
Psikoloji Birliği’nin raporları<br />
cinsiyetler arası ölçülebilir zeka<br />
farkı olamayacağını, bunun<br />
bireysel farklılıklar şeklinde<br />
ortaya çıktığını söylüyor.<br />
Richard Lynn’in yaptığı 11 yıllık<br />
çalışmalarda erkeklerin 3-5<br />
puan civarında farkla kadınları<br />
geçtiğini gösteriyor. Yine Jackson<br />
ve Rushton’un ergenler üzerine<br />
yaptığı araştırma 3.5 puanlık<br />
bir fark ortaya koyuyor. Haier<br />
ve arkadaşlarının 2004’te<br />
yayımladıkları araştırma,<br />
kadınlar ve erkeklerin benzer<br />
IQ skorları elde ettiklerini ancak<br />
zekanın iki cinsiyette farklı beyin<br />
bölgelerinden beslendiğini ortaya<br />
koydu. Cosgrove’un 2007’deki<br />
çalışmasına göre erkeklerde<br />
ön (frontal) ve yan (pariyetal)<br />
loblardaki, kadınlarda ise ön lob ve<br />
konuşmayla ilgili Broca alanındaki<br />
gri madde bölgesi, IQ’yu<br />
belirlemede etkin rol oynuyor.<br />
OYUN<br />
ALIŞKANLIKLARINDAKİ<br />
FARKLILIKLAR<br />
Cinsiyete bağlı psikolojik<br />
farklılıklar evrimsel biyolojide<br />
de sıkça ele alınan konulardan.<br />
Darwin ilk olarak Türlerin<br />
Kökeni’nde cinsel seçilimde<br />
psikolojik özelliklerin de rolü<br />
olabileceğinden bahsetmiş,<br />
daha sonraki kitapları olan<br />
İnsanın Türeyişi ve İnsan<br />
ve Hayvanlarda Duyguların<br />
İfadesi’nde yine cinsiyetler arası<br />
psikolojik farklılıklara değinmiştir.<br />
Berenbaum ve Hines’ın 90’lı<br />
yılların başında yaptığı ses<br />
getiren bir çalışma doğuştan<br />
böbrek üstü bezi büyümesi<br />
(konjenital adrenal hiperplazisi)<br />
olan kız çocuklarının “erkek<br />
oyuncaklarıyla” oynamaya daha<br />
eğilimli olduklarını öne sürmüş ve<br />
bunu gebelik döneminde yüksek<br />
miktarda erkeklik hormonlarına,<br />
yani androjenlere maruz<br />
kalmalarına bağlamıştı. Benzer<br />
oyun alışkanlıkları maymunlarda<br />
da gözlenmiştir. Auyeung ve<br />
arkadaşlarının 2009’da yayımlanan<br />
araştırmalarında ise geniş<br />
bir kız ve erkek çocuğu grubu<br />
oyun alışkanlıkları yönünden<br />
değerlendirilmiş, karşılaşılan<br />
davranış farklılıklarının anne<br />
karnında maruz kalınan, “erkeklik<br />
hormonu” olarak da bilinen<br />
testosteron ile ilişkili olabileceği<br />
iddia edilmiştir.<br />
ERKEK, ŞİDDET VE<br />
TESTOSTERON<br />
Gerek Türkiye gerekse dünyada<br />
erkekliğe duyulan hayranlık<br />
yükseldikçe cinsiyetler arası<br />
sosyal eşitsizliklerin de<br />
buna paralel olarak arttığını<br />
gözlemliyoruz. Eril dilin toplumun<br />
her katmanında iyiden iyiye<br />
kendini hissettirmesinden<br />
artan kadın cinayetlerine kadar<br />
eşitsizliğin birçok göstergesine<br />
rastlamak mümkün. Erkek<br />
şiddeti toplumsal bir mesele<br />
olarak önemini korurken akla<br />
erkeklerin kültürel olarak kabul<br />
gören yüksek saldırganlığının<br />
temelinde sinirsel ve biyolojik bir<br />
nedenin mi yattığı sorusu geliyor.<br />
Yapılan araştırmalar saldırganlığın<br />
erkeklerde daha yaygın olduğunu<br />
gösteren birçok bulgu ortaya<br />
koydu. Ancak sinirbilimleri<br />
ile birlikte toplumsal cinsiyet<br />
rolleri ve sosyal faktörlerin de<br />
ele alındığı çalışmalar henüz<br />
oldukça kısıtlı. Erkeğin “şiddete<br />
yatkınlığını” nörofizyolojik olarak<br />
kanıtlamak pek mümkün değil.<br />
Bunun yanında yapılan çok<br />
sayıda çalışmada testosteron<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 67]
OZAN EZGİ BERBEROĞLU<br />
CİNSİYET VE BEYİN<br />
ile saldırganlık düzeyi arasında<br />
bir ilişki olabileceğinden<br />
bahsediliyor. Sinirbilimleri,<br />
insanlarda bu bağlantıyı hâlâ net<br />
olarak ortaya koymamış olsa<br />
da veteriner hekimlikte başa<br />
çıkılamayan baskın saldırganlık<br />
vakalarında testosteron düzeyini<br />
düşürmeye yönelik tedaviler<br />
ve hayvanların testislerinin<br />
çıkartılması, saldırganlık düzeyinin<br />
düşürülmesinde başarı sağlayan<br />
bir tedavi yöntemi olarak biliniyor.<br />
İnsanlarda davranış modellerinin<br />
gelişiminde sosyal etkilenimin<br />
yüksekliği, psikolojimizin<br />
biyolojik verilerden yola çıkarak<br />
doğrudan yorumlanmasını da<br />
engelliyor. Zira bireyin davranışları<br />
üzerinde sinirsel yapılanma ya<br />
da hormonların farklı rollerinin<br />
yanında, önemli ölçüde kültürel<br />
kodlama etkisi olduğunu da<br />
biliyoruz. Bunun yanında, dış<br />
faktörler ne denli şekillendirici<br />
olsa da evrimsel geçmişten kalan<br />
mirasların birçok davranışın ortaya<br />
çıkmasında temel oluşturduğu<br />
göz ardı edilemez. Testosteron ve<br />
davranış ilişkisi üzerine yapılan<br />
araştırmalar alkolizm, antisosyal<br />
davranışlar, şiddet ve suça<br />
yönelmenin testosteron düzeyi ile<br />
paralel artış gösterdiğini açıkça<br />
ortaya koyuyor. Testosteron,<br />
bedenimizin fizyolojik süreçleri ile<br />
ilgili önemli bir hormonken aynı<br />
zamanda erkek saldırganlığına<br />
da kaçınılmaz bir şekilde zemin<br />
hazırlıyor gibi görünüyor.<br />
KÖTÜYE KULLANILAN<br />
NÖROBİLİM<br />
Günümüz dünyasında cinsiyet<br />
eşitsizlikleri hâlâ en büyük<br />
sorunlardan biri olmaya devam<br />
ediyor. Kadın ile erkek arasındaki<br />
yapısal ve fizyolojik farklılıkların<br />
sosyal rollere aktarımı yeni bir<br />
durum değil. 1915’te sinirbilimci<br />
Dr. Charles Loomis Dana,<br />
kadınların oy kullanması üzerine<br />
yaptığı yorumunda, cinsiyetler<br />
arası sinir sistemi farklılıklarını<br />
vurgularken bu farklılıkların<br />
kadının oy vermesine engel<br />
olmayabileceğini; ancak temelde<br />
kabul edilmesi gerektiğini<br />
söylüyordu. Yakın Çağ’da yerleşik<br />
toplumsal cinsiyet rollerinin<br />
korunması ve kadının fırsat<br />
eşitliğinden mahrum bırakılmasını<br />
yasallaştırmak için cinsiyetler<br />
arası fizyolojik farklılıkların<br />
araştırılıp kullanıldığını<br />
bir noktada kabullenmek<br />
durumundayız. Bu durum<br />
özellikle 19. ve 20. yüzyılda önemli<br />
ölçüde karşımıza çıktı. Dışarıdan<br />
bakınca kolayca anlaşılan<br />
fiziksel özelliklere göre sosyal<br />
sınıflandırma (siyahilerin alt sınıfa<br />
dahil edilmesi gibi) modern tıp ve<br />
fizyoloji olanaklarının gelişmesiyle<br />
kendini daha ileri araştırmalarda<br />
da gösterdi. Örneğin Dr. Dana,<br />
kadının beyin kökünün erkeğe<br />
göre büyük, bazal gangliyasının<br />
küçük, omuriliğin pelvis bölgesi<br />
ve ekstremiteleri kontrol eden<br />
alt kısmının ise kadınlarda daha<br />
büyük olduğunu vurgulamış ve bu<br />
“bilimsel veriler” ışığında kadını,<br />
toplumun geleceğini belirlemede<br />
inisiyatif alamayacak “cins” olarak<br />
tanımlamıştı. Bu ötekileştirme<br />
elbette yalnızca kadınları hedef<br />
almıyordu. Kafatası ölçümleri, yüz<br />
şekli, boy ve daha birçok fiziksel<br />
özellik üzerinden oluşturulan<br />
teoriler çoğunlukla aynı korkudan<br />
besleniyordu: erk sahibinin<br />
yetkilerini paylaşıma açma<br />
korkusu. Cinsiyet temelli dışlama<br />
ise belki de erkeğin kendisine<br />
açtığı sosyal alanı kadınla<br />
paylaşmak istememesinin bir<br />
yansımasıydı.<br />
DAHA ÇOK YOLUMUZ VAR<br />
Cinsiyetler arası yapı ve işlev<br />
farklılıklarından önce esas<br />
vurgulanması gereken elbette<br />
insanın birey olma durumudur.<br />
Birey kavramının benimsendiği<br />
bir toplumda sosyal açıdan<br />
cinsiyetlerin belirleyici rolü söz<br />
konusu olamaz. Cinsiyetler<br />
arası bilişsel farklılıkların<br />
irdelenmesinde de gazetelerin<br />
arka sayfa haberlerinden daha<br />
işlevsel araçlar var. Bu noktada<br />
fizyoloji ne kadar iyi ablaşılırsa<br />
klinik bilimlere de o ölçüde<br />
katkı sağlanabileceğini tekrar<br />
vurgulamak gerekiyor. Beynin<br />
işleyişi, duygular, biliş ve diğer<br />
tüm zihinsel faaliyetlerin arka<br />
planındaki mekanizmalar<br />
aydınlatıldıkça duygudurum<br />
bozukluklarının nedenleri ve<br />
tedavisinden gelişim psikolojisinin<br />
açmazlarına kadar her noktada<br />
önemli adımlar atılacaktır.<br />
[ 68] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 69]
RESMİN BÜTÜNÜNÜ GÖRMEK<br />
BUSE KAYNARKAYA<br />
Resmin<br />
Bütününü<br />
Görmek<br />
“Beynin sol<br />
kısmının<br />
yargılama,<br />
cezalandırma<br />
ya da hilelerine<br />
karşın beynin sağ<br />
kısmının şefkat ve<br />
bütüncüllüğünü<br />
hayatımızın<br />
merkezine<br />
koyarsak sadece<br />
kişisel anlamda<br />
değil toplum<br />
olarak da ruh<br />
sağlığımızı<br />
iyileştirebiliriz.”<br />
diyor Doktor<br />
Jill Bolte<br />
Taylor.<br />
1996’da Harvard Üniversitesi’nde<br />
Nöroanatomist olarak çalışırken<br />
beyninin sol lobunda meydana<br />
gelen kanama, yıllardır beyni<br />
anlamak ve anlatmak için çalışan<br />
Taylor’a onu daha yakından<br />
inceleme fırsatı sağlıyor. Bu<br />
deneyim onun için yıkıcı olmaktan<br />
ziyade hayatın ve varoluşun ne<br />
kadar güzel olduğunu temsil<br />
ediyor. Beyninde oluşan hasardan<br />
sonra farklı biri olarak hayatına<br />
devam etmesini bir mucize olarak<br />
değil hücrelerin kendini yenileme<br />
yeteneği olarak görüyor. My Stroke<br />
Of Insight isimli otobiyografik<br />
kitabında, “Beynimde meydana<br />
gelen bu kanamadan önce kendimi<br />
beynimin kontrolünde, yani ne<br />
düşünüp hissettiğimi ifade etme<br />
konusunda çok az söz sahibi<br />
sanırdım. Ama bu deneyimle<br />
gözümün önünde olup bitenleri<br />
ifade etmek konusunda ne kadar<br />
çok seçeneğim olduğunu fark<br />
ettim.” diyor.<br />
TED’in en çok izlenen videolarından<br />
biri Jill Bolte Taylor’ın yaşadığı bu<br />
deneyimi anlattığı konuşması...<br />
Taylor, beyninin sol tarafında<br />
meydana gelen kanamadan sonra<br />
bir süre konuşma, yazma, yürüme<br />
yetisini yitirdi ve sekiz yıl süren<br />
iyileşme sürecinde bunları yeniden<br />
öğrendi. Beyninin sağ kısmını<br />
daha aktif olarak kullandığı bu<br />
süreçte bir insanın beynine nasıl<br />
hükmedebileceğini öğrenmiş oldu<br />
ve o günden beri bunu insanlarla<br />
paylaşmaya çalışıyor. Taylor beynin<br />
sol kısmının “ehlileştirilebileceğini”<br />
ve böylece öfke gibi olumsuz<br />
duygulardan kurtulabileceğimizi<br />
söylüyor.<br />
BEYNİN SAĞ KISMI VE<br />
SOL KISMI NELERDEN<br />
SORUMLU?<br />
Birbirinden farklı eylemlerden<br />
sorumlu olmalarına rağmen iki lob<br />
arasındaki temel fark beyne iletilen<br />
bilgiyi işleme konusunda görülüyor.<br />
Beynin sol tarafı konuşma, okuma,<br />
yazma gibi dil kullanımı, yazılı veya<br />
sözlü konuşmaların akılda kalması,<br />
edinilen bilgileri analiz etme, bir<br />
bütündeki detaylara odaklanma ve<br />
vücudun sağ tarafının kontrolünden<br />
sorumlu. Taylor’ın hikâyesinde<br />
de gördüğümüz gibi beynin sol<br />
kısmında oluşan bir hasar vücudun<br />
sağ kısmında felce sebep olabiliyor.<br />
Beynin sağ kısmının görevi ise<br />
bütünü algılamak, hayal kurmak,<br />
karmaşık kalıp ve örüntüleri<br />
anlamak, sol tarafın rutin işleri<br />
yönetebilmesinin aksine yeniliklere<br />
[ 70] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
adapte olmak ve vücudun sağ<br />
tarafının kontrolünü sağlamak.<br />
Sağ ve sol loblar arasında bağlantı<br />
sağlayan corpus callosum isimli<br />
sinirler sayesinde beyin vücudu iki<br />
yarısıyla iletişim halinde bütünlüklü<br />
olarak yönetiyor.<br />
BEYİNDEKİ DENGE<br />
Beyin ne kadar bir bütün olarak<br />
çalışıyorsa da yetiştirilme tarzı,<br />
kültürel etkenler, eğitim sistemi<br />
ve içinde bulunduğumuz dünya<br />
düzeni, beynin sol kısmının sağ<br />
kısmına hükmetmesine sebep<br />
olabiliyor. Taylor’ın hikâyesinin<br />
bu kadar benimsenmesi, beynin<br />
iki kısmı arasında bir denge<br />
kurulabileceğini deneyimlemiş<br />
olmasıdır. Ancak bu dengeyi<br />
sağlamak için beynin sol kısmında<br />
bir hasar oluşmasına gerek yok.<br />
Bunun için rutinlerden kaçınıp<br />
farklı şeyler yapmaya açık olmak,<br />
gün içinde daha fazla enerji<br />
harcayacağımız hareketlerde<br />
bulunmak, kalem ve kâğıt<br />
kullanma sıklığını arttırmak ve<br />
sorular üretmeye çalışmak gibi<br />
basit değişiklikler yapmamız<br />
sağlıklı ve dengeli bir beyin için<br />
yeterli olacaktır.<br />
Bunların dışında biraz daha fazla<br />
zaman harcamak gerektiren<br />
başka yöntemler de var. Mesela<br />
yoga gibi çeşitli meditasyon<br />
ve rahatlama yöntemleriyle<br />
zihni keşfetmek ve olumsuz<br />
duyguları engellemek mümkün.<br />
Bir şeyi bir süre gözlemledikten<br />
sonra gözleri kapatıp onu<br />
hayal etmeye çalışmak, sanata<br />
yönelerek yaratıcılığı geliştirmeye<br />
odaklanmak, origami gibi el<br />
yeteneği ve düşünce gerektiren<br />
uğraşlarla motor becerileri<br />
kullanmak, spor gibi strateji<br />
gerektiren beden egzersizlerine<br />
yönelmek beyni geliştirmek<br />
için uygulanabilecek diğer<br />
yöntemlerden.<br />
Taylor’ın hikâyesinde mucizevi<br />
olarak tanımladığı tek şey beyninin<br />
sağ lobunun sol lobuyla birlikte<br />
hareket edebileceğini keşfetmesi<br />
oluyor. Her insanın hangi yeteneğini<br />
kullanabileceğini, birtakım<br />
durumlara karşı nasıl kararlar<br />
alabileceğini seçme şansı olduğunu<br />
ve bunu ancak beyni bütün olarak<br />
kullanarak başarabileceğini<br />
söylüyor. Ona göre bu denge bir<br />
davranışı sergilerken akla ilk<br />
gelenin değil üzerinde durup<br />
düşünerek bütün seçeneklerin<br />
değerlendirilmesiyle kurulabilir.<br />
“Bir fikri düşüncelerimizden<br />
çıkarmak istiyorsak buna<br />
odaklanabilir ve bunu başarabiliriz.<br />
Ne düşüneceğimize karar vermek<br />
için yeteneğimiz ve gücümüz var.”<br />
DİLİ OLUMLAMA<br />
“Eğer bir durumla ilgili<br />
olumsuz bir dil kullanırsak<br />
insanlar da olumsuz<br />
hissetmeye başlar.”<br />
diyen Taylor, bir hastalığı yenmenin,<br />
hatta hayatta kalmanın en önemli<br />
koşullarından birinin olumlu<br />
düşünmek ve dili de olumlu<br />
kullanmak olduğunu söylüyor.<br />
Kendisini “felçten kurtulan” biri<br />
olarak görmeyi “felç mağduru”<br />
olarak görmeye tercih ediyor ve<br />
bunun iyileşme sürecindeki olumlu<br />
etkilerini sürekli vurguluyor. Sadece<br />
kişinin değil etrafındaki kişilerin de<br />
dili olumlamaya gayret etmeleri<br />
gerekiyor. Taylor’ın bunu yaşamış<br />
insanlar arasında bu kadar önemli<br />
bir yere konumlanması ve onlardan<br />
bu deneyimi paylaştığı için gelen<br />
teşekkürler de verdiği mücadeleyle<br />
yaşadıklarını bir trajedi olmaktan<br />
çıkarıp hayatı kutsayan ve yaşamayı<br />
yücelten tavrı oldu.<br />
Geçirdiği felçten sonra kişiliğinin<br />
değişmiş olması da Taylor<br />
için olumsuz bir durum değil.<br />
Konuşma ve bununla bağlantılı<br />
olarak kimlik ve hafıza bilgilerini<br />
yitirdiğinde bir insanı oluşturanın<br />
kişiliği değil hücrelerden oluşan<br />
sinir devreleri olduğunu fark ediyor.<br />
Konuşmasında “Nirvana” olarak<br />
bahsettiği gibi kendini kişiliğinden<br />
ve anatomisinden ayrı bir “bütün”<br />
olarak görmeye başlıyor.<br />
Jill Bolte Taylor’ın hikâyesi<br />
beyninde oluşan hasarla<br />
yaşamak zorunda olanları değil<br />
“Nirvana” olarak tanımladığı bu<br />
deneyiminden dolayı Budistleri<br />
ve beyni merak eden pek çok<br />
insanı etkilediği gibi sanatçıları<br />
da etkiledi. Yaşadığı deneyimi<br />
anlattığı kitabı, Cedar Lake Ballet<br />
Company tarafından “Orbo Novo”<br />
(İspanyolca’da “yeni dünya”) adıyla<br />
sahneye taşındı.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 71]
NEUROFEEDBACK<br />
BEYNİNİZE AYNA TUTMAK<br />
RUKİYE<br />
ÖLÇÜOĞLU<br />
BEYNİNİZE<br />
AYNA TUTMAK<br />
Yeni biyolojik<br />
Y<br />
geri bildirim<br />
yöntemleri<br />
ile artık kendi<br />
beyin dalgalarımızı<br />
gerçek zamanlı olarak<br />
izlerken beynimizi<br />
istediğimiz yönde<br />
eğitebiliyoruz. Hem<br />
de beynin kendi doğal<br />
öğrenme sistemlerini<br />
kullanarak…<br />
SİNİRSEL GERİ BİLDİRİMLE<br />
BEYİN EĞİTİMİ NE İŞE<br />
YARIYOR?<br />
Bedenimiz, yaşadığı müddetçe<br />
adeta kaynayan bir kazan gibidir.<br />
Her saniye aynı anda meydana<br />
gelen milyonlarca biyolojik<br />
tepkime, kan dolaşımı, kalp<br />
atışı, sinirsel haberleşmeler,<br />
alınıp verilen nefesler, iç organ<br />
hareketleri, kas faaliyetleri ve daha<br />
birçok olay, kaotik bir orkestra<br />
gibi hiç durmaksızın çalışır. Bu<br />
faaliyetler sırasında da bedende<br />
gözle görülen veya görülmeyen<br />
birçok değişiklik meydana gelir.<br />
Mesela bağırsaklarımız çalışırken<br />
[ 72] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
karnımızın guruldadığını bazen<br />
hissederiz; ama kalp kaslarımızda<br />
veya sinirlerimizde iletilen minik<br />
elektriksel dalgaları ve bunların<br />
bütün bedenimizde yarattığı<br />
elektrik ve manyetik değişiklikleri<br />
bir aygıt kullanmadan fark<br />
edemeyiz. Biyolojik geri bildirim<br />
denen fikir de işte bu noktadan<br />
hareket eder: organ veya<br />
sistemlerin çalışması hakkında<br />
fikir veren değişkenlerin<br />
kaydedilip bu kayıtların bedende<br />
istenen değişiklikleri yapmak için<br />
kullanılması.<br />
Gerçekten de çok farklı<br />
yöntemlerle uygulanabilen<br />
biyolojik geri bildirim, aslında<br />
bilincimizden bağımsız olarak<br />
süregiden soluk alıp verme,<br />
kalp atışı, sinir ateşlemeleri gibi<br />
biyolojik faaliyetlerimizin gerçek<br />
zamanlı yansımasının yardımıyla<br />
fizyolojimizin kontrolünü<br />
kazanmamızı sağlar. Nasıl ki<br />
üstünüzü başınızı düzeltmek,<br />
saçlarınıza istediğiniz şekli vermek<br />
için aynaya bakıyorsanız, bu tip<br />
yöntemlerle de bedeninizde daha<br />
önce istemsiz olarak süregelen<br />
bedensel aktivitelerinizi, sanki bir<br />
aynada izlermiş gibi görebiliyor<br />
ve zamanla değişik düzeylerde<br />
kontrol etmeyi öğrenebiliyorsunuz.<br />
Bu sayede, beynimizin<br />
bilincimizden gizli işleyen<br />
karmaşık mekanizmalarına<br />
bağlı olarak ortaya çıkan duygu,<br />
düşünce ve davranışlarınızın<br />
farkına vararak, zamanla kendi<br />
öz-düzenlemenizi yapmak artık<br />
mümkün. Bu yöntemle kalp atışı,<br />
(stres düzeyinin bir göstergesi<br />
olan) deri elektrik iletkenliği,<br />
ağrı algısı gibi süreçlerimizin<br />
kontrolleri sağlanabildiği gibi,<br />
özellikle son zamanlarda beyin<br />
dalgaları üzerinden beyin ve zihin<br />
eğitimi de yapabiliyoruz.<br />
Peki, bu nasıl oluyor? Beynimiz,<br />
birbiri ile elektrik sinyalleri<br />
aracılığıyla haberleşen milyarlarca<br />
hücreden kurulu olduğu için<br />
aslında farklı frekanslarda<br />
elektromanyetik dalgalar üreten<br />
bir üreteç gibi çalışır. Dr. Hans<br />
Berger’in 1924 yılında bu dalgaları<br />
ilk defa elektroensefalografi (EEG)<br />
olarak adlandırılan yöntemle<br />
kaydetmesi sonucu insanoğlu<br />
ilk defa beynin faaliyetlerinin<br />
dışarıdan görüntülenmesini<br />
sağladı. Bugün sinirsel geribildirim<br />
(neurofeedback) dediğimiz<br />
yöntemler de işte bu esasa<br />
dayanıyor.<br />
Sinirsel (yahut<br />
duyusal) geribildirim,<br />
beyin<br />
dalgalarının<br />
kafa derisinden<br />
kaydedilmesi ile<br />
başlar.<br />
Saçlı deriye yerleştirilen ve<br />
beynin elektrik aktivitesini gerçek<br />
zamanlı algılayan minik alıcılar<br />
sayesinde saniyede binlerce kez<br />
dijital olarak toplanan veriler<br />
bilgisayara aktarılır. Kaydedilen<br />
bu dalgasal faaliyet, yüksek<br />
teknoloji ürünü yazılımlarla<br />
bir dizi analize tabi tutularak<br />
görme, işitme ve dokunma gibi<br />
duyu yollarının yardımıyla kişi,<br />
beyin dalgalarını doğru banda<br />
taşıması yönünde motive edilir.<br />
Normal şartlarda varlıklarının<br />
bile farkında olmadığımızdan<br />
beyin dalgalarımızı bilinçli<br />
yönde yönlendirmemiz mümkün<br />
değildir. Ancak böyle bir yöntem<br />
kullandığımız takdirde, tıpkı<br />
beynimize bir ayna tutulmuş<br />
gibi, beyin dalgalarımızı eş<br />
zamanlı olarak bilgisayar<br />
ekranında görebilmekteyiz. Tabii<br />
ki bu karmaşık dalgaları sadece<br />
görmek uzmanlar için bile çok<br />
bilgi verici bir deneyim değildir;<br />
o yüzden o dalgaların anlaşılır<br />
niteliklere dönüştürülebilmesi için<br />
analizlerden geçirilmesi gerekir.<br />
Geri bildirimin en önemli bileşeni<br />
“ödül”dür.<br />
Beynimiz, dopamin<br />
adlı kimyasal<br />
maddenin salgılandığı<br />
durumlarda kendini<br />
ödüllendirilmiş<br />
hisseder ve o<br />
davranışı bir daha<br />
sergileme olasılığı<br />
artar.<br />
Yemek yediğimizde, cinsel<br />
ilişkiye girdiğimizde, birisi<br />
söylediğimiz bir sözü<br />
beğendiğinde, arkadaşlarımızla<br />
birlikteyken veya bir işi başarıyla<br />
tamamladığımızda, beynimizde<br />
bu maddenin miktarı artar.<br />
Sinirsel geri bildirimde aslında<br />
beynin bu doğal sistemi kullanılır.<br />
Cihaza bağlı olan kişi ne zaman<br />
istenen beyin dalgalarını vermeye<br />
başlarsa, ekranda gördüğü<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 73]
NEUROFEEDBACK<br />
BEYNİNİZE AYNA TUTMAK<br />
ŞEKİL 1<br />
filmde, oyunda ya da dinlediği<br />
müzikte “ödül” anlamına gelecek<br />
bazı işaretler verilir. Örneğin<br />
film netleşir ve sesi güzelleşir,<br />
oyunda uzay geminiz daha çok<br />
hızlanır veya daha çok puan alır<br />
ya da kucağınızda duran sevimli<br />
bir oyuncak, sizi rahatlatacak<br />
şekilde titreşimlerini artırır.<br />
Siz farkında olmadan, birkaç<br />
seans sonrasında beyniniz bu<br />
“hoşlanma halini” tekrarlamayı<br />
ve yeniden oluşturmayı öğrenir.<br />
Birkaç seans sonrasında<br />
EĞİTİM Mİ,<br />
TEDAVİ Mİ?<br />
Beyindeki<br />
hatalı bağlantı<br />
kalıplarından<br />
kaynaklı pek çok<br />
hastalık, bozukluk<br />
kişi bir kez beyin aktivitesini<br />
düzenlemeyi öğrendiğinde, bilişsel<br />
ve davranışsal gelişme de onu<br />
takip eder ve bu yol, belli bir süre<br />
tekrarlanan seanslarla beyinde<br />
kalıcı hale getirilir. Bu yolla<br />
yapılan davranış değişikliklerine<br />
psikolojide “edimsel koşullanma”<br />
adı veriliyor. Kısacası, geri<br />
bildirimler yoluyla, anlaşılmaz<br />
görünen beyin dalgaları, kişinin<br />
beyin eğitiminin ipuçlarına<br />
dönüştürülüyor.<br />
veya istenmeyen<br />
davranışların bu<br />
tip yöntemlerle<br />
kalıcı olarak<br />
düzeltilebildiği veya<br />
kontrol edilebildiği<br />
gösterilmiş<br />
durumda.<br />
Harvard Üniversitesi Tıp<br />
Fakültesi Çocuk Sinir Hastalıkları<br />
Bölümünden Profesör Frank H.<br />
Duffy (2000) sinirsel geri bildirimin<br />
çoğu alanda ana tedavi edici role<br />
sahip olduğunu belirterek, “Eğer<br />
herhangi bir ilacın bu denli geniş<br />
yelpazede etki ettiği gösterilseydi,<br />
çoktan evrensel kabul edilerek<br />
yaygın biçimde kullanılmaya<br />
başlanırdı” diyor. Buna ek<br />
olarak, kafatasına yerleştirilen<br />
alıcıların sadece pasif olarak<br />
yayılan elektromanyetik dalgaları<br />
topladığı, vücuda ve beyne hiçbir<br />
şekilde bir ilaç ya da elektrik akımı<br />
verilmediği düşünüldüğünde,<br />
yöntemin bu açıdan ilaçlarla<br />
yapılan geleneksel tedavilere<br />
kıyasla daha güvenilir ve yan<br />
etkisiz olduğu da görülüyor.<br />
Ayrıca tıbbın en önemli prensibi<br />
olan “hastalık yoktur, hasta<br />
vardır” prensibinin sinirsel geri<br />
bildirim uygulamalarının temelini<br />
oluşturduğunu görebiliyoruz.<br />
Çünkü her hasta veya danışan<br />
için onun durumuna ve detaylı<br />
psikolojik değerlendirmesine göre<br />
düzenlenen özel bir protokol dizisi<br />
uygulanıyor. Dahası uygulanan<br />
her türlü protokol ve işlem dizgesi<br />
süreç boyunca sürekli kontrol<br />
edilerek kişiye göre ayarlanıyor<br />
ve bu sayede tam istenilen<br />
beyin eğitimi çıktılarının ortaya<br />
çıkarılması mümkün hale geliyor.<br />
görünen beyin dalgaları, kişinin<br />
beyin eğitiminin ipuçlarına<br />
dönüştürülüyor.<br />
[ 74] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
ŞEKİL 2<br />
SİNİRSEL<br />
GERİ<br />
BİLDİRİMİN<br />
SINIRLILIK-<br />
LARI<br />
Elbette sinirsel geri bildirim de<br />
bilinen hiçbir yöntem gibi her<br />
derde deva ve etkisi yüzde yüz<br />
olan bir yöntem değil. Öncelikle,<br />
bu alandaki bilimsel araştırmalar<br />
oldukça az ve altında yatan etki<br />
mekanizmasının açıklanmasında<br />
görüş birliğine varılabilmiş değil.<br />
Son beş yılda bu alan üzerinde<br />
yapılan bilimsel araştırma<br />
çalışmalarında büyük bir artış<br />
görülüyor. Zamanımızın en ilgi<br />
çekici araştırma alanlarından olsa<br />
da sinirsel geri bildirimin yarar ve<br />
geçerliliğinin doğrulanabilmesi<br />
için daha çok ve daha iyi<br />
düzenlenmiş araştırmalara<br />
ihtiyacımız var. Bu bilgiler, sinirsel<br />
geri bildirim protokollerinin<br />
özelleştirilmesi ve hedefe yönelik<br />
olarak iyileştirilmesinde çok<br />
önemli rol oynayacaklar.<br />
[n]Beyin ekibinin<br />
önemli çalışma<br />
alanlarından biri<br />
de bu tip sinirsel<br />
geri bildirim<br />
sistemleri ile<br />
oluşturulan<br />
davranış<br />
değişiklikleri<br />
konusu.<br />
Şekil 1<br />
Aktaran: Hammond, D. C., 2005<br />
Şekil 2<br />
Sinirsel geri bildirim<br />
yöntemlerinden “Othmer metodu”<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 75]
NEURO-<br />
FEEDBACK<br />
Eğitimciler<br />
Neurofeedback’i<br />
Onaylıyor<br />
Neurofeedback<br />
uygulaması alan<br />
öğrencilerde başarı,<br />
algılama, kaygı ve<br />
odaklanma ve ergenlik<br />
döneminde görülen<br />
birtakım sıkıntılar<br />
konusunda olumlu yönde<br />
bir gelişim görülüyor.<br />
Neurofeedback<br />
ile eğitimin ilişkisi<br />
konusundaki<br />
deneyimlerini bizimle<br />
paylaşan Tarih öğretmeni<br />
Seyit Ali Çakmak, 40<br />
saatlik seanslar şeklinde<br />
neurofeedback alan<br />
öğrencilerinde olumlu<br />
yönde gelişmeler<br />
gördüğünü; ancak bu<br />
40 saatlik uygulamadan<br />
sonra seanslara<br />
düzenli olarak devam<br />
edilmediği takdirde<br />
beynin neurofeedback ile<br />
öğrendiklerini unuttuğunu<br />
gözlemlediğini söyledi.<br />
Haftada üç seans<br />
neurofeedback alan bir<br />
öğrencisinin haftada beş<br />
saat alan öğrencisine göre<br />
daha iyi yönde etkilendiğini<br />
gören Çakmak, seansların<br />
çok sık olmaması<br />
gerektiğini düşünüyor.<br />
Neurofeedback<br />
uygulaması sınavlardaki<br />
dikkat eksikliği,<br />
odaklanma, kaygı gibi<br />
sorunların çözümüne<br />
iyi geldiği gibi ergenlik<br />
dönemindeki öfke<br />
patlamaları, agresiflik gibi<br />
birtakım sorunlara da iyi<br />
geliyor. Konuya ilişkin<br />
Çakmak, “Neurofeedback<br />
alan öğrencilerimden<br />
birinin günde 2,5<br />
saatlikders çalışma süresi<br />
günde 5 saate kadar çıktı. Hala<br />
neurofeedback almaya devam<br />
eden bir öğrencimde panik atağa<br />
kadar varan kaygı problemi<br />
çözülmeye başladı. Sınava giren<br />
2 milyon kişiden ancak 20 bininde<br />
160 dakikalık sınav süresini<br />
kullanabilecek motivasyon var.<br />
Neurofeedback alan öğrencilerim,<br />
algılama ve organize olma<br />
konusunda daha yetenekli hale<br />
geldiler. Ailelerin de bu uygulamaya<br />
dâhil olması gerektiğini<br />
düşünüyorum. Mesela bir<br />
öğrencim neurofeedback almadığı<br />
halde annesi aldığında onda<br />
da olumlu gelişmeler gördüm.<br />
Neurofeedback, öğrencilerimin<br />
yüzde 60/70 oranında işe yaradı”<br />
dedi.<br />
[ 76] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
Ana<br />
odaklandırıp<br />
sistemin hızlı<br />
çalışmasını<br />
sağlamak<br />
Neurofeedback<br />
(NF), kişinin kendi<br />
beyin dalgalarını<br />
değiştirmesine<br />
yardımcı olan bir<br />
öğrenme stratejisidir.<br />
Bu tedavi yöntemi,<br />
kişiye kendi beyin<br />
dalgalarının<br />
karakteriyle ilgili bilgi<br />
verilirse o kişinin<br />
kendi beyin dalgalarını<br />
değiştirmeyi<br />
öğrenebileceği ve bu<br />
değişikliklerin genelde<br />
kalıcı olacağı ilkesine<br />
dayanır. Bir tür “beyin<br />
egzersizi” olan NF’i [n]<br />
Beyin Psikologlarından<br />
İrem Özcan’a sorduk.<br />
“BEYNİMİZDE HER<br />
BÖLGE FARKLI BİR İŞLEV<br />
GÖRÜYOR”<br />
Özcan, dikkat eksikliği, hiperaktivite,<br />
uyku bozukluğu, motivasyon eksiklikleri,<br />
gençlerde sınav kaygısı, migren, epilepsi<br />
gibi durumlarda NF’in iyi bir tedavi yöntemi<br />
olduğunu söyleyerek şunları kaydetti:<br />
“Beynimizdeki alanlar farklı işlevler<br />
görüyor genelde; örneğin ön beynimiz biraz<br />
daha dikkatin, motivasyonun, mantıklı<br />
düşünmenin, neden sonuç ilişkisinin<br />
kurulduğu yerdir. Sol beynimiz konuşma<br />
alanları, sağ daha duygusal alanların<br />
olduğu, iki şakağımızda temporal loblar<br />
var bu temporal lobların arasında da<br />
corpus callosum denilen iki tane alanı<br />
birleştiren bir bölge var. Şimdi, temporal<br />
loblar çalıştırıldığı zaman iki bölge<br />
arasında ilişki de yoğun oluyor, örneğin<br />
müzisyenlerde böyledir. Bir şey çalarken<br />
iki bölgeyi de kullanmak zorundalardır. O<br />
yüzden de corpus callosum daha gelişmiş<br />
olduğu gözlemlenir müzisyenlerde. Arka<br />
tarafta da oksipital lob bulunur, burada da<br />
görsel alanımız vardır. Arada ise, parietal<br />
lobumuz var, orası motor alanıyla alakalı.<br />
Hepsinin farklı işlevleri var. Biz NF’de<br />
bu farklı bölgeler üzerinde çalışıyoruz.<br />
Örneğin, dikkat eksikliği şikayeti ile gelen<br />
kişide daha çok ön bölgede çalışıyoruz;<br />
çünkü dikkat ön bölgemizle ilgilidir. Ama<br />
mesela migren diyelim. Migren iki tarafın<br />
dengesizliğinden kaynaklanabiliyor, bu<br />
ağrıların tedavisi için sağ beyin ve sol<br />
beyin arasındaki iletişimin kuvvetlenmesi<br />
gerekiyor. Böyle olunca migrende temporal<br />
loblar üzerine çalışıyoruz.”<br />
“BEYİN SÜREKLİ<br />
DEĞİŞEN VE GELİŞEN BİR<br />
ORGANIMIZ”<br />
NF’de yabancı bir dil kullanılmadığını dile<br />
getiren Özcan, yabancı dilde beynin farklı<br />
bölgeleri de devreye girdiğinden NF’nin<br />
ana dilde uygulandığını söyledi. Özcan, NF<br />
uygulama seanslarını şu şekilde anlattı:<br />
“Seanslar yarım saat ya da kırk dakika<br />
sürüyor. Farklı bölgelere bağlanan<br />
elektrotlarla ödül ceza sistemine dayalı<br />
bir tedavi yöntemi NF. Ödül ve ceza sitemi,<br />
edimsel koşullanma dediğimiz çocuk<br />
eğitimlerinde de çok kullandığımız bir<br />
yöntem. Olumsuz bir davranışta ceza,<br />
pozitif bir davranışta ise ödüllendirmek...<br />
Beyin dalgalarının kendi kendini izlediğinde<br />
düzene gireceğini düşünen bir sistem yani,<br />
beyin zaten adapte olabilen bir sistemdir.<br />
Mesela, sağ bacak koptu; ama beyinde<br />
bu bacağı hareket ettiren nöronlar var.<br />
Şimdi, ilk koptuğunda o nöronlar hala<br />
çalışıyor olacak; çünkü orada hala bacak<br />
var sanıyor beyin. Ama artık beden onun<br />
olmadığı sinyalini verince o nöronlar<br />
işlevini değiştirecek, başka bir yere adapte<br />
olacak. NF’nin sistemi de bunun gibi, yani<br />
beynimizde her şey farklı şeye adapte<br />
olabilir, değişebilir, gelişebilir. Zaten beyin,<br />
sürekli değişiyor ve geliyor.”<br />
NF’nin normal çalışmayan nöronların,<br />
kendi beyin dalgalarını izlediklerinde<br />
değişebileceklerini düşünen bir sistem<br />
olduğunu söyleyen Özcan; “nöronları<br />
normale getirme işini ödül ve ceza<br />
sistemiyle yapıyor. Mesela bir normal<br />
aralık var, her insanın normal aralığı farklı<br />
bu arada yani tek tip birini yaratmaya<br />
çalışmıyoruz. Eğer nöronlarınız bu aralığın<br />
dışında çalışıyorsa, normal bir şekilde<br />
çalışmıyorsa izlerken siz görmüyorsunuz.<br />
Siz film izlediğinizi sanıyorsunuz; ama<br />
aslında siz beyin dalgalarını da izliyor<br />
oluyorsunuz. Sonra bu normal aralığa her<br />
girdiğinde size fiziksel bir uyarı veriyor,<br />
elinizde tuttuğunuz nesne titriyor. Bu<br />
fiziksel bir ödül ve ekranınız büyüyor daha<br />
net oluyor. Böyle olunca beyin bu ödülü<br />
almak için o nöronları normal aralıklarda<br />
çalıştırmaya çalışıyor. Dikkatiniz dağıldı<br />
ya da başka yere bakıyorsunuz o zaman<br />
ekranınız küçülüyor ve elinizdeki ayıcık<br />
titremiyor bu da ceza… Böylece beyin<br />
normal çalışmayı, adaptasyon sürecini<br />
öğreniyor” dedi.<br />
“NF TEDAVİSİNDE DÜZEN<br />
VE SÜREKLİLİK ÖNEMLİ”<br />
NF’nin o ana odaklandırıp adaptasyon<br />
sistemin daha hızlı çalışmasını sağladığını<br />
belirten Özcan, şunları kaydetti: “Mesela<br />
dikkat eksikliği, odaklanma problemi<br />
olan çocuklarda biz çalışırken dikkat<br />
güçlendirme setleri ile çalışıyoruz. Bu<br />
setlerle belli bir zaman içinde öncelikle<br />
çocuğun iki dakika içinde ona verdiğimiz<br />
seti çözmesini bekliyoruz. İki dakika içinde<br />
çözemezse ilkin üç dakika ile başlıyoruz.<br />
Ama seanslar arttıkça bu çocuğun ikiye,<br />
bire inmesini sağlıyoruz dakikaların. Bu<br />
da şu demek: beyin zaten adapte olmuş,<br />
önce üçe adapte oluyor, sonra ikiye… Bu<br />
çalışmayla biz aslında beynin o bölgesini<br />
çalıştırarak geliştirmeye çalışıyoruz ki<br />
odaklanma olsun. NF’nin yaptığı şey<br />
aslında bu, tek tek oturup çalışmıyor direk<br />
beyindeki nöronlarla çalışıyor.”<br />
NF’nin belli seansları olduğunu belirten<br />
Özcan, bir seansta hiçbir değişim<br />
olmayacağını söyleyerek NF tedavisini bir<br />
sporcunun kas yapma egzersizine benzetti:<br />
“Nasıl bir sporcunun kas yapmak için<br />
düzenli ve sürekli çalışması gerekiyorsa,<br />
NF tedavisinin de belli bir dönem sürekli<br />
ve düzenli yapılması gerekiyor. NF,<br />
uyku problemi için yedi seans sonrası<br />
etkisini gösteriyor; ama gözlemlerimiz<br />
ve yaptığımız araştırmalar kalıcı olması<br />
için en az otuz seans alınması yönünde.<br />
NF’ye günde iki kez de uygulanabilir. Art<br />
arda günlerde; ama gün aşırıyı geçmeden<br />
seanslarla da tamamlanabilir.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 77]
TİYATRO SAHNESİNDE BİLİM<br />
BUSE KAYNARKAYA<br />
Tiyatro<br />
Sahnesinde<br />
Bilim<br />
Sanatla bilim<br />
gerçekliği farklı<br />
yollarla ifade eden<br />
iki alan olsa da tarih<br />
boyunca birinin<br />
gelişimi diğerini<br />
etkilemiştir. Bilim de<br />
sanat da yaşadığımız<br />
dünyayı anlamak ve<br />
‘nasıl’ı sorguladığımız<br />
için doğmuştur.<br />
Bilim sorulara cevap<br />
bulmaya çalışırken<br />
sanat daha çok soru<br />
sormaya yönelmiştir<br />
ki bu bilim ve sanat<br />
arasındaki temel<br />
farktır.<br />
Edebiyatın ‘insan’a, insanlığın<br />
sorunlarına ve meraklarına<br />
ayna tuttuğu noktasında herkes<br />
hemfikir olmalı. Örneğin, 18.<br />
yüzyılda Daniel Defoe, Robinson<br />
Cruseo’yu denizin ortasında bir<br />
adaya koyduğunda Amerika’nın<br />
bulunuşundan etkilenmişti. Jules<br />
Verne’in Aya Yolculuk isimli kitabı<br />
19. yüzyılda yazıldığında uzayla<br />
ilgili bugün bildiklerimizin hiçbiri<br />
bilinmiyordu ve ondan tam 30 yıl<br />
sonra, 1895’te H.G. Wells Zaman<br />
Makinesi’ni yazarak insanın<br />
zamanda yolculuğun mümkün<br />
olup olmayacağı merakını<br />
canlandırmaya çalışmıştır.<br />
Tiyatro dünyasında, özellikle 20.<br />
yüzyılda Stanislavski, Grotowski,<br />
Brecht, Meyerhold gibi tiyatro<br />
insanları sanatsal yöntemlerini<br />
bilimsel temeller üzerinden<br />
geliştirmişlerdir. Dönemlerinin<br />
bilimsel gelişimleri özellikle<br />
oyunculuk yöntemlerini belirlerken<br />
etkili olmuştur. Sanatla bilimin bir<br />
noktada birleşeceğini düşünen<br />
bilim insanları ve tiyatrocular,<br />
birlikte yaptıkları çalışmalarla bunu<br />
destekliyor.<br />
Tiyatro ve bilimin iç içe olduğu<br />
çalışmalar için bu konuda<br />
araştırma yapan kişilerin kullandığı<br />
farklı terimler var. Kimyacı Carl<br />
Djerassi, “tiyatroda bilim” (sciencein-theatre)<br />
terimini kullanırken<br />
tiyatro bölümünde akademisyen<br />
olan Kirsten Shepherd-Barr ve Eva<br />
Sabine Zelehein, “bilim oyunları/<br />
performansları” (science plays/<br />
performance) terimini kullanıyor ve<br />
tiyatroda bilimi, bilim oyunlarının<br />
alt başlığı olarak ele alıyor. Bilim<br />
oyunları, dolaylı veya dolaysız<br />
olarak bilimi konu edinen her<br />
türlü oyun ve performansı temsil<br />
ediyor. Djerassi ise tiyatroda<br />
bilim terimiyle temelinde bilim<br />
ve bilim insanlarının olduğu<br />
oyunları kapsayan daha katı bir<br />
bakış açısına sahiptir. Zelehein<br />
ve Shepherd-Barr, bu nedenle,<br />
tiyatroda bilimi bilim oyunlarının alt<br />
başlığı olarak görüyor.<br />
ARİSTOPHANES’TEN<br />
GÜNÜMÜZE<br />
Andy Jordan’ın Conciousness,<br />
Theatre, Literature, and the Arts<br />
2013 kitabına göre bilinen ilk bilim<br />
oyunu Aristophanes’in M.Ö. 423’te<br />
yazdığı “Bulutlar” isimli oyun.<br />
Bu oyunda bilim insanları “soluk<br />
yüzlü, çıplak ayaklı serseriler”<br />
gibi sözlerle epeyce yeriliyor.<br />
Sherd-Barr, Marlowe’un “Dr.<br />
Faustus”undan başlayarak 122<br />
bilim oyunu listeliyor. Bu listede<br />
Ben Johnson’ın “Simyacı”, Henrik<br />
Ibsen’in “İnsanların Düşmanı”,<br />
Bernard Shaw’un “Doktorun<br />
[ 78] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
Dilemması” ve Brecht’in “Galile’nin<br />
Hayatı” gibi oyunları yer alıyor.<br />
Bu konuyla ilgili ilk çalışmayı<br />
1980’lerde ortaya koyan Djerassi,<br />
bilimin içinde olmayan bir seyirci<br />
kitlesiyle bilimi karşı karşıya<br />
getirmek gibi öğretici bir amaç<br />
taşıyor. Zehelein’in yaptığı<br />
çözümlemeye göre tiyatroda bilim<br />
oyunlarının dört temel özelliği var.<br />
Bu oyunlarda, bilimsel düşüncenin<br />
veya temanın açık bir tanımı, bilim<br />
insanlarının kitlesel kültürünün<br />
gerçek bir tanımı, bilimsel<br />
konulara veya içeriğe sahip olan<br />
olay örgüsü ve öğretici bir tarafının<br />
olması gerekiyor. Djerassi, bilim<br />
kurguyla tiyatroda bilimi birbirinden<br />
bağımsız olarak görüyor. Çünkü<br />
daha önce de bahsettiğim gibi,<br />
kendi de pek çok oyun yazan<br />
Djerassi’ye göre bilim merkezde<br />
olmalı ve oyun insanlara bir şeyler<br />
öğretmelidir. Brecht’in “Galile’nin<br />
Hayatı”, Dürrenmatt’nın “Fizikçiler”<br />
ve Stoppard’ın “Arcadia” oyunlarını<br />
sadece bilimsel içerikli oyunlar<br />
olarak kabul eder.<br />
Zelehein, bilim oyunlarında<br />
merkeze metni alır, ona göre<br />
bilim oyunlarında bilimin ne kadar<br />
verildiği değil tema ve teatral<br />
olarak nasıl verildiği önemlidir.<br />
Bilim oyunlarını postmodern olarak<br />
gören Zelehein, oyunların yapısı<br />
ve içeriğindeki bağlantının seyirci<br />
tarafından fark edilecek şekilde<br />
olduğunu söyler. Zelehein’in<br />
kullandığı bir başka terim olan<br />
“bilimle iç içe performans”ta<br />
yönetmen daha çok ön plandadır;<br />
çünkü sahnede bilim dolaysız<br />
olarak kullanılır. Simon McBurney<br />
ve Complicite’e göre, bu oyunlarda<br />
yönetmen ikinci bir yazar gibidir.<br />
COPENHAGEN: TİYATRODA<br />
BİR DEVRİM<br />
İngiliz oyun ve roman yazarı<br />
Michael Frayn’in yazdığı<br />
“Copenhagen” bu konuda<br />
araştırma yapan pek çok kişi<br />
tarafından bir devrim olarak kabul<br />
ediliyor. Oyun, Niels Bohr’un<br />
eşi Margrethe Bohr’un Werner<br />
Heisenberg’in 1941’de neden<br />
Kopenhag’a geldiğini sorgulayan<br />
“Ama neden?” cümlesiyle başlıyor.<br />
Oyunda Hitler’in “kitlesel katliam<br />
için gelişmiş bir aleti olan cani<br />
manyak” ve “her kadını, çocuğu…<br />
öldüren kusursuz makine” gibi<br />
yakıştırmalarla eleştirilmesi,<br />
Danimarka ve bununla birlikte<br />
pek çok yerin Naziler tarafından<br />
işgali gibi politik hicivlerin yanı<br />
sıra bilimin kötü amaçla kullanımı<br />
(atom bombası) gibi vicdani<br />
muhasebeler var. Heisenberg<br />
ve Bohr, bilim üzerine bilimsel<br />
terimlerle tartışıyor ve zaman<br />
zaman bu tartışmaları Margrethe’e,<br />
yani onun üzerinden bilim insanı<br />
olmayan herkese, anlatma<br />
çabasına girişiyorlar ki bu da<br />
oyunun öğretici tarafını oluşturuyor.<br />
Oyunda Almanya’daki tanınmış<br />
bilim insanlarının çoğunun Yahudi<br />
olduğunu ve hayatta kalmak için ya<br />
Hitler’le işbirliği yapmak zorunda<br />
kaldıklarını ya da İngiltere gibi<br />
ülkelere sığındıklarını görüyoruz.<br />
Bu soru cevaplanmadan oyun<br />
sona eriyor. İlk gösterimi 1998’de<br />
İngiltere’de National Theatre’da<br />
olan “Copenhagen”, 2000’de de<br />
Amerika’da Broadway’de ve daha<br />
pek çok yerde sahnelendi. 2002’de<br />
oyunun televizyon uyarlaması<br />
yapılmış ve 2013’de BBC tarafından<br />
radyo tiyatrosu olarak yayınlandı.<br />
BİLİM OYUNLARINA<br />
DESTEK<br />
Bilim oyunlarının Türkiye’de<br />
olmasa da dünyada pek çok<br />
örneğini görüyoruz. Bu konuya<br />
destek veren birçok şirket de var.<br />
Curious Directive, Third Angle,<br />
Portable Palace ve Unlimited<br />
Theatre bu konuda çalışma<br />
yapıyor. Aynı zamanda Londra’daki<br />
Fuel Tiyatrosu, bilim insanları ve<br />
tiyatrocuların işbirliğiyle yaptığı<br />
çalışmaları destekliyor. Psikiyatrist<br />
Prof. Dr. Sube Bannerjee ve<br />
Melanie Wilson’ın 2012’deki<br />
çalışması “Autobiographer” ve<br />
Hepatoloji profesörü Graham<br />
Foster ile besteci Richard<br />
Thomas’ın 2013’teki çalışması<br />
“Body Pods” Fuel Tiyatrosu’ndaki<br />
çalışmalara örnektir. Bunların<br />
yanında, pek çok bilim insanıyla<br />
tiyatrocunun işbirliğini görüyoruz.<br />
Örneğin, Londra Bilim Müzesi<br />
Bilgi Merkezi’nden Dr. Ann Van<br />
de Velde, Kingston Üniversitesi<br />
Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi<br />
öğretim üyesi Dr. Alex Mermikides<br />
ve besteci Milton Mermikides’in<br />
2013’teki “Bloodlines” adlı<br />
çalışmaları, Clod Ensemble’dan<br />
Suzy Wilson’ın “Performing<br />
Medicine” isimli atölye, ders ve<br />
etkinliklerden oluşan programı.<br />
Sadece 2013’te Edinburgh Fringe<br />
Festivali’nde 30’dan fazla bilim<br />
oyunu sahnelendi ki bu da bize<br />
bilim oyunlarına gün geçtikçe artan<br />
ilgiyi gösteriyor. Dahası, Simon<br />
Geometri ve Fizik Merkezi’nin<br />
düzenlediği bilim oyunu yazma<br />
yarışması ve Los Angeles Bilim<br />
Kurgu Tek Perdelik Tiyatro Festivali<br />
de bu ilgiyi destekler nitelikte.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 79]
SOKRATES VE BİLİM<br />
YRD. DOÇ. DR. ÖMER FAİK ANLI<br />
SOKRATES<br />
VE<br />
BİLİM<br />
DELPHOİ (DELFİ)KEHANETİ:<br />
BİLGİSİZLİK BİLİNCİ<br />
Atina halkının<br />
Sokrates’e yönelttiği<br />
suçlama Savunma’da<br />
şöyle dile getirilir:<br />
“Sokrates suçludur: Yer<br />
altında, gökyüzünde<br />
olup bitenleri<br />
araştırıyor açıkça;<br />
eğriyi doğru diye<br />
gösteriyor, başkalarına<br />
da kendisi gibi<br />
olmalarını öğretiyor”<br />
(Platon, 1993: 13<br />
[19b]). Suçlamanın<br />
ilk kısmı, Sokrates’in,<br />
düşünce tarihi<br />
içerisinde öncelikle<br />
doğa bilimi (ve hatta<br />
bilim) ve ardından<br />
da fizik disiplini adını<br />
alacak olan doğa<br />
felsefesiyle uğraştığı<br />
ve doğa felsefesinin<br />
sorunları üzerine<br />
araştırma yaptığını öne<br />
sürmektedir.<br />
Buna karşın, Sokrates<br />
suçlamanın bu<br />
ilk kısmına karşı<br />
savunmasını bir tür<br />
doğa felsefesi savunusu<br />
üzerine kurmamakta<br />
ve neredeyse<br />
bunun üzerinde hiç<br />
durmamaktadır.<br />
Onun sözleriyle, bu<br />
suçlamanın kaynağı<br />
Aristophanes’in<br />
güldürüsündeki<br />
Sokrates tiplemesidir<br />
ve kendisi bu<br />
“bilim”den (doğa<br />
felsefesinden) hiç<br />
anlamamakta ve<br />
bunun da ötesinde<br />
böyle bir alanla hiç<br />
uğraşmadığını, “bu<br />
sorunlar üzerine tek bir<br />
söz bile söylemediğini”<br />
ifade etmektedir<br />
(Platon, 1993: 13 [19cd]).<br />
Bunun da ötesinde,<br />
“güneşin taştan, ayın<br />
da topraktan olduğunu”<br />
öne sürdüğüne<br />
dair suçlamayı da<br />
bu düşüncelerin<br />
[ 80] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
Anaksagoras’a ait olduğunu ve<br />
gençlerin bir drahmiye satın<br />
alınabilecek kitaplardan bunları<br />
öğrenebileceklerini ifade ederek<br />
reddederken bu düşüncelerin<br />
oldukça garip olduğunu da belirtir<br />
(Platon, 1993: 22 [26e]). O halde,<br />
19. yüzyıl terminolojisi ile ifade<br />
edilirse Sokrates fizik disiplininin<br />
sorunlarıyla ya da bilimsel<br />
sorunlarla uğraştığı ve araştırma<br />
yaptığı yönündeki bir suçlamaya,<br />
bu alanla ilgisi olmadığını açık<br />
bir biçimde ifade ederek yanıt<br />
vermektedir. Bu bağlamda, tarihin<br />
bir diğer ünlü yargılaması olan<br />
Galileo Davası ile karşılaştırma<br />
yapıldığında bilimin kahramanı<br />
daima Galileo olmuş ve belirli bir<br />
bilim tarihi okuması sonucu “ideal<br />
bilim insanı” olarak karakterize<br />
edilmiştir. Oysa Sokrates, daha<br />
sonra da belirtileceği üzere, beşeri<br />
disiplinler ve bu disiplinlerin<br />
oluşturduğu bir kültürün<br />
kahramanıdır.<br />
Russell’ın Batı Felsefesi Tarihi de<br />
örtük olarak bu kültürel ayrışmayı<br />
ifade eder niteliktedir. Platon<br />
üzerinden Sokrates’e de yansıttığı<br />
“diyalog yöntemi”ni (soru ve<br />
karşılıkla bilgiyi araştırma yöntemi<br />
olarak tanımlanır ) odağa alarak<br />
bir karşılaştırmaya gidilmekte,<br />
Sokrates ve Galileo iki karşıt<br />
epistemolojik (ve kültürel) kutba<br />
yerleştirilmektedir:<br />
1<br />
Bu yöntem mantıksal tutarlılığı geliştirme<br />
konusunda yararlı bulunur ve bununla birlikte<br />
temelde bu araştırmanın sonucunun dilbilimsel<br />
bir ‘buluş’ olduğu öne sürülür. Dolayısıyla bu<br />
yöntem tartışmanın olgusal değil, mantıksal bir<br />
biçim kazandığı yerde işlevseldir. Fakat bu, yeni<br />
olgular bulmak konusunda bütünüyle elverişsizdir<br />
(Russell, 2002: 222). Russell’ın bu yaklaşımı,<br />
temelde epistemolojik bir ayrışma olan ve 19.<br />
yüzyılın ürünü olarak kabul edilebilecek İki Kültür<br />
ayrışmasının örtük ifadelerini barındırmaktadır.<br />
Birtakım konuların bu<br />
yolda ele alınamayacağı<br />
açıktır. Sözgelimi<br />
görümsel (empirik)<br />
bilim. Galilei’nin,<br />
kuramlarını savunmak<br />
için diyalogu kullandığı<br />
doğrudur. Bu,<br />
yalnızca önyargının<br />
yenilmesi içindi.<br />
Galilei’nin buluşlarının<br />
pozitif temeli büyük<br />
bir yapmacığa<br />
kapılmaksızın diyaloga<br />
dökülemez. Platon’un<br />
yapıtlarında Sokrates,<br />
sorusunu yönelttiği<br />
kişinin, zaten sahip<br />
olduğu bilgiyi açığa<br />
vurduğunu ileri sürer.<br />
Bu bakımdan kendini<br />
ebeye benzetir. (…)<br />
Yöntem, bilgimizi<br />
daha önceki bir<br />
varlıkta öğrendiğimizi<br />
anımsayarak elde<br />
ettiğimizi ileri süren<br />
anımsama öğretisiyle<br />
uyuşumludur. Bu<br />
görüşe karşıt olarak<br />
mikroskop aracılığıyla<br />
yapılan herhangi bir<br />
buluşu, sözgelimi<br />
sayrılıkların bakteriler<br />
yoluyla yayılmasını<br />
ele alalım. Bu tür bir<br />
bilgiye daha önce bu<br />
konuda bilgisiz olan<br />
bir kişi yönünden<br />
varılabileceğini<br />
savunmak güçtür<br />
(Russell, 2002: 222).<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 81]
SOKRATES VE BİLİM<br />
YRD. DOÇ. DR. ÖMER FAİK ANLI<br />
SOKRATES<br />
DÖNEMİNE AİT BİR<br />
TİYATRO<br />
Bununla birlikte, Sokrates’in<br />
yargılanmasının temelinde onun<br />
‘bilgeliği’ yer almaktadır. Kadim<br />
dünyayı bilme sorunu, kökenlerinde<br />
doğa felsefesi olan bilim tarafından<br />
çözüldüyse ve olası bir bilgelik<br />
ancak bu alanda (sorunun<br />
çözüldüğü alanda) olanaklıysa<br />
Sokrates’in bilgeliği nasıl bir<br />
bilgeliktir? Yine Sokrates’in<br />
Savunma’daki anlatımıyla, bu,<br />
Delphoi Kahini’nin “dünyada<br />
Sokrates’ten daha bilge birisinin<br />
olmadığını” söylemesi üzerine<br />
başlayan bir “araştırma”yla iç içe<br />
geçen bir bilgeliktir. Kendisinin<br />
bilge olmadığını “bilen” Sokrates,<br />
Tanrının özüyle uzlaşmayacağı<br />
için yalan söylemediğini de kabul<br />
ederek bir araştırmaya girişir.<br />
Belirlediği yöntem şöyledir:<br />
“Tanrının düşünüşü nedir diye uzun<br />
zaman sordum kendi kendime.<br />
Sonunda büyük çabayla, kendimi<br />
aydınlatacak şu sonuca vardım:<br />
Bilge sayılanlardan birini bulup<br />
biliciye gider, sözünü çürütmek,<br />
sınamak için şöyle derim: ‘Sen<br />
bana insanların en bilgesi diyorsun;<br />
ama işte bu adam benden daha<br />
bilge” (Platon, 1993: 15 [21c])<br />
[vurgu bana ait].<br />
Sokrates, bu<br />
arayışta özellikle<br />
kendisine ve<br />
diğer insanlarda<br />
bilge olduğu<br />
izlenimi doğuran<br />
insanlar başta<br />
olmak üzere (ki<br />
Sokrates’in diğer<br />
kimselerden<br />
daha bilge<br />
izlenimi yarattığı<br />
için ilk gittiği<br />
kişi devlet<br />
adamıdır, doğa<br />
filozofu değil),<br />
karşılaştığı<br />
insanlara<br />
eleştirel sorular<br />
yöneltip, karşı<br />
(aykırı) örnek<br />
tespitleriyle,<br />
o kişinin<br />
kendisinde<br />
var olduğunu<br />
sandığı bilgeliğin<br />
olmadığını<br />
gösterir.<br />
Sokrates’in<br />
ifadeleri şöyledir:<br />
İşte bunun için<br />
onun, orda beni<br />
dinleyenlerin<br />
birçoğunun<br />
düşmanlığını<br />
kazandım. Oradan<br />
ayrılırken kendi<br />
kendime diyordum<br />
ki: “Bu adamdan<br />
daha bilgeyim.<br />
Doğrusu ikimizin<br />
de güzel, iyi bir şey<br />
bildiğimiz yok belki;<br />
ama o hiçbir şey<br />
bilmezken bildiğini<br />
sanıyor, oysa ben<br />
bilmiyorsam,<br />
bildiğimi de<br />
sanmıyorum. Öyle<br />
sanıyorum ki ben<br />
ondan biraz daha<br />
bilgeyim; çünkü<br />
bilmediğim bir<br />
şeyi biliyor diye<br />
geçinmiyorum”<br />
(Platon, 1993: 15<br />
[21d]).<br />
Bu tutum, Sokrates’in<br />
kendinden önceki<br />
doğa felsefesine karşı<br />
tutumunu ve doğa<br />
felsefesinin bilim tarihi<br />
açısından “öncül”<br />
kuramlarının neden<br />
Sokrates’i tatmin<br />
etmediğini de belirgin<br />
kılar niteliktedir.<br />
Cornford’un ifadesiyle,<br />
“Sokrates’in temel<br />
özelliklerinden biri<br />
de, neyin bilinip<br />
bilinemeyeceği<br />
ve temelleri hiç<br />
sorgulanmamış bilgi<br />
iddiasının tehlikeleri<br />
konusundaki açık<br />
farkındalığıdır. Felsefe,<br />
bilim insanına, kullandığı<br />
kavramlara nasıl<br />
ulaştığını ve bunların<br />
geçerli olup olmadığını<br />
sorma hakkını kendinde<br />
saklı tutar” (Cornford,<br />
2015: 22, 23).<br />
2<br />
Sokrates’in sıralaması şöyledir:<br />
Devlet adamları, ozanlar, el işçileri<br />
(bkz. Platon, 1993: 15-17 [22a-e]<br />
[ 82] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
POST-SOKTATİK BİLİM<br />
MODELLEMESİ YA DA POST-<br />
SOKRATİK KONUMLANMA<br />
Popper’ın “Platon’un Sokrates’i”<br />
ile “Sokrates” arasındaki bir<br />
ayrıma giderek eleştirel rasyonalite<br />
ile Sokrates arasında kurduğu<br />
bağlar (bkz. Popper, 2015: 190,<br />
191), Adorno tarafından da başka<br />
bir bağlamda teyit edilmektedir.<br />
Russell’ın ve onun temsil ettiği<br />
yaklaşımın aksine Adorno’ya<br />
göre Sokratik yaklaşımın ve<br />
özünde felsefenin kendi akıl<br />
yürütmelerinde “haklı çıkmayı<br />
istemek” gibi bir kaygısı yoktur.<br />
Hatta bunu yakışıksız bulur.<br />
Adorno’nun ifadeleriyle,<br />
Haklı olma isteği, en<br />
incelikli mantıksal düşünme<br />
biçimlerinde bile o sağ<br />
kalma ilkesinin ifadesidir;<br />
oysa felsefede tastamam bu<br />
ilkenin yenik düşürülmesi<br />
amaçlanmıştır. (…) Susma<br />
haklarını hiç kullanmamakla<br />
ünlü felsefeciler, katıldıkları<br />
söyleşilerde, tartışmayı hep<br />
kaybetmeye çalışmalıdırlar<br />
– ama muarızlarının savının<br />
da yanlış olduğunu ortaya<br />
koyacak biçimde. Amaç,<br />
çürütülmesi imkânsız<br />
mutlak doğrulara ulaşmak<br />
olmamalıdır; çünkü bunlar<br />
sonuçta totolojiye indirgenir.<br />
Asıl hedef, öne sürülen<br />
düşüncelerin doğruluğunu<br />
sorgulayan sorunun kendi<br />
kendini de yargılamasını<br />
sağlayacak sezişler<br />
geliştirmektir (Adorno,<br />
2002: 73).<br />
İşte böylesi bir epistemolojik (ya<br />
da daha doğru bir ifadeyle bilgi<br />
kuramsal) modelleme ile Sokrates<br />
bir kez daha birinci kültürün (ve<br />
dahi “üçüncü kültür”ün) kahramanı<br />
olarak tarihten (yani kökenden)<br />
çağrılmaktadır. Öyle ki, insanlığın<br />
post-modern çağda yaşadığı öne<br />
sürülüyorsa post-sokratik bilim<br />
modellemesi ya da post-sokratik<br />
konumlanma bu çağın Aydınlanma<br />
ile olan bağlarını her şeye<br />
rağmen koruyabilecek ve kaotik<br />
sürüklenmeyi engelleyebilecek<br />
bir açıklık, araştırmanın tekrar<br />
başlayacağı “sıfır noktası”dır.<br />
KAYNAKLAR<br />
ADORNO, Theodor W. (2002). Minima<br />
Moralia –Sakatlanmış Yaşamdan<br />
Yansımalar-. Çev. Orhan Koçak, Ahmet<br />
Doğukan. 3. Basım. İstanbul: Metis<br />
Yayınları. PLATON (1993). “Sokrates’in<br />
Savunması”. Diyaloglar. Çev. Teoman<br />
Aktürel. 3.Baskı. s. 11-42. İstanbul:<br />
Remzi Kitabevi. POPPER, Karl (2015).<br />
Hayat Problem Çözmektir –Bilgi, Tarih ve<br />
Politika Üzerine çev. Ali Nalbant. 5. Baskı.<br />
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. RUSSELL,<br />
Bertrand (2002). Batı Felsefesi Tarihi 1. Çev.<br />
Muammer Sencer. İstanbul: Say Yayınları<br />
3<br />
Bu hak 19. yüzyıl ve sonrasında bilimin başarılı<br />
ürünlerinin bilgi kuramsal yapılarını modelleyen<br />
bilgi kuramcıları tarafından, sahte-bilime ve<br />
sahte-bilim insanlarına yöneltilen sorgulamanın<br />
temelinde yer alır.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 83]
ALİ İHSAN ÖKTEN<br />
GÖRSEL ALGILAMA<br />
DR. ALİ İHSAN<br />
ÖKTEN<br />
Algı, daha önce<br />
bahsettiğimiz<br />
gibi nesnelerin<br />
bireyin duyu<br />
organları ile elde<br />
ettiği verilerdir.<br />
Algılanan ise<br />
gerçekliğin<br />
önemli bir<br />
bölümünü<br />
oluşturan<br />
nesnelerdir.<br />
Bir resme veya<br />
fotoğrafa baktığımızda<br />
algılama sorunsuz<br />
bir süreçtir. Çünkü<br />
duyularımıza ulaşan<br />
veriler somut ve<br />
zengindir.<br />
Her insanın yaşadığı süre boyunca<br />
çevresinde bulunan uyarıcılara,<br />
duyu organlarıyla verdiği bir<br />
tepkisi vardır. Bu tepki belli bir<br />
süreç içinde gelişir. Bu insandan<br />
insana göre farklı özellikler<br />
gösterir ve insanın bilişsel<br />
süreci olarak adlandırılır. Kişi ilk<br />
olarak bu uyarıcılara duyularıyla<br />
farkındalık sağlar. Bu ilk sürece<br />
duyum denir. Duyumların beyinde<br />
çağrışım yoluyla oluşan şekline<br />
ise algı denir. Çevremizle ancak<br />
algılarımız sayesinde ilişki<br />
kurabiliriz. Dokunma, koklama ve<br />
tat duyuları yakındaki nesneleri,<br />
görme ve işitme ise bireyin<br />
uzağındaki nesneleri algılama<br />
biçimidir. Beyin, duyu organları ile<br />
elde edilen bilgileri ipuçları olarak<br />
değerlendirir ve onları yorumlama<br />
sürecini başlatır. Bu yorumlama<br />
bireyin aldığı eğitim, sosyo kültürel<br />
ve entelektüel düzeyine göre<br />
yeniden düzenlenir. Algı, nesnelerin<br />
bilinç düzeyinde yarattıkları<br />
uyarımlardır. Algılama, algı ve<br />
onun yorumunu birlikte içerir ve<br />
karmaşık bir süreçtir. Aslında<br />
her “bilgi edinme” veya yeni bir<br />
şey öğrenme algılama sürecinin<br />
kapsamını değiştirir ve geliştirir.<br />
Böylece kişisel bilgi birikimi oluşur.<br />
GÖRME, GÖRS<br />
ALGILAMA ve<br />
FOTOĞRAF<br />
Her algı, bu bilgi birikimlerine<br />
göre yeniden şekillenir. Bireysel<br />
etmenler dışında toplumdaki diğer<br />
kişilerin varlığı algıya etki eder.<br />
“Sosyalleşme” olarak adlandırılan<br />
bu süreç, çelişkiyi, işbirliğini,<br />
ödül ve cezayı, davranışların<br />
kısıtlanmasını, engellenmesini<br />
içeren bir süreci oluşturur. Sonuç<br />
olarak bireyin içinde yaşadığı<br />
kültürel ortam, kişinin algılarının<br />
belirleyicisi haline gelir.<br />
Görme ve görsel algı için ışık şarttır<br />
ve algılanan nesnenin bir parçası<br />
olarak değerlendirilebilir. Işığın<br />
olmadığı bir ortamda görme ve<br />
görsel algıdan söz edilemez. Görsel<br />
algı diğer duyu algılarına göre en<br />
gelişmiş konumdadır. Bu durum<br />
bilinç düzeyindeki davranışlarımızın<br />
yaklaşık %99’unun belirleyicisi<br />
konumundadır. Bu algı yolundan<br />
emin olunmadığı zaman diğer<br />
duyulara özellikle dokunma<br />
duyusuna başvurulur. Dokunma<br />
duyusu genellikle görsel algının<br />
doğruluğunu denetleyen bir işlev<br />
üstlenir. Sergilerde artık sadece<br />
fotoğraf veya resimlere uzaktan<br />
bakmayın, onlara yaklaşıp,<br />
dokununca, onları daha iyi<br />
algılayabilirsiniz.<br />
[ 84] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
EL<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 85]
ALİ İHSAN ÖKTEN<br />
GÖRSEL ALGILAMA<br />
Konumuz fotoğraf olduğuna göre;<br />
görme, görsel algı, fotoğraf ve<br />
bunların oluşturduğu gerçeklik<br />
üzerine düşünebiliriz. Algı, daha<br />
önce bahsettiğimiz gibi nesnelerin<br />
bireyin duyu organları ile elde<br />
ettiği verilerdir. Algılanan ise<br />
gerçekliğin önemli bir bölümünü<br />
oluşturan nesnelerdir. Bireyin<br />
algıladığı aslında nesnenin kendi<br />
varlığından çok onun oluşturduğu<br />
ve duyu organları ile elde edilen<br />
duyumsal verileridir. Gerçeklik<br />
söz konusu olduğunda nesnelerin<br />
kendi varlıklarından çok onların<br />
oluşturduğu algıların varlığı<br />
önemlidir. Gerçekliğin bir anlamda<br />
yeniden sunumunu oluşturan<br />
bu algılar, algılananın fiziksel,<br />
kültürel, algılayanın psişik,<br />
fizyolojik, kültürel özelliklerine göre<br />
biçimlenmektedir. Bu da nesnelerin<br />
algılanabilir özelliklerinin farklı<br />
kişilerce, farklı değerlendirilmesine<br />
yol açmaktadır. Nesneler, değişik<br />
bireylere, değişik biçimlere veya<br />
aynı kişilere farklı zamanlarda ve<br />
durumlarda değişik görünürler.<br />
Kişinin bilinçlenme süreci<br />
geliştikçe algılama süreci de<br />
değişecektir. Algılama, seçicidir,<br />
bireyseldir, yaratıcıdır, tam değildir,<br />
her algının eksik kalmış bir yanı<br />
vardır, bu yüzden genelleştirilmiş<br />
ve önyargılıdır.<br />
Bir resme veya fotoğrafa<br />
baktığımızda algılama sorunsuz<br />
bir süreçtir. Çünkü duyularımıza<br />
ulaşan veriler somut ve zengindir.<br />
Nesnelerden gözümüze yansıyan<br />
ışık, nesne (doku, kontrast, şekil,<br />
hareket, vs.) hakkında yeterli<br />
bilgi verir. Bu anlamda algılama,<br />
dolaysız, tahmin, yorum ve çaba<br />
gerektirmeyen bir güce sahiptir.<br />
Gibson’a göre herhangi bir resmin<br />
veya fotoğrafın algılanması doğal<br />
bir çevrenin algılanması kadar<br />
kendiliğinden ve sıradan bir<br />
süreçtir. Gombrich ise resimlerin<br />
iki boyutlu düzlemler dışında<br />
bazı okuma süreçlerinin olması<br />
gerektiğini söylemiştir. Bu yüzden<br />
algılayanın yeniden sunulan<br />
nesne hakkında önbilgisi olması<br />
gerektiğini yoksa algıda bozukluğa<br />
yol açabileceğini belirtir. Ayrıca<br />
nesneler ve nesnelerin algılanabilir<br />
özellikleri de algılayıcı tarafından<br />
farklı değerlendirilebilir. 1920’lerde<br />
Picasso’ya neden nesneleri<br />
oldukları gibi çizmediğini soranlara<br />
“Zaten nesneler oldukları gibi<br />
değillerdir.” cevabını vermiştir.<br />
Görme ile görsel algılama arasında<br />
ciddi anlamda fark vardır. Görme<br />
için fazla bir şey bilmenize gerek<br />
yoktur. Oysa görsel algılama<br />
yaparken bilgi birikiminiz ve<br />
yorumunuz önemlidir. O yüzden<br />
bazı fotoğrafları görürüz.<br />
Bazılarını ise görsel olarak<br />
algılayarak beynimizin bir köşesine<br />
yerleştiririz. Fotoğraf nesnesinin<br />
oluşturduğu imgesel veriler bize<br />
verilen ipuçlarıdır. Biz o ipuçlarını<br />
algılayarak fotoğrafı çözümleme<br />
yoluna gideriz. Fotoğraf üretildiği<br />
andan itibaren fotoğraf, fotoğrafçı,<br />
algılayan ve fotoğraf kullanıcısı<br />
tarafından farklı olarak gerçekliği<br />
sorgulanır. Herkesin algıladığı<br />
duruma göre fotoğrafın gerçekliği<br />
farklıdır.<br />
Fizyolojik, psikolojik, fiziksel<br />
unsurlar ve entelektüalite,<br />
algılama sürecinin ayrılmaz<br />
bir parçasıdır. İnsanın gördüğü<br />
şeyler sadece görme duyusunu<br />
geliştirdiği düzeyde gerçektir.<br />
Fotoğrafta büyüme, fotoğrafçının<br />
kendi algılama ve düşünme<br />
yollarını sürekli eleştirmesiyle<br />
olur. O yüzden “algılayan”<br />
karmaşık bir yapıya sahiptir. Aynı<br />
zamanda algılanan da en az o<br />
kadar karmaşıktır. Bu fotoğraf<br />
yarışmalarında önemli bir<br />
unsurdur. Farklı yapıdaki kişiliklerin<br />
algılayıcı olarak farklılıkları ve<br />
algılanan fotoğraflarında bir o<br />
kadar farklı olmasının sonuçlar<br />
üzerinde etkisi de farklı ve<br />
tartışmalı olacaktır.<br />
[ 86] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
ORHAN CEM ÇETİN<br />
KAFAMA VURMA BAŞINA BELA OLURUM<br />
ORHAN CEM<br />
ÇETİN<br />
1860 yılında,<br />
San Fransisco<br />
yakınlarında<br />
dağlık ve ıssız bir<br />
bölgede yol alan<br />
bir posta arabası,<br />
aniden haydutların<br />
saldırısına uğradı.<br />
Yolcuların eşyalarını<br />
ve arabanın yükünü<br />
yağmalayan<br />
haydutlar, arabayı<br />
içindekilerle birlikte<br />
bir uçurumdan aşağı<br />
yuvarladıktan sonra<br />
kaçtılar.<br />
Kafama<br />
Vurma<br />
Başına<br />
Bela<br />
Olurum!<br />
1860 yılında, San Fransisco<br />
yakınlarında dağlık ve ıssız bir<br />
bölgede yol alan bir posta arabası,<br />
aniden haydutların saldırısına<br />
uğradı. Yolcuların eşyalarını ve<br />
arabanın yükünü yağmalayan<br />
haydutlar, arabayı içindekilerle<br />
birlikte bir uçurumdan aşağı<br />
yuvarladıktan sonra kaçtılar.<br />
Yolcuların arasında bir de<br />
İngiliz fotoğrafçı Edward James<br />
Muggeridge vardı. Daha sonra<br />
kendi adını Eadweard Muybridge<br />
olarak değiştiren ve bu adla<br />
ünlenen 30 yaşındaki adam,<br />
başından aldığı çok ağır darbeler<br />
nedeniyle kurtarıldıktan sonra<br />
uzun süre çalışamamış, iyileşmesi<br />
bir hayli zaman almıştı.<br />
Edward James<br />
Muggeridge<br />
Eadweard<br />
Muybridge<br />
Ne var ki Muybridge sağlığına<br />
kavuştuktan sonra yakınları<br />
kendisinde belirgin bir mizaç<br />
değişimi olduğunu fark ettiler.<br />
Fotoğrafçı eskinin aksine<br />
geçimsiz, fevri, asosyal, istikrarsız<br />
bir insana dönüşmüştü.<br />
İnsanlarla sudan sebeplerle<br />
şiddetli tartışmalara giriyor, yalnız<br />
geziyor, çok tehlikeli yerlerde,<br />
sarp kayalıklarda, uçurumların<br />
kenarında, kimsenin yaklaşmaya<br />
cesaret edemeyeceği yerlerde<br />
fotoğraf çekiyordu. Yaşadığı<br />
travmadan sonra yakınları onu<br />
tanımakta güçlük çekmeye<br />
başlamıştı. Bir garip olmuştu<br />
Muybridge. 1870’lerde, Muybridge<br />
bir tartışmanın içine çekildi:<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 87]
ORHAN CEM ÇETİN<br />
KAFAMA VURMA BAŞINA BELA OLURUM<br />
dörtnala koşan bir atın dört<br />
ayağı birden herhangi bir anda<br />
ressamların o tarihe kadar hayal<br />
ettikleri gibi gerçekten yerden<br />
kesiliyor muydu ve yanıt “evet”<br />
ise, bacaklar o anda nasıl bir<br />
şekil alıyordu? Muybridge takıntılı<br />
bir şekilde bu anın fotoğrafını<br />
çekme çabası içine girdi. O arada,<br />
karısının bir subay ile ilişkisi<br />
olduğunu fark ederek adamı<br />
öldürdü ve cinayetten yargılandı.<br />
Mahkemede, kafa travmasına<br />
bağlı olarak akli dengesinin<br />
yerinde olmadığı ve onu bu<br />
cinayete iten güçlü duygusal<br />
nedenler olduğu gerekçesiyle<br />
beraat ederek çalışmalarına<br />
devam etti ve 5 yıllık çabanın<br />
sonunda, 1877’de yan yana<br />
dizilmiş 24 fotoğraf makinesinden<br />
oluşan ve önlerinden dörtnala<br />
koşarak geçen atın tetiklemesiyle<br />
birbiri ardı sıra koşunun evrelerini<br />
görüntüleyen bir düzenek<br />
sayesinde tartışmalara açıklık<br />
getirdi.<br />
Atın ayakları gerçekten yerden<br />
kesiliyordu ve ressamların<br />
zannettiğinin aksine o anda<br />
ayaklar atın karnının altına<br />
toplanıyordu.<br />
Sonuç sadece bu olsaydı belki şu<br />
anda Muybridge’den söz ediyor<br />
olmazdık. Fotoğrafçının peşine<br />
düştüğü o tek kare ile birlikte<br />
diğer kareler de bacakların zaman<br />
ekseni boyunca hareketlerinin<br />
değişimini gösteriyordu. Bu<br />
görüntüleri bir zoopraksiskop<br />
cihazı içinde hızla art arda izlemeyi<br />
akıl eden Muybridge, sinemayı<br />
bulmuştu. Nitekim Muybridge<br />
hayatının geri kalan bölümünü<br />
de aynı takıntılı tutumla insan ve<br />
hayvan devinimlerinin evrelerini<br />
görüntülemeye vakfetmişti.<br />
Kısacası, görsel algının<br />
belli koşullar oluştuğunda<br />
yanılabilmesi ilkesi üzerine inşa<br />
edilen ve bugün görsel kültürün<br />
belki de en hacimli parçasını<br />
oluşturan hareketli görüntü<br />
üretimi, bir kafa travması ve<br />
onun yol açtığı sıradışı düşünce<br />
süreçleri sayesinde var olmuştur.<br />
Muybridge’in öyküsü tekil bir<br />
vaka sanılmasın. Birçok önemli<br />
mucidin, düşünürün, sanatçının<br />
geçmişine ve sağlık öyküsüne<br />
bakıldığında öyle ya da böyle<br />
ağır travmalara, rahatsızlıklara,<br />
kısacası arızalara rastlamak<br />
olağandır. Gelişigüzel bazı<br />
örnekleri sıralayalım:<br />
Ünlü sanatçı Joseph Beuys,<br />
1944’te Kırım cephesinde Alman<br />
Hava Kuvvetleri’ne bağlı bir uçakta<br />
nişancı olarak görev yaparken<br />
uçak vurularak düşürülmüştü.<br />
Beuys neredeyse tüm sanat<br />
üretimini, uçak enkazından göçebe<br />
Tatar köylüler tarafından kurtarılıp<br />
uzun süre bilincini yitirmiş<br />
bir halde keçe ve yağ içinde<br />
uyutulduğu ve bu sayede hayata<br />
döndüğü günlerdeki –kimilerine<br />
göre hayal ürünü olan– sarsıcı<br />
deneyimine dayandırmaktadır.<br />
Bugün tüm dünyada bilinen ve<br />
ikonik değer taşıyan masallarıyla<br />
ünlü Danimarkalı yazar Hans<br />
Christian Andersen, ortaokul<br />
yıllarında bir süre evinde yaşadığı<br />
okul müdürü tarafından taciz<br />
edilmişti. Öğrencilik yılları<br />
acılarla dolu geçen Andersen’in,<br />
okuma-yazma sırasında kendisini<br />
gösteren bir algı bozukluğu<br />
olan disleksi sorunu da vardı.<br />
Ludwig Van Beethoven’ın, işitme<br />
duyusunu kaybetmesinden<br />
sonra baş gösteren, hiç<br />
kesilmeyen bir çınlama sesi<br />
olarak deneyimlenen tinitus<br />
sorununun yanı sıra çok daha<br />
erken dönemlerinden itibaren<br />
bipolar davranış bozukluğu<br />
olduğu düşünülmektedir. Dünyaya<br />
prematüre bir bebek olarak<br />
gelen Winston Churchill, hırçın<br />
ve asi ruhlu olduğu için başarısız<br />
ve cezalarla geçen okul yılları<br />
boyunca aile özlemi çekmişti.<br />
Özellikle “s” harfini söylemekte<br />
güçlük çekme ve kekeleme<br />
[ 88] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
içiminde kendisini gösteren bir<br />
konuşma bozukluğu vardı. Ruh<br />
halinin dalgalandığını saklamayan<br />
ünlü devlet adamı, depresif<br />
dönemlerinde resim yapıyordu.<br />
Melankolik ve dalgın bir adam<br />
olduğu anlatılan Abraham Lincoln<br />
de depresyon hastasıydı. Sekiz<br />
yaşındayken annesi ile babasının<br />
ayrılığından fazlasıyla etkilenen<br />
Kurt Cobain, yakınları için her<br />
zaman sorunlu bir çocuk olmuş<br />
ve sonunda kendi yaşamına son<br />
vermiştir. Charles Darwin panik<br />
atak, Emily Dickinson obsesifkompulsif<br />
davranış bozukluğu,<br />
sadece ABD’de 1093 patente<br />
sahip olan Thomas Alva Edison ise<br />
dikkatini yoğunlaştırmakta güçlük<br />
ve tıpkı Andersen gibi disleksi<br />
sorunları ile uğraşmıştı.<br />
Listeyi, çoğu depresyondan<br />
muzdarip ve hatırı sayılır bir<br />
bölümü kendi yaşamına son<br />
vermiş olan Ernest Hemingway,<br />
F. Scott Fitzgerald, Paul<br />
Gauguin, Johann Wolfgang von<br />
Goethe, Victor Hugo, Thomas<br />
Jefferson, John Keats, Jack<br />
Kerouac, Norman Mailer, Martin<br />
Luther, Michelangelo, Florence<br />
Nightingale, Georgia O’Keefe,<br />
Pablo Picasso, Sylvia Plath, Diane<br />
Arbus, Sir Isaac Newton, Edgar<br />
Allan Poe, Joel-Peter Witkin,<br />
Hermann Hesse, Jackson Pollock,<br />
Cole Porter, Mark Rothko, Paul<br />
Simon, Lev Tolstoy, Kurt Vonnegut,<br />
tabii ki Vincent van Gogh ve hatta<br />
Peanuts karakterlerinin yaratıcısı<br />
Charles M. Schulz gibi isimlerle<br />
uzatabilir, Türkiye’den Yavuz Çetin,<br />
Nilgün Marmara, Fikret Muallâ,<br />
Neyzen Tevfik, Kerim Çaplı gibi<br />
isimler ekleyebiliriz.<br />
Öyle görünüyor ki dünyayı<br />
huzursuz, hatta “arızalı” insanlar<br />
değiştiriyor. Çoğunun çocuk<br />
yaşlarda başlarından geçen,<br />
ruhlarında derin izler bırakan<br />
sarsıcı deneyimleri var.<br />
Yine de öyküsü yukarıda aktarılan<br />
Muybridge’in durumunda olduğu<br />
gibi fiziksel hasarlar bir tarafa<br />
bırakılırsa aşırı derecede duyarlı,<br />
kırılgan, zor huzur bulan bir ruhun<br />
mu yoksa ortalama bir ruhu bu<br />
hale getiren travmanın mı önce<br />
geldiğini söylemek zor. Örneğin,<br />
fotoğrafçı Joel-Peter Witkin’in<br />
oldukça sert ve çoğu kez tartışmalı<br />
sanat üretimini etkilediği kabul<br />
edilen, küçük bir çocukken tanık<br />
olduğu korkunç trafik kazası…<br />
Kazada hayatını kaybeden bir kızın<br />
gövdesinden ayrılarak havaya<br />
fırlayan başının küçük Joel’in<br />
önüne düşmesi hadisesine,<br />
sanatçının ikiz kardeşi ve orada<br />
bulunan büyük bir kalabalık<br />
da aynı anda tanık olmuştur.<br />
Ancak, Joel’in kardeşinin ve diğer<br />
tanıkların bu sarsıcı deneyimden<br />
daha az ya da en azından daha<br />
farklı bir biçimde etkilendiği<br />
ortadadır.<br />
Deha düzeyindeki zekânın<br />
da bir anomali olarak kabul<br />
edildiğini söyledikten sonra belki<br />
de ancak iki arızanın bir araya<br />
gelmesiyle, yani sıra dışı bir<br />
ruh –ya da bu sözcük hoşunuza<br />
gitmiyorsa, akıl da diyebiliriz– ile<br />
travmanın çarpışması sonucunda<br />
tıpkı bir kibritin uygun yüzeye<br />
çarpmasında olduğu gibi ortaya<br />
alev çıkmaktadır. Bu alev çoğu<br />
zaman uygarlığa, ama kimi zaman<br />
da yıkıma hizmet etmiştir.<br />
Bir türlü dersini anlayamayan<br />
öğrencinin kafasına, yumruk<br />
haline getirdiği elinin sert eklem<br />
yerleri ile vuran öğretmen, bu<br />
sembolik davranışı ile belki de<br />
bir mucit, sıra dışı bir sanatçı,<br />
dünyayı değiştirecek bir birey<br />
yaratmaya çalışmaktadır. Ne var ki<br />
bu sarsıntıya, bu travmaya cevap<br />
verecek sıra dışı akıl orada yoksa<br />
sonuç ne yazık ki sadece hasar<br />
olacaktır.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 89]
HASAN SERDAR GERGERLİOĞLU<br />
SİNEZOFYA<br />
“Artık bir<br />
‘Sinezof’sunuz”<br />
Düşünen ya da<br />
düşündüren bir<br />
sinema ortaya koymak<br />
ya da Sinema üzerine<br />
düşünmek emek<br />
ister. Hareketi ortaya<br />
koyanla ortak bir<br />
düşünce için harekete<br />
katılmamız gerekir.<br />
Çabuk tüketilen abur<br />
cubur bir film değilse,<br />
filmi seyretmeyi<br />
bıraktığınızda, filmin<br />
bıraktığı etkiyle bu<br />
eylem insan zihninde<br />
devam eder. Film sanki<br />
bir enfeksiyon gibi<br />
zihnimize bulaşmıştır.<br />
Eşyaların hareketini kavramaya<br />
yardımcı olan tek şey onun statik<br />
(durağan) olmasıdır. Statik olan,<br />
durup bize hareket edenin anlamını<br />
kavramamıza yardım eder. Statik olanın<br />
zıttı olan kinetik ise bize dikkat çekici<br />
olanı verir. İşte bu yüzden film eylemi<br />
sinema, kinetik olanla örtüşür. Statik<br />
ve kinetik arasındaki denge ise filmin<br />
yönetmeninin elindedir. Bu dengeyi<br />
ister zanaatkar bir yönetmenin eliyle<br />
teknik açıdan zirvede bir film (motion)<br />
isterse de otör (auteur) bir yönetmenle<br />
7. sanat dedirtecek sanatsal dokunuşla<br />
hissederiz.<br />
Bazen bazı yönetmenler klasik sinema<br />
olgusunu ters yüz etmek istemiştir.<br />
Bizi şaşırtmak, belki daha çok yormak<br />
ya da dikkatimizi düşünmeye sevk<br />
etmek için. Yeni dalganın önemli<br />
yönetmenlerinden Jean-Luc Godard<br />
işte böyledir. Statik zeminde hareket<br />
eden o kadar çok görüntü dahil olur<br />
ki filmlerine, nereye odaklanacağınızı<br />
şaşırırsınız. Uyaranlar karşısında<br />
beyniniz bombardımana uğrar. Hepsi<br />
zihne önemli bilgisi veren, beyninizin<br />
kıvrıntılı kısmında (neokortikal) sizi<br />
harekete geçirecek çokça veri vardır.<br />
Bazen de aksiyon filmleri seyredersiniz<br />
ama filmi izlemeyi bitirdiğinizde sizi<br />
bırakmaz tekrar ve tekrar izlemek<br />
istersiniz. Filmin katmanları vardır her<br />
seferinde yeni bir katmanı keşfederken<br />
lezzet alırsınız. Bu filmler her<br />
seyredişinizde yeni şeyler anlatır size<br />
ve sizi kendinizle yüzleştirir. Derinlerde<br />
kalan örüntü haline getiremediğiniz<br />
belli belirsiz sinirsel uyarılardan<br />
oluşan karanlık yöne giden aksiyona<br />
dönememiş belirsizlikler tablosu<br />
karşınıza çıkar.<br />
Otör sinema sayılmasa da kült olan<br />
filmler vardır. Bunları da seyretmek<br />
zorundasınızdır, bu filmlerin içlerindeki<br />
anlamı ya da anlamsızlığı fark etmeniz<br />
beklenir sizden. Bir otör sinemasına<br />
sanatsal kaygıyı küçümseyerek,<br />
çoğunluk psikolojisini kullanarak kötü<br />
gözle bakabilirsiniz ama bir kült filme<br />
asla.<br />
Hikmet önemlidir. Belki kimi zaman<br />
‘The Purple Rose of Cairo’ (1985) kadar<br />
‘bilgelik’ içerir. Sinemasal yolculuk<br />
bazen hayattaki gerçek sevgilerin dışına<br />
çıkartır sizi. Seyrettiğiniz şey filmdir,<br />
ama sizin için tutku olur, saplantı olur.<br />
Düşünen Beyin’inizle kuşatırsınız<br />
seyrettiklerinizi ve artık sinemanın sufi<br />
haline ulaşırsınız.<br />
Düşünürsünüz ve düşlersiniz, artık<br />
sizin için yol bir Ütopya gibidir.<br />
Düşlenen ama olmayan, ama<br />
olmasını tahayyül ettiğiniz, bir evrene<br />
yolculuk… Evet, bunun heyecanı<br />
vardır her seyrediş eyleminde. Dünya<br />
üzerinde zamanınız kısadır fakat<br />
seyredilmeye değecek binlerce film<br />
vardır, lakin ‘Sofi’nin Seçimi’ (1982)<br />
gibidir filmleri seçişimiz, kaybetmek<br />
istemediğimiz iki çocuk arasında seçim<br />
yapmak kadar zordur. Kimi zaman<br />
hiç birini seçemeden sızar gidersiniz<br />
‘Düşler Ülkesi’ne (2004). İster seyir<br />
edimlerinizden aldığınız görüntülerle,<br />
isterseniz de kendi oluşturacağınız<br />
görüntülerle…<br />
Gerçek olduğunu zannettiğimiz bir<br />
evrene ya da rüyaya ‘Sinezofya’ya<br />
beraber yolculuk etme dileğiyle.<br />
[ 90] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
9 BİLİM KURGU FİLMİ<br />
EREN AVCI<br />
[n]Beyin’lerin sevdiği<br />
BİLİMKURGU FİLMİ<br />
Bıçak<br />
Sırtı<br />
Kabuğundaki<br />
Hayalet<br />
8 7<br />
2001: Uzay<br />
Macerası<br />
Yönetmen: Ridley Scott Yapım<br />
Yılı: 1982 Senarist: Hampton<br />
Fancher, David Peoples Oyuncular:<br />
Harrison Ford, Daryl Hannah, Sean<br />
Young, Rutger Hauer, Edward<br />
James Olmos<br />
Philip K. Dick’in ‘Do Androids Dream<br />
of Electric Sheep?’ adlı romanını temel<br />
alan, yönetmenliğini Ridley Scott’ın<br />
yaptığı 1982 yılı yapımı olan film 2019<br />
yılının Los Angeles’ında geçmektedir.<br />
Büyük üretici firmalar Replikant(android)<br />
isimli insan görünümünden ayırt<br />
edilemeyen robotlar üretmektedirler.<br />
Bu robotlar galaksilerdeki kolonilerde<br />
illegal işlerin üstesinden gelinmesi için<br />
kullanılmaktadırlar. Blade Runnler isimli<br />
özel polis gücünün işi bu robotları tespit<br />
edip yakalamaktır. Tecrübeli bir Blade<br />
Runner olan Rick Deckard(Harrison<br />
Ford) görevinden sıkıldığı ve bırakmayı<br />
düşündüğü esnada Los Angelas’a gelen<br />
bir grup Replikan tespit edilir ve ona<br />
bu robotları yalakama görevi verilir.<br />
Kalabalık bir şehir olan Los Angelas’ta<br />
bu robotları ele geçirmeye çalışmak<br />
sürükleyici maceranın başlamasına<br />
sebep olacaktır...<br />
Yönetmen: Mamoru Oshii Yapım<br />
Yılı: 1995 Senarist: Kazunori Itô,<br />
Masamune Shirow Oyuncular:<br />
Atsuko Tanaka, Iemasa<br />
Kayumi, Akio Ôtsuka<br />
Japonya’da 2030’lu yıllarda geçen<br />
hikayeThe Puppet Master isimli bir<br />
hacker ve onun peşindeki ajanlara<br />
odaklanır. Dünya teknolojik açıdan<br />
çok gelişmiştir ve insanlar sanal<br />
gerçekliklerde yaşamakta, dünya düzeni<br />
bu yolla sağlanmaktadır. Puppet Master<br />
devlet destekli bir ajandır ve çok önemli<br />
istihbarat bilgilerine sahiptir. Benliğini<br />
sorgulamaya başlayan Puppet Master<br />
çeşitli eylemler düzenler ve kendisine<br />
bir beden aramaya başlar fakat onu<br />
yakalamaya çalışan çok yetenekli ajanlar<br />
ve Cyborglar vardır...<br />
Yönetmen: Stanley Kubrick<br />
Yapım Yılı: 1968 Senarist:<br />
Stanley Kubrick, Arthur C. Clarke<br />
Oyuncular: Keir Dullea, Gary<br />
Lockwood, William Sylvester<br />
Bir grup primat yemek için kavga<br />
etmektedirler. Kavgaları aralarına düşen<br />
siyah bir taş nedeniyle bölünür. Bu siyah<br />
taş primatların alet kullanmalarına<br />
sebep olacak bir gücü içinde barındırır.<br />
Bu taşın primatlarda nasıl bir değişime<br />
yol açtığını gösterdikten sonra film bir<br />
uzay gemisine geçiş yapar. Uzay aracında<br />
Ay’dan gelen esrarengiz sinyaller<br />
keşfedilir. Ay yüzeyinde primatların<br />
eline geçen aynı siyah taş tespit edilir<br />
ve sinyaller Jüpiter’e gitmektedir.<br />
Astronotlar David Bowman ve Frank<br />
Poole, Jüpiter’e doğru yola koyulurlar.<br />
Gemide HAL 9000 adında yapay zekaya<br />
sahip tüm zamanların en iyi bilgisayarı<br />
bulunmaktadır ve serüven başlar...<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 91]
9 BİLİM KURGU FİLMİ<br />
EREN AVCI<br />
MATRIX<br />
6<br />
Yıldız<br />
Savaşları<br />
Serisi<br />
5<br />
Stalker4<br />
Yönetmen: Andy Wachowski,<br />
Lana Wachowski Yapım<br />
Yılı: 1999Senarist: Andy<br />
Wachowski, Lana Wachowski<br />
Oyuncular: Keanu Reeves,<br />
Laurence Fishburne, Carrie-Anne<br />
Moss<br />
Dünyanın önde gelen yazılım<br />
şirketlerinden birinde çalışan Thomas<br />
Anderson(Keanu Reeves) gecelerini<br />
«Neo» takma adıyla hackerlık yaparak<br />
ve Matrix’i araştırarak geçirmektedir.<br />
Gizemli bir şekilde azılı suçlular olarak<br />
aranan Morpheus(Laurence Fishburne)<br />
ve Trinity(Carrie-Anne Moss) ile tanışan<br />
Neo kısa süre sonra yaşadığı dünyanın<br />
bir simulasyon olduğunu öğrenecek<br />
ve Matrix’in ne olduğunu «gerçek»<br />
gözleriyle kavramaya başlayacaktır...<br />
Yönetmen: George Lucas Yapım<br />
Yılı: 1977 Senarist: George Lucas<br />
Oyuncular: Mark Hamill, Harrison<br />
Ford, Carrie Fisher<br />
Sinema tarihinin en kült serilerinden biri<br />
olan Star Wars serisi şüphesiz ki sadece<br />
bilim kurgu sineması için değil tüm<br />
sinema tarihi içerisinde gerek hikayesi<br />
gerekse göstermiş olduğu başarı ile çok<br />
ayrı bir yere sahiptir. Seride Harrison<br />
Ford, Mark Hamill, Natalie Portman gibi<br />
birçok ünlü ve kendini ispatlamış oyuncu<br />
rol almaktadır. Luke Skywalker Jedi<br />
Şövalyesi olarak güçlere katılır, iki droid<br />
ve yetenekli bir pilot ise Prenses Leila’yı<br />
kötü Dart Vader’ın elinden kurtarmaya<br />
çalışacaktır...<br />
Yönetmen: Andrei Tarkovsky<br />
Yapım Yılı: 1979 Senarist: Arkadiy<br />
Strugatskiy, Boris Strugatskiy,<br />
Andrei Tarkovsky Oyuncular: Alisa<br />
Freyndlikh, Aleksandr<br />
Kaydanovskiy, Anatoliy Solonitsyn<br />
Rus sinemasının başyapıtlarından olan<br />
Stalker uzak bir gelecekte farklı bir<br />
dünya düzeninde geçmektedir. Dünyaya<br />
düşen dev bir göktaşı tüm yaşamı<br />
değiştirmiş ve Zone adında gizemli<br />
bir bölge oluşturmuştur. Bu gizemli<br />
bölgeye giren insanların tüm arzularının<br />
gerçekleşeceğine dair söylentiler vardır.<br />
Bu bölgede bir ‘güç’ vardır ve insan<br />
zihninin sınırlarını zorlayan gücün olduğu<br />
bölgeye sadece olgunlaşmış Stalker’lar<br />
girebilmektedir. Filmdeki kahraman<br />
Stalker kendisine yapılan tüm itirazlara<br />
rağmen bölgeye girmeye çalışan bir<br />
yazar ve bilim insanının yanında olmaya<br />
karar verir...<br />
[ 92] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
Terminatör<br />
Serisi<br />
3 1<br />
Yasak<br />
Bölge 9<br />
2<br />
12<br />
Maymun<br />
Yönetmen: James Cameron<br />
Yapım Yılı: 1984 Senarist:<br />
James Cameron, Gale Anne<br />
Hurd Oyuncular: Arnold<br />
Schwarzenegger, Linda<br />
Hamilton, Michael Biehn<br />
«Kıyamet günü» yaşanmış ve dünya<br />
üzerindeki birçok insan insanlığın<br />
yaratmış olduğu robotlar tarafından<br />
öldürülmüştür. 2029’da dünya üzerinde<br />
artık robotlar ve bir grup direnişçi insan<br />
yaşamaktadır. Makineler ellerindeki gücü<br />
daha fazla arttırmak istemektedirler ve<br />
bunun için insan direnişçilerin varlığına<br />
son vermekte kararlıdırlar. Bunun için<br />
geçmişi değiştirmeye karar verirler.<br />
Böylece istedikleri gibi bir geleceğe sahip<br />
olacaklardır. Bu sebeple direnişçilerin<br />
önderlerinden Sarah Connor’ı öldürmek<br />
üzere geçmişe Terminator adlı androidi<br />
gönderirler. Böylece direniş lideri<br />
olan John Connor’ın doğmasına engel<br />
olacaklardır...<br />
Yönetmen: Neill Blomkamp<br />
Yapım Yılı: 2009 Senarist:<br />
Neill Blomkamp, Terri Tatchell<br />
Oyuncular: Sharlto Copley, David<br />
James, Jason Cope<br />
Güney afrikada bir bölgede yaşayan<br />
uzaylılar araştırma ekipleri tarafından<br />
keşfedilir ve MNU isimli şirketin<br />
kontrolünde District 9 adı verilen<br />
denetimli bir alanda tutulurlar. Şirket<br />
yetkilileri uzaylıların teknolojisini<br />
öğrenmenin ve bu sayede çok büyük<br />
paralar kazanmanın peşindedirler. Uzaylı<br />
DNA’sına sahip olmak bu amaç için kilit<br />
rol oynamaktadır. Şirket çalışanlarından<br />
birisi olan Wikus bir virüs tarafından<br />
etkilenir ve uzaylılara benzemeye başlar.<br />
Şirket şimdi kendi çalışanının peşine<br />
düşecektir...<br />
Yönetmen: Terry Gilliam Yapım<br />
Yılı: 1995 Senarist: Chris Marker,<br />
David Webb Peoples, Janet Peoples<br />
Oyuncular: Bruce Willis, Madeleine<br />
Stowe, Brad Pitt<br />
1996 yılında 5 milyar insanın ölümüne<br />
yol açan bir virüs tüm insanlığı tehdit<br />
etmektedir. 2035’te insan nüfusunun<br />
çok az bir kısmı hayatta kalmıştır ve bu<br />
insanlar yeraltında koloniler halinde<br />
yaşamaktadırlar. Zaman makinesinin<br />
icadıyla birlikte eski mahkumlardan<br />
birisi olan James Cole(Bruce Willis)<br />
makineyi kullanmak için gönüllü olur.<br />
Geçmişe gönderilip virüsün ortaya<br />
çıkışını araştırmaya başlayan James Cole<br />
kendisini bir akıl hastanesinde bulur ve<br />
kendini insanlara inandırmaya çalışır...<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 93]
ZELİHA TAŞKAN<br />
ÇOCUKLARIMIZ VE TELEVİZYON<br />
ÇOCUKLARIMIZ<br />
VE TELEVİZYON<br />
ZELİHA<br />
TAŞKAN<br />
UZMAN<br />
PSİKOLOG<br />
[ 94] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
Bilindiği üzere<br />
B<br />
günümüzde<br />
televizyonun<br />
olumsuz etkileri<br />
birçok platformda<br />
tartışılmaktadır. Olumsuz<br />
etkilerine değinmeden önce<br />
“Acaba televizyon olumlu bir<br />
etkiye sahip midir?” sorusunu<br />
inceleyelim. Günümüzde<br />
uydu kanallarının varlığıyla<br />
televizyonda çok fazla çocuk<br />
yayını bulunmaktadır. Bu noktada<br />
çocuğumuz için hangi programları<br />
seçeceğimiz önemli bir sorudur.<br />
Ebeveyn kontrolünde, renklerin,<br />
şekillerin, kavramların verildiği<br />
programlar birlikte izlenildiğinde<br />
olumlu katkıları söz konusu<br />
olabilir. Çocuğumuzun izleyeceği<br />
programların eğitici özelliği<br />
olmasına dikkat edilmelidir.<br />
Tercih edilen programlar birlikte<br />
izlenmeli ve programda geçen<br />
durumlara çocuğumuzun<br />
anlayabileceği biçimlerde<br />
açıklamalar getirilmelidir. Bu<br />
noktada çok önemli bir husus<br />
devreye girer. Bu husus süre<br />
kısıtlamasıdır.<br />
Genel görüşlere<br />
bakıldığında, üç yaş<br />
üzeri çocuklarda<br />
izleme süresi günde<br />
1-2 saati geçmemekle<br />
birlikte üç yaş altı<br />
çocuklarımızda bu<br />
sürenin 20 dakikayı<br />
geçmemesi gerektiği<br />
vurgulanmaktadır.<br />
Süre kısıtlamasında dikkat<br />
edilecek en önemli nokta bu<br />
konuda çocuğunuza model<br />
olmaktır. Sizler televizyonu ne<br />
kadar süreyle kullanıyorsanız<br />
çocuğunuz da o yönde<br />
davranacaktır. Evdeki oturma<br />
düzeninizin televizyon odaklı<br />
olmamasına özen göstermelisiniz.<br />
Anne de baba da bu konuda aynı<br />
fikirde olmalı ve belirlenen süre<br />
dışına çıkma konusunda tutarlı<br />
olmalıdır.<br />
Televizyon<br />
çocuğunuzun<br />
yemek<br />
yemesine, uslu<br />
durmasına<br />
ya da<br />
ağlamamasına<br />
yarayan bir<br />
alet olarak<br />
kullanılmamalı<br />
onun yerine<br />
hoşuna gidecek<br />
farklı etkinlikler<br />
koymalısınız.<br />
Bu etkinlikleri zaman zaman<br />
birlikte yapabilir ve olumlu<br />
özelliklerini vurgulayarak bu<br />
davranışlarını pekiştirebilirsiniz.<br />
Bu durumda aile içi etkileşiminize<br />
ve çocuğunuzun sosyal duygusal<br />
gelişime katlı sağlamış<br />
olacaksınız.<br />
Televizyonun bilinen ve bilimsel<br />
yayınlarda vurgulanan en önemli<br />
zararı şiddet eğilimidir. Televizyona<br />
kontrolsüz bir biçimde maruz<br />
kalan çocuk problem çözme<br />
becerilerini geliştiremeyebilir<br />
ve şiddete başvurma eğilimine<br />
sahip olabilir. İletişim becerileri<br />
gelişemeyebilir ve yayınlarda<br />
kullanılan dilin etkisiyle dil<br />
gelişimi yeterli seviyelere<br />
ulaşamayabilir. Televizyon<br />
karşısında geçirilen pasif zaman<br />
yemek yeme alışkanlıklarında ve<br />
kilo durumunda dolayısıyla fiziksel<br />
gelişiminde olumsuzluklara<br />
yol açabilir. Televizyonun aşırı<br />
izlenmesi çocuğu yalnızlaştırabilir<br />
ve sosyal olarak yaşaması<br />
gereken olumlu yaşantılardan<br />
uzaklaşmasına sebep olabilir.<br />
Televizyon ve çocuk konusunda<br />
yapılan çalışmalara vakit ayırıp<br />
okumaya özen gösterirsek ve<br />
bu konudaki uzman görüşlerini<br />
uygulamaya çalışırsak birçok<br />
açıdan daha sağlıklı bireyler<br />
yetiştirebiliriz.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 95]
SİNİRBİLİMİN TUHAF VAKASI:<br />
PHINEAS GAGE<br />
SİNİRBİLİMİN<br />
TUHAF VAKASI:<br />
PHINEAS<br />
ÖZGE<br />
KARABULUT<br />
GAGE<br />
Bilim tarihindeki en<br />
ilginç vakalardan biri<br />
olan , “kafasına demir<br />
giren adam olayı”,<br />
dünyada büyük yankı<br />
uyandırmış, beynin<br />
çalışma mekanizması<br />
hakkında birçok fikir ve<br />
araştırmaya kaynaklık<br />
etmiş sıra dışı bir<br />
olaydır. İngiltere’de<br />
1948’de bir kaza<br />
eseri gerçekleşen<br />
olay, özellikle, ahlaki<br />
tutum ve davranışların<br />
beyindeki kontrol<br />
alanının saptanması<br />
açısından büyük bir<br />
öneme sahiptir.<br />
Hadi gelin şimdi tarihi<br />
Phineas Gage vakasını<br />
bir inceleyelim:<br />
İşinde başarılı ve yetenekli bir<br />
usta olan Gage için sıradan<br />
bir iş günüydü. İşini titizlikle<br />
ve ustalıkla yapan Gage, o gün<br />
biraz dikkatsiz davranacak ve<br />
sonucunu çok ağır bedellerle<br />
ödeyecekti. Demir yolu inşası<br />
için açacakları yolda, patlattıkları<br />
kayaların kritik noktalarına barut<br />
yerleştiriyor, üzerine kum ekliyor<br />
ve fitili ateşliyorlardı. Arkadaşının<br />
seslenişiyle dikkati dağılan Gage,<br />
koyması gerektiğinden çok daha<br />
az miktarda kum eklemişti.<br />
“Boomm”. Tanıklarının ifadesiyle,<br />
“gökyüzüne fırlatılmış bir roketten<br />
gelen ıslık sesi” eşliğinde bir<br />
patlama gerçekleşti. Koca<br />
ıslık tüm işçileri, Gage’in kan<br />
içindeki bedeninin uzandığı yere<br />
toplamıştı. Bir şeyler dönüyordu.<br />
Kimsenin idrak edemeyeceği;<br />
[ 96] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
ancak duruma bakılırsa gayet<br />
net tahmin edebileceği şeyler…<br />
Tahminler Gage’in ölümü<br />
üzerineydi ve en iyi olasılık diye<br />
bir şey düşünülemiyordu. Çünkü<br />
Gage başında kafasını delip geçen<br />
demir bir çubukla yere serilmişti.<br />
Çubuk Gage’in sol yanağından<br />
girerek kafatasının altını delmiş,<br />
beyninin ön tarafından geçerek<br />
dışarı ulaşmıştı. Altı kilogram<br />
ağırlığında, bir metre boya ve<br />
üç santimetre çapa sahip olan<br />
bu çubuk küçümsenemeyecek<br />
boyutlara sahipti. Bu durum,<br />
Gage’in hayatta kalmasını daha<br />
da inanılmaz hale getiriyordu.<br />
Gage ölmemişti ve ölecek gibi<br />
de durmuyordu. Bilinci açık ve<br />
yalnızca sersemlemiş halde<br />
uzanan Gage’in yardımına koşan<br />
ilk doktor, Edward Williams oldu.<br />
Dr. Williams‘a başından geçenleri<br />
kendisi anlatan Gage, doktoru<br />
hayretler içerisinde bırakmıştı.<br />
Dr.Williams, hayretle izlediği<br />
manzarayı şöyle anlatıyordu:<br />
“Daha arabadan inmeden<br />
kafasındaki yarayı fark ettim, beyin<br />
atışları açıkça görülebiliyordu.<br />
Kafasını muayene etmeden<br />
açıklayamacağım bir görüntü<br />
vardı. Kafası sanki ters çevrilmiş<br />
bir huniyi andırıyordu. Sonradan<br />
anladım ki bunun nedeni<br />
kemiğin her yönde yaklaşık beş<br />
metreye kadar kırılmış olmasıydı.<br />
Şunu da belirtmem gerekir ki<br />
kafatasına ve deri tabakalarına<br />
açılmış deliğin çapı üç buçuk<br />
santimetreydi ve kenarları dışa<br />
dönüktü. Ben bu yarayı incelerken<br />
Bay Gage, çevredekilere nasıl<br />
yaralandığını anlatıyordu. O<br />
kadar mantıklı konuşuyordu ve<br />
soruları yanıtlamaya o kadar<br />
istekliydi ki olay esnasında<br />
onun yanında bulunan tanıkları<br />
sorgulamak yerine sorularımı<br />
doğrudan kendisine yönelttim.<br />
Bay Gage bana olayın nasıl<br />
cereyan ettiğini aktardı. Şunu<br />
kesinlikle söyleyebilirim ki gerek<br />
o anda gerek daha sonraki<br />
karşılaşmalarımızda aklı<br />
tamamen yerindeydi. Sadece<br />
kazadan iki hafta kadar sonra,<br />
bir keresinde ısrarla bana John<br />
Kirwin diye hitap etti, ancak yine<br />
de tüm sorularımı kusursuz<br />
biçimde yanıtladı.”<br />
Vakasıyla uzun süre ilgilenecek<br />
olan doktoru Harlow ile ilk<br />
karşılaşması, Gage’in yürüyerek<br />
at arabasına binip gittiği<br />
pansiyonda gerçekleşti. Harlow<br />
yaranın temizlenmesi için ilk<br />
müdahaleyi yapmış, büyük<br />
yaranın üstüne ıslak tampon<br />
koyup bandajla kapattıktan<br />
sonra yarayı sargı bezlerine<br />
akması için açık bırakmıştı.<br />
Daha sonra Gage’in açık kalan<br />
yaraları iltihap kapmış, ancak<br />
o bu savaştan da galip çıkmıştı.<br />
Olay anında ölümü beklenen<br />
Gage, tanıkları şaşırtarak ölüme<br />
meydan okumakla kalmamış,<br />
hayati işlevlerini de koruyabilmişti.<br />
Ancak bu travmatik kaza<br />
Gage’deki bazı değişimleri de<br />
beraberinde getirecekti. Gage’in<br />
sol gözünün körlüğü dışında<br />
hiçbir organının işlevinde bir<br />
sıkıntısı yoktu. Konuşuyor,<br />
yürüyor ve düşünebiliyordu.<br />
Ancak geçirdiği kasılma krizleri<br />
nedeniyle bilinci yok olmuştu.<br />
Ayrıca Gage, kişiliği, huyları ve<br />
alışkanlıkları bağlamında artık<br />
eski Gage değildi. Başarılı, enerjik<br />
ve ılımlı bir karaktere sahip olan<br />
Gage artık daha düşüncesiz,<br />
kaba, dikbaşlı, küfürbaz ve<br />
saygısız birisine dönüşmüştü.<br />
Gage düşünebiliyordu; ancak bu<br />
düşünüş eskisi gibi değildi. Bu<br />
yeni düşünüş, zihinsel yetisi ile<br />
hayvansal eğilimleri arasındaki<br />
dengeyi kaybetmiş olmasından<br />
kaynaklanan, ahlaki yapıdan<br />
çok uzak bir düşünüştü. Gage<br />
artık iyi karar veremiyordu ve<br />
bu kararlar toplum tarafından<br />
hoş karşılanacak gibi değildi.<br />
Yaşamına fazlaca bağımsız ve<br />
umursamaz kararlarıyla devam<br />
ediyor, “benmerkezci” yaklaşımın<br />
doruklarında yaşıyordu. Uyumsuz,<br />
kavgacı, tembel, bakımsız ve<br />
güvensiz halleri onun bir daha<br />
eski işine dönememesine ve yeni,<br />
düzenli bir iş bulamamasına<br />
neden olmuştu. Değişen<br />
benliğiyle ancak amele işlerinde<br />
çalışabilmiş, ayrıca çok da sık yer<br />
değiştirmişti.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 97]
SİNİRBİLİMİN TUHAF<br />
VAKASI: PHINEAS GAGE<br />
Gage‘in bu akıl almaz olayı bilim<br />
adamlarının çokça üzerinde<br />
durduğu bir konu olmuş ve<br />
beyin sistemine getirilecek<br />
açıklamalarda katkı sağlamıştı.<br />
Bu bağlamda David Ferrier,<br />
hasarın yalnızca beynin prefrontal<br />
lobunda gerçekleşip beynin<br />
diğer kısımlarını etkilemediği<br />
sonucuna vardı. 1700’lerin<br />
sonunda Franz Joseph Gall,<br />
“Frenoloji” adlı önermesiyle<br />
beynin birbirinden bağımsız<br />
işlevsel bölümlerden oluştuğunu<br />
öne sürdü. Ardından Wernicke<br />
ve Broca’nın bulgularıyla, sol<br />
frontal lobun kaybının dil işlevi<br />
bozukluklarına sebep oluşundan<br />
yola çıkılarak sol frontal lobun<br />
dil işlevindeki rolü çizildi. Hanna<br />
Domasio ve Thomas Grabowski<br />
hasarın sınırlarını üç boyutlu<br />
koordinatlarla yeniden yaratmış<br />
ve David Ferrier’in iddiasını<br />
doğrulayarak frontal bölgenin ön<br />
kısmında (prefrontal bölge) daha<br />
büyük hasar olduğunu, hasarın<br />
yan taraflara taşmadığını ve<br />
sol yarıkürenin daha çok hasar<br />
gördüğünü bulmuşlardı. Daha<br />
sonraki çalışmalar da sınırı biraz<br />
daha netleştirerek ventra medial<br />
prefrontal lobun bireydeki ahlaki<br />
işlevler, karar verme, uyumluluk<br />
gibi toplumsal ve akılcı nitelikler<br />
açısından işlevsel olduğunu<br />
söylüyordu.<br />
Harvard Üniversitesi<br />
araştırmacıları tarafından<br />
kafatasının bilgisayar tomografisi<br />
çekilmiş; ancak araştırmacıların<br />
işten ayrılması sebebiyle bu veri<br />
kaybolmuştu. Ardından California<br />
Üniversitesi’nden John Van Horn<br />
ve arkadaşları, olayı yeniden<br />
incelemek adına kafatasının<br />
üç boyutlu modelini çıkararak<br />
demir çubuğun yerini tekrar<br />
tespit etmeye çalışmış ve bunun<br />
için Gage ile aynı eli kullanan 25<br />
yaşındaki 110 erkeği denek olarak<br />
kullanmışlardı.<br />
Tüm bu çalışmalar bizi beynin<br />
frontal bölgesinin ahlaksal<br />
görevler, sorumluluk, disiplin,<br />
karar verme gibi toplumsal<br />
düşünüş temelli, kontrollü ve<br />
davranışsal ögeleri kontrol eden<br />
bir yapıya sahip olduğu sonucuna<br />
ulaştırıyordu. Ancak bu işlevler<br />
frontal bölgenin tam olarak<br />
neresindeydi? Geçmişte yapılan<br />
çalışmaların verileri bu işlevlerin<br />
ventra medial prefrontal bölge<br />
tarafından yönetiliyor olduğu<br />
yönündeydi.<br />
Son gelişmeler ise bize yeni veriler<br />
sundu. Sinir yolları haritasının<br />
değişimi söz konusuydu. Plos<br />
One dergisinde yayımlanan bir<br />
araştırmaya göre,<br />
prefrontal bölgemizde<br />
özfarkındalıktan<br />
sorumlu “Superior<br />
Frontal Sulcus” ve<br />
duygular, tiksinme gibi<br />
bazı davranışlardan<br />
sorumlu “Insula”;<br />
Gage’in korkunç<br />
kazasında başrolleri<br />
oynayan bölgelerdi.<br />
Çubuk, beyin zarının %4’ünü ve<br />
beyindeki beyaz dokunun %11’ini<br />
yok etti. Beynin sol tarafında<br />
bulunan beyaz dokudan çok fazla<br />
kaybedilmesi dokuların bağlantılı<br />
olduğu sağ kısmı da etkilemiş ve<br />
bu nedenle beynin sağ kısmında<br />
da tam bir iyileşme olamamıştı.<br />
Phineas Gage vakası, geçmişte<br />
çok ilgilenilmiş olduğu gibi<br />
gelecekte de yerini koruyacak,<br />
bilime kaynaklık eden eşsiz vaka<br />
örneklerinden biridir. Bu olayın<br />
yadsınamaz katkısı sayesinde<br />
karmaşık beynimize her gün<br />
bir adım daha yaklaşıyoruz.<br />
Biliyoruz ki frontal korteksimiz,<br />
kendimiz için olduğu kadar<br />
toplumsal benliğimiz için de çok<br />
önemlidir. Bizi diğerleri tarafından<br />
sevilen kılan da “o”dur, iyi ve<br />
akılcı kararlar alıp geleceğimizi<br />
yaşanabilir kılan da…<br />
Kıymetini bilelim.<br />
[ 98] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 99]
LİMBİK<br />
SİSTEM<br />
LİMBİK SİSTEM<br />
Hipokampus,<br />
girus singuli,<br />
hipotalamus,<br />
parahipokompal<br />
alan, subkallozal<br />
oluşumlar, septum,<br />
talamusun ön<br />
çekirdekleri ve<br />
amigdalanın<br />
birlikteliğinden<br />
oluşan yapıdır.<br />
Limbik sistem,<br />
özellikle korku,<br />
öfke ve cinsel<br />
davranışlarla<br />
ilgili duygulanım<br />
durumunu ve<br />
hareketi motive<br />
eden faktörlerin<br />
kontrolünü<br />
sağlayan bölgedir.<br />
Aynı zamanda<br />
motivasyon,<br />
bellek ve algı gibi<br />
zihinsel işlevler<br />
ile ödül sistemi,<br />
maddenin kötüye<br />
kullanımı gibi<br />
deneyimlerin de<br />
merkezidir.<br />
LİMBİK KLİNİK SENDROMLAR<br />
HİPOLİMBİK: DEPRESYON, APATİ, AMNEZİ<br />
HİPERLİMBİK: MANİ, OKB, LİMBİK EPİLEPSİ,<br />
ÖFKE İŞLEV BOZUKLUĞU: UTİLİZASYON DAVRANIŞI,<br />
SOSYAL UYUMSUZLUK, ANKSİYETE, PANİK, PSİKOZ<br />
Limbik Sistem Hasarları<br />
VARSANILAR CİNSEL DÜRTÜLERDE DEĞİŞME<br />
KORKU, ÖFKE, SALDIRGANLIK BELLEK<br />
BOZUKLUĞU ŞİZOFRENİ<br />
[ 100] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
LİMBİK<br />
SİSTEMİN YAPISI<br />
AMİGDALA<br />
Motivasyon açısından anlamlı<br />
uyaranların (ödül, korku, çiftleşme<br />
vb sosyal işlevler) korktekse iletimi<br />
• Korku duyusunun kazanılması<br />
ve ifade edilmesi<br />
• Seçici biçimde<br />
Kötü koku ile aktive olur<br />
Nötral olmayan korkulu yüz<br />
ifadesiyle uyarılır<br />
• Ventromediyal prefrontal korteks<br />
öğrenilmiş korku yanıtlarının<br />
uzaması ya da bastırılmasından<br />
sorumlu<br />
• Otonom yanıt, koşullu uyaran<br />
ve bunların eşleştirilmesinin<br />
çözülümü<br />
• Affektif ve duyusal uyaranların<br />
bellekte saklanmasını sağlar<br />
• Belirgin duygusal uyarılara karşı<br />
doğrudan dikkatli ve hızlı affektif<br />
yanıtları düzenler<br />
AMİGDALA HASARI<br />
Maymun Çalışmaları<br />
• Nesnelerin duygusal uyarlara<br />
önemi kaybolur<br />
• Yılan ya da agresif maymun<br />
görünce korkmaz<br />
• Sosyal sonuçları felakettir<br />
Orbiofrontal korkteks lezyonu<br />
• Davranışsal ve ototnom yanıtlar<br />
uyumsuzdur<br />
İki taraflı amigdala hasarı nadirdir<br />
• İki taraflı dejenerasyonu<br />
olan bir hasta yüzlerdeki öfkeyi<br />
algılayamaz<br />
Otizm<br />
Suçluluk<br />
ÖRNEK 1980’lerin ortalarında<br />
Iowa Üniversitesi sinirbilim<br />
uzmanlarından Daniel Tranel’in<br />
hastalarından S.M. genetik bir<br />
durum olan Urbach-Wiethe<br />
hastalığının amigdalasında<br />
hasara sebep olması sonucu<br />
hiçbir şeyden korkmuyordu.<br />
Bu hastalıkta ciltte hasarlar ve<br />
beyinde kalsiyum çökeltilerinin<br />
birikmesi gibi belirtiler görülüyor<br />
ve bu belirtiler S.M.’nin<br />
amigdalasının iki kısmını da<br />
hasara uğratmıştı. Hastanın<br />
diğer duygularında herhangi bir<br />
bozulma meydana gelmediği<br />
için bu durum amigdalanın tüm<br />
duyguların merkezi olduğu tezini<br />
çürüttü. S.M. diğer insanlara<br />
göre güvenilir gelmeyen<br />
kişilere de güvenme eğiliminde<br />
olduğundan amigdalanın<br />
ansızın karşılaşılan tehlikelerle<br />
ilgili olmadığı sonucuna da<br />
ulaşıldı. Yani, korkuyu ayırt etme<br />
beynin bilincin dışındaki başka<br />
yerlerinde meydana geliyor; ancak<br />
korku bilinç dışına kaydedilir<br />
kaydedilmez amigdala devreye<br />
girip dikkati önemli bilgilere<br />
yöneltiyor. S.M.’nin beyni tehlikeye<br />
işaret eden bilinçsiz ipuçlarını<br />
yanlış yorumluyor, amigdala<br />
durumu değerlendirirken dehşet<br />
duygusu yerine coşku uyandırıyor.<br />
S.M.’nin korku duygusu üzerinde<br />
çalışan Feinstein, amigdala<br />
bölgelerinde benzer hasarlar<br />
görülen iki hastayla birlikte<br />
onu bir deneye alıyor. Deneyde<br />
hastalara belirli aralıklarla yüzde<br />
35 karbonsioksit içeren hava<br />
püskürten bir maske veriliyor.<br />
Deney sorasında hastalar belirgin<br />
bir panik atak geçiriyorlar.<br />
Karbondioksit kandaki asit<br />
derecesini etkileyerek beyinde bir<br />
dizi tepkimeye yol açıyor. Böylece<br />
beynin astım veya kalp krizi gibi<br />
içten gelen tehlikeleri dışarıdan<br />
gelen tehlikelerden daha farklı<br />
bir biçimde değerlendirdiği<br />
gözlemlenmiş oldu.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 101]
LİMBİK<br />
SİSTEM<br />
HİPOTALAMUS<br />
• İştah, açlık, tokluk, beslenme<br />
refleksleri<br />
• Vücut su dengesinin sağlanması<br />
• Vücut ısısının kontrolü<br />
• Kan basıncının kontrolü<br />
• Cinsel davranışlar, üreme<br />
üzerine etki<br />
• Öfke, heyecan, korku (davranış<br />
özellikleri)<br />
• Endokrin işlevler (hormonlar)<br />
TALAMUS<br />
• Duygusal bilgiyi kortekse aktarır.<br />
• Ruhsal durum ve ağrıların<br />
algılanması ile ilişkilidir.<br />
HİPOKAMPUS<br />
• Belleğin oluşumu, uzun süreli<br />
bellek oluşumu, suçluluk<br />
DENTAT GİRUS<br />
• Yeni anılar, mutluluk hissinin<br />
önemi<br />
PARAHİPOKAMPAL<br />
GİRUS<br />
• Uzaysal bellek<br />
SİNGULAT GİRUS<br />
• Otonom işlevler (kalp hızı,<br />
kan basıncı ve dikkat vb bilişsel<br />
süreçler)<br />
ORBİOFRONTAL<br />
KORTEKS<br />
• Karar verme süreci<br />
ÖDÜL<br />
MERKEZLERİ<br />
Ana ödül merkezleri orta<br />
önbeyin demeti (MFB) ve<br />
özellikle de hipotalamus<br />
çevresindedir.<br />
Zayıf uyaran ödül hissi<br />
verirken güçlü olan ceza<br />
hissi verir.<br />
Daha az güçlü ödül<br />
merkezleri de septum,<br />
amigdala, bazı<br />
talamus ve bazsal<br />
çekirdeklerdedir.<br />
Buraların uyarısı<br />
ödül hissi verir ve hoş<br />
yiyeceklere rağmen<br />
hayvanlar kendilerine<br />
elektrik uyaranı vermeyi<br />
seçerler.<br />
CEZA<br />
MERKEZLERİ<br />
Güçlü alanlar orta<br />
beyinde yer alır.<br />
Daha az güçlü<br />
alanlar amigdala ve<br />
hipokampustadır.<br />
Bu bölgelerin uyarılması<br />
hayvanlarda mutsuzluk,<br />
korku, terör hissi, ağrı<br />
ve hatta hastalanma<br />
sebebidir.<br />
[ 102] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
Örnek: Kimyager fizyolog Ivan Pavlov,<br />
köpeklerin sindirim sistemi üzerinde<br />
araştırmalar yaparken “koşullanma kavramı”nı<br />
keşfetti. Köpeklerin tükürük bezleri ve sindirim<br />
sistemi arasındaki ilişkiyi incelemek için deneye<br />
başlayan Pavlov, midenin sindirim işlemine<br />
başlamadan önce tükürük bezlerinin harekete<br />
geçmesi gerektiğini buldu. Daha sonra çeşitli<br />
uyarıcıların sindirim sistemini nasıl etkileyeceği<br />
üzerinde çalışmaya başlayan Pavlov, deneye<br />
köpeğe yemek vereceği zaman yanıp sönen<br />
bir ışık, tıklayan bir metronom ve bir zili dahil<br />
etti. Bu uyarıcılardan önce sadece yemeği<br />
gördüğünde salya akıtmaya başlayan köpek,<br />
bir süre sonra sadece bu uyarıcıları görünce<br />
de salya akıtmaya başladı. Böylece Pavlov<br />
şartlı refleksi keşfetmiş oldu ve aynı zamanda<br />
uyarıcılar sık sık yanlış uyarılar verdiğinde şartlı<br />
refleksin kaybolduğunu da ortaya koydu.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 103]
SAĞLIKLI BİR ZİHİN<br />
İÇİN ÖNERİLER<br />
Sağlıklı<br />
Bir Zihin İçin<br />
Öneriler<br />
24<br />
Gevşeme<br />
tekniklerini<br />
öğrenin. Stres<br />
beynimizi<br />
olumsuz<br />
yönde etkiler<br />
ve gevşeme<br />
yöntemleri<br />
stresin etkilerini<br />
boşalmaya<br />
yardımcı olur.<br />
1<br />
Az yiyin. Kalori kısıtlaması ve<br />
egzersizin tıbbi olarak ömrü<br />
uzattığı biliniyor.<br />
2Günde bir kez gerçekten açlık<br />
hissedin. Açlık durumlarında<br />
salgılanan ghrelin hormonu,<br />
vücudu dinçleştirmek görevi<br />
de olan büyüme hormonunun<br />
salgılanmasına ve hafıza ile<br />
ilgili bölgelerin çalışmasına<br />
katkı sağlar.<br />
3<br />
Arada bir belli gıdaları belli<br />
süreler boyunca tüketmeyin.<br />
Bu beyin dokusunun<br />
toksinlerden arınmasını ve<br />
yenilenmesini kolaylaştırır.<br />
[ 104] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
4<br />
Her gün yeni bir kelime<br />
öğrenin. Kelime hazinesine<br />
yapılan her katkı bilişsel<br />
süreçleri doğrudan etkileyerek<br />
zihinsel sağlığa olumlu etki<br />
yapar.<br />
5 Her hafta üç-dört kelimenin<br />
etimolojisini öğrenin.<br />
Kelimelerin kökenleriyle<br />
birlikte öğrenilmesi dil<br />
algılama alanlarının ve<br />
dolayısıyla entelektüel beyin<br />
işlevlerinin kapasitesini ve<br />
kalitesini yükseltir.<br />
6 Her gün en az bir kez en<br />
azından hafifçe terleyecek<br />
kadar yorulun. Hareket, beynin<br />
kan dolaşımını arttırarak<br />
zihinsel faaliyetlerin düzene<br />
girmesini sağlar ve beyin<br />
için faydalı birçok hormonun<br />
düzeyini arttırır.<br />
7<br />
Yılda bir-iki kez yeni bir motor<br />
beceri kazanın. Bu beynin yeni<br />
hücreler ve yeni bağlantılar<br />
üretmesini sağlar.<br />
8En az bir sanat dalıyla ilgilenin.<br />
Sanatsal alanlarda yapılacak<br />
her türlü faaliyet, beynin<br />
bütüncül algılama ve üretim<br />
sistemlerini faaliyete geçirerek<br />
tüm zihinsel sistemin uyum<br />
içinde çalışmasını sağlar.<br />
9<br />
Kalem ve kağıt kullanma<br />
sıklığınızı arttırın. Bu<br />
yetenekler kullanılmadıkça<br />
ilgili alanlarda yapısal<br />
bozulmalar ve yozlaşmalar<br />
başlayabiliyor.<br />
10<br />
Bilmediğiniz konularda sorular<br />
üretmeye çalışın (cevaplar<br />
önemli değil).<br />
11 Rutinlerden kaçının. Beynimiz<br />
ne kadar karmaşık olursa<br />
olsun rutin işleri yaparken<br />
çaba harcamaz ve bundan<br />
bir fayda elde etmez. Rutinin<br />
dışına çıkmak bilinci uyarır<br />
ve farkındalık düzeyimizin<br />
artmasını sağlar.<br />
12<br />
13<br />
14<br />
15<br />
Zihin haritası (mindmap)<br />
kullanmayı öğrenin. Planlama<br />
ve düşünce akışı için kullanılan<br />
zihin haritalama teknikleri,<br />
bilişsel işlevler için oldukça<br />
faydalı sonuçlar veriyor.<br />
Ciddi kararlar almadan<br />
önce yürüyüş yapın. Hafif<br />
egzersiz, beynin dolaşım<br />
ve metabolizmasını düzene<br />
sokarak daha sağlıklı<br />
düşünmenizi ve karar<br />
vermenizi sağlayabilir.<br />
Sevebileceğiniz her şeyi sevin<br />
ve sevdiklerinizi yakınınızda<br />
tutmaya gayret edin. Sevgi<br />
hissi beyinde çok olumlu<br />
etkiler yapan bir dizi değişimi<br />
tetikler.<br />
Günlük olaylarda hayret<br />
edebileceğiniz milyonlarca<br />
detay ve bağlantıya dikkat edin,<br />
gerekirse bu konuda notlar<br />
alın.<br />
16<br />
Haftada bir kez “kesin<br />
olarak bildiğiniz bir<br />
şey”den şüphe etmeye<br />
çalışın! Sorgulamak bilgi<br />
eksikliklerini keşfetmenize<br />
ve bunu tamamlamak için<br />
çabalamanıza sebep olur.<br />
17<br />
30 günlük sürelerle her gün<br />
tekrarlayabileceğiniz basit<br />
alışkanlıklar geliştirin.<br />
18 Beyin beden hareketlerini<br />
Fırsat buldukça aynada<br />
kendinize gülümseyin ve bunu<br />
içtenlikle yapmaya çalışın.<br />
kontrol ettiği gibi beden<br />
hareketleri de beyne geri<br />
bildirim yapar ve bu geri<br />
bildirimin ruh durumumuz<br />
ve beyin çalışma ritmimiz<br />
üzerinde inanılmaz etkileri<br />
vardır.<br />
19<br />
Özellikle sosyal medya<br />
ve haberlerde sizi<br />
endişelendirecek şeyler<br />
yerine mutlu edecek şeylere<br />
odaklanın.<br />
20<br />
21<br />
22<br />
23<br />
Uymasanız bile zaman<br />
planlaması çalışmaları yapın.<br />
Zaman planlaması, zihnimizin<br />
zaman algısını genişletir<br />
ve işlerimizde daha verimli<br />
olmamızı sağlar.<br />
Uykunuza çok dikkat edin.<br />
Uyku beden için değil<br />
beyin içindir ve biyolojik<br />
döngülerinize uygun bir uyku<br />
zihinsel çalışmanızı etkileyen<br />
en önemli etkenlerden biridir.<br />
Gereksiz kimyasal<br />
kullanımından uzak durun.<br />
Zihinsel gücü arttırdığı iddia<br />
edilen tüm bitkisel yahut<br />
sentetik bileşenler, sağlıklı<br />
bir zihinsel işleyiş için uzak<br />
durulması gereken şeylerdir.<br />
Kahve; azı karar çoğu zarar.<br />
Günde bir fincan kahve bilişsel<br />
işlevleri olumlu yönde etkiler<br />
ve bazı rahatsızlıklara karşı<br />
koruyucu etkileri vardır. Ancak<br />
fazla kafein alınması vücudu<br />
yorar.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 105]
BEYNİMİZE İYİ<br />
GELENİ YİYİN<br />
KARIN NASIL OLSA DOYAR<br />
PEKİ YA<br />
BEYİN?<br />
Dengeli<br />
beslenme ve<br />
vitamin, protein,<br />
mineraller<br />
bakımından<br />
zengin gıdaların<br />
tüketimi tüm<br />
diğer organlar<br />
gibi beyin<br />
fonksiyonlarının<br />
yerine getirilmesi<br />
için de önemlidir.<br />
[ 106] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
Vitamin eksikliği, boş kalorili<br />
gıdalarla yetersiz beslenme,<br />
günlük olarak alınması gereken<br />
minerallerin alınamaması beyni<br />
etkileyerek hafızayı zayıflatır, zihin<br />
karışıklığına ve konsantrasyon<br />
eksikliğine neden olur. Bazı<br />
gıdalar ise beyin, özellikle de<br />
hafıza için daha yararlıdır.<br />
Beyin çok enerji tüketiyor, hatta<br />
günlük tükettiğimiz enerjinin %25’i<br />
beyne gidiyor. Araştırmacılar,<br />
kan akışında 25 gram glükoz<br />
dolaşırken beynin en iyi şekilde<br />
çalıştığını söylüyor. Bir seferde çok<br />
ağır yemektense günde az ve sık<br />
öğünlerle yemek, yemek sonrası<br />
yorgunluğunu engellememize<br />
yardımcı olabilir; fakat gerçekten<br />
beyne direkt olarak iyi gelen<br />
yiyecekler var mı?<br />
Bu konuda yapılmış pek çok<br />
araştırma var. Bunlardan<br />
biri olan National Review of<br />
Neuroscience’ta yayınlanan bir<br />
makaleye göre Kurkumin ve<br />
omega-3 içeren besinler yaşlıların<br />
bilişsel kaybını yavaşlatıyor<br />
ve beyin hasarına sahip olan<br />
insanlarda ise bilişselliği<br />
geliştiriyor. Somon ve ceviz gibi<br />
besinler de zengin Omega-3<br />
kaynaklarından sadece ikisi.<br />
Kurkumin ise genelde, bir baharat<br />
olan zerdaçalda bulunuyor.<br />
Journal Appetite’te yayınlanan<br />
başka bir makaleye göre,<br />
araştırmacılar glisemik<br />
indeksinde (GI) düşük sıralarda<br />
olan yiyeceklerin kahvaltı için<br />
iyi olduğunu söylüyor. Glisemik<br />
indeksi, yemekleri glikoz<br />
veya şeker seviyelerinizi nasıl<br />
etkilediğine göre sıralandırıyor.<br />
Evet, çocukların hafızası ve bilişsel<br />
kabiliyetleri sabahları düşüyor;<br />
fakat yapılan düşük GI kahvaltısı,<br />
yüksek GI kahvaltısına oranla<br />
bu düşüşü minimuma indiriyor.<br />
Düşük GI yemekler: meyve, sebze<br />
ve yulaf ezmesi…<br />
American Journal of Clinical<br />
Nutrition’da yayınlanan bir<br />
çalışmaya göre de Avustralya ve<br />
Endonezya’da, omega-3, demir,<br />
çinko, folat, ve A, B6, B12, C<br />
vitaminlerini içeren bir karışım,<br />
öğrencilere öğrenme konusunda<br />
ve hafıza kullanımını gerektiren<br />
sınavlarda yardımcı oldu.<br />
FOLAT BAKIMINDAN<br />
ZENGİN GIDALAR:<br />
Bir B vitamini olan folat, vücudun<br />
yeni hücreler üretmesine ve<br />
var olan hücrelerin yapısının<br />
korunmasına yardımcı olur.<br />
Özellikle gebelik döneminde<br />
yaşanabilecek folat eksikliği erken<br />
doğuma, bebeğin normal kilo<br />
altında doğmasına ve nöral tüp<br />
defekti (kusuru) oluşmasına yol<br />
açabilir.<br />
B-1 VİTAMİNİ BAKIMINDAN<br />
ZENGİN GIDALAR:<br />
B1 vitamini özellikle beyin ve sinir<br />
sisteminin sağlığını korumak<br />
açısından önem taşımaktadır.<br />
B1 vitamini eksikliği depresyon,<br />
unutkanlık ve sinirlilik haline<br />
neden olabilir. Günlük tavsiye<br />
edilen B1 vitamini miktarı<br />
yetişkin erkekler için 1.2 mg,<br />
kadınlar içinse 1.1 mg’dır.<br />
Sakatatlar, tam tahıllı pirinç,<br />
baklagiller ve şeker pekmezi<br />
iyi birer B1 kaynağıdır.<br />
B6 VİTAMİNİ<br />
YÖNÜNDEN ZENGİN<br />
GIDALAR:<br />
B6 vitamini beyin ve sinirler<br />
arasındaki iletişimi sağlayan<br />
nörotransmitterlerin<br />
oluşumu için gereklidir.<br />
Bu nedenle sağlıklı bir<br />
beyin gelişimi ve işlevi<br />
için önem taşımaktadır.<br />
B6 vitamini eksikliğinin<br />
belirtileri arasında dikkat<br />
eksikliği ve kısa süreli hafıza<br />
kaybı gibi direkt olarak<br />
beyni ilgilendiren sorunlar<br />
bulunmaktadır.<br />
OMEGA 3 VE OMEGA 6<br />
YAĞ ASİTLERİ:<br />
Normal büyümenin yanı<br />
sıra beynin gelişimi ve<br />
normal fonksiyonlarını<br />
yerine getirebilmesi<br />
açısından önemlidir. Beyin<br />
bu yağ asitlerini kendi<br />
üretemediğinden alabileceği<br />
tek kaynak tükettiğimiz<br />
gıdalardır.<br />
YUMURTA<br />
Yumurtanın kolesterolü<br />
arttırdığı yönünde kötü bir<br />
ünü olmakla birlikte düzenli<br />
yumurta tüketiminin beyin<br />
fonksiyonlarını geliştirdiğine<br />
dair bazı araştırma sonuçları<br />
bulunmaktadır.<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 107]
BİLİM KURGU EDEBİYATINDAN<br />
SEÇKİLER<br />
[n]Beyin’de en sevilen eserler<br />
Karanlığın<br />
Sol Eli<br />
1<br />
ŞEFFAF<br />
2<br />
3<br />
Fahrenheit<br />
451<br />
Bilim kurgu’nun en önemli iki ödülü olan Hugo<br />
ve Nebula’nın sahibi Karanlığın Sol Eli, dünyaya<br />
çok benzeyen ‘Kış’ adlı bir gezegende geçiyor.<br />
Bu gezegende yılın en sıcak zamanlarında<br />
bile yarı-kutup iklimi yaşanır ve tüm sakinleri<br />
çift cinsiyetlidir. Cinsel kimliğin bir statü ya da<br />
güç aracı olarak kullanılmadığı bu gezegende<br />
kişiler yılın belli bir döneminde o anki<br />
hormonal durumlarına göre erkek ya da kadın<br />
olmaktadırlar. Öyle ki, birkaç çocuk doğurmuş<br />
bir anne daha sonra başka çocukların babası<br />
olabilmektedir. “Arkadaşlık” ve “sevgililik”<br />
arasındaki “boşluk” anlamsızlaşmış; insan<br />
düşüncesini belirleyen düalizm eğilimi<br />
azalmış; insanlığın güçlü/zayıf, koruyucu/<br />
korunan, hükmeden/hükmedilen, sahip olan/<br />
sahip olunan... Ve benzeri ikiliklerini oluşturan<br />
temeller zayıflamış gibidir. ‘Kış’ Cehaletin,<br />
şimdinin, mevcudiyetin ilerlemeden daha gözde<br />
olduğu bir gezegendir.<br />
Bir gün ‘Kış’a uzaydan bir erkek elçi gelir ve<br />
onların da katılmasını istediği bir gezegenler<br />
birliğinden söz eder... Elçinin gelişiyle birlikte<br />
yerli ile yabancı, erkek ile dişi, benzerlik ve<br />
benzemezlik, parça ile bütün arasındaki ilişki<br />
ve çelişkiler insanlardaki karşılıklarını bulup<br />
yaşamaya başlar...<br />
Ursula K. Le Guin’in en önemli eserlerinden<br />
biri olan Karanlığın Sol Eli, Ümit Altuğ’un<br />
çevirisiyle Ayrıntı’dan çıkan kitaplar arasında.<br />
Şeffaf (İngilizce orijinal adı: The<br />
Tommyknockers) orijinal dilinde 1987<br />
yılında yayınlanan Stephen King’in bilim<br />
kurgu ve korku türündeki romanı. Türkçe<br />
çevirisinde “Şeffaf” adı verilmişse de<br />
Tommyknockers kelimesi 1820’lerde<br />
Pensilvanya’da ve Kaliforniya’da altına<br />
hücum döneminde ellerinde çekiçle<br />
madenlerde bulunduğu düşünülen<br />
korkutucu küçük adamlara deniliyordu.<br />
Madenciler arasında korkutucu hikayeler<br />
bu dönemde yaygınlaşmıştı.<br />
Yazar, bu bilim kurgu romanında önce<br />
Roberta Anderson adlı karakterin<br />
hayatına odaklanıyor. Daha sonra<br />
dünya dışı varlıkların insanlığı tehlikeye<br />
süreklediğini fark ediyoruz.<br />
Ray Bradbury’nin 1951’te ilk defa basılan<br />
ünlü bilim kurgu romanıdır. Baskıcı<br />
bir gelecek toplumunun anlatıldığı bu<br />
kitap aynı zamanda distopya olarak da<br />
sınıflandırılabilir.<br />
Eser, kitapların itfayeciler tarafından<br />
yakıldığı, insanların sadece televizyonda<br />
beyin yıkayıcı şovlar izlediği ve kitap<br />
bulundurup düşünen insanların yok<br />
edildiği bir gelecekte geçmektedir.<br />
Kitap adını, kağıdın 451 Fahrenheit’ta<br />
tutuşması gerçeğinden almaktadır.<br />
Aynı zamanda ünlü Fransız sinemacı,<br />
François Truffaut tarafından da sinemaya<br />
uyarlanmıştır ancak Truffaut kendi<br />
yorumunu katmayı tercih etmiş ve<br />
kurguda bazı değişiklikler yapmıştır.<br />
Bu film Türkiye’de “Değişen Dünyanın<br />
İnsanları” adıyla gösterime girmişti.<br />
BİLİMKURGU BİLİMKURGU BİLİMKURGU<br />
[ 108] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
Android’ler<br />
Elektrikli Koyun<br />
Düşler mi?<br />
4 6<br />
5<br />
1984 Üç Cisim<br />
Problemi<br />
İlk kez 1968 senesinde yayınlanan Philip<br />
K. Dick tarafından yazılan bilim kurgu<br />
romanıdır. Hikaye örgüsü, bir android<br />
avcısı Rick Deckard’ın, ikinci bir avcı John<br />
İsidore isyancı androidlerin peşinden<br />
gitmesi anlatılır. Roman insanlık<br />
felsefesini inceler. 1982 yılında Hampton<br />
Fancher ve David Peoples’ın kitaptan<br />
uyarladıkları senaryo Ridley Scott<br />
tarafından Harrison Ford’un başrolde<br />
olduğu Bıçak Sırtı adlı filme çekildi.<br />
Kitabın devam romanlarının başlığı da<br />
Blade Runner olarak kondu.<br />
Kitap 1968 yılında Nebula Ödülleri’nde<br />
adaylık elde etti. 1998 yılında ise Locus<br />
Poll Ödülleri’nde 1990 yılından önce<br />
yayımlanmış en iyi bilim kurgu kitabı<br />
seçildi.<br />
“Parti’nin dünya görüşü, onu hiç<br />
anlayamayan insanlara çok daha kolay<br />
dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar<br />
ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü<br />
tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun<br />
bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi<br />
gibi, yuttuklarından geriye bir şey<br />
kalmıyordu.”<br />
George Orwell’in kült kitabı Bin Dokuz<br />
Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin<br />
bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin<br />
yok edildiği, zihnin kontrol altına<br />
alındığı, insanların makineleşmiş<br />
kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir<br />
dünya düzeni, romanda inanılmaz bir<br />
hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar<br />
kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde<br />
dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar<br />
düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar<br />
gerçekçi bir romandır Bin Dokuz Yüz<br />
Seksen Dört. Güncelliğini hiçbir zaman<br />
yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına<br />
değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır.<br />
Yılın bilim kurgu romanı Üç Cisim<br />
Problemi, 2015 Hugo En İyi Roman Ödülü<br />
2014 Nebula Ödülü Adayı 2015 Locus<br />
Ödülü Adayı 2015 John W. Campbell<br />
Ödülü Adayı.<br />
Gizli bir askeri proje, uzaylılarla iletişime<br />
geçmek için uzaya sinyal gönderir, bu<br />
sinyali yakalayan, yıkımın eşiğindeki<br />
bir uygarlık ise Dünya’yı kendisi için<br />
istemektedir.<br />
BİLİMKURGU BİLİMKURGU BİLİMKURGU<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 109]
BİLİM KURGU EDEBİYATINDAN<br />
SEÇKİLER<br />
BİLİM KİTAPLARINDAN<br />
SEÇKİLER<br />
Zamanın<br />
Muhafızı<br />
7<br />
2<br />
Düş<br />
Dokumacısı<br />
3<br />
Büyük<br />
Gökbilimciler<br />
“Kimse kaderi değiştiremez... Evren<br />
buna izin vermez. Ve Allah’tan başka<br />
hiçbir güç, kıyamet saatini ne ileri ne<br />
de geri kaydırabilir. Bir şeyler buna<br />
neden olacak olur ise Zamanın Muhafızı<br />
müdahale etmek zorunda kalır. Çünkü<br />
o, kıyamet saatine kadar zamanı<br />
korumakla görevlidir. Korkunç bir uçak<br />
kazası, kazadan mucize eseri kurtulan<br />
bir doktoru ve evrenin sırlarını çözmeye<br />
çalışan bir kuantum fizikçisini birbirine<br />
bağlar. Fakat bu, evreni tehlikeye sokar<br />
ve Zamanın Muhafızı beklenmedik bir<br />
anda ortaya çıkar.”<br />
Ankara’dan Peru’nun yağmur<br />
ormanlarına, İstanbul’dan İngiltere’ye<br />
uzanan bilinmezlerle dolu, sürükleyici<br />
bir yolculuk sizi bekliyor. Etkileyici<br />
hikâyesi, muhteşem kurgusu ve akıcı<br />
diliyle bu romanın her sayfasını merakla<br />
çevireceksiniz. Ve hiç tahmin etmediğiniz<br />
bir sona ulaşırken Zamanın Muhafızı<br />
gerçeklik kavramınızı altüst edecek.<br />
Neyin gerçek, neyin rüya olduğunu kim<br />
bilebilir?<br />
Douwe Draaisma’nın kitabı yazma süreci,<br />
bir arkadaşının ricası üzerine körlerin düş<br />
yaşamı hakkında araştırma yapmasıyla<br />
başlamış. “Doğuştan körlerin düşlerinde<br />
görsel imgeler bulunmaz, peki ama o zaman<br />
ne olur düşlerinde? O boşluk sesler, kokular<br />
ve dokunma izlenimleriyle mi doldurulur?<br />
Görüntüsüz düşe gene de düş denebilir mi?”<br />
Bu sorular kısa zamanda beraberinde<br />
başka soruları da getirmiş elbette: “Düşteki<br />
görüntüler gerçekte ‘bir tür film gibi’<br />
deneyimleniyorsa, neden onca insan düşlerini<br />
siyah beyaz mı, renkli mi gördükleri sorusunu<br />
cevaplamayı çok zor bulur? Düş görürken<br />
insan düş gördüğünü fark edebilir mi? ... Erotik<br />
düşler, en derinlerde yatan cinsel arzuların mı<br />
ifadesidir? Kâbuslardaki korku niçin insanın<br />
hareket edememesi hissiyle ilintilidir? Uçma<br />
düşleri neden her zaman hoş duygular bırakır<br />
görende? … Ve elbette soruların en zoru: Bir<br />
anlamı var mıdır düşlerin?”<br />
Kimi zaman hatırlamasak da hemen herkesin<br />
düş gördüğünü göz önüne alırsak, hepimizin<br />
bir noktada merak etmiş olabileceği sorular<br />
bunlar. Draaisma ise her zamanki hoş<br />
sohbet üslubuyla, bilimsel bulguları ilginç<br />
anekdotlarla harmanlayarak ele alıyor bu ve<br />
benzeri konuları.<br />
“Tüm doğa bilimleri içinde, sorgulayan<br />
kişiye gökbilim kadar görkemli nesneler<br />
sunan bir başka bilim dalı daha yoktur.<br />
En eski zamanlardan beri yıldızların<br />
incelenmesi, günümüzdeki cazibesine<br />
sahip olagelmiştir. En ilkel toplumlarda,<br />
Güneş, Ay ve yıldızların hareketleri,<br />
insan ilişkileri üzerinde sahip oldukları<br />
düşünülen etkileri nedeniyle ilgi<br />
çekmiştir.”<br />
Cambridge Üniversitesi Lowndean<br />
Gökbilim ve Geometri Profesörü olan<br />
Robert Stawell Ball’ın kaleme aldığı bu<br />
kitapta, yalnızca gökyüzünü seyreden<br />
yıldız gözlemcilerinden tutun, masası<br />
başında çalışan soyut matematikçilere<br />
varıncaya dek pek çok farklı alanda<br />
çalışan nice gökbilimcinin, bilim tarihine<br />
yaptığı değerli katkıları bulacaksınız.<br />
BİLİMKURGU BİLİM BİLİM<br />
[ 110] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
Aborcinler<br />
4 6<br />
5<br />
Elektronun<br />
Tarihçesi<br />
Modern<br />
Bilimin<br />
Oluşumu<br />
Beyaz tarihçilerin ve beyaz insanların çoğu<br />
tek taraflı biçimde, yaptıklarının hep iyi ve<br />
güzel yanlarından, yerli halkların ise hep kötü<br />
yanlarından dem vurdular. Böyle yazdılar<br />
çizdiler, böyle anlattılar. Çoğu zaman yalan<br />
söylediler. Doğruları ise ezilen, toprakları,<br />
kültürleri ve inançları ellerinden zorla alınan<br />
yerli halklar söyleyecek.<br />
Aboricinlerle ilgili Türkçe bilgi ancak<br />
ansiklopedilerde veya bazı “sığ” çalışmalarda<br />
bulunuyor. Örneğin, Amerikalı yazar Marlo<br />
Morgan’ın Bir Çift Yürek ve Sonsuzluğun Mesajı<br />
adlı kitapları Türkiye’de yayınlandığında ki, bu<br />
kitaplar Avustralya’ya hiç gelmedi ve büyük<br />
sansasyon yaratmıştı. Gerçekte Marlo Morgan<br />
hiç Avustralya’ya gelmiş ve Aboricinlerin bile<br />
güçlükle yaşadığı o zor doğa koşullarında bir<br />
beyaz tenli olarak onlarla birlikte yaşamış<br />
mıydı? Yazarın kitaplarında daha çok Kuzey<br />
Amerikalı yerlilerin yaşam şekilleri ve<br />
inançlarına benzeyen bazı konuları işlemesine<br />
bakılırsa bu sorulara olumlu yanıt vermek zor.<br />
Uzun ve yorucu bir uğraş sonunda ortaya çıkan<br />
bu çalışma, Avustralya yerlileri Aboricinlerin<br />
kökeninin, sosyal ve kültürel yapılarının,<br />
inançlarının, geleneksel yaşam biçimlerinin<br />
ve sanatlarının yakından tanınması için<br />
yapılmış bir araştırmadır. Aynı zamanda,<br />
topraklarının beyazlar tarafından nasıl işgal<br />
edildiğini, kültürlerinin nasıl yok edildiğini,<br />
soykırımı, katliamları ve beyaz istilacılara karşı<br />
topraklarını nasıl savunduklarını anlatan hazin<br />
bir öyküdür.<br />
Deneysel Fizik Profesörü ve Cambridge<br />
Cavendish Laboratuvarı müdürü Joseph<br />
John Thomson, 1897’de, katot ışınlarında<br />
elektrik taşıyan öğelere parçacıklı<br />
bir doğa atfetti. Bu olay, geleneksel<br />
olarak elektronun keşfi kabul edilen<br />
gelişmenin ana unsurudur. Tam otuz<br />
sene sonra oğlu George Paget Thomson,<br />
elektron kırınımının ilk görüntülerini<br />
elde etti ve bu görüntüler sayesinde,<br />
babasının elektronlarının dalga benzeri<br />
davranışlarını gösterdi. İşe bakın<br />
ki, babası bir dalga görüngüsünün<br />
(katot ışınları) tanecikler bağlamında<br />
açıklanabileceğini göstermişken, oğlu<br />
da babasının belirlediği taneciklerin<br />
dalga özelliği taşıdığını ileri sürüyordu.<br />
Elinizdeki kitabın öyküsü kısaca budur.<br />
Birçok fizikçi ve bilim tarihçisi bu<br />
öyküye aşina olsa da, bu kitapta ilk defa<br />
ayrıntılarıyla anlatılıyor.<br />
“Bilimsel devrim, doğa konusundaki<br />
düşünce kategorilerinin yeniden<br />
yapılanmasından öte bir şeydi. Bilimsel<br />
araştırma etkinliklerinde gittikçe artan<br />
sayıda kişinin yer almasını ve modern<br />
yaşamda gittikçe daha etkin rol oynayan<br />
yeni bir teoriler kümesinin yayılmasını da<br />
ifade eden toplumsal bir olguydu.”<br />
-Richard S. Westfall-<br />
Ağırlıklı olarak 17. yüzyıl bilim tarihine<br />
yoğunlaşan bu kitabın ana tezi,<br />
modern bilimin oluşmasındaki temel<br />
düşüncelerin, kendi iç mantıkları<br />
uyarınca geliştikleridir.<br />
Westfall’in deyimiyle bu kitap, bilimsel<br />
devrim tarihinde ağırlık merkezinin<br />
düşünce tarihi olduğuna dair inancın bir<br />
ifadesidir.<br />
BİLİM BİLİM BİLİM<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 111]
NÖROPAZARLAMA<br />
BERÇİM BERBEROĞLU<br />
Bu “iş”te bi’<br />
[n]öro’luk<br />
var!<br />
BERÇİM<br />
BERBEROĞLU<br />
Nöropazarlama<br />
1990’lı yılların başında<br />
Amerika ve Avrupa’da<br />
hızla gelişmeye başladı.<br />
1990 yılında Harvard<br />
Üniversitesi’nden Prof.<br />
Dr. Gerry Zaltman’ın,<br />
kısaca fMRI olarak<br />
bildiğimiz “işlevsel<br />
manyetik rezonans<br />
görüntüleme”<br />
cihazlarını ilk<br />
kez pazarlama<br />
araştırmalarında<br />
kullanmasıyla<br />
gündeme gelen<br />
nöropazarlamanın isim<br />
babası ise Prof. Dr. Ale<br />
Smidts oldu.<br />
Teknolojinin hızla gelişmesi,<br />
her alanda olduğu gibi<br />
sinirbilim konusunda da yapılan<br />
araştırmaların hızla artmasına<br />
ve bu alanın diğer bilim dallarıyla<br />
olan ilişkisinin derinleşmesine<br />
neden oldu. Küreselleşen<br />
günümüz dünyasıyla birlikte<br />
karmaşıklaşan tüketici istek<br />
ve ihtiyaçları, doğal olarak,<br />
işletmeler tarafından bunların<br />
tatmini açısından yeni veriler elde<br />
etme ihtiyacını da doğurdu. Bu<br />
doğrultuda da tüketicilerin karar<br />
mekanizmalarının anlaşılması<br />
büyük önem kazandı. Tam da<br />
bu sırada sinirbilim, pazarlama<br />
biliminin derdine derman olacak<br />
araçlarla ortaya çıktı. Pazarlama<br />
ile beyin bilimlerinin bu göz alıcı<br />
bir evliliğini artık “nöropazarlama”<br />
olarak biliyoruz.<br />
Nöropazarlama 1990’lı yılların<br />
başında Amerika ve Avrupa’da<br />
hızla gelişmeye başladı. 1990<br />
yılında Harvard Üniversitesi’nden<br />
Prof. Dr. Gerry Zaltman’ın,<br />
kısaca fMRI olarak bildiğimiz<br />
“işlevsel manyetik rezonans<br />
görüntüleme” cihazlarını ilk<br />
kez pazarlama araştırmalarında<br />
kullanmasıyla gündeme gelen<br />
nöropazarlamanın isim babası ise<br />
Prof. Dr. Ale Smidts oldu. Smidts<br />
2002 yılında nöropazarlama<br />
kelimesini ilk kez kullanarak<br />
bu terimin literatüre girmesini<br />
sağlamıştı. 2000’li yıllara kadar<br />
nöropazarlama araştırmaları<br />
büyük şirketler tarafından, kendi<br />
stratejilerini geliştirme yönünde<br />
özel olarak yürütülüyordu. 2002<br />
yılında ise Amerika’nın San<br />
Francisco şehrinde dünyanın ilk<br />
nöropazarlama şirketi olan Sales<br />
Brain’in kurulmasıyla bu kavram<br />
kurumsal bir nitelik kazanmış<br />
oldu. Tüm bu gelişmelerle<br />
artık adından sıkça söz ettiren<br />
nöropazarlama, ünlü marka<br />
danışmanı Martin Lindstrom’un<br />
bu konuyla ilgili araştırmalarını<br />
derlediği ve ülkemizde de çok<br />
sayıda kopyası satılan “Buy.<br />
ology” adlı kitabını yayınlamasıyla<br />
popülerliğine popülerlik kattı.<br />
[ 112] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ
Bu çiçeği burnunda<br />
araştırma yöntemi,<br />
yıllar içinde önce<br />
ürünü, sonra bilgiyi<br />
ve son olarak da<br />
“insan”ı odağına<br />
alan pazarlama için,<br />
“insan”ı anlama<br />
çabasında çığır açıcı<br />
bir yenilik olarak<br />
ortaya çıkartıyor.<br />
En yalın haliyle nöropazarlama,<br />
sinirbilimsel yöntemlerle<br />
pazarlama faaliyetlerinin<br />
planlanması ve yürütülmesi<br />
anlamına geliyor. Peki, nedir bu<br />
yöntemler?<br />
Aslında temelde nöropazarlamada<br />
kullanılan yöntemleri ikiye<br />
ayırmak mümkün: Biyometrik,<br />
yani bedendeki çeşitli değişimlere<br />
dair ölçümler ve beynin elektriksel<br />
tepkilerini ölçümleme yöntemleri.<br />
Yüz okuma (facial coding),<br />
gözbebeklerinin hareketlerinin<br />
takibi (eye-tracking), deri<br />
iletkenliği (GSR) ve kalbin elektrik<br />
faaliyetlerinin kaydedilmesi<br />
anlamına gelen elektrokardiyografi<br />
(EKG) gibi teknikler, biyometrik<br />
ölçümlemeler içinde en sık<br />
kullanılanlar. Beynin elektrik<br />
faaliyetlerinin kaydedildiği<br />
EEG (Elektroensefalografi),<br />
beynin hangi alanlarının daha<br />
fazla çalıştığını gösteren fMRI<br />
(Fonksiyonel Manyetik Rezonans<br />
Görüntüleme), kızılötesi ışınlarla<br />
beynin işlevlerini okumayı<br />
sağlayan fNIRs (İşlevsel Yakın<br />
Kızılötesi Görüntüleme), zararsız<br />
radyoaktif maddelerle beynin<br />
işlevsel alanlarının incelenebildiği<br />
PET (Pozitron Emisyon<br />
Tomografisi), beynin manyetik<br />
alanlarını görmemizi sağlayan<br />
MEG (Manyetoensefalografi)<br />
gibi cihazlar ise beyin tepkilerini<br />
gerçek zamanlı olarak<br />
görebilmemizi ve ölçebilmemizi<br />
sağlayan teknikler. Tüm bunlar<br />
içinde nöropazarlamada en<br />
çok kullanılanları ise kullanım<br />
rahatlığı ve maliyet açısında EEG<br />
ve gözbebeği takip yöntemleri.<br />
Çeşitli uyaranlara maruz<br />
kalındığında beynimizin yaydığı<br />
elektromanyetik dalgalarda<br />
bölgesel olarak frekans<br />
değişimleri meydana gelir.<br />
EEG cihazları bu frekansları<br />
ölçümlemeye olanak sağlar.<br />
Gözbebeği takip sistemleri ise<br />
gözbebeğinin hareketlerini<br />
milimetrik olarak ölçerek;<br />
katılımcıların nereye, hangi<br />
süreyle ve ne kombinasyonda<br />
baktığını analiz etmemizi sağlar.<br />
Bu iki yöntem entegre edilerek<br />
kullanıldığında kesine yakın<br />
sonuçlar elde edebiliyoruz.<br />
Günümüzde artık pazarlamayla<br />
ilgili faaliyetler çoğunlukla bu<br />
yöntemlere göre şekillendiriliyor.<br />
Mal/hizmet analizi, fiyatlandırma<br />
kararları, marka ve ürün<br />
konumlandırma, ambalaj, logo ve<br />
web tasarımı, pazarlama iletişimi<br />
çalışmaları nöropazarlamanın<br />
aktif olarak kullanıldığı<br />
alanlardan sadece birkaçı.<br />
Nöropazarlamanın odak noktası,<br />
insanların toplumsal normlarla<br />
şekillenen “doğru”yu söyleme<br />
eğilimini göz ardı ederek<br />
zihinlerinin derinliklerinde yer<br />
alan “gerçek”in peşine düşmek.<br />
İnsanlar, hiç de sanıldığı gibi<br />
“akılcı” ve sürekli olarak “akıllıca<br />
kararlar veren” canlılar değiller.<br />
Kararlarımız çoğu kez duygusal<br />
ve beynin “dilsiz ve bilinçsiz”<br />
kısımları tarafından yönlendiriliyor.<br />
İnsanlar çoğu zaman kendileriyle<br />
ilgili herkes için doğru olmayan<br />
gerçekleri söylemeyi reddetme<br />
ve genel geçer yanıtlar verme<br />
eğilimindedirler. Bunlara,<br />
kararların ve seçimlerin doğru<br />
tahlil edilip değerlendirilememesi,<br />
dolayısıyla yanlış ifade etme<br />
ihtimalini de eklediğimizde;<br />
geleneksel yöntemlerin, objektif<br />
ve doğru sonuçlara ulaşma<br />
konusunda bazı sınırlılıklara<br />
sahip olduğunu görüyoruz.<br />
Nöropazarlama, bu eksikliği<br />
geleneksel araştırma yöntemlerini<br />
sinirbilimsel dayanaklarla<br />
destekleyerek, yani bu yöntemleri<br />
karşımıza değil yanımıza alarak<br />
gidermemizi sağlayan bazı<br />
araçlar sunuyor. Yani, geleneksel<br />
araştırma yöntemlerinin<br />
keskin akılcılığına karşı çıkan<br />
nöropazarlama araştırmaları, ünlü<br />
sinirbilimci Antonio Damasio’nun<br />
“insanlar karar verirken<br />
beyinlerinin rasyonel kısımlarını<br />
değil duygusal kısımlarını<br />
kullanarak akıl dışı kararlar<br />
verirler” saptamasını gerçek<br />
hayata geçiriyor.<br />
ÇOK DİSİPLİNLİ BİR ALAN!<br />
Nöropazarlama tüketicilerin karar<br />
mekanizmalarını anlamamız için<br />
bize fizyolojik temeller sunarken;<br />
sinirbilimden olduğu kadar<br />
psikoloji, sosyoloji, davranışsal<br />
iktisat gibi dallardan da<br />
beslenmeyi ihmal etmiyor. Birçok<br />
bilim dalıyla etkileşim içinde<br />
olması ve araştırmalarını somut<br />
verilere dayandırması sebebiyle,<br />
nöropazarlama kelimesini<br />
önümüzdeki günlerde daha sık<br />
duyacağız gibi görünüyor!<br />
Kaynakça<br />
Dinçer, Atlı (2014), “Pazarlamada Yeni Bir<br />
Vizyon: Nöropazarlama”, Pi, Sayı 01, 20<br />
Girişken, Yener (2014), “Nöropazarlama<br />
Yöntemiyle Ölçümleme Üzerine Deneysel<br />
Bir Tasarım”, Pi, Sayı 01, 28<br />
[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 113]
EDİTÖR’<br />
DEN<br />
[ 114] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ