08.01.2016 Views

publication

publication

publication

SHOW MORE
SHOW LESS

Create successful ePaper yourself

Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.

[n]Beyin DERGİSİ YAYINLARI<br />

OCAK 2015 SAYI<br />

01<br />

OTIZM<br />

OTİZM NASIL OLUŞUR SY12<br />

PARANORMAL<br />

OLAYLAR<br />

HAYALETLERLE İLGİLİ 10<br />

BİLİMSEL GERÇEK SY46<br />

DOSYA<br />

BAGIM-<br />

LILIK<br />

BAĞIMLILIKLAR<br />

ÜZERİNE SY22<br />

İNSAN<br />

OLMA<br />

MÜCADE-<br />

LESİ<br />

BEYNİN EVRİMİ<br />

SY6


DERGİSİ YAYINLARI<br />

OCAK 2016 SAYI<br />

01<br />

BVV Yönetim Danışmanlığı<br />

Eğitim Araştırma Ajans Bilişim<br />

Ticaret Ltd. Şti. Adına<br />

İMTİYAZ SAHİBİ<br />

Nihat Çevik<br />

SORUMLU GENEL YAYIN YÖNETMENİ<br />

Dr. Sinan Canan<br />

KREATİF DİREKTÖR<br />

Ozan Akdur<br />

SANAT YÖNETMENİ<br />

Eren Berktaş<br />

SORUMLU EDİTÖR<br />

Atlas Özlü<br />

YAYIN DANIŞMAN KURULU<br />

Dr. Oytun Erbaş<br />

Dr. Sultan Tarlacı<br />

Dr. Cem Mumcu<br />

Murat Menteş<br />

MALİ YÖNETMEN<br />

Süleyman Çevik<br />

İLETİŞİM KOORDİNATÖRÜ<br />

Gülçin Eke<br />

HUKUK DANIŞMANI<br />

Av. Serdar Seratlı<br />

SESLENDİREN<br />

Bahar Tuğba<br />

YÖNETİM ADRESİ<br />

Uğur Mumcu’nun Sokağı no 21/4<br />

06700 G.O.P., Çankaya| Ankara<br />

TELEFON<br />

+90 312 428 08 67<br />

info@brandway.com.tr<br />

www.brandway.com.tr<br />

22<br />

BAGIM-<br />

LILIK<br />

Dopamin (DA), vücutta<br />

doğal olarak üretilen bir<br />

kimyasaldır. Beyinde,<br />

dopamin reseptörlerini<br />

aktive ederek<br />

nörotransmiter olarak<br />

görev yapar. Dopamin,<br />

ayrıca, hipotalamustan<br />

da salgılanır ve kana<br />

karışarak nörohormon<br />

görevi yapar. Nörohormon<br />

olarak görevi hipofizin<br />

ön lobundan prolaktin<br />

salgılanmasını<br />

baskılamaktır.<br />

6<br />

İNSAN OLMA MÜCADELESİ<br />

BEYNİN EVRİMİ<br />

Beynimiz, evrendeki en karmaşık aynı<br />

zamanda en hayranlık verici nesnedir.<br />

Henüz anne karnındayken<br />

beynimizdeki 100 milyar civarında<br />

sinir hücresinin görevlerini tek...<br />

44<br />

DOSYA<br />

BAĞIMLILIK TEDAVİSİNDE<br />

HİPNOZ<br />

Sigara, alkol, alışveriş, seks ve madde<br />

bağımlıkları… Bugünümüzdeki birçok<br />

bağımlılığın, bilinçaltımızdaki köklerine<br />

inerek, bağımlılığa dayalı inançlarımızla<br />

mücadele eden, yaratıcı, kalıcı...<br />

12<br />

OYTUN ERBAŞ<br />

18<br />

VEDAT OZAN SÖYLEŞİSİ<br />

SÖYLEŞİSİ OTİZM<br />

KOKU VE BELLEK<br />

İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi Kokunun yeryüzündeki varlığını<br />

öğretim üyesi, Florence Nightingale araştırmak üzere çıktığı yolda yaptığı<br />

Hastanesi Deneysel Cerrahi Araştırma ve araştırmalar ve çalışmalar sonucu<br />

Uygulama Merkezi sorumlusu ve<br />

Kokular Kitabı ve Kokular Kitabı 2-<br />

[n]Beyin Projesi eğitmenlerinden Yrd.... Parfümler isimli iki kitap yazan...


46<br />

PARANORMAL OLAYLARA DAİR<br />

10 BİLİMSEL AÇIKLAMA<br />

ABD merkezli kamuoyu araştırma şirketi<br />

Gallup’un 2005’te gerçekleştirdiği<br />

bir kamuoyu araştırmasına göre<br />

Amerikalıların %37’si perili evlere<br />

inanıyor.<br />

66<br />

CİNSİYET VE<br />

BEYİN<br />

Cinsiyet kimi kaynaklarda hem biyolojik<br />

cinsiyeti hem cinsiyet rollerini veya<br />

cinsiyet kimliğini içine alan geniş bir<br />

kavram olarak kullanılsa da<br />

farklılıklarından bahsedeceğimiz...<br />

60<br />

[n] Beyin NEDİR?<br />

BUGÜNE KADAR NELER YAPTI?<br />

2013’te kurulan [n]Beyin, bilim ile insan<br />

arasındaki mesafeyi kaldırarak beynimizi<br />

keşfetmek ve onu kalıcı olarak<br />

dönüştürmek üzerine ortaya atılmış bir<br />

fikir. Sinirbilimcilerden ve sanatçılardan<br />

oluşan [n]Beyin ekibi, verdiği bireysel ve<br />

kurumsal hizmetlerle şirketler, devlet<br />

kurumları, eğitim kurumları, sivil toplum<br />

örgütleri, kobiler, eğitmenler, öğrenciler<br />

ve çocuklar için beynin olanaklarını<br />

etkili bir şekilde kullanmayı vaat ediyor.<br />

Bunu da sahne gösterileri, seminerler...<br />

80<br />

SOKRATES VE<br />

BİLİM<br />

Atina halkının Sokrates’e yönelttiği<br />

suçlama Savunma’da şöyle dile getirilir:<br />

“Sokrates suçludur: Yer altında,<br />

gökyüzünde olup bitenleri araştırıyor<br />

açıkça; eğriyi doğru diye gösteriyor...<br />

86<br />

GÖRME, GÖRSEL<br />

96<br />

ÇOCUKLARIMIZ<br />

ALGILAMA ve FOTOĞRAF<br />

VE TELEVİZYON<br />

Algı, daha önce bahsettiğimiz gibi<br />

Bilindiği üzere günümüzde televizyonun<br />

nesnelerin bireyin duyu organları ile elde olumsuz etkileri birçok platformda<br />

ettiği verilerdir. Algılanan ise gerçekliğin tartışılmaktadır. Olumsuz etkilerine<br />

önemli bir bölümünü oluşturan<br />

değinmeden önce “Acaba televizyon<br />

nesnelerdir. Bir resme veya fotoğrafa... olumlu bir etkiye sahip midir?”...<br />

04<br />

10<br />

23<br />

30<br />

HADİ<br />

BAŞLAYALIM<br />

DANDİNİ DANDİNİ<br />

DASTANA MUSA GÖÇMEN<br />

ÖDÜL VE CEZA<br />

NİL GÜN<br />

BAĞIMLILIK<br />

NEDİR<br />

ÇOCUKLARDA TEKNOLOJİ<br />

40 VE İNTERNET BAĞIMLILIĞI<br />

52<br />

56<br />

N<br />

58 HABERLER<br />

70<br />

BEYNİNİZE<br />

72 AYNA TUTMAK<br />

76<br />

78<br />

9 BİLİM<br />

91 KURGU FİLMİ<br />

96<br />

LİMBİK<br />

1 0 0 SİSTEMİN YAPISI<br />

1 0 4<br />

BEYNİMİZE İYİ<br />

1 0 6 GELENİ YİYELİM<br />

1 0 8<br />

1 2<br />

BİLİMİ DEĞİL İNSANI<br />

ANLATMAK MESELE<br />

HİPNOZ<br />

ODAKLANMAKTIR<br />

RESMİN BÜTÜNÜNÜ<br />

GÖRMEK<br />

EĞİTİMCİLER NEURO-<br />

FEEDBACK’İ ONAYLIYOR<br />

TİYATRO SAHNESİNDE<br />

BİLİM<br />

SİNİRBİLİMİN TUHAF<br />

VAKASI: PHINEAS GAGE<br />

SAĞLIKLI BİR ZİHİN<br />

İÇİN ÖNERİLER<br />

KİTAP RAFLARINDAN<br />

SEÇTİKLERİMİZ<br />

BU “İŞ”TE Bİ’<br />

[N]ÖRO’LUK VAR!


EDİTÖR’<br />

DEN<br />

HADİ<br />

BAŞLAYALIM<br />

ATLAS<br />

ÖZLÜ<br />

EDİTÖR<br />

2013’ten itibaren beyni insanlara<br />

anlatan [n]Beyin’ler, eğlenceli ve<br />

farklı eğitimleri, sahne gösterileri<br />

ve projeleriyle sizlerle bir araya<br />

geliyor.<br />

[n]Beyin projesi dahilinde okurla<br />

buluşan [n]Beyin Dergi’nin ilk<br />

sayısından herkese selam.<br />

İki aylık bir bilim dergisi olan<br />

[n]Beyin Dergi’de, [n]Beyin<br />

eğitimlerinde olduğu gibi herkes<br />

için anlaşılır olmayı ve beynimizin<br />

en karmaşık, bilinmez yanlarını ve<br />

farklı alanlardan yazı ve konuları<br />

keyifli bir dille sizinle paylaşmayı<br />

amaçlıyoruz.<br />

İlk sayımızda ele aldığımız dosya<br />

konumuz ‘Bağımlılık’. “Bağımlılık”<br />

dediğimizde herkesin aklına ilk<br />

gelen ‘madde bağımlılığı’ olsa da<br />

dosyamızın içinde de okuyacağınız<br />

ve bizim de hazırlarken bağımlılık<br />

üzerine bilmediğimiz pek çok<br />

şey olduğunu öğrendiğimiz<br />

bağımlılık çeşitleri ve nedenleri var.<br />

Bunlardan en ilgi çekecek olanının<br />

‘ilişki bağımlılığı’ olacağı şüphesiz,<br />

çünkü sevdiklerimizle kurduğumuz<br />

bağların bir süre sonra bir sevgi<br />

bağı olmaktan çıkıp bağımlılık<br />

haline dönüştüğünü çoğu kez fark<br />

etmiyoruz.<br />

Bu konuyu dergimizde bizimle<br />

yazılarını paylaşan uzmanlara<br />

bırakarak dosya konumuz dışında<br />

neleri ele aldığımıza bir göz atalım:<br />

Beynimizin evriminden başlayan<br />

yolculukta beynin bölgeleri, yapısı,<br />

cinsiyet ve beyin, beynimize iyi<br />

gelecek önerilerle [n]Beyin’in<br />

temel aldığı konulara değindiğimiz<br />

sayımızda pek çok farklı başlıklara<br />

temas ettik. Sinemadan fotoğrafa,<br />

tiyatrodan felsefeye farklı<br />

disiplinlerin buluştuğu fikir ve<br />

düşüncelere yer verdik.<br />

Koku ve bellek üzerine hiç<br />

düşündünüz mü? Koku duyumuzun<br />

algılarımızı nasıl etkilediğini ya da<br />

kokuların hafızamızda nasıl bir yer<br />

oluşturduğunu... İşte Vedat Ozan<br />

bize koku duyumuzu ve kokuları<br />

anlatıyor.<br />

Ve hipnoz… [n]Beyin etkinliğine<br />

konuk olan hipnoz eğitmeni<br />

Barış Yıldırım bize hipnoz ile<br />

ilgili merak ettiğimiz konuları<br />

anlatırken, kendi kendimizi<br />

hipnoz etme yöntemlerine<br />

de değindi. “Hipnoterapi<br />

ile bağımlılıklarımızdan ve<br />

geçmişimizden bugünümüze<br />

taşıdığımız sancılarımızdan<br />

kurtulabilir miyiz?” sorusunun<br />

[ 4 ] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


altını çizerken, hipnoz ile ilgili<br />

bilinen yanlışları da konu aldık.<br />

TED Konuşmalarından tanıdığımız<br />

Jill Bolte Taylor’ın 2008 yılında<br />

yaptığı Taylor’a inen müthiş içgörü<br />

darbesi isimli TED konuşmasına<br />

kulak verdik. Taylor, bir bilim insanı<br />

olarak beyin üzerine araştırmalar<br />

yaptığı sırada geçirdiği beyin<br />

kanamasıyla kendi içgörgüsüne<br />

dönüyor. Ve beyin kanaması<br />

sırasında yaşadıkları Taylor için bir<br />

felaket, hastalık olmanın ötesinde<br />

bir deneyim ve beyin üzerine yaptığı<br />

çalışmaların bir parçası oluyor. Bu<br />

deneyimi anlatan Taylor, kendisini<br />

büyülenerek dinleyenleri, sağ<br />

beyni hissetmeye davet ediyor. Ve<br />

varoluşun en temel sorusu olan<br />

soruyu soruyor tüm içtenliğiyle:<br />

“Biz Kimiz?”…<br />

Jill Bolte Taylor’ın bu içten<br />

sorusuna verdiği yanıta gelmeden<br />

önce, [n]Beyin Dergimizin<br />

ilk sayısının siz okurlarıyla<br />

buluşmasının heyecanıyla ve<br />

umutla atılan her çalışma öncesi<br />

yükselen bir sesle [n]Beyin<br />

projesinde yer alan hocalarımız ve<br />

tüm çalışma arkadaşlarım adına<br />

yeniden kocaman bir merhaba tüm<br />

okurlarımıza.<br />

“Biz kimiz?” İşte Jill<br />

Bolte Taylor’ın yanıtı:<br />

“Biz evrenin kudreti, yaşam<br />

gücüyüz. El becerilerimiz ve iki<br />

bilişsel zekâmız var. Ve anbean,<br />

bu dünyada kim olmak, nasıl bir<br />

insan olmak istediğimizi seçebilme<br />

gücümüz var. Tam burada, hemen<br />

şimdi, sağ yarıküremin bilincine<br />

geçebilirim; bizim olduğumuz<br />

yere. Ben evrenin yaşam gücü,<br />

kudretiyim. Ben, diğer her şey ile<br />

bir ve tek olan ve cismimi oluşturan<br />

50 trilyon güzel moleküler dehanın<br />

yaşam gücü ve kudretiyim. Ya da;<br />

sol yarıküremin bilincine geçmeyi<br />

seçebilirim: Tek başına bir birey<br />

olduğum, bir cisim olduğum<br />

duruma. Akıştan ayrı, sizlerden<br />

ayrı… Ben Dr. Jill Bolte Taylor:<br />

entelektüel, nöroanatomist.<br />

Bunlar benim içimdeki “biz”ler.<br />

Siz hangisini seçerdiniz? Hangisini<br />

seçiyorsunuz? Ve ne zaman?<br />

İnanıyorum ki, sağ yarıküremizin o<br />

içsel huzur devrelerini çalıştırmayı<br />

ne kadar çok seçersek, dış dünyaya<br />

da o kadar çok huzur ve barış<br />

yansıtacağız ve gezegenimiz çok<br />

daha huzurlu bir yer olacak.”<br />

Kış mevsiminin,<br />

soğuk havanın<br />

bizi iyice<br />

hareketsizleştirdiği,<br />

gündelik<br />

yaşamın zorunlu<br />

koşuşturmalarının<br />

içinde sıkıştığımız<br />

kısacık günlerde;<br />

kendimizi,<br />

beynimizi<br />

tanıyıp ve yalnız<br />

olmadığımızı<br />

hissettiren<br />

ortaklıklarımızda<br />

buluşalım.<br />

Ve<br />

hadi<br />

başlayalım…<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 5 ]


İNSAN OLMA MÜCADELESİ<br />

SİNAN CANAN<br />

INSAN OLMA<br />

MÜCADELESI<br />

SİNAN<br />

CANAN<br />

DOÇ. DR.<br />

Beynimiz, evrendeki<br />

B<br />

en karmaşık aynı<br />

zamanda en hayranlık<br />

verici nesnedir. Henüz<br />

anne karnındayken<br />

beynimizdeki 100 milyar civarında<br />

sinir hücresinin görevlerini tek<br />

tek bilerek ve hatasız yapması,<br />

birbirleriyle olan bağlantılarını<br />

en iyi şekilde kurup onlarca<br />

farklı tip hücreden hangisine<br />

dönüşeceklerini biliyor olması<br />

gerçekten hayret verici.<br />

Bilim ilerledikçe beynin nasıl<br />

çalıştığına dair birçok mekanizmayı<br />

aydınlatmayı başardı.<br />

HOMO<br />

ERECTUS<br />

HOMO ERECTUS<br />

[ 6 ] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


Buna rağmen beynin<br />

çalışmasıyla ilgili bazı konular<br />

karanlıkta kalmaya devam<br />

ediyor. Çözmeye çalıştığımız<br />

yapbozun birçok önemli<br />

parçası hala eksik. Özellikle de<br />

insanlık tarihi boyunca bütün<br />

bu gelişmelerin nasıl ortaya<br />

çıktığı hakkında bilgimiz çok<br />

az. Beynimiz neden bu kadar<br />

karmaşık ve nasıl bir değişim<br />

gösterdi? Neden dengeyi<br />

korumaya özen gösteriyoruz?<br />

Neden yürüyor, konuşuyor ve<br />

hatta akşam yemek için ne<br />

pişireceğimizi düşünüyoruz?<br />

Neden gülüyor, neden ağlıyor<br />

ve neden tatil için belirli yerleri<br />

seçiyoruz? Ve en önemlisi,<br />

bizim beynimizle diğer<br />

memeli hayvanların beyinleri<br />

arasındaki fark ne?<br />

HOMO<br />

SAPIENS<br />

HOMO SAPIENS<br />

BEYNIN<br />

EVRIMI<br />

İnsan türünün kökenine ve yüzyıllar<br />

boyunca uğradığı değişime dair çok<br />

sayıda teori bulunuyor ve bunlara<br />

her geçen gün yenileri ekleniyor.<br />

Darwin’in “evrim kuramı” bunların<br />

en önemlisidir. Bu kurama göre<br />

yaşayan tüm canlılar bir şekilde<br />

akrabadır ve hepsi tek bir ortak<br />

kökenden gelişerek bugünkü<br />

çeşitliliğine ulaşmıştır. Darwin’in<br />

genel teorisi yaşamın cansız<br />

nesnelerden türediği yönündedir.<br />

Ana vurgusu tamamen natüralist<br />

(tabiat kanunları dışında yönlendirme<br />

olmadan) bir yaklaşım olan<br />

“uyarlanmayla türeme”dir. Fakat<br />

yaşamın evriminden bahsettiğimizde<br />

sadece fiziksel görünüşümüzdeki<br />

değişimden bahsetmiyoruz.<br />

Bedenimizle ilgili her şey değişim<br />

gösteriyor; düşünce, bilincimizin<br />

niteliği ve daha birçok şey...<br />

Farklı türlerin beyinleri<br />

incelendiğinde insan<br />

beynindeki hücreler, moleküller,<br />

nörotransmitterler ve sinapslar<br />

neredeyse tamamen diğer<br />

türlerinkiyle aynı. Yani böcek,<br />

sürüngen, balık ve memelilerin<br />

tamamı aynı yapıtaşlarından<br />

oluşuyor.<br />

İnsanla diğer hayvanları<br />

karşılaştırdığımızda bazı<br />

özelliklerin yalnızca insana özgü<br />

olduğunu görüyoruz. Mesela<br />

diğer canlılardan hangisi<br />

mizahtan ya da güzellikten<br />

anlıyor olabilir? En azından<br />

şimdiye kadar ziyaret etme<br />

şansına erişmiş olanlarımız,<br />

İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin<br />

güzelliğini deneyimlemiştir.<br />

Burayı ziyaret eden<br />

herkes zamanda donmuş<br />

nice mucizeye şahitlik<br />

edebiliyor. Bir de müzeye<br />

giden bir köpeği düşünün.<br />

Acaba zihinsel tepkileri<br />

aynı mı olurdu? Elbette<br />

hayır! Öylesine ortalıkta<br />

gezinir ve ancak arkeoloji<br />

hayranlarından oluşan<br />

kalabalığı gördüğünde belki<br />

biraz heyecanlanırdı.<br />

Beynimizin bir başka yeteneği de<br />

doğru ve yanlışı ayırt edebiliyor<br />

olmasıdır. Hayvanlar içgüdüleriyle<br />

davranır ve en az dirençle<br />

karşılaşacakları yolu tercih eder.<br />

İnsan ise toplumun tüm baskı ve<br />

direncine karşı koyarak kendisi<br />

için doğru olduğunu düşündüğü<br />

hedeflere doğru ilerleme ve<br />

düşüncelerini farklı derecelerde<br />

kontrol edebilme yeteneğine<br />

sahiptir.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 7 ]


İNSAN OLMA MÜCADELESİ<br />

SİNAN CANAN<br />

BEYNİN BOYUTU<br />

ZEKA İLE DOĞRU<br />

ORANTILI MI?<br />

Beyin eski dönemlerde nispeten<br />

çok daha sade bir yapıya sahipti.<br />

Günümüzde daha basit yapılı beyin<br />

örneklerini kurtçuklar, böcekler<br />

ve sümüklüböcekler gibi en alt<br />

canlılık düzeylerinde görebiliyoruz.<br />

Bu ilk beyinler, çoğunlukla<br />

yüzlerce sinir hücresinin bir araya<br />

gelmesinden oluşan ganglionlar<br />

biçimindedir. Daha gelişmiş<br />

organizmalardan olan balık ve<br />

iki yaşamlıların belirgin olan<br />

beyinleri, beden büyüklükleriyle<br />

kıyaslandığında oldukça küçüktür.<br />

Sürüngenler ve kuşlar, görme<br />

ve koku alma gibi özel duyulara<br />

ayrılmış uzman alanlara sahiptir.<br />

Memelilerde ise çok farklı biçim ve<br />

boyutlarda beyinler görebiliyoruz.<br />

Yeryüzündeki en büyük memeli<br />

beyni mavi balinaya aittir ve 1.4 kg<br />

ağırlığındaki insan beynine karşılık<br />

yaklaşık 6 kg ağırlığa sahiptir.<br />

Yapılan araştırmaların sonucunda<br />

beynin boyutunun düşünüldüğü<br />

kadar önemli olmadığının<br />

görülmesiyle beraber zekâ ve<br />

insan bilişine dair anlayışımızda<br />

köklü değişiklikler gerçekleşti.<br />

Kuzey Amerika’da yaşayan bir tür<br />

sinek kuşunun beyni, bir gramın<br />

altındaki ağırlığıyla belki de en<br />

küçük beyinlerden biri. Fakat 6<br />

kg ağırlığındaki mavi balinanın<br />

beynini düşündüğümüzde bu iki<br />

beynin muhteşem çeşitlilikteki<br />

davranışları üretebildiğini<br />

görüyoruz. Her iki canlı da<br />

sesle iletişim kuruyor, erkekleri<br />

cezbediyor, yavrularına bakıyor<br />

ve mevsimlere bağlı olarak uzak<br />

yerlere göç ediyor. Ayrıca, minicik<br />

beyne sahip olan sinek kuşu çok<br />

karmaşık çiftleşme dansları ve<br />

yuvalar yapıyor, çiçekleri bulmaya<br />

yönelik ilginç örüntü-tanıma<br />

problemlerini rahatlıkla çözebiliyor.<br />

Bu noktada, beynin boyutlarından<br />

ayrı olarak beyin büyüklüğü ile<br />

vücut büyüklüğü oranından da<br />

bahsetmemiz gerekir. Bu oran,<br />

insan veya başka bir canlının zekâ<br />

düzeyini yansıtan önemli bir değer<br />

olarak karşımıza çıkıyor.<br />

SIÇAN<br />

VÜCUT AĞIRLIĞI 200 G BEYİN AĞIRLIĞI 3G<br />

%1.5<br />

HAYVANIN YÜZDE KAÇINI BEYİN OLUŞTURUYOR?<br />

İNSAN<br />

VÜCUT AĞIRLIĞI 70 KG BEYİN AĞIRLIĞI 1.3 KG<br />

%1.9<br />

İNSANIN YÜZDE KAÇINI BEYİN OLUŞTURUYOR?<br />

ASLAN<br />

VÜCUT AĞIRLIĞI 200 KG BEYİN AĞIRLIĞI 200 G<br />

%0.1<br />

HAYVANIN YÜZDE KAÇINI BEYİN OLUŞTURUYOR?<br />

MAVİ BALİNA<br />

VÜCUT AĞIRLIĞI 60000 KG BEYİN AĞIRLIĞI 6 KG<br />

%0.01<br />

HAYVANIN YÜZDE KAÇINI BEYİN OLUŞTURUYOR?<br />

Buradan da<br />

anlaşılacağı<br />

üzere yanlızca<br />

beynin<br />

ağırlığına<br />

bakarak o<br />

canlının<br />

zihinsel<br />

kapasitesi<br />

hakkında doğru<br />

bir yargıya<br />

varmamız pek<br />

mümkün değil.<br />

[ 8 ] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


İNSAN BEYNİNİN EVRİMİ<br />

SENARYOLARINA ÖZET<br />

BİR BAKIŞ<br />

Hominid (insansı) beyinleri 3-4<br />

milyon yıl içinde, 400 gramdan,<br />

insandaki ağırlığıyla bugün 1400<br />

grama kadar büyümüş görünüyor.<br />

1.7 milyon yıl öncesinde yaşadığı<br />

tahmin edilen ve Homo erectus<br />

olarak isimlendirilen insansı<br />

canlının beden olarak aslında<br />

günümüz insanından çok da<br />

küçük olmadığını fakat beyin<br />

hacminin neredeyse insan beyninin<br />

yarısı olduğunu biliyoruz. Beynin<br />

evrimi ve gelişimi hakkında<br />

bilim insanlarının üzerinde<br />

çalıştığı birçok soru var; fakat<br />

evrim açısından bakıldığında,<br />

beyin büyüklüğü ve zekânın çok<br />

avantajlı olduğuna dair birçok<br />

kanıt birikmiş durumda. Daha zeki<br />

olan yunuslar, şempanzeler ve<br />

insanlar gibi memelilerin beyinleri,<br />

küçük kafatasına daha fazla yüzey<br />

sığdırabilmek amacıyla çok daha<br />

kıvrımlı iken daha az zekâ gösteren<br />

hayvanların beyin yüzeyleri<br />

genellikle daha düzdür. Bununla<br />

birlikte zekâyla en doğrudan ilişkili<br />

olan parametrelerin başında,<br />

beynin bedene göre büyüklük<br />

oranı gelir. İlginç bir şekilde biz<br />

annelerimizin karnında gelişirken<br />

altıncı aya kadar beyinlerimiz<br />

oldukça düzgündür ve kıvrımlar<br />

doğumdan birkaç hafta önce<br />

şekillenir.<br />

BEYİN NEDEN SÜREKLİ<br />

BÜYÜDÜ VE NEDEN<br />

ZEKÂ GİTTİKÇE ARTTI?<br />

Evrimsel bakış açısıyla açıklamaya<br />

çalışırsak aslında senaryolar<br />

oldukça mantıklı. Milyonlarca<br />

yıl önce neler olduğunu elbette<br />

kesin olarak bilme şansımız yok.<br />

Fakat elimizdeki kanıtlardan yola<br />

çıkarsak büyüyen beyinlerimizin<br />

ve artan zekâmızın bize tabiatta<br />

hayatta kalmamız için avantaj<br />

sağladığını söyleyebiliriz. Nesiller<br />

boyunca beyni daha büyük<br />

olan, daha karmaşık stratejiler<br />

üretebilen, bireyler arası iletişim<br />

ve işbirliğinde en yetenekli olan<br />

atalarımızın bu sayede hayatta<br />

kalmayı başardığını düşünebiliriz.<br />

Zira bugün insanı diğer memeli<br />

türlerinden ayıran en önemli<br />

özelliklerden biri çok sayıda bireyin<br />

ortak bir amaç uğruna işbirliği<br />

yapabileceği bir zihinsel donanıma<br />

sahip olmasıdır. Milyonlarca<br />

insan farklı inanç, ideoloji veya<br />

amaç etrafında toplanarak farklı<br />

stratejilerle hem çok büyük<br />

medeniyetlerin kurulmasına hem<br />

de büyük yıkım ve acılara neden<br />

olabiliyor. Başka hiçbir canlının<br />

beyni bu kadar büyük bir sosyal<br />

işbirliğine izin verecek yetenekte<br />

değil.<br />

Araştırmacılar özellikle 2 milyon<br />

yıl kadar önce insansılarda ortaya<br />

çıkmış gibi görünen ayakta dik<br />

durma özelliğinin beyinleri çok<br />

daha hızlı geliştirdiğini düşünüyor.<br />

Bunun en önemli nedeni ise,<br />

artık serbest kalan ellerin, ilave<br />

birtakım işler için kullanılabiliyor<br />

olması. Beynimizin çok önemli bir<br />

kısmının ellerimizin hareketlerini<br />

kontrol etmek için ayrılması da bu<br />

önemli bedensel değişikliği takiben<br />

ortaya çıkmış gibi görünüyor.<br />

Ellerini kullanmak için daha büyük<br />

beyin alanına sahip olanlar, daha<br />

marifetli oldular, daha fazla hayatta<br />

kalmayı başardılar.<br />

Enerji oburu olan beynimiz<br />

günlük şeker tüketimi ve kan<br />

dolaşımımızın beşte birine ihtiyaç<br />

duyar. Hâlbuki beyin vücudumuzun<br />

hacim ve ağırlık olarak sadece<br />

yüzde beşini kaplar. Böyle büyük ve<br />

açgözlü bir sistemi beslemek için<br />

de ciddi miktarlarda enerji alımı<br />

gerekir. Beyninizi sadece ot veya çiğ<br />

et yiyerek besleyemezsiniz; çünkü<br />

sindirimi çok zahmetli olan bu<br />

besinleri tükettiğinizde gününüzü<br />

sadece yemek yemekle geçirmek<br />

zorunda kalırdınız. İnsanın büyük<br />

bir beyni besleyebilmesi için en<br />

önemli avantajı yemekleri ateşte<br />

pişirmeyi öğrenmesidir. Çünkü<br />

pişen besinler çok daha hızlı<br />

sindirilir ve böylece bol miktarda<br />

kalori kısa zamanda vücuda<br />

alınmış olur. Belki bir kaza eseri<br />

keşfedilen pişirme süreci, beynin<br />

gelişiminin önündeki en büyük<br />

engellerden birisi olan enerji<br />

engelini de aşmamızı sağlamış<br />

olabilir.<br />

ANLAMASAK NE OLUR?<br />

Hayatın nasıl çeşitlendiğini<br />

anlamak insanlığın en temel<br />

konularından biridir. Eğer<br />

canlılık geçmişimizi bilir ve diğer<br />

milyonlarca türle birlikte nasıl<br />

gelişip dünyaya yayıldığımızı<br />

anlayabilirsek beyinlerimizin o<br />

güzelim öyküsünü de anlayabilecek<br />

ve böylece bilimde yeni ve büyük<br />

bir devrimi daha yaşayabileceğiz.<br />

Dünyanın güneş etrafında dönen<br />

gezegenlerden biri olduğunu<br />

anlamamızı sağlayan Kopernik’in<br />

çalışmaları gibi Darwin’in fikirleri<br />

de böyle bir devrimdir.<br />

Beynin evrimini anlamak yaşamın<br />

tarihinde yeni bir bölümün<br />

başlangıcı olacak ve bu büyük<br />

değişiklik hayatımız boyunca<br />

cevabını aradığımız birçok soruya<br />

cevap bulmak için yepyeni yollar<br />

keşfetmemizi de sağlayacaktır.<br />

O zamana kadar beklemek ve<br />

elimizdeki teoriler üzerinde<br />

bolca düşünmek zorundayız gibi<br />

görünüyor.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 9 ]


DANDİNİ DANDİNİ DASTANA<br />

MUSA GÖÇMEN<br />

d<br />

n<br />

a<br />

d<br />

n<br />

i<br />

i<br />

MUSA<br />

GÖÇMEN<br />

MÜZİSYEN<br />

BELKİ DE DANDİNİ<br />

DANDİNİ DASTANA’YLA<br />

BAŞLAMALIYIZ<br />

Hayatımızın<br />

büyük bölümü<br />

dinlemekle<br />

geçiyor.<br />

Etrafımızda<br />

olan her şeyi<br />

dinleyerek<br />

ve bizim için<br />

gerekli olanları<br />

ayıklayıp<br />

dikkate alarak<br />

bir ömür geçip<br />

gidiyor.<br />

Peki, bu ayıklama işlemini kim<br />

gerçekleştiriyor? Elbette beyin!<br />

Her işittiğini “dikkate almayan” bir<br />

beynimiz var. Sanırım bunun için<br />

hepimiz müteşekkiriz; zira bunca<br />

gürültünün arasında zihinsel<br />

sağlığımızı kaybetmemiz çok da<br />

zor olmazdı. Bizim için gerekli<br />

olanı seçen beyin, bunu rastgele<br />

yapmıyor, yıllar içinde beynimize<br />

öğrettiğimiz müzikal ve ses<br />

örüntüsü deneyimleri sayesinde<br />

yapabiliyor. Dinlediğimiz her<br />

şey algımızı değiştiriyor, müziği<br />

daha farklı algılamamıza ve<br />

kendine özgü duygusal etiketleme<br />

sistemleri geliştirmemize yol<br />

açıyor.<br />

1960’lı yıllardan beri Nörobiyoloji<br />

ve Nöropsikoloji alanlarında<br />

müziğin beyin ve çocuk gelişimi<br />

üzerindeki etkisiyle ilgili<br />

araştırmalar yapılıyor. Anne<br />

karnındaki bebeğin ilk işitsel<br />

[ 10] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


a s t a<br />

d<br />

d n i<br />

n<br />

a<br />

faaliyetlerinin gelişimiyle beraber<br />

başlayan doğru bir müzik<br />

eğitimi, zekâyı, dil eğitimini,<br />

sosyal gelişimi, beraber çalışma<br />

kültürünü ve belleği olumlu<br />

etkiliyor.<br />

Anne karnında ilk dinlediğimiz<br />

annemizin iç seslerinden sonra ne<br />

dinleyeceğimize, ne yiyeceğimize<br />

ilk olarak ebeveynlerimiz karar<br />

veriyor. Yediğimize, içtiğimize<br />

dikkat ettikleri kadar ne<br />

dinlediğimize dikkat ettiklerini<br />

söyleyemeyiz. Hâlbuki yenileniçilen<br />

şeyler birkaç saat içinde<br />

büyük oranda vücuttan atılırken<br />

araştırmacılar dinlenen müzik<br />

ve seslerin çoğu zaman bir ömür<br />

boyu beyin devrelerimize adeta<br />

kazındığını söylüyor. Mesela 80<br />

yaşına gelmiş, hayatı boyunca<br />

birçok müzik dinlemiş bir insan,<br />

annesinin ona söylediği bir ninniyi<br />

duyunca birden çocuk oluyor,<br />

annesinin sımsıcak göğsündeki<br />

huzuru hissediyor.<br />

Mircan Kaya’nın sesinden,<br />

“Dandini Dandini Dastana”yla<br />

başlamalıyız belki de. Her şeye<br />

yeniden başlamalıyız. O ninniden<br />

öyle bir keyif almalıyız ki geçmişte<br />

beynimize müzik diye kazınmış<br />

olan o “gürültüler” silinsin gitsin.<br />

Yerine ne olmasını istiyorsak o<br />

gelsin. Müziği dinleyelim. Ama<br />

öyle basitçe değil; düşünerek,<br />

hissederek ve yaşayarak... Bence<br />

o zaman bulacağız ruhumuz için<br />

gerekli olanı.<br />

Dandini<br />

Dandini<br />

Dastana<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 11]


OYTUN ERBAŞ SÖYLEŞİSİ<br />

OTİZM<br />

ÖZGE<br />

KARABULUT<br />

İstanbul Bilim<br />

Üniversitesi Tıp Fakültesi<br />

öğretim üyesi, Florence<br />

Nightingale Hastanesi<br />

Deneysel Cerrahi<br />

Araştırma ve Uygulama<br />

Merkezi sorumlusu<br />

ve [n]Beyin Projesi<br />

eğitmenlerinden Yrd.<br />

Doç. Oytun Erbaş ile<br />

otizm üzerine konuştuk.<br />

Beyin üzerine yaptığı<br />

çalışmalarda fare<br />

deneyleri yapan Erbaş,<br />

gebe dişi farelerle yaptığı<br />

deneysel çalışmalarda<br />

anne karnında yalnızca<br />

şekerli su ile beslenen<br />

hayvanlarda sinirsel<br />

göçün bozulduğunu ve<br />

bunun otizm olasılığını<br />

arttırdığını dile getirdi.<br />

O<br />

T<br />

I<br />

Z<br />

M<br />

OTİZM NEDİR,<br />

NASIL OLUŞUR?<br />

Otizm, anne karnında başlayan<br />

O<br />

gelişimsel bir bozukluktur.<br />

Bir bebeğin beyni, gebelik<br />

sürecinde oluşmaya başlar. Bu<br />

süreçte, beynin her bölgesinde<br />

farklı olmak üzere, anne karnındaki sinir<br />

hücrelerinin bazıları aşağıdan yukarıya<br />

bazıları da sağdan sola göç eder ve sinir<br />

hücreleri birbirleriyle bağlantılar kurar. Bu<br />

bağlantıların sağlıklı bir şekilde kurulamayışı<br />

birçok olumsuz sonuçlara neden olabilir.<br />

Otizm de bu sonuçlardan biridir. Sinir<br />

hücrelerindeki hatalı göç sonucu oluşan<br />

otizmli beyindeki bağlantıların, sağlıklı<br />

bir beyindeki bağlantılara oranla sayıları<br />

daha az ve bu bağlantılar niteliksel açıdan<br />

hatalıdır. Tamamen yanlış bağlanan sinir<br />

hücreleri yukarı doğru uzaması gereken bir<br />

ağacın yerin altına doğru uzanması misali<br />

bambaşka bir örüntüde kendini gösterir.<br />

Kişilerin beyinlerindeki bağlantıların farklılığı<br />

kişinin duyusal ve motor işlemlerinde<br />

bozukluklar, denge problemleri ve daha<br />

birçok fonksiyonel bozukluğu beraberinde<br />

getirir.<br />

OTİZME NE SEBEP OLUR?<br />

Genlerin etkisinden büyük<br />

G<br />

ölçüde söz edebiliyoruz. Tek<br />

yumurta ikizlerinde %77,<br />

çift yumurta ikizlerinde ise<br />

%31 oranında bir uyum söz<br />

konusudur. Yani bebeklerden biri otizmli ise<br />

diğerinin olma olasılığı, tek ya da çift yumurta<br />

ikizi olmasına göre bu yüzdelere sahiptir.<br />

Ailede bir kişide otizm varsa o ailede başka<br />

bir bireyde otizm görülme olasılığı hiç otizm<br />

görülmemiş bir aileye göre daha yüksektir.<br />

Ancak günümüzde hangi genin yahut gen<br />

bileşenlerinin etkisi olduğu noktasında bir<br />

bulgumuz yok. Genetik oranlarının %100<br />

olmadığına dikkat çekecek olursak çevresel<br />

bir takım etkilerden söz etmeliyiz. Otizm<br />

anne karnında başlayan bir süreç olduğu<br />

için, bir kadının gebelik süreci otizme etki<br />

[ 12] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


eden en önemli çevresel faktörlerin<br />

başında gelir. Gebe bir kadının<br />

yaşadığı hastalıklar, geçirdiği<br />

enfeksiyonlar, beslenme şekli ya<br />

da yoğun stres gibi birçok etken<br />

otizme yatkınlıkta belirleyici rol<br />

oynayabilmekte. Gebe dişi sıçanlarla<br />

yaptığım deneysel çalışmalarda<br />

anne karnında yalnızca şekerli su<br />

ile beslenen hayvanlarda nöronal<br />

(sinirsel) göçün bozulduğunu<br />

ve bunun otizm olasılığını<br />

arttırdığını gözlemledim. Tek tip<br />

beslenme bir stres kaynağıdır<br />

ve bu stres bizi otizm sonucuna<br />

bir adım daha yakınlaştırır. Bu<br />

noktada gebelik süreci sağlıklı,<br />

dengeli ve dikkatli geçirilmesi<br />

gereken çok önemli bir süreçtir.<br />

Ayrıca ABD’de Yale, Harvard ve<br />

Washington üniversitelerinde<br />

yapılan araştırmalara göre<br />

otizm olasılığı anne-babanın<br />

yaşı ilerledikçe artar ve 35 yaş<br />

üstü babalarda bu olasılık daha<br />

fazladır.<br />

OTİZMİN<br />

BELİRTİLERİ<br />

NELERDİR?<br />

Otizm 3 yaşına<br />

O<br />

kadar tespit<br />

edilebilir ve bazı<br />

belirtilerle kendini<br />

gösterir. Bu belirtiler<br />

BKKI (Baltimore Kennedy Krieger<br />

Institute) Direktörü Dr. Rebecca<br />

Landa tarafından 10 madde<br />

şeklinde tanımlanmıştır. Bunlar,<br />

kendisine bakan kimselere<br />

nadiren gülümseme; başkalarının<br />

çıkardığı sesleri veya gülücük gibi<br />

hareketleri nadiren taklit etme; ses<br />

çıkarmada gecikme veya nadiren<br />

ses çıkarma; 6-12 aylıkken ismine<br />

tepki vermeme; 10. aydan itibaren<br />

el işaretleri ile iletişim ve göz teması<br />

kuramama; nadiren dikkatinizi<br />

çekme; ellerde, ayaklarda,<br />

bacaklarda sertleşme veya el<br />

bileklerini çevirme gibi olağan dışı<br />

vücut hareketleri, olağan dışı duruş<br />

ve diğer tekrarlayıcı davranışlar;<br />

onu kaldırmak istediğinizde size<br />

doğru uzanmaması; yuvarlanma,<br />

emekleme gibi hareketler açısından<br />

motor gelişim geriliğidir.<br />

OTİZMLİ BİREYDEKİ<br />

FARKLILIKLAR<br />

NELERDİR?<br />

Yeniliğe direnç,<br />

Y<br />

otizmde fazlasıyla<br />

belirgin bir<br />

niteliktir. Birey<br />

yeni olanı istemez,<br />

alışkanlıklarına düşkündür.<br />

Stereotipik olanı, yani tekrarlananı<br />

tercih etme de otizmde görülen<br />

başka bir niteliktir. Her gün aynı<br />

sokaktan geçmek ve aynı yemeği<br />

yemek gibi tipik davranışlar<br />

sergileyen otizmli bireyler, kendi<br />

davranışlarında olduğu gibi<br />

çevrelerinde de tekrarlananı<br />

görmeyi severler. Mesela bir<br />

kapı onlar için açık ya da kapalı<br />

değil sürekli açılıp kapanır halde<br />

olmalıdır. Dönen pervaneler gibi<br />

2 fonksiyonlu hareket sergileyen<br />

nesneleri seven otizmli bireyler<br />

saatlerce bu nesnelerle vakit<br />

geçirebilirler. Çoğunlukla<br />

kafa sallama hareketini<br />

de severler ve iki bardak<br />

arasındaki döngüsel su<br />

alışverişini saatlerce zevkle<br />

sürdürebilirler. Farelerde<br />

üzerinde yaptığım bir<br />

deneyde, bir farenin her iki<br />

yanına birer fare yerleştirdim.<br />

Bunlardan biri farenin<br />

geçmişte tanıdığı, diğeri<br />

ise daha önce tanımadığı<br />

bir fareydi. Otizmli farelerin<br />

tanıdıkları fareyle daha fazla<br />

vakit geçirdiği ve yeni fareyle<br />

ilgilenmediği, sağlıklı farenin<br />

ise yeni olanla daha çok<br />

ilgilendiğini gözlemledim.<br />

İlgi alanını tek bir konuya<br />

odaklama ve bu konuda<br />

tekrar eden davranışlar<br />

sergileme, yani otizm<br />

spektrum sendorumu çeşitlerinden<br />

biri olan Asperger, bu sendromların<br />

%10’unu oluşturur. Otizmli<br />

bireylerin iletişim istekleri olur,<br />

sözel konuşma yetenekleri vardır;<br />

ancak empati kuramadıkları için<br />

çevreyle iletişim konusunda sıkıntı<br />

yaşarlar. Bu bireyler ilgilendikleri<br />

konuyla ilgili her türlü detaylı<br />

bilgiye sahip olacak kadar zamanın<br />

çok büyük bir kısmını o konuya<br />

adarlar. Bilişsel ve akademik<br />

yetenekleri daha fazladır. Tarihte<br />

birçok bilim insanı ve sanatçıya<br />

Asperger tanısı konulmuştur.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 13]


OYTUN ERBAŞ SÖYLEŞİSİ<br />

OTİZM<br />

Albert<br />

Einstein<br />

Bilinen<br />

Otizmli<br />

Kişiler<br />

L. Van Beethoven<br />

Carl Jung<br />

Thomas Edison<br />

Franz Kafka<br />

Otizmde çok<br />

O<br />

temel bir tanıma<br />

fonksiyon<br />

bozukluğu söz<br />

konusudur.<br />

Yaptığım çalışmalarından<br />

birinde, farelerin her iki yanına<br />

birer kutu yerleştirdim. Bu<br />

kutulardan birinin içinde bir<br />

fare vardı, diğeri ise boştu.<br />

Böyle bir koşulda otizmli<br />

bir farenin boş kabı, sağlıklı<br />

bir farenin ise içinde fare<br />

olan dolu kabı seçtiğini<br />

gözlemledim. Otizmli farelerin<br />

burada içi dolu kaptaki fareyi<br />

tanıyamadığı için boş kutuyu<br />

tercih ettiğini, sağlıklı farenin<br />

ise arkadaşının yanında olma<br />

arzusuyla dolu kabı tercih<br />

ettiğini söyleyebilirim. Yani<br />

otizmli fare kendi türünü<br />

tanımamış, onunla birlikte<br />

olma ihtiyacını hissetmemiştir.<br />

Otizmde görülen belirgin<br />

niteliklerden biri bireylerin<br />

kendilerinden üçüncü şahıs<br />

olarak bahsetmeleridir. Mesela<br />

Ahmet ismindeki otizmli bir<br />

çocuk “Ben çok acıktım.”<br />

demek yerine “Ahmet bugün<br />

çok acıktı.” demeyi tercih<br />

eder. Otizmliler, kendi eliyle<br />

göstermesi ya da yapması<br />

gerekeni başkasının eliyle<br />

yapmayı severler.<br />

W. Amadeus Mozart<br />

Isaac Newton<br />

Friedrich Nietzsche<br />

Gustav Mahler<br />

[ 14] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


OTİZMLİ BİREYLERDE<br />

İLETİŞİM NASIL<br />

SAĞLANIYOR BİRAZ<br />

BAHSEDEBİLİR<br />

MİSİNİZ?<br />

Otizmdeki en<br />

O<br />

temel iletişim<br />

problemi otistik<br />

bireylerin göz teması<br />

kuramamasıdır.<br />

Sağlıklı bir bebek henüz 3-4<br />

aylıkken göz teması kurmaya<br />

başlarken otistik bireyler hayatının<br />

hiçbir aşamasında göz teması<br />

kuramazlar. Ayrıca dil gelişimleri<br />

de bozuk olan otistik bireyler<br />

yüzleri tanıyamadıkları için iletişim<br />

halinde oldukları insanların<br />

yüzleriyle ilgilenmez ve onlara<br />

garip garip bakarlar. Bu yüzdendir<br />

ki halk arasında ‘garip’ olarak<br />

nitelendirilen bireyler, çevresiyle<br />

sağlıklı ve etkili bir iletişim<br />

kuramamaktadırlar.<br />

BU KİŞİLERDE<br />

İLETİŞİM<br />

KURMA YETİSİNİ<br />

GELİŞTİRMEK<br />

MÜMKÜN MÜ?<br />

Birliktelik algısını ve<br />

B<br />

sosyal iletişimlerini<br />

arttırabilecekleri<br />

oksitosin hormonu<br />

takviyesi önemlidir.<br />

Sevgi hormonu olarak da<br />

bilinen oksitosin sayesinde en<br />

yakınındakileri daha çok tanıma<br />

olanağına kavuşan otizmli<br />

bireyler, böylece minimal sosyal<br />

interaksiyona sahip olabilirler.<br />

Ayrıca düzenlenen birçok proje<br />

kapsamında otistik bireylerin<br />

iletişim yollarını iyileştirme<br />

ve başka iletişim yollarını<br />

kullandırmayla ilgili çalışmalar<br />

yürütülmektedir.<br />

OTİZMLİLERDE<br />

ÖĞRENME<br />

SORUNLARI<br />

YAŞANDIĞINI<br />

BİLİYORUZ. BUNUN<br />

SEBEBİ NEDİR?<br />

Otizmli bireyde,<br />

O<br />

temelde öğrenmeyi<br />

sağlayan aynalama<br />

işlemi sekteye<br />

uğramıştır.<br />

Aynalama işlemi ödül-ceza<br />

usulüyle algı sistemi üzerinden<br />

davranışlara nüfuz ederek çalışan<br />

sistematik bir modeldir. Bu<br />

modele göre çocuk, davranışları<br />

ve bu davranışların sonuçlarını<br />

gözleyerek onları değerlendirir<br />

ve öğrenir. Mesela çocukken<br />

yemek masasının üzerine<br />

çıktığımızda alacağımız olumsuz<br />

bir tepki üzerine bu davranışı<br />

bir daha tekrarlamayışımız<br />

aynalama işlemini anlatır bize.<br />

Bu işlem, beynin inferior frontal<br />

girus kısımında ayna nöronlar<br />

tarafından gerçekleşir. Otizmli<br />

bireyde görevini sağlıklı bir<br />

biçimde gerçekleştiremeyen ayna<br />

nöronlar, bireyleri hayatlarındaki<br />

en temel ögelerin başında<br />

gelen öğrenme yetisinden ve<br />

öğrenemedikleri için de dolayısıyla<br />

öğretme yetisinden mahrum<br />

bırakır. İnsanlar, öğrendikleri<br />

doğrultusunda davranır. Çocukken<br />

annemizin kızgın bir yüz ifadesi<br />

takınıp ardından kulağımızı<br />

çekmesi, bize o yüz ifadesinin<br />

kötü olduğunu öğretir ve annemizi<br />

kızdırmamayı öğreniriz. Oysa<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 15]


OYTUN ERBAŞ SÖYLEŞİSİ<br />

OTİZM<br />

otizmliler için böyle bir öğrenme<br />

söz konusu değildir. Onlar için<br />

yüz ifadesinin ve davranışın hiçbir<br />

anlamı yoktur. Annesi öfke krizi<br />

geçirse dahi o bunun farkında<br />

olmayacaktır ve dolayısıyla<br />

da öğrenemeyecektir. Ayrıca<br />

hatalı bağlanan nöronlarından<br />

ötürü otistik bireyler konuşma<br />

ve öğrenme problemleri de<br />

yaşamaktadır. Sağlıklı çocuklar<br />

gibi okula gidemeyen otistik<br />

bireylerin %80’i zekâ testlerinde<br />

düşük puanlar almış ve zekâları<br />

geri olarak nitelendirilmiştir.<br />

Oysa normatif zekâ testlerinden<br />

yola çıkarak otistik bireylerin<br />

zekâlarının geri olduğunu iddia<br />

etmek de yanlıştır. Belki de<br />

keşfedemediğimiz bambaşka bir<br />

öğrenme stilleri vardır ve bunun<br />

sonucunda gelişen başka türden<br />

bir zekâya sahiptirler.<br />

OTİZMİN GÖRÜLME<br />

OLASILIĞI CİNSİYET<br />

BAZINDA FARKLILIK<br />

GÖSTERİR Mİ?<br />

Otizm, erkeklerde<br />

O<br />

kadınlara oranla<br />

3 kat daha fazla<br />

görülür. Kadınlardaki<br />

dişilik hormonu olan<br />

östrojen, nöronların göçmesi<br />

sırasında çevresel faktörlerin<br />

bertaraf edilmesini sağlar ve bir<br />

nevi tampon gibi nöronun verdiği<br />

cevabı daha küçük hale getirebilir.<br />

Ancak erkeklerde fazlaca<br />

bulunan testesteron çevresel<br />

etkilere duyarlıdır ve nöronlara<br />

ani cevaplar vermeyi öğretir.<br />

Ani hareketlerle hata olasılığını<br />

arttıran nöron yanlış büyüme<br />

kararı alabilir; bu da kişiyi hatalara<br />

daha yatkın hale getirir. Kadınlarda<br />

yanlış bağlanan nöronun gelişimi<br />

bu tedbir ve fren mekanizmasıyla<br />

engellenebilirken erkeklerde ani<br />

kararlar neticesinde düzeltme<br />

daha az olur. Yani erkekler<br />

testesteronlarının mağduru oluyor<br />

diyebiliriz.<br />

PEKİ, OTİZM TIPTA<br />

HANGİ KATEGORİDE<br />

ELE ALINIYOR?<br />

Tıpta analiz etme<br />

T<br />

kolaylığı açısından<br />

aslında birçok<br />

ortak noktası olan<br />

hastalık, küçük<br />

farklılıklarından ötürü<br />

sınıflandırılır. Otizm geçmişte<br />

“çocukluk çağı şizofrenisi” diye<br />

isimlendiriliyordu. “Şizofreni”<br />

ifadesi, otizmli bireylerin<br />

standart bir insana göre farklı<br />

davranışlar sergilemesinden ve<br />

otizmli bir beynin şizofrenik bir<br />

beyne benzetilmesinden dolayı<br />

kullanılıyordu. Yapılan deneylerde<br />

otizmli bir hayvanın büyüdüğü<br />

zaman şizofrenik davranışlar<br />

sergilediği görülmüştür. Şizofreni<br />

otizme göre daha geç ortaya çıktığı<br />

için bir farklılıktan söz edilebilir;<br />

ancak belki de şizofreni ve otizm<br />

aynı hastalığın farklı kollarıdır.<br />

Günümüzde ayrı ayrı ele alsak da<br />

otizm, obsesyon, dikkat eksikliği<br />

ve hiperaktivite bozukluğu gibi<br />

psikolojik semptomlar benzer<br />

birçok yönünden ötürü eskiden<br />

otizm başlığı altında toplanan<br />

hastalıklardı. Kim bilir bu<br />

hastalıklar belki de aynı grup<br />

hastalığın alt gruplarıdır. Belki<br />

de gelecekte bu hastalıkları<br />

sınıflandırmayı bırakıp hepsine<br />

birden “fronto-temporal göç<br />

anormalleri” diyeceğiz.<br />

[ 16] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 17]


VEDAT OZAN SÖYLEŞİSİ<br />

KOKU VE BELLEK<br />

BUSE<br />

KAYNARKAYA<br />

LİMBİK SİSTEME DOLAYSIZ<br />

OLARAK ERİŞİMİ OLAN TEK DUYU:<br />

Kokunun<br />

yeryüzündeki<br />

varlığını araştırmak<br />

üzere çıktığı yolda<br />

yaptığı araştırmalar<br />

ve çalışmalar<br />

sonucu Kokular<br />

Kitabı ve Kokular<br />

Kitabı 2- Parfümler<br />

isimli iki kitap yazan<br />

Vedat Ozan’la<br />

bellek ve koku ilişkisi<br />

üzerine konuştuk.<br />

Uzun yıllar Açık<br />

Radyo’da “Koku”<br />

isimli bir program<br />

yapan Ozan, aynı<br />

zamanda Bilgi<br />

Üniversitesi’nde<br />

“Duyuların Kültürel<br />

Tarihi” isimli bir ders<br />

veriyor ve “Kokucuk”<br />

isimli atölyesinde<br />

uygulamalı koku<br />

atölyeleri düzenliyor.<br />

KOKU DUYUSUNUN<br />

TARİHSEL EVRİMİNDEN<br />

BİRAZ BAHSEDER MİSİNİZ?<br />

Koku duyusu,<br />

K<br />

bugünkü beyin<br />

yapımıza geçmeden<br />

önceki evrede<br />

ortaya çıkan<br />

bir duyudur. Yani bilişsel ve<br />

soyut düşünebilmeye veya<br />

lisan kullanabilme yeteneğine<br />

kavuşmadan çok önceleri insan<br />

kokuyla tanışmış. Koku bir haz<br />

veya keyif olsun diye değil, insanın<br />

biyolojik çekirdeği içindeki bazı<br />

unsurları karşılayabilmek için<br />

var olmuş. Yani kısaca, kokunun<br />

varlık sebebi bir uyaran olması.<br />

Bu sayede tehlike veya riskin<br />

yön ve yoğunluğu hakkında bilgi<br />

sahibi olabilmiş, av olmaktan<br />

kurtulabilmiş, beslenebilmiş ve<br />

doğru üreyerek türü bugünlere<br />

kadar getirebilmişiz.<br />

Elbette süreç içinde çevreye uyum<br />

sağlama çabası ve onunla beraber<br />

o biyolojik çekirdeğin üzerine<br />

örülen sosyal kabuk pek çok<br />

değişimi beraberinde getirmiş,<br />

değişen parametrelerle beraber<br />

öne çıkan duyuların sıralaması<br />

değişmiş gibi görünüyor. Yani<br />

artık görsellik hâkim bir dünyada<br />

yaşıyormuşuz gibi gelebilir pek<br />

[ 18] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


çok kişiye; ancak unutmamak<br />

lazım ki her deneyim aslında<br />

bir çoklu duyu deneyimi ve her<br />

deneyimde o duruma has olmak<br />

kaydıyla başrole çıkan duyu<br />

değişebiliyor. Dolayısıyla genel<br />

bir duyular hiyerarşisinden söz<br />

etmek bu ilişkiler ve geçişkenlikler<br />

bağlamında pek doğru değil.<br />

Bu anlamda koku duyusunun<br />

evriminin hala devam ettiğini<br />

söyleyebiliriz; bu eksi ve artısıyla<br />

böyle. Misal, kokuyla beraber<br />

çalışan feromon algımız, yani<br />

vomeronazal organımız zaman<br />

içinde işlevsizleşmiş. Neden?<br />

Çünkü artık hayatımızda başka<br />

kavramlar var ve hayvanların<br />

kullandığı o kimyasal iletişim<br />

formu bizim için yaşamsal<br />

önemde değil.<br />

KOKU VE BELLEK<br />

ÜZERİNE İLK NE ZAMAN<br />

ÇALIŞILMAYA BAŞLANDI,<br />

GÜNÜMÜZDE NE NOKTAYA<br />

GELİNDİ?<br />

Antik çağdan beri<br />

A<br />

bilim insanları,<br />

ki o zamanlarda<br />

bilimde dallanmanın<br />

bugünkü gibi<br />

olmadığını ve pek çok şapkayı tek<br />

kişinin giydiğini unutmayalım,<br />

koku üzerine kelam etmişler.<br />

Daha da yakınlara gelirsek Proust<br />

bize sözünü söylemese de bu<br />

ilişkinin nasıl çalıştığına dair fikir<br />

vermiş. Ama bunları bir yana<br />

bırakırsak esas olarak 50’ler, hatta<br />

akademik anlamda kabul edilebilir<br />

ilk ciddi verilerin 80’ler ve Prof.<br />

Tyrgg Engen’le beraber oluşmaya<br />

başladığını söyleyebiliriz. Tarihe<br />

bakarsanız çok yeni olduğu<br />

aşikârdır; bu da gidilecek daha çok<br />

yol olduğunu gösteriyor. Sadece<br />

bellek değil koku algısına ilişkin<br />

her alanda önceden bilmediğimiz<br />

pek çok yeni bilgiye vakıf oluyoruz<br />

gün geçtikçe. Bu anlamda<br />

akademik kariyer bağlamında<br />

en bereketli alanlardan biri<br />

diyebilirim. Kokunun lezzetle olan<br />

bağını da düşünürsek endüstri için<br />

de desteklenmesi cazip bir alan<br />

koku algısıyla ilgili çalışmalar.<br />

KOKU VE HAFIZA<br />

İLİŞKİSİNDE SİZİN DE<br />

KULLANDIĞINIZ BİR TERİM<br />

VAR, “PROUST FENOMENİ”<br />

NEDİR?<br />

Proust, soğuk bir<br />

P<br />

günde burnunu<br />

çekerek eve<br />

döndüğünde<br />

annesinin ona ikram<br />

ettiği çaya bir parça madeleine<br />

keki batırıyor. Kekin çay içine<br />

girmesiyle beraber ortama salınan<br />

koku da artık çay + tereyağ, un,<br />

şeker kokusu olmaktan çıkıp<br />

yazarın çocukluk anılarına doğru<br />

iradi olmayan bir yolculuğun<br />

bileti haline geliyor. Küçük bir<br />

çocukken astım krizlerinden<br />

kurtulsun diye gönderildiği<br />

halasının yanında geçirdiği<br />

günlerde ona ikram edilen aynı çay<br />

ve kek, birbiri ardına dökülmeye<br />

başlayan anılarla beraber<br />

3000 sayfalık Kayıp Zamanın<br />

İzinde isimli esere dönüşüyor.<br />

Bu olaya da Proust Fenomeni<br />

deniliyor. Yani çocuklukta maruz<br />

kaldığımız bir kokunun ileride<br />

tekrar duyumsanması halinde<br />

aynı günlere doğru bir bellek<br />

yolculuğunun başlaması, epizodik<br />

hafıza dâhil pek çok bellek<br />

unsurunun devreye girmesi ve<br />

peşinde duygu durumların da<br />

simüle edilmesi hali. Bunda koku<br />

duyusunun işlendiği merkez olan<br />

limbik sistemin aynı zamanda<br />

hafıza ve duygudurum işleme<br />

merkezi olmasının ve kokunun<br />

diğer duyusal uyarılardan farklı<br />

olarak bu bölgeye herhangi bir<br />

bilişsel süzgeçten geçmeden<br />

ulaşmasının büyük önemi var.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 19]


VEDAT OZAN SÖYLEŞİSİ<br />

KOKU<br />

BEYNİN KOKU İLE<br />

KURDUĞU İLİŞKİDE<br />

KOKUYLA İLGİLİ YAŞAMSAL<br />

DENEYİMLERİMİZİN<br />

(TECRÜBELERİMİZİN)<br />

ÖN PLANDA OLDUĞUNU<br />

GÖRÜYORUZ. BUNU<br />

NASIL DEĞERLENDİRMEK<br />

GEREKİYOR?<br />

Her uyarıda<br />

H<br />

olduğu gibi burada<br />

da öncelikle<br />

güvenlik kontrolü<br />

söz konusudur.<br />

Yani geçmiş deneyimlerimizde<br />

kokunun, dolayısıyla koku<br />

kaynağının risk taşımadığına<br />

kanaat getirmişsek bu beynimizi<br />

tekrar oraya yormamak, başka<br />

alanlarda çalıştırmak için de<br />

bir fırsat aynı zamanda. Güvenli<br />

olduğuna kanaat getirdiğimiz<br />

kokuya da sıkça ve sürekli maruz<br />

kalırsak onu değerlendirmeyi<br />

veya bilinç seviyesinde<br />

değerlendirmeyi- bir yana bırakıp<br />

adaptasyon geliştiriyoruz. Misal,<br />

evinizdeki sürekli beraber olup<br />

beslediğiniz hayvan size artık<br />

kokmuyor; ama eve yeni gelen bir<br />

misafir için hemen fark edilebilir<br />

bir sinyal o hayvanın kokusu.<br />

YENİ BİR KOKU<br />

ALDIĞIMIZDA<br />

BEYNİMİZDE BİR HAFIZA<br />

KAYDI TUTULUYOR.<br />

YAŞANTIMIZDAKİ<br />

FARKLI DENEYİMLERLE<br />

HAFIZALARIMIZDAKİ<br />

KOKULARA İLİŞKİN<br />

OLUMLU VEYA OLUMSUZ<br />

ALGIYI DEĞİŞTİRMEK<br />

MÜMKÜN MÜ?<br />

Her ilk koku, bir<br />

H<br />

kayıtla beraber<br />

geliyor. Daha<br />

doğrusu biz onun<br />

için bir kayıt<br />

oluşturuyoruz. İleride aynı kokuya<br />

maruz kalmamız halinde öncelik o<br />

kaydı geri çağırıp değerlendirmeyi<br />

onu baz alarak yapmak. Elbette<br />

sabit durumlar değil bunlar; çevre<br />

bileşenler ve diğer duyularla<br />

beraber hatta geçişken bir<br />

değerlendirme söz konusu.<br />

Ancak dediğim gibi baz alınan, ilk<br />

duyulduğu andaki durum. Bunun<br />

ötesine geçebilmek, o kokuyu<br />

başka bir şeyle etiketlemek veya<br />

etiketini değiştirmek için aynı<br />

kokunun tekrarında yaşanan<br />

deneyimin çok güçlü olması<br />

gerek ki bu da oldukça nadir bir<br />

durum. Olumlu veya olumsuz,<br />

yaşanan sonraki deneyimin öyle<br />

böyle değil, bayağı güçlü olması<br />

gerek. Mesela aşk, çok güçlü bir<br />

duygudur. Buradan örnekle devam<br />

edelim: Bir şişe parfüm, diyelim ki<br />

X-Parfümü olsun, bizim için satıcı<br />

tarafından sunulan bağlamın<br />

dışında çok şey ifade etmeyebilir.<br />

Ama biz o parfümü bir gün gelip<br />

de ilk aşkımızın üzerinde duyarsak<br />

o andan itibaren X-Parfümü<br />

olmaktan çıkıp “ilk aşkın kokusu”<br />

haline dönüşür.<br />

VE TABİİ EN MERAK<br />

EDİLEN, KOKU<br />

DUYUSUNUN İLİŞKİLER<br />

ÜZERİNDEKİ ETKİSİ<br />

NEDİR? SİNİRBİLİMCİLER,<br />

[ 20] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


KADININ GÖZYAŞI<br />

KOKUSUNUN ERKEĞE<br />

OLUMSUZ DUYGULAR<br />

HİSSETTİRDİĞİ YA<br />

DA KİŞİLERİN KENDİ<br />

KOKUSUNDAN ÇOK FARKLI<br />

KOKULARA KARŞI OLUMLU<br />

BİR ÇEKİM HİSSETTİĞİNİ<br />

SÖYLÜYORLAR.<br />

KOKULARIN İLİŞKİLERE<br />

NASIL BİR ETKİSİ VARDIR?<br />

Zamanında çok<br />

Z<br />

varmış. Zamanında<br />

derken çok çok<br />

eski tarihlerden<br />

söz ediyorum,<br />

yani evlilik kurumu veya uzun<br />

süreli ilişki gibi kavramlardan<br />

bihaber olduğumuz dönemlerden.<br />

O zaman birliktelikler üreme<br />

temelli olduğundan partner<br />

seçimi de biyolojik uygunluk<br />

esasına dayanıyor. Tabi ki bu bilinç<br />

düzeyinde bir seçim değil; ama<br />

unutmayalım ki vücut kokusu aynı<br />

zamanda bağışıklık sistemimizi<br />

düzenleyen genlerimizin (MHC/<br />

HLA) gözlenebilir özelliği aynı<br />

zamanda. Dolayısıyla seçilecek<br />

eş ne kadar uzak bir bağışıklık<br />

sistemine sahipse çocuğun da<br />

o kadar farklı iki gen yapısından<br />

beslenerek daha dirençli bir canlı<br />

olarak hayat bulması, devamında<br />

da türün hayatını devam ettirmesi<br />

mümkün. Bu olmadığı zaman,<br />

yani iki farklı değil de iki çok<br />

yakın gen grubuna sahip birey<br />

birleşip de çocuk üretirse ne<br />

oluyor? O zaman da yakın akraba<br />

evliliklerinde tanık olduğumuz<br />

sorunlar ortaya çıkıyor.<br />

Sosyal kabuğumuzun<br />

kalınlaşması ve o kabuğun<br />

içine yeni ögelerin girmesiyle<br />

beraber, yani artık kadın-erkek<br />

beraberliklerinin sadece üreme<br />

temelinde olmaktan çıkıp uzun<br />

süreli beraberliklere dönüşmesiyle<br />

birlikte bu değerlendirmenin<br />

de önemi azalıyor, yerine yeni<br />

değişkenler geçiyor. Artık evlilik<br />

gibi başlangıcında yaşam boyu<br />

olması beklenen beraberlikler<br />

var. Bu nedenle çiftlerin neler<br />

üzerinde anlaşabilecekleri,<br />

ortak paydaları, bilinçli veya<br />

çoğu kez bilinçsiz olarak<br />

birbirlerinin hangi eksikliklerini<br />

tamamlayabileceklerine<br />

inandıkları vs. daha önemli hale<br />

geliyor.<br />

Ama gene de olumlu anlamda<br />

“seçmek” değil, olumsuz<br />

anlamda “seçmemek” üzerinde<br />

(ki seçmemek de bir seçimdir<br />

aslında) kokunun etkisi olduğunu<br />

söyleyebiliriz. Sebebini bilmeden<br />

vücut kokusu bize itici gelen<br />

birisiyle ömür tüketmemiz<br />

imkânsız. Hatta değil koca<br />

bir ömür, çok daha kısa süreli<br />

beraberliği bile imkânsız kılacak<br />

bir durum bu.<br />

Bütün bunlardan sebep<br />

yapılan deneylerde deneklere<br />

-özellikle doğal seçici olan kadın<br />

deneklere- farklı erkek tişörtleri<br />

koklatıldığında ve en çekici gelen<br />

kokuya sahip olanı belirtmeleri<br />

istendiğinde seçilen, kendisine en<br />

uzak bağışıklık sistemine sahip<br />

erkeğin kokusunun sinmiş olduğu<br />

tişört oluyor.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 21]


DOSYA BAĞIMLILIK<br />

BAGIM-<br />

LILIK<br />

Dopamin (DA),<br />

vücutta doğal<br />

olarak üretilen<br />

bir kimyasaldır.<br />

Beyinde, dopamin<br />

reseptörlerini<br />

aktive ederek<br />

nörotransmiter<br />

olarak görev yapar.<br />

Dopamin, ayrıca,<br />

hipotalamustan<br />

da salgılanır ve<br />

kana karışarak<br />

nörohormon görevi<br />

yapar. Nörohormon<br />

olarak görevi hipofizin<br />

ön lobundan prolaktin<br />

salgılanmasını<br />

baskılamaktır.<br />

[ 22] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


NİL<br />

GÜN<br />

YAZAR<br />

ÖDÜL<br />

VE<br />

CEZA<br />

BAĞIMLILIKLAR<br />

NASIL OLUŞUYOR?<br />

Beyinde deneyimlerle ilgili “bellek”<br />

oluşumunun en önemli öğesi ödül<br />

ve ceza temelli olan duygusal<br />

bağlantıdır. Beyinde bir deneyimle<br />

ilgili veri depolanmasının beynin<br />

hangi bölgesinde olacağı ve ne<br />

kadar iyi hatırlanacağı, “duygusal”<br />

bağlantısının gücü ile ilgilidir.<br />

Beyin o olayla ilgili gelen verileri<br />

nasıl değerlendiriyor? Zevk olarak<br />

mı acı olarak mı, iyi hissettiren<br />

olarak mı, kötü hissettiren olarak<br />

mı?<br />

Özetle, ödül<br />

olarak mı<br />

ceza olarak<br />

mı?<br />

Bir deneyimin anı olarak<br />

depolanması ve hatırlanması<br />

limbik sistemin kararına<br />

dayanıyor; özellikle hipotalamus,<br />

amigdala, hipokampus ve ön<br />

beynin bazı bölgelerinde ödül<br />

ve ceza için primer ve ikincil<br />

merkezler yer alıyor.<br />

BU MERKEZLER<br />

NE İŞE YARIYOR?<br />

Üç sene önce California’da oğlum,<br />

gelinim ve minik torunumla<br />

çıktığımız bir orman yürüyüşünde,<br />

dalları leziz böğürtlenlerle dolu<br />

çalılıkların olduğu bir bölgeye<br />

rast gelmiştik. Hep birlikte<br />

böğürtlenlere dalmış ve bir<br />

taraftan midemizi, diğer taraftan<br />

elimizdeki torbaları doldurarak<br />

şen şakrak, keyifli bir gün<br />

geçirmiştik. Dallara uzanabilmesi<br />

için kucağımızda taşıdığımız<br />

torunum da hayatında ilk kez<br />

yiyeceğini kendisinin toplamasının<br />

hazzını yaşıyordu. Çok keyif<br />

aldığı, attığı mutlu çığlıklardan<br />

ve minik elleriyle topladıklarını<br />

anında mideye indirmesinden<br />

belli oluyordu. Daha sonra<br />

orada olduğum zamanlarda<br />

pazar günleri öğleden sonra ne<br />

yapacağımızın programı belli<br />

olmuştu. Beynimiz için böğürtlen,<br />

“ödül”ü temsil ediyordu; açlığı<br />

gideren lezzetli bir gıda.<br />

Oğlum ve ailesi iki sene önce<br />

Seattle’a taşındı. Ama torunum<br />

her sabah kahvaltıda böğürtlen,<br />

çilek, ahududu, gibi meyveler<br />

olmasını istiyor ve bol miktarda<br />

tüketiyor. (O dönemde henüz<br />

dünyaya gelmemiş kardeşinin<br />

böyle bir talebi yok.) Bu tür<br />

meyveleri sevmesinin, sadece<br />

bu meyvelerin lezzetinden değil,<br />

aynı zamanda orman keyfinin<br />

anılarında “ödül” olarak yer almış<br />

olmasından kaynaklandığını<br />

düşünüyorum. Ne de olsa kendini<br />

besleyebilmek için ilk yiyeceğini<br />

orada topladı. Büyük başarı!<br />

Büyük keyif!<br />

Duygularla bağlantılı ve olumlu<br />

sonuç yaratan bir şey yaptığımızda,<br />

beynimiz sonucu “ödül” olarak<br />

algılar. Biz yetişkinler, California’ya<br />

yıllar sonra dönsek bile o ormanın<br />

yolunu hatırlarız. Belki torunum<br />

bile hatırlar; kim bilir. Yetişkin<br />

olduğunda bir gün tesadüfen<br />

bile yolu o ormana düşse anılar<br />

kendiliğinden canlanır.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 23]


DOSYA<br />

BAĞIMLILIK<br />

ÖDÜL<br />

BEYNİN “ÖDÜL”<br />

MERKEZLERİ<br />

Bilim insanları<br />

ilk kez afyon<br />

reseptörlerinin<br />

beynin her<br />

tarafında<br />

bulunduğunu<br />

keşfettiklerinde<br />

çok şaşırmıştı.<br />

Bu reseptörler,<br />

beynin “ödül” ve<br />

“ceza” bölgelerinde<br />

çok daha sıklıkla<br />

bulunuyordu.<br />

Peki, beyinde neden afyon<br />

reseptörleri vardı? Afyon ve<br />

türevleri olan morfin ve eroinin<br />

ağrıyı engellediğini ve kendini<br />

iyi hissetme hali yarattığını<br />

biliyoruz. Demek ki beyin de<br />

afyona benzer bir maddeyi üretiyor<br />

olmalı ki afyon reseptörleri<br />

yaratmaya ihtiyaç duyuyordu.<br />

Nitekim 1973 yılında memeli<br />

hayvanların beyinlerinin ağrıyı<br />

ve anksiyeteyi azaltan morfin<br />

benzeri bir madde ürettiği<br />

keşfedildi. Bu ilk keşfedilen doğal<br />

beyin afyonuna “enkefalin” adı<br />

verildi. Enkefalin Yunan dilinde<br />

“kafada olan” anlamına geliyor.<br />

Enkefalin sadece ağrıyla bağlantılı<br />

olan bölgelerde değil, haz ve iyilik<br />

halinin hissedildiği bölgelerde de<br />

bulunuyordu.<br />

O tarihten sonra çok sayıda doğal<br />

beyin afyon çeşitleri keşfedildi. Bu<br />

opiat çeşitlerinin tümüne “bedenin<br />

içinde üretilen morfin” anlamına<br />

gelen “endorfin” adı verildi.<br />

Endorfinler beynin<br />

ödül sisteminde<br />

büyük rol oynuyor<br />

Endorfinler salgılandığında<br />

dopamin reseptörlerine bağlanıyor.<br />

Dopamin ön beyine ulaşarak<br />

endişenin azalmasına ve o andaki<br />

konumuza odaklanmamıza yol<br />

açıyor. Bu da genel olarak kendimizi<br />

iyi hissetmemizi sağlıyor.<br />

Bu ödül sisteminin evrim<br />

sürecinin başlangıcında ortaya<br />

çıktığı düşünülüyor. Çünkü ödül<br />

sistemi, varlığımızı sürdürebilmek<br />

için gerekli olan davranışları<br />

güçlendirmeyi amaçlıyor.<br />

Evrim ağacının üstlerinde<br />

yer alan memeli hayvanların<br />

çevreleriyle ilişkilerinde, varlıklarını<br />

sürdürebilmek için gerekli bilgilerin<br />

hatırlanması önemlidir. Buna, o<br />

lezzetli böğürtlenlerin ormanın<br />

hangi bölgesinde olduğunun<br />

bilgisinin hatırlanması da dâhil.<br />

Endorfin - dopamin ödül sistemi<br />

daima varlığı sürdürme temelli<br />

seçimler yapar. Bu nedenle beynin<br />

ödül sistemini, öğrenme ve bellek<br />

geliştirme üzerinde olağanüstü<br />

motive edici güçlere sahip olan bir<br />

“havuç” olarak da betimleyebiliriz.<br />

[ 24] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


Bize haz veren bir seçimi her<br />

tekrarlayışımızda beyin opiat<br />

reseptörlerini uyaran endorfin<br />

salgılar.<br />

Nikotin, alkol, ağrı kesiciler,<br />

anti-depresanlar, eroin, kokain,<br />

içi kimyasal katkı maddeleriyle<br />

dolu abur cubur yiyecekler, şeker,<br />

vb... bağımlılık yaratan yasal veya<br />

yasadışı tüm uyuşturucu/ uyarıcı<br />

maddeler, bu ödül sisteminin<br />

kısa devre yapmasına neden olur.<br />

Çünkü bu maddeler endorfinleri<br />

taklit ederek, dopamin üretimini<br />

arttırır ve bu da güçlü ödül<br />

merkezlerini harekete geçirir.<br />

Bedende yapay olarak yaratılan<br />

bu kimyasal ödül banyoları,<br />

artık varlığı sürdürmeyi teşvik<br />

etmek yerine kendini yok etmeye<br />

yönelik davranışların tekrarını<br />

“ödüllendirmeye” başlar. Tüm<br />

bağımlılıkların temelinde bu vardır.<br />

Beden dışarıdan endorfin taklidi<br />

yaparak gelen “ödül merkezi<br />

uyarıcıları” olduğu için, kendi<br />

doğal üretimini adım adım<br />

azaltarak keser ve adım adım<br />

bağımlılık oluşur. Yani bir süre<br />

sonra beden artık dopamin,<br />

endorfin üretmez. Neden?<br />

Çünkü hem kendisi üretse, hem<br />

dışarıdan gelse, bu kadar çok<br />

miktarda endorfin, dopamin insanı<br />

mutluluktan delirtebilir, kafayı iyice<br />

uçurabilir. Bu durumu önlemek<br />

için beden kendi üretimini keser.<br />

Yani kötünün iyisini seçerek kendi<br />

varlığını korumaya alır. Doğal<br />

endorfin üretimi kesildikçe,<br />

kişi kendisini iyi hissedebilmek<br />

için bağımlı olduğu maddenin<br />

alım miktarını daha da arttırır.<br />

Dışarıdan gelen bu maddeye daha<br />

da bağımlı hale gelir. Çünkü artık<br />

morfin/ endorfin, iç üretime değil,<br />

dış üretime dayanmaktadır.<br />

Bir bağımlılık maddesi bırakılmak<br />

istendiğinde yani madde<br />

kullanımına son verildiğinde,<br />

kişi bir süre fiziksel olarak<br />

“yoksunluk krizi” yaşar. Bu süre<br />

bağımlı olunan maddenin yapay<br />

endorfin gücüne bağlı olarak, 3<br />

gün ile 7 gün arasında değişir.<br />

Neden? Bu sürede dışarıdan haz<br />

maddesi gelmemekte, beden de<br />

kendisini korumaya aldığı için<br />

endorfin üretimi yapmamaktadır.<br />

Yani bu dönemde beden hem acı<br />

çekmekte hem de endorfin açlığı<br />

çekmektedir. Dışarıdan gelen<br />

destek yok... Kendinde yok... Eee?<br />

Bir süre sonra, dışarıdan haz<br />

maddesinin gelmediğini görünce<br />

yeniden kendi doğal üretimini<br />

yapmaya başlar. Yoksunluk<br />

krizinden sonra gelen bu iyileşme<br />

süreci, bedenin yeniden kendi<br />

doğal ritmine ve üretimine dönme<br />

sürecidir. Bu adaptasyon sürecine<br />

saygı duyulmalı ve bedenin<br />

bilgeliğine güvenilmelidir.<br />

Tabii 3-7 gün arası derken fiziksel<br />

yoksunluğun yarattığı fiziksel<br />

kriz süresinden bahsediyorum;<br />

duygusal yoksunluk krizi<br />

süresinden değil. O daha uzun<br />

sürer ve aşması daha zor olan<br />

bölümüdür. Ama bağımlılığın<br />

önce “kafada başlayan” ve yine<br />

“kafada biten” ve tekrarlarla<br />

oluşan bir “kötü ödül alışkanlığı”<br />

olduğunu da hatırlayalım.<br />

Dışsal kaynaklı eğlence, lay lay<br />

lom hazlar geçicidir. Onlar da<br />

sıkça tekrar edilirse bağımlılık<br />

oluşturur. Kumar, internet, telefon<br />

gibi aktivite bağımlılığı, heyecan<br />

arayışı ile oluşan adrenalin<br />

bağımlılığı, aşk sanılan kişi<br />

bağımlılığı, görünüm bağımlılığı,<br />

din bağımlılığı, seks bağımlılığı...<br />

BAĞIMLILIKLARIN<br />

GENELLİKLE BİRKAÇI<br />

BİR ARADA BULUNUR<br />

Bağımlılıkların hepsinin altında<br />

haz arayışı, içteki o kocaman<br />

boşluğu doldurma arzusu yatar.<br />

Tüm bağımlılıkların oluşum<br />

dinamiği aynıdır. Bağımlılık<br />

nesnemiz ya da aktivitemiz<br />

kendimizi geçici olarak daha iyi<br />

hissetmemizi (ya da sorunlarımızı<br />

bir süre unutarak kendimizi<br />

avutmamızı) sağlar. Ne zamana<br />

kadar? Artık bu kadarını bile<br />

sağlayamayana kadar.<br />

Gerçek haz ve doyum sadece<br />

içsel kaynaklıdır ve bu iç özgürlük<br />

kaynağına ancak kendi özümüze<br />

yapacağımız derin yolculukla<br />

ulaşabiliriz. Bağımlılıklar kolay<br />

yolla, yani dışsal kaynaklarla<br />

ulaşılmaya çalışılan haz<br />

arzusunun bedelidir. Bağımlılıklar<br />

esarettir; fiziksel, duygusal,<br />

zihinsel ve ruhsal... Her boyutta<br />

esaret… Öz doğamız ise daima<br />

özgürlükten yana! Çünkü ancak<br />

özgürlük içinde var olmayı,<br />

yaşamayı ve kendi özgünlüğünü,<br />

biricikliğini, yaratıcılığını ifade<br />

etmeyi seçiyor. Esaret altında<br />

varlığını tüm renkleriyle<br />

göstermesi mümkün değil ki.<br />

Esaret ya da<br />

cesaret! Yaşam<br />

cesurları seviyor.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 25]


DOSYA<br />

BAĞIMLILIK<br />

C<br />

E<br />

Z<br />

A<br />

BEYNİN “CEZA”<br />

MERKEZLERİ<br />

Beynimizde haz merkezleri olduğunu<br />

biliyoruz. Çoğumuz haz merkezlerini<br />

uyaran endorfin, serotonin gibi<br />

beynimizin salgıladığı doğal mutluluk<br />

hormonlarının adlarını da biliyoruz.<br />

Günümüz dünyasında kullanımı<br />

üç yaşa kadar inen antidepresan<br />

ilaçlar, beyindeki endorfin/<br />

serotonin üretimini arttırarak kişiyi<br />

mutsuzluğundan, depresif ruh<br />

halinden uzaklaştırmayı vaat ediyor.<br />

Elektrotlarla beynin değişik<br />

merkezlerini uyararak yapılan<br />

deneyler, beyinde aynı zamanda<br />

güçlü “ceza merkezleri “ olduğunu<br />

da gösteriyor. Bu merkezlerin en<br />

güçlüsünün adı periventriküler<br />

gri madde. Bu bölge, duyusal bir<br />

deneyim, elektrik şok ya da amigdala<br />

gibi beynin diğer merkezlerinin<br />

geribildirimi ile uyarıldığında bazı<br />

kimyasallar salgılar ve beynin diğer<br />

bölgelerine nöral mesaj yollar.<br />

Bu nöral aktivite, korku ve hoş<br />

olmayan fiziksel duyumlar yaratır.<br />

Bu güçlü sinyaller, yapılan aktivitenin<br />

tekrarlanmaması gerektiğinin<br />

mesajını verir.<br />

Hayvanların beyinlerinin<br />

diğer merkezlerinin elektrikle<br />

uyarılmasıyla yapılan deneyler ikincil<br />

ceza merkezlerinin amigdala ve<br />

hipokampusta yer aldığını gösteriyor.<br />

Son deneyler, amigdalanın<br />

duyguların primer kaynak merkezi<br />

olduğunu gösteriyor. Duygusal<br />

boyutumuz, bir deneyimi iyi ya da<br />

kötü olarak tanımlıyor. Duygusal fon<br />

rengimiz bir deneyimin iyi mi kötü<br />

mü olduğunu tanımlamanın yanı sıra<br />

yoğunluğunu da belirliyor.<br />

[ 26] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


Amigdala, “Dikkat dikkat! “<br />

ikaz mesajını sisteme duygu<br />

yoğunluğunu arttırma şeklinde<br />

gönderiyor ve bu ikaz mesajı,<br />

öncelikli ceza merkezi olan<br />

periventriküler gri maddeyi aktive<br />

ediyor. Bu bölge de, zincirleme<br />

olarak hipotalamusta yer alan<br />

ikincil ceza merkezini aktive<br />

ediyor. Olası tehlikeye (cezaya)<br />

verilen fizyolojik tepki, hızla çarpan<br />

kalp, terleyen avuç içleri, büyüyen<br />

gözbebekleri ve acı çekme<br />

korkusu oluyor.<br />

Hipokampustaki ikincil ceza<br />

bölgelerinde de benzer<br />

aktivasyonlar oluyor. Bu bölge,<br />

negatif duygular yaratan olayın<br />

bağlantılarıyla birlikte bellekte<br />

kaydedilmesi için gerekli altyapıyı<br />

sunuyor.<br />

Bir olayı nasıl<br />

hatırladığımız,<br />

tamamen o<br />

olayın ödülle<br />

mi cezayla mı<br />

bağlantılı olarak<br />

kayda geçtiğine<br />

bağlı. Ödül<br />

yoksa... Ceza<br />

yoksa... Anı da<br />

yoktur... O anları<br />

hatırlamayız.<br />

Hatırlamaya<br />

değer bulmayız.<br />

Bu işleyiş, beynimizde depolanan<br />

anıların, duygusal bağlantısının<br />

önemini ve büyüklüğünü ortaya<br />

koyuyor.<br />

Nötr deneyimler bellekte hiçbir<br />

iz bırakmadan sönümleniyor.<br />

Çocukluk anılarımıza geri<br />

döndüğümüzde gözümüzde<br />

ya ödüllendirildiğimiz ya da<br />

cezalandırıldığımız anılar<br />

canlanıyor, değil mi?<br />

Belki okul müsameresinde<br />

bir ödül kazandınız, belki<br />

babanız karnenizin başarısını<br />

sizi kucağına alarak, başınızı<br />

okşayarak ödüllendirdi. Kendinizi<br />

babanızın gözünde çok önemli ve<br />

değerli hissettiniz. Sevildiğinizi,<br />

onaylandığınızı hissettiniz,<br />

bu harika bir duyguydu. Ya ilk<br />

bisikletinize kavuştuğunuz gün<br />

ne kadar heyecan duydunuz?<br />

İlk bisikletinizi size kim verdi?<br />

Peki, ya ilkokul öğretmeninizin<br />

sizi arkadaşlarınızın önünde<br />

azarlaması, vurması ya da tek<br />

ayak üzerinde durdurması...<br />

Kardeşiniz yüzünden anneniz<br />

tarafından haksız yere<br />

cezalandırılmanız... Mahalledeki<br />

o kabadayı çocuğun, dininizden,<br />

milliyetinizden, cinsiyetinizden<br />

dolayı sizi aşağılaması,<br />

hırpalaması, alay etmesi...<br />

Bu anları sadece hatırlamakla<br />

kalmaz, o anda hissettiklerinizi<br />

yeniden hissedersiniz. Haksız yere<br />

suçlanmanın öfkesi... Başınızın<br />

okşanmasının mutluluğu...<br />

Bisikletinizin sevinci...<br />

Başkalarının önünde küçük<br />

düşürülmenin utancı...<br />

Bellekte negatif uyarılma, daima<br />

pozitif uyarılmadan güçlüdür.<br />

Kötü olayları daha kolay hatırlarız.<br />

Kötü olaylar daha çok iz bırakır.<br />

Çünkü amigdala programları<br />

negatife yönelik faaliyet gösterir.<br />

Negatif olayları hatırlamak<br />

varlığı sürdürmek için tehlikelere<br />

karşı korunmak açısından daha<br />

önemlidir. Bu olayların duygusunu<br />

net olarak hatırlamak bizi gelecekte<br />

olabilecek benzer tehlikelerden<br />

kaçınmamızı sağlar.<br />

Bu içgüdüsel alt yapımız, eğer<br />

kendimizi geliştirerek bilinçli<br />

seçimler yapmazsak hem duygu<br />

dünyamızda hem insan ilişkilerinde<br />

sorunlar yaratır. Bizi hem karamsar<br />

hem de nankör bir insana<br />

dönüştürür.<br />

Örneğin; arkadaşınız size belki<br />

yüzlerce kez iyilik yapmıştır, size<br />

yarar sağlamıştır (ödül). Ama bu<br />

insanın sizi sadece bir kez hayal<br />

kırıklığına uğratması (ceza), bu<br />

arkadaşınızı negatif bakış açısıyla<br />

değerlendirmeniz için yeterli olur.<br />

Bu tür insanlara “nankör” deriz.<br />

Tabii bu durum temelde güdülerinin<br />

ve duygularının yönetiminde<br />

yaşayan bilinçsiz insanlar için<br />

geçerli bir yaklaşımdır. Bu kişiler<br />

yaşadığı gibi düşünür.<br />

İnsan denilen varlık duygusal,<br />

zihinsel ve ruhsal boyutta<br />

evrimleştikçe yani bilinçlendikçe,<br />

fiziksel varlığını sürdürmek için<br />

(tüm canlılar gibi) hala güdülerinin<br />

yönetiminde olsa da, duygusal<br />

boyutta bilinçli zihnin de desteğini<br />

alarak seçimlerini yapar. Bilinç<br />

geliştikçe vefa, erdem, sevgi,<br />

merhamet, empati, hakkaniyet,<br />

adalet gibi duygular da gelişir. İşte<br />

bu duyguların gelişimi bizi insan<br />

kılar. Kişi bilinç boyutunda geliştikçe<br />

birey olur. Birey, düşündüğü gibi<br />

yaşayan insandır.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 27]


DOSYA<br />

BAĞIMLILIK<br />

GÜNLÜK<br />

HAYAT DİLİYLE<br />

BU DURUMU<br />

ÖZETLEYEN ÖZLÜ<br />

SÖZLER DE VAR:<br />

Nankör insan;<br />

ona bir tek hata<br />

yapsanız, bütün<br />

iyiliklerinizi<br />

unutur.<br />

Vefalı insan;<br />

ona birçok hata<br />

yapsanız da,<br />

bir iyiliğinizi<br />

unutmaz.<br />

İnsan denilen<br />

varlık beyin ve<br />

kalp işbirliğiyle<br />

yaşamını<br />

sürdürdüğünde<br />

İNSAN olmanın<br />

hakkını vererek<br />

yaşıyor ve<br />

yaşatıyor.<br />

YAŞAYIN VE<br />

YAŞATIN!<br />

Bir önemli<br />

B<br />

nokta daha;<br />

beynin<br />

salgıladığı<br />

hormonlar<br />

duygu durumumuzu<br />

belirliyor gibi görünse<br />

de gerçek bunun tam<br />

tersi. Beyin rastgele<br />

hormon salgılamıyor.<br />

Sıkça düşündüğümüz<br />

düşüncelerimiz, sıkça<br />

hissettiklerimiz, hayata ve<br />

kendimize bakış açımızın<br />

oluşturduğu olumlu ya<br />

da olumsuz duygular,<br />

nefes, beslenme tarzımız,<br />

egzersiz, yaşadığımız<br />

fiziksel ve duygusal<br />

çevre, beyin ve vücut<br />

kimyamızı etkiliyor. Dış<br />

müdahalelerle, laboratuvar<br />

ürünü kimyasal desteklerle<br />

ne cezadan kaçabiliriz<br />

ne ödülleri kazanabiliriz.<br />

Sadece kök sorunlarla<br />

yüzleşmeyi geçici olarak<br />

hasıraltı ederek, erteleyerek<br />

onları daha da büyütürüz.<br />

Biz öz doğamız olarak<br />

edilgen varlıklar değiliz.<br />

İstesek de istemesek de,<br />

dış etkenleri suçlasak da<br />

suçlamasak da, kabul etsek<br />

de etmesek de nihayetinde<br />

kendi seçimlerimizin<br />

sonuçlarını yaşayan,<br />

hatalarımızın bedellerini<br />

ödeyen, ödüllerin zevkini<br />

çıkaran etkin varlıklarız.<br />

[ 28] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 29]


DOSYA<br />

BAĞIMLILIK<br />

BAĞIM-<br />

LILIK<br />

NEDİR?<br />

“Bağımlılık, beyni<br />

B<br />

olan bütün canlılarla<br />

ortak olduğumuz<br />

bir ödül-ceza<br />

sisteminin yan<br />

ürünüdür. İnsan beyni, hoşa giden<br />

ve tekrarlanması organizmaya<br />

hoşluk hissi veren davranışları<br />

kodlamak için dopamin adlı<br />

kimyasal maddeyi salgılayarak<br />

bu tip davranışları pekiştirme<br />

eğilimine sahiptir. Hoşumuza<br />

giden birçok şey, beyindeki<br />

dopamin miktarını arttırır. Bunu<br />

yapmasının temel mekanizması<br />

ise beynin derinliklerinde bulunan<br />

akkumbens çekirdeği denen bir<br />

bölgeyi uyarmasıdır. Bu bölge,<br />

beynimizdeki ödül sisteminin<br />

temel merkezini oluşturur.<br />

Kısacası, burayı uyaran ne<br />

varsa, beynimizin her tarafında<br />

dopamin salgılamasına ve böylece<br />

kendimizi daha iyi, mutlu ve tatmin<br />

olmuş hissetmemizi sağlar.”<br />

[ 30] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


Dopamin:<br />

Dopamin<br />

beyinde<br />

salgılanan bir<br />

hormondur.<br />

Nörotransmitter<br />

olarak görev<br />

yapar, yani<br />

sinir hücreleri<br />

arasında iletişimi<br />

sağlar. Dopamin<br />

genellikle<br />

serotonin gibi<br />

“mutluluk<br />

hormonu”<br />

olarak anılır,<br />

birçok beyin<br />

fonsiyonunu<br />

direkt olarak<br />

etkiler. Bu<br />

yüzden<br />

dopaminin belli<br />

seviyelerde<br />

olması çok<br />

önemlidir.<br />

Dopamin seviyesi düştüğünde<br />

zihinsel fonksiyonlarda<br />

sorunlar oluşur. Yine dopamin<br />

seviyesi çok yükseldiğinde de<br />

birtakım anormallikler ortaya<br />

çıkabilir. Sigara, kokain ve<br />

amfetaminler dopaminin sinir<br />

hücreleri tarafından tekrar<br />

emilmesini engeller. Böylece<br />

sinir uçları arasında dopamin<br />

birikir. Dopamin fazlalığını<br />

haz olarak hisseden beyin bu<br />

maddelerden yine ister. Bu da<br />

kişide bağımlılık hâlini alır.<br />

YAYGIN<br />

BAĞIMLILIK<br />

ÇEŞİTLERİ<br />

MADDE<br />

BAGIMLILIGI<br />

Bağımlılığa yol açan<br />

maddeler, genel olarak<br />

yaşamı sürdürmek için gerekli<br />

olmadığı halde keyif verici<br />

özellikleri nedeniyle tüketilir<br />

ve kullanıcılarda bedensel,<br />

ruhsal, davranışsal ve bilişsel<br />

değişikliklere yol açar. Madde<br />

bağımlılığı denildiğinde<br />

insanın duygu, düşünce ve<br />

davranışı üzerinde doğrudan<br />

etkili, özgüllüğü olan bir süreç<br />

anlaşılmalıdır.<br />

DÜNYA SAĞLIK<br />

ÖRGÜTÜ’NE<br />

GÖRE MADDE<br />

BAĞIMLILIĞI<br />

TİPLERİ<br />

OPYAT TİPİ (DOĞAL OLUŞAN<br />

MORFİN VE KODEİN)<br />

ALKOL, BARBİTÜRAT,<br />

BENZODİAZEPİN TİPİ<br />

ESRAR TİPİ KOKAİN TİPİ<br />

UYARICI TİPİ HALÜSİNOJEN<br />

TİP SOLUNAN ÇÖZÜCÜ<br />

TİPİTÜTÜN TİPİ<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 31]


DOSYA<br />

BAĞIMLILIK<br />

DSM IV’e (Ruhsal Bozuklukların<br />

Tanısal ve Sayımsal Elkitabı)<br />

göre aşağıda sıralanan eylem<br />

veya belirtilerin en az bir<br />

tanesini 12 aylık bir süreç içinde<br />

yineleyerek sergileyen kişinin<br />

bu maddeyi kötüye kullandığı<br />

kabul edilir:<br />

1<br />

Madde temini için uğraş<br />

yüzünden önemli sosyal<br />

ve sorumluluk gerektiren<br />

aktivitelerden vazgeçmek veya<br />

bunları oldukça azaltmak.<br />

2<br />

3<br />

Fiziksel bir zarar görme veya<br />

başka birine zarar verme riskine<br />

rağmen(örneğin, trafikte araç<br />

kullanırken) madde almak.<br />

Maddenin kullanılması veya<br />

taşınmasına bağlı yasal<br />

problemler yaşamak (örneğin<br />

alkollü ilaç kullandığı için ceza<br />

alma veya illegal bir maddeyi<br />

taşıdığı için tutuklanma) gibi.<br />

DSM IV’ e göre aşağıda<br />

sıralanan belirtilerin tamamını<br />

veya bazılarını en az bir yıllık<br />

süreçte yineleyerek sergileyen<br />

kişi “madde bağımlısı” olarak<br />

kabul edilir.<br />

1<br />

Maddenin keyif verici etkisini<br />

duyumsayabilmek için<br />

dozun belirgin bir şekilde<br />

arttırılması veya aynı dozun<br />

yinelenerek alınması sırasında<br />

başlangıçtaki keyif verici etkinin<br />

duyumsanamaması (tolerans).<br />

2<br />

3<br />

Maddeyi alış sıklığının ve alınan<br />

madde miktarının abartılı ölçüde<br />

artması.<br />

Madde alınmadığı zaman<br />

yoksunluk krizinin ortaya<br />

çıkması. Krizin madde alımı<br />

ile hafiflemesi veya tamamen<br />

geçmesi.<br />

4<br />

5<br />

6<br />

7<br />

Madde kullanımını kontrol<br />

etmeye veya tamamen<br />

bırakmaya yönelik başarısız<br />

girişimlerin olması.<br />

Kişinin zamanını büyük ölçüde<br />

madde bulmaya ve stoklamaya<br />

yönelik faaliyetlere harcaması.<br />

Madde kullanımına bağlı olarak<br />

sosyal ve iş aktivitelerinin<br />

giderek azalması.<br />

Kullanılan maddeye bağlı<br />

olarak fiziksel ve psikolojik<br />

arazların ortaya çıkması ve<br />

bunların kullanılan maddeden<br />

kaynaklandığını bile bile madde<br />

kullanımının sürdürülmesi.<br />

MADDE<br />

BAĞIMLILIĞINDA<br />

GENETİK<br />

YATKINLIK<br />

Madde bağımlılığında genetik<br />

yatkınlık bilimsel olarak<br />

tartışmalıdır. Dopamin D2<br />

reseptörlerinin özellikle madde<br />

bağımlılığını ilgilendiren<br />

ödüllendirmenin genetik<br />

zemininde de önemli bir<br />

katkıya sahip olduğu yolunda<br />

araştırmalar mevcuttur.<br />

Bu araştırmaların çoğunda<br />

yapılan ortak vurgu, dopamin<br />

D2 reseptör eksikliği ile<br />

ödüllendirmeye duyarlılıkta<br />

azalma olduğudur. Yine<br />

son zamanlarda madde<br />

bağımlılığının bir “ödül eksikliği<br />

sendromu” olabileceği şeklinde<br />

görüş bildiren verilerde artış<br />

gözlenmektedir. (Bowirrat &<br />

Oscar-Berman, 2005; Uzbay<br />

2006)<br />

INTERNET<br />

BAGIMLILIGI<br />

i<br />

İnternet bağımlığı<br />

interneti<br />

ihtiyaçtan fazla<br />

kullanma olarak<br />

tanımlanabilir.<br />

“Dürtü kontrol bozuklukları”<br />

kategorisi altında incelenen<br />

internet bağımlılığı, kumar<br />

oynama, pornografi, coşkun<br />

ve mantık dışı oyun tutkusu,<br />

sosyal iletişim siteleri ya da<br />

web güncelerinde aşırı zaman<br />

tüketimi ve internet üzerinden<br />

alışveriş takıntısı şeklindedir.<br />

İNTERNET<br />

BAĞIMLILIĞI<br />

TANISI ŞU<br />

TANILARLA<br />

SAPTANABİLİR:<br />

1. İnternet ile ilgili aşırı zihinsel<br />

uğraş (sürekli olarak interneti<br />

düşünme, internette yapılan<br />

aktivitelerin hayalini kurma vb.)<br />

2. İstenilen keyfi almak için<br />

giderek daha fazla oranda<br />

internet kullanma ihtiyacı duyma<br />

3. İnternet kullanımını kontrol<br />

etme, azaltma ya da tamamen<br />

bırakmaya yönelik başarısız<br />

girişimlerin olması<br />

4. İnternet kullanımının<br />

azaltılması ya da tamamen<br />

kesilmesi durumunda<br />

huzursuzluk, çökkünlük ya da<br />

kızgınlık hissedilmesi<br />

[ 32] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


5. Başlangıçta planlanandan<br />

daha uzun süre internette kalma<br />

6. Aşırı internet kullanımı<br />

nedeniyle aile, okul, iş ve<br />

arkadaş çevresiyle sorunlar<br />

yaşama, eğitim veya kariyer ile<br />

ilgili bir fırsatı tehlikeye atma ya<br />

da kaybetme<br />

7. Başkalarına internette kalma<br />

süresi ile ilgili yalan söyleme<br />

8. İnterneti problemlerden<br />

kaçmak veya olumsuz<br />

duygulardan (çaresizlik,<br />

suçluluk, çökkünlük, kaygı)<br />

uzaklaşmak için kullanma<br />

İnternet bağımlılığında en büyük<br />

risk grubu 12-18 yaş aralığındaki<br />

ergenlerdir ve erkeklerde<br />

görülme oranı 2 veya 3 kat daha<br />

fazladır.<br />

İNTERNET<br />

BAĞIMLILIĞININ<br />

NEDENLERİ<br />

i<br />

İnternet<br />

bağımlılarının<br />

%30’u olumsuz<br />

duygulardan<br />

uzaklaşmak<br />

için bu davranışı geliştiriyor.<br />

Saplantılı bir şekilde internet<br />

kullanımı depresyon, öfke ve<br />

özgüven eksikliği gibi başka<br />

sorunların belirtisi olabiliyor.<br />

İnternet bağımlılarının<br />

%50’sinde başka psikiyatrik<br />

bozukluklar, dikkat eksikliği<br />

ve hiperaktivite bozukluğu,<br />

sosyal fobi, ailede bağımlılığa<br />

yatkınlık görülebiliyor. Biyolojik<br />

açıdan ele alındığında internet<br />

bağımlılığının serotonin<br />

ve dopamin eksiliğinden<br />

kaynaklandığı saptanmıştır.<br />

İNTERNET<br />

BAĞIMLILIĞININ<br />

SONUÇLARI<br />

İnternet<br />

i<br />

kullanımında kişi,<br />

kimliğini saklayıp<br />

olduğundan daha<br />

farklı davranabilir.<br />

Bu da kişide sanal bir gerçeklik<br />

duygusu yaratır ve onu gerçeklik<br />

duygusundan uzaklaştırabilir.<br />

Kimlik oluşumunu olumsuz<br />

etkilemesinin yanı sıra internet<br />

bağımlılığı, kişilerde sebep<br />

olduğu düşünme hataları<br />

sebebiyle yaşadıkları zorlukları<br />

abartma ve çözüm yollarını<br />

küçümseme eğilimine yol açar.<br />

Aynı zamanda yalnızlık ve içe<br />

dönüklük görülür.<br />

Fiziksel aktivitenin giderek<br />

azalması obezite, sırt, boyun ve<br />

baş ağrısına sebep olabilir. Uzun<br />

süre internet başında kalma<br />

uyku sorunları, yeme sorunları,<br />

kişisel bakımda azalma ve<br />

epileptik nöbetler açısından risk<br />

altında olmakla sonuçlanabilir.<br />

İnternet bağımlılığı sosyal<br />

izolasyon, kişide arkadaşlarıyla<br />

yüz yüze görüşmek yerine sanal<br />

ortamda görüşmeyi tercih<br />

etme, dışarı çıkmama, yemeğini<br />

bilgisayar başında yeme,<br />

ailesiyle paylaşımda bulunmama<br />

gibi davranışsal sorunlara<br />

da yol açabilir. Aynı zamanda<br />

başarısızlık, aile ve arkadaş<br />

ilişkilerinde bozulma gibi sosyal<br />

sorunlar da ortaya çıkabilir.<br />

YOKSUNLUK<br />

BULGULARI<br />

İnternet kullanımının azalması<br />

veya tamamen kesilmesi<br />

durumunda kişi huzursuzluk,<br />

çökkünlük ya da kızgınlık<br />

hisseder.<br />

• Psikomotor ajitasyon (fiziksel<br />

ve bedensel olarak yavaşlama)<br />

• İnternette neler olduğu<br />

hakkında takıntılı düşünceler<br />

• İnternet hakkında hayal kurma<br />

• İsteyerek ya da istemeyerek<br />

tuşlara basma hareketi<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 33]


DOSYA<br />

BAĞIMLILIK<br />

AKILLI<br />

TELEFON<br />

BAĞIMLILIĞI<br />

Nomofobi, cep<br />

telefonu yoluyla<br />

iletişimden<br />

kopmaktan aşırı<br />

korkmaktır. Bu<br />

durum panik<br />

atak, nefes darlığı,<br />

baş dönmesi,<br />

titreme, terleme,<br />

kalp hızının<br />

artması, göğüs<br />

ağrısı ve bulantı<br />

gibi fiziksel<br />

yan etkilere<br />

bile neden<br />

olabilmektedir.<br />

[ 34] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


İngilizce “no mobile phobia”dan<br />

türetilen nomofobi ya da cep<br />

telefonundan mahrum kalma<br />

korkusu, akıllı telefonların<br />

çoğalmasıyla artış gösterdi.<br />

Kapalı yerlerde kalma, açık<br />

alanda durma, yüksekten<br />

korkma derken modern<br />

zamanların yeni bir fobisi ise<br />

nomofobi, yani “cep telefonsuz<br />

ne yaparım?” korkusu. Bu yeni<br />

hastalık cep telefonsuz kalanları<br />

sarıyor. Cep telefonuna bu kadar<br />

bağımlılığın sebebinin, insanların<br />

aileleri ve arkadaşlarıyla sürekli<br />

temas halinde olma arzusu<br />

olduğu belirtildi. Bu insanlar<br />

cep telefonlarına o kadar<br />

bağımlı oluyorlar ki telefonun<br />

şarjının bitmesi veya telefonu<br />

nereye koyduğunu bulamamak<br />

streslerini hayli artırıyor.<br />

2100 cep telefonu kullanıcısı<br />

üzerinde yapılan araştırmada,<br />

katılan her iki kişiden biri<br />

telefonlarını asla kapatmadığını<br />

söyledi. Her 10 kişiden biri de<br />

işleri dolayısıyla her zaman<br />

ulaşılabilir olmak istediğini<br />

belirtti. Uzmanlar, nomofobinin<br />

cep telefonu kullanıcılarının<br />

yüzde 53’ünü etkileyebildiğini,<br />

erkeklerin yüzde 58, kadınlarınsa<br />

yüzde 48’inin şarjları bittiğinde,<br />

kontörleri tükendiğinde,<br />

telefonlarını kaybettiklerinde<br />

veya kapsama alanı dışına<br />

düştüklerinde endişelerinin<br />

arttığını söylediler. 13 milyon<br />

İngiliz’in “21. yüzyıl’ın bu yeni<br />

bağımlılığından” muzdarip<br />

olduğu da ortaya çıktı.<br />

NOMOFOBİ<br />

BELİRTİLERİ<br />

• Cep telefonunu veya sinyalini<br />

kaybetmek olumsuz fiziksel<br />

belirtilere yol açıyorsa veya kişi<br />

telefonunu asla kapatmıyorsa,<br />

• Kişi panik atağın sinyal<br />

çekmemesi veya şarjın bitmesine<br />

karşı aşırı bir tepki olduğunun<br />

farkındaysa,<br />

• Obsesif biçimde cep<br />

telefonunun veya mobil cihazının<br />

yanında olup olmadığını kontrol<br />

ediyorsa,<br />

• Cep telefonu güvenli bir yerde<br />

olsa bile onu kaybetme endişesi<br />

sürekli mevcutsa,<br />

• Fobi oldukça uzun bir süredir<br />

devam ediyorsa ve kişinin<br />

sağlığını veya günlük yaşamını<br />

etkiliyorsa,<br />

İLK BAĞLANMA<br />

BİÇİMİMİZ<br />

İLİŞKİLERİMİZİ<br />

ETKİLİYOR<br />

Bağlanmanın temeli erken<br />

dönem anne-çocuk ilişkisine<br />

dayanır. Bağlanma, çocuk ile<br />

onun ihtiyacını gideren ya da<br />

ona ilgi gösteren kişi arasındaki<br />

duygusal durumdur. Bebeklikten<br />

başlayan bağlanma karşılıklı<br />

özelliktedir, yani anne ve bebek<br />

karşılıklı olarak birbirine<br />

bağlanır. Çocuğun anneye karşı<br />

olan bağının sağlıklı olması onun<br />

gelecekteki ruhsal sağlığı için de<br />

temel teşkil etmektedir. Birçok<br />

psikolojik rahatsızlığın özellikle<br />

de ilişkilerdeki sorunların<br />

temelinde bebeklik döneminden<br />

gelen bağlanma sorunları<br />

gözlemlenmektedir. Burada<br />

babanın etkisi dramatik bir etki<br />

yapmaz, anne etkisiyse ilişkileri<br />

yönlendiren etkidir.<br />

Bağımlılık ve bağlanma<br />

birbirinden farklıdır. İlişkilerde<br />

bağlılık, bir kişiye özgürce sevgi<br />

ve saygı ile yakınlık duymak ve<br />

yakınlık göstermek demektir;<br />

bağımlılık ise patolojik bir<br />

durumdur. İlişkiye olan bağımlılık<br />

ilk başlarda haz verici olsa<br />

da daha sonrasında saplantılı<br />

düşüncelere, tekrarlayan<br />

davranış kalıplarına dönüşebilir.<br />

Evlilik ya da duygusal ilişkilerde<br />

bireyler eşlerini, sevdiklerini<br />

hayatlarının merkezine<br />

koyarak bağımlılığa giden bir<br />

ilişki biçimine dönüştürürler.<br />

İlişkilerinde kaybetme korkusu<br />

yaşayan kişilerde bağımlı<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 35]


DOSYA<br />

BAĞIMLILIK<br />

ilişkilere daha sık rastlanır<br />

çünkü bu kişilerin çocukluğu<br />

incelendiğinde; annelerinin<br />

baskıcı, mesafeli, öfkeli,<br />

ihmal edici ya da reddedici<br />

olduğu görülebiliyor. Yani<br />

ihtiyaçları uygun biçimlerde<br />

karşılanmadığında bu çocuklar<br />

yetişkinliklerinde bağımlı<br />

ilişkiler geliştirilebiliyor. Bu<br />

nedenle bağımlı kişi eşini<br />

kendi gölgesine almak, burada<br />

tutmak ister. İlişkilerinde<br />

bağımlı olanlar, genelde bir<br />

noktadan sonra, eşlerini aşırı<br />

derecede eleştirmeye, onları<br />

“ilgisiz, kalpsiz, duyarsız” olarak<br />

suçlamaya başlarlar.<br />

BAĞLANMA ÜÇ<br />

ANA BAŞLIKTA<br />

İNCELENEBİLİR;<br />

1) Güvenli Bağlanma<br />

2) Kaygılı Bağlanma<br />

3) Kaçınıcı Bağlanma<br />

İlk başlarda kişiye haz<br />

veren duygular belirli bir<br />

kişiyle bağdaştırılır ve bunun<br />

sonucunda bu duyguların<br />

ancak o kişiyle var olacağı<br />

duygusundan hareketle o kişiye<br />

bağımlılık gerçekleşir. Tıpkı alkol<br />

bağımlılığına benzemektedir.<br />

Kişiler alkol aldığında daha<br />

iyi hissettiklerini, daha rahat<br />

olduklarını, sorunlarından<br />

uzaklaştıklarını düşünmekte<br />

ve deneyimledikleri bu hoşa<br />

giden duygular karşısında<br />

onlara bu duyguyu yaşattığını<br />

düşündükleri alkole bağımlılık<br />

geliştirmektedirler. İlişkilerde<br />

de o kişi olmazsa o duyguların<br />

yaşanamayacağı düşünülür.<br />

ALIŞVERİŞ<br />

BAĞIMLILIĞI<br />

[ 36] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


Dürtü kontrol<br />

D<br />

bozuklukları içinde<br />

ele alınan alışveriş<br />

bağımlılığı,<br />

yani oniomani,<br />

kompulsif satın alma olarak da<br />

tanımlanır. Bu bağımlılık türünü<br />

obsesif kompulsif bozukluk<br />

çerçevesinde değerlendirenler<br />

olduğu gibi depresyonla<br />

ilişkilendirenler de vardır.<br />

ALIŞVERİŞ<br />

BAĞIMLILIĞININ<br />

ÖZELLİKLERİ<br />

• Kişinin kendisini iyi<br />

hissetmediği zamanlarda para<br />

harcamak için güçlü bir istek<br />

duyması,<br />

• Yaşam sorunlarını kaldırmak<br />

çok güç olduğu zamanlarda para<br />

harcamak için güçlü bir istek<br />

duyma,<br />

• Yukarıdaki eylemlerin kişinin<br />

ruh halini değiştirmesi,<br />

• Harcanan para miktarının son<br />

bir iki yılda artması,<br />

• Harcamaları, kişinin ailesinde<br />

veya eşinde hayal kırıklığı<br />

yaratması,<br />

• Başkalarının, kişinin para<br />

harcamasını bir sorun olarak<br />

görmesi veya kişinin kontrolü<br />

dışında olduğunu söylemesi,<br />

• Planladığından daha fazla satın<br />

alma,<br />

• Harcamaya başladıktan sonra<br />

kişinin kendini durdurmakta<br />

zorlanmadır.<br />

ALIŞVERİŞ<br />

BAĞIMLILIĞININ<br />

NEDENLERİ<br />

Bipolar kişilik bozukluğu olan<br />

kişilerde manik dönemde<br />

alışveriş yapma oranı artar.<br />

Ancak bu, kişinin alışveriş<br />

bağımlısı olduğu anlamına<br />

gelmiyor. Depresyonda olan<br />

kişilerdeki depresif duygu<br />

durumları onları satın almaya<br />

yönlendirir. Ebeveynler ve<br />

çocuklar arasındaki sorunlar<br />

da çocuktaki içsel boşluğu satın<br />

almayla doldurması ve böylece<br />

çocuklarda kompülsif satın<br />

alma bozukluğu görülebiliyor.<br />

Eşler arasındaki sorunların<br />

da yine alışveriş ve satın alma<br />

isteğini arttırdığı görülüyor. Aynı<br />

zamanda geçmiş döneme ait<br />

travmatik olaylar kişilerde satın<br />

alma isteği uyandırabiliyor.<br />

Kültürün dinamik yapısı,<br />

toplumun tüketime verdiği değer,<br />

reklam ve tanıtım faaliyetleri<br />

alışveriş şekillerini değiştirebilir.<br />

İnternet alışverişi, kredi kartı<br />

kullanımı, kredi çekme gibi<br />

alternatiflerin bulunması<br />

da alışverişe yönlendiren<br />

sebeplerdir. Alışveriş ödül<br />

sistemini aktive ederek kişiyi<br />

mutlu ve etkin hissettirir. Bu<br />

hissi yoğun olarak yaşayan kişi<br />

tekrar yaşamak istediğinde<br />

alışverişe yönelir. Alınan şey<br />

değil alışveriş süreci ve verdiği<br />

doyum kişi üzerinde etkilidir.<br />

Ödül sisteminin aktive olmasıyla<br />

dopamin salınımının yanı sıra<br />

serotonin işlev bozukluğu da<br />

etken olabilmektedir.<br />

ALIŞVERİŞ<br />

BAĞIMLILIĞININ<br />

SONUÇLARI<br />

Başlangıçta alışverişin verdiği<br />

hazzın yerini suçluluk aldığında<br />

kişilerde depresyon görülebilir.<br />

Ödenemeyen borçlar kişileri<br />

ciddi durumlara sokabilir ve<br />

bunun sonucunda kişi sahte<br />

isimlerle sahte kimlikler<br />

oluşturabilir ve yasal olmayan<br />

yollara başvurabilir. Borçların<br />

kapanamaması durumunda kişi<br />

sosyal çevresinden borç alabilir<br />

ve bunun sonucunda yakınları ve<br />

arkadaşları ile arası bozulabilir.<br />

Aynı zamanda internet üzerinden<br />

sürekli alışveriş yapma<br />

eğiliminde olduğu için mesleki<br />

hayatında sıkıntılar yaşayabilir.<br />

Alışveriş bağımlılığının<br />

tedavisinde duygu durum<br />

düzenleyici ilaçlara<br />

başvurulabileceği gibi<br />

bilişsel davranışçı terapi de<br />

uygulanabilir.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 37]


DOSYA<br />

BAĞIMLILIK<br />

DİĞER<br />

BAĞIMLI-<br />

LIKLAR<br />

yeme<br />

bağımlılığı<br />

Yeme bağımlılığı, kişinin beden<br />

imajını beğenmemesine ve yemek<br />

yedikten sonra pişman olup rahatsızlık<br />

duymasına rağmen yemek yemenin<br />

önüne geçememesidir. Yemek yemeyi<br />

mutluyken, üzgünken veya stresliyken<br />

her durumda sürdürmesidir. Patolojik<br />

yeme bozukluğu adı verilir.<br />

ISKOLIZM<br />

Çok çalışmaktan ziyade<br />

çalışmayı durduramamak<br />

işkolizm olarak adlandırıyor<br />

ve davranışsal bağımlılıklar<br />

kategorisinde ele alınıyor.<br />

İşkolizmde pozitif veya<br />

negatif hazdan söz edilebilir.<br />

Pozitif haz kişinin işi<br />

yaptıkça haz almasıyken<br />

negatif haz işin eksik kaldığı<br />

düşüncesiyle bu rahatsızlıktan<br />

kurtulmak için işi bitirmeye<br />

çalışmasıyla ortaya çıkan<br />

hazdır. İşkoliklerin en temel<br />

özelliği mükemmeliyetçi<br />

olmalarıdır. Sürekli bir<br />

işi yetiştirememekten,<br />

hep yapılacak daha çok<br />

iş olduğundan ve hep bir<br />

eksiklik olduğundan şikayet<br />

ederler. Yani, ayrıntılara<br />

çok fazla odaklanırlar. İş,<br />

kendilerince en iyi şekilde<br />

olmadan rahat edemezler.<br />

“Mükemmeliyetçi işkolikleri<br />

ikiye ayırmak gerekir.<br />

Birinci grup titiz ve<br />

detaycıdırlar. Takıntılı olurlar.<br />

Bunlara obsesif diyoruz.<br />

Diğer tip ise narsisitik<br />

mükemmeliyetçilerdir.<br />

Onlar kendilerini beğenir<br />

ve severler. İşi aksatmayı,<br />

eksik yapmayı kendilerine<br />

yakıştıramazlar, yediremezler.<br />

Bir şey tam olmadıkça tatmin<br />

olmazlar.” İşkoliklerde iş<br />

performansında düşme<br />

görülebileceği gibi fiziksek<br />

rahatsızlıklar da görülebiliyor.<br />

Aynı zamanda tatminsizlik,<br />

huzursuzluk, çalışma isteğini<br />

kontrol etmekte güçlük,<br />

yoksunluk hali, aile ve sosyal<br />

hayatta birtakım sıkıntılar<br />

ortaya çıkar.<br />

SPOR<br />

BAĞIMLILIĞI<br />

Haftada beş günden fazla,<br />

vücuda zarar verecek<br />

kadar aşırı spor yapmak<br />

kişiyi spora bağımlı hale<br />

getirebiliyor. Kişi, spor<br />

yapmadığı zaman kendini<br />

suçlu hissedebiliyor,<br />

yaptığı sporu hiçbir<br />

zaman yeterli bulmuyor<br />

hatta agresyon,<br />

depresyon ve uyku<br />

bozuklukları gibi sorunlar<br />

ortaya çıkabiliyor. Kişi,<br />

spora bağımlı olduğu için<br />

ailesini, işini hatta kişisel<br />

ihtiyaçlarını göz ardı<br />

edebiliyor.<br />

SEKS<br />

BAĞIMLILIĞI<br />

“Cinsel duygu ve<br />

isteklerin kişiyi<br />

köleleştirmesi olan<br />

seks bağımlılığı, aynı<br />

zamanda doyumsuzluğa<br />

varan aşırı seks<br />

düşkünlüğüdür.”<br />

Kişi, seks bağımlısı<br />

olduğunu 6-7 yıl sonra<br />

fark edebiliyor ve bu<br />

bağımlılıktan dolayı<br />

duyduğu suçluluk intihar<br />

vakalarına bile sebep<br />

olabiliyor. Tedavisi zor<br />

olan seks bağımlığı için<br />

öncelikle kişide dengeli<br />

bir ruh hali yaratmak ve<br />

bunu desteklemek için<br />

de psikoterapi ve ilaçla<br />

tedavi gerekiyor.<br />

[ 38] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


BAĞIMLILIK-<br />

LARDAN<br />

KURTULMANIN<br />

YOLLARI<br />

Öncelikle<br />

Ö<br />

bağımlıkları fark<br />

etmek, onların<br />

bilincinde olmak<br />

ve onları tanımak<br />

gerekiyor. Sonraki adımsa<br />

bağımlılıkların kişinin yaşantısı<br />

ve sağlığı üzerindeki etkilerini<br />

görmesidir. Bu farkındalıktan<br />

sonra yaşamı sadeleştirmek ve<br />

doğal sınırlar içinde bir yaşam<br />

çizgisi oturtmaya çalışmak,<br />

modern zamanın sebep olduğu<br />

bağımlılıklardan uzak kalabilmek<br />

için izlenebilecek yöntemler<br />

olarak sıralanabilir. Dopamin<br />

salınımının eskiden olduğu gibi<br />

normal koşullarda sağlamak<br />

gerekiyor. Yani insanın kendini<br />

mutlu edecek şeyler bulması,<br />

belki de yeni ilgi alanları<br />

edinmesi bağımlılıklardan<br />

kurtulmak için oldukça önem<br />

taşıyor.<br />

İlişkilerinde bağımlılık<br />

yaşadıklarını düşünen kişiler<br />

psikolojik destek almak<br />

konusunda çekinmemelidirler.<br />

Ayrıca kişilerin kendi uğraşları<br />

olması, yaşamının odak<br />

noktasında yalnızca ilişkilerinin<br />

değil başka insanların da<br />

bulunması, sosyal çevresinin,<br />

iş hayatının tatmin edici olması<br />

faydalıdır.<br />

Ancak kişi bağımlı olduğunun<br />

farkında değilse ve bunu kabul<br />

etmiyorsa tedavi gerekebilir.<br />

Bunun için bilişsel davranışçı<br />

terapi yöntemleri izlenmelidir.<br />

Bilişsel davranışçı terapi, insan<br />

davranışını ve duygulanımını<br />

inceleyen psikolojik modellerden<br />

yararlanılarak geliştirilmiş bir<br />

psikoterapi türüdür. İnternet ve<br />

akıllı telefon bağımlılığında,<br />

• kişinin internetten veya<br />

akıllı telefondan uzakta kalıp<br />

kalamadığının tespiti,<br />

• bunları kullanırken kişinin<br />

hissettiklerinin not edilmesi,<br />

• bilgisayarın kişinin kendi<br />

odasından ortak yaşam alanına<br />

nakli,<br />

• internete bağlanma veya akıllı<br />

telefonu kullanma zamanının<br />

değiştirilmesi,<br />

• dijital detoks da denilen<br />

her türlü teknolojik ve dijital<br />

ortamdan uzak durma,<br />

• spor aktivitesi ve yeni<br />

sosyal becerilerin, uğraşların<br />

kazandırılması gibi yöntemler<br />

izlenir.<br />

Aynı zamanda<br />

kişide internet<br />

veya akıllı telefon<br />

bağımlılığı<br />

tespitinin yanı<br />

sıra psikolojik bir<br />

rahatsızlık da tespit<br />

edilmişse ilaçla<br />

tedavi yöntemi<br />

de ek olarak<br />

uygulanabilir.<br />

i Ege Üniversitesi Madde Bağımlılığı<br />

Toksikoloji ve İlaç Bilimleri Enstitüsü<br />

ii Ege Üniversitesi Madde Bağımlığı ve<br />

Toksikoloji İlaç Bilimleri Enstitüsü<br />

iii http://www.ogelk.net/makale/43-<br />

herkes-icin-yasamla-dans-iskolizm.html<br />

iv Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği<br />

Başkanı Cem Keçe<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 39]


DOSYA<br />

BAĞIMLILIK<br />

İREM<br />

ÖZCAN<br />

PSİKOLOG<br />

ÇOCUKLARDA<br />

TEKNOLOJİ<br />

VE İNTERNET<br />

BAĞIMLILIĞI<br />

[ 40] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


BAĞIMLILIK<br />

NEDİR?<br />

Bağımlılık,<br />

B<br />

bir şeyin<br />

zarar verici<br />

sonuçlarına<br />

karşı kullanmaya devam<br />

eden ve buna karşı<br />

koyamayan bir dürtüdür.<br />

DSM (Ruhsal Bozuklukların<br />

Tanısal ve İstatistiksel El<br />

Kitabı) ölçütlerine göre bir<br />

kişiye psikiyatrik olarak<br />

bağımlı denilebilmesi için<br />

yedi durumdan üçünün<br />

görülüyor olması gerekir.<br />

Bunlar: tolerans geliştirmek<br />

(her seferinde dozun<br />

arttırılması), yoksunluk<br />

belirtileri, bırakmaya yönelik<br />

başarısız girişimler, temin<br />

etme ve kullanma için büyük<br />

zaman harcama, daha uzun<br />

ve yüksek miktarda alma,<br />

sosyal ve kişisel etkinliklerin<br />

olumsuz etkilenmesi ve son<br />

olarak da bütün fiziksel,<br />

psikolojik, sosyal sorunlara<br />

karşı kullanmayı sürdürme<br />

durumudur.<br />

Bağımlılık<br />

programlarında,<br />

son yıllara<br />

kadar alkol,<br />

tütün ve sigara,<br />

madde, kumar<br />

bağımlılıkları ön<br />

plandayken; son<br />

yıllarda alışveriş,<br />

yeme-içme<br />

ve teknoloji<br />

bağımlılığı gibi<br />

davranışsal<br />

bağımlılıklar da<br />

yavaş yavaş tanı<br />

kriterleri içinde<br />

yer almaya<br />

başlamıştır.<br />

Özellikle teknoloji bağımlılığı ile<br />

mücadeleye verilen önem son<br />

yıllarda artmakta, Türkiye’de<br />

ve Dünya’da bağımlılık<br />

merkezlerinde teknoloji ve<br />

internet bağımlılığı programları<br />

yapılıp, teknoloji bağımlılığı<br />

kongreleri düzenleniyor.<br />

ÇOCUKLARDA<br />

TEKNOLOJİ<br />

BAĞIMLILIĞI<br />

Teknoloji günlük hayatta öyle yer<br />

etmiştir ki, çocuklar doğdukları<br />

andan itibaren teknolojik<br />

ürünlerle haşır neşir olurlar.<br />

Televizyon,<br />

bilgisayar,<br />

akıllı telefon ve<br />

tabletler ev içinde<br />

yetişkinlerin sıklıkla<br />

kullandıkları<br />

ürünler haline<br />

geldiği için, küçük<br />

yaştan beri bunlarla<br />

büyüyen çocuklar<br />

da teknoloji<br />

bağımlılığına yatkın<br />

hale geliyor.<br />

Bebeklikten itibaren belki de<br />

annesinin babasının sesinden<br />

çok televizyonun sesini duyan,<br />

yaklaşık bir yaşından sonra<br />

televizyonun karşısında transa<br />

geçmiş şekilde oturan, çok değil<br />

birazcık daha büyüyünce elindeki<br />

akıllı telefon ve tabletten oyun<br />

oynayan bir neslin teknoloji<br />

bağımlılığına ne kadar yatkın<br />

olduğu reddedilemez bir<br />

gerçektir. Araştırmalara göre,<br />

teknoloji bağımlılığının çocuklar<br />

üzerinde fiziksel, psikolojik ve<br />

sosyal birçok olumsuz etkisi<br />

vardır ve maalesef teknoloji<br />

bağımlılığı yaşı gün geçtikçe<br />

daha çok düşüyor.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 41]


DOSYA<br />

BAĞIMLILIK<br />

TEKNOLOJİ<br />

BAĞIMLILIĞININ<br />

ÇOCUKLAR<br />

ÜZERİNDEKİ<br />

FİZİKSEL,<br />

PSİKOLOJİK VE<br />

SOSYAL ETKİLERİ<br />

• Görme problemleri ve göz<br />

bozuklukları<br />

• Beden duruşunda bozukluk ve<br />

iskelet sorunları<br />

• Hareketsizlikten kaynaklanan<br />

diğer problemler (obezite vb)<br />

• Kaslarda ağrı ve sertleşme<br />

• Uyku düzeninin değişmesi,<br />

uyku bozuklukları<br />

• Konsantrasyon eksikliği<br />

• Okul başarısında düşüklük<br />

• Yeme problemleri<br />

• Sosyal izolasyon ve<br />

sosyalleşme problemleri<br />

• Sinirlilik<br />

• İletişim problemleri<br />

• Davranış problemleri<br />

Bunların yanı sıra araştırmalar<br />

göstermiştir ki, küçük yaştan<br />

itibaren teknolojik ürünlere<br />

maruz kalmak çocuklarda beynin<br />

Frontal Lob gelişimini etkiliyor.<br />

Televizyon izleme<br />

sırasında beynimizin<br />

karar verme, eleştirel<br />

düşünme, nedensonuç<br />

ilişkisi kurma,<br />

öz denetim ve dikkat<br />

ile ilgili olan Frontal<br />

Lob bölgesi aktive<br />

olmamaktadır ve bu<br />

bölgenin gelişimi de<br />

yavaşlıyor.<br />

Bu da çocuklarda Dikkat<br />

Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu<br />

(DEHB) ve anti sosyal kişilik<br />

bozukluğu riskini önemli ölçüde<br />

arttırmaktadır.<br />

Başka bir araştırmada, teknoloji<br />

bağımlısı olan ve olmayan<br />

gençlerde kısa süreli hafızaya<br />

bakılmış ve iki grubun kısa süreli<br />

hafızalarında anlamlı bir fark<br />

bulunmuştur. Bu da teknoloji<br />

bağımlılığının kısa süreli hafızaya<br />

da zarar verdiğini gösterir.<br />

ÇOCUKLARI<br />

TEKNOLOJİ<br />

BAĞIMLILIĞINDAN<br />

KORUMAK İÇİN<br />

[ 42] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


ALINABİLECEK<br />

ÖNLEMLER<br />

• Öncelikle çocukların<br />

yetişkinlerden görerek öğrendiği<br />

unutulmamalıdır. Yetişkinlerin<br />

kendi televizyon izleme,<br />

bilgisayar ve cep telefonu ile<br />

uğraşma sürelerini azaltmaları,<br />

tavsiye vermenin ötesine geçip,<br />

örnek olmaları çocuklara da<br />

olumlu yansıyacaktır.<br />

• Özellikle çocukların zeka,<br />

kişilik ve yetenek gelişimleri<br />

açısından en kritik yaş olan<br />

0-6 yaş arasında, çocukların<br />

teknolojik ürünlerden<br />

uzak kalmalarına dikkat<br />

edilmelidir. Son yıllarda<br />

yapılan araştırmalara göre,<br />

bebekler dünyaya yaklaşık<br />

100 milyar nöral bağlantıyla<br />

gelmektedirler ve bu<br />

bağlantılar kullanılmadığında<br />

zayıflamaktadır. Televizyon, tablet<br />

gibi ürünler bu bağlantıların<br />

zayıflamasına yol açmaktadır.<br />

0-6 yaş aralığındaki çocuklar,<br />

televizyonun karşısında zaman<br />

geçirmek yerine, aileleriyle ya<br />

da akranlarıyla yaşlarına uygun<br />

interaktif oyunlar oynamalı,<br />

fiziksel aktiviteler ve beyin<br />

gelişimlerini destekleyici<br />

etkinlikler yapmalıdır. Teknolojik<br />

araçlar çocukları susturmak,<br />

oyalamak için kullanılmamalıdır.<br />

• Çocukların kontrolsüz ve uzun<br />

süre internet kullanmasına,<br />

televizyon izlemesine izin<br />

verilmemelidir. 0-2 yaş aralığı<br />

çocukların televizyon, bilgisayar<br />

vb teknolojik aletlere maruz<br />

kalması uygun değildir.<br />

Çocukların internette ve<br />

bilgisayarda geçirdiği zaman<br />

günde okul öncesinde 30 dakika,<br />

ilkokulda 45 dakika, ortaokulda<br />

60 dakika ve lisede 2 saati<br />

geçmemelidir.<br />

• Evde bütün teknolojik aletlerin<br />

kapatıldığı, aile paylaşım günleri<br />

yapmak hem çocuğunuzu<br />

bağımlılıktan uzak tutacak<br />

hem de aile içi iletişiminizi ve<br />

etkileşiminizi güçlendirecektir.<br />

• Çocuğunuzla boş<br />

zamanlarınızı eğlenceli<br />

şekilde değerlendirebilecek<br />

kutu oyunları, doğa gezileri,<br />

piknikler, spor aktiviteleri,<br />

tiyatro ve sinema gibi etkinlikler<br />

planlamak onun enerjisini<br />

doğru şekilde kullanmasını<br />

sağlayacaktır. Sanal dünyada<br />

değil gerçek dünyada deneyimler<br />

kazanmasına, yaşayarak<br />

öğrenmesine, sosyal ve fiziksel<br />

gelişimine olanak sağlayacaktır.<br />

• Çocuğunuzu<br />

sosyalleşebileceği, sanal değil<br />

gerçek arkadaşlarla vakit<br />

geçirebileceği, enerjisini doğru<br />

kullanabileceği, yeteneğini<br />

keşfedebileceği sanat ve spor<br />

alanlarında kurslara göndermek,<br />

onu teknolojik bağımlılıktan uzak<br />

tutmaya yardımcı olacaktır.<br />

• Çocuğunuzun bağımlı<br />

olduğunu düşünüyorsanız ve<br />

ona yardım konusunda yetersiz<br />

hissediyorsanız, bir uzmana<br />

başvurmak yarar sağlayacaktır.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 43]


DOSYA<br />

BAĞIMLILIK<br />

ÖZGE<br />

KARABULUT<br />

Sigara, alkol,<br />

alışveriş, seks<br />

ve madde<br />

bağımlıkları… Bu,<br />

günümüzdeki<br />

birçok bağımlılığın,<br />

bilinçaltımızdaki<br />

köklerine inerek,<br />

bağımlılığa dayalı<br />

inançlarımızla<br />

mücadele eden,<br />

yaratıcı, kalıcı,<br />

güncel ve etkili bir<br />

yöntem:<br />

Hipnoz.<br />

Hipnozla<br />

H<br />

bağımlılıkların<br />

tedavisi, temelde<br />

bağımlılığın bireyin<br />

bilinçaltında henüz<br />

kendisinin bile farkında olmadığı<br />

süreçlerden kaynaklandığı<br />

inancına dayanır. Bilinçaltı<br />

süreçlerindeki deneyimlerimiz<br />

ve bu deneyimlere dayalı olarak<br />

oluşan inançlarımız bugünkü<br />

yaşantılarımızı, ihtiyaçlarımızı<br />

ve alışkanlıklarımızı önemli<br />

ölçüde etkiler. Bugünkü<br />

bağımlılıklarımızın kökleri de<br />

çoğunlukla geçmişimize dair bilinç<br />

dışı kayıtlarda saklıdır.Freudçu<br />

bakış açısına göre, psikoseksüel<br />

gelişim evrelerinden oral dönem<br />

(0-18 ay)’de anne memesiyle<br />

kurulan bağdaki eksiklikler<br />

gelecekte sigara, alkol gibi ağızla<br />

ilintili bağımlılıkların oluşmasına<br />

neden oluyor.<br />

Özellikle erken<br />

gelişim evrelerinde<br />

görülen bağlanma<br />

sorunları,<br />

ihtiyaçların<br />

karşılanmaması<br />

gibi aksaklıklar<br />

kişilik<br />

bileşenlerimizi<br />

oluşturarak<br />

bağımlılığa<br />

yatkınlığımızı da<br />

önemli ölçüde<br />

etkiliyor.<br />

Öyleyse bugünkü bağımlılığımızı<br />

yok edebilmek için bilinçaltı<br />

dünyamıza yapacağımız yolculuk<br />

iyi bir fikir olabilir.<br />

[ 44] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


PEKİ AMA NASIL?<br />

Hipnozla<br />

bağımlılık tedavisi,<br />

kişinin bilinçaltına<br />

inerek bağımlılığa<br />

sebep olan<br />

yaşantıları ortaya<br />

çıkarmakla başlar.<br />

Bu yaşantılar ortaya çıkartılır,<br />

tanımlanır ve kişinin yüzleşmesi<br />

sağlanır. Bu yüzleşmede acı<br />

verici bir deneyimle yüzleşen<br />

birey, geçmişteki “yoksunluk”<br />

duygusunu tekrar ve çok daha<br />

güçlü bir şekilde yaşar. İkinci<br />

aşama ise bu yaşantılara<br />

karşı kişinin bakış açısını<br />

değiştirebilmek için sağaltıcı<br />

telkinlerin verilmesidir. Bu<br />

telkinler önceki bakış açısının<br />

tersine kişide yaşanan<br />

olumsuz deneyime karşı<br />

olumlu duyguların oluşmasını<br />

sağlayacak niteliklere sahip<br />

olmalı ve ona işlevsel bir çözüm<br />

yolu sunmalıdır. Çoğu zaman<br />

da bağımlı olunan nesne ya<br />

da duruma ilişkin tiksinti gibi<br />

olumsuz duyguların gelişmesini<br />

sağlayacak telkinlerde bulunulur.<br />

“O ağzında kötü bir tat bırakıyor.<br />

Bir daha onu kullanmak<br />

istemeyeceksin ve herhangi bir<br />

durumda yanlışlıkla kullanmak<br />

zorunda kalırsan hemen onu<br />

bırakacaksın“ … Böylece bağımlı<br />

olunana karşı bakış açımız ve<br />

hissi dünyamız evrimsel bir<br />

sürece tabii oluyor ve bizleri<br />

bağımlılıklarımızdan kalıcı ve<br />

etkili bir şekilde kurtarıyor.<br />

HİPNOZ<br />

VE SİGARA<br />

BAĞIMLILIĞI<br />

Hipnozun sigara<br />

bağımlılığının tedavisinde<br />

kullanımının %70-80<br />

oranında başarılı düzeyde<br />

gerçekleştiği biliniyor.<br />

Bu anlamda tarihe geçmiş<br />

bir vaka 40 yıl boyunca<br />

günde en az 1 paket<br />

sigara kullanan Jochen<br />

Gerhard’ın geçirdiği bypass<br />

operasyonu sonrası sigarayı<br />

sadece 1 günde bırakmak<br />

mecburiyetinde kalmasına<br />

dayanıyor. Hızlı bir çözüm<br />

için doktorunun önerisi<br />

üzerine hipnoterapi gören<br />

Gerhard, sadece 1 günde<br />

40 yıllık bağımlılığından<br />

kurtulmuştu. Ve bu<br />

deneyimini şöyle ifade<br />

ediyordu: “Hipnoterapist,<br />

kiliselerdeki şu vaizler<br />

gibiydi. Bağırıyor ve şu<br />

sözleri tekrar ediyordu:<br />

Artık sigara içmek<br />

istemiyorsun! Bırakabilirsin!<br />

Güçlüsün! Biz de aynı<br />

şekilde bağırarak karşılık<br />

veriyorduk: Evet, yapabiliriz!<br />

Güçlüyüz! Adamın deli<br />

olduğunu düşündüm. Biz de<br />

deliydik.”.<br />

Ayrıca TÜBİTAK’ın<br />

gerçekleştirdiği bir<br />

araştırmaya göre<br />

hipnoz, sigarayı bırakma<br />

yöntemlerinden en başarılı<br />

olanı olarak bulgulanmıştır.<br />

Çalışmaya katılanların<br />

%30’u hipnozla tedavi<br />

sonucu sigarayı bırakmıştır.<br />

DİĞER BAĞIMLILIK<br />

ÇEŞİTLERİNDE<br />

HİPNOZ<br />

Alkol, madde kullanımı,<br />

alışveriş ve aşk gibi pek çok<br />

bağımlılık türünde hipnoz<br />

tedavisi yaklaşımlarının<br />

bağımlılık seviyelerinin<br />

düşüşünde yahut tamamen<br />

yok edilmesinde sağaltıcı<br />

etkisi olduğu biliniyor.<br />

Araştırmalara göre ABD’nin<br />

Maryland eyaletinde<br />

bulunan Ulusal Biyoteknoloji<br />

Bilgi Merkezi (Natioanal<br />

Center for Biotechnology<br />

Information- NCBI)’nde<br />

yapılan “Uyuşturucu<br />

bağımlıların tedavisinde<br />

grup hipnozu” konulu<br />

araştırmada, hipnozun sokak<br />

uyuşturucularının kullanımını<br />

düşürdüğü kanıtlandı. Ayrıca<br />

günümüzde hipnozdan<br />

hareketle geliştirilen bilinçaltı<br />

telkin CD’lerinin alışveriş<br />

bağımlılığı tedavisinde 3<br />

aylık bir sürede çözüme<br />

götürdüğü bilinmekte.<br />

Belirli aralıklarla ve sık<br />

tekrarla uygulandığında<br />

bilinçaltımızdaki alışveriş<br />

tutku ve heyecanının<br />

azalmasını sağlıyor. Aşk<br />

ve ilişki bağımlılığının<br />

tedavisinde ise bilinçaltındaki<br />

olumsuz düşünce ve<br />

takıntılı düşünceleri kişilerin<br />

geçmişlerini affederek<br />

özgürleşmelerine yardımcı<br />

oluyor.<br />

Kaynakça<br />

www.gazetevatan.com/hipnozlasigarayi-birakma-710001-saglik/<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 45]


EDİTÖR’ HAYALETLERLE İLGİLİ 10 BİLİMSEL AÇIKLAMA<br />

DEN LIVIA QOSE<br />

ABD merkezli<br />

A<br />

kamuoyu<br />

araştırma şirketi<br />

Gallup’un 2005’te<br />

gerçekleştirdiği<br />

bir kamuoyu araştırmasına<br />

göre Amerikalıların %37’si<br />

perili evlere inanıyor. HuffPost/<br />

YouGov tarafından 2013’te<br />

yapılan bir araştırma ise<br />

Amerikalıların %45’inin<br />

hayaletlere inandığını gösteriyor.<br />

Bunlar oldukça beklenmedik<br />

rakamlar. Hayaletler<br />

olup olmadığını<br />

bilmiyoruz; fakat<br />

bundan sonra<br />

evde tuhaf bir ses<br />

duyduğunuzda,<br />

önce hayalet<br />

avcılarını değil,<br />

bilim insanlarını<br />

göreve çağırın. Zira<br />

birçok gizemli gölge, perili ev<br />

veya bedensiz ses durumlarının<br />

aslında son derece akla yakın<br />

açıklamaları olabiliyor.<br />

[ 46] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


10 9IDEOMOTOR<br />

BEYNİN<br />

ELEKTRİKSEL<br />

UYARIMI<br />

Dünyanın birçok yerinde insanlar,<br />

gölge varlıklara korku içinde şahit<br />

oluyor. Bu karanlık varlıklar, bir<br />

köşeden çıkıveriyor ve karşı karşıya<br />

gelindiğinde aniden kayboluyor.<br />

Birçok insan bunların şeytan<br />

olduğunu düşünürken, bazıları<br />

bunların astral beden, bazıları da<br />

bir anda görünüp kaybolan zaman<br />

yolcuları olduklarına inanıyor. Fakat<br />

bazı araştırmacıların çok daha<br />

şaşırtıcı teorileri var.<br />

İsveçli bilim insanları bir epilepsi<br />

hastasının beynine elektrik<br />

uyaranları verdiklerinde, ürkütücü<br />

bir deneyimle karşılaştılar. Hasta,<br />

hemen arkasında gölge biçimli bir<br />

varlığın oturduğunu ve her hareketini<br />

kopya ettiğini söylüyordu. Ayağa<br />

kalktığında o da ayağa kalkıyor, öne<br />

doğru eğilip dizlerine tutunduğunda,<br />

o gölge varlık da arkadan bedenini<br />

sarıp onu tutuyordu. Ardından<br />

doktorlar bir kartı okumasını<br />

istediklerinde, gölge varlık kartı<br />

elinden almaya çalışıyordu.<br />

Aslında bu garip olay,<br />

araştırmacıların beyindeki<br />

benlik algısını kontrol eden<br />

temporoparietal bileşkeyi<br />

uyarmasından kaynaklanıyordu.<br />

Bizimle diğerleri arasındaki farkı<br />

algılamamızı sağlayan beyin<br />

bölgesini elektriksel olarak<br />

kurcalayınca, doktorlar beynin kendi<br />

bedenini anlama sistemini bozup,<br />

kopya bir gölge kişi yaratmasına<br />

neden olmuşlardı. Araştırmacılara<br />

göre bu durum, şizofreni hastası<br />

olsun olmasın birçok insanın gölge<br />

varlıklar veya yaratıklarla karşılaşma<br />

tecrübesini açıklayabilecek bir ipucu<br />

olabilir.<br />

ETKİ<br />

Ruhçu hareket, 1840 ve 1850’lerde<br />

oldukça moda olmuştu. Bu<br />

akım, insanların ölmüş olan<br />

sevdikleriyle konuşabilmeleri<br />

için bir yol sağlıyordu. Kullanılan<br />

iletişim yöntemlerinden birisi “Ouija<br />

Tahtası”ydı. Bugün hala gözde<br />

olan bu tahta, harfler, sayılar ve<br />

(evet ve hayır gibi) basit kelimeler<br />

yazılı bir yüzeye sahiptir. İnsanlar<br />

“planşet” denilen delikli bir tahta<br />

parçasına ellerini koyup ruhlara<br />

sorular sorarlar. Ve genellikle bir<br />

ruh, planşeti harften harfe hareket<br />

ettirerek, heceleme yöntemiyle<br />

soruya cevap verir veya Şeytan<br />

filmindeki gibi, Kaptan Howdy<br />

serbest kalıverir.<br />

Ruhlarla iletişime geçmenin bir<br />

başka garip yolu da masa sallama<br />

yöntemiydi. Tipik bir seansta<br />

insanlar yuvarlak bir masanın<br />

etrafına oturup ellerini masanın<br />

üzerine koyar, herkesi şaşırtacak<br />

şekilde masa, bir süre sonra kendi<br />

kendine hareket etmeye başlardı.<br />

Bir ayağı üzerine dikilebilir, yerden<br />

havalanabilir veya odanın içinde<br />

gezinmeye başlayabilirdi.<br />

Bu olaylardan bazılarının sahtelikler<br />

oyunu olduğunu biliyoruz; fakat<br />

acaba bu tip olayların tümü<br />

de sahtelik miydi? Bu gizemi<br />

çözmeye niyetlenenlerden birisi<br />

de Fizikçi Michale Faraday’di.<br />

Zekice tasarladığı deneylerle<br />

Faraday, masaların ideomotor etki<br />

sayesinde hareket ettirilebildiğini<br />

gösterdi. Böyle durumlarda,<br />

telkinin gücü, kasların istem dışı<br />

kasılmalar göstermesine neden<br />

oluyordu. İnsanlar masanın hareket<br />

etmesini beklediklerinden bilinçsiz<br />

olarak masayı kendileri hareket<br />

ettiriyorlardı. Benzer bir olay<br />

1853’te dört doktorun deneysel<br />

bir seans düzenledikleri zaman da<br />

görüldü. Deneklerin yarısına gizli bir<br />

şekilde masanın sağa kayacağını,<br />

diğer yarısına ise sola kayacağını<br />

söylediler ve sonuçta masa yerinden<br />

kımıldamadı. Fakat hepsine<br />

masanın aynı yönde hareket edeceği<br />

söylendiğinde, ideomotor etki yine<br />

etkisini gösterdi! Aynı prensip Ouija<br />

tahtası için de geçerlidir: çoğunlukla<br />

harf harf cevap veren ruhlar değil,<br />

bizzat kendi kaslarımızdır.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 47]


8 7<br />

HAYALETLERLE İLGİLİ 10 BİLİMSEL AÇIKLAMA<br />

LIVIA QOSE<br />

SES-ALTI<br />

DALGALAR<br />

Çalışma masasının hemen yanı<br />

başında gri renkli bir hayalet<br />

gören araştırmacı Vic Tandy,<br />

laboratuvarının lanetlendiği<br />

korkusuna kapılmıştı. Fakat bir<br />

sonraki gün Tandy ilginç bir keşif<br />

yapacaktı. Bir kılıç müsabakası<br />

için hazırlanırken Tandy kılıcını<br />

bir mengeneye yerleştirdi. Hemen<br />

ardından kılıcın kesici kısmının kendi<br />

kendine titreştiğini fark etti. Birden<br />

her şey aydınlanıvermişti. Sesaltı<br />

dalgalarla uğraşan Vic Tandy,<br />

kılıcının titreşmesine neden olan<br />

şeyle laboratuvarı lanetleyen şeyin<br />

aynı olduğunu fark etti.<br />

İnsan kulağı 20.000 Hz (saniyede<br />

20 bin tekrar yapan) frekanslara<br />

kadar olan sesleri işitebilir; fakat 20<br />

Hz’den daha düşük sesleri duyamaz.<br />

Bu sessiz titreşimler ses-altı olarak<br />

bilinir ve biz onları duyamasak da<br />

etkilerini titreşim olarak hissederiz.<br />

Dr. Richard Wiseman’a göre, bizler<br />

bu dalgaları karın bölgemizde<br />

hissedebiliyoruz. Hissettiğimiz bu<br />

titreşimler, bizde bazen (hayret<br />

gibi) olumlu, bazen de (rahatsızlık<br />

gibi) olumsuz hislere yol açabiliyor.<br />

Çevre koşulları uygun olduğunda,<br />

mesela tekinsiz görünümlü bir<br />

evde, bu etkiler bir panik hissi dahi<br />

yaratabiliyor.<br />

Ses-altı dalgaların, fırtınalar,<br />

rüzgârlar, hava olayları ve günlük<br />

kullanılan birçok cihaz tarafından<br />

oluşması mümkün. Vic Tandy’ye<br />

dönersek, sallanan kılıcını<br />

gördükten sonra, laboratuvarına<br />

yeni bir havalandırma cihazı<br />

takıldığını ve yaklaşık 19 Hz civarında<br />

titreşimler yaydığını fark etmişti.<br />

Göz yuvarlaklarımızın doğal salınım<br />

frekansı yaklaşık 20 Hz civarında<br />

olduğundan, ses-altı dalgalar<br />

Tandy’nin göz kürelerinin anormal<br />

şekilde titreşmesine neden olup,<br />

aslında orada olmayan biçimler<br />

gördüğünü sanmasına neden<br />

olmuştu. Tandy havalandırmayı<br />

kapatınca her şey halloldu. Artık<br />

hayalet falan kalmamıştı.<br />

Benzer şekilde, Dr. Wiseman da<br />

bu tip titreşimlerin perili olduğu<br />

söylenen yerlerdeki paranormal<br />

olayların açıklaması olabileceğine<br />

inanıyor. Yer altında bulunan iki<br />

mekânı incelediğinde içeride<br />

yukarıdaki trafikten kaynaklanan<br />

ses-altı dalgaların olduğunu<br />

keşfeden Wiseman, bu tip yerlerdeki<br />

hayaletimsi şekiller ve tedirgin<br />

edici ayak seslerinin ses altı<br />

dalgalarından daha iyi bir açıklaması<br />

olmadığını düşünüyor.<br />

OTOMATİZM<br />

Büyücü doktorlarla Shirley<br />

MacLaine’in ortak noktaları ne<br />

olabilir? Hepsi de kanallaşmayla<br />

yakından ilgilidir. Kanallaşma,<br />

insanlığın ruhlar dünyasıyla<br />

bağlantı kurmak için kullandığı<br />

en eski yöntemlerden biri. Ana<br />

fikir, zihni temizlemek, bir çeşit<br />

kozmik bilinçle bağlantı kurmak,<br />

ardından kulağa hiç de tedirgin<br />

edici gelmeyecek şekilde, yüzlerce<br />

yaşında bir ruhun bedeninizi ele<br />

geçirmesine izin vermektir. Antik<br />

dinlerdeki Şamanların ölülerle<br />

kanallaşma aracılığıyla bağlantı<br />

kurduklarına inanılırken, televizyon<br />

medyumu John Edward öte tarafa<br />

geçmiş olanlarla konuşabildiğini<br />

iddia etmekte ve medyum J. Z.<br />

Knight da Ramtha adlı 35.000 yıl<br />

yaşında Atlantisli bir ruhla kanal<br />

teması olduğunu öne sürmektedir.<br />

Elbette bu kanallaşma işinde de bazı<br />

sahtekârlıklar var; fakat gerçekten<br />

de bunu yaptıklarına inanan<br />

insanların durumları nedir acaba?<br />

Bu durumun olası cevabı, insanların<br />

farkında olmadıkları şeyleri düşünüp<br />

söyleyebildikleri değişik bir bilinç<br />

hali olan “otomatizm” olabilir. Bir<br />

medyum zihnini arındırdığında,<br />

dostça bir ruhsal rehber arayışına<br />

girer. Ruhsal rehber bedenine<br />

girmeli ve neticede evrenle ilgili<br />

gizemli bilgiler vermelidir. Medyum<br />

bu zihin temizliği işini başardığında,<br />

zihninde rastlantısal düşünce ve<br />

görüntüler oluşmaya başlar, o<br />

da bunların bir başka varlıktan<br />

geldiğine ikna olur. Fakat genellikle<br />

bu tip düşünceler aslında kendi<br />

zihninin ürünleridir. Beyinlerimiz,<br />

bizim hiçbir bilinçli katkımız<br />

olmadan her türlü garip düşünce<br />

ve fikri üretme yeteneğine sahip.<br />

Hayatınızda kaç kere görünürde<br />

hiç neden yokken bir anda ilham<br />

geldiğine şahit olduğunuzu bir<br />

düşünün. Hayatınızda kaç kez<br />

garip kâbuslar veya gündüz düşleri<br />

gördünüz? Bunlar öte dünyalardan<br />

gelen ruhsal rehberlerin marifeti<br />

değil. Bunların kaynağı aslında<br />

sürekli fazla mesai yapan beyniniz.<br />

[ 48] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


6 5<br />

HAVA<br />

CEREYANLARI<br />

Gecenin bir yarısı tedirgin edici,<br />

terkedilmiş bir evi inceliyorsunuz<br />

ve aniden hava soğuyuveriyor. Fakat<br />

birkaç adım sağa yahut sola hareket<br />

ettiğinizde sıcaklık bir anda normale<br />

dönüyor. Bu olay parapsikologların<br />

“soğuk nokta” dedikleri şeydir.<br />

Hayalet avcılarına göre bu<br />

soğuk noktalar, normal olmayan<br />

faaliyetlerin önemli bir işaretidir. Hiç<br />

yoktan ortaya çıkıp insanların ödünü<br />

patlatmaktan başka yapacak daha<br />

iyi işi olmayan bir hayalet, bunun için<br />

elbette enerjiye ihtiyaç duyacaktır.<br />

Dolayısıyla gösterisini yapabilmek<br />

için gereken enerjiyi çevresinden ve<br />

etraftaki insanlardan alıyor olmalıdır.<br />

Fakat bilim insanlarının konuya<br />

ilişkin daha basit ve çok daha sıkıcı<br />

bir açıklaması da var. Şüpheci<br />

araştırmacılar böyle “lanetli”<br />

evleri araştırırlarken, soğuk hava<br />

dalgalarının genellikle şömine<br />

veya pencere gibi yerlerden<br />

sızdığını fark ederler; yani sorun,<br />

aslında bildiğimiz cereyan yapma<br />

hadisesidir. İçinde bulundukları oda<br />

tamamen kapalı ve yalıtılmış olsa<br />

dahi durumun tamamen akılcı bir<br />

açıklaması vardır. Her nesne kendine<br />

özgü bir sıcaklığa sahiptir ve bazı<br />

nesneler diğerlerinden daha sıcaktır.<br />

Oda sıcaklığını eşitlemeye yönelik bir<br />

çabada sıcak nesneler konveksiyon<br />

denilen bir süreçle sıcaklıklarını<br />

kaybetmeye çalışırlar. Bu gibi<br />

durumlarda sıcak hava yükselir ve<br />

soğuk hava aşağı doğru iner. Benzer<br />

şekilde, kuru hava nemli bir odaya<br />

dolduğunda kuru olan yere doğru<br />

akarken, nemli hava tavana doğru<br />

yükselir. Bu hava dalgalanması,<br />

kişinin derisinde bir soğukluk<br />

hissi oluşturur ve bu da elbette ki<br />

soğuk nokta olarak değerlendirilen<br />

şeydir. Bir dahaki sefer bir hayaletin<br />

varlığını hissedecek olursanız,<br />

paniğe kapılmadan önce ısıtıcınızı<br />

açıverin.<br />

KAMERA<br />

MESELELERİ<br />

Hayalet avcılarının parlak ışık<br />

noktalarıyla adeta bir aşk-nefret<br />

ilişkisi vardır. Bu parlak ışıklar,<br />

ölmüş fakat henüz tam öte tarafa<br />

geçememiş insanların ruhları olarak<br />

değerlendirilir. Göze görünmeyen bu<br />

ışık topakları sadece fotoğraflarda<br />

görünür ve bu da işlerin karıştığı<br />

yerdir. Şüpheci araştırmacılardan<br />

Brian Dunning, bir toz tanesi veya<br />

ufak bir böceğin kameraya çok<br />

yakın olması durumunda, fotoğrafta<br />

büyük ve odak dışı bir ışık noktası<br />

gibi görüneceğine dikkat çekiyor.<br />

Ve kamera flaşları sağ olsun,<br />

bu noktacıklar oldukça parlak<br />

olarak kaydedilip hayalet olarak<br />

değerlendirilebiliyor. Tamamen<br />

akla yatkın bir yanılsama değil<br />

mi? Parapsikolog Pamela Heath,<br />

her ne kadar bazı fotoğrafların<br />

gerçek olduğunu düşünse de ince<br />

kıllar, kirli yahut ıslak mercekler<br />

ve çekim sırasında hareket<br />

edilmesi gibi birçok nedene<br />

bağlı olarak ışık noktacıklarının<br />

görüntülenebileceğine dikkat<br />

çekiyor. Birçok paranormal olay<br />

yayınlayan site, çok sayıda hatalı<br />

ve hileli fotoğrafla karşılaştıkları<br />

için artık bu tip fotoğrafları kabul<br />

etmiyorlar. Teknolojinin nasıl<br />

çalıştığını temel düzeyde anladıkça,<br />

parlak ışıkçıklar ruhunu teslim<br />

edecek gibi görünüyor.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 49]


4HAYALETLERLE İLGİLİ 10 BİLİMSEL AÇIKLAMA<br />

LIVIA QOSE<br />

KARBONMONOKSİT<br />

ZEHİRLENMESİ<br />

1921’de Göz Hekimi William<br />

Wilmer, Amerikan Journal of<br />

Ophthalmology dergisinde ilginç<br />

bir makale yayımladı. Makale, H<br />

ailesi ve oturdukları lanetli evleriyle<br />

ilgiliydi. Evleri, çarparak kapanan<br />

kapı sesleri, hareket eden mobilyalar<br />

ve boş odalarda yankılanan ayak<br />

sesleri ile cehenneme dönüşmüştü.<br />

Çocuklarından birisi üzerine oturan<br />

bir şey hissetmiş ve diğeri de gizemli<br />

bir yabancının saldırısına uğramıştı.<br />

Bir gece evin hanımı uyanmış ve<br />

yataklarının ayakucunda ayakta<br />

kendisini izleyen bir kadınla erkek<br />

görmüş, az sonra da yok olmalarını<br />

izlemişti. Bu lanet devam ettikçe<br />

aile yorgun bir hale gelmiş, ardından<br />

evdeki bitkiler de ölmeye başlamıştı.<br />

Ancak bundan sonra, evdeki bozuk<br />

sobayı fark ettiler. Soba, çıkardığı<br />

dumanı borularla bacaya vermesi<br />

gerekirken, gaz eve sızmaktaydı.<br />

Sonuçta ailenin karbonmonoksit<br />

zehirlenmesi geçirdiği anlaşıldı.<br />

Karbonmonoksit (CO) kokusuz,<br />

renksiz bir gazdır ve dolayısıyla<br />

saptanması oldukça zordur. Bu<br />

gaz çok da tehlikelidir; çünkü<br />

kırmızı kan hücrelerimiz CO gazını<br />

oksijeni bağladığından çok daha<br />

kolay bağlayabilir ve bu oksijen<br />

yetmezliği güçsüzlük, akıl karışması<br />

ve neticede ölüme neden olur. Fakat<br />

son nefesi vermeden önce, aynen H<br />

ailesi gibi sanrılar görmeniz yüksek<br />

ihtimaldir. Örneğin 2005’te bir kadın,<br />

banyosunda hayaletler gördükten<br />

sonra polisi aramıştı. Olay yeri<br />

incelemesinden sonra bu olağanüstü<br />

olayın aslında evi karbonmonoksit<br />

ile dolduran bozuk su ısıtıcısından<br />

kaynaklandığı anlaşılmıştı. Neticede,<br />

siz siz olun, karbonmonoksitten<br />

uzak durun; çünkü şu ya da bu<br />

şekilde hayalet görmenize sebep<br />

olacaktır.<br />

3KİTLE<br />

HİSTERİSİ<br />

2013 yılının Haziran ayında Bangladeş’in<br />

Gaizpur kentinde üç bini aşkın tekstil<br />

işçisi bir grev başlattı. Protestoları<br />

uzun Hava çalışma saatleri cereyanları<br />

veya daha<br />

yüksek Gecenin ücret bir istemeleri yarısı tedirgin ile ilgili edici,<br />

değildi; terkedilmiş birilerinin tuvaletteki evi inceliyorsunuz hayaletle ve<br />

ilgili bir aniden şeyler hava yapmasını soğuyuveriyor. istiyorlardı. Fakat birkaç<br />

Kadınlar adım tuvaletinde sağa yahut sola kadın hareket bir işçiye ettiğinizde<br />

saldıran sıcaklık kızgın bir hayalet, anda normale herkesin dönüyor. Bu<br />

olay parapsikologların “soğuk nokta”<br />

paniğe kapılmasına neden olmuştu.<br />

dedikleri şeydir. Hayalet avcılarına göre<br />

Bir isyan<br />

bu soğuk<br />

başladı<br />

noktalar,<br />

ve polis<br />

normal<br />

olayları<br />

olmayan<br />

güçlükle faaliyetlerin yatıştırabildi. önemli Benzer bir işaretidir. bir Hiç<br />

olay, Phuket yoktan ortaya Patong çıkıp bölgesindeki insanların ödünü bir<br />

okulda patlatmaktan 22 öğrencinin başka yaşlı yapacak bir kadın daha<br />

hayaleti iyi işi görmesinden olmayan bir hayalet, sonra bunun müşahede için<br />

altına elbette alınmasıyla enerjiye patlak ihtiyaç vermişti. duyacaktır.<br />

Bangladeş’teki Dolayısıyla gösterisini fabrika sahibi yapabilmek bir için<br />

gereken enerjiyi çevresinden ve etraftaki<br />

şeytan çıkartma ayini organize etmişti;<br />

insanlardan alıyor olmalıdır.<br />

fakat aslında bir psikolojik danışman<br />

çağırması<br />

Fakat<br />

daha<br />

bilim insanlarının<br />

yerinde olabilirdi.<br />

konuya ilişkin<br />

daha basit (ve çok daha sıkıcı) bir<br />

Bu örneklerdeki açıklaması da işçiler var. Şüpheci ve öğrenciler, araştırmacılar<br />

kitle histerisi böyle “lanetli” dediğimiz evleri araştırırlarken,<br />

bir durumdan<br />

mustariptir. soğuk hava Bu ortak dalgalarının sanrılar genellikle özellikle<br />

içinde şömine bulundukları veya pencere yoğun gibi iş yerlerden koşulları ve<br />

disiplinli<br />

sızdığını<br />

bir okul<br />

fark ederler;<br />

gibi olumsuz<br />

yani sorun,<br />

koşullara<br />

aslında<br />

bildiğimiz cereyan yapma hadisesidir.<br />

bağlı olarak ileri derece stres altında<br />

İçinde bulundukları oda tamamen kapalı<br />

olan insanlarda ve yalıtılmış olsa ortaya dahi çıkabilmektedir.<br />

durumun tamamen<br />

Bu görünmez akılcı bir açıklaması gerginlik, vardır. daha Her sonra nesne<br />

genellikle kendine baş özgü ağrıları, bir sıcaklığa mide bulantıları sahiptir ve bazı<br />

ve şiddetli nesneler kas diğerlerinden kasılmaları daha şeklinde sıcaktır. Oda<br />

belirtiler sıcaklığını olarak eşitlemeye ortaya çıkabilir. yönelik bir Dini çabada ve<br />

kültürel sıcak inançlarla, nesneler konveksiyon içe kapanık, denilen diğer<br />

insanlardan<br />

bir süreçle<br />

uzak<br />

sıcaklıklarını<br />

bir ortam<br />

kaybetmeye<br />

ve sürekli<br />

çalışırlar. Bu gibi durumlarda sıcak hava<br />

işleyen<br />

yükselir<br />

dedikodu<br />

ve soğuk<br />

çarkları<br />

hava aşağı<br />

felakete<br />

doğru<br />

giden<br />

yolun iner. köşe Benzer taşlarını şekilde, oluşturur. kuru hava Diğer nemli<br />

insanlar bir odaya kısa dolduğunda sürede aynı kuru garip olan yere<br />

belirtilere doğru kapılır, akarken, bu nemli bir hastalık hava tavana gibi doğru<br />

yayılır yükselir. ve panik Bu herkesi hava dalgalanması, sarar. kişinin<br />

derisinde bir soğukluk hissi oluşturur<br />

Söz konusu üç bin fabrika işçisinden<br />

ve bu da elbette ki soğuk nokta olarak<br />

ancak değerlendirilen birkaç tanesinin şeydir. gerçekten Bir dahaki sefer bir<br />

hayaletle hayaletin karşılaşmış varlığını hissedecek olduğu bilgisi olursanız,<br />

ilginçtir. paniğe Çılgınlığı kapılmadan başlatan önce kadının ısıtıcınızı bizzat<br />

kendisi açıverin. aslında hiçbir şey görmemişti.<br />

Hastalanmış ve bunun kötü ruhların<br />

işi olduğunu varsaymıştı; fakat telkin<br />

o kadar güçlüydü ve ortam o kadar<br />

uygundu ki herkes keçileri kaçırdı.<br />

Neyse ki olay insan veya kedi-köpek<br />

kurban etmeye varmadan sonlandı.<br />

[ 50] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


2 1<br />

İYONLAR<br />

Hava cereyanları<br />

Maalesef gerçek hayalet avcıları<br />

proton Gecenin torbaları bir yarısı taşımaz, tedirgin edici, fakat iyon<br />

sayacı terkedilmiş gibi aletler bir evi kullandıkları<br />

inceliyorsunuz ve<br />

vakidir. aniden İyon hava sayacı, soğuyuveriyor. adı üstünde, Fakat birkaç<br />

iyonları<br />

adım<br />

sayan<br />

sağa yahut<br />

bir aletken,<br />

sola hareket<br />

İyon,<br />

ettiğinizde<br />

sıcaklık bir anda normale dönüyor. Bu<br />

malumunuz<br />

olay parapsikologların<br />

olduğu üzere,<br />

“soğuk<br />

proton<br />

nokta”<br />

ve elektronları dedikleri şeydir. eşit Hayalet sayıda avcılarına olmayan göre<br />

atomlara bu soğuk verdiğimiz noktalar, normal isimdir. olmayan Eğer<br />

bir atom faaliyetlerin elektron önemli kazanırsa bir işaretidir. negatif Hiç<br />

bir iyona, yoktan kaybederse, ortaya çıkıp insanların pozitif ödünü iyona<br />

dönüşür. patlatmaktan başka yapacak daha<br />

iyi işi olmayan bir hayalet, bunun için<br />

Hayalet elbette avcıları enerjiye iyonlara ihtiyaç duyacaktır. deli olur,<br />

çünkü Dolayısıyla bunların gösterisini olağan yapabilmek dışı bir için<br />

varlığa gereken işaret enerjiyi ettiğine çevresinden inanılır. ve etraftaki<br />

Bazıları,<br />

insanlardan<br />

bir hayaletin<br />

alıyor olmalıdır.<br />

varlığının<br />

atmosferdeki Fakat bilim normal insanlarının iyon konuya oranını ilişkin<br />

değiştirdiğine daha basit (ve inanırken, çok daha sıkıcı) diğerleri bir<br />

açıklaması da var. Şüpheci araştırmacılar<br />

hayaletlerin ortaya çıkıp insanları<br />

böyle “lanetli” evleri araştırırlarken,<br />

ölümüne soğuk korkutmak hava dalgalarının için genellikle gereksinim<br />

duydukları şömine enerjiyi veya pencere iyonlardan gibi yerlerden<br />

aldıklarını sızdığını öne fark sürerler. ederler; yani Fakat sorun, iyon aslında<br />

sayaçları, bildiğimiz konu cereyan hayaletleri yapma hadisesidir. tespit<br />

etmek İçinde olunca bulundukları resmen oda çuvallarlar. tamamen kapalı<br />

İyonlar, ve yalıtılmış hava değişimleri, olsa dahi durumun güneş tamamen<br />

akılcı bir açıklaması vardır. Her nesne<br />

ışınları ve radon gazı gibi birçok<br />

kendine özgü bir sıcaklığa sahiptir ve bazı<br />

doğal nesneler olaya bağlı diğerlerinden olarak daha oluşabilir. sıcaktır. Oda<br />

Dolayısıyla, sıcaklığını bütün eşitlemeye mesele yönelik eldeki bir çabada<br />

kanıtları sıcak nasıl nesneler değerlendirdiğinize<br />

konveksiyon denilen<br />

bağlıdır. bir süreçle Bilim sıcaklıklarını insanları kaybetmeye<br />

iyonları çalışırlar. görüp Bu “normal” gibi durumlarda olarak sıcak hava<br />

değerlendirirler; yükselir ve soğuk hayalet hava aşağı avcıları doğru<br />

için ise<br />

iner.<br />

iyon<br />

Benzer<br />

varlığı<br />

şekilde,<br />

“paranormal”<br />

kuru hava nemli<br />

bir odaya dolduğunda kuru olan yere<br />

işaretidir.<br />

doğru akarken, nemli hava tavana doğru<br />

İlginç yükselir. bir şekilde Bu hava hem dalgalanması, pozitif kişinin<br />

derisinde bir soğukluk hissi oluşturur<br />

hem de negatif iyonlar duygu<br />

ve bu da elbette ki soğuk nokta olarak<br />

durumumuzu<br />

değerlendirilen<br />

etkileyebilir.<br />

şeydir. Bir dahaki<br />

Negatif<br />

sefer bir<br />

iyonlar hayaletin kendimizi varlığını daha hissedecek sakin olursanız, ve<br />

gevşemiş paniğe hissettirirken, kapılmadan önce pozitif ısıtıcınızı<br />

iyonlar açıverin. baş ağrısına sebep olup,<br />

kendimizi tembel hissetmemize<br />

neden olabilmektedir. Böyle bakınca,<br />

“lanetli” evlerde bulunan insanların<br />

neden yorgun ve gergin hissettikleri<br />

ve neden baş ağrısı çektikleri de<br />

belki biraz daha anlaşılır olabilir.<br />

KUANTUM<br />

MEKANİĞİ<br />

Kuantum mekaniği maddenin<br />

en küçük yapıtaşlarını inceleyen<br />

fizik dalıdır ve oldukça hayret<br />

verici buluşların önünü açmıştır.<br />

Fakat fizikçiler, ruhlar ve<br />

hayaletler hakkında konuşmaya<br />

başladıklarında oldukça garip<br />

noktalara da varabilir. Anestezi<br />

uzmanı Dr Stuart Hameroff ve<br />

Nobel ödüllü Matematikçi arkadaşı<br />

Roger Penrose insan bilincinin<br />

beyin hücrelerimizdeki tüp biçimli<br />

proteinler olan mikrotübüllerden<br />

kaynaklandığını ve bu ultramikroskobik<br />

tüplerin kuantum<br />

bilgi-işlemeden (yani kısaca<br />

ruhlarımızdan) sorumlu olduğunu<br />

ortaya atmışlardı. Hameroff ve<br />

Penrose, insanların ölüme yakın<br />

deneyimler yaşaması durumunda<br />

tüm kuantum bilgisinin beyni terk<br />

etmesine rağmen hala var olmaya<br />

devam ettiğine ve bundan dolayı<br />

da insanların tünellerin sonunda<br />

ışıklar gibi tecrübeler yaşadıklarına<br />

inanıyorlardı.<br />

Birçok bilim insanının Hameroff<br />

ve Penrose’un teorileriyle sorun<br />

yaşamasına rağmen Dr. Henry<br />

Stapp bunlardan birisi değildi. Ünlü<br />

Fizikçi Warner Heisenberg ile birlikte<br />

çalışmış olan Stapp, bir kişinin<br />

benliğinin ölümden sonra “zihinsel<br />

bir varlık” olarak yaşamaya devam<br />

edebileceğini düşünüyordu. Stapp’e<br />

göre bu varlıklar bir şekilde dünyaya<br />

geri dönebiliyorsa, bedenlerin ele<br />

geçirilmesi ve kanallaşma gibi<br />

hadiseler de mümkün olabilir.<br />

Stapp, Hameroff ve Penrose gibi<br />

sadece hayalci düşünürler mi yoksa<br />

günümüzün Galile’leri mi acaba?<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 51]


SİNAN CANAN SÖYLEŞİSİ<br />

BİLİMİ DEĞİL İNSANI ANLATMAK MESELE<br />

BERÇİM<br />

BERBEROĞLU<br />

Bilimi değil<br />

insanı<br />

anlatmak<br />

mesele<br />

Doç. Dr. Sinan Canan, Değişen<br />

Be(y)nim isimli yeni kitabıyla<br />

yeniden okurla buluştu. [n] Beyin<br />

kurucularından da biri olan<br />

Canan, [n] Beyin eğitimlerinde<br />

anlattığı öykülerinden oluşan<br />

Değişen Be(y)nim kitabıyla,<br />

beynimizle ilgili bilmediğimiz pek<br />

çok gerçeği, daha çok insanla<br />

paylaşacak. Dergimizde ele<br />

aldığımız konularda fikirlerine<br />

başvurduğumuz Canan ile son<br />

kitabını konuştuk. Dergimizin<br />

bu sayısında ve sonraki<br />

sayılarımızda da Sinan Canan’ın<br />

yazılarına yer vereceğiz. Şimdi<br />

Değişen Be(y)nim kitabıyla<br />

Canan’a kulak verelim.<br />

[ 52] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


DEĞİŞEN BE(Y)NİM<br />

KİTABINDAN NELERE<br />

DEĞİNDİNİZ?<br />

Değişen Be(y)<br />

D<br />

nim, [n]Beyin’de<br />

anlattığımız<br />

öykülerin genel<br />

konseptini bir<br />

başlık altında toparlama niyetiyle<br />

ortaya çıkmıştı. Kitabın ismi<br />

önceden farklıydı. Yayınevindeki<br />

arkadaşlarla konuşunca kitabın<br />

sonunda onların da oldukça<br />

beğendiği “Değişen Beynim”<br />

bölümünün ismini kitabın başlığı<br />

olarak belirlemeyi uygun gördük<br />

açıkçası; sonuçta beyin üzerine bir<br />

kitap. Hepimizin günlük hayatta<br />

ilgilenebileceği, ilgisini çekecek<br />

ve günlük hayatta kullanabileceği<br />

bilgileri bir yere toplamaya çalıştık.<br />

Elbette beyin gibi bir şeyi tek bir<br />

kitaba toplamak zor, sadece benim<br />

bildiğim kısmı bile epey bir yer<br />

tutuyor. İnşallah bundan sonraki<br />

[n]Beyin kitaplarında beyin ile ilgili<br />

farklı konuları da toparlayacağım.<br />

Değişen Be(y)nim için [n]Beyin<br />

serisinin ilki diyebiliriz. Bakalım<br />

beğenecek mi okuyanlar<br />

göreceğiz.<br />

BU KİTABINIZDA ÖNCEKİ<br />

KİTABINIZDAN FARKLI<br />

OLARAK NE BULABİLİR<br />

OKUYUCULAR?<br />

Benim önceki kitabım biraz benim<br />

ilgilendiğim farklı alanlarla ilgili,<br />

ben ona “tohum kitabı” diyorum.<br />

Tohum fikirleri içeren, kısa kısa bu<br />

fikirleri anlatmaya ve açıklamaya,<br />

biraz daha dolaşıma girmesine<br />

yardımcı olmaya çalışan bir<br />

kitaptı açıkçası. Özellikle genç<br />

okuyuculara yönelik olarak<br />

yazdığım fikirlerin bir kataloğu<br />

olarak düşünülebilir. Ama Değişen<br />

Be(y)nim, ilk defa tamamen<br />

beyin üzerine yazdığım bir kitap.<br />

Burada beynin gelişmesinden,<br />

anne karnındaki oluşumundan,<br />

gençlikte, erişkinlikte, ihtiyarlıkta<br />

beynin geçirdiği maceralardan<br />

ve bu beyni kullanmamıza<br />

ilişkin enteresan durumlardan<br />

bahsetmeye çalıştım. İşte<br />

bunların arasında, bağımlılık<br />

meselesi de var müzik-beyin<br />

ilişkisi de var, insanın diğer<br />

canlılardan farkı da var, birçok<br />

değişik konuya değinmeye çalıştık<br />

burada.<br />

BEYİN ÇOK KATMANLI<br />

VE KARIŞIK BİR KONU,<br />

BU KİTABINIZDA BUNU<br />

NASIL BİR ÖNGÖRÜ<br />

VE ÇERÇEVEYLE<br />

SUNUYORSUNUZ?<br />

Beyni anlatmanın çok fazla yolu<br />

vardır. Mesela sıkıcı bir yöntemle<br />

anlatabilirsiniz beyni, nörofizyolojik<br />

parametreler, hücreler,<br />

aksiyon potansiyelleri<br />

gibi böyle anlaşılması<br />

çok zor şeyleri anlatmak<br />

da mümkün. Ama ben<br />

yıllarca tıp fakültesinde<br />

onları anlattığım için<br />

açıkçası beyni bu şekilde<br />

anlatmanın çok fazla<br />

heyecan uyandırmadığını<br />

görüyorum; her ne kadar<br />

muhteşem ve karmaşık<br />

olsa da bu konu.<br />

Beyni anlatmanın<br />

bir diğer yolu günlük<br />

hayatımızda beyin nasıl<br />

hayatımızı yönlendiriyor,<br />

nasıl kararlarımızı<br />

vermemizi sağlıyor,<br />

bizi nasıl biz yapıyor ve<br />

bizim yaptığımız her şey<br />

aslında nasıl beynimizi<br />

değiştiriyor, biraz<br />

bunu güncel örnekler<br />

üzerinden anlatmak…<br />

Ben açıkçası birkaç<br />

senedir hikaye anlattığım için<br />

kendi hayatımda gördüğüm şeyleri<br />

anlattığımda insanların bunu daha<br />

iyi anladığını gördüm. Burada da<br />

daha ziyade kendi hayatımdan<br />

öğrendiklerimden yola çıkarak<br />

bir anlatı kurgulamaya çalıştım<br />

açıkçası. Okunurken biraz daha<br />

rahat okunsun istedim ve özellikle<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 53]


SİNAN CANAN SÖYLEŞİSİ<br />

BİLİMİ DEĞİL İNSANI ANLATMAK MESELE<br />

bilimle uğraşmayan insanların<br />

kendi beyinleri gibi harika bir şeyle<br />

tanışmalarını sağlamak, küçük<br />

de olsa vesile olmak arzusuyla<br />

yazdım. İnşallah olmuştur.<br />

BU KİTABI KİŞİSEL GELİŞİM<br />

KİTABI OLARAK MI ELE<br />

ALMALIYIZ, YOKSA BİLİM<br />

KİTABI OLARAK MI?<br />

İkisini de açıkçası yazmak<br />

istemedim. Çünkü kişisel gelişim<br />

açıkçası çok kirli bir ifade oldu<br />

artık ve malesef çok iyi anılmıyor.<br />

Ben buna bir dostumun da<br />

ifadesiyle “insani gelişim” demeyi<br />

tercih ederim. Biz insan olarak<br />

hepimiz farklı bir yol izliyoruz,<br />

farklı bir şekilde gelişiyoruz,<br />

kendimizi gerçekleştirmek<br />

için bir hayat yaşıyoruz<br />

aslında. Bir bilim insanı<br />

olarak bilim benim çok işime<br />

yarıyor. Ama bilimin kendi<br />

jargonu ve konuları ağır, yani<br />

bilim insanı olmayanlar da<br />

pek bununla ilgilenmiyor.<br />

Dolayısıyla bu ikisinin arasında bir<br />

yol bulmak, yani insanlara hazır<br />

formüller verip, “şunları şunları<br />

yap süper olursun” demeyi sahici<br />

bulmuyorum. Ya da bilimsel bilgiyi<br />

anlatıp “hadi git artık bundan<br />

ne anlıyorsan yap” diye onları<br />

kendileriyle baş başa bırakmak…<br />

Biraz “ben bunları nasıl<br />

kullanıyorum” ve “diğer insanlar<br />

bunu nasıl kullanabilir”i anlatarak<br />

hayret ve ilham verici bir yolculuk<br />

yapmak daha faydalı olur gibi<br />

geliyor bana. İşte yazdıklarımda<br />

da bunu öncelemeye çalışıyorum.<br />

Dediğim gibi beyni anlatmak kolay<br />

değil. Ama insanı insana anlatmak<br />

çok da zor bir şey değil. Yeter ki o<br />

frekansı yakalayabilelim. Bütün<br />

gayretimiz o yönde.<br />

SON ZAMANLARDA<br />

RENKLERLE İLGİLİ ÇOK<br />

FAZLA ARAŞTIRMA<br />

YAPILIYOR. SİZ<br />

KİTABINIZDA SARI VE<br />

SİYAHI SEÇERKEN BU<br />

ARAŞTIRMALARIN<br />

SONUÇLARINA GÖRE Mİ<br />

SEÇTİNİZ YOKSA TESADÜF<br />

MÜ BU RENKLER?<br />

Çok soruyorlar bunu, “subliminal<br />

mesaj mı var” falan diye kitap<br />

kapaklarında. Önceki kitap<br />

Kimsenin Bilemeyeceği Şeyler sarı<br />

bir zemin üzerine siyahtı. Özellikle<br />

bilim ve teknolojiyle ilgili kitapların<br />

olduğu rafta bizim kitap bayağı bir<br />

parlıyordu. Ama ne o kitap ne de<br />

bu kitap aslında böyle planlanarak<br />

yapılmış bir şey değil. En azından<br />

benim tarafımdan planlanmadı.<br />

Tuti Kitap’ın tasarımcısı sevgili<br />

Özle bu tasarımları yapıp bana<br />

birkaç tane seçenek gönderiyor<br />

her seferinde ve ben her zaman<br />

Özle’nin yaptığı ilk tasarımı<br />

çok beğeniyorum. Bu her iki<br />

tasarım da Özle’ye ait. Dolayısıyla<br />

tamamen onun, özellikle kitabın<br />

içeriğinden haberdar olarak<br />

severek ve isteyerek yaptığı belli<br />

olan tasarımlar. Sanıyorum o<br />

yüzden görenler de beğeniyor.<br />

Ama sarı ve siyah rengin dikkat<br />

çekici olduğu kesindir. Tabi<br />

burada bir sorun var. Sarı üstüne<br />

siyahı denedik, siyah üstüne<br />

sarıyı denedik. Üçüncü kitapta ne<br />

yapacağız onu çok bilmiyorum.<br />

Artık biraz renkleri değiştirme<br />

durumu olabilir.<br />

BİLİMSEL YÖNÜNÜZÜN<br />

YANINDA MÜZİKLE<br />

DE İLGİLENDİĞİNİZİ<br />

BİLİYORUZ. BU İKİ KONUYU<br />

HARMANLADIĞIMIZ<br />

ZAMAN TECRÜBELERİNİZİ<br />

HAYATINIZA NASIL<br />

AKTARIYORSUNUZ?<br />

Ben sadece, müzikle değil aslında<br />

elimin yettiği kadar, profesyonel<br />

olmamak kaydıyla (çünkü o<br />

gerçekten ciddi bir yatırım istiyor)<br />

sanatın her alanıyla uğraşmaya<br />

çalışıyorum. Müziği hem icracı<br />

hem dinleyici olarak yapıyorum.<br />

Resim ile biraz kendim yaparak<br />

biraz da resim sanatına olan<br />

hayranlığım olarak içinde yer<br />

alıyorum. Çünkü sanat dediğimiz<br />

şey ancak insan beyninin başa<br />

çıkabileceği kadar özel bir faaliyet<br />

ve sadece insana özel. Yani<br />

insan aslında sanatla uğraşmalı<br />

bir şekilde. Bu ekstra bir hobi<br />

olarak görülmemeli, bütün işleri<br />

bitirdikten sonra boş bir vakitte<br />

yapılacak bir şey olarak pek<br />

düşünülmemeli. Kitapta da biraz<br />

vurgulamaya çalıştığım üzere<br />

sadece bir enstrüman çalmaya<br />

çalışmak bile beynin bütün<br />

yapısını, temel otoyollarını baştan<br />

aşağı değiştiren çok farklılaştırıcı<br />

bir tecrübedir. Bu tecrübe bir<br />

müzik aletinin özel bir özelliğinden<br />

kaynaklanmıyor, bu insan beyninin<br />

müziğe kurgulu olmasından<br />

kaynaklanıyor. Ben konuşurken<br />

benim sesimdeki vurguyu<br />

anlayabilmeniz beyninizdeki<br />

müzikal devreler sayesinde<br />

oluyor. Dolayısıyla iletişim ve sözlü<br />

iletişim bizim insan olmamızın<br />

temelinde yatan bir özellik<br />

olduğuna göre bunun en önemli<br />

bileşenlerinden biri olan müzik<br />

de aslında hayatımızın ayrılmaz<br />

bir parçasıdır. Arka planda boşluk<br />

doldursun diye çalınan müzik çok<br />

doğru değil, müziğe ciddi oranda<br />

vakit ayrılmalı, müziğe ciddiyetle<br />

[ 54] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


yaklaşılmalı ve boş vakitlerde<br />

değil bizzat müzikle doldurulması<br />

gereken vakitler yaratılmalıdır.<br />

Ben de açıkçası bunun için biraz<br />

uğraşıyorum. Hiç de pişman<br />

değilim. Aynen devam…<br />

“MÜZİK İNSANI DAHA ZEKİ<br />

YAPIYOR” DİYEBİLİR MİYİZ<br />

PEKİ?<br />

“Daha zeki”, zekâ tanımlamasında<br />

ne kastettiğimize göre değişir.<br />

Ben, şu anda ortalıkta gezinen<br />

cari zekâ tanımlarını çok<br />

beğenenlerden değilim. Birçok kişi<br />

de benimle aynı fikri paylaşıyor.<br />

Çünkü bilgisayar gibi işlem<br />

yapabilen insanlara “zeki” diyoruz.<br />

Hâlbuki biz bilgisayarları bizden<br />

daha iyi yapsın diye icat etmiştik<br />

zaten. Dolayısıyla insan zihninin<br />

çok daha farklı bir yönü var;<br />

yaratıcı, sanatçı yönü vs. Esas,<br />

insanı bu dünyaya fark yaratan<br />

bir canlı olarak sunan, insanı o<br />

hale getiren özellikler bunlar.<br />

Dolayısıyla müzik, resim gibi<br />

ya da sanatın diğer alanları ve<br />

insan zihninin en üst üretimiyle<br />

ne kadar uğraşılırsa zihin o<br />

kadar çetrefilli bir hale geliyor.<br />

İşte burada bahsettiğim birkaç<br />

tane çalışma var. Özellikle müzik<br />

hocalarıyla, beden hocalarıyla<br />

bu aralar aram çok iyi. Bu<br />

çalışmaları okuduktan sonra<br />

hocalar “biz bunu anlatabilsek<br />

okullardaki ders sıralaması<br />

değişirdi” diyor. Gerçekten<br />

de biraz müzikle uğraşsanız,<br />

müziğe hayatınızda küçük bir yer<br />

ayırsanız bile beyninizin yapısal<br />

olarak çok büyük bir değişim<br />

geçirdiğini biliyoruz ve bu değişim<br />

çok pozitif bir değişim. Belki<br />

matematiksel işlem anlamında<br />

daha zeki olmayabilirsiniz ama<br />

kesinlikle daha üst düzey bir insan<br />

olduğumuzu söyleyebilirim sanatla<br />

uğraştığımız zaman.<br />

GEREK BİR SİNİRBİLİMCİ<br />

GEREKSE BİR BABA<br />

OLARAK EBEVEYNLERE<br />

BU KONUDA NE GİBİ<br />

TAVSİYELERİNİZ OLABİLİR?<br />

Biraz önce ufak bir ipucu verdim<br />

aslında, biz şu anda çocuklarımızı<br />

sürekli haftada 50 tane kursa<br />

gönderiyoruz. Bu aralar özellikle<br />

şehirlilerin en sevdiği şey<br />

çocuklarını bir sürü paralar<br />

ödeyerek kursa yazdırmak. Bunlar<br />

yabancı dil kursları, enstrüman<br />

kursları, her şey olabiliyor. Aileler<br />

çocukları müzik aleti çalsın<br />

istiyorlar, ama müziğe özel bir<br />

vakit ayıran aile ben pek fazla<br />

tanımıyorum. Müzik sürekli<br />

arka planda dın dın çalan, hayatı<br />

dolduran, arka planı süsleyen<br />

bir şey olarak görülüyor. Oysa<br />

aileler çocuklarının gerçekten<br />

müzikle, sanatla ilgilenmesini<br />

istiyorlarsa önce kendi içlerinde,<br />

günlük hayatlarında müziğe<br />

bir yer açmaları lazım. Müziğin<br />

karşısına oturup saygıyla müziği<br />

dinleyen, dikkatle onu analiz eden<br />

bir çevre, çocuğu müziğe en güzel<br />

yönlendiren şey olacaktır. Yoksa<br />

kurslarla, en iyi hocalarla falan<br />

yetişmiyor büyük müzisyenler.<br />

Büyük müzisyenlerin<br />

tamamının ilk yaptığı şey<br />

önce müziği sevmektir,<br />

ondan sonra kaptırır<br />

giderler. Yetenekleri neyse<br />

ona göre de bir değişim<br />

gösterirler. Dolayısıyla<br />

moda olduğu için değil,<br />

insan olduğumuz için bu<br />

işin peşinden gitmemiz<br />

lazım diye düşünüyorum.<br />

PEKİ,<br />

ÇALIŞMALARINIZ<br />

BUNDAN<br />

SONRA NASIL<br />

ŞEKİLLENECEK?<br />

Beyin kitaplarının devamı<br />

gelecek. Bir 3-4 seri daha<br />

düşünüyoruz bu konu<br />

üzerine. Onun duşunda<br />

başka konular da var.<br />

Fakat kitap yazmak,<br />

özellikle okunabilir güzel<br />

bir şey yazmak zaman<br />

alıcı bir şey. Tasarımı, dizgisi,<br />

içeriği… Dolayısıyla, 2016 senesi<br />

içerisinde, ömrümüz olursa,<br />

bunlara devam etmek istiyorum.<br />

Tabi ki geribildirimler de çok<br />

önemli. Okuyanlar ne kadar çok<br />

geribildirim yaparsa bundan<br />

sonrakileri elimizden geldiği kadar<br />

daha da iyi yapmaya çalışacağız.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 55]


N HABERLER<br />

Hipnoz<br />

odaklanmaktır<br />

“Hipnoterapi<br />

ile hipnozu<br />

karıştırmamak<br />

gerekiyor. Her<br />

hipnoterapide<br />

hipnoz vardır;<br />

ancak her hipnozda<br />

hipnoterapi yoktur.<br />

Hipnoterapide,<br />

adından da<br />

anlaşılacağı üzere,<br />

kişinin sorunlarına<br />

yönelik bir<br />

çalışma yapılırken<br />

hipnozda sadece<br />

kişiyi rahatlatmak,<br />

gevşetmek<br />

amaçlanır”<br />

Pek çoğumuz<br />

P<br />

hipnozu bayılmak<br />

veya uyumak<br />

sanıyoruz; ancak<br />

bunun aksine<br />

hipnoz, bilincin açık olduğu bir<br />

odaklanma hali. Hipnoz esnasında<br />

bilinç her şeyin farkında, kişi<br />

dokunmayı hissediyor ve<br />

konuşulanları duyuyor.<br />

Hipnozun tarihçesine baktığımızda<br />

farklı isimlerle (uyku odaları)<br />

de olsa antik Hint döneminde<br />

uygulandığı görülüyor. İzmir<br />

Bergama’daki Asklepion’da<br />

da hastaları tedavi etmek için<br />

bir çeşit hipnoz uygulanıyordu.<br />

Hipnoz adını kullanan ilk kişi<br />

İskoçyalı Doktor James Braid’dir.<br />

1840’ta Yunan Mitoloji’sindeki<br />

uyku tanrısı Hypnosis’ten<br />

esinlenerek seçilen bu isim, daha<br />

sonra bizzat Dr. Braid tarafından<br />

hipnoz bir uyku hali olmadığı<br />

için uygun görülmese de çoktan<br />

dile yerleşmiş hale geliyor ve<br />

kullanımına devam ediliyor.<br />

BİR ÇEŞİT MEDİTASYON<br />

[n]Beyin’de hipnoz üzerine bir<br />

sunum yapan hipnoz eğitmeni<br />

Barış Yıldırım, bizimle uzun<br />

yıllardır uyguladığı hipnoz<br />

deneyimlerini paylaştı. “Beyinde<br />

bilinçaltını koruyan “critical<br />

factor” isimli bir koruma kalkanı<br />

var. Hipnozda bu bölge geçilerek<br />

bilinçaltına ulaşılıyor ve ona bazı<br />

telkinler veriliyor. Yani hipnoz<br />

kısaca telkinlere açıklık halidir.<br />

Bilinçaltı istediği telkinlere yanıt<br />

verirken istemediklerine asla yanıt<br />

vermiyor” diyen Barış Yıldırım<br />

[ 56] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


u durumu şu örnekle açıklıyor:<br />

“Budist birine hipnoz sırasında<br />

Protestan olacaksın dersen o an<br />

belki karşı çıkmaz; ama hipnozdan<br />

çıktıktan sonra Budizmi terk etmiş<br />

de olmaz.”<br />

“Hipnoterapi ile hipnozu<br />

karıştırmamak gerekiyor. Her<br />

hipnoterapide hipnoz vardır;<br />

ancak her hipnozda hipnoterapi<br />

yoktur. Hipnoterapide, adından<br />

da anlaşılacağı üzere, kişinin<br />

sorunlarına yönelik bir çalışma<br />

yapılırken hipnozda sadece<br />

kişiyi rahatlatmak, gevşetmek<br />

amaçlanır” diyen Yıldırım,<br />

hipnozun tam anlamıyla<br />

bir odaklanma olduğunu<br />

söylüyor ve ekliyor “Kitap<br />

okurken etrafınızdaki sesleri<br />

duymuyor musunuz veya müzik<br />

dinlerken sadece müziğe mi<br />

odaklanıyorsunuz, işte o hipnoz<br />

halidir.”<br />

BİLİNÇALTI GEÇMİŞLE<br />

BAĞ KURUYOR<br />

Yıldırım, hipnozla kişilerin<br />

geçmişte yaşadıklarına inerek<br />

bazı sorunların çözülebileceğini<br />

söylüyor. Bu konuda pek çok ilginç<br />

vakayla karşılaşmış olan Yıldırım,<br />

köpekten korkan bir hastasının<br />

çocukluğunda babasının<br />

öfkeli bakışlarını köpeklerin<br />

bakışlarıyla bağdaştırdığını<br />

anlatıyor. Hipnoz; fobiler,<br />

kaygı bozuklukları, panik<br />

atak, obsesif kompülsif<br />

bozukluk, uykusuzluk,<br />

depresyon, bağımlılık ve<br />

performans geliştirme<br />

için uygulanabiliyor. Aynı<br />

zamanda hipnoza, iletişim, duygu,<br />

ağrı ve kilo kontrolü, psikosomatik<br />

ağrılar, çocukluk dönemi<br />

sorunları, uyum problemleri,<br />

cerrahi operasyonlarda ağrının<br />

hissedilmemesini sağlama,<br />

iyileşmenin hızlandırılması ve ilaç<br />

kullanımının azaltılması için de<br />

başvurulabiliyor. Ancak hipnozun<br />

uygulanmaması gerektiği<br />

durumlar da var. Bunlar, psikotik<br />

durumlar, zekâ geriliği olan kişiler,<br />

çok yaşlılar ve 5 yaşından küçük<br />

çocuklardır.<br />

HİPNOZ HAKKINDA<br />

BİLİNEN YANLIŞLAR<br />

Hipnozla ilgili bilinen pek<br />

çok yanlış olduğunu söyleyen<br />

Yıldırım bunları şu şekilde<br />

sıralıyor: “Hipnozla ilgili bilinen<br />

yanlışlardan biri herkesin hipnoz<br />

olamayacağıdır. Herkes hipnoz<br />

olabilir; ancak farklı derecelerde<br />

hipnoz olabilir. Hipnoz duygu ve<br />

hislerle çalışıyor. Hafızada yer<br />

eden kayıtlar onun duygusuyla<br />

birlikte kaydediliyor. İstenmeyen<br />

veya kişiye rahatsızlık veren<br />

bu duyguları bulup çıkartmak<br />

da hipnoterapistin işidir. Aynı<br />

zamanda herkes hem kendini<br />

hem de diğer insanları hipnoz<br />

edebiliyor. Sadece yeteri kadar<br />

istemek ve odaklanmak yeterli.<br />

Ancak, hipnoterapist olmak<br />

için birtakım teknikleri bilmek<br />

ve onları uygulamak gerekir.<br />

Sanılanın aksine, hipnozda kişiye<br />

her istediği yaptırılamıyor. Bu<br />

bilinen en büyük yanlışlardan<br />

biridir. Örneğin derin hipnozda<br />

olan birinin eline kibrit veriliyor.<br />

Kişi kibriti tutuyor; ancak tam<br />

eli yanacakken bilinçaltı onu<br />

uyarıyor ve kişi kibriti elinden<br />

bırakıyor. Hipnozda kişi kendisine<br />

zarar verecek hiçbir şeyi yapmaz.<br />

Bunu kişiye yaptırmak hiçbir<br />

koşulda mümkün değildir. Bilinen<br />

bir diğer yanlış, tek seanslık<br />

hipnozun sorunları çözmede işe<br />

yarayacağıdır. Ancak tek seanslık<br />

bir hipnoz uygulamasında kişinin<br />

şikayet ettiği sorunun çözülmesi<br />

imkansızdır. Bilinçaltı oldukça<br />

tembel olduğundan sorunun<br />

kaynağını hemen açığa vermiyor.<br />

Bunun için en az beş seans<br />

gerekli.”<br />

ÇOCUKLARDA CRİTİCAL<br />

FACTOR GELİŞMEMİŞTİR<br />

“7 yaşına kadar bilinçaltı tamamen<br />

açıktır, yani critical factor denilen<br />

koruma kalkanı gelişmemiştir.<br />

Bu nedenle çocuklara söylenilen<br />

her şeye, onlara karşı gösterilen<br />

davranışlara çok dikkat edilmesi<br />

gerekiyor” diyen Yıldırım bu<br />

konuyla ilgili şu örneği veriyor:<br />

“Sigara bırakmak isteyen bir<br />

danışanım vardı. Ne zaman<br />

sigarayı bıraksa suçluluk<br />

hissediyor ve her denemesinde<br />

başarısız oluyordu. Seanslar<br />

ilerledikçe danışan, küçükken<br />

dedesinin ‘Erkekler sigara içer’<br />

dediğini anımsadı ve dedesini<br />

kaybetmiş olan bu kişinin<br />

sigara içmeyi dede sevgisiyle<br />

bağdaştırdığı ortaya çıktı.”<br />

Sonuç olarak, hipnozla kişi<br />

istediği ve izin verdiği sürece<br />

pek çok sorun çözülebiliyor.<br />

Kişinin kendine ve sorunlarına<br />

odaklanıp zihnindeki<br />

bağlantıları çözmeye çalışması<br />

veya bunu başaramıyorsa<br />

bir hipnoterapistten yardım<br />

almasında bilimsel olmayan hiçbir<br />

yan yok.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 57]


N HABERLER<br />

ERALP ARASLAN<br />

SON KARAR<br />

HORMON<br />

LARIN<br />

Testosteron<br />

T<br />

ve kortizon<br />

hormonlarının,<br />

çalışanları daha fazla<br />

risk almaya teşvik<br />

ederek piyasaların<br />

dengesizleşmesine sebep olabileceği<br />

düşünülüyor.<br />

Araştırmacılar laboratuvarda<br />

gönüllülerin kendi aralarında mülkleri<br />

alıp-satmasıyla bir ticaret zemini<br />

oluşturdular. Bir deneyde gönüllülerin<br />

doğal hormon seviyelerini ölçerken bir<br />

diğerinde ise yapay olarak bu değerleri<br />

arttırdılar.<br />

Bu iki hormondan herhangi birini alan<br />

gönüllüler daha riskli mülkleri alıpsatmaya<br />

yöneldiler.<br />

MÜCADELE ET<br />

YA DA KAÇ<br />

Araştırmacılar, finans marketindeki<br />

stresli ve rekabetçi çevrenin çalışanlar<br />

arasında yüksek kortizon ve testosteron<br />

seviyelerine sebep olabileceğini<br />

düşünüyor. Kan şekeri değerini<br />

yükselten ve vücudu “mücadele et ya da<br />

kaç” tepkisine sokan kortizon, fiziksel<br />

veya psikolojik stresten yükseliyor. Daha<br />

önceki çalışmalar yüksek testosterona<br />

sahip erkeklerin rekabetçi durumlarda<br />

daha kendine güvenen olduğunu ve<br />

başarılı olmaya daha yatkın olduğunu<br />

göstermişti.<br />

Scientific Reports’ta yayımlanan yeni<br />

çalışmanın yazarları bulguların, daha<br />

stabil finansal kurumlar geliştirmek<br />

isteyen politikacılar tarafından<br />

düşünülmesini öneriyor.<br />

HORMONAL<br />

DEĞİŞİKLİKLER<br />

TÜCCARLARIN<br />

KARARLARINDA<br />

ETKİLİ OLABİLİR<br />

Alicante Universitesi Ekonomi<br />

Departmanı’ndan olan ve çalışmanın<br />

ana yazarlarından olan Dr. Carlos<br />

Cueva, “Bizim görüşümüz, hormonal<br />

değişiklikler tüccarların davranışlarını<br />

anlamak konusunda bize yardımcı<br />

olabilirler, özellikle de finansal istikrarsızlık<br />

zamanlarında” diyor.<br />

Çalışmanın başka bir ana yazarı<br />

olan Imperial College London Tıp<br />

Fakültesi’nden Dr. Ed Roberts da “Bizim<br />

amacımız bu hormonların ne yaptığını<br />

daha fazla anlayabilmek. Sonrasında<br />

tüccarların çalıştığı çevreye bakabilir ve çok<br />

stresli ya da çok rekabetçi olup olmadığını<br />

düşünebiliriz. Bu faktörler tüccarların<br />

hormonlarını etkileyip onların kararlarında<br />

büyük bir etki yaratıyor olabilir” dedi.<br />

İlk başta 142 kişilik kadın ve erkeklerden<br />

oluşan gönüllülere, onar onar<br />

gruplaştırılarak mülk takas oyunu oynatıldı.<br />

Gönüllülerden alınan tükürük örneklerinde<br />

bu iki hormonun seviyeleri ölçüldü.<br />

Kortizon seviyesi daha yüksek olanlar risk<br />

almaya daha eğilimliydiler ve fiyatlardaki<br />

istikrarsızlıkla ilişkilendirildiler.<br />

KORTİZON OLUMLU,<br />

TESTESTERON<br />

OLUMSUZ ETKİ YAPTI<br />

Takip eden deneyde, 75 genç erkeğe<br />

kortizon veya testosteron bir kere hormon<br />

olarak, bir kere de plasebo olarak, oyundan<br />

önce verildi. İki hormon da yatırımı<br />

daha riskli mülklere doğru yönlendirdi.<br />

Kortizon, gönüllünün direkt olarak riskli<br />

mülk tercihini etkiliyor olarak görünürken<br />

testosteron ileride fiyatların değişeceği<br />

konusunda olumlu düşünceyi arttırdı.<br />

Dr Roberts, “Sonuçlar kortizon ve<br />

testosteronun kısa vadede riskli yatırım<br />

davranışını arttırdığını gösteriyor. Biz<br />

sadece laboratuvarda hormonların akut<br />

olarak etkisine baktık. Çalışanların hormon<br />

seviyelerini gerçek yaşam koşullarında<br />

ölçmek ve uzun vadede nasıl etkiler<br />

olacağını gözlemlemek ilginç olurdu” dedi.<br />

Ekonomistler, insan davranışlarının tahmin<br />

edilemez olmasının finans marketlerinde<br />

istrikrarsızlık yaratabileceğinin uzun<br />

süredir farkındalar.<br />

KÂRDAKİ DEĞİŞİKLİK<br />

KORTİZONLA İLGİLİ<br />

Cambridge Üniversitesi Sinirbilim<br />

Departmanı’ndan olan bu çalışma<br />

yazarlarından Profesör Joe-Herbert, daha<br />

önceden yaptığı bir alan çalışmasında,<br />

sabah uyandıklarında testosteron seviyesi<br />

günlük ortalamalarından yüksek olan<br />

tüccarların kayda değer bir ölçüde kâr<br />

ettiklerini ve kârlardaki artan değişiklik<br />

ve marketteki belirsizliğin kortizon<br />

seviyeleriyle büyük ölçüde ilişkide<br />

olduğunu belirtmişti.<br />

Kaynak<br />

http://www3.imperial.ac.uk/<br />

newsandeventspggrp/imperialcollege/<br />

newssummary/news_2-7-2015-10-52-19<br />

[ 58] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


Kültür<br />

Beyin<br />

Siyasi<br />

Eğilim<br />

İçinde<br />

bulunduğumuz<br />

kültür beynimizi<br />

etkilediği ve<br />

bununla bağlantılı<br />

olarak farklı kültür,<br />

etnik yapı ve siyasi<br />

sistemlerdeki farklı<br />

siyasal eğilimlerin<br />

genetik temelli<br />

olduğu ortaya<br />

çıktı.<br />

DOĞU VE BATI<br />

KÜLTÜRÜ<br />

Farklı kültürlerde “birey”in ele alınışı,<br />

birbirinden tamamen farklı olan Doğu<br />

(Asya) ve Batı (Avrupa/Amerika) olarak<br />

iki şekilde inceleniyor. Batı’da birey, daha<br />

bağımsız ve eşsiz olarak ele alınırken<br />

Doğu’da diğerleriyle ve çevresel etkenlerle<br />

bağlantılı olarak ele alınıyor. Örneğin,<br />

Descartes, “Düşünüyorum; öyleyse<br />

varım.” diyerek bireyin varoluşunu ve<br />

diğer şeyleri sorgulamasının bireyin<br />

düşünme yetisiyle bağlantılı olduğunu<br />

vurgularken Konfüçyüs, bireyin tek<br />

başına var olamayacağını ve varoluşunun<br />

en yüksek mertebesine ulaşmak için<br />

zihninde kendisini diğer insanlardan ve<br />

çevresel etmenlerden ayırması gerektiğinin<br />

üzerinde duruyor.<br />

KÜLTÜRLER ÜZERİNE<br />

YAPILAN PSİKOLOJİK<br />

ARAŞTIRMALAR<br />

Batı’da yapılan psikolojik bir araştırmaya<br />

göre, insanlar kendileriyle bağlantılı<br />

olan şeyleri, yakınlarıyla bağlantılı<br />

olanlardan daha iyi hatırlarken Çin’de,<br />

bunun aksine, kişilerin yakınlarıyla ilgili<br />

şeyleri kendileriyle ilgili olanlar gibi iyi<br />

hatırladıkları görülmüş. Kültürler üzerine<br />

yapılan psikolojik araştırmalarda, bilişsel<br />

sinirbilimciler, beynin kişinin kendisi, aile<br />

üyeleri ve yabancılar hakkında bireysel<br />

ve ortak kültürlerde farklı tepki verip<br />

vermediğini araştırmışlar. Amerikalı<br />

denekler üzerinde yapılan araştırmalar,<br />

ventral medial prefrontal cortex (vmPFC)<br />

‘in kişinin kendisiyle ilgili olan şeylere<br />

bir aile üyesi veya bir yabancıyla ilgili<br />

olanlara göre daha güçlü tepki verdiğini<br />

gösteriyor. Bunun aksine, Çinli denekler<br />

üzerinde yapılan araştırmalarda, vmPFC<br />

yabancılarla ilgili şeylere güçlü tepkiler<br />

göstermese de vmPFC ‘nin kişilerin<br />

kendileri ve aileleriyle ilgili olan şeylere<br />

güçlü tepkiler gösterdiği gözlemleniyor.<br />

BEYİN YAPIMIZ SİYASİ<br />

YÖNELİMİMİZİ NASIL<br />

ETKİLİYOR?<br />

2011’de Current Biology dergisinde<br />

yayımlanan bir araştırmaya göre, genetik<br />

yapımız ve onun çevresel etmenlerle olan<br />

etkileşimleri siyasi görüşümüzü etkiliyor.<br />

Beynin siyasi görüşler üzerindeki etkisini<br />

incelendiği başka bir araştırmadan yola<br />

çıkılarak İngiliz bilim insanları tarafından<br />

yapılan araştırmada, liberal görüşleri olan<br />

kişilerin ön singulat kortekslerinde beynin<br />

merkezindeki gri yapının hacminin arttığı<br />

tespit edilirken muhafazakâr kişilerde sağ<br />

amigdalada hacim artışı görülüyor.<br />

DOPAMİNE D4 GENİ<br />

KADINLARDA DAHA<br />

ETKİLİ<br />

Singapur Üniversitesi’nden Profesör<br />

Richard Ebstein ve Profesör Chew Soo<br />

Hong’un 1771 kişi üzerinde yaptığı<br />

son araştırmaya göre, vücutta doğal<br />

olarak üretilen, hafıza, öğrenme<br />

ve yaratıcılıkla bağlantılı dopamin<br />

kimyasalının iletilmesinde önemli rol<br />

oynayan Dopamine D4 isimli genin siyasi<br />

eğilimlerde kadınlarda, erkeklere göre<br />

daha etkili olduğu tespit edildi. Aynı<br />

zamanda Dopamine D4 isimli genin<br />

4R/4R değişkenine sahip olan kadınların<br />

aynı değişkene sahip olanlara göre daha<br />

muhafazakâr oldukları görülüyor.<br />

Kaynak<br />

http://brainblogger.com/2009/10/10/howculture-shapes-our-mind-and-brain/<br />

http://www.cell.com/current-biology/<br />

abstract/S0960-9822(11)00289-2<br />

http://news.nus.edu.sg/pressreleases/9281-the-adventure-genepredicts-political-attitudes-in-chinesefemales-according-to-nus-study<br />

http://www.trthaber.com/haber/bilimteknik/siyasi-yonelim-de-genlerlebaglantili-olabilir-197397.html<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 59]


N HABERLER<br />

[n]Beyin<br />

BUGÜNE<br />

KADAR<br />

NELER<br />

YAPTI?<br />

013’te kurulan [n]Beyin,<br />

2<br />

bilim ile insan arasındaki<br />

mesafeyi kaldırarak<br />

beynimizi keşfetmek<br />

ve onu kalıcı olarak<br />

dönüştürmek üzerine<br />

ortaya atılmış bir fikir. Sinirbilimcilerden<br />

ve sanatçılardan oluşan [n]Beyin ekibi,<br />

verdiği bireysel ve kurumsal hizmetlerle<br />

şirketler, devlet kurumları, eğitim<br />

kurumları, sivil toplum örgütleri, kobiler,<br />

eğitmenler, öğrenciler ve çocuklar için<br />

beynin olanaklarını etkili bir şekilde<br />

kullanmanın yollarını gösteriyor. Bunu<br />

da sahne gösterileri, seminerler,<br />

eğitimler ve bütünsel nöro-danışmanlık<br />

hizmetleriyle sağlıyor. Gerektiğinde<br />

sosyal bilim, gerektiğinde modern<br />

sinirbilim teknikleri kullanılarak sağlanan<br />

hizmetler, bilimi herkesin anlayabileceği<br />

bir biçime dönüştürmeyi amaçlıyor. [n]<br />

Beyin gösterileri, seminerleri, eğitimleri<br />

ve nöro-danışmanlık hizmetleri,<br />

ihtiyaca göre kişi sayısı değişen<br />

gruplarla yapılabildiği gibi bireysel<br />

olarak da yapılıyor. Eğitimlerin sonunda<br />

katılımcılara eğitime yönelik sertifikalar<br />

veriliyor. Aynı zamanda [n]Beyin, EEG<br />

dediğimiz beyin görüntüleme yöntemiyle<br />

uyguladığı neurofeedback, yani<br />

duyusal geribildirim yöntemiyle beynin<br />

elektriksel aktivitesini ölçerek kişilerin<br />

beyin dalgalarındaki artışı ve azalmayı<br />

fark etmesini sağlıyor. Bireysel olarak<br />

uygulanan duyusal geribildirim yöntemi,<br />

film izlemek veya oyun oynamak gibi kolay<br />

yöntemlerle beynin kendisi için faydalı<br />

olanı keşfetmesini sağlıyor.<br />

Üniversitelerdeki sahne<br />

gösterilerimize Yıldırım Beyazıt<br />

Üniversitesi’nde Neocortex<br />

buluşmalarıyla başladı. Bugüne<br />

kadar Hacettepe Üniversitesi,<br />

ODTÜ, Bilkent Üniversitesi, Yıldız<br />

Teknik Üniversitesi, İstanbul<br />

Üniversitesi, Atılım Üniversitesi<br />

gibi pek çok üniversitede sahne<br />

gösterileri yaptı.<br />

Bunun yanı sıra Halkbank, AFAD,<br />

Türkiye Özel Okullar Birliği, Yurt<br />

Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar<br />

Başkanlığı, TÜAD, Nöroloji<br />

Derneği, Boehringer Ingelheim,<br />

Ziraat Bankası, Garanti Bankası<br />

gibi kurumlara çeşitli eğitimler<br />

ve sahne gösterileri sundu. Bu<br />

eğitimler, seminerler ve sahne<br />

gösterileriyle yaklaşık 42 bin kişiye<br />

ulaştı.<br />

Ağustos’tan itibaren TED Koleji<br />

öğretmenlerine “Öğreten<br />

Beyinler”, 7, 8, 11 ve 12. sınıf<br />

öğrencilerine “Bağımlılık<br />

ve Akış” başlıklı eğitimler<br />

vermeye başladı. Aynı zamanda<br />

TED Koleji’nin Eskişehir’deki<br />

müdürler toplantısında bir sunum<br />

gerçekleştirdi. Bu eğitimlerde<br />

şimdiye kadar yaklaşık 1000<br />

öğrenci, 550 öğretmen ve 250<br />

müdüre ulaştı.<br />

[ 60] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


[n]Beyin<br />

TÜRKİYE<br />

BANKALAR<br />

BİRLİĞİ’NDE<br />

5 Aralık 2015 cumartesi<br />

günü Türkiye Bankalar<br />

Birliği’nin İstanbul’da<br />

gerçekleşen Banka Eğitim<br />

Profesyonelleri Zirvesi’nde<br />

[n]Beyin’in kurucusu Sinan<br />

Canan, beynimizin gizemleri<br />

çerçevesinde sürekli değişen<br />

beynimiz, sanatın beyin<br />

üzerindeki etkileri, beynin<br />

örüntü algısı, yaratıcı zihnin<br />

frenleri ve akış üzerine bir<br />

sahne gösterisi gerçekleştirdi.<br />

[n]Beyin<br />

TÜYAP<br />

ADANA’DA<br />

[n]Beyin ekibinden Sinan Canan, Oytun Erbaş<br />

ve Yener Girişken, 3 Aralık perşembe günü<br />

Adana Ambalaj Fuarı’nda “Pazarlamanın<br />

Beyindeki Kodları” isimli bir sahne gösterisi<br />

gerçekleştirdi. Sinirbilimsel bakışla pazarlama<br />

stratejilerini içeren gösteride, nöropazarlama<br />

araştırmalarından örnekler verilerek tüketicilerin<br />

karar verme ve seçme evreleri ele alındı. Fuarda<br />

bir stant açılarak katılımcılara neuromarketing ve<br />

neurofeedback uygulamaları tanıtıldı.<br />

[n]Beyin<br />

ASTRA<br />

ZENECA’NIN<br />

DÖNEM<br />

TOPLANTISINA<br />

KATILDI<br />

[n]Beyin ekibinden Sinan Canan, Oytun Erbaş<br />

ve Yener Girişken, 3 Aralık perşembe günü<br />

Adana Ambalaj Fuarı’nda “Pazarlamanın<br />

Beyindeki Kodları” isimli bir sahne gösterisi<br />

gerçekleştirdi. Sinirbilimsel bakışla pazarlama<br />

stratejilerini içeren gösteride, nöropazarlama<br />

araştırmalarından örnekler verilerek tüketicilerin<br />

karar verme ve seçme evreleri ele alındı. Fuarda<br />

bir stant açılarak katılımcılara neuromarketing ve<br />

neurofeedback uygulamaları tanıtıldı.<br />

[n]Beyin<br />

SİNİRBİLİM<br />

OKULU<br />

GELİYOR!<br />

[n]Beyin 2013’den beri Türkiye’nin her<br />

yerinde, her kesimden meraklı bilim<br />

sevdalısını sinirbilimlerinin en anlaşılmaz<br />

olduğu düşünülen konuları ile buluşturma<br />

ve sinirbilimi toplumun popüler başlıkları<br />

arasına yerleştirme konusunda önemli bir<br />

görev yüklenmeye devam ediyor. Bu güne<br />

kadar yoğunlukla beynimize dair temel<br />

bilgiler üzerine kurulu nBeyin eğitimleri<br />

2016 yılından itibaren yeni bir seviyeye<br />

atlıyor. [n]Beyin Sinirbilim Okulu, Dr. Sinan<br />

Canan ve Dr. Oyun Erbaş’ın yönetiminde,<br />

sinirbilimleri üzerine en kapsamlı eğitim<br />

paketi olarak tüm meraklılarla buluşacak.<br />

[n]Beyin Sinirbilim Okulu, ilgilenen herkese<br />

açık olmak üzere, farklı seviye ve ihtiyaçlara<br />

göre tasarlanmış modüllerden oluşuyor.<br />

Her modülün tamamlanmasının ardından<br />

katılımcılara [n]Beyin bilimsel kurulu<br />

tarafından onaylı bir katılım sertifikası<br />

da verilecek. Deneysel yöntemler, temel<br />

ve ileri sinir fizyolojisi, deneysel hayvan<br />

modelleri, psikiyatrik ve nörodejeneratif<br />

hastalıkların mekanizmaları ve deneysel<br />

modelleri gibi bir çok konuda en anlaşılır ve<br />

en kapsamlı eğitimleri [n]Beyin Sinirbilim<br />

Okulu’nda bulabileceksiniz. Bu eğitimlere<br />

katılmak isteyenler için herhangi bir ön<br />

gereksinim yok fakat eğitimler öncelikli<br />

olarak yaşam bilimleri ile ilişkili biyoloji,<br />

beslenme ve diyetetik, sağlık bilimleri, tıbi<br />

biyoloji gibi alanlarda eğitim gören öğrenci,<br />

yeni mezun veya lisansüstü öğrencileri için<br />

tasarlandı.<br />

2016 yılında sizlerle buluşacak olan [n]<br />

Beyin Sinirbilim Okulu eğitimlerine dair<br />

detaylı bilgi için www.nbeyin.com.tr<br />

adresini takip edebilirsiniz.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 61]


N HABERLER<br />

ERALP ARASLAN<br />

OPTOGENETİK<br />

ALANINDA ÖNEMLİ<br />

GELİŞME<br />

Optogenetik, ışığı<br />

kullanarak beyindeki<br />

nöronları genetik<br />

yardımıyla kontrol<br />

etmeyi amaçlayan<br />

bir bilim dalıdır. Hala<br />

oldukça yeni olan bu<br />

bilim dalı, oldukça hızlı<br />

bir şekilde gelişiyor.<br />

Bu yöntemle nörolojik<br />

bozuklukların, kronik<br />

ağrıların, Parkinson ve<br />

epilepsi gibi hastalıkların<br />

tedavi edilebileceği<br />

düşünülüyor.<br />

Optogenetik, hücreleri ışıkla kontrol<br />

edilebilir hale getirmek için genetik<br />

hedefleme yöntemi kullanılarak<br />

gerçekleştiriliyor. Araştırmacılar, ışık<br />

tutarak beyin hücrelerini aktif edip<br />

onların diğer beyin hücreleriyle olan<br />

ilişkisinin haritasını çıkartabiliyor.<br />

Bu sayede de bu beyin hücrelerinin<br />

fizyolojik işlevleri üzerinde<br />

çalışabiliyorlar.<br />

IŞIKLA AKTİF<br />

OLAN PROTEİN<br />

AİLESİ<br />

Geçmişte, bu yöntemle nöronları<br />

aktif etme konusunda sorun<br />

yaşamayan bilim insanları, nöronları<br />

devre dışı bırakmakta zorlanıyordu.<br />

Texas Üniversitesi’nde yapılan bir<br />

çalışmada, ışıkla aktif olan yeni bir<br />

protein ailesi keşfedildi.<br />

Araştırmayı yürüten ekibin önde<br />

gelenlerinden olan profesör Dr.<br />

John L. Spudich, “Nöronları devre<br />

dışı bırakabilmek nöronları aktif<br />

edebilmek kadar önemli. Bu kadar<br />

heyecanlanmamızın sebebi, yapılan<br />

bu keşif sonucunda nöronları devre<br />

dışı bırakma potansiyelimiz oldukça<br />

arttı” dedi.<br />

Spudich, bu yeni moleküler araçların<br />

beyin araştırmalarına büyük bir<br />

katkısı olacağını düşündüğünü<br />

belirtti.<br />

[ 62] AĞUSTOS OCAK 20162015 [ n ]BEYİN [ n DERGİSİ


Özgür İrade ve<br />

Libet Deneyi<br />

Özgür irade, sinirbilimdeki en ünlü<br />

deneylerden biri olarak kabul edilir.<br />

Benjamin Libet, 1983’te özgür iradenin<br />

yanılgıdan başka bir şey olmadığını öne<br />

sürmüştür. Libet’in deneyi üç önemli<br />

unsurdan oluşuyor: seçim, beyin eyleminin<br />

ölçümü ve deneyimde kullanılan özel bir<br />

saat.<br />

Seçim, sağ veya sol kolu hareket ettirmeye<br />

karar vermek. Deneyin orijinalinde sol<br />

veya sağ el sallanıyor; ama bazıları bunu<br />

sağ veya sol elden bir parmağı kaldırmak<br />

olarak kullanıyor. Libet, katılımcılara<br />

ellerini planlamadan veya ne zaman<br />

hareket ettireceklerine odaklanmadan<br />

aniden hareket ettirmelerini söylüyor.<br />

Hareketin görüldüğü an kaydediliyor.<br />

Saç derisine yerleştirilen elektrotlarla<br />

beynin eylemi ölçülüyor. Elektrotlar kafanın<br />

neredeyse orta kısmına denk gelen<br />

motor kortekse yerleştirildiklerinde plan<br />

yapılmışsa sağ ve sol arasında farklı bir<br />

elektrik sinyali görülüyor ve sağ da olsa sol<br />

da olsa hareketi sonlandırıyor.<br />

Saat, katılımcıların saniyelik değişimleri<br />

fark etmesi için özel olarak tasarlanıyor.<br />

Saatin her 2.56 saniyede bir saatin<br />

üzerinde gezinen tek bir noktası var. Bu da<br />

pozisyonu belirlerken saatin de belirlendiği<br />

anlamına geliyor.<br />

BAŞKA BİR<br />

ÖLÇÜM DAHA<br />

Bütün bunları bir araya getirirken Libet,<br />

bir tane daha önemli ölçüm yapıyor. Libet,<br />

katılımcılara saati kullanarak hareket<br />

etmeye karar verdikleri anı kaydetmelerini<br />

istiyor.<br />

Psikologlar, hareket etmeden önce,<br />

saniyeden de daha kısa bir zaman birimi<br />

içinde, beyindeki elektrik sinyallerinin<br />

değiştiğini uzun zaman önce tespit ettiler.<br />

Libet’in deneyinde de bunu gözlemek<br />

mümkün. Ancak asıl önemli sonuca,<br />

katılımcıların harekete karar verdikleri<br />

anın kaydedilmesiyle ulaşılıyor. Bu,<br />

beyindeki elektrik değişimi ve gerçek<br />

hareket arasında görülüyor ve sebebin<br />

sonucu takip ettiğinin kesin olduğu gibi<br />

harekete sebep olan ne olursa olsun<br />

karar verme anının zamansal bir ölçümü<br />

olamayacağı anlamına geliyor. Elektrotun<br />

kaydettiğine göre karar anı kişinin harekete<br />

başlamasından çok önce gerçekleşiyor.<br />

Beyindeki işaretler karar verme<br />

deneyinden önce değişiyor.<br />

KATILIMCILAR<br />

GERÇEKTEN ÖZGÜR<br />

İRADELERİNİ Mİ<br />

KULLANDILAR?<br />

Bu deney, özgür irade ile ilgili pek çok<br />

soruya sebep olmuş. Sinirbilimciler bu<br />

konuda ikiye ayrılıyorlar. İnsanı biyolojik<br />

varlıklar olarak ele alan sinirbilimciler, bu<br />

biyolojik yapının özgür iradeyi sınırladığını<br />

savunurken bazı sinirbilimciler de özgür<br />

iradenin biyolojik varlığımıza baskın<br />

gelebildiğini savunuyorlar.<br />

Libet deneyi akılla ilgili<br />

iki görüşe yol açıyor.<br />

Birincisi, aklımız fiziksel<br />

bedenimizden farklı bir<br />

yapıdır, soyut bir kavramdır<br />

ve bu özelliğiyle biyolojik<br />

kısıtlamalarımızdan ayrılır.<br />

İkincisi, Libet deneyinde<br />

de bizi şaşırtan, aklımızı<br />

“tanıyor” olmamız...<br />

Karar vermedeki kişisel<br />

deneyimimizin nasıl karar<br />

verildiğine dair kesin<br />

bir açıklama olduğuna<br />

inanılıyor.<br />

Libet deneyi üzerine pek çok araştırma<br />

yapılıyor. Hatta “özgür irade sinirbilimi”,<br />

akademik alanda da yer alıyor.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 63]


N HABERLER<br />

Yapılan araştırmalara<br />

göre obezitenin genetik<br />

yatkınlık, eğitim eksikliği<br />

ve kültürel dürtüler gibi<br />

çeşitli sebepleri var. Ancak<br />

bu sebepler obeziteyi<br />

tam anlamıyla açıklamak<br />

konusunda yeterli olmuyor.<br />

Çoğumuz genetik yapımız,<br />

kültürümüz ve eğitim<br />

düzeyimizden bağımsız<br />

olarak fazla yemeye<br />

meyilli olabiliyoruz ve<br />

zararlarını bilmemize<br />

rağmen yemenin “keyfini<br />

çıkarmaya” çalışıyoruz.<br />

Obezitenin en temel<br />

sebebi tüm dünyada aşırı<br />

tüketim olarak kabul edilir<br />

ve çözümü, beslenme<br />

alışkanlıklarımızı<br />

değiştirmeyle<br />

ilişkilendirilir. Bunun<br />

önkoşulu da yemek<br />

konusunda verdiğimiz<br />

kararların altında yatan<br />

sinirsel mekanizmayı<br />

anlamaktır.<br />

OBEZİTE BİR<br />

HASTALIKTIR<br />

Amerika Tıp Derneği<br />

(American Medical<br />

Association – AMA)<br />

yayımladıkları makalelerde<br />

obeziteyi bir hastalık<br />

olarak kabul etmiştir.<br />

Nature isimli dergideki<br />

makalelere göre<br />

yeme isteği psikolojisi<br />

hipotalamusta bulunan<br />

ve yeme isteğini tetikleyip<br />

baskılamaya yarayan AgRP<br />

(agouti-related peptide)<br />

nöronları ve POMC<br />

(pro-opiomelanocortin)<br />

nöronlarıyla açıklanabilir.<br />

90’larda bilim insanları,<br />

hücrelerin yok edilmesinin<br />

kişilerin yeme isteğini<br />

uyarıcı peptidlerde bir<br />

değişime yol açmadığını,<br />

kişinin yeme alışkanlıkları<br />

veya ağırlıklarında bir<br />

azalma olmadığını ortaya<br />

koymuşlardır. Ancak<br />

devre sistemi, yemenin<br />

aşırı derecede arttırılması<br />

veya azaltılmasıyla<br />

değiştirilebilir. Örneğin,<br />

hipotalamustaki oksitosin<br />

nöronlarının kaybı tatmin<br />

edilemez bir yeme<br />

isteğine yol açar. Yani,<br />

yemek yemekten kaçınma<br />

obeziteyle savaşmak için<br />

yeterli değildir.<br />

YEMEK YEMEK<br />

PSİKOLOJİK<br />

BİR İHTİYAÇ<br />

MI YOKSA BİR<br />

ÖDÜL MÜ?<br />

Bazı bilim insanları,<br />

vücudumuzda açlık<br />

işaretleri veren molekülleri<br />

anlamamızın, yeme<br />

bozukluklarında etkili olacak<br />

ilaçların gelişmesine olanak<br />

sağlayacağını savunsalar<br />

da kimileri bu yaklaşımı<br />

eksik buluyorlar. Bu bilim<br />

insanları, öncelikle, açlık<br />

hissinin genellile psikolojik<br />

bir ihtiyaç olduğunu<br />

belirtiyorlar. Bunu bastırmak<br />

için ilaç kullanımına<br />

başvurduğumuzda, bu yeterli<br />

protein içermeyen veya<br />

besleyiciliği yeterli olmayan<br />

besinler tüketebileceğimiz<br />

anlamına gelebileceği için,<br />

sağlık problemlerine yol<br />

açabilir. İkinci olarak, yeme<br />

bozukluklarımızın çoğu<br />

açlığımızla alakalı değildir.<br />

Diğer bir değişle, açlığımızı<br />

bastırmaktan ziyade yemeyi<br />

bir ödül olarak görüyoruz.<br />

BAZI<br />

YİYECEKLER<br />

DOPAMİN<br />

SALGILAN-<br />

MASINA<br />

SEBEP<br />

OLUYOR<br />

İlaçlar gibi yağlı ve şekerli<br />

yiyecekler de beynin orta<br />

bölgesinde dopamin<br />

salgılanmasına sebep olur ve<br />

bu yiyeceklerin daha sonra<br />

da tüketileceği öngörüsü<br />

[ 64] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


oluşur. İlaç bağımlıları ve<br />

yeme takıntısı olanların<br />

profrontal kortekslerinde<br />

(PFC) anormallikler<br />

görülür. Bununla bağıntılı<br />

olarak olumsuzluklarına<br />

rağmen iki tür bağımlı<br />

insan da tüketimini kontrol<br />

etmekte zorluk çeker. Ödül<br />

sistemini devreye sokan<br />

işaretleri bastırabilmek,<br />

yeme bozuklukları ve<br />

bundan kaynaklanan sağlık<br />

sorunlarıyla baş etmek için<br />

daha etkili olabilir.<br />

16 Yıllık Koma<br />

Vakası Hitchock<br />

Sayesinde Çözüldü<br />

Kanada Western Ontario Üniversitesi’nden<br />

Lorina Naci asgari bilinç belirtisi gösteren<br />

koma hastalarındaki bilinç düzeyinin ne<br />

kadar ileri seviyede olduğunu göstermek<br />

için Alfred Hitchcock’un 1961’de televizyon<br />

için yaptığı “Bang! You’re Dead” aldı<br />

filminin 8 dakikasını kullandı.<br />

Filmde küçük bir çocuk sürekli oyuncak<br />

tabancasıyla oyun oynarken bir gün eline<br />

farkında olmadan gerçek bir silah alıyor.<br />

Bir tür Rus ruleti oynanıyor ve kurbanın<br />

kim olacağı bilinmiyor. Filmdeki gerilim<br />

silahın gerçek olduğunu sadece izleyicinin<br />

bilmesiyle sağlanıyor.<br />

FİLM ÜÇ GRUBA<br />

İZLETİLDİ<br />

Filmin tamamı sağlıklı deneklere gösterildi.<br />

Başka bir kontrol grubuna da filmden<br />

alınan birer saniyelik karışık görüntüler<br />

izletildi. Bu görüntülerde filmin asıl gerilim<br />

yaratan unsuru silahın gerçek olduğu<br />

sahnesine yer verilmedi. Yapılan beyin<br />

görüntüleme işlemleri sonucunda her iki<br />

grubun da beyinlerinde duyusal bölgeler,<br />

motor bölgeleri, hafıza ve beklenti ile ilgili<br />

bölgelerin tümünün aktif olduğu<br />

görüldü. Beynin planlama, beklenti,<br />

bilgi harmanlamadan sorumlu<br />

kısımlarının filmdeki gerilim anlarıyla<br />

eşzamanlı şekilde yükselip alçalması<br />

olayın gelişiminin anlaşıdığını<br />

göstermesi açısından önemliydi.<br />

Film daha sonra “uyanık koma”<br />

halindeki iki hastaya izletildi.<br />

Hastaların birinde sadece otomatik<br />

olarak işitme korteksi harekete<br />

geçerken 16 yıldır hiçbir tepki<br />

vermeyen hastanın beyninin sağlıklı<br />

hastalarla aynı tepkileri verdiği<br />

görüldü.<br />

Bu veriler komada olan hastalarla<br />

iletişim kurmak için pek çok yol<br />

olabileceğini gösterdi.<br />

KOMA NEDİR?<br />

Koma, beyindeki herhangi bir hasar<br />

sonucu bilinci yitirme durumudur.<br />

Bitkisel hayat ya da “tepkisiz uyanıklık<br />

sendromu”nda hastanın kimi zaman<br />

gözleri açıktır, kimi zaman kapalıdır;<br />

ancak bilinci kapalıdır ve bu yönüyle<br />

de komaya benzer. Arada bir “asgari<br />

bilinç hali” denilen küçük tepkiler<br />

görülse de hastalar bilinçli olarak<br />

tepki vermezler veya hareket etmezler.<br />

“İçe kilitlenme” sendromu gibi<br />

durumlarda hastalar tepki vermek<br />

istiyor ama veremiyor olabilir ya da<br />

derin koma halindeki hastalar kadar<br />

bilinçleri kapalı ama otomatik bazı<br />

tepkiler veriyor olabilirler.<br />

Bilişsel nörolog Andrian Owen ve<br />

ekibinin yaptığı araştırmalar sonucu<br />

“uyanık koma” halindeki hastaların<br />

beşte birinin bilinçlerinin açık olduğu<br />

ortaya çıktı. Beyin taramalarında<br />

bir şeyi hayal etmeleri istendiğinde<br />

hastanın beynindeki hayalle<br />

ilgili bölgelerin harekete geçtiği<br />

gözlemlendi. Koma vakaları için<br />

önemli olan bu bulgular konusunda<br />

tartışmalar sürüyor.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 65]


OZAN EZGİ BERBEROĞLU<br />

CİNSİYET VE BEYİN<br />

Cinsiyet<br />

ve Beyin<br />

Kadın ve erkek beyni farklı mı<br />

çalışır? Bu sorunun tarihi oldukça<br />

eski, cevapları ise hâlâ tam<br />

verilebilmiş değil. Birçok bilimci,<br />

araştırmalarında cinsiyetler arası<br />

beyinsel farklılıkların kanıtlarını<br />

aramaya devam ediyor. Cinsiyetler<br />

arası farklılıkları sinir fizyolojisi<br />

bağlamında irdelerken cinsiyetin<br />

tam olarak tanımlanması<br />

gerekiyor.<br />

Cinsiyet kimi<br />

kaynaklarda<br />

hem biyolojik<br />

cinsiyeti hem<br />

cinsiyet rollerini<br />

veya cinsiyet<br />

kimliğini içine<br />

alan geniş bir<br />

kavram olarak<br />

kullanılsa da<br />

farklılıklarından<br />

bahsedeceğimiz<br />

kadın/dişi ve<br />

erkek beyin<br />

fizyolojisi,<br />

biyolojik<br />

cinsiyet temel<br />

alınarak yapılan<br />

çalışmaların<br />

sonuçlarını<br />

yansıtıyor.<br />

[ 66] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


KADINLAR DAHA MI<br />

DUYGUSAL?<br />

Kadınların daha “duygusal”<br />

olduğu neredeyse tüm zamanların<br />

değişmeyen inançlarından biri<br />

olageldi. Peki gerçekten öyle mi?<br />

Beyin araştırmalarında, kadın ve<br />

erkek beyinlerinde uyaranla ilişkili<br />

farklılıklar ortaya çıkabileceği<br />

gözleniyor. Beyin dalgalarının<br />

kafa derisi üzerinden kaydedildiği<br />

elektroensefalografi adlı teknikle<br />

yapılan incelemelerde, duygusal<br />

uyaranlara maruz bırakılan<br />

kadınların bazı beyin dalgalarında<br />

daha güçlü yanıtlar sergilediği<br />

ortaya koyuldu. Bunun yanında<br />

erkeklerin, duyguları kadınlarla<br />

benzer biçimde hissettiği; ancak<br />

bunu dışavurumlarının farklı<br />

olduğunu öne süren görüşler<br />

de bulunuyor. Bu görüşü, iki<br />

cinsiyet arasında duygusal yönden<br />

biyolojik bir farklılıktan ziyade<br />

sosyal rollerden etkilenen görece<br />

bir farklılıktan bahsedilebilir,<br />

biçiminde özetleyebiliriz.<br />

ZEKA CİNSİYETTEN<br />

BAĞIMSIZ<br />

İnsanın da dahil olduğu birçok<br />

memeli türünde cinsiyetler<br />

arası zeka farklılıklarını<br />

anlamaya yönelik çalışmalarda,<br />

aynı tür içinde cinsiyetle<br />

ilişkilendirilebilecek önemli bir<br />

farklılık gözlenmemiştir. Amerikan<br />

Psikoloji Birliği’nin raporları<br />

cinsiyetler arası ölçülebilir zeka<br />

farkı olamayacağını, bunun<br />

bireysel farklılıklar şeklinde<br />

ortaya çıktığını söylüyor.<br />

Richard Lynn’in yaptığı 11 yıllık<br />

çalışmalarda erkeklerin 3-5<br />

puan civarında farkla kadınları<br />

geçtiğini gösteriyor. Yine Jackson<br />

ve Rushton’un ergenler üzerine<br />

yaptığı araştırma 3.5 puanlık<br />

bir fark ortaya koyuyor. Haier<br />

ve arkadaşlarının 2004’te<br />

yayımladıkları araştırma,<br />

kadınlar ve erkeklerin benzer<br />

IQ skorları elde ettiklerini ancak<br />

zekanın iki cinsiyette farklı beyin<br />

bölgelerinden beslendiğini ortaya<br />

koydu. Cosgrove’un 2007’deki<br />

çalışmasına göre erkeklerde<br />

ön (frontal) ve yan (pariyetal)<br />

loblardaki, kadınlarda ise ön lob ve<br />

konuşmayla ilgili Broca alanındaki<br />

gri madde bölgesi, IQ’yu<br />

belirlemede etkin rol oynuyor.<br />

OYUN<br />

ALIŞKANLIKLARINDAKİ<br />

FARKLILIKLAR<br />

Cinsiyete bağlı psikolojik<br />

farklılıklar evrimsel biyolojide<br />

de sıkça ele alınan konulardan.<br />

Darwin ilk olarak Türlerin<br />

Kökeni’nde cinsel seçilimde<br />

psikolojik özelliklerin de rolü<br />

olabileceğinden bahsetmiş,<br />

daha sonraki kitapları olan<br />

İnsanın Türeyişi ve İnsan<br />

ve Hayvanlarda Duyguların<br />

İfadesi’nde yine cinsiyetler arası<br />

psikolojik farklılıklara değinmiştir.<br />

Berenbaum ve Hines’ın 90’lı<br />

yılların başında yaptığı ses<br />

getiren bir çalışma doğuştan<br />

böbrek üstü bezi büyümesi<br />

(konjenital adrenal hiperplazisi)<br />

olan kız çocuklarının “erkek<br />

oyuncaklarıyla” oynamaya daha<br />

eğilimli olduklarını öne sürmüş ve<br />

bunu gebelik döneminde yüksek<br />

miktarda erkeklik hormonlarına,<br />

yani androjenlere maruz<br />

kalmalarına bağlamıştı. Benzer<br />

oyun alışkanlıkları maymunlarda<br />

da gözlenmiştir. Auyeung ve<br />

arkadaşlarının 2009’da yayımlanan<br />

araştırmalarında ise geniş<br />

bir kız ve erkek çocuğu grubu<br />

oyun alışkanlıkları yönünden<br />

değerlendirilmiş, karşılaşılan<br />

davranış farklılıklarının anne<br />

karnında maruz kalınan, “erkeklik<br />

hormonu” olarak da bilinen<br />

testosteron ile ilişkili olabileceği<br />

iddia edilmiştir.<br />

ERKEK, ŞİDDET VE<br />

TESTOSTERON<br />

Gerek Türkiye gerekse dünyada<br />

erkekliğe duyulan hayranlık<br />

yükseldikçe cinsiyetler arası<br />

sosyal eşitsizliklerin de<br />

buna paralel olarak arttığını<br />

gözlemliyoruz. Eril dilin toplumun<br />

her katmanında iyiden iyiye<br />

kendini hissettirmesinden<br />

artan kadın cinayetlerine kadar<br />

eşitsizliğin birçok göstergesine<br />

rastlamak mümkün. Erkek<br />

şiddeti toplumsal bir mesele<br />

olarak önemini korurken akla<br />

erkeklerin kültürel olarak kabul<br />

gören yüksek saldırganlığının<br />

temelinde sinirsel ve biyolojik bir<br />

nedenin mi yattığı sorusu geliyor.<br />

Yapılan araştırmalar saldırganlığın<br />

erkeklerde daha yaygın olduğunu<br />

gösteren birçok bulgu ortaya<br />

koydu. Ancak sinirbilimleri<br />

ile birlikte toplumsal cinsiyet<br />

rolleri ve sosyal faktörlerin de<br />

ele alındığı çalışmalar henüz<br />

oldukça kısıtlı. Erkeğin “şiddete<br />

yatkınlığını” nörofizyolojik olarak<br />

kanıtlamak pek mümkün değil.<br />

Bunun yanında yapılan çok<br />

sayıda çalışmada testosteron<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 67]


OZAN EZGİ BERBEROĞLU<br />

CİNSİYET VE BEYİN<br />

ile saldırganlık düzeyi arasında<br />

bir ilişki olabileceğinden<br />

bahsediliyor. Sinirbilimleri,<br />

insanlarda bu bağlantıyı hâlâ net<br />

olarak ortaya koymamış olsa<br />

da veteriner hekimlikte başa<br />

çıkılamayan baskın saldırganlık<br />

vakalarında testosteron düzeyini<br />

düşürmeye yönelik tedaviler<br />

ve hayvanların testislerinin<br />

çıkartılması, saldırganlık düzeyinin<br />

düşürülmesinde başarı sağlayan<br />

bir tedavi yöntemi olarak biliniyor.<br />

İnsanlarda davranış modellerinin<br />

gelişiminde sosyal etkilenimin<br />

yüksekliği, psikolojimizin<br />

biyolojik verilerden yola çıkarak<br />

doğrudan yorumlanmasını da<br />

engelliyor. Zira bireyin davranışları<br />

üzerinde sinirsel yapılanma ya<br />

da hormonların farklı rollerinin<br />

yanında, önemli ölçüde kültürel<br />

kodlama etkisi olduğunu da<br />

biliyoruz. Bunun yanında, dış<br />

faktörler ne denli şekillendirici<br />

olsa da evrimsel geçmişten kalan<br />

mirasların birçok davranışın ortaya<br />

çıkmasında temel oluşturduğu<br />

göz ardı edilemez. Testosteron ve<br />

davranış ilişkisi üzerine yapılan<br />

araştırmalar alkolizm, antisosyal<br />

davranışlar, şiddet ve suça<br />

yönelmenin testosteron düzeyi ile<br />

paralel artış gösterdiğini açıkça<br />

ortaya koyuyor. Testosteron,<br />

bedenimizin fizyolojik süreçleri ile<br />

ilgili önemli bir hormonken aynı<br />

zamanda erkek saldırganlığına<br />

da kaçınılmaz bir şekilde zemin<br />

hazırlıyor gibi görünüyor.<br />

KÖTÜYE KULLANILAN<br />

NÖROBİLİM<br />

Günümüz dünyasında cinsiyet<br />

eşitsizlikleri hâlâ en büyük<br />

sorunlardan biri olmaya devam<br />

ediyor. Kadın ile erkek arasındaki<br />

yapısal ve fizyolojik farklılıkların<br />

sosyal rollere aktarımı yeni bir<br />

durum değil. 1915’te sinirbilimci<br />

Dr. Charles Loomis Dana,<br />

kadınların oy kullanması üzerine<br />

yaptığı yorumunda, cinsiyetler<br />

arası sinir sistemi farklılıklarını<br />

vurgularken bu farklılıkların<br />

kadının oy vermesine engel<br />

olmayabileceğini; ancak temelde<br />

kabul edilmesi gerektiğini<br />

söylüyordu. Yakın Çağ’da yerleşik<br />

toplumsal cinsiyet rollerinin<br />

korunması ve kadının fırsat<br />

eşitliğinden mahrum bırakılmasını<br />

yasallaştırmak için cinsiyetler<br />

arası fizyolojik farklılıkların<br />

araştırılıp kullanıldığını<br />

bir noktada kabullenmek<br />

durumundayız. Bu durum<br />

özellikle 19. ve 20. yüzyılda önemli<br />

ölçüde karşımıza çıktı. Dışarıdan<br />

bakınca kolayca anlaşılan<br />

fiziksel özelliklere göre sosyal<br />

sınıflandırma (siyahilerin alt sınıfa<br />

dahil edilmesi gibi) modern tıp ve<br />

fizyoloji olanaklarının gelişmesiyle<br />

kendini daha ileri araştırmalarda<br />

da gösterdi. Örneğin Dr. Dana,<br />

kadının beyin kökünün erkeğe<br />

göre büyük, bazal gangliyasının<br />

küçük, omuriliğin pelvis bölgesi<br />

ve ekstremiteleri kontrol eden<br />

alt kısmının ise kadınlarda daha<br />

büyük olduğunu vurgulamış ve bu<br />

“bilimsel veriler” ışığında kadını,<br />

toplumun geleceğini belirlemede<br />

inisiyatif alamayacak “cins” olarak<br />

tanımlamıştı. Bu ötekileştirme<br />

elbette yalnızca kadınları hedef<br />

almıyordu. Kafatası ölçümleri, yüz<br />

şekli, boy ve daha birçok fiziksel<br />

özellik üzerinden oluşturulan<br />

teoriler çoğunlukla aynı korkudan<br />

besleniyordu: erk sahibinin<br />

yetkilerini paylaşıma açma<br />

korkusu. Cinsiyet temelli dışlama<br />

ise belki de erkeğin kendisine<br />

açtığı sosyal alanı kadınla<br />

paylaşmak istememesinin bir<br />

yansımasıydı.<br />

DAHA ÇOK YOLUMUZ VAR<br />

Cinsiyetler arası yapı ve işlev<br />

farklılıklarından önce esas<br />

vurgulanması gereken elbette<br />

insanın birey olma durumudur.<br />

Birey kavramının benimsendiği<br />

bir toplumda sosyal açıdan<br />

cinsiyetlerin belirleyici rolü söz<br />

konusu olamaz. Cinsiyetler<br />

arası bilişsel farklılıkların<br />

irdelenmesinde de gazetelerin<br />

arka sayfa haberlerinden daha<br />

işlevsel araçlar var. Bu noktada<br />

fizyoloji ne kadar iyi ablaşılırsa<br />

klinik bilimlere de o ölçüde<br />

katkı sağlanabileceğini tekrar<br />

vurgulamak gerekiyor. Beynin<br />

işleyişi, duygular, biliş ve diğer<br />

tüm zihinsel faaliyetlerin arka<br />

planındaki mekanizmalar<br />

aydınlatıldıkça duygudurum<br />

bozukluklarının nedenleri ve<br />

tedavisinden gelişim psikolojisinin<br />

açmazlarına kadar her noktada<br />

önemli adımlar atılacaktır.<br />

[ 68] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 69]


RESMİN BÜTÜNÜNÜ GÖRMEK<br />

BUSE KAYNARKAYA<br />

Resmin<br />

Bütününü<br />

Görmek<br />

“Beynin sol<br />

kısmının<br />

yargılama,<br />

cezalandırma<br />

ya da hilelerine<br />

karşın beynin sağ<br />

kısmının şefkat ve<br />

bütüncüllüğünü<br />

hayatımızın<br />

merkezine<br />

koyarsak sadece<br />

kişisel anlamda<br />

değil toplum<br />

olarak da ruh<br />

sağlığımızı<br />

iyileştirebiliriz.”<br />

diyor Doktor<br />

Jill Bolte<br />

Taylor.<br />

1996’da Harvard Üniversitesi’nde<br />

Nöroanatomist olarak çalışırken<br />

beyninin sol lobunda meydana<br />

gelen kanama, yıllardır beyni<br />

anlamak ve anlatmak için çalışan<br />

Taylor’a onu daha yakından<br />

inceleme fırsatı sağlıyor. Bu<br />

deneyim onun için yıkıcı olmaktan<br />

ziyade hayatın ve varoluşun ne<br />

kadar güzel olduğunu temsil<br />

ediyor. Beyninde oluşan hasardan<br />

sonra farklı biri olarak hayatına<br />

devam etmesini bir mucize olarak<br />

değil hücrelerin kendini yenileme<br />

yeteneği olarak görüyor. My Stroke<br />

Of Insight isimli otobiyografik<br />

kitabında, “Beynimde meydana<br />

gelen bu kanamadan önce kendimi<br />

beynimin kontrolünde, yani ne<br />

düşünüp hissettiğimi ifade etme<br />

konusunda çok az söz sahibi<br />

sanırdım. Ama bu deneyimle<br />

gözümün önünde olup bitenleri<br />

ifade etmek konusunda ne kadar<br />

çok seçeneğim olduğunu fark<br />

ettim.” diyor.<br />

TED’in en çok izlenen videolarından<br />

biri Jill Bolte Taylor’ın yaşadığı bu<br />

deneyimi anlattığı konuşması...<br />

Taylor, beyninin sol tarafında<br />

meydana gelen kanamadan sonra<br />

bir süre konuşma, yazma, yürüme<br />

yetisini yitirdi ve sekiz yıl süren<br />

iyileşme sürecinde bunları yeniden<br />

öğrendi. Beyninin sağ kısmını<br />

daha aktif olarak kullandığı bu<br />

süreçte bir insanın beynine nasıl<br />

hükmedebileceğini öğrenmiş oldu<br />

ve o günden beri bunu insanlarla<br />

paylaşmaya çalışıyor. Taylor beynin<br />

sol kısmının “ehlileştirilebileceğini”<br />

ve böylece öfke gibi olumsuz<br />

duygulardan kurtulabileceğimizi<br />

söylüyor.<br />

BEYNİN SAĞ KISMI VE<br />

SOL KISMI NELERDEN<br />

SORUMLU?<br />

Birbirinden farklı eylemlerden<br />

sorumlu olmalarına rağmen iki lob<br />

arasındaki temel fark beyne iletilen<br />

bilgiyi işleme konusunda görülüyor.<br />

Beynin sol tarafı konuşma, okuma,<br />

yazma gibi dil kullanımı, yazılı veya<br />

sözlü konuşmaların akılda kalması,<br />

edinilen bilgileri analiz etme, bir<br />

bütündeki detaylara odaklanma ve<br />

vücudun sağ tarafının kontrolünden<br />

sorumlu. Taylor’ın hikâyesinde<br />

de gördüğümüz gibi beynin sol<br />

kısmında oluşan bir hasar vücudun<br />

sağ kısmında felce sebep olabiliyor.<br />

Beynin sağ kısmının görevi ise<br />

bütünü algılamak, hayal kurmak,<br />

karmaşık kalıp ve örüntüleri<br />

anlamak, sol tarafın rutin işleri<br />

yönetebilmesinin aksine yeniliklere<br />

[ 70] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


adapte olmak ve vücudun sağ<br />

tarafının kontrolünü sağlamak.<br />

Sağ ve sol loblar arasında bağlantı<br />

sağlayan corpus callosum isimli<br />

sinirler sayesinde beyin vücudu iki<br />

yarısıyla iletişim halinde bütünlüklü<br />

olarak yönetiyor.<br />

BEYİNDEKİ DENGE<br />

Beyin ne kadar bir bütün olarak<br />

çalışıyorsa da yetiştirilme tarzı,<br />

kültürel etkenler, eğitim sistemi<br />

ve içinde bulunduğumuz dünya<br />

düzeni, beynin sol kısmının sağ<br />

kısmına hükmetmesine sebep<br />

olabiliyor. Taylor’ın hikâyesinin<br />

bu kadar benimsenmesi, beynin<br />

iki kısmı arasında bir denge<br />

kurulabileceğini deneyimlemiş<br />

olmasıdır. Ancak bu dengeyi<br />

sağlamak için beynin sol kısmında<br />

bir hasar oluşmasına gerek yok.<br />

Bunun için rutinlerden kaçınıp<br />

farklı şeyler yapmaya açık olmak,<br />

gün içinde daha fazla enerji<br />

harcayacağımız hareketlerde<br />

bulunmak, kalem ve kâğıt<br />

kullanma sıklığını arttırmak ve<br />

sorular üretmeye çalışmak gibi<br />

basit değişiklikler yapmamız<br />

sağlıklı ve dengeli bir beyin için<br />

yeterli olacaktır.<br />

Bunların dışında biraz daha fazla<br />

zaman harcamak gerektiren<br />

başka yöntemler de var. Mesela<br />

yoga gibi çeşitli meditasyon<br />

ve rahatlama yöntemleriyle<br />

zihni keşfetmek ve olumsuz<br />

duyguları engellemek mümkün.<br />

Bir şeyi bir süre gözlemledikten<br />

sonra gözleri kapatıp onu<br />

hayal etmeye çalışmak, sanata<br />

yönelerek yaratıcılığı geliştirmeye<br />

odaklanmak, origami gibi el<br />

yeteneği ve düşünce gerektiren<br />

uğraşlarla motor becerileri<br />

kullanmak, spor gibi strateji<br />

gerektiren beden egzersizlerine<br />

yönelmek beyni geliştirmek<br />

için uygulanabilecek diğer<br />

yöntemlerden.<br />

Taylor’ın hikâyesinde mucizevi<br />

olarak tanımladığı tek şey beyninin<br />

sağ lobunun sol lobuyla birlikte<br />

hareket edebileceğini keşfetmesi<br />

oluyor. Her insanın hangi yeteneğini<br />

kullanabileceğini, birtakım<br />

durumlara karşı nasıl kararlar<br />

alabileceğini seçme şansı olduğunu<br />

ve bunu ancak beyni bütün olarak<br />

kullanarak başarabileceğini<br />

söylüyor. Ona göre bu denge bir<br />

davranışı sergilerken akla ilk<br />

gelenin değil üzerinde durup<br />

düşünerek bütün seçeneklerin<br />

değerlendirilmesiyle kurulabilir.<br />

“Bir fikri düşüncelerimizden<br />

çıkarmak istiyorsak buna<br />

odaklanabilir ve bunu başarabiliriz.<br />

Ne düşüneceğimize karar vermek<br />

için yeteneğimiz ve gücümüz var.”<br />

DİLİ OLUMLAMA<br />

“Eğer bir durumla ilgili<br />

olumsuz bir dil kullanırsak<br />

insanlar da olumsuz<br />

hissetmeye başlar.”<br />

diyen Taylor, bir hastalığı yenmenin,<br />

hatta hayatta kalmanın en önemli<br />

koşullarından birinin olumlu<br />

düşünmek ve dili de olumlu<br />

kullanmak olduğunu söylüyor.<br />

Kendisini “felçten kurtulan” biri<br />

olarak görmeyi “felç mağduru”<br />

olarak görmeye tercih ediyor ve<br />

bunun iyileşme sürecindeki olumlu<br />

etkilerini sürekli vurguluyor. Sadece<br />

kişinin değil etrafındaki kişilerin de<br />

dili olumlamaya gayret etmeleri<br />

gerekiyor. Taylor’ın bunu yaşamış<br />

insanlar arasında bu kadar önemli<br />

bir yere konumlanması ve onlardan<br />

bu deneyimi paylaştığı için gelen<br />

teşekkürler de verdiği mücadeleyle<br />

yaşadıklarını bir trajedi olmaktan<br />

çıkarıp hayatı kutsayan ve yaşamayı<br />

yücelten tavrı oldu.<br />

Geçirdiği felçten sonra kişiliğinin<br />

değişmiş olması da Taylor<br />

için olumsuz bir durum değil.<br />

Konuşma ve bununla bağlantılı<br />

olarak kimlik ve hafıza bilgilerini<br />

yitirdiğinde bir insanı oluşturanın<br />

kişiliği değil hücrelerden oluşan<br />

sinir devreleri olduğunu fark ediyor.<br />

Konuşmasında “Nirvana” olarak<br />

bahsettiği gibi kendini kişiliğinden<br />

ve anatomisinden ayrı bir “bütün”<br />

olarak görmeye başlıyor.<br />

Jill Bolte Taylor’ın hikâyesi<br />

beyninde oluşan hasarla<br />

yaşamak zorunda olanları değil<br />

“Nirvana” olarak tanımladığı bu<br />

deneyiminden dolayı Budistleri<br />

ve beyni merak eden pek çok<br />

insanı etkilediği gibi sanatçıları<br />

da etkiledi. Yaşadığı deneyimi<br />

anlattığı kitabı, Cedar Lake Ballet<br />

Company tarafından “Orbo Novo”<br />

(İspanyolca’da “yeni dünya”) adıyla<br />

sahneye taşındı.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 71]


NEUROFEEDBACK<br />

BEYNİNİZE AYNA TUTMAK<br />

RUKİYE<br />

ÖLÇÜOĞLU<br />

BEYNİNİZE<br />

AYNA TUTMAK<br />

Yeni biyolojik<br />

Y<br />

geri bildirim<br />

yöntemleri<br />

ile artık kendi<br />

beyin dalgalarımızı<br />

gerçek zamanlı olarak<br />

izlerken beynimizi<br />

istediğimiz yönde<br />

eğitebiliyoruz. Hem<br />

de beynin kendi doğal<br />

öğrenme sistemlerini<br />

kullanarak…<br />

SİNİRSEL GERİ BİLDİRİMLE<br />

BEYİN EĞİTİMİ NE İŞE<br />

YARIYOR?<br />

Bedenimiz, yaşadığı müddetçe<br />

adeta kaynayan bir kazan gibidir.<br />

Her saniye aynı anda meydana<br />

gelen milyonlarca biyolojik<br />

tepkime, kan dolaşımı, kalp<br />

atışı, sinirsel haberleşmeler,<br />

alınıp verilen nefesler, iç organ<br />

hareketleri, kas faaliyetleri ve daha<br />

birçok olay, kaotik bir orkestra<br />

gibi hiç durmaksızın çalışır. Bu<br />

faaliyetler sırasında da bedende<br />

gözle görülen veya görülmeyen<br />

birçok değişiklik meydana gelir.<br />

Mesela bağırsaklarımız çalışırken<br />

[ 72] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


karnımızın guruldadığını bazen<br />

hissederiz; ama kalp kaslarımızda<br />

veya sinirlerimizde iletilen minik<br />

elektriksel dalgaları ve bunların<br />

bütün bedenimizde yarattığı<br />

elektrik ve manyetik değişiklikleri<br />

bir aygıt kullanmadan fark<br />

edemeyiz. Biyolojik geri bildirim<br />

denen fikir de işte bu noktadan<br />

hareket eder: organ veya<br />

sistemlerin çalışması hakkında<br />

fikir veren değişkenlerin<br />

kaydedilip bu kayıtların bedende<br />

istenen değişiklikleri yapmak için<br />

kullanılması.<br />

Gerçekten de çok farklı<br />

yöntemlerle uygulanabilen<br />

biyolojik geri bildirim, aslında<br />

bilincimizden bağımsız olarak<br />

süregiden soluk alıp verme,<br />

kalp atışı, sinir ateşlemeleri gibi<br />

biyolojik faaliyetlerimizin gerçek<br />

zamanlı yansımasının yardımıyla<br />

fizyolojimizin kontrolünü<br />

kazanmamızı sağlar. Nasıl ki<br />

üstünüzü başınızı düzeltmek,<br />

saçlarınıza istediğiniz şekli vermek<br />

için aynaya bakıyorsanız, bu tip<br />

yöntemlerle de bedeninizde daha<br />

önce istemsiz olarak süregelen<br />

bedensel aktivitelerinizi, sanki bir<br />

aynada izlermiş gibi görebiliyor<br />

ve zamanla değişik düzeylerde<br />

kontrol etmeyi öğrenebiliyorsunuz.<br />

Bu sayede, beynimizin<br />

bilincimizden gizli işleyen<br />

karmaşık mekanizmalarına<br />

bağlı olarak ortaya çıkan duygu,<br />

düşünce ve davranışlarınızın<br />

farkına vararak, zamanla kendi<br />

öz-düzenlemenizi yapmak artık<br />

mümkün. Bu yöntemle kalp atışı,<br />

(stres düzeyinin bir göstergesi<br />

olan) deri elektrik iletkenliği,<br />

ağrı algısı gibi süreçlerimizin<br />

kontrolleri sağlanabildiği gibi,<br />

özellikle son zamanlarda beyin<br />

dalgaları üzerinden beyin ve zihin<br />

eğitimi de yapabiliyoruz.<br />

Peki, bu nasıl oluyor? Beynimiz,<br />

birbiri ile elektrik sinyalleri<br />

aracılığıyla haberleşen milyarlarca<br />

hücreden kurulu olduğu için<br />

aslında farklı frekanslarda<br />

elektromanyetik dalgalar üreten<br />

bir üreteç gibi çalışır. Dr. Hans<br />

Berger’in 1924 yılında bu dalgaları<br />

ilk defa elektroensefalografi (EEG)<br />

olarak adlandırılan yöntemle<br />

kaydetmesi sonucu insanoğlu<br />

ilk defa beynin faaliyetlerinin<br />

dışarıdan görüntülenmesini<br />

sağladı. Bugün sinirsel geribildirim<br />

(neurofeedback) dediğimiz<br />

yöntemler de işte bu esasa<br />

dayanıyor.<br />

Sinirsel (yahut<br />

duyusal) geribildirim,<br />

beyin<br />

dalgalarının<br />

kafa derisinden<br />

kaydedilmesi ile<br />

başlar.<br />

Saçlı deriye yerleştirilen ve<br />

beynin elektrik aktivitesini gerçek<br />

zamanlı algılayan minik alıcılar<br />

sayesinde saniyede binlerce kez<br />

dijital olarak toplanan veriler<br />

bilgisayara aktarılır. Kaydedilen<br />

bu dalgasal faaliyet, yüksek<br />

teknoloji ürünü yazılımlarla<br />

bir dizi analize tabi tutularak<br />

görme, işitme ve dokunma gibi<br />

duyu yollarının yardımıyla kişi,<br />

beyin dalgalarını doğru banda<br />

taşıması yönünde motive edilir.<br />

Normal şartlarda varlıklarının<br />

bile farkında olmadığımızdan<br />

beyin dalgalarımızı bilinçli<br />

yönde yönlendirmemiz mümkün<br />

değildir. Ancak böyle bir yöntem<br />

kullandığımız takdirde, tıpkı<br />

beynimize bir ayna tutulmuş<br />

gibi, beyin dalgalarımızı eş<br />

zamanlı olarak bilgisayar<br />

ekranında görebilmekteyiz. Tabii<br />

ki bu karmaşık dalgaları sadece<br />

görmek uzmanlar için bile çok<br />

bilgi verici bir deneyim değildir;<br />

o yüzden o dalgaların anlaşılır<br />

niteliklere dönüştürülebilmesi için<br />

analizlerden geçirilmesi gerekir.<br />

Geri bildirimin en önemli bileşeni<br />

“ödül”dür.<br />

Beynimiz, dopamin<br />

adlı kimyasal<br />

maddenin salgılandığı<br />

durumlarda kendini<br />

ödüllendirilmiş<br />

hisseder ve o<br />

davranışı bir daha<br />

sergileme olasılığı<br />

artar.<br />

Yemek yediğimizde, cinsel<br />

ilişkiye girdiğimizde, birisi<br />

söylediğimiz bir sözü<br />

beğendiğinde, arkadaşlarımızla<br />

birlikteyken veya bir işi başarıyla<br />

tamamladığımızda, beynimizde<br />

bu maddenin miktarı artar.<br />

Sinirsel geri bildirimde aslında<br />

beynin bu doğal sistemi kullanılır.<br />

Cihaza bağlı olan kişi ne zaman<br />

istenen beyin dalgalarını vermeye<br />

başlarsa, ekranda gördüğü<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 73]


NEUROFEEDBACK<br />

BEYNİNİZE AYNA TUTMAK<br />

ŞEKİL 1<br />

filmde, oyunda ya da dinlediği<br />

müzikte “ödül” anlamına gelecek<br />

bazı işaretler verilir. Örneğin<br />

film netleşir ve sesi güzelleşir,<br />

oyunda uzay geminiz daha çok<br />

hızlanır veya daha çok puan alır<br />

ya da kucağınızda duran sevimli<br />

bir oyuncak, sizi rahatlatacak<br />

şekilde titreşimlerini artırır.<br />

Siz farkında olmadan, birkaç<br />

seans sonrasında beyniniz bu<br />

“hoşlanma halini” tekrarlamayı<br />

ve yeniden oluşturmayı öğrenir.<br />

Birkaç seans sonrasında<br />

EĞİTİM Mİ,<br />

TEDAVİ Mİ?<br />

Beyindeki<br />

hatalı bağlantı<br />

kalıplarından<br />

kaynaklı pek çok<br />

hastalık, bozukluk<br />

kişi bir kez beyin aktivitesini<br />

düzenlemeyi öğrendiğinde, bilişsel<br />

ve davranışsal gelişme de onu<br />

takip eder ve bu yol, belli bir süre<br />

tekrarlanan seanslarla beyinde<br />

kalıcı hale getirilir. Bu yolla<br />

yapılan davranış değişikliklerine<br />

psikolojide “edimsel koşullanma”<br />

adı veriliyor. Kısacası, geri<br />

bildirimler yoluyla, anlaşılmaz<br />

görünen beyin dalgaları, kişinin<br />

beyin eğitiminin ipuçlarına<br />

dönüştürülüyor.<br />

veya istenmeyen<br />

davranışların bu<br />

tip yöntemlerle<br />

kalıcı olarak<br />

düzeltilebildiği veya<br />

kontrol edilebildiği<br />

gösterilmiş<br />

durumda.<br />

Harvard Üniversitesi Tıp<br />

Fakültesi Çocuk Sinir Hastalıkları<br />

Bölümünden Profesör Frank H.<br />

Duffy (2000) sinirsel geri bildirimin<br />

çoğu alanda ana tedavi edici role<br />

sahip olduğunu belirterek, “Eğer<br />

herhangi bir ilacın bu denli geniş<br />

yelpazede etki ettiği gösterilseydi,<br />

çoktan evrensel kabul edilerek<br />

yaygın biçimde kullanılmaya<br />

başlanırdı” diyor. Buna ek<br />

olarak, kafatasına yerleştirilen<br />

alıcıların sadece pasif olarak<br />

yayılan elektromanyetik dalgaları<br />

topladığı, vücuda ve beyne hiçbir<br />

şekilde bir ilaç ya da elektrik akımı<br />

verilmediği düşünüldüğünde,<br />

yöntemin bu açıdan ilaçlarla<br />

yapılan geleneksel tedavilere<br />

kıyasla daha güvenilir ve yan<br />

etkisiz olduğu da görülüyor.<br />

Ayrıca tıbbın en önemli prensibi<br />

olan “hastalık yoktur, hasta<br />

vardır” prensibinin sinirsel geri<br />

bildirim uygulamalarının temelini<br />

oluşturduğunu görebiliyoruz.<br />

Çünkü her hasta veya danışan<br />

için onun durumuna ve detaylı<br />

psikolojik değerlendirmesine göre<br />

düzenlenen özel bir protokol dizisi<br />

uygulanıyor. Dahası uygulanan<br />

her türlü protokol ve işlem dizgesi<br />

süreç boyunca sürekli kontrol<br />

edilerek kişiye göre ayarlanıyor<br />

ve bu sayede tam istenilen<br />

beyin eğitimi çıktılarının ortaya<br />

çıkarılması mümkün hale geliyor.<br />

görünen beyin dalgaları, kişinin<br />

beyin eğitiminin ipuçlarına<br />

dönüştürülüyor.<br />

[ 74] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


ŞEKİL 2<br />

SİNİRSEL<br />

GERİ<br />

BİLDİRİMİN<br />

SINIRLILIK-<br />

LARI<br />

Elbette sinirsel geri bildirim de<br />

bilinen hiçbir yöntem gibi her<br />

derde deva ve etkisi yüzde yüz<br />

olan bir yöntem değil. Öncelikle,<br />

bu alandaki bilimsel araştırmalar<br />

oldukça az ve altında yatan etki<br />

mekanizmasının açıklanmasında<br />

görüş birliğine varılabilmiş değil.<br />

Son beş yılda bu alan üzerinde<br />

yapılan bilimsel araştırma<br />

çalışmalarında büyük bir artış<br />

görülüyor. Zamanımızın en ilgi<br />

çekici araştırma alanlarından olsa<br />

da sinirsel geri bildirimin yarar ve<br />

geçerliliğinin doğrulanabilmesi<br />

için daha çok ve daha iyi<br />

düzenlenmiş araştırmalara<br />

ihtiyacımız var. Bu bilgiler, sinirsel<br />

geri bildirim protokollerinin<br />

özelleştirilmesi ve hedefe yönelik<br />

olarak iyileştirilmesinde çok<br />

önemli rol oynayacaklar.<br />

[n]Beyin ekibinin<br />

önemli çalışma<br />

alanlarından biri<br />

de bu tip sinirsel<br />

geri bildirim<br />

sistemleri ile<br />

oluşturulan<br />

davranış<br />

değişiklikleri<br />

konusu.<br />

Şekil 1<br />

Aktaran: Hammond, D. C., 2005<br />

Şekil 2<br />

Sinirsel geri bildirim<br />

yöntemlerinden “Othmer metodu”<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 75]


NEURO-<br />

FEEDBACK<br />

Eğitimciler<br />

Neurofeedback’i<br />

Onaylıyor<br />

Neurofeedback<br />

uygulaması alan<br />

öğrencilerde başarı,<br />

algılama, kaygı ve<br />

odaklanma ve ergenlik<br />

döneminde görülen<br />

birtakım sıkıntılar<br />

konusunda olumlu yönde<br />

bir gelişim görülüyor.<br />

Neurofeedback<br />

ile eğitimin ilişkisi<br />

konusundaki<br />

deneyimlerini bizimle<br />

paylaşan Tarih öğretmeni<br />

Seyit Ali Çakmak, 40<br />

saatlik seanslar şeklinde<br />

neurofeedback alan<br />

öğrencilerinde olumlu<br />

yönde gelişmeler<br />

gördüğünü; ancak bu<br />

40 saatlik uygulamadan<br />

sonra seanslara<br />

düzenli olarak devam<br />

edilmediği takdirde<br />

beynin neurofeedback ile<br />

öğrendiklerini unuttuğunu<br />

gözlemlediğini söyledi.<br />

Haftada üç seans<br />

neurofeedback alan bir<br />

öğrencisinin haftada beş<br />

saat alan öğrencisine göre<br />

daha iyi yönde etkilendiğini<br />

gören Çakmak, seansların<br />

çok sık olmaması<br />

gerektiğini düşünüyor.<br />

Neurofeedback<br />

uygulaması sınavlardaki<br />

dikkat eksikliği,<br />

odaklanma, kaygı gibi<br />

sorunların çözümüne<br />

iyi geldiği gibi ergenlik<br />

dönemindeki öfke<br />

patlamaları, agresiflik gibi<br />

birtakım sorunlara da iyi<br />

geliyor. Konuya ilişkin<br />

Çakmak, “Neurofeedback<br />

alan öğrencilerimden<br />

birinin günde 2,5<br />

saatlikders çalışma süresi<br />

günde 5 saate kadar çıktı. Hala<br />

neurofeedback almaya devam<br />

eden bir öğrencimde panik atağa<br />

kadar varan kaygı problemi<br />

çözülmeye başladı. Sınava giren<br />

2 milyon kişiden ancak 20 bininde<br />

160 dakikalık sınav süresini<br />

kullanabilecek motivasyon var.<br />

Neurofeedback alan öğrencilerim,<br />

algılama ve organize olma<br />

konusunda daha yetenekli hale<br />

geldiler. Ailelerin de bu uygulamaya<br />

dâhil olması gerektiğini<br />

düşünüyorum. Mesela bir<br />

öğrencim neurofeedback almadığı<br />

halde annesi aldığında onda<br />

da olumlu gelişmeler gördüm.<br />

Neurofeedback, öğrencilerimin<br />

yüzde 60/70 oranında işe yaradı”<br />

dedi.<br />

[ 76] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


Ana<br />

odaklandırıp<br />

sistemin hızlı<br />

çalışmasını<br />

sağlamak<br />

Neurofeedback<br />

(NF), kişinin kendi<br />

beyin dalgalarını<br />

değiştirmesine<br />

yardımcı olan bir<br />

öğrenme stratejisidir.<br />

Bu tedavi yöntemi,<br />

kişiye kendi beyin<br />

dalgalarının<br />

karakteriyle ilgili bilgi<br />

verilirse o kişinin<br />

kendi beyin dalgalarını<br />

değiştirmeyi<br />

öğrenebileceği ve bu<br />

değişikliklerin genelde<br />

kalıcı olacağı ilkesine<br />

dayanır. Bir tür “beyin<br />

egzersizi” olan NF’i [n]<br />

Beyin Psikologlarından<br />

İrem Özcan’a sorduk.<br />

“BEYNİMİZDE HER<br />

BÖLGE FARKLI BİR İŞLEV<br />

GÖRÜYOR”<br />

Özcan, dikkat eksikliği, hiperaktivite,<br />

uyku bozukluğu, motivasyon eksiklikleri,<br />

gençlerde sınav kaygısı, migren, epilepsi<br />

gibi durumlarda NF’in iyi bir tedavi yöntemi<br />

olduğunu söyleyerek şunları kaydetti:<br />

“Beynimizdeki alanlar farklı işlevler<br />

görüyor genelde; örneğin ön beynimiz biraz<br />

daha dikkatin, motivasyonun, mantıklı<br />

düşünmenin, neden sonuç ilişkisinin<br />

kurulduğu yerdir. Sol beynimiz konuşma<br />

alanları, sağ daha duygusal alanların<br />

olduğu, iki şakağımızda temporal loblar<br />

var bu temporal lobların arasında da<br />

corpus callosum denilen iki tane alanı<br />

birleştiren bir bölge var. Şimdi, temporal<br />

loblar çalıştırıldığı zaman iki bölge<br />

arasında ilişki de yoğun oluyor, örneğin<br />

müzisyenlerde böyledir. Bir şey çalarken<br />

iki bölgeyi de kullanmak zorundalardır. O<br />

yüzden de corpus callosum daha gelişmiş<br />

olduğu gözlemlenir müzisyenlerde. Arka<br />

tarafta da oksipital lob bulunur, burada da<br />

görsel alanımız vardır. Arada ise, parietal<br />

lobumuz var, orası motor alanıyla alakalı.<br />

Hepsinin farklı işlevleri var. Biz NF’de<br />

bu farklı bölgeler üzerinde çalışıyoruz.<br />

Örneğin, dikkat eksikliği şikayeti ile gelen<br />

kişide daha çok ön bölgede çalışıyoruz;<br />

çünkü dikkat ön bölgemizle ilgilidir. Ama<br />

mesela migren diyelim. Migren iki tarafın<br />

dengesizliğinden kaynaklanabiliyor, bu<br />

ağrıların tedavisi için sağ beyin ve sol<br />

beyin arasındaki iletişimin kuvvetlenmesi<br />

gerekiyor. Böyle olunca migrende temporal<br />

loblar üzerine çalışıyoruz.”<br />

“BEYİN SÜREKLİ<br />

DEĞİŞEN VE GELİŞEN BİR<br />

ORGANIMIZ”<br />

NF’de yabancı bir dil kullanılmadığını dile<br />

getiren Özcan, yabancı dilde beynin farklı<br />

bölgeleri de devreye girdiğinden NF’nin<br />

ana dilde uygulandığını söyledi. Özcan, NF<br />

uygulama seanslarını şu şekilde anlattı:<br />

“Seanslar yarım saat ya da kırk dakika<br />

sürüyor. Farklı bölgelere bağlanan<br />

elektrotlarla ödül ceza sistemine dayalı<br />

bir tedavi yöntemi NF. Ödül ve ceza sitemi,<br />

edimsel koşullanma dediğimiz çocuk<br />

eğitimlerinde de çok kullandığımız bir<br />

yöntem. Olumsuz bir davranışta ceza,<br />

pozitif bir davranışta ise ödüllendirmek...<br />

Beyin dalgalarının kendi kendini izlediğinde<br />

düzene gireceğini düşünen bir sistem yani,<br />

beyin zaten adapte olabilen bir sistemdir.<br />

Mesela, sağ bacak koptu; ama beyinde<br />

bu bacağı hareket ettiren nöronlar var.<br />

Şimdi, ilk koptuğunda o nöronlar hala<br />

çalışıyor olacak; çünkü orada hala bacak<br />

var sanıyor beyin. Ama artık beden onun<br />

olmadığı sinyalini verince o nöronlar<br />

işlevini değiştirecek, başka bir yere adapte<br />

olacak. NF’nin sistemi de bunun gibi, yani<br />

beynimizde her şey farklı şeye adapte<br />

olabilir, değişebilir, gelişebilir. Zaten beyin,<br />

sürekli değişiyor ve geliyor.”<br />

NF’nin normal çalışmayan nöronların,<br />

kendi beyin dalgalarını izlediklerinde<br />

değişebileceklerini düşünen bir sistem<br />

olduğunu söyleyen Özcan; “nöronları<br />

normale getirme işini ödül ve ceza<br />

sistemiyle yapıyor. Mesela bir normal<br />

aralık var, her insanın normal aralığı farklı<br />

bu arada yani tek tip birini yaratmaya<br />

çalışmıyoruz. Eğer nöronlarınız bu aralığın<br />

dışında çalışıyorsa, normal bir şekilde<br />

çalışmıyorsa izlerken siz görmüyorsunuz.<br />

Siz film izlediğinizi sanıyorsunuz; ama<br />

aslında siz beyin dalgalarını da izliyor<br />

oluyorsunuz. Sonra bu normal aralığa her<br />

girdiğinde size fiziksel bir uyarı veriyor,<br />

elinizde tuttuğunuz nesne titriyor. Bu<br />

fiziksel bir ödül ve ekranınız büyüyor daha<br />

net oluyor. Böyle olunca beyin bu ödülü<br />

almak için o nöronları normal aralıklarda<br />

çalıştırmaya çalışıyor. Dikkatiniz dağıldı<br />

ya da başka yere bakıyorsunuz o zaman<br />

ekranınız küçülüyor ve elinizdeki ayıcık<br />

titremiyor bu da ceza… Böylece beyin<br />

normal çalışmayı, adaptasyon sürecini<br />

öğreniyor” dedi.<br />

“NF TEDAVİSİNDE DÜZEN<br />

VE SÜREKLİLİK ÖNEMLİ”<br />

NF’nin o ana odaklandırıp adaptasyon<br />

sistemin daha hızlı çalışmasını sağladığını<br />

belirten Özcan, şunları kaydetti: “Mesela<br />

dikkat eksikliği, odaklanma problemi<br />

olan çocuklarda biz çalışırken dikkat<br />

güçlendirme setleri ile çalışıyoruz. Bu<br />

setlerle belli bir zaman içinde öncelikle<br />

çocuğun iki dakika içinde ona verdiğimiz<br />

seti çözmesini bekliyoruz. İki dakika içinde<br />

çözemezse ilkin üç dakika ile başlıyoruz.<br />

Ama seanslar arttıkça bu çocuğun ikiye,<br />

bire inmesini sağlıyoruz dakikaların. Bu<br />

da şu demek: beyin zaten adapte olmuş,<br />

önce üçe adapte oluyor, sonra ikiye… Bu<br />

çalışmayla biz aslında beynin o bölgesini<br />

çalıştırarak geliştirmeye çalışıyoruz ki<br />

odaklanma olsun. NF’nin yaptığı şey<br />

aslında bu, tek tek oturup çalışmıyor direk<br />

beyindeki nöronlarla çalışıyor.”<br />

NF’nin belli seansları olduğunu belirten<br />

Özcan, bir seansta hiçbir değişim<br />

olmayacağını söyleyerek NF tedavisini bir<br />

sporcunun kas yapma egzersizine benzetti:<br />

“Nasıl bir sporcunun kas yapmak için<br />

düzenli ve sürekli çalışması gerekiyorsa,<br />

NF tedavisinin de belli bir dönem sürekli<br />

ve düzenli yapılması gerekiyor. NF,<br />

uyku problemi için yedi seans sonrası<br />

etkisini gösteriyor; ama gözlemlerimiz<br />

ve yaptığımız araştırmalar kalıcı olması<br />

için en az otuz seans alınması yönünde.<br />

NF’ye günde iki kez de uygulanabilir. Art<br />

arda günlerde; ama gün aşırıyı geçmeden<br />

seanslarla da tamamlanabilir.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 77]


TİYATRO SAHNESİNDE BİLİM<br />

BUSE KAYNARKAYA<br />

Tiyatro<br />

Sahnesinde<br />

Bilim<br />

Sanatla bilim<br />

gerçekliği farklı<br />

yollarla ifade eden<br />

iki alan olsa da tarih<br />

boyunca birinin<br />

gelişimi diğerini<br />

etkilemiştir. Bilim de<br />

sanat da yaşadığımız<br />

dünyayı anlamak ve<br />

‘nasıl’ı sorguladığımız<br />

için doğmuştur.<br />

Bilim sorulara cevap<br />

bulmaya çalışırken<br />

sanat daha çok soru<br />

sormaya yönelmiştir<br />

ki bu bilim ve sanat<br />

arasındaki temel<br />

farktır.<br />

Edebiyatın ‘insan’a, insanlığın<br />

sorunlarına ve meraklarına<br />

ayna tuttuğu noktasında herkes<br />

hemfikir olmalı. Örneğin, 18.<br />

yüzyılda Daniel Defoe, Robinson<br />

Cruseo’yu denizin ortasında bir<br />

adaya koyduğunda Amerika’nın<br />

bulunuşundan etkilenmişti. Jules<br />

Verne’in Aya Yolculuk isimli kitabı<br />

19. yüzyılda yazıldığında uzayla<br />

ilgili bugün bildiklerimizin hiçbiri<br />

bilinmiyordu ve ondan tam 30 yıl<br />

sonra, 1895’te H.G. Wells Zaman<br />

Makinesi’ni yazarak insanın<br />

zamanda yolculuğun mümkün<br />

olup olmayacağı merakını<br />

canlandırmaya çalışmıştır.<br />

Tiyatro dünyasında, özellikle 20.<br />

yüzyılda Stanislavski, Grotowski,<br />

Brecht, Meyerhold gibi tiyatro<br />

insanları sanatsal yöntemlerini<br />

bilimsel temeller üzerinden<br />

geliştirmişlerdir. Dönemlerinin<br />

bilimsel gelişimleri özellikle<br />

oyunculuk yöntemlerini belirlerken<br />

etkili olmuştur. Sanatla bilimin bir<br />

noktada birleşeceğini düşünen<br />

bilim insanları ve tiyatrocular,<br />

birlikte yaptıkları çalışmalarla bunu<br />

destekliyor.<br />

Tiyatro ve bilimin iç içe olduğu<br />

çalışmalar için bu konuda<br />

araştırma yapan kişilerin kullandığı<br />

farklı terimler var. Kimyacı Carl<br />

Djerassi, “tiyatroda bilim” (sciencein-theatre)<br />

terimini kullanırken<br />

tiyatro bölümünde akademisyen<br />

olan Kirsten Shepherd-Barr ve Eva<br />

Sabine Zelehein, “bilim oyunları/<br />

performansları” (science plays/<br />

performance) terimini kullanıyor ve<br />

tiyatroda bilimi, bilim oyunlarının<br />

alt başlığı olarak ele alıyor. Bilim<br />

oyunları, dolaylı veya dolaysız<br />

olarak bilimi konu edinen her<br />

türlü oyun ve performansı temsil<br />

ediyor. Djerassi ise tiyatroda<br />

bilim terimiyle temelinde bilim<br />

ve bilim insanlarının olduğu<br />

oyunları kapsayan daha katı bir<br />

bakış açısına sahiptir. Zelehein<br />

ve Shepherd-Barr, bu nedenle,<br />

tiyatroda bilimi bilim oyunlarının alt<br />

başlığı olarak görüyor.<br />

ARİSTOPHANES’TEN<br />

GÜNÜMÜZE<br />

Andy Jordan’ın Conciousness,<br />

Theatre, Literature, and the Arts<br />

2013 kitabına göre bilinen ilk bilim<br />

oyunu Aristophanes’in M.Ö. 423’te<br />

yazdığı “Bulutlar” isimli oyun.<br />

Bu oyunda bilim insanları “soluk<br />

yüzlü, çıplak ayaklı serseriler”<br />

gibi sözlerle epeyce yeriliyor.<br />

Sherd-Barr, Marlowe’un “Dr.<br />

Faustus”undan başlayarak 122<br />

bilim oyunu listeliyor. Bu listede<br />

Ben Johnson’ın “Simyacı”, Henrik<br />

Ibsen’in “İnsanların Düşmanı”,<br />

Bernard Shaw’un “Doktorun<br />

[ 78] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


Dilemması” ve Brecht’in “Galile’nin<br />

Hayatı” gibi oyunları yer alıyor.<br />

Bu konuyla ilgili ilk çalışmayı<br />

1980’lerde ortaya koyan Djerassi,<br />

bilimin içinde olmayan bir seyirci<br />

kitlesiyle bilimi karşı karşıya<br />

getirmek gibi öğretici bir amaç<br />

taşıyor. Zehelein’in yaptığı<br />

çözümlemeye göre tiyatroda bilim<br />

oyunlarının dört temel özelliği var.<br />

Bu oyunlarda, bilimsel düşüncenin<br />

veya temanın açık bir tanımı, bilim<br />

insanlarının kitlesel kültürünün<br />

gerçek bir tanımı, bilimsel<br />

konulara veya içeriğe sahip olan<br />

olay örgüsü ve öğretici bir tarafının<br />

olması gerekiyor. Djerassi, bilim<br />

kurguyla tiyatroda bilimi birbirinden<br />

bağımsız olarak görüyor. Çünkü<br />

daha önce de bahsettiğim gibi,<br />

kendi de pek çok oyun yazan<br />

Djerassi’ye göre bilim merkezde<br />

olmalı ve oyun insanlara bir şeyler<br />

öğretmelidir. Brecht’in “Galile’nin<br />

Hayatı”, Dürrenmatt’nın “Fizikçiler”<br />

ve Stoppard’ın “Arcadia” oyunlarını<br />

sadece bilimsel içerikli oyunlar<br />

olarak kabul eder.<br />

Zelehein, bilim oyunlarında<br />

merkeze metni alır, ona göre<br />

bilim oyunlarında bilimin ne kadar<br />

verildiği değil tema ve teatral<br />

olarak nasıl verildiği önemlidir.<br />

Bilim oyunlarını postmodern olarak<br />

gören Zelehein, oyunların yapısı<br />

ve içeriğindeki bağlantının seyirci<br />

tarafından fark edilecek şekilde<br />

olduğunu söyler. Zelehein’in<br />

kullandığı bir başka terim olan<br />

“bilimle iç içe performans”ta<br />

yönetmen daha çok ön plandadır;<br />

çünkü sahnede bilim dolaysız<br />

olarak kullanılır. Simon McBurney<br />

ve Complicite’e göre, bu oyunlarda<br />

yönetmen ikinci bir yazar gibidir.<br />

COPENHAGEN: TİYATRODA<br />

BİR DEVRİM<br />

İngiliz oyun ve roman yazarı<br />

Michael Frayn’in yazdığı<br />

“Copenhagen” bu konuda<br />

araştırma yapan pek çok kişi<br />

tarafından bir devrim olarak kabul<br />

ediliyor. Oyun, Niels Bohr’un<br />

eşi Margrethe Bohr’un Werner<br />

Heisenberg’in 1941’de neden<br />

Kopenhag’a geldiğini sorgulayan<br />

“Ama neden?” cümlesiyle başlıyor.<br />

Oyunda Hitler’in “kitlesel katliam<br />

için gelişmiş bir aleti olan cani<br />

manyak” ve “her kadını, çocuğu…<br />

öldüren kusursuz makine” gibi<br />

yakıştırmalarla eleştirilmesi,<br />

Danimarka ve bununla birlikte<br />

pek çok yerin Naziler tarafından<br />

işgali gibi politik hicivlerin yanı<br />

sıra bilimin kötü amaçla kullanımı<br />

(atom bombası) gibi vicdani<br />

muhasebeler var. Heisenberg<br />

ve Bohr, bilim üzerine bilimsel<br />

terimlerle tartışıyor ve zaman<br />

zaman bu tartışmaları Margrethe’e,<br />

yani onun üzerinden bilim insanı<br />

olmayan herkese, anlatma<br />

çabasına girişiyorlar ki bu da<br />

oyunun öğretici tarafını oluşturuyor.<br />

Oyunda Almanya’daki tanınmış<br />

bilim insanlarının çoğunun Yahudi<br />

olduğunu ve hayatta kalmak için ya<br />

Hitler’le işbirliği yapmak zorunda<br />

kaldıklarını ya da İngiltere gibi<br />

ülkelere sığındıklarını görüyoruz.<br />

Bu soru cevaplanmadan oyun<br />

sona eriyor. İlk gösterimi 1998’de<br />

İngiltere’de National Theatre’da<br />

olan “Copenhagen”, 2000’de de<br />

Amerika’da Broadway’de ve daha<br />

pek çok yerde sahnelendi. 2002’de<br />

oyunun televizyon uyarlaması<br />

yapılmış ve 2013’de BBC tarafından<br />

radyo tiyatrosu olarak yayınlandı.<br />

BİLİM OYUNLARINA<br />

DESTEK<br />

Bilim oyunlarının Türkiye’de<br />

olmasa da dünyada pek çok<br />

örneğini görüyoruz. Bu konuya<br />

destek veren birçok şirket de var.<br />

Curious Directive, Third Angle,<br />

Portable Palace ve Unlimited<br />

Theatre bu konuda çalışma<br />

yapıyor. Aynı zamanda Londra’daki<br />

Fuel Tiyatrosu, bilim insanları ve<br />

tiyatrocuların işbirliğiyle yaptığı<br />

çalışmaları destekliyor. Psikiyatrist<br />

Prof. Dr. Sube Bannerjee ve<br />

Melanie Wilson’ın 2012’deki<br />

çalışması “Autobiographer” ve<br />

Hepatoloji profesörü Graham<br />

Foster ile besteci Richard<br />

Thomas’ın 2013’teki çalışması<br />

“Body Pods” Fuel Tiyatrosu’ndaki<br />

çalışmalara örnektir. Bunların<br />

yanında, pek çok bilim insanıyla<br />

tiyatrocunun işbirliğini görüyoruz.<br />

Örneğin, Londra Bilim Müzesi<br />

Bilgi Merkezi’nden Dr. Ann Van<br />

de Velde, Kingston Üniversitesi<br />

Sanat ve Sosyal Bilimler Fakültesi<br />

öğretim üyesi Dr. Alex Mermikides<br />

ve besteci Milton Mermikides’in<br />

2013’teki “Bloodlines” adlı<br />

çalışmaları, Clod Ensemble’dan<br />

Suzy Wilson’ın “Performing<br />

Medicine” isimli atölye, ders ve<br />

etkinliklerden oluşan programı.<br />

Sadece 2013’te Edinburgh Fringe<br />

Festivali’nde 30’dan fazla bilim<br />

oyunu sahnelendi ki bu da bize<br />

bilim oyunlarına gün geçtikçe artan<br />

ilgiyi gösteriyor. Dahası, Simon<br />

Geometri ve Fizik Merkezi’nin<br />

düzenlediği bilim oyunu yazma<br />

yarışması ve Los Angeles Bilim<br />

Kurgu Tek Perdelik Tiyatro Festivali<br />

de bu ilgiyi destekler nitelikte.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 79]


SOKRATES VE BİLİM<br />

YRD. DOÇ. DR. ÖMER FAİK ANLI<br />

SOKRATES<br />

VE<br />

BİLİM<br />

DELPHOİ (DELFİ)KEHANETİ:<br />

BİLGİSİZLİK BİLİNCİ<br />

Atina halkının<br />

Sokrates’e yönelttiği<br />

suçlama Savunma’da<br />

şöyle dile getirilir:<br />

“Sokrates suçludur: Yer<br />

altında, gökyüzünde<br />

olup bitenleri<br />

araştırıyor açıkça;<br />

eğriyi doğru diye<br />

gösteriyor, başkalarına<br />

da kendisi gibi<br />

olmalarını öğretiyor”<br />

(Platon, 1993: 13<br />

[19b]). Suçlamanın<br />

ilk kısmı, Sokrates’in,<br />

düşünce tarihi<br />

içerisinde öncelikle<br />

doğa bilimi (ve hatta<br />

bilim) ve ardından<br />

da fizik disiplini adını<br />

alacak olan doğa<br />

felsefesiyle uğraştığı<br />

ve doğa felsefesinin<br />

sorunları üzerine<br />

araştırma yaptığını öne<br />

sürmektedir.<br />

Buna karşın, Sokrates<br />

suçlamanın bu<br />

ilk kısmına karşı<br />

savunmasını bir tür<br />

doğa felsefesi savunusu<br />

üzerine kurmamakta<br />

ve neredeyse<br />

bunun üzerinde hiç<br />

durmamaktadır.<br />

Onun sözleriyle, bu<br />

suçlamanın kaynağı<br />

Aristophanes’in<br />

güldürüsündeki<br />

Sokrates tiplemesidir<br />

ve kendisi bu<br />

“bilim”den (doğa<br />

felsefesinden) hiç<br />

anlamamakta ve<br />

bunun da ötesinde<br />

böyle bir alanla hiç<br />

uğraşmadığını, “bu<br />

sorunlar üzerine tek bir<br />

söz bile söylemediğini”<br />

ifade etmektedir<br />

(Platon, 1993: 13 [19cd]).<br />

Bunun da ötesinde,<br />

“güneşin taştan, ayın<br />

da topraktan olduğunu”<br />

öne sürdüğüne<br />

dair suçlamayı da<br />

bu düşüncelerin<br />

[ 80] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


Anaksagoras’a ait olduğunu ve<br />

gençlerin bir drahmiye satın<br />

alınabilecek kitaplardan bunları<br />

öğrenebileceklerini ifade ederek<br />

reddederken bu düşüncelerin<br />

oldukça garip olduğunu da belirtir<br />

(Platon, 1993: 22 [26e]). O halde,<br />

19. yüzyıl terminolojisi ile ifade<br />

edilirse Sokrates fizik disiplininin<br />

sorunlarıyla ya da bilimsel<br />

sorunlarla uğraştığı ve araştırma<br />

yaptığı yönündeki bir suçlamaya,<br />

bu alanla ilgisi olmadığını açık<br />

bir biçimde ifade ederek yanıt<br />

vermektedir. Bu bağlamda, tarihin<br />

bir diğer ünlü yargılaması olan<br />

Galileo Davası ile karşılaştırma<br />

yapıldığında bilimin kahramanı<br />

daima Galileo olmuş ve belirli bir<br />

bilim tarihi okuması sonucu “ideal<br />

bilim insanı” olarak karakterize<br />

edilmiştir. Oysa Sokrates, daha<br />

sonra da belirtileceği üzere, beşeri<br />

disiplinler ve bu disiplinlerin<br />

oluşturduğu bir kültürün<br />

kahramanıdır.<br />

Russell’ın Batı Felsefesi Tarihi de<br />

örtük olarak bu kültürel ayrışmayı<br />

ifade eder niteliktedir. Platon<br />

üzerinden Sokrates’e de yansıttığı<br />

“diyalog yöntemi”ni (soru ve<br />

karşılıkla bilgiyi araştırma yöntemi<br />

olarak tanımlanır ) odağa alarak<br />

bir karşılaştırmaya gidilmekte,<br />

Sokrates ve Galileo iki karşıt<br />

epistemolojik (ve kültürel) kutba<br />

yerleştirilmektedir:<br />

1<br />

Bu yöntem mantıksal tutarlılığı geliştirme<br />

konusunda yararlı bulunur ve bununla birlikte<br />

temelde bu araştırmanın sonucunun dilbilimsel<br />

bir ‘buluş’ olduğu öne sürülür. Dolayısıyla bu<br />

yöntem tartışmanın olgusal değil, mantıksal bir<br />

biçim kazandığı yerde işlevseldir. Fakat bu, yeni<br />

olgular bulmak konusunda bütünüyle elverişsizdir<br />

(Russell, 2002: 222). Russell’ın bu yaklaşımı,<br />

temelde epistemolojik bir ayrışma olan ve 19.<br />

yüzyılın ürünü olarak kabul edilebilecek İki Kültür<br />

ayrışmasının örtük ifadelerini barındırmaktadır.<br />

Birtakım konuların bu<br />

yolda ele alınamayacağı<br />

açıktır. Sözgelimi<br />

görümsel (empirik)<br />

bilim. Galilei’nin,<br />

kuramlarını savunmak<br />

için diyalogu kullandığı<br />

doğrudur. Bu,<br />

yalnızca önyargının<br />

yenilmesi içindi.<br />

Galilei’nin buluşlarının<br />

pozitif temeli büyük<br />

bir yapmacığa<br />

kapılmaksızın diyaloga<br />

dökülemez. Platon’un<br />

yapıtlarında Sokrates,<br />

sorusunu yönelttiği<br />

kişinin, zaten sahip<br />

olduğu bilgiyi açığa<br />

vurduğunu ileri sürer.<br />

Bu bakımdan kendini<br />

ebeye benzetir. (…)<br />

Yöntem, bilgimizi<br />

daha önceki bir<br />

varlıkta öğrendiğimizi<br />

anımsayarak elde<br />

ettiğimizi ileri süren<br />

anımsama öğretisiyle<br />

uyuşumludur. Bu<br />

görüşe karşıt olarak<br />

mikroskop aracılığıyla<br />

yapılan herhangi bir<br />

buluşu, sözgelimi<br />

sayrılıkların bakteriler<br />

yoluyla yayılmasını<br />

ele alalım. Bu tür bir<br />

bilgiye daha önce bu<br />

konuda bilgisiz olan<br />

bir kişi yönünden<br />

varılabileceğini<br />

savunmak güçtür<br />

(Russell, 2002: 222).<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 81]


SOKRATES VE BİLİM<br />

YRD. DOÇ. DR. ÖMER FAİK ANLI<br />

SOKRATES<br />

DÖNEMİNE AİT BİR<br />

TİYATRO<br />

Bununla birlikte, Sokrates’in<br />

yargılanmasının temelinde onun<br />

‘bilgeliği’ yer almaktadır. Kadim<br />

dünyayı bilme sorunu, kökenlerinde<br />

doğa felsefesi olan bilim tarafından<br />

çözüldüyse ve olası bir bilgelik<br />

ancak bu alanda (sorunun<br />

çözüldüğü alanda) olanaklıysa<br />

Sokrates’in bilgeliği nasıl bir<br />

bilgeliktir? Yine Sokrates’in<br />

Savunma’daki anlatımıyla, bu,<br />

Delphoi Kahini’nin “dünyada<br />

Sokrates’ten daha bilge birisinin<br />

olmadığını” söylemesi üzerine<br />

başlayan bir “araştırma”yla iç içe<br />

geçen bir bilgeliktir. Kendisinin<br />

bilge olmadığını “bilen” Sokrates,<br />

Tanrının özüyle uzlaşmayacağı<br />

için yalan söylemediğini de kabul<br />

ederek bir araştırmaya girişir.<br />

Belirlediği yöntem şöyledir:<br />

“Tanrının düşünüşü nedir diye uzun<br />

zaman sordum kendi kendime.<br />

Sonunda büyük çabayla, kendimi<br />

aydınlatacak şu sonuca vardım:<br />

Bilge sayılanlardan birini bulup<br />

biliciye gider, sözünü çürütmek,<br />

sınamak için şöyle derim: ‘Sen<br />

bana insanların en bilgesi diyorsun;<br />

ama işte bu adam benden daha<br />

bilge” (Platon, 1993: 15 [21c])<br />

[vurgu bana ait].<br />

Sokrates, bu<br />

arayışta özellikle<br />

kendisine ve<br />

diğer insanlarda<br />

bilge olduğu<br />

izlenimi doğuran<br />

insanlar başta<br />

olmak üzere (ki<br />

Sokrates’in diğer<br />

kimselerden<br />

daha bilge<br />

izlenimi yarattığı<br />

için ilk gittiği<br />

kişi devlet<br />

adamıdır, doğa<br />

filozofu değil),<br />

karşılaştığı<br />

insanlara<br />

eleştirel sorular<br />

yöneltip, karşı<br />

(aykırı) örnek<br />

tespitleriyle,<br />

o kişinin<br />

kendisinde<br />

var olduğunu<br />

sandığı bilgeliğin<br />

olmadığını<br />

gösterir.<br />

Sokrates’in<br />

ifadeleri şöyledir:<br />

İşte bunun için<br />

onun, orda beni<br />

dinleyenlerin<br />

birçoğunun<br />

düşmanlığını<br />

kazandım. Oradan<br />

ayrılırken kendi<br />

kendime diyordum<br />

ki: “Bu adamdan<br />

daha bilgeyim.<br />

Doğrusu ikimizin<br />

de güzel, iyi bir şey<br />

bildiğimiz yok belki;<br />

ama o hiçbir şey<br />

bilmezken bildiğini<br />

sanıyor, oysa ben<br />

bilmiyorsam,<br />

bildiğimi de<br />

sanmıyorum. Öyle<br />

sanıyorum ki ben<br />

ondan biraz daha<br />

bilgeyim; çünkü<br />

bilmediğim bir<br />

şeyi biliyor diye<br />

geçinmiyorum”<br />

(Platon, 1993: 15<br />

[21d]).<br />

Bu tutum, Sokrates’in<br />

kendinden önceki<br />

doğa felsefesine karşı<br />

tutumunu ve doğa<br />

felsefesinin bilim tarihi<br />

açısından “öncül”<br />

kuramlarının neden<br />

Sokrates’i tatmin<br />

etmediğini de belirgin<br />

kılar niteliktedir.<br />

Cornford’un ifadesiyle,<br />

“Sokrates’in temel<br />

özelliklerinden biri<br />

de, neyin bilinip<br />

bilinemeyeceği<br />

ve temelleri hiç<br />

sorgulanmamış bilgi<br />

iddiasının tehlikeleri<br />

konusundaki açık<br />

farkındalığıdır. Felsefe,<br />

bilim insanına, kullandığı<br />

kavramlara nasıl<br />

ulaştığını ve bunların<br />

geçerli olup olmadığını<br />

sorma hakkını kendinde<br />

saklı tutar” (Cornford,<br />

2015: 22, 23).<br />

2<br />

Sokrates’in sıralaması şöyledir:<br />

Devlet adamları, ozanlar, el işçileri<br />

(bkz. Platon, 1993: 15-17 [22a-e]<br />

[ 82] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


POST-SOKTATİK BİLİM<br />

MODELLEMESİ YA DA POST-<br />

SOKRATİK KONUMLANMA<br />

Popper’ın “Platon’un Sokrates’i”<br />

ile “Sokrates” arasındaki bir<br />

ayrıma giderek eleştirel rasyonalite<br />

ile Sokrates arasında kurduğu<br />

bağlar (bkz. Popper, 2015: 190,<br />

191), Adorno tarafından da başka<br />

bir bağlamda teyit edilmektedir.<br />

Russell’ın ve onun temsil ettiği<br />

yaklaşımın aksine Adorno’ya<br />

göre Sokratik yaklaşımın ve<br />

özünde felsefenin kendi akıl<br />

yürütmelerinde “haklı çıkmayı<br />

istemek” gibi bir kaygısı yoktur.<br />

Hatta bunu yakışıksız bulur.<br />

Adorno’nun ifadeleriyle,<br />

Haklı olma isteği, en<br />

incelikli mantıksal düşünme<br />

biçimlerinde bile o sağ<br />

kalma ilkesinin ifadesidir;<br />

oysa felsefede tastamam bu<br />

ilkenin yenik düşürülmesi<br />

amaçlanmıştır. (…) Susma<br />

haklarını hiç kullanmamakla<br />

ünlü felsefeciler, katıldıkları<br />

söyleşilerde, tartışmayı hep<br />

kaybetmeye çalışmalıdırlar<br />

– ama muarızlarının savının<br />

da yanlış olduğunu ortaya<br />

koyacak biçimde. Amaç,<br />

çürütülmesi imkânsız<br />

mutlak doğrulara ulaşmak<br />

olmamalıdır; çünkü bunlar<br />

sonuçta totolojiye indirgenir.<br />

Asıl hedef, öne sürülen<br />

düşüncelerin doğruluğunu<br />

sorgulayan sorunun kendi<br />

kendini de yargılamasını<br />

sağlayacak sezişler<br />

geliştirmektir (Adorno,<br />

2002: 73).<br />

İşte böylesi bir epistemolojik (ya<br />

da daha doğru bir ifadeyle bilgi<br />

kuramsal) modelleme ile Sokrates<br />

bir kez daha birinci kültürün (ve<br />

dahi “üçüncü kültür”ün) kahramanı<br />

olarak tarihten (yani kökenden)<br />

çağrılmaktadır. Öyle ki, insanlığın<br />

post-modern çağda yaşadığı öne<br />

sürülüyorsa post-sokratik bilim<br />

modellemesi ya da post-sokratik<br />

konumlanma bu çağın Aydınlanma<br />

ile olan bağlarını her şeye<br />

rağmen koruyabilecek ve kaotik<br />

sürüklenmeyi engelleyebilecek<br />

bir açıklık, araştırmanın tekrar<br />

başlayacağı “sıfır noktası”dır.<br />

KAYNAKLAR<br />

ADORNO, Theodor W. (2002). Minima<br />

Moralia –Sakatlanmış Yaşamdan<br />

Yansımalar-. Çev. Orhan Koçak, Ahmet<br />

Doğukan. 3. Basım. İstanbul: Metis<br />

Yayınları. PLATON (1993). “Sokrates’in<br />

Savunması”. Diyaloglar. Çev. Teoman<br />

Aktürel. 3.Baskı. s. 11-42. İstanbul:<br />

Remzi Kitabevi. POPPER, Karl (2015).<br />

Hayat Problem Çözmektir –Bilgi, Tarih ve<br />

Politika Üzerine çev. Ali Nalbant. 5. Baskı.<br />

İstanbul: Yapı Kredi Yayınları. RUSSELL,<br />

Bertrand (2002). Batı Felsefesi Tarihi 1. Çev.<br />

Muammer Sencer. İstanbul: Say Yayınları<br />

3<br />

Bu hak 19. yüzyıl ve sonrasında bilimin başarılı<br />

ürünlerinin bilgi kuramsal yapılarını modelleyen<br />

bilgi kuramcıları tarafından, sahte-bilime ve<br />

sahte-bilim insanlarına yöneltilen sorgulamanın<br />

temelinde yer alır.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 83]


ALİ İHSAN ÖKTEN<br />

GÖRSEL ALGILAMA<br />

DR. ALİ İHSAN<br />

ÖKTEN<br />

Algı, daha önce<br />

bahsettiğimiz<br />

gibi nesnelerin<br />

bireyin duyu<br />

organları ile elde<br />

ettiği verilerdir.<br />

Algılanan ise<br />

gerçekliğin<br />

önemli bir<br />

bölümünü<br />

oluşturan<br />

nesnelerdir.<br />

Bir resme veya<br />

fotoğrafa baktığımızda<br />

algılama sorunsuz<br />

bir süreçtir. Çünkü<br />

duyularımıza ulaşan<br />

veriler somut ve<br />

zengindir.<br />

Her insanın yaşadığı süre boyunca<br />

çevresinde bulunan uyarıcılara,<br />

duyu organlarıyla verdiği bir<br />

tepkisi vardır. Bu tepki belli bir<br />

süreç içinde gelişir. Bu insandan<br />

insana göre farklı özellikler<br />

gösterir ve insanın bilişsel<br />

süreci olarak adlandırılır. Kişi ilk<br />

olarak bu uyarıcılara duyularıyla<br />

farkındalık sağlar. Bu ilk sürece<br />

duyum denir. Duyumların beyinde<br />

çağrışım yoluyla oluşan şekline<br />

ise algı denir. Çevremizle ancak<br />

algılarımız sayesinde ilişki<br />

kurabiliriz. Dokunma, koklama ve<br />

tat duyuları yakındaki nesneleri,<br />

görme ve işitme ise bireyin<br />

uzağındaki nesneleri algılama<br />

biçimidir. Beyin, duyu organları ile<br />

elde edilen bilgileri ipuçları olarak<br />

değerlendirir ve onları yorumlama<br />

sürecini başlatır. Bu yorumlama<br />

bireyin aldığı eğitim, sosyo kültürel<br />

ve entelektüel düzeyine göre<br />

yeniden düzenlenir. Algı, nesnelerin<br />

bilinç düzeyinde yarattıkları<br />

uyarımlardır. Algılama, algı ve<br />

onun yorumunu birlikte içerir ve<br />

karmaşık bir süreçtir. Aslında<br />

her “bilgi edinme” veya yeni bir<br />

şey öğrenme algılama sürecinin<br />

kapsamını değiştirir ve geliştirir.<br />

Böylece kişisel bilgi birikimi oluşur.<br />

GÖRME, GÖRS<br />

ALGILAMA ve<br />

FOTOĞRAF<br />

Her algı, bu bilgi birikimlerine<br />

göre yeniden şekillenir. Bireysel<br />

etmenler dışında toplumdaki diğer<br />

kişilerin varlığı algıya etki eder.<br />

“Sosyalleşme” olarak adlandırılan<br />

bu süreç, çelişkiyi, işbirliğini,<br />

ödül ve cezayı, davranışların<br />

kısıtlanmasını, engellenmesini<br />

içeren bir süreci oluşturur. Sonuç<br />

olarak bireyin içinde yaşadığı<br />

kültürel ortam, kişinin algılarının<br />

belirleyicisi haline gelir.<br />

Görme ve görsel algı için ışık şarttır<br />

ve algılanan nesnenin bir parçası<br />

olarak değerlendirilebilir. Işığın<br />

olmadığı bir ortamda görme ve<br />

görsel algıdan söz edilemez. Görsel<br />

algı diğer duyu algılarına göre en<br />

gelişmiş konumdadır. Bu durum<br />

bilinç düzeyindeki davranışlarımızın<br />

yaklaşık %99’unun belirleyicisi<br />

konumundadır. Bu algı yolundan<br />

emin olunmadığı zaman diğer<br />

duyulara özellikle dokunma<br />

duyusuna başvurulur. Dokunma<br />

duyusu genellikle görsel algının<br />

doğruluğunu denetleyen bir işlev<br />

üstlenir. Sergilerde artık sadece<br />

fotoğraf veya resimlere uzaktan<br />

bakmayın, onlara yaklaşıp,<br />

dokununca, onları daha iyi<br />

algılayabilirsiniz.<br />

[ 84] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


EL<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 85]


ALİ İHSAN ÖKTEN<br />

GÖRSEL ALGILAMA<br />

Konumuz fotoğraf olduğuna göre;<br />

görme, görsel algı, fotoğraf ve<br />

bunların oluşturduğu gerçeklik<br />

üzerine düşünebiliriz. Algı, daha<br />

önce bahsettiğimiz gibi nesnelerin<br />

bireyin duyu organları ile elde<br />

ettiği verilerdir. Algılanan ise<br />

gerçekliğin önemli bir bölümünü<br />

oluşturan nesnelerdir. Bireyin<br />

algıladığı aslında nesnenin kendi<br />

varlığından çok onun oluşturduğu<br />

ve duyu organları ile elde edilen<br />

duyumsal verileridir. Gerçeklik<br />

söz konusu olduğunda nesnelerin<br />

kendi varlıklarından çok onların<br />

oluşturduğu algıların varlığı<br />

önemlidir. Gerçekliğin bir anlamda<br />

yeniden sunumunu oluşturan<br />

bu algılar, algılananın fiziksel,<br />

kültürel, algılayanın psişik,<br />

fizyolojik, kültürel özelliklerine göre<br />

biçimlenmektedir. Bu da nesnelerin<br />

algılanabilir özelliklerinin farklı<br />

kişilerce, farklı değerlendirilmesine<br />

yol açmaktadır. Nesneler, değişik<br />

bireylere, değişik biçimlere veya<br />

aynı kişilere farklı zamanlarda ve<br />

durumlarda değişik görünürler.<br />

Kişinin bilinçlenme süreci<br />

geliştikçe algılama süreci de<br />

değişecektir. Algılama, seçicidir,<br />

bireyseldir, yaratıcıdır, tam değildir,<br />

her algının eksik kalmış bir yanı<br />

vardır, bu yüzden genelleştirilmiş<br />

ve önyargılıdır.<br />

Bir resme veya fotoğrafa<br />

baktığımızda algılama sorunsuz<br />

bir süreçtir. Çünkü duyularımıza<br />

ulaşan veriler somut ve zengindir.<br />

Nesnelerden gözümüze yansıyan<br />

ışık, nesne (doku, kontrast, şekil,<br />

hareket, vs.) hakkında yeterli<br />

bilgi verir. Bu anlamda algılama,<br />

dolaysız, tahmin, yorum ve çaba<br />

gerektirmeyen bir güce sahiptir.<br />

Gibson’a göre herhangi bir resmin<br />

veya fotoğrafın algılanması doğal<br />

bir çevrenin algılanması kadar<br />

kendiliğinden ve sıradan bir<br />

süreçtir. Gombrich ise resimlerin<br />

iki boyutlu düzlemler dışında<br />

bazı okuma süreçlerinin olması<br />

gerektiğini söylemiştir. Bu yüzden<br />

algılayanın yeniden sunulan<br />

nesne hakkında önbilgisi olması<br />

gerektiğini yoksa algıda bozukluğa<br />

yol açabileceğini belirtir. Ayrıca<br />

nesneler ve nesnelerin algılanabilir<br />

özellikleri de algılayıcı tarafından<br />

farklı değerlendirilebilir. 1920’lerde<br />

Picasso’ya neden nesneleri<br />

oldukları gibi çizmediğini soranlara<br />

“Zaten nesneler oldukları gibi<br />

değillerdir.” cevabını vermiştir.<br />

Görme ile görsel algılama arasında<br />

ciddi anlamda fark vardır. Görme<br />

için fazla bir şey bilmenize gerek<br />

yoktur. Oysa görsel algılama<br />

yaparken bilgi birikiminiz ve<br />

yorumunuz önemlidir. O yüzden<br />

bazı fotoğrafları görürüz.<br />

Bazılarını ise görsel olarak<br />

algılayarak beynimizin bir köşesine<br />

yerleştiririz. Fotoğraf nesnesinin<br />

oluşturduğu imgesel veriler bize<br />

verilen ipuçlarıdır. Biz o ipuçlarını<br />

algılayarak fotoğrafı çözümleme<br />

yoluna gideriz. Fotoğraf üretildiği<br />

andan itibaren fotoğraf, fotoğrafçı,<br />

algılayan ve fotoğraf kullanıcısı<br />

tarafından farklı olarak gerçekliği<br />

sorgulanır. Herkesin algıladığı<br />

duruma göre fotoğrafın gerçekliği<br />

farklıdır.<br />

Fizyolojik, psikolojik, fiziksel<br />

unsurlar ve entelektüalite,<br />

algılama sürecinin ayrılmaz<br />

bir parçasıdır. İnsanın gördüğü<br />

şeyler sadece görme duyusunu<br />

geliştirdiği düzeyde gerçektir.<br />

Fotoğrafta büyüme, fotoğrafçının<br />

kendi algılama ve düşünme<br />

yollarını sürekli eleştirmesiyle<br />

olur. O yüzden “algılayan”<br />

karmaşık bir yapıya sahiptir. Aynı<br />

zamanda algılanan da en az o<br />

kadar karmaşıktır. Bu fotoğraf<br />

yarışmalarında önemli bir<br />

unsurdur. Farklı yapıdaki kişiliklerin<br />

algılayıcı olarak farklılıkları ve<br />

algılanan fotoğraflarında bir o<br />

kadar farklı olmasının sonuçlar<br />

üzerinde etkisi de farklı ve<br />

tartışmalı olacaktır.<br />

[ 86] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


ORHAN CEM ÇETİN<br />

KAFAMA VURMA BAŞINA BELA OLURUM<br />

ORHAN CEM<br />

ÇETİN<br />

1860 yılında,<br />

San Fransisco<br />

yakınlarında<br />

dağlık ve ıssız bir<br />

bölgede yol alan<br />

bir posta arabası,<br />

aniden haydutların<br />

saldırısına uğradı.<br />

Yolcuların eşyalarını<br />

ve arabanın yükünü<br />

yağmalayan<br />

haydutlar, arabayı<br />

içindekilerle birlikte<br />

bir uçurumdan aşağı<br />

yuvarladıktan sonra<br />

kaçtılar.<br />

Kafama<br />

Vurma<br />

Başına<br />

Bela<br />

Olurum!<br />

1860 yılında, San Fransisco<br />

yakınlarında dağlık ve ıssız bir<br />

bölgede yol alan bir posta arabası,<br />

aniden haydutların saldırısına<br />

uğradı. Yolcuların eşyalarını ve<br />

arabanın yükünü yağmalayan<br />

haydutlar, arabayı içindekilerle<br />

birlikte bir uçurumdan aşağı<br />

yuvarladıktan sonra kaçtılar.<br />

Yolcuların arasında bir de<br />

İngiliz fotoğrafçı Edward James<br />

Muggeridge vardı. Daha sonra<br />

kendi adını Eadweard Muybridge<br />

olarak değiştiren ve bu adla<br />

ünlenen 30 yaşındaki adam,<br />

başından aldığı çok ağır darbeler<br />

nedeniyle kurtarıldıktan sonra<br />

uzun süre çalışamamış, iyileşmesi<br />

bir hayli zaman almıştı.<br />

Edward James<br />

Muggeridge<br />

Eadweard<br />

Muybridge<br />

Ne var ki Muybridge sağlığına<br />

kavuştuktan sonra yakınları<br />

kendisinde belirgin bir mizaç<br />

değişimi olduğunu fark ettiler.<br />

Fotoğrafçı eskinin aksine<br />

geçimsiz, fevri, asosyal, istikrarsız<br />

bir insana dönüşmüştü.<br />

İnsanlarla sudan sebeplerle<br />

şiddetli tartışmalara giriyor, yalnız<br />

geziyor, çok tehlikeli yerlerde,<br />

sarp kayalıklarda, uçurumların<br />

kenarında, kimsenin yaklaşmaya<br />

cesaret edemeyeceği yerlerde<br />

fotoğraf çekiyordu. Yaşadığı<br />

travmadan sonra yakınları onu<br />

tanımakta güçlük çekmeye<br />

başlamıştı. Bir garip olmuştu<br />

Muybridge. 1870’lerde, Muybridge<br />

bir tartışmanın içine çekildi:<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 87]


ORHAN CEM ÇETİN<br />

KAFAMA VURMA BAŞINA BELA OLURUM<br />

dörtnala koşan bir atın dört<br />

ayağı birden herhangi bir anda<br />

ressamların o tarihe kadar hayal<br />

ettikleri gibi gerçekten yerden<br />

kesiliyor muydu ve yanıt “evet”<br />

ise, bacaklar o anda nasıl bir<br />

şekil alıyordu? Muybridge takıntılı<br />

bir şekilde bu anın fotoğrafını<br />

çekme çabası içine girdi. O arada,<br />

karısının bir subay ile ilişkisi<br />

olduğunu fark ederek adamı<br />

öldürdü ve cinayetten yargılandı.<br />

Mahkemede, kafa travmasına<br />

bağlı olarak akli dengesinin<br />

yerinde olmadığı ve onu bu<br />

cinayete iten güçlü duygusal<br />

nedenler olduğu gerekçesiyle<br />

beraat ederek çalışmalarına<br />

devam etti ve 5 yıllık çabanın<br />

sonunda, 1877’de yan yana<br />

dizilmiş 24 fotoğraf makinesinden<br />

oluşan ve önlerinden dörtnala<br />

koşarak geçen atın tetiklemesiyle<br />

birbiri ardı sıra koşunun evrelerini<br />

görüntüleyen bir düzenek<br />

sayesinde tartışmalara açıklık<br />

getirdi.<br />

Atın ayakları gerçekten yerden<br />

kesiliyordu ve ressamların<br />

zannettiğinin aksine o anda<br />

ayaklar atın karnının altına<br />

toplanıyordu.<br />

Sonuç sadece bu olsaydı belki şu<br />

anda Muybridge’den söz ediyor<br />

olmazdık. Fotoğrafçının peşine<br />

düştüğü o tek kare ile birlikte<br />

diğer kareler de bacakların zaman<br />

ekseni boyunca hareketlerinin<br />

değişimini gösteriyordu. Bu<br />

görüntüleri bir zoopraksiskop<br />

cihazı içinde hızla art arda izlemeyi<br />

akıl eden Muybridge, sinemayı<br />

bulmuştu. Nitekim Muybridge<br />

hayatının geri kalan bölümünü<br />

de aynı takıntılı tutumla insan ve<br />

hayvan devinimlerinin evrelerini<br />

görüntülemeye vakfetmişti.<br />

Kısacası, görsel algının<br />

belli koşullar oluştuğunda<br />

yanılabilmesi ilkesi üzerine inşa<br />

edilen ve bugün görsel kültürün<br />

belki de en hacimli parçasını<br />

oluşturan hareketli görüntü<br />

üretimi, bir kafa travması ve<br />

onun yol açtığı sıradışı düşünce<br />

süreçleri sayesinde var olmuştur.<br />

Muybridge’in öyküsü tekil bir<br />

vaka sanılmasın. Birçok önemli<br />

mucidin, düşünürün, sanatçının<br />

geçmişine ve sağlık öyküsüne<br />

bakıldığında öyle ya da böyle<br />

ağır travmalara, rahatsızlıklara,<br />

kısacası arızalara rastlamak<br />

olağandır. Gelişigüzel bazı<br />

örnekleri sıralayalım:<br />

Ünlü sanatçı Joseph Beuys,<br />

1944’te Kırım cephesinde Alman<br />

Hava Kuvvetleri’ne bağlı bir uçakta<br />

nişancı olarak görev yaparken<br />

uçak vurularak düşürülmüştü.<br />

Beuys neredeyse tüm sanat<br />

üretimini, uçak enkazından göçebe<br />

Tatar köylüler tarafından kurtarılıp<br />

uzun süre bilincini yitirmiş<br />

bir halde keçe ve yağ içinde<br />

uyutulduğu ve bu sayede hayata<br />

döndüğü günlerdeki –kimilerine<br />

göre hayal ürünü olan– sarsıcı<br />

deneyimine dayandırmaktadır.<br />

Bugün tüm dünyada bilinen ve<br />

ikonik değer taşıyan masallarıyla<br />

ünlü Danimarkalı yazar Hans<br />

Christian Andersen, ortaokul<br />

yıllarında bir süre evinde yaşadığı<br />

okul müdürü tarafından taciz<br />

edilmişti. Öğrencilik yılları<br />

acılarla dolu geçen Andersen’in,<br />

okuma-yazma sırasında kendisini<br />

gösteren bir algı bozukluğu<br />

olan disleksi sorunu da vardı.<br />

Ludwig Van Beethoven’ın, işitme<br />

duyusunu kaybetmesinden<br />

sonra baş gösteren, hiç<br />

kesilmeyen bir çınlama sesi<br />

olarak deneyimlenen tinitus<br />

sorununun yanı sıra çok daha<br />

erken dönemlerinden itibaren<br />

bipolar davranış bozukluğu<br />

olduğu düşünülmektedir. Dünyaya<br />

prematüre bir bebek olarak<br />

gelen Winston Churchill, hırçın<br />

ve asi ruhlu olduğu için başarısız<br />

ve cezalarla geçen okul yılları<br />

boyunca aile özlemi çekmişti.<br />

Özellikle “s” harfini söylemekte<br />

güçlük çekme ve kekeleme<br />

[ 88] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


içiminde kendisini gösteren bir<br />

konuşma bozukluğu vardı. Ruh<br />

halinin dalgalandığını saklamayan<br />

ünlü devlet adamı, depresif<br />

dönemlerinde resim yapıyordu.<br />

Melankolik ve dalgın bir adam<br />

olduğu anlatılan Abraham Lincoln<br />

de depresyon hastasıydı. Sekiz<br />

yaşındayken annesi ile babasının<br />

ayrılığından fazlasıyla etkilenen<br />

Kurt Cobain, yakınları için her<br />

zaman sorunlu bir çocuk olmuş<br />

ve sonunda kendi yaşamına son<br />

vermiştir. Charles Darwin panik<br />

atak, Emily Dickinson obsesifkompulsif<br />

davranış bozukluğu,<br />

sadece ABD’de 1093 patente<br />

sahip olan Thomas Alva Edison ise<br />

dikkatini yoğunlaştırmakta güçlük<br />

ve tıpkı Andersen gibi disleksi<br />

sorunları ile uğraşmıştı.<br />

Listeyi, çoğu depresyondan<br />

muzdarip ve hatırı sayılır bir<br />

bölümü kendi yaşamına son<br />

vermiş olan Ernest Hemingway,<br />

F. Scott Fitzgerald, Paul<br />

Gauguin, Johann Wolfgang von<br />

Goethe, Victor Hugo, Thomas<br />

Jefferson, John Keats, Jack<br />

Kerouac, Norman Mailer, Martin<br />

Luther, Michelangelo, Florence<br />

Nightingale, Georgia O’Keefe,<br />

Pablo Picasso, Sylvia Plath, Diane<br />

Arbus, Sir Isaac Newton, Edgar<br />

Allan Poe, Joel-Peter Witkin,<br />

Hermann Hesse, Jackson Pollock,<br />

Cole Porter, Mark Rothko, Paul<br />

Simon, Lev Tolstoy, Kurt Vonnegut,<br />

tabii ki Vincent van Gogh ve hatta<br />

Peanuts karakterlerinin yaratıcısı<br />

Charles M. Schulz gibi isimlerle<br />

uzatabilir, Türkiye’den Yavuz Çetin,<br />

Nilgün Marmara, Fikret Muallâ,<br />

Neyzen Tevfik, Kerim Çaplı gibi<br />

isimler ekleyebiliriz.<br />

Öyle görünüyor ki dünyayı<br />

huzursuz, hatta “arızalı” insanlar<br />

değiştiriyor. Çoğunun çocuk<br />

yaşlarda başlarından geçen,<br />

ruhlarında derin izler bırakan<br />

sarsıcı deneyimleri var.<br />

Yine de öyküsü yukarıda aktarılan<br />

Muybridge’in durumunda olduğu<br />

gibi fiziksel hasarlar bir tarafa<br />

bırakılırsa aşırı derecede duyarlı,<br />

kırılgan, zor huzur bulan bir ruhun<br />

mu yoksa ortalama bir ruhu bu<br />

hale getiren travmanın mı önce<br />

geldiğini söylemek zor. Örneğin,<br />

fotoğrafçı Joel-Peter Witkin’in<br />

oldukça sert ve çoğu kez tartışmalı<br />

sanat üretimini etkilediği kabul<br />

edilen, küçük bir çocukken tanık<br />

olduğu korkunç trafik kazası…<br />

Kazada hayatını kaybeden bir kızın<br />

gövdesinden ayrılarak havaya<br />

fırlayan başının küçük Joel’in<br />

önüne düşmesi hadisesine,<br />

sanatçının ikiz kardeşi ve orada<br />

bulunan büyük bir kalabalık<br />

da aynı anda tanık olmuştur.<br />

Ancak, Joel’in kardeşinin ve diğer<br />

tanıkların bu sarsıcı deneyimden<br />

daha az ya da en azından daha<br />

farklı bir biçimde etkilendiği<br />

ortadadır.<br />

Deha düzeyindeki zekânın<br />

da bir anomali olarak kabul<br />

edildiğini söyledikten sonra belki<br />

de ancak iki arızanın bir araya<br />

gelmesiyle, yani sıra dışı bir<br />

ruh –ya da bu sözcük hoşunuza<br />

gitmiyorsa, akıl da diyebiliriz– ile<br />

travmanın çarpışması sonucunda<br />

tıpkı bir kibritin uygun yüzeye<br />

çarpmasında olduğu gibi ortaya<br />

alev çıkmaktadır. Bu alev çoğu<br />

zaman uygarlığa, ama kimi zaman<br />

da yıkıma hizmet etmiştir.<br />

Bir türlü dersini anlayamayan<br />

öğrencinin kafasına, yumruk<br />

haline getirdiği elinin sert eklem<br />

yerleri ile vuran öğretmen, bu<br />

sembolik davranışı ile belki de<br />

bir mucit, sıra dışı bir sanatçı,<br />

dünyayı değiştirecek bir birey<br />

yaratmaya çalışmaktadır. Ne var ki<br />

bu sarsıntıya, bu travmaya cevap<br />

verecek sıra dışı akıl orada yoksa<br />

sonuç ne yazık ki sadece hasar<br />

olacaktır.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 89]


HASAN SERDAR GERGERLİOĞLU<br />

SİNEZOFYA<br />

“Artık bir<br />

‘Sinezof’sunuz”<br />

Düşünen ya da<br />

düşündüren bir<br />

sinema ortaya koymak<br />

ya da Sinema üzerine<br />

düşünmek emek<br />

ister. Hareketi ortaya<br />

koyanla ortak bir<br />

düşünce için harekete<br />

katılmamız gerekir.<br />

Çabuk tüketilen abur<br />

cubur bir film değilse,<br />

filmi seyretmeyi<br />

bıraktığınızda, filmin<br />

bıraktığı etkiyle bu<br />

eylem insan zihninde<br />

devam eder. Film sanki<br />

bir enfeksiyon gibi<br />

zihnimize bulaşmıştır.<br />

Eşyaların hareketini kavramaya<br />

yardımcı olan tek şey onun statik<br />

(durağan) olmasıdır. Statik olan,<br />

durup bize hareket edenin anlamını<br />

kavramamıza yardım eder. Statik olanın<br />

zıttı olan kinetik ise bize dikkat çekici<br />

olanı verir. İşte bu yüzden film eylemi<br />

sinema, kinetik olanla örtüşür. Statik<br />

ve kinetik arasındaki denge ise filmin<br />

yönetmeninin elindedir. Bu dengeyi<br />

ister zanaatkar bir yönetmenin eliyle<br />

teknik açıdan zirvede bir film (motion)<br />

isterse de otör (auteur) bir yönetmenle<br />

7. sanat dedirtecek sanatsal dokunuşla<br />

hissederiz.<br />

Bazen bazı yönetmenler klasik sinema<br />

olgusunu ters yüz etmek istemiştir.<br />

Bizi şaşırtmak, belki daha çok yormak<br />

ya da dikkatimizi düşünmeye sevk<br />

etmek için. Yeni dalganın önemli<br />

yönetmenlerinden Jean-Luc Godard<br />

işte böyledir. Statik zeminde hareket<br />

eden o kadar çok görüntü dahil olur<br />

ki filmlerine, nereye odaklanacağınızı<br />

şaşırırsınız. Uyaranlar karşısında<br />

beyniniz bombardımana uğrar. Hepsi<br />

zihne önemli bilgisi veren, beyninizin<br />

kıvrıntılı kısmında (neokortikal) sizi<br />

harekete geçirecek çokça veri vardır.<br />

Bazen de aksiyon filmleri seyredersiniz<br />

ama filmi izlemeyi bitirdiğinizde sizi<br />

bırakmaz tekrar ve tekrar izlemek<br />

istersiniz. Filmin katmanları vardır her<br />

seferinde yeni bir katmanı keşfederken<br />

lezzet alırsınız. Bu filmler her<br />

seyredişinizde yeni şeyler anlatır size<br />

ve sizi kendinizle yüzleştirir. Derinlerde<br />

kalan örüntü haline getiremediğiniz<br />

belli belirsiz sinirsel uyarılardan<br />

oluşan karanlık yöne giden aksiyona<br />

dönememiş belirsizlikler tablosu<br />

karşınıza çıkar.<br />

Otör sinema sayılmasa da kült olan<br />

filmler vardır. Bunları da seyretmek<br />

zorundasınızdır, bu filmlerin içlerindeki<br />

anlamı ya da anlamsızlığı fark etmeniz<br />

beklenir sizden. Bir otör sinemasına<br />

sanatsal kaygıyı küçümseyerek,<br />

çoğunluk psikolojisini kullanarak kötü<br />

gözle bakabilirsiniz ama bir kült filme<br />

asla.<br />

Hikmet önemlidir. Belki kimi zaman<br />

‘The Purple Rose of Cairo’ (1985) kadar<br />

‘bilgelik’ içerir. Sinemasal yolculuk<br />

bazen hayattaki gerçek sevgilerin dışına<br />

çıkartır sizi. Seyrettiğiniz şey filmdir,<br />

ama sizin için tutku olur, saplantı olur.<br />

Düşünen Beyin’inizle kuşatırsınız<br />

seyrettiklerinizi ve artık sinemanın sufi<br />

haline ulaşırsınız.<br />

Düşünürsünüz ve düşlersiniz, artık<br />

sizin için yol bir Ütopya gibidir.<br />

Düşlenen ama olmayan, ama<br />

olmasını tahayyül ettiğiniz, bir evrene<br />

yolculuk… Evet, bunun heyecanı<br />

vardır her seyrediş eyleminde. Dünya<br />

üzerinde zamanınız kısadır fakat<br />

seyredilmeye değecek binlerce film<br />

vardır, lakin ‘Sofi’nin Seçimi’ (1982)<br />

gibidir filmleri seçişimiz, kaybetmek<br />

istemediğimiz iki çocuk arasında seçim<br />

yapmak kadar zordur. Kimi zaman<br />

hiç birini seçemeden sızar gidersiniz<br />

‘Düşler Ülkesi’ne (2004). İster seyir<br />

edimlerinizden aldığınız görüntülerle,<br />

isterseniz de kendi oluşturacağınız<br />

görüntülerle…<br />

Gerçek olduğunu zannettiğimiz bir<br />

evrene ya da rüyaya ‘Sinezofya’ya<br />

beraber yolculuk etme dileğiyle.<br />

[ 90] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


9 BİLİM KURGU FİLMİ<br />

EREN AVCI<br />

[n]Beyin’lerin sevdiği<br />

BİLİMKURGU FİLMİ<br />

Bıçak<br />

Sırtı<br />

Kabuğundaki<br />

Hayalet<br />

8 7<br />

2001: Uzay<br />

Macerası<br />

Yönetmen: Ridley Scott Yapım<br />

Yılı: 1982 Senarist: Hampton<br />

Fancher, David Peoples Oyuncular:<br />

Harrison Ford, Daryl Hannah, Sean<br />

Young, Rutger Hauer, Edward<br />

James Olmos<br />

Philip K. Dick’in ‘Do Androids Dream<br />

of Electric Sheep?’ adlı romanını temel<br />

alan, yönetmenliğini Ridley Scott’ın<br />

yaptığı 1982 yılı yapımı olan film 2019<br />

yılının Los Angeles’ında geçmektedir.<br />

Büyük üretici firmalar Replikant(android)<br />

isimli insan görünümünden ayırt<br />

edilemeyen robotlar üretmektedirler.<br />

Bu robotlar galaksilerdeki kolonilerde<br />

illegal işlerin üstesinden gelinmesi için<br />

kullanılmaktadırlar. Blade Runnler isimli<br />

özel polis gücünün işi bu robotları tespit<br />

edip yakalamaktır. Tecrübeli bir Blade<br />

Runner olan Rick Deckard(Harrison<br />

Ford) görevinden sıkıldığı ve bırakmayı<br />

düşündüğü esnada Los Angelas’a gelen<br />

bir grup Replikan tespit edilir ve ona<br />

bu robotları yalakama görevi verilir.<br />

Kalabalık bir şehir olan Los Angelas’ta<br />

bu robotları ele geçirmeye çalışmak<br />

sürükleyici maceranın başlamasına<br />

sebep olacaktır...<br />

Yönetmen: Mamoru Oshii Yapım<br />

Yılı: 1995 Senarist: Kazunori Itô,<br />

Masamune Shirow Oyuncular:<br />

Atsuko Tanaka, Iemasa<br />

Kayumi, Akio Ôtsuka<br />

Japonya’da 2030’lu yıllarda geçen<br />

hikayeThe Puppet Master isimli bir<br />

hacker ve onun peşindeki ajanlara<br />

odaklanır. Dünya teknolojik açıdan<br />

çok gelişmiştir ve insanlar sanal<br />

gerçekliklerde yaşamakta, dünya düzeni<br />

bu yolla sağlanmaktadır. Puppet Master<br />

devlet destekli bir ajandır ve çok önemli<br />

istihbarat bilgilerine sahiptir. Benliğini<br />

sorgulamaya başlayan Puppet Master<br />

çeşitli eylemler düzenler ve kendisine<br />

bir beden aramaya başlar fakat onu<br />

yakalamaya çalışan çok yetenekli ajanlar<br />

ve Cyborglar vardır...<br />

Yönetmen: Stanley Kubrick<br />

Yapım Yılı: 1968 Senarist:<br />

Stanley Kubrick, Arthur C. Clarke<br />

Oyuncular: Keir Dullea, Gary<br />

Lockwood, William Sylvester<br />

Bir grup primat yemek için kavga<br />

etmektedirler. Kavgaları aralarına düşen<br />

siyah bir taş nedeniyle bölünür. Bu siyah<br />

taş primatların alet kullanmalarına<br />

sebep olacak bir gücü içinde barındırır.<br />

Bu taşın primatlarda nasıl bir değişime<br />

yol açtığını gösterdikten sonra film bir<br />

uzay gemisine geçiş yapar. Uzay aracında<br />

Ay’dan gelen esrarengiz sinyaller<br />

keşfedilir. Ay yüzeyinde primatların<br />

eline geçen aynı siyah taş tespit edilir<br />

ve sinyaller Jüpiter’e gitmektedir.<br />

Astronotlar David Bowman ve Frank<br />

Poole, Jüpiter’e doğru yola koyulurlar.<br />

Gemide HAL 9000 adında yapay zekaya<br />

sahip tüm zamanların en iyi bilgisayarı<br />

bulunmaktadır ve serüven başlar...<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 91]


9 BİLİM KURGU FİLMİ<br />

EREN AVCI<br />

MATRIX<br />

6<br />

Yıldız<br />

Savaşları<br />

Serisi<br />

5<br />

Stalker4<br />

Yönetmen: Andy Wachowski,<br />

Lana Wachowski Yapım<br />

Yılı: 1999Senarist: Andy<br />

Wachowski, Lana Wachowski<br />

Oyuncular: Keanu Reeves,<br />

Laurence Fishburne, Carrie-Anne<br />

Moss<br />

Dünyanın önde gelen yazılım<br />

şirketlerinden birinde çalışan Thomas<br />

Anderson(Keanu Reeves) gecelerini<br />

«Neo» takma adıyla hackerlık yaparak<br />

ve Matrix’i araştırarak geçirmektedir.<br />

Gizemli bir şekilde azılı suçlular olarak<br />

aranan Morpheus(Laurence Fishburne)<br />

ve Trinity(Carrie-Anne Moss) ile tanışan<br />

Neo kısa süre sonra yaşadığı dünyanın<br />

bir simulasyon olduğunu öğrenecek<br />

ve Matrix’in ne olduğunu «gerçek»<br />

gözleriyle kavramaya başlayacaktır...<br />

Yönetmen: George Lucas Yapım<br />

Yılı: 1977 Senarist: George Lucas<br />

Oyuncular: Mark Hamill, Harrison<br />

Ford, Carrie Fisher<br />

Sinema tarihinin en kült serilerinden biri<br />

olan Star Wars serisi şüphesiz ki sadece<br />

bilim kurgu sineması için değil tüm<br />

sinema tarihi içerisinde gerek hikayesi<br />

gerekse göstermiş olduğu başarı ile çok<br />

ayrı bir yere sahiptir. Seride Harrison<br />

Ford, Mark Hamill, Natalie Portman gibi<br />

birçok ünlü ve kendini ispatlamış oyuncu<br />

rol almaktadır. Luke Skywalker Jedi<br />

Şövalyesi olarak güçlere katılır, iki droid<br />

ve yetenekli bir pilot ise Prenses Leila’yı<br />

kötü Dart Vader’ın elinden kurtarmaya<br />

çalışacaktır...<br />

Yönetmen: Andrei Tarkovsky<br />

Yapım Yılı: 1979 Senarist: Arkadiy<br />

Strugatskiy, Boris Strugatskiy,<br />

Andrei Tarkovsky Oyuncular: Alisa<br />

Freyndlikh, Aleksandr<br />

Kaydanovskiy, Anatoliy Solonitsyn<br />

Rus sinemasının başyapıtlarından olan<br />

Stalker uzak bir gelecekte farklı bir<br />

dünya düzeninde geçmektedir. Dünyaya<br />

düşen dev bir göktaşı tüm yaşamı<br />

değiştirmiş ve Zone adında gizemli<br />

bir bölge oluşturmuştur. Bu gizemli<br />

bölgeye giren insanların tüm arzularının<br />

gerçekleşeceğine dair söylentiler vardır.<br />

Bu bölgede bir ‘güç’ vardır ve insan<br />

zihninin sınırlarını zorlayan gücün olduğu<br />

bölgeye sadece olgunlaşmış Stalker’lar<br />

girebilmektedir. Filmdeki kahraman<br />

Stalker kendisine yapılan tüm itirazlara<br />

rağmen bölgeye girmeye çalışan bir<br />

yazar ve bilim insanının yanında olmaya<br />

karar verir...<br />

[ 92] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


Terminatör<br />

Serisi<br />

3 1<br />

Yasak<br />

Bölge 9<br />

2<br />

12<br />

Maymun<br />

Yönetmen: James Cameron<br />

Yapım Yılı: 1984 Senarist:<br />

James Cameron, Gale Anne<br />

Hurd Oyuncular: Arnold<br />

Schwarzenegger, Linda<br />

Hamilton, Michael Biehn<br />

«Kıyamet günü» yaşanmış ve dünya<br />

üzerindeki birçok insan insanlığın<br />

yaratmış olduğu robotlar tarafından<br />

öldürülmüştür. 2029’da dünya üzerinde<br />

artık robotlar ve bir grup direnişçi insan<br />

yaşamaktadır. Makineler ellerindeki gücü<br />

daha fazla arttırmak istemektedirler ve<br />

bunun için insan direnişçilerin varlığına<br />

son vermekte kararlıdırlar. Bunun için<br />

geçmişi değiştirmeye karar verirler.<br />

Böylece istedikleri gibi bir geleceğe sahip<br />

olacaklardır. Bu sebeple direnişçilerin<br />

önderlerinden Sarah Connor’ı öldürmek<br />

üzere geçmişe Terminator adlı androidi<br />

gönderirler. Böylece direniş lideri<br />

olan John Connor’ın doğmasına engel<br />

olacaklardır...<br />

Yönetmen: Neill Blomkamp<br />

Yapım Yılı: 2009 Senarist:<br />

Neill Blomkamp, Terri Tatchell<br />

Oyuncular: Sharlto Copley, David<br />

James, Jason Cope<br />

Güney afrikada bir bölgede yaşayan<br />

uzaylılar araştırma ekipleri tarafından<br />

keşfedilir ve MNU isimli şirketin<br />

kontrolünde District 9 adı verilen<br />

denetimli bir alanda tutulurlar. Şirket<br />

yetkilileri uzaylıların teknolojisini<br />

öğrenmenin ve bu sayede çok büyük<br />

paralar kazanmanın peşindedirler. Uzaylı<br />

DNA’sına sahip olmak bu amaç için kilit<br />

rol oynamaktadır. Şirket çalışanlarından<br />

birisi olan Wikus bir virüs tarafından<br />

etkilenir ve uzaylılara benzemeye başlar.<br />

Şirket şimdi kendi çalışanının peşine<br />

düşecektir...<br />

Yönetmen: Terry Gilliam Yapım<br />

Yılı: 1995 Senarist: Chris Marker,<br />

David Webb Peoples, Janet Peoples<br />

Oyuncular: Bruce Willis, Madeleine<br />

Stowe, Brad Pitt<br />

1996 yılında 5 milyar insanın ölümüne<br />

yol açan bir virüs tüm insanlığı tehdit<br />

etmektedir. 2035’te insan nüfusunun<br />

çok az bir kısmı hayatta kalmıştır ve bu<br />

insanlar yeraltında koloniler halinde<br />

yaşamaktadırlar. Zaman makinesinin<br />

icadıyla birlikte eski mahkumlardan<br />

birisi olan James Cole(Bruce Willis)<br />

makineyi kullanmak için gönüllü olur.<br />

Geçmişe gönderilip virüsün ortaya<br />

çıkışını araştırmaya başlayan James Cole<br />

kendisini bir akıl hastanesinde bulur ve<br />

kendini insanlara inandırmaya çalışır...<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 93]


ZELİHA TAŞKAN<br />

ÇOCUKLARIMIZ VE TELEVİZYON<br />

ÇOCUKLARIMIZ<br />

VE TELEVİZYON<br />

ZELİHA<br />

TAŞKAN<br />

UZMAN<br />

PSİKOLOG<br />

[ 94] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


Bilindiği üzere<br />

B<br />

günümüzde<br />

televizyonun<br />

olumsuz etkileri<br />

birçok platformda<br />

tartışılmaktadır. Olumsuz<br />

etkilerine değinmeden önce<br />

“Acaba televizyon olumlu bir<br />

etkiye sahip midir?” sorusunu<br />

inceleyelim. Günümüzde<br />

uydu kanallarının varlığıyla<br />

televizyonda çok fazla çocuk<br />

yayını bulunmaktadır. Bu noktada<br />

çocuğumuz için hangi programları<br />

seçeceğimiz önemli bir sorudur.<br />

Ebeveyn kontrolünde, renklerin,<br />

şekillerin, kavramların verildiği<br />

programlar birlikte izlenildiğinde<br />

olumlu katkıları söz konusu<br />

olabilir. Çocuğumuzun izleyeceği<br />

programların eğitici özelliği<br />

olmasına dikkat edilmelidir.<br />

Tercih edilen programlar birlikte<br />

izlenmeli ve programda geçen<br />

durumlara çocuğumuzun<br />

anlayabileceği biçimlerde<br />

açıklamalar getirilmelidir. Bu<br />

noktada çok önemli bir husus<br />

devreye girer. Bu husus süre<br />

kısıtlamasıdır.<br />

Genel görüşlere<br />

bakıldığında, üç yaş<br />

üzeri çocuklarda<br />

izleme süresi günde<br />

1-2 saati geçmemekle<br />

birlikte üç yaş altı<br />

çocuklarımızda bu<br />

sürenin 20 dakikayı<br />

geçmemesi gerektiği<br />

vurgulanmaktadır.<br />

Süre kısıtlamasında dikkat<br />

edilecek en önemli nokta bu<br />

konuda çocuğunuza model<br />

olmaktır. Sizler televizyonu ne<br />

kadar süreyle kullanıyorsanız<br />

çocuğunuz da o yönde<br />

davranacaktır. Evdeki oturma<br />

düzeninizin televizyon odaklı<br />

olmamasına özen göstermelisiniz.<br />

Anne de baba da bu konuda aynı<br />

fikirde olmalı ve belirlenen süre<br />

dışına çıkma konusunda tutarlı<br />

olmalıdır.<br />

Televizyon<br />

çocuğunuzun<br />

yemek<br />

yemesine, uslu<br />

durmasına<br />

ya da<br />

ağlamamasına<br />

yarayan bir<br />

alet olarak<br />

kullanılmamalı<br />

onun yerine<br />

hoşuna gidecek<br />

farklı etkinlikler<br />

koymalısınız.<br />

Bu etkinlikleri zaman zaman<br />

birlikte yapabilir ve olumlu<br />

özelliklerini vurgulayarak bu<br />

davranışlarını pekiştirebilirsiniz.<br />

Bu durumda aile içi etkileşiminize<br />

ve çocuğunuzun sosyal duygusal<br />

gelişime katlı sağlamış<br />

olacaksınız.<br />

Televizyonun bilinen ve bilimsel<br />

yayınlarda vurgulanan en önemli<br />

zararı şiddet eğilimidir. Televizyona<br />

kontrolsüz bir biçimde maruz<br />

kalan çocuk problem çözme<br />

becerilerini geliştiremeyebilir<br />

ve şiddete başvurma eğilimine<br />

sahip olabilir. İletişim becerileri<br />

gelişemeyebilir ve yayınlarda<br />

kullanılan dilin etkisiyle dil<br />

gelişimi yeterli seviyelere<br />

ulaşamayabilir. Televizyon<br />

karşısında geçirilen pasif zaman<br />

yemek yeme alışkanlıklarında ve<br />

kilo durumunda dolayısıyla fiziksel<br />

gelişiminde olumsuzluklara<br />

yol açabilir. Televizyonun aşırı<br />

izlenmesi çocuğu yalnızlaştırabilir<br />

ve sosyal olarak yaşaması<br />

gereken olumlu yaşantılardan<br />

uzaklaşmasına sebep olabilir.<br />

Televizyon ve çocuk konusunda<br />

yapılan çalışmalara vakit ayırıp<br />

okumaya özen gösterirsek ve<br />

bu konudaki uzman görüşlerini<br />

uygulamaya çalışırsak birçok<br />

açıdan daha sağlıklı bireyler<br />

yetiştirebiliriz.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 95]


SİNİRBİLİMİN TUHAF VAKASI:<br />

PHINEAS GAGE<br />

SİNİRBİLİMİN<br />

TUHAF VAKASI:<br />

PHINEAS<br />

ÖZGE<br />

KARABULUT<br />

GAGE<br />

Bilim tarihindeki en<br />

ilginç vakalardan biri<br />

olan , “kafasına demir<br />

giren adam olayı”,<br />

dünyada büyük yankı<br />

uyandırmış, beynin<br />

çalışma mekanizması<br />

hakkında birçok fikir ve<br />

araştırmaya kaynaklık<br />

etmiş sıra dışı bir<br />

olaydır. İngiltere’de<br />

1948’de bir kaza<br />

eseri gerçekleşen<br />

olay, özellikle, ahlaki<br />

tutum ve davranışların<br />

beyindeki kontrol<br />

alanının saptanması<br />

açısından büyük bir<br />

öneme sahiptir.<br />

Hadi gelin şimdi tarihi<br />

Phineas Gage vakasını<br />

bir inceleyelim:<br />

İşinde başarılı ve yetenekli bir<br />

usta olan Gage için sıradan<br />

bir iş günüydü. İşini titizlikle<br />

ve ustalıkla yapan Gage, o gün<br />

biraz dikkatsiz davranacak ve<br />

sonucunu çok ağır bedellerle<br />

ödeyecekti. Demir yolu inşası<br />

için açacakları yolda, patlattıkları<br />

kayaların kritik noktalarına barut<br />

yerleştiriyor, üzerine kum ekliyor<br />

ve fitili ateşliyorlardı. Arkadaşının<br />

seslenişiyle dikkati dağılan Gage,<br />

koyması gerektiğinden çok daha<br />

az miktarda kum eklemişti.<br />

“Boomm”. Tanıklarının ifadesiyle,<br />

“gökyüzüne fırlatılmış bir roketten<br />

gelen ıslık sesi” eşliğinde bir<br />

patlama gerçekleşti. Koca<br />

ıslık tüm işçileri, Gage’in kan<br />

içindeki bedeninin uzandığı yere<br />

toplamıştı. Bir şeyler dönüyordu.<br />

Kimsenin idrak edemeyeceği;<br />

[ 96] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


ancak duruma bakılırsa gayet<br />

net tahmin edebileceği şeyler…<br />

Tahminler Gage’in ölümü<br />

üzerineydi ve en iyi olasılık diye<br />

bir şey düşünülemiyordu. Çünkü<br />

Gage başında kafasını delip geçen<br />

demir bir çubukla yere serilmişti.<br />

Çubuk Gage’in sol yanağından<br />

girerek kafatasının altını delmiş,<br />

beyninin ön tarafından geçerek<br />

dışarı ulaşmıştı. Altı kilogram<br />

ağırlığında, bir metre boya ve<br />

üç santimetre çapa sahip olan<br />

bu çubuk küçümsenemeyecek<br />

boyutlara sahipti. Bu durum,<br />

Gage’in hayatta kalmasını daha<br />

da inanılmaz hale getiriyordu.<br />

Gage ölmemişti ve ölecek gibi<br />

de durmuyordu. Bilinci açık ve<br />

yalnızca sersemlemiş halde<br />

uzanan Gage’in yardımına koşan<br />

ilk doktor, Edward Williams oldu.<br />

Dr. Williams‘a başından geçenleri<br />

kendisi anlatan Gage, doktoru<br />

hayretler içerisinde bırakmıştı.<br />

Dr.Williams, hayretle izlediği<br />

manzarayı şöyle anlatıyordu:<br />

“Daha arabadan inmeden<br />

kafasındaki yarayı fark ettim, beyin<br />

atışları açıkça görülebiliyordu.<br />

Kafasını muayene etmeden<br />

açıklayamacağım bir görüntü<br />

vardı. Kafası sanki ters çevrilmiş<br />

bir huniyi andırıyordu. Sonradan<br />

anladım ki bunun nedeni<br />

kemiğin her yönde yaklaşık beş<br />

metreye kadar kırılmış olmasıydı.<br />

Şunu da belirtmem gerekir ki<br />

kafatasına ve deri tabakalarına<br />

açılmış deliğin çapı üç buçuk<br />

santimetreydi ve kenarları dışa<br />

dönüktü. Ben bu yarayı incelerken<br />

Bay Gage, çevredekilere nasıl<br />

yaralandığını anlatıyordu. O<br />

kadar mantıklı konuşuyordu ve<br />

soruları yanıtlamaya o kadar<br />

istekliydi ki olay esnasında<br />

onun yanında bulunan tanıkları<br />

sorgulamak yerine sorularımı<br />

doğrudan kendisine yönelttim.<br />

Bay Gage bana olayın nasıl<br />

cereyan ettiğini aktardı. Şunu<br />

kesinlikle söyleyebilirim ki gerek<br />

o anda gerek daha sonraki<br />

karşılaşmalarımızda aklı<br />

tamamen yerindeydi. Sadece<br />

kazadan iki hafta kadar sonra,<br />

bir keresinde ısrarla bana John<br />

Kirwin diye hitap etti, ancak yine<br />

de tüm sorularımı kusursuz<br />

biçimde yanıtladı.”<br />

Vakasıyla uzun süre ilgilenecek<br />

olan doktoru Harlow ile ilk<br />

karşılaşması, Gage’in yürüyerek<br />

at arabasına binip gittiği<br />

pansiyonda gerçekleşti. Harlow<br />

yaranın temizlenmesi için ilk<br />

müdahaleyi yapmış, büyük<br />

yaranın üstüne ıslak tampon<br />

koyup bandajla kapattıktan<br />

sonra yarayı sargı bezlerine<br />

akması için açık bırakmıştı.<br />

Daha sonra Gage’in açık kalan<br />

yaraları iltihap kapmış, ancak<br />

o bu savaştan da galip çıkmıştı.<br />

Olay anında ölümü beklenen<br />

Gage, tanıkları şaşırtarak ölüme<br />

meydan okumakla kalmamış,<br />

hayati işlevlerini de koruyabilmişti.<br />

Ancak bu travmatik kaza<br />

Gage’deki bazı değişimleri de<br />

beraberinde getirecekti. Gage’in<br />

sol gözünün körlüğü dışında<br />

hiçbir organının işlevinde bir<br />

sıkıntısı yoktu. Konuşuyor,<br />

yürüyor ve düşünebiliyordu.<br />

Ancak geçirdiği kasılma krizleri<br />

nedeniyle bilinci yok olmuştu.<br />

Ayrıca Gage, kişiliği, huyları ve<br />

alışkanlıkları bağlamında artık<br />

eski Gage değildi. Başarılı, enerjik<br />

ve ılımlı bir karaktere sahip olan<br />

Gage artık daha düşüncesiz,<br />

kaba, dikbaşlı, küfürbaz ve<br />

saygısız birisine dönüşmüştü.<br />

Gage düşünebiliyordu; ancak bu<br />

düşünüş eskisi gibi değildi. Bu<br />

yeni düşünüş, zihinsel yetisi ile<br />

hayvansal eğilimleri arasındaki<br />

dengeyi kaybetmiş olmasından<br />

kaynaklanan, ahlaki yapıdan<br />

çok uzak bir düşünüştü. Gage<br />

artık iyi karar veremiyordu ve<br />

bu kararlar toplum tarafından<br />

hoş karşılanacak gibi değildi.<br />

Yaşamına fazlaca bağımsız ve<br />

umursamaz kararlarıyla devam<br />

ediyor, “benmerkezci” yaklaşımın<br />

doruklarında yaşıyordu. Uyumsuz,<br />

kavgacı, tembel, bakımsız ve<br />

güvensiz halleri onun bir daha<br />

eski işine dönememesine ve yeni,<br />

düzenli bir iş bulamamasına<br />

neden olmuştu. Değişen<br />

benliğiyle ancak amele işlerinde<br />

çalışabilmiş, ayrıca çok da sık yer<br />

değiştirmişti.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 97]


SİNİRBİLİMİN TUHAF<br />

VAKASI: PHINEAS GAGE<br />

Gage‘in bu akıl almaz olayı bilim<br />

adamlarının çokça üzerinde<br />

durduğu bir konu olmuş ve<br />

beyin sistemine getirilecek<br />

açıklamalarda katkı sağlamıştı.<br />

Bu bağlamda David Ferrier,<br />

hasarın yalnızca beynin prefrontal<br />

lobunda gerçekleşip beynin<br />

diğer kısımlarını etkilemediği<br />

sonucuna vardı. 1700’lerin<br />

sonunda Franz Joseph Gall,<br />

“Frenoloji” adlı önermesiyle<br />

beynin birbirinden bağımsız<br />

işlevsel bölümlerden oluştuğunu<br />

öne sürdü. Ardından Wernicke<br />

ve Broca’nın bulgularıyla, sol<br />

frontal lobun kaybının dil işlevi<br />

bozukluklarına sebep oluşundan<br />

yola çıkılarak sol frontal lobun<br />

dil işlevindeki rolü çizildi. Hanna<br />

Domasio ve Thomas Grabowski<br />

hasarın sınırlarını üç boyutlu<br />

koordinatlarla yeniden yaratmış<br />

ve David Ferrier’in iddiasını<br />

doğrulayarak frontal bölgenin ön<br />

kısmında (prefrontal bölge) daha<br />

büyük hasar olduğunu, hasarın<br />

yan taraflara taşmadığını ve<br />

sol yarıkürenin daha çok hasar<br />

gördüğünü bulmuşlardı. Daha<br />

sonraki çalışmalar da sınırı biraz<br />

daha netleştirerek ventra medial<br />

prefrontal lobun bireydeki ahlaki<br />

işlevler, karar verme, uyumluluk<br />

gibi toplumsal ve akılcı nitelikler<br />

açısından işlevsel olduğunu<br />

söylüyordu.<br />

Harvard Üniversitesi<br />

araştırmacıları tarafından<br />

kafatasının bilgisayar tomografisi<br />

çekilmiş; ancak araştırmacıların<br />

işten ayrılması sebebiyle bu veri<br />

kaybolmuştu. Ardından California<br />

Üniversitesi’nden John Van Horn<br />

ve arkadaşları, olayı yeniden<br />

incelemek adına kafatasının<br />

üç boyutlu modelini çıkararak<br />

demir çubuğun yerini tekrar<br />

tespit etmeye çalışmış ve bunun<br />

için Gage ile aynı eli kullanan 25<br />

yaşındaki 110 erkeği denek olarak<br />

kullanmışlardı.<br />

Tüm bu çalışmalar bizi beynin<br />

frontal bölgesinin ahlaksal<br />

görevler, sorumluluk, disiplin,<br />

karar verme gibi toplumsal<br />

düşünüş temelli, kontrollü ve<br />

davranışsal ögeleri kontrol eden<br />

bir yapıya sahip olduğu sonucuna<br />

ulaştırıyordu. Ancak bu işlevler<br />

frontal bölgenin tam olarak<br />

neresindeydi? Geçmişte yapılan<br />

çalışmaların verileri bu işlevlerin<br />

ventra medial prefrontal bölge<br />

tarafından yönetiliyor olduğu<br />

yönündeydi.<br />

Son gelişmeler ise bize yeni veriler<br />

sundu. Sinir yolları haritasının<br />

değişimi söz konusuydu. Plos<br />

One dergisinde yayımlanan bir<br />

araştırmaya göre,<br />

prefrontal bölgemizde<br />

özfarkındalıktan<br />

sorumlu “Superior<br />

Frontal Sulcus” ve<br />

duygular, tiksinme gibi<br />

bazı davranışlardan<br />

sorumlu “Insula”;<br />

Gage’in korkunç<br />

kazasında başrolleri<br />

oynayan bölgelerdi.<br />

Çubuk, beyin zarının %4’ünü ve<br />

beyindeki beyaz dokunun %11’ini<br />

yok etti. Beynin sol tarafında<br />

bulunan beyaz dokudan çok fazla<br />

kaybedilmesi dokuların bağlantılı<br />

olduğu sağ kısmı da etkilemiş ve<br />

bu nedenle beynin sağ kısmında<br />

da tam bir iyileşme olamamıştı.<br />

Phineas Gage vakası, geçmişte<br />

çok ilgilenilmiş olduğu gibi<br />

gelecekte de yerini koruyacak,<br />

bilime kaynaklık eden eşsiz vaka<br />

örneklerinden biridir. Bu olayın<br />

yadsınamaz katkısı sayesinde<br />

karmaşık beynimize her gün<br />

bir adım daha yaklaşıyoruz.<br />

Biliyoruz ki frontal korteksimiz,<br />

kendimiz için olduğu kadar<br />

toplumsal benliğimiz için de çok<br />

önemlidir. Bizi diğerleri tarafından<br />

sevilen kılan da “o”dur, iyi ve<br />

akılcı kararlar alıp geleceğimizi<br />

yaşanabilir kılan da…<br />

Kıymetini bilelim.<br />

[ 98] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 99]


LİMBİK<br />

SİSTEM<br />

LİMBİK SİSTEM<br />

Hipokampus,<br />

girus singuli,<br />

hipotalamus,<br />

parahipokompal<br />

alan, subkallozal<br />

oluşumlar, septum,<br />

talamusun ön<br />

çekirdekleri ve<br />

amigdalanın<br />

birlikteliğinden<br />

oluşan yapıdır.<br />

Limbik sistem,<br />

özellikle korku,<br />

öfke ve cinsel<br />

davranışlarla<br />

ilgili duygulanım<br />

durumunu ve<br />

hareketi motive<br />

eden faktörlerin<br />

kontrolünü<br />

sağlayan bölgedir.<br />

Aynı zamanda<br />

motivasyon,<br />

bellek ve algı gibi<br />

zihinsel işlevler<br />

ile ödül sistemi,<br />

maddenin kötüye<br />

kullanımı gibi<br />

deneyimlerin de<br />

merkezidir.<br />

LİMBİK KLİNİK SENDROMLAR<br />

HİPOLİMBİK: DEPRESYON, APATİ, AMNEZİ<br />

HİPERLİMBİK: MANİ, OKB, LİMBİK EPİLEPSİ,<br />

ÖFKE İŞLEV BOZUKLUĞU: UTİLİZASYON DAVRANIŞI,<br />

SOSYAL UYUMSUZLUK, ANKSİYETE, PANİK, PSİKOZ<br />

Limbik Sistem Hasarları<br />

VARSANILAR CİNSEL DÜRTÜLERDE DEĞİŞME<br />

KORKU, ÖFKE, SALDIRGANLIK BELLEK<br />

BOZUKLUĞU ŞİZOFRENİ<br />

[ 100] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


LİMBİK<br />

SİSTEMİN YAPISI<br />

AMİGDALA<br />

Motivasyon açısından anlamlı<br />

uyaranların (ödül, korku, çiftleşme<br />

vb sosyal işlevler) korktekse iletimi<br />

• Korku duyusunun kazanılması<br />

ve ifade edilmesi<br />

• Seçici biçimde<br />

Kötü koku ile aktive olur<br />

Nötral olmayan korkulu yüz<br />

ifadesiyle uyarılır<br />

• Ventromediyal prefrontal korteks<br />

öğrenilmiş korku yanıtlarının<br />

uzaması ya da bastırılmasından<br />

sorumlu<br />

• Otonom yanıt, koşullu uyaran<br />

ve bunların eşleştirilmesinin<br />

çözülümü<br />

• Affektif ve duyusal uyaranların<br />

bellekte saklanmasını sağlar<br />

• Belirgin duygusal uyarılara karşı<br />

doğrudan dikkatli ve hızlı affektif<br />

yanıtları düzenler<br />

AMİGDALA HASARI<br />

Maymun Çalışmaları<br />

• Nesnelerin duygusal uyarlara<br />

önemi kaybolur<br />

• Yılan ya da agresif maymun<br />

görünce korkmaz<br />

• Sosyal sonuçları felakettir<br />

Orbiofrontal korkteks lezyonu<br />

• Davranışsal ve ototnom yanıtlar<br />

uyumsuzdur<br />

İki taraflı amigdala hasarı nadirdir<br />

• İki taraflı dejenerasyonu<br />

olan bir hasta yüzlerdeki öfkeyi<br />

algılayamaz<br />

Otizm<br />

Suçluluk<br />

ÖRNEK 1980’lerin ortalarında<br />

Iowa Üniversitesi sinirbilim<br />

uzmanlarından Daniel Tranel’in<br />

hastalarından S.M. genetik bir<br />

durum olan Urbach-Wiethe<br />

hastalığının amigdalasında<br />

hasara sebep olması sonucu<br />

hiçbir şeyden korkmuyordu.<br />

Bu hastalıkta ciltte hasarlar ve<br />

beyinde kalsiyum çökeltilerinin<br />

birikmesi gibi belirtiler görülüyor<br />

ve bu belirtiler S.M.’nin<br />

amigdalasının iki kısmını da<br />

hasara uğratmıştı. Hastanın<br />

diğer duygularında herhangi bir<br />

bozulma meydana gelmediği<br />

için bu durum amigdalanın tüm<br />

duyguların merkezi olduğu tezini<br />

çürüttü. S.M. diğer insanlara<br />

göre güvenilir gelmeyen<br />

kişilere de güvenme eğiliminde<br />

olduğundan amigdalanın<br />

ansızın karşılaşılan tehlikelerle<br />

ilgili olmadığı sonucuna da<br />

ulaşıldı. Yani, korkuyu ayırt etme<br />

beynin bilincin dışındaki başka<br />

yerlerinde meydana geliyor; ancak<br />

korku bilinç dışına kaydedilir<br />

kaydedilmez amigdala devreye<br />

girip dikkati önemli bilgilere<br />

yöneltiyor. S.M.’nin beyni tehlikeye<br />

işaret eden bilinçsiz ipuçlarını<br />

yanlış yorumluyor, amigdala<br />

durumu değerlendirirken dehşet<br />

duygusu yerine coşku uyandırıyor.<br />

S.M.’nin korku duygusu üzerinde<br />

çalışan Feinstein, amigdala<br />

bölgelerinde benzer hasarlar<br />

görülen iki hastayla birlikte<br />

onu bir deneye alıyor. Deneyde<br />

hastalara belirli aralıklarla yüzde<br />

35 karbonsioksit içeren hava<br />

püskürten bir maske veriliyor.<br />

Deney sorasında hastalar belirgin<br />

bir panik atak geçiriyorlar.<br />

Karbondioksit kandaki asit<br />

derecesini etkileyerek beyinde bir<br />

dizi tepkimeye yol açıyor. Böylece<br />

beynin astım veya kalp krizi gibi<br />

içten gelen tehlikeleri dışarıdan<br />

gelen tehlikelerden daha farklı<br />

bir biçimde değerlendirdiği<br />

gözlemlenmiş oldu.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 101]


LİMBİK<br />

SİSTEM<br />

HİPOTALAMUS<br />

• İştah, açlık, tokluk, beslenme<br />

refleksleri<br />

• Vücut su dengesinin sağlanması<br />

• Vücut ısısının kontrolü<br />

• Kan basıncının kontrolü<br />

• Cinsel davranışlar, üreme<br />

üzerine etki<br />

• Öfke, heyecan, korku (davranış<br />

özellikleri)<br />

• Endokrin işlevler (hormonlar)<br />

TALAMUS<br />

• Duygusal bilgiyi kortekse aktarır.<br />

• Ruhsal durum ve ağrıların<br />

algılanması ile ilişkilidir.<br />

HİPOKAMPUS<br />

• Belleğin oluşumu, uzun süreli<br />

bellek oluşumu, suçluluk<br />

DENTAT GİRUS<br />

• Yeni anılar, mutluluk hissinin<br />

önemi<br />

PARAHİPOKAMPAL<br />

GİRUS<br />

• Uzaysal bellek<br />

SİNGULAT GİRUS<br />

• Otonom işlevler (kalp hızı,<br />

kan basıncı ve dikkat vb bilişsel<br />

süreçler)<br />

ORBİOFRONTAL<br />

KORTEKS<br />

• Karar verme süreci<br />

ÖDÜL<br />

MERKEZLERİ<br />

Ana ödül merkezleri orta<br />

önbeyin demeti (MFB) ve<br />

özellikle de hipotalamus<br />

çevresindedir.<br />

Zayıf uyaran ödül hissi<br />

verirken güçlü olan ceza<br />

hissi verir.<br />

Daha az güçlü ödül<br />

merkezleri de septum,<br />

amigdala, bazı<br />

talamus ve bazsal<br />

çekirdeklerdedir.<br />

Buraların uyarısı<br />

ödül hissi verir ve hoş<br />

yiyeceklere rağmen<br />

hayvanlar kendilerine<br />

elektrik uyaranı vermeyi<br />

seçerler.<br />

CEZA<br />

MERKEZLERİ<br />

Güçlü alanlar orta<br />

beyinde yer alır.<br />

Daha az güçlü<br />

alanlar amigdala ve<br />

hipokampustadır.<br />

Bu bölgelerin uyarılması<br />

hayvanlarda mutsuzluk,<br />

korku, terör hissi, ağrı<br />

ve hatta hastalanma<br />

sebebidir.<br />

[ 102] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


Örnek: Kimyager fizyolog Ivan Pavlov,<br />

köpeklerin sindirim sistemi üzerinde<br />

araştırmalar yaparken “koşullanma kavramı”nı<br />

keşfetti. Köpeklerin tükürük bezleri ve sindirim<br />

sistemi arasındaki ilişkiyi incelemek için deneye<br />

başlayan Pavlov, midenin sindirim işlemine<br />

başlamadan önce tükürük bezlerinin harekete<br />

geçmesi gerektiğini buldu. Daha sonra çeşitli<br />

uyarıcıların sindirim sistemini nasıl etkileyeceği<br />

üzerinde çalışmaya başlayan Pavlov, deneye<br />

köpeğe yemek vereceği zaman yanıp sönen<br />

bir ışık, tıklayan bir metronom ve bir zili dahil<br />

etti. Bu uyarıcılardan önce sadece yemeği<br />

gördüğünde salya akıtmaya başlayan köpek,<br />

bir süre sonra sadece bu uyarıcıları görünce<br />

de salya akıtmaya başladı. Böylece Pavlov<br />

şartlı refleksi keşfetmiş oldu ve aynı zamanda<br />

uyarıcılar sık sık yanlış uyarılar verdiğinde şartlı<br />

refleksin kaybolduğunu da ortaya koydu.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 103]


SAĞLIKLI BİR ZİHİN<br />

İÇİN ÖNERİLER<br />

Sağlıklı<br />

Bir Zihin İçin<br />

Öneriler<br />

24<br />

Gevşeme<br />

tekniklerini<br />

öğrenin. Stres<br />

beynimizi<br />

olumsuz<br />

yönde etkiler<br />

ve gevşeme<br />

yöntemleri<br />

stresin etkilerini<br />

boşalmaya<br />

yardımcı olur.<br />

1<br />

Az yiyin. Kalori kısıtlaması ve<br />

egzersizin tıbbi olarak ömrü<br />

uzattığı biliniyor.<br />

2Günde bir kez gerçekten açlık<br />

hissedin. Açlık durumlarında<br />

salgılanan ghrelin hormonu,<br />

vücudu dinçleştirmek görevi<br />

de olan büyüme hormonunun<br />

salgılanmasına ve hafıza ile<br />

ilgili bölgelerin çalışmasına<br />

katkı sağlar.<br />

3<br />

Arada bir belli gıdaları belli<br />

süreler boyunca tüketmeyin.<br />

Bu beyin dokusunun<br />

toksinlerden arınmasını ve<br />

yenilenmesini kolaylaştırır.<br />

[ 104] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


4<br />

Her gün yeni bir kelime<br />

öğrenin. Kelime hazinesine<br />

yapılan her katkı bilişsel<br />

süreçleri doğrudan etkileyerek<br />

zihinsel sağlığa olumlu etki<br />

yapar.<br />

5 Her hafta üç-dört kelimenin<br />

etimolojisini öğrenin.<br />

Kelimelerin kökenleriyle<br />

birlikte öğrenilmesi dil<br />

algılama alanlarının ve<br />

dolayısıyla entelektüel beyin<br />

işlevlerinin kapasitesini ve<br />

kalitesini yükseltir.<br />

6 Her gün en az bir kez en<br />

azından hafifçe terleyecek<br />

kadar yorulun. Hareket, beynin<br />

kan dolaşımını arttırarak<br />

zihinsel faaliyetlerin düzene<br />

girmesini sağlar ve beyin<br />

için faydalı birçok hormonun<br />

düzeyini arttırır.<br />

7<br />

Yılda bir-iki kez yeni bir motor<br />

beceri kazanın. Bu beynin yeni<br />

hücreler ve yeni bağlantılar<br />

üretmesini sağlar.<br />

8En az bir sanat dalıyla ilgilenin.<br />

Sanatsal alanlarda yapılacak<br />

her türlü faaliyet, beynin<br />

bütüncül algılama ve üretim<br />

sistemlerini faaliyete geçirerek<br />

tüm zihinsel sistemin uyum<br />

içinde çalışmasını sağlar.<br />

9<br />

Kalem ve kağıt kullanma<br />

sıklığınızı arttırın. Bu<br />

yetenekler kullanılmadıkça<br />

ilgili alanlarda yapısal<br />

bozulmalar ve yozlaşmalar<br />

başlayabiliyor.<br />

10<br />

Bilmediğiniz konularda sorular<br />

üretmeye çalışın (cevaplar<br />

önemli değil).<br />

11 Rutinlerden kaçının. Beynimiz<br />

ne kadar karmaşık olursa<br />

olsun rutin işleri yaparken<br />

çaba harcamaz ve bundan<br />

bir fayda elde etmez. Rutinin<br />

dışına çıkmak bilinci uyarır<br />

ve farkındalık düzeyimizin<br />

artmasını sağlar.<br />

12<br />

13<br />

14<br />

15<br />

Zihin haritası (mindmap)<br />

kullanmayı öğrenin. Planlama<br />

ve düşünce akışı için kullanılan<br />

zihin haritalama teknikleri,<br />

bilişsel işlevler için oldukça<br />

faydalı sonuçlar veriyor.<br />

Ciddi kararlar almadan<br />

önce yürüyüş yapın. Hafif<br />

egzersiz, beynin dolaşım<br />

ve metabolizmasını düzene<br />

sokarak daha sağlıklı<br />

düşünmenizi ve karar<br />

vermenizi sağlayabilir.<br />

Sevebileceğiniz her şeyi sevin<br />

ve sevdiklerinizi yakınınızda<br />

tutmaya gayret edin. Sevgi<br />

hissi beyinde çok olumlu<br />

etkiler yapan bir dizi değişimi<br />

tetikler.<br />

Günlük olaylarda hayret<br />

edebileceğiniz milyonlarca<br />

detay ve bağlantıya dikkat edin,<br />

gerekirse bu konuda notlar<br />

alın.<br />

16<br />

Haftada bir kez “kesin<br />

olarak bildiğiniz bir<br />

şey”den şüphe etmeye<br />

çalışın! Sorgulamak bilgi<br />

eksikliklerini keşfetmenize<br />

ve bunu tamamlamak için<br />

çabalamanıza sebep olur.<br />

17<br />

30 günlük sürelerle her gün<br />

tekrarlayabileceğiniz basit<br />

alışkanlıklar geliştirin.<br />

18 Beyin beden hareketlerini<br />

Fırsat buldukça aynada<br />

kendinize gülümseyin ve bunu<br />

içtenlikle yapmaya çalışın.<br />

kontrol ettiği gibi beden<br />

hareketleri de beyne geri<br />

bildirim yapar ve bu geri<br />

bildirimin ruh durumumuz<br />

ve beyin çalışma ritmimiz<br />

üzerinde inanılmaz etkileri<br />

vardır.<br />

19<br />

Özellikle sosyal medya<br />

ve haberlerde sizi<br />

endişelendirecek şeyler<br />

yerine mutlu edecek şeylere<br />

odaklanın.<br />

20<br />

21<br />

22<br />

23<br />

Uymasanız bile zaman<br />

planlaması çalışmaları yapın.<br />

Zaman planlaması, zihnimizin<br />

zaman algısını genişletir<br />

ve işlerimizde daha verimli<br />

olmamızı sağlar.<br />

Uykunuza çok dikkat edin.<br />

Uyku beden için değil<br />

beyin içindir ve biyolojik<br />

döngülerinize uygun bir uyku<br />

zihinsel çalışmanızı etkileyen<br />

en önemli etkenlerden biridir.<br />

Gereksiz kimyasal<br />

kullanımından uzak durun.<br />

Zihinsel gücü arttırdığı iddia<br />

edilen tüm bitkisel yahut<br />

sentetik bileşenler, sağlıklı<br />

bir zihinsel işleyiş için uzak<br />

durulması gereken şeylerdir.<br />

Kahve; azı karar çoğu zarar.<br />

Günde bir fincan kahve bilişsel<br />

işlevleri olumlu yönde etkiler<br />

ve bazı rahatsızlıklara karşı<br />

koruyucu etkileri vardır. Ancak<br />

fazla kafein alınması vücudu<br />

yorar.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 105]


BEYNİMİZE İYİ<br />

GELENİ YİYİN<br />

KARIN NASIL OLSA DOYAR<br />

PEKİ YA<br />

BEYİN?<br />

Dengeli<br />

beslenme ve<br />

vitamin, protein,<br />

mineraller<br />

bakımından<br />

zengin gıdaların<br />

tüketimi tüm<br />

diğer organlar<br />

gibi beyin<br />

fonksiyonlarının<br />

yerine getirilmesi<br />

için de önemlidir.<br />

[ 106] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


Vitamin eksikliği, boş kalorili<br />

gıdalarla yetersiz beslenme,<br />

günlük olarak alınması gereken<br />

minerallerin alınamaması beyni<br />

etkileyerek hafızayı zayıflatır, zihin<br />

karışıklığına ve konsantrasyon<br />

eksikliğine neden olur. Bazı<br />

gıdalar ise beyin, özellikle de<br />

hafıza için daha yararlıdır.<br />

Beyin çok enerji tüketiyor, hatta<br />

günlük tükettiğimiz enerjinin %25’i<br />

beyne gidiyor. Araştırmacılar,<br />

kan akışında 25 gram glükoz<br />

dolaşırken beynin en iyi şekilde<br />

çalıştığını söylüyor. Bir seferde çok<br />

ağır yemektense günde az ve sık<br />

öğünlerle yemek, yemek sonrası<br />

yorgunluğunu engellememize<br />

yardımcı olabilir; fakat gerçekten<br />

beyne direkt olarak iyi gelen<br />

yiyecekler var mı?<br />

Bu konuda yapılmış pek çok<br />

araştırma var. Bunlardan<br />

biri olan National Review of<br />

Neuroscience’ta yayınlanan bir<br />

makaleye göre Kurkumin ve<br />

omega-3 içeren besinler yaşlıların<br />

bilişsel kaybını yavaşlatıyor<br />

ve beyin hasarına sahip olan<br />

insanlarda ise bilişselliği<br />

geliştiriyor. Somon ve ceviz gibi<br />

besinler de zengin Omega-3<br />

kaynaklarından sadece ikisi.<br />

Kurkumin ise genelde, bir baharat<br />

olan zerdaçalda bulunuyor.<br />

Journal Appetite’te yayınlanan<br />

başka bir makaleye göre,<br />

araştırmacılar glisemik<br />

indeksinde (GI) düşük sıralarda<br />

olan yiyeceklerin kahvaltı için<br />

iyi olduğunu söylüyor. Glisemik<br />

indeksi, yemekleri glikoz<br />

veya şeker seviyelerinizi nasıl<br />

etkilediğine göre sıralandırıyor.<br />

Evet, çocukların hafızası ve bilişsel<br />

kabiliyetleri sabahları düşüyor;<br />

fakat yapılan düşük GI kahvaltısı,<br />

yüksek GI kahvaltısına oranla<br />

bu düşüşü minimuma indiriyor.<br />

Düşük GI yemekler: meyve, sebze<br />

ve yulaf ezmesi…<br />

American Journal of Clinical<br />

Nutrition’da yayınlanan bir<br />

çalışmaya göre de Avustralya ve<br />

Endonezya’da, omega-3, demir,<br />

çinko, folat, ve A, B6, B12, C<br />

vitaminlerini içeren bir karışım,<br />

öğrencilere öğrenme konusunda<br />

ve hafıza kullanımını gerektiren<br />

sınavlarda yardımcı oldu.<br />

FOLAT BAKIMINDAN<br />

ZENGİN GIDALAR:<br />

Bir B vitamini olan folat, vücudun<br />

yeni hücreler üretmesine ve<br />

var olan hücrelerin yapısının<br />

korunmasına yardımcı olur.<br />

Özellikle gebelik döneminde<br />

yaşanabilecek folat eksikliği erken<br />

doğuma, bebeğin normal kilo<br />

altında doğmasına ve nöral tüp<br />

defekti (kusuru) oluşmasına yol<br />

açabilir.<br />

B-1 VİTAMİNİ BAKIMINDAN<br />

ZENGİN GIDALAR:<br />

B1 vitamini özellikle beyin ve sinir<br />

sisteminin sağlığını korumak<br />

açısından önem taşımaktadır.<br />

B1 vitamini eksikliği depresyon,<br />

unutkanlık ve sinirlilik haline<br />

neden olabilir. Günlük tavsiye<br />

edilen B1 vitamini miktarı<br />

yetişkin erkekler için 1.2 mg,<br />

kadınlar içinse 1.1 mg’dır.<br />

Sakatatlar, tam tahıllı pirinç,<br />

baklagiller ve şeker pekmezi<br />

iyi birer B1 kaynağıdır.<br />

B6 VİTAMİNİ<br />

YÖNÜNDEN ZENGİN<br />

GIDALAR:<br />

B6 vitamini beyin ve sinirler<br />

arasındaki iletişimi sağlayan<br />

nörotransmitterlerin<br />

oluşumu için gereklidir.<br />

Bu nedenle sağlıklı bir<br />

beyin gelişimi ve işlevi<br />

için önem taşımaktadır.<br />

B6 vitamini eksikliğinin<br />

belirtileri arasında dikkat<br />

eksikliği ve kısa süreli hafıza<br />

kaybı gibi direkt olarak<br />

beyni ilgilendiren sorunlar<br />

bulunmaktadır.<br />

OMEGA 3 VE OMEGA 6<br />

YAĞ ASİTLERİ:<br />

Normal büyümenin yanı<br />

sıra beynin gelişimi ve<br />

normal fonksiyonlarını<br />

yerine getirebilmesi<br />

açısından önemlidir. Beyin<br />

bu yağ asitlerini kendi<br />

üretemediğinden alabileceği<br />

tek kaynak tükettiğimiz<br />

gıdalardır.<br />

YUMURTA<br />

Yumurtanın kolesterolü<br />

arttırdığı yönünde kötü bir<br />

ünü olmakla birlikte düzenli<br />

yumurta tüketiminin beyin<br />

fonksiyonlarını geliştirdiğine<br />

dair bazı araştırma sonuçları<br />

bulunmaktadır.<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 107]


BİLİM KURGU EDEBİYATINDAN<br />

SEÇKİLER<br />

[n]Beyin’de en sevilen eserler<br />

Karanlığın<br />

Sol Eli<br />

1<br />

ŞEFFAF<br />

2<br />

3<br />

Fahrenheit<br />

451<br />

Bilim kurgu’nun en önemli iki ödülü olan Hugo<br />

ve Nebula’nın sahibi Karanlığın Sol Eli, dünyaya<br />

çok benzeyen ‘Kış’ adlı bir gezegende geçiyor.<br />

Bu gezegende yılın en sıcak zamanlarında<br />

bile yarı-kutup iklimi yaşanır ve tüm sakinleri<br />

çift cinsiyetlidir. Cinsel kimliğin bir statü ya da<br />

güç aracı olarak kullanılmadığı bu gezegende<br />

kişiler yılın belli bir döneminde o anki<br />

hormonal durumlarına göre erkek ya da kadın<br />

olmaktadırlar. Öyle ki, birkaç çocuk doğurmuş<br />

bir anne daha sonra başka çocukların babası<br />

olabilmektedir. “Arkadaşlık” ve “sevgililik”<br />

arasındaki “boşluk” anlamsızlaşmış; insan<br />

düşüncesini belirleyen düalizm eğilimi<br />

azalmış; insanlığın güçlü/zayıf, koruyucu/<br />

korunan, hükmeden/hükmedilen, sahip olan/<br />

sahip olunan... Ve benzeri ikiliklerini oluşturan<br />

temeller zayıflamış gibidir. ‘Kış’ Cehaletin,<br />

şimdinin, mevcudiyetin ilerlemeden daha gözde<br />

olduğu bir gezegendir.<br />

Bir gün ‘Kış’a uzaydan bir erkek elçi gelir ve<br />

onların da katılmasını istediği bir gezegenler<br />

birliğinden söz eder... Elçinin gelişiyle birlikte<br />

yerli ile yabancı, erkek ile dişi, benzerlik ve<br />

benzemezlik, parça ile bütün arasındaki ilişki<br />

ve çelişkiler insanlardaki karşılıklarını bulup<br />

yaşamaya başlar...<br />

Ursula K. Le Guin’in en önemli eserlerinden<br />

biri olan Karanlığın Sol Eli, Ümit Altuğ’un<br />

çevirisiyle Ayrıntı’dan çıkan kitaplar arasında.<br />

Şeffaf (İngilizce orijinal adı: The<br />

Tommyknockers) orijinal dilinde 1987<br />

yılında yayınlanan Stephen King’in bilim<br />

kurgu ve korku türündeki romanı. Türkçe<br />

çevirisinde “Şeffaf” adı verilmişse de<br />

Tommyknockers kelimesi 1820’lerde<br />

Pensilvanya’da ve Kaliforniya’da altına<br />

hücum döneminde ellerinde çekiçle<br />

madenlerde bulunduğu düşünülen<br />

korkutucu küçük adamlara deniliyordu.<br />

Madenciler arasında korkutucu hikayeler<br />

bu dönemde yaygınlaşmıştı.<br />

Yazar, bu bilim kurgu romanında önce<br />

Roberta Anderson adlı karakterin<br />

hayatına odaklanıyor. Daha sonra<br />

dünya dışı varlıkların insanlığı tehlikeye<br />

süreklediğini fark ediyoruz.<br />

Ray Bradbury’nin 1951’te ilk defa basılan<br />

ünlü bilim kurgu romanıdır. Baskıcı<br />

bir gelecek toplumunun anlatıldığı bu<br />

kitap aynı zamanda distopya olarak da<br />

sınıflandırılabilir.<br />

Eser, kitapların itfayeciler tarafından<br />

yakıldığı, insanların sadece televizyonda<br />

beyin yıkayıcı şovlar izlediği ve kitap<br />

bulundurup düşünen insanların yok<br />

edildiği bir gelecekte geçmektedir.<br />

Kitap adını, kağıdın 451 Fahrenheit’ta<br />

tutuşması gerçeğinden almaktadır.<br />

Aynı zamanda ünlü Fransız sinemacı,<br />

François Truffaut tarafından da sinemaya<br />

uyarlanmıştır ancak Truffaut kendi<br />

yorumunu katmayı tercih etmiş ve<br />

kurguda bazı değişiklikler yapmıştır.<br />

Bu film Türkiye’de “Değişen Dünyanın<br />

İnsanları” adıyla gösterime girmişti.<br />

BİLİMKURGU BİLİMKURGU BİLİMKURGU<br />

[ 108] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


Android’ler<br />

Elektrikli Koyun<br />

Düşler mi?<br />

4 6<br />

5<br />

1984 Üç Cisim<br />

Problemi<br />

İlk kez 1968 senesinde yayınlanan Philip<br />

K. Dick tarafından yazılan bilim kurgu<br />

romanıdır. Hikaye örgüsü, bir android<br />

avcısı Rick Deckard’ın, ikinci bir avcı John<br />

İsidore isyancı androidlerin peşinden<br />

gitmesi anlatılır. Roman insanlık<br />

felsefesini inceler. 1982 yılında Hampton<br />

Fancher ve David Peoples’ın kitaptan<br />

uyarladıkları senaryo Ridley Scott<br />

tarafından Harrison Ford’un başrolde<br />

olduğu Bıçak Sırtı adlı filme çekildi.<br />

Kitabın devam romanlarının başlığı da<br />

Blade Runner olarak kondu.<br />

Kitap 1968 yılında Nebula Ödülleri’nde<br />

adaylık elde etti. 1998 yılında ise Locus<br />

Poll Ödülleri’nde 1990 yılından önce<br />

yayımlanmış en iyi bilim kurgu kitabı<br />

seçildi.<br />

“Parti’nin dünya görüşü, onu hiç<br />

anlayamayan insanlara çok daha kolay<br />

dayatılıyordu. (...) Her şeyi yutuyorlar<br />

ve hiçbir zarar görmüyorlardı çünkü<br />

tıpkı bir mısır tanesinin bir kuşun<br />

bedeninden sindirilmeden geçip gitmesi<br />

gibi, yuttuklarından geriye bir şey<br />

kalmıyordu.”<br />

George Orwell’in kült kitabı Bin Dokuz<br />

Yüz Seksen Dört, yazarın geleceğe ilişkin<br />

bir kâbus senaryosudur. Bireyselliğin<br />

yok edildiği, zihnin kontrol altına<br />

alındığı, insanların makineleşmiş<br />

kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir<br />

dünya düzeni, romanda inanılmaz bir<br />

hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar<br />

kurgulanmıştır. Geçmişte ve günümüzde<br />

dünya sahnesinde tezgâhlanan oyunlar<br />

düşünüldüğünde, ütopik olduğu kadar<br />

gerçekçi bir romandır Bin Dokuz Yüz<br />

Seksen Dört. Güncelliğini hiçbir zaman<br />

yitirmeyen bir başyapıttır; yalnızca yarına<br />

değil, bugüne de ilişkin bir uyarı çığlığıdır.<br />

Yılın bilim kurgu romanı Üç Cisim<br />

Problemi, 2015 Hugo En İyi Roman Ödülü<br />

2014 Nebula Ödülü Adayı 2015 Locus<br />

Ödülü Adayı 2015 John W. Campbell<br />

Ödülü Adayı.<br />

Gizli bir askeri proje, uzaylılarla iletişime<br />

geçmek için uzaya sinyal gönderir, bu<br />

sinyali yakalayan, yıkımın eşiğindeki<br />

bir uygarlık ise Dünya’yı kendisi için<br />

istemektedir.<br />

BİLİMKURGU BİLİMKURGU BİLİMKURGU<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 109]


BİLİM KURGU EDEBİYATINDAN<br />

SEÇKİLER<br />

BİLİM KİTAPLARINDAN<br />

SEÇKİLER<br />

Zamanın<br />

Muhafızı<br />

7<br />

2<br />

Düş<br />

Dokumacısı<br />

3<br />

Büyük<br />

Gökbilimciler<br />

“Kimse kaderi değiştiremez... Evren<br />

buna izin vermez. Ve Allah’tan başka<br />

hiçbir güç, kıyamet saatini ne ileri ne<br />

de geri kaydırabilir. Bir şeyler buna<br />

neden olacak olur ise Zamanın Muhafızı<br />

müdahale etmek zorunda kalır. Çünkü<br />

o, kıyamet saatine kadar zamanı<br />

korumakla görevlidir. Korkunç bir uçak<br />

kazası, kazadan mucize eseri kurtulan<br />

bir doktoru ve evrenin sırlarını çözmeye<br />

çalışan bir kuantum fizikçisini birbirine<br />

bağlar. Fakat bu, evreni tehlikeye sokar<br />

ve Zamanın Muhafızı beklenmedik bir<br />

anda ortaya çıkar.”<br />

Ankara’dan Peru’nun yağmur<br />

ormanlarına, İstanbul’dan İngiltere’ye<br />

uzanan bilinmezlerle dolu, sürükleyici<br />

bir yolculuk sizi bekliyor. Etkileyici<br />

hikâyesi, muhteşem kurgusu ve akıcı<br />

diliyle bu romanın her sayfasını merakla<br />

çevireceksiniz. Ve hiç tahmin etmediğiniz<br />

bir sona ulaşırken Zamanın Muhafızı<br />

gerçeklik kavramınızı altüst edecek.<br />

Neyin gerçek, neyin rüya olduğunu kim<br />

bilebilir?<br />

Douwe Draaisma’nın kitabı yazma süreci,<br />

bir arkadaşının ricası üzerine körlerin düş<br />

yaşamı hakkında araştırma yapmasıyla<br />

başlamış. “Doğuştan körlerin düşlerinde<br />

görsel imgeler bulunmaz, peki ama o zaman<br />

ne olur düşlerinde? O boşluk sesler, kokular<br />

ve dokunma izlenimleriyle mi doldurulur?<br />

Görüntüsüz düşe gene de düş denebilir mi?”<br />

Bu sorular kısa zamanda beraberinde<br />

başka soruları da getirmiş elbette: “Düşteki<br />

görüntüler gerçekte ‘bir tür film gibi’<br />

deneyimleniyorsa, neden onca insan düşlerini<br />

siyah beyaz mı, renkli mi gördükleri sorusunu<br />

cevaplamayı çok zor bulur? Düş görürken<br />

insan düş gördüğünü fark edebilir mi? ... Erotik<br />

düşler, en derinlerde yatan cinsel arzuların mı<br />

ifadesidir? Kâbuslardaki korku niçin insanın<br />

hareket edememesi hissiyle ilintilidir? Uçma<br />

düşleri neden her zaman hoş duygular bırakır<br />

görende? … Ve elbette soruların en zoru: Bir<br />

anlamı var mıdır düşlerin?”<br />

Kimi zaman hatırlamasak da hemen herkesin<br />

düş gördüğünü göz önüne alırsak, hepimizin<br />

bir noktada merak etmiş olabileceği sorular<br />

bunlar. Draaisma ise her zamanki hoş<br />

sohbet üslubuyla, bilimsel bulguları ilginç<br />

anekdotlarla harmanlayarak ele alıyor bu ve<br />

benzeri konuları.<br />

“Tüm doğa bilimleri içinde, sorgulayan<br />

kişiye gökbilim kadar görkemli nesneler<br />

sunan bir başka bilim dalı daha yoktur.<br />

En eski zamanlardan beri yıldızların<br />

incelenmesi, günümüzdeki cazibesine<br />

sahip olagelmiştir. En ilkel toplumlarda,<br />

Güneş, Ay ve yıldızların hareketleri,<br />

insan ilişkileri üzerinde sahip oldukları<br />

düşünülen etkileri nedeniyle ilgi<br />

çekmiştir.”<br />

Cambridge Üniversitesi Lowndean<br />

Gökbilim ve Geometri Profesörü olan<br />

Robert Stawell Ball’ın kaleme aldığı bu<br />

kitapta, yalnızca gökyüzünü seyreden<br />

yıldız gözlemcilerinden tutun, masası<br />

başında çalışan soyut matematikçilere<br />

varıncaya dek pek çok farklı alanda<br />

çalışan nice gökbilimcinin, bilim tarihine<br />

yaptığı değerli katkıları bulacaksınız.<br />

BİLİMKURGU BİLİM BİLİM<br />

[ 110] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


Aborcinler<br />

4 6<br />

5<br />

Elektronun<br />

Tarihçesi<br />

Modern<br />

Bilimin<br />

Oluşumu<br />

Beyaz tarihçilerin ve beyaz insanların çoğu<br />

tek taraflı biçimde, yaptıklarının hep iyi ve<br />

güzel yanlarından, yerli halkların ise hep kötü<br />

yanlarından dem vurdular. Böyle yazdılar<br />

çizdiler, böyle anlattılar. Çoğu zaman yalan<br />

söylediler. Doğruları ise ezilen, toprakları,<br />

kültürleri ve inançları ellerinden zorla alınan<br />

yerli halklar söyleyecek.<br />

Aboricinlerle ilgili Türkçe bilgi ancak<br />

ansiklopedilerde veya bazı “sığ” çalışmalarda<br />

bulunuyor. Örneğin, Amerikalı yazar Marlo<br />

Morgan’ın Bir Çift Yürek ve Sonsuzluğun Mesajı<br />

adlı kitapları Türkiye’de yayınlandığında ki, bu<br />

kitaplar Avustralya’ya hiç gelmedi ve büyük<br />

sansasyon yaratmıştı. Gerçekte Marlo Morgan<br />

hiç Avustralya’ya gelmiş ve Aboricinlerin bile<br />

güçlükle yaşadığı o zor doğa koşullarında bir<br />

beyaz tenli olarak onlarla birlikte yaşamış<br />

mıydı? Yazarın kitaplarında daha çok Kuzey<br />

Amerikalı yerlilerin yaşam şekilleri ve<br />

inançlarına benzeyen bazı konuları işlemesine<br />

bakılırsa bu sorulara olumlu yanıt vermek zor.<br />

Uzun ve yorucu bir uğraş sonunda ortaya çıkan<br />

bu çalışma, Avustralya yerlileri Aboricinlerin<br />

kökeninin, sosyal ve kültürel yapılarının,<br />

inançlarının, geleneksel yaşam biçimlerinin<br />

ve sanatlarının yakından tanınması için<br />

yapılmış bir araştırmadır. Aynı zamanda,<br />

topraklarının beyazlar tarafından nasıl işgal<br />

edildiğini, kültürlerinin nasıl yok edildiğini,<br />

soykırımı, katliamları ve beyaz istilacılara karşı<br />

topraklarını nasıl savunduklarını anlatan hazin<br />

bir öyküdür.<br />

Deneysel Fizik Profesörü ve Cambridge<br />

Cavendish Laboratuvarı müdürü Joseph<br />

John Thomson, 1897’de, katot ışınlarında<br />

elektrik taşıyan öğelere parçacıklı<br />

bir doğa atfetti. Bu olay, geleneksel<br />

olarak elektronun keşfi kabul edilen<br />

gelişmenin ana unsurudur. Tam otuz<br />

sene sonra oğlu George Paget Thomson,<br />

elektron kırınımının ilk görüntülerini<br />

elde etti ve bu görüntüler sayesinde,<br />

babasının elektronlarının dalga benzeri<br />

davranışlarını gösterdi. İşe bakın<br />

ki, babası bir dalga görüngüsünün<br />

(katot ışınları) tanecikler bağlamında<br />

açıklanabileceğini göstermişken, oğlu<br />

da babasının belirlediği taneciklerin<br />

dalga özelliği taşıdığını ileri sürüyordu.<br />

Elinizdeki kitabın öyküsü kısaca budur.<br />

Birçok fizikçi ve bilim tarihçisi bu<br />

öyküye aşina olsa da, bu kitapta ilk defa<br />

ayrıntılarıyla anlatılıyor.<br />

“Bilimsel devrim, doğa konusundaki<br />

düşünce kategorilerinin yeniden<br />

yapılanmasından öte bir şeydi. Bilimsel<br />

araştırma etkinliklerinde gittikçe artan<br />

sayıda kişinin yer almasını ve modern<br />

yaşamda gittikçe daha etkin rol oynayan<br />

yeni bir teoriler kümesinin yayılmasını da<br />

ifade eden toplumsal bir olguydu.”<br />

-Richard S. Westfall-<br />

Ağırlıklı olarak 17. yüzyıl bilim tarihine<br />

yoğunlaşan bu kitabın ana tezi,<br />

modern bilimin oluşmasındaki temel<br />

düşüncelerin, kendi iç mantıkları<br />

uyarınca geliştikleridir.<br />

Westfall’in deyimiyle bu kitap, bilimsel<br />

devrim tarihinde ağırlık merkezinin<br />

düşünce tarihi olduğuna dair inancın bir<br />

ifadesidir.<br />

BİLİM BİLİM BİLİM<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 111]


NÖROPAZARLAMA<br />

BERÇİM BERBEROĞLU<br />

Bu “iş”te bi’<br />

[n]öro’luk<br />

var!<br />

BERÇİM<br />

BERBEROĞLU<br />

Nöropazarlama<br />

1990’lı yılların başında<br />

Amerika ve Avrupa’da<br />

hızla gelişmeye başladı.<br />

1990 yılında Harvard<br />

Üniversitesi’nden Prof.<br />

Dr. Gerry Zaltman’ın,<br />

kısaca fMRI olarak<br />

bildiğimiz “işlevsel<br />

manyetik rezonans<br />

görüntüleme”<br />

cihazlarını ilk<br />

kez pazarlama<br />

araştırmalarında<br />

kullanmasıyla<br />

gündeme gelen<br />

nöropazarlamanın isim<br />

babası ise Prof. Dr. Ale<br />

Smidts oldu.<br />

Teknolojinin hızla gelişmesi,<br />

her alanda olduğu gibi<br />

sinirbilim konusunda da yapılan<br />

araştırmaların hızla artmasına<br />

ve bu alanın diğer bilim dallarıyla<br />

olan ilişkisinin derinleşmesine<br />

neden oldu. Küreselleşen<br />

günümüz dünyasıyla birlikte<br />

karmaşıklaşan tüketici istek<br />

ve ihtiyaçları, doğal olarak,<br />

işletmeler tarafından bunların<br />

tatmini açısından yeni veriler elde<br />

etme ihtiyacını da doğurdu. Bu<br />

doğrultuda da tüketicilerin karar<br />

mekanizmalarının anlaşılması<br />

büyük önem kazandı. Tam da<br />

bu sırada sinirbilim, pazarlama<br />

biliminin derdine derman olacak<br />

araçlarla ortaya çıktı. Pazarlama<br />

ile beyin bilimlerinin bu göz alıcı<br />

bir evliliğini artık “nöropazarlama”<br />

olarak biliyoruz.<br />

Nöropazarlama 1990’lı yılların<br />

başında Amerika ve Avrupa’da<br />

hızla gelişmeye başladı. 1990<br />

yılında Harvard Üniversitesi’nden<br />

Prof. Dr. Gerry Zaltman’ın,<br />

kısaca fMRI olarak bildiğimiz<br />

“işlevsel manyetik rezonans<br />

görüntüleme” cihazlarını ilk<br />

kez pazarlama araştırmalarında<br />

kullanmasıyla gündeme gelen<br />

nöropazarlamanın isim babası ise<br />

Prof. Dr. Ale Smidts oldu. Smidts<br />

2002 yılında nöropazarlama<br />

kelimesini ilk kez kullanarak<br />

bu terimin literatüre girmesini<br />

sağlamıştı. 2000’li yıllara kadar<br />

nöropazarlama araştırmaları<br />

büyük şirketler tarafından, kendi<br />

stratejilerini geliştirme yönünde<br />

özel olarak yürütülüyordu. 2002<br />

yılında ise Amerika’nın San<br />

Francisco şehrinde dünyanın ilk<br />

nöropazarlama şirketi olan Sales<br />

Brain’in kurulmasıyla bu kavram<br />

kurumsal bir nitelik kazanmış<br />

oldu. Tüm bu gelişmelerle<br />

artık adından sıkça söz ettiren<br />

nöropazarlama, ünlü marka<br />

danışmanı Martin Lindstrom’un<br />

bu konuyla ilgili araştırmalarını<br />

derlediği ve ülkemizde de çok<br />

sayıda kopyası satılan “Buy.<br />

ology” adlı kitabını yayınlamasıyla<br />

popülerliğine popülerlik kattı.<br />

[ 112] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ


Bu çiçeği burnunda<br />

araştırma yöntemi,<br />

yıllar içinde önce<br />

ürünü, sonra bilgiyi<br />

ve son olarak da<br />

“insan”ı odağına<br />

alan pazarlama için,<br />

“insan”ı anlama<br />

çabasında çığır açıcı<br />

bir yenilik olarak<br />

ortaya çıkartıyor.<br />

En yalın haliyle nöropazarlama,<br />

sinirbilimsel yöntemlerle<br />

pazarlama faaliyetlerinin<br />

planlanması ve yürütülmesi<br />

anlamına geliyor. Peki, nedir bu<br />

yöntemler?<br />

Aslında temelde nöropazarlamada<br />

kullanılan yöntemleri ikiye<br />

ayırmak mümkün: Biyometrik,<br />

yani bedendeki çeşitli değişimlere<br />

dair ölçümler ve beynin elektriksel<br />

tepkilerini ölçümleme yöntemleri.<br />

Yüz okuma (facial coding),<br />

gözbebeklerinin hareketlerinin<br />

takibi (eye-tracking), deri<br />

iletkenliği (GSR) ve kalbin elektrik<br />

faaliyetlerinin kaydedilmesi<br />

anlamına gelen elektrokardiyografi<br />

(EKG) gibi teknikler, biyometrik<br />

ölçümlemeler içinde en sık<br />

kullanılanlar. Beynin elektrik<br />

faaliyetlerinin kaydedildiği<br />

EEG (Elektroensefalografi),<br />

beynin hangi alanlarının daha<br />

fazla çalıştığını gösteren fMRI<br />

(Fonksiyonel Manyetik Rezonans<br />

Görüntüleme), kızılötesi ışınlarla<br />

beynin işlevlerini okumayı<br />

sağlayan fNIRs (İşlevsel Yakın<br />

Kızılötesi Görüntüleme), zararsız<br />

radyoaktif maddelerle beynin<br />

işlevsel alanlarının incelenebildiği<br />

PET (Pozitron Emisyon<br />

Tomografisi), beynin manyetik<br />

alanlarını görmemizi sağlayan<br />

MEG (Manyetoensefalografi)<br />

gibi cihazlar ise beyin tepkilerini<br />

gerçek zamanlı olarak<br />

görebilmemizi ve ölçebilmemizi<br />

sağlayan teknikler. Tüm bunlar<br />

içinde nöropazarlamada en<br />

çok kullanılanları ise kullanım<br />

rahatlığı ve maliyet açısında EEG<br />

ve gözbebeği takip yöntemleri.<br />

Çeşitli uyaranlara maruz<br />

kalındığında beynimizin yaydığı<br />

elektromanyetik dalgalarda<br />

bölgesel olarak frekans<br />

değişimleri meydana gelir.<br />

EEG cihazları bu frekansları<br />

ölçümlemeye olanak sağlar.<br />

Gözbebeği takip sistemleri ise<br />

gözbebeğinin hareketlerini<br />

milimetrik olarak ölçerek;<br />

katılımcıların nereye, hangi<br />

süreyle ve ne kombinasyonda<br />

baktığını analiz etmemizi sağlar.<br />

Bu iki yöntem entegre edilerek<br />

kullanıldığında kesine yakın<br />

sonuçlar elde edebiliyoruz.<br />

Günümüzde artık pazarlamayla<br />

ilgili faaliyetler çoğunlukla bu<br />

yöntemlere göre şekillendiriliyor.<br />

Mal/hizmet analizi, fiyatlandırma<br />

kararları, marka ve ürün<br />

konumlandırma, ambalaj, logo ve<br />

web tasarımı, pazarlama iletişimi<br />

çalışmaları nöropazarlamanın<br />

aktif olarak kullanıldığı<br />

alanlardan sadece birkaçı.<br />

Nöropazarlamanın odak noktası,<br />

insanların toplumsal normlarla<br />

şekillenen “doğru”yu söyleme<br />

eğilimini göz ardı ederek<br />

zihinlerinin derinliklerinde yer<br />

alan “gerçek”in peşine düşmek.<br />

İnsanlar, hiç de sanıldığı gibi<br />

“akılcı” ve sürekli olarak “akıllıca<br />

kararlar veren” canlılar değiller.<br />

Kararlarımız çoğu kez duygusal<br />

ve beynin “dilsiz ve bilinçsiz”<br />

kısımları tarafından yönlendiriliyor.<br />

İnsanlar çoğu zaman kendileriyle<br />

ilgili herkes için doğru olmayan<br />

gerçekleri söylemeyi reddetme<br />

ve genel geçer yanıtlar verme<br />

eğilimindedirler. Bunlara,<br />

kararların ve seçimlerin doğru<br />

tahlil edilip değerlendirilememesi,<br />

dolayısıyla yanlış ifade etme<br />

ihtimalini de eklediğimizde;<br />

geleneksel yöntemlerin, objektif<br />

ve doğru sonuçlara ulaşma<br />

konusunda bazı sınırlılıklara<br />

sahip olduğunu görüyoruz.<br />

Nöropazarlama, bu eksikliği<br />

geleneksel araştırma yöntemlerini<br />

sinirbilimsel dayanaklarla<br />

destekleyerek, yani bu yöntemleri<br />

karşımıza değil yanımıza alarak<br />

gidermemizi sağlayan bazı<br />

araçlar sunuyor. Yani, geleneksel<br />

araştırma yöntemlerinin<br />

keskin akılcılığına karşı çıkan<br />

nöropazarlama araştırmaları, ünlü<br />

sinirbilimci Antonio Damasio’nun<br />

“insanlar karar verirken<br />

beyinlerinin rasyonel kısımlarını<br />

değil duygusal kısımlarını<br />

kullanarak akıl dışı kararlar<br />

verirler” saptamasını gerçek<br />

hayata geçiriyor.<br />

ÇOK DİSİPLİNLİ BİR ALAN!<br />

Nöropazarlama tüketicilerin karar<br />

mekanizmalarını anlamamız için<br />

bize fizyolojik temeller sunarken;<br />

sinirbilimden olduğu kadar<br />

psikoloji, sosyoloji, davranışsal<br />

iktisat gibi dallardan da<br />

beslenmeyi ihmal etmiyor. Birçok<br />

bilim dalıyla etkileşim içinde<br />

olması ve araştırmalarını somut<br />

verilere dayandırması sebebiyle,<br />

nöropazarlama kelimesini<br />

önümüzdeki günlerde daha sık<br />

duyacağız gibi görünüyor!<br />

Kaynakça<br />

Dinçer, Atlı (2014), “Pazarlamada Yeni Bir<br />

Vizyon: Nöropazarlama”, Pi, Sayı 01, 20<br />

Girişken, Yener (2014), “Nöropazarlama<br />

Yöntemiyle Ölçümleme Üzerine Deneysel<br />

Bir Tasarım”, Pi, Sayı 01, 28<br />

[ n ]BEYİN DERGİSİ OCAK 2016 [ 113]


EDİTÖR’<br />

DEN<br />

[ 114] OCAK 2016 [ n ]BEYİN DERGİSİ

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!