dördüncü EntErnasyonal’İn uluslararası komİtEsİ
DEUK-BroşürMatbaa
DEUK-BroşürMatbaa
Create successful ePaper yourself
Turn your PDF publications into a flip-book with our unique Google optimized e-Paper software.
<strong>dördüncü</strong> enternasyonal’in <strong>uluslararası</strong> komitesi<br />
canlılarınkine" yakınlaşma eğilimi gösteriyordu.<br />
Metnin devamında, "teknolojik olarak eğitilmiş kitlelerin herhangi bir despotizmin<br />
egemenliği altına girmeye gizemli bir biçimde hazır oluşu"ndan ve bu kitlelerin<br />
"genel paranoyaya kendilerini yıkıma götürecek şekilde eğilimli oluşları"ndan söz<br />
ediyor. Burada, işçi sınıfı, kendi başına bir iradeye sahip olmayan ve herhangi bir<br />
sağcı demagojinin tuzağına düşebilecek bir güruh olarak gösterilmektedir.<br />
Bu cümleler, Almanya’daki ve <strong>uluslararası</strong> düşünsel yaşam üzerindeki etkisini bu<br />
güne kadar sürdürmüş olan "Frankfurt Okulu"nun çok önemli çalışmalarından biri<br />
olan, Max Horkheimer ile Theodor W. Adorno tarafından yazılmış Aydınlanmanın<br />
Diyalektiği adlı kitapta bulunabilir. Bildiğimiz gibi, 1968 öğrenci hareketi ve Yeşiller<br />
partisi, Frankfurt Okulu’ndan önemli ölçüde etkilenmiştir.<br />
Horkheimer ve Adorno, kendilerini kapitalizmin solcu eleştirmenleri olarak<br />
görüyorlardı. Hatta birçok insan tarafından, yanlışlıkla, Marksist olarak<br />
adlandırıldılar. Ne var ki Horkheimer ve Adorno işçi sınıfının kapitalist toplumdaki<br />
nesnel konumu nedeniyle devrimci role sahip olduğuna ilişkin Marksist bakış<br />
açısını kesin bir biçimde reddediyorlardı. Onlar, kapitalizmin gelişiminin ve<br />
çelişkilerinin işçi sınıfını gittikçe daha fazla felç etmeye hizmet ettiğini ve onu devrimci<br />
eyleme geçemez hale getirdiğini iddia edecek kadar ileri gittiler. Egemen<br />
kapitalist sınıfı, çok güçlü ve işçileri istediği gibi sömürebilecek, manipüle edebilecek<br />
ve aldatabilecek konumdaymış gibi betimlediler.<br />
Horkheimer ve Adorno şöyle yazıyorlardı: "Yönetilenler, yaşam standartlarındaki<br />
her nebze artışın kendilerini çok daha güçsüz hale getirdiğini sorgulanamayacak<br />
bir zorunluluk olarak kabul ederler. Makineleri çalıştırmak için hâlâ istihdam<br />
edilmekte olanların yaşam standartları, toplumun egemenlerinin elindeki çalışma<br />
süresinin asgari bir bölümüyle sağlama bağlanabildiği zaman, geriye kalan gereksiz<br />
fazlasına, yani toplumun geniş kesimlerine, sistemin şimdiki ve gelecekteki büyük<br />
planlarına hizmet edecek ek malzeme olarak, bir başka tabur gibi talim yaptırmış<br />
olur. Kitleler işsizler ordusu olarak beslenir ve bölünürler. Onların gözünde, modern<br />
varoluşun dil ve algılama dahil her bölümünü ön-biçimlendiren, gözetip denetlenen<br />
yaşamın önemsiz nesneleri haline indirgenmeleri, karşısında hiçbir şey yapamayacaklarını<br />
düşündükleri nesnel zorunluluğu temsil eder."<br />
Bu senaryo devrimci bir özne olarak işçi sınıfına hiç yer bırakmaz. Horkheimer ve<br />
Adorno’nun bu dögüden çıkmak üzere önerdikleri tek kaçış noktası "eleştirel<br />
düşünce" (yani toplumun onlar gibi aydınlar tarafından eleştirisi).<br />
Pablo ve Mandel, Horkheimer ve Adorno kadar ileriye gitmediler. Ancak devrimi<br />
gerçekleştirme potansiyeline sahipmiş gibi sundukları Stalinist bürokrasiye çark<br />
edişlerinde Frankfurt Okulu’nun kurucuları tarafından bu derece açıkça ifade<br />
edilen düşüncelerden güçlü bir biçimde etkilendikleri çok açık. Pablo ve Mandel,<br />
tarihin bir öznesi değil, sadece bir nesnesi olarak gördükleri işçi sınıfının devrimci<br />
doğası konusunda Horkheimer ve Adorno’nun derin kötümserliğini paylaştılar.<br />
Oportünizm ile Marksizm arasında güç ilişkisi<br />
Pablocuların benimsedikleri düşünceler pratik sonuçlar doğurdu. Onların<br />
23