Topkapı Sarayı Sarnıç Sistemleri Çalışması 20 Sözler 21 Abstracts 23
Movile MaÄarası'ndaki Tecrübem - ASPEG
Movile MaÄarası'ndaki Tecrübem - ASPEG
- No tags were found...
You also want an ePaper? Increase the reach of your titles
YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.
Karanlığı Fotoğraflamak VI<br />
Chris Howes 2<br />
Cıngırdaklı Bir Hikâye<br />
Ali Yamaç 5<br />
Movile Mağarası’ndaki Tecrübem<br />
Oana Chachula 7<br />
Mağarası Gelmek Sendromu<br />
Gülşen Küçükali 8<br />
Pseudokarst<br />
Ceyhun Uludağ 9<br />
MTA 10<br />
Sarıkaya ve Aksu Mağaraları Eğitim<br />
Gezisi<br />
Ebru Caymaz 11<br />
Evren Günay Düdeni 1998 Ekspedisyonunun<br />
Hikâyesidir<br />
Arpat Özgül 15<br />
Temuçin Aygen<br />
Ender Usuloğlu 19<br />
<strong>Topkapı</strong> <strong>Sarayı</strong> <strong>Sarnıç</strong> <strong>Sistemleri</strong><br />
<strong>Çalışması</strong><br />
Hakan Eğilmez <strong>20</strong><br />
<strong>Sözler</strong><br />
Gülşen Küçükali <strong>21</strong><br />
<strong>Abstracts</strong> <strong>23</strong>
Bülten Ekibinden...<br />
<strong>20</strong>10’un ilk Cadıkazanı bülteninde yine ilginç<br />
yazılar ve anılar mevcut. Arpat Özgül’den<br />
Peynirlikönü (Evren Günay-1998) Düdeni hakkında<br />
çok güzel bir anı yazısı var. Koray Törk sağ olsun<br />
MTA’nın faaliyetleri hakkında bizlere aydınlatıcı bir<br />
bilgi sunuyor. “Mağaram geldi sendromu”, “özlü<br />
sözler” bu sefer biraz daha değişik biraz daha<br />
farklı ve Cıngırdaklı Mağarası’nda “mühendiz”<br />
döşemecinin neler yaptığını anlatan yazılar,<br />
dudaklarımıza bir gülümseme koyuyor.<br />
ASPEG olarak, ocak ve şubat aylarını oldukça faal<br />
geçirdik. Birçok yeni üyemizi eğitimlere aldık.<br />
Akdeniz Üniversitesi Biyoloji Bölümü Araştırma<br />
Görevlisi Sait Taylan hocamız bizlere çok<br />
bilgilendirici bir mağara biyoloji semineri verdi.<br />
Marmara Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübü’nü<br />
kurmak için harekete geçen Gürcan’a ve Arif Engin<br />
Gürses hocamıza çam sakızı çoban armağanı<br />
olabildiğince destek verdik ve vermeye de devam<br />
edeceğiz. Hayırlısı ise, Türkiye bir kulüp ve daha<br />
çok mağaracılıkla uğraşan insanlar kazanacak.<br />
Temuçin Aygen’in aramızdan ayrılışının 7. yılını<br />
doldurduk, kendisini rahmetle anıyoruz.<br />
Bu Sayıda...<br />
Gezi ve Etkinliklerden kısa kısa...1<br />
Speleokültür-Karanlığı Fotoğraflamak VI.....2<br />
Cıngırdaklı Bir Hikâye.....5<br />
Movile Mağarası’ndaki Tecrübem....7<br />
Mağarası Gelmek Sendromu....8<br />
Pseudokarst....9<br />
MTA....10<br />
Sarıkaya ve Aksu Mağaraları Eğitim<br />
Gezisi...11<br />
Speleosanat....13<br />
Biliyor muydunuz?....14<br />
Evren Günay Düdeni 1998 Ekspedisyonunun<br />
Hikâyesidir...15<br />
Temuçin Aygen...19<br />
<strong>Topkapı</strong> <strong>Sarayı</strong> <strong>Sarnıç</strong> <strong>Sistemleri</strong><br />
<strong>Çalışması</strong>...<strong>20</strong><br />
<strong>Sözler</strong>...<strong>21</strong><br />
Yaşadıklarımız..22<br />
<strong>Abstracts</strong>....<strong>23</strong><br />
Bülten Ekibi<br />
Gülşen Küçükali<br />
(Gezi ve Etkinliklerden kısa kısa)<br />
Sinan Poyraz<br />
(Biliyor muydunuz?)<br />
Ender Usuloğlu<br />
(Speleosanat, Speleokültür, yayına<br />
hazırlama)<br />
Katkıda Bulunanlar<br />
Ön Kapak Fotoğrafı: Karlık Kuylucu, Bartın<br />
Hakan Eğilmez<br />
Arka Kapak Fotoğrafı: Cumayanı Mağarası,<br />
Zonguldak, Ender Usuloğlu<br />
Yazılar: Fatih Büyüktopçu, Ebru Caymaz,<br />
Oana Chachula, Hakan Eğilmez, Gülşen<br />
Küçükali, Arpat Özgül, Ceyhun Uludağ, Ender<br />
Usuloğlu, Ali Yamaç<br />
Son Okuma: Ludmilla Büyüm<br />
ASPEG<br />
Anadolu Speleoloji Grubu<br />
www.aspeg-tr.org<br />
info@aspeg-tr.org<br />
© Tüm hakları saklıdır.<br />
Bülten içeriği kaynak belirtmek şartıyla<br />
ticari olmayan amaçlarla kullanılabilir.
Gezi ve Etkinliklerden<br />
kısa kısa ...<br />
Ayvaini Ölçüm Çalışmaları 40. Yılında<br />
1970’den beri değişik dernek ve mağaracılar<br />
tarafından ölçülen fakat halihazırda detaylı bir<br />
haritası bulunmayan Türkiye’nin en uzun 3. 4.<br />
veya 5. mağarası olan Ayvaini’ni ASPEG olarak<br />
ölçmeye başladık.<br />
10 Şubat <strong>20</strong>10’dan itibaren MAD, dernek evinde<br />
mağaracılık eğitimleri düzenlemeye başladı.<br />
13-14 Şubat <strong>20</strong>10’da Türkiye Mağaracılar<br />
Federasyonu’nun ilk toplantısı oldu.<br />
Karlık Düdeni Kar-Kış Gezisi<br />
ASPEG 04-07 Şubat tarihleri arasında 9 kişilik<br />
bir ekip olarak kış şartlarının en iyi hissedildiği<br />
Karabük/ Ovacuma’da Uluyayla Havzası’nın 2 km.<br />
güneyinde yer alan Çakman Yayla’sındaki Karlık<br />
Düden’indeydi.<br />
3 Şubat <strong>20</strong>10 İz Tv’de, MAD’ın mağaracılık<br />
belgeseli yayınlandı.<br />
Yığılca Gezisi<br />
Sekiz yeni mağaracı arkadaşımıza deneyim<br />
kazandırmak amacıyla Yığılca ve Aksu<br />
Mağaralarına gezi düzenledi. Kış şartlarında<br />
yapılan gezi yeni mağaracılar için eğitici olmasının<br />
yanında zorlayıcı olsa da ekibin, doğa şartlarına<br />
uyumu ve motivasyonun yüksekliği umut vericiydi.<br />
ITÜMAK 2-4 Ocak <strong>20</strong>10 tarihlerinde Çokrağan<br />
Mağarasına gezi düzenledi.<br />
Kurtgirmez’de Yılbaşı<br />
Geçen yıl 1 Ocak’ta toplanıp SRT yapan ekibimiz<br />
bu yılbaşına önceden hazırlıklı idi. 31 Aralık günü<br />
16 ASPEG’li Pınarbaşı Paşakonağı’na yerleştik.<br />
Yemekler ve hatta mezeler önceden hazırlanmıştı.<br />
Küre Projesİ 2. Ön Rapor<br />
Küre Dağları Milli Parkı’nda bulunan mağaralar ve<br />
bu mağaralardaki biyo-çeşitlilik ile ilgili projenin<br />
ikinci raporu da Çevre ve Orman Bakanlığı’na<br />
teslim edildi.<br />
Ayasofya ve <strong>Topkapı</strong> Projelerinin Sunumu<br />
Ayasofya Müzesi ve <strong>Topkapı</strong> <strong>Sarayı</strong>’ndaki<br />
galeri, tünel ve sarnıçlarında yürüttüğümüz<br />
araştırmalarda gelinen nokta ve elde edilen<br />
sonuçlar, “İstanbul <strong>20</strong>10 Avrupa Kültür Başkenti<br />
Etkinlikleri” çerçevesinde düzenlenen “Saray<br />
Sohbetleri” programında <strong>23</strong> Şubat <strong>20</strong>10’da bir<br />
sunumla gösterildi.<br />
29 Ocak-1Şubat <strong>20</strong>10 tarihlerinde EGEMAK ve<br />
EMAK Marmaris Bozburun’da mağara araştırma ve<br />
eğitim gezisi düzenlediler.<br />
<strong>23</strong>-26 Ocak <strong>20</strong>10 tarihleri arasında İTÜMAK<br />
ve BÜMAK, Antalya Tabak mağaralarına gezi<br />
düzenlediler.<br />
Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10 1
Speleokültür<br />
KARANLIĞI<br />
FOTOĞRAFLAMAK (YERALTI<br />
VE IŞIKLI FOTOĞRAF<br />
ÇEKMENİN TARİHÇESİ VI)<br />
Chris HOWES<br />
MAĞARA FOTOĞRAFLARI<br />
1800’LERDEN 1900’LARIN ORTASINA<br />
KADAR<br />
Büyük Rahatlık Salonu, Mammoth<br />
Mağarası’nda, yemek yerken. Stereo<br />
kartlarının arkasında, rehberlerden<br />
bir tanesi arkadaşlarına, Kentucky’nin<br />
en iyi içkisi Burbon viski dağıtırken<br />
diye yazıyor. Uzun keşiflerde, genelde<br />
yemekler mağaranın içinde yeniyordu.<br />
Yıl:1866<br />
Şeytanın evin salonuna bakarken,<br />
Jenolan Mağarası. Bu Fotoğraf Caney&<br />
Co.Mount Victoria stüdyoları tarafından<br />
Mayıs 1884’te çekilmiştir.<br />
2 Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10
Amerika’daki mağaralar genelde pazar<br />
toplantı günleri için kullanılır,<br />
yazın sıcaklığı, mağaranın serinliği ile<br />
değiştirilirdi. Bu fotoğraf, N.A.Forsyth<br />
tarafından Morrison Mağarası’nda<br />
1900’ların başında çekilmiştir.<br />
Martel’in Padirac Mağarası’nda çektiği<br />
bu fotoğraf, kamera arkası tek ışık<br />
kaynaklı ve düşük kontrast veren tipik bir<br />
fotoğraftır.<br />
Swildon’s Hole Mağarası’ndaki Old Grotto<br />
(eski mağara) Savory tarafından 13<br />
Ağustos 19<strong>21</strong>’de çekilmiştir.<br />
Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10 3
1952 yılında, Carlsbad Mağaralarında Büyük<br />
Çekim için kameralarını hazırlayan Tex Helm.<br />
Yarasa Mağarası (Bat Cave) Büyük Salon’da<br />
Davis tarafından çekilmiştir.<br />
1952 yılında Carlsbad Mağarası’nda yapılan<br />
çekimde kullanılan bol miktarda Sylvania<br />
flaşları.<br />
Büyük Salon’da Helm’in çektiği<br />
fotoğraflardan biri.<br />
4 Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10
Cıngırdaklı Bir Hikâye<br />
Ali YAMAÇ (ASPEG)<br />
Keşke manzara biraz daha iyi olsa, etrafta<br />
seyretmeye değecek birşeyler bulunsa idi.<br />
Yaklaşık yarım saattir bu çıkıntıda oturuyor ve<br />
karşılarındaki dümdüz, bomboş kalker duvarı<br />
seyrediyorlardı. Dimdik bir mağaranın <strong>20</strong>.<br />
metresindeki ufacık bir kaya çıkıntısına yerleşmiş,<br />
ayaklarını da aşağıdaki simsiyah boşluğa<br />
sallandırmış, sohbet etmekte, şuradan, buradan,<br />
havadan, sudan konuşmalarla zaman geçirmekte<br />
idiler.<br />
Bulundukları durumun saçmalığının farkında<br />
idiler tabi. Bu daracık ve aptal yerde oturup<br />
karşılarındaki dümdüz kayayı seyredeceklerine<br />
aşağı inebilir, ya da yukarı çıkabilirlerdi.<br />
Aslına bakarsanız bu iki faaliyet de şu anda<br />
yaptıklarından çok daha akıllıca olurdu, çünkü<br />
yavaş yavaş üşümeye başlamışlardı. Aşağı<br />
inecekleri ya da yukarı, dışarı çıkacakları ip iki<br />
metre yanlarında duruyordu. Uzanıp biraz da<br />
debelenseler ipe ulaşacaklardı aslında. Ama bu<br />
anlamsız bir çaba olurdu çünkü bu ipten aşağı<br />
inen üçüncü vatandaş ipin alt ucunu <strong>20</strong> metre<br />
aşağıda bir yere bağlamıştı. Hani, mağaracılıkta<br />
kuraldır ya, “Aşağıya attığınız ipin ucuna mutlaka<br />
bir düğüm<br />
atın” derler, aşağıya inen mağaracı ipin ucuna<br />
düğüm atmakla kalmamış, ucu bir yere bağlamıştı.<br />
İpin alt ucunu neden bağladığını bilmiyorlardı,<br />
bildikleri yanlarındaki ipin hem üstü, hem de altı<br />
bağlı iken bu kaya çıkıntısında oturup beklemekten<br />
ve havadan sudan sohbet etmekten başka çareleri<br />
olmadığı idi.<br />
Döşenen bu ipten ilk inen “Dalgıç”, “Burada<br />
duracak yer var, gelin” demiş, diğeri de gelmişti.<br />
“Dalgıç”ın duracak yer dediği bir arabanın ön<br />
koltuğundan ufaktı. Neyse, yer yerdi, oturmuş<br />
beklemeye başlamışlardı. Sonra üçüncü vatandaş<br />
gelmiş, oturan bu iki garibi geçmiş ve inmeye<br />
devam etmişti.<br />
Şimdi aşağıda, başka bir çıkıntıya tünemiş<br />
üçüncü vatandaşın hali en az yukarıdakiler kadar<br />
berbattı. İndiği ip burada bitmişti. Aşağıda uzanan<br />
karanlığa yeni bir ip atacaktı. Atacağı ipi başka<br />
bir yere tutturmadan önce yukarıdan gelen ipe<br />
bağlamak, yani en azından iki noktadan emniyet<br />
almaya çalışıyordu. Ona “Mühendiz” diyorlardı. Eh,<br />
“mühendiz” olduğu için herkesten farklı, yepyeni<br />
ve yaratıcı bir yöntem bulacaktı. Yeni ipi farklı iki<br />
noktadan bağlamak yerine kendince sağlam bir<br />
yöntem bulmuştu: Yukarıdan gelen ip bir bolta<br />
bağlanır, yeni ip de başka bir bolta bağlandıktan<br />
sonra “backup” olarak da bu ipe bağlanırsa mesele<br />
kalmayacaktı. Yukarıda titreşenler biraz daha<br />
bekleyiversinlerdi, ne olacak yani?<br />
Operasyon başarı ile gerçekleşti. Başarı diyorsak<br />
yanlış bir şey anlamayın lütfen; bu işlem<br />
yarım saat kadar sürmüştü. Neyse, sonunda tüm<br />
bağlantılar tamamlandı, herşey<br />
garantiye alındı ve 50 metrelik yeni ip aşağıdaki<br />
karanlığa fırlatıldı. Beklenen HIIRRŞŞŞ<br />
sesinin yerine LANNNGGG gibi garip bir ses duydu.<br />
Hay Allah, ipin ucu yumak olmuş ve<br />
düğümlenmişti. “Neyse, inerken açarım” diye<br />
düşündü “Mühendiz”.<br />
Bu arada, yukarıdaki “Locada” karşılarındaki kalker<br />
duvarı seyredenlerin sohbet konusu<br />
kadın – erkek ilişkilerine dönmüştü. Aslında, bu<br />
ortamda ve iki farklı cinsten olan kişiler<br />
için oldukça nazik bir konu idi konuşulan. Çünkü,<br />
birisinin sevgilisi aşağıdaki ip yumağını<br />
çözmeye çalışıyordu ve mağaranın o ürpertici<br />
soğuğu ilerleyen zamanda locadaki bu iki<br />
insana donmamak için birbirlerine sarılmaktan<br />
başka bir seçenek bırakmıyordu. Locadaki<br />
sohbet erkeğin eski ilişkisini bitirirken çektiği<br />
sıkıntılara dönmüşken aşağıda, düğümlenmiş<br />
ip yumağının ucundaki “Mühendiz” in bambaşka<br />
dertleri vardı: Boşluğa inen ama aslında<br />
inemeyen bir ipin ucunda sallanarak düğümü<br />
açmaya çalışıyor ve beceremiyordu! İpin<br />
diğer, yani yukarıda bağlanmış ucundan<br />
başlayarak açılması gerekiyordu, bu uç arapsaçı<br />
olmuştu ve açılmayacaktı. Küfrederek gerisin<br />
geriye yukarı çıkmaya başladı.<br />
Loca müdavimlerinin aşağıdan duydukları yegane<br />
ses ise “Siktir ….siktir….siktir” idi. Kendi<br />
aralarındaki sohbeti mağaracılık tarihine çevirdiler;<br />
kimler gelmiş, kimler geçmişti, ne<br />
olacaktı bu mağara dalgıçlarının hali, önümüzdeki<br />
yıl Maraş’ta neler yapılması gerekiyordu vs. vs. vs.<br />
“Siktir ….siktir ….siktir” lerin sahibi “Mühendiz” ise<br />
<strong>20</strong> dakika önce konuşlandığı yere geri<br />
dönmüş, çözemediği yumağı yanına çekmekte idi.<br />
Düğümlenmiş 50 metrelik 10,5<br />
milimlik Edeldrid’i o ufacık yere alıp yavaşça<br />
tamamen çözdü. Çözerken yukarıdan gelen<br />
ipe bağlı olan ucunun sorun yarattığını farketti ve<br />
o ucu da çözdü. Sonunda yumak<br />
tamamen açılmıştı. Gerçekten açılmış mı idi<br />
acaba? Aşağıya atmadan anlamak zordu.<br />
Attı. Evet, açılmıştı ip, uçurumdan aşağıya indi.<br />
Ama bu defa çok farklı bir sesle, PAATTT<br />
diye indi. Çünkü “Mühendiz” düğümü çözebilmek<br />
için ipin yukarı bağlı olan ucunu da<br />
çözmüş ve üstünün çözülmüş olduğunu unutup ipi<br />
komple aşağıya atmıştı. Yani, buraya<br />
inerken kullandığı ipin hem üstünü, hem de dibini<br />
bağlamış ama, diğer ipin hiçbir tarafını<br />
bağlamadan tümüyle aşağıya atmayı becermişti.<br />
Sahne şu: 50 metrelik inişin ortalarında bir yerde<br />
bulunan ufacık bir kaya çıkıntısına<br />
oturmuş iki insan ne yukarı, ne de aşağı<br />
gidemedikleri için yaklaşık yarım saattir<br />
Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10 5
titreşerek kadın – erkek ilişkilerinden, havadan<br />
sudan ve mağara dalgıçlığından sohbet<br />
ediyorlar. Daha aşağıda döşeme yapan ya da<br />
yapmaya çalışan “Mühendiz” ise, elinde<br />
kalan son ipi tümü ile aşağıya fırlatmış, boş<br />
gözlerle uçuruma bakıp ne halt ettiğini<br />
düşünüyor.<br />
“Sikt..…. sikt.…. sikt…..”<br />
6 Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10
Movile Mağarası’ndaki<br />
Tecrübem<br />
Oana CHACHULA (FOCUL VIU)<br />
Google’da “Movile Mağarası” diye yazarsanız birçok<br />
bilgi gelecektir; bilimsel yazılar, doktora tezleri ve<br />
projeler… Her ne kadar bu mağarada araştırma<br />
yapmadıysam da, yaşadığım kısa tecrübeyi bir<br />
mağaracı ve biyolog olarak sizlerle paylaşmak<br />
istiyorum.<br />
Mağaralara girmeden evvel, mağara hakkında çok<br />
fazla birşey duymamıştım… 1999 yılının baharında,<br />
mağaracılığa kitapları okuyarak başladım ve<br />
Romanya’daki güzel mağaralar hakkında da bilgiler<br />
edindim. En önemli mağaralar Vantului, Altarului,<br />
Sura Mare ve Movile mağaralarıdır.<br />
mağara bir mağaracı olarak benim için çok özeldi.<br />
Biyolog olarak da böyle bir ekosisteme şahit olmak<br />
ve bakterilerin kimyasal sentezlemedeki rollerini<br />
görmek muhteşemdi. Hem mağaracı hem de<br />
biyolog olarak, doğru zamanda doğru kişiydim.<br />
Hâlâ birgün orada araştırma yapmayı düşlüyorum.<br />
Kaynakça: Traian Constantinescu, 1999 “The Cave<br />
at Movile: An All Time First in Speleology”, in<br />
Nature, Ecology, Human Habitat, vol III, Bucharest<br />
Fotoğraflar: Oana Chachula<br />
Tercüme eden: Ender Usuloğlu<br />
Movile Mağarası’nda bir mağaracıyı<br />
heyecandıracak pek birşey yoktur… Deniz<br />
kenarında, sarkıtsız, çamurlu, kısa bir galeri. Çok<br />
meşhur olmuştur çünkü NASA burayı çalışmaya<br />
gelmiştir. Neden? 1986 yılında mağara Cristian<br />
Lascu tarafından bulunmuştur. Cristian, şimdi<br />
National Geographic Romanya’nın redaktörü,<br />
çok tecrübeli mağaracı, jeolog, çok iyi mağara<br />
fotoğrafçısı ve mağara dalgıcıdır. Bölgede büyük<br />
bir bina yapılmadan önce, toprak analizleri için<br />
jeolojik kazı yapılırken bulunmuştur. 18 metrelik<br />
bir kazıdan sonra mağaranın bir galerisine<br />
ulaşmışlardır. O sırada, bu mağara Dünya’da<br />
tekti. Bu mağaranın milyonlarca yıldır tamamen<br />
kapalı bir ekosistemi vardır. Yaşam, genelde<br />
güneş enerjisine (fotosentez) dayalıyken buradaki<br />
sistemde kimyasal senteze dayalıdır. Dış etkenlere<br />
milyonlarca yıl kapalı bir ekosistem. Tamamen<br />
kapalı demek yanlış olur çünkü mağaranın<br />
dibinde sülfür kaynakları, ufak göller ve sifonlar<br />
oluşturmuştur. Dünya’da şimdilerde benzer kapalı<br />
ekosistemler bulunmuştur; Italya’daki Frassasi,<br />
Meksika’daki Villa Luz ve belki de Türkiye’de ?<br />
Bu mağarada küçücük bir mekânda 30 yeni tür<br />
bulunmuştur. Bu özelliği mağarayı tek ve özellikli<br />
kılmaktadır. Bu mağara başka bir özelliği sebebiyle<br />
diğer Romen mağaralarından farklıdır. Sıcaklık<br />
<strong>20</strong> derecedir ve içerdeki faunayı keşfetmek için<br />
sifonlara dalmak gerekir. Oksijen miktarı az,<br />
yaklaşık % 17’dir ve 2 saatten sonra insanda baş<br />
ağrısı yaratır.<br />
Mağaraya girebilmek için 3 geçitten geçmek,<br />
dışardan içeriye birşey taşımamak ve mağara<br />
ortamını bozmamak için, 2. geçitten sonra<br />
bütün ekipmanlarınızı temizleri ile değiştirmeniz<br />
gerekir.Mağara sadece uzmanlara açıktır ve<br />
mağarayı açmaya yalnızca 3 kişi yetkilidir. Bu<br />
nedenle, Bükreş’den GESS (sualtı ve mağarabilim<br />
araştırmaları grubu) deniz kenarında, Mangalia’da<br />
bir bina yapmışlardır. Bina sülfür kaynaklarına<br />
yakındır ve binanın altında araştırmalar yapmak<br />
için mağaradaki ortam yaratılmıştır.<br />
Az sayıda mağaracı/araştırmacının girebildiği bu<br />
Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10 7
“Mağarası Gelmek” Sendromu<br />
ve Hastalığın Hassas Mağaracı<br />
Bünyesindeki Etkileri<br />
Gülşen KÜÇÜKALİ (ASPEG)<br />
Ey karanlık bakışlı yar<br />
Gözünde binlerce mağara var<br />
En az gözlerin kadar<br />
Mağaraları özledim<br />
Varlıkları İsviçre laboratuarlarında test edilip<br />
onaylanmış olan Homo Speleolog türünün bir<br />
hastalığından bahsedeceğim. Psikanalistler<br />
birliğince “ Mağarası Gelmek” sendromu olarak<br />
adlandırılan bu ruhsal patoloji her yıl yüzlerce<br />
mağaracıyı pençesine almaktadır. Bu sendromun<br />
temellerinde mağaracıların doğa deneyimlerinin<br />
sonsuz güzelliği ve heyecanına karşı şehirdeki<br />
hayatın renksiz ve monoton gidişatı arasındaki<br />
büyük çelişki ve karmaşanın hassas mağaracı<br />
bünyesindeki balans ayarlarını bozmasıdır.<br />
Mağaracı, insanlarla ortak harekete, kamptaki<br />
düzensizliğe, mağarada her an hayatının risk<br />
altında olmasına, heyecana keşfetmeye bir<br />
noktadan sonra o derece bağımlı hale gelir ki<br />
şehirdeki en huzurlu ortam bile bir zaman sonra<br />
tedirgin, huzursuz bir yaşantı haline gelir. Şehirde<br />
hayatı dışarıdan seyrederken, içinizde aslından bu<br />
hayatın içinde değilmişsiniz hissini veren bir boşluk<br />
olduğunu fark edip bunun sebebini aramaya<br />
başladığınızda karşınıza çıkabilecek ilk sebep<br />
mutlak karanlıkta hızlı hızlı yürürken yosun tutmuş<br />
duvarlara dokunmayı özlemektir. Bazen gözü yaşlı<br />
mağarada içilen su özlenir. Heyecanları özlenir bir<br />
de kesif nem kokusu… Tadı rengi özlenir. Mağaracı<br />
dostlarının uzanan eli, sohbeti, yüzyıllardır<br />
berabermiş gibi yaşanan ateş başı muhabbeti<br />
özlenir. Tırmanmak, sallanmak, sürünmek<br />
gerekli midir hayatta? Bilinmez ama özlenir.<br />
Hafif bir karpit kokusunda gözleri boncuk boncuk<br />
doldurmaya yeten bir duygu selidir. Hayatın sıkıcı<br />
monoton olduğu dönmelerde daha şiddetli özlenir.<br />
Bütün sıkıntılar ancak bir mağaranın omzuna<br />
yaslanıldığında geçecek gibi gelir. Bir mağarada<br />
en dibe inip keşif yapmak çıktığında kapısı hiç<br />
kapanmayan sıcak insanlarınla dolu kampa<br />
varmak. Dünya üzerinde pek az insana nasip olan<br />
yerlere ayak basıp güzelliği garipliğinde olan farklı<br />
deneyimler yaşamak… Bunların tadına bir kere<br />
varıldı mı kolay kolay unutulmaz, zaten unutulmak<br />
da istenmez. Bambaşka duygulardır. Ayrılığınız<br />
ne kadar uzun olursa olsun bu aşk kendini<br />
unutturmaz.<br />
Bu hastalığa yakalanan mağaracı toplum<br />
içindeyken, insanların hareketlerini yorumlarken<br />
çarpıtmalar yapmaya, hayatın akışına anlam<br />
verememeye başlar; kafayı yemek üzere olduğunu<br />
hisseder “duvarlar hiç kafamı karıştırmıyor”<br />
der. Evdeki duvarlara reverans vermeye başlar.<br />
Kanalizasyon deliklerine gözleri kayar. Çamaşır<br />
ipine asılmaya çalışır. Yangın merdivenlerine<br />
sonsuz sempati besler. Bazı durumlarda sevgili<br />
diye uyku tulumuna sarılıp yatmak, çizmede<br />
kalan çamuru ya da karpit koklamak iyi gelir. Ama<br />
içindeki boşluğu dolduramaz.<br />
Semptomlar bazen aşırı suskunluk ve çevreye<br />
karşı duyarsızlık olarak görülür. Mağaracının<br />
beyni bu sırada “mağaraya gidebilirsem aklımdaki<br />
tüm soruların yanıtı almış olacağımı bildiğim için<br />
bir şeyler söyleme gereği duymuyorum” diye<br />
çalışır. Hastalığın ilerleyen aşamalarında farklı<br />
agresyonlar gösterebilen mağaracılar, zihinsel<br />
karmaşa içine girer normal yaşamsal bilincin<br />
kesintiye uğramasıyla akıl ve mantığın gerektirdiği<br />
yaşamsal değerler anlamını kaybeder. Ona göre<br />
şehirdeki her yer herhangi bir yerdir. Ve insanlar<br />
kirletilmiştir. İçine kötü ruhlar doluşup yuvalanmış<br />
gibi olur. İnsanlarla kavga etmekten çekinmez,<br />
hayatını devam etmek için yapmak zorunda olduğu<br />
işleri aksatır, sürekli bağırma çığlık atma ve isyan<br />
halindedir.<br />
“Mağarası gelmek” sendromuna yakalanan bir<br />
insanın hastalığını ilk fark eden yine bir mağaracı<br />
olur. Bu durumda yapılması gererken ilk şey<br />
mağaracıya sonsuz şefkat ve anlayışla yaklaşıp<br />
onu en yakın mağara kampına götürmek ve orada<br />
sağaltım sağlanan kadar tutmaktır. Bu hastalığa<br />
yakalanmamak için alınacak en iyi önlem ise<br />
periyodik zamanlarla mağaralara gitmek olacaktır.<br />
Mağarası gelmiş mağaracı şehirdeki her türlü<br />
kanalizasyon ve çukura girme eğilimi taşır<br />
8 Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10
Pseudokarst<br />
Ceyhun ULUDAĞ (ASPEG)<br />
Pseudokarst, karstla benzer formda ya da<br />
görünüşte olan ancak farklı mekanizmalar<br />
etkisiyle oluşan yapılara verilen isimdir. Diğer bir<br />
deyişle Pseudokarst, genellikle kimyasal olarak<br />
çözülemeyen topografik yapıların, kimyasal<br />
olarak çözülebilen kayaçlar ve çökeller gibi özellik<br />
göstererek (fiziksel) değişime uğramış çeşitleridir.<br />
Pseudokarst örnekleri arasında lav tüpleri, granit<br />
tepeleri veya paleo-çöküntüler sayılabilir.<br />
Pseudokarst terimi, 1906 yılında ilk kez W. Knebel<br />
tarafından kullanılmıştır. Orta Avrupa’nın bazı<br />
ülkelerinde (Ör. Slovakya, Çek Cumhuriyeti) çok<br />
yaygın olarak kullanılmakla beraber, oldukça fazla<br />
miktardaki bilim adamı tarafından (Ör. Polonyalı<br />
bilim adamları), tanımı üzerinde tam uzlaşıya<br />
varılamadığı ve daha önce kumtaşı ve granit gibi<br />
karstik olduğu kabul edilmeyen kayaçların hava<br />
olaylarının etkisine maruz kalarak formasyon<br />
değiştirmesinde, karstlaşmanın da önemli<br />
ölçüde etken olduğu düşünceleriyle, pseudokarst<br />
teriminin kullanılması kabul edilmemektedir. Bu<br />
argümanın ilk bölümü (pseudokarst teriminin,<br />
kavrama değişik anlamlar yüklendiği halde, birçok<br />
insan tarafından kullanılıyor olduğu) doğrudur.<br />
Geniş bir jeoloji, coğrafya ve speleoloji bilim adamı<br />
kitlesi ya bu terimi çeşitli yollarla tanımlamaya<br />
çalışmış ya da basitçe kullanımını reddetmişlerdir.<br />
Argümanın ikinci bölümündeki, karstik özellik<br />
göstermeyen kayaçlarla ilgili olarak; karstlaşma<br />
sürecinin sadece çözünme yoluyla olmadığını ve<br />
ana kütleden kopan küçük parçaların çözelti içinde<br />
taşınmasının da yeraltında mağara oluşumu için<br />
yeterli derecede kaya deformasyonuna neden<br />
olarak, bu süreçte kritik rol oynadığını vurgulamak<br />
yanlış olmaz. Kumtaşı ve granitlerin durumunda<br />
ise hava olaylarının etkisine maruz kalan materyal<br />
koparak taşındığı için (pseudokarstlaşma)<br />
bu durumda ancak mikro-karstlaşmadan<br />
bahsedilebilir. Bu nedenle, yeterince açık<br />
olmamasına rağmen ‘pseudokarst’ teriminin<br />
kullanılması, karst benzeri ancak karstlaşma<br />
görülmeyen mağaralar, obruklar, toprak parçaları<br />
ve diğer mezoformlar gibi oluşumları genellemek<br />
için çok uygundur. Ayrıca Pseudokarst kavramı,<br />
ilki 1982 yılında düzenlenen ‘Pseudokarst<br />
Sempozyumları’nda konuşulmaya ve tartışılmaya<br />
devam etmektedir.<br />
pseudokarstla ilgili diğer gündemi, toplantıları<br />
takip ve organize etmektir. Komisyon iki yılda bir<br />
çalışmalarına ilişkin haber bülteni yayınlamaktadır.<br />
Komisyonun çalışmalarına web sitelerinden (<br />
http://www.pseudokarst.de.vu ) ulaşılabilmektedir.<br />
Kaynakça:<br />
1. http://bulletin.geoscienceworld.org/cgi/content/<br />
abstract/87/7/10<strong>21</strong> (05.01.<strong>20</strong>10-Çevrimiçi)<br />
2. http://wapedia.mobi/en/Karst_topography#5<br />
(05.01.<strong>20</strong>10-Çevrimiçi)<br />
3. http://wwwpub.zih.tu-dresden.de/~simmert/<br />
pkarst/02_discussions/discussions.htm<br />
(05.01.<strong>20</strong>10-Çevrimiçi)<br />
4. http://web.utanet.at/speleoaustria/<br />
pseudokarst.htm (05.01.<strong>20</strong>10-Çevrimiçi)<br />
Uluslararası Speleoloji Birliği (UIS) de pseudokarst<br />
konusunda çalışmalar yapmaktadır. Örneğin,<br />
bu konuda çalışmalarda bulunan Pseudokarst<br />
Komisyonu (Commission du Pseudokarst), UIS’in<br />
bir komisyonudur ve Ağustos 1997’de İsviçre’de<br />
düzenlenen Uluslararası Speleoloji Kongresinde<br />
kurulmuştur. Pseudokarst Komisyonunun asıl<br />
hedefi, Pseudokarst Sempozyumlarını düzenlemek<br />
ve pseudokarstik özellik gösteren (karstik<br />
olmayan) mağaraların keşiflerini ve bilimsel<br />
çalışmalarını teşvik etmek, ödüllendirmek ve<br />
Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10 9
Maden Tetkik Ve Arama<br />
Genel Müdürlüğü (MTA)<br />
Karst Ve Mağara Araştırmaları<br />
Birimi<br />
Yüzölçümündeki dağılımına bakıldığında<br />
Türkiye’nin 1/3’lük bölümünün karstlaşmaya<br />
uygun kayaçlarla kaplı olduğu görülebilir. Bu<br />
kayaçların büyük bölümünü de karbonatlar<br />
oluşurturmaktadır. Günümüzde antropojenik<br />
etkilere bağlı olarak iklimdeki olumsuz yöndeki<br />
değişimler beraberinde yaşamın sürdürülebilir<br />
olmasındaki kaynakların da hızla tükenmesine<br />
neden olmaktadır. Dış süreçlerden en hızlı şekilde<br />
etkilenen karstik alanlar için bu tehlikenin boyutu<br />
daha da büyüktür. Türkiye özelinde bakıldığında<br />
da, yeraltı suyu rezervleri açısından karstik<br />
bölgelerin önemi daha da artmaktadır.<br />
Dağ Kampı, Aladağlar, Kayseri<br />
Gerçek anlamda karst yeraltı suyu rezervlerinin<br />
ortaya konulması; karst sisteminin dinamiğinin<br />
güncel verilerin yanısıra, sistemin geçmiş jeolojik<br />
dönemlerdeki davranışının da belirlenmesiyle<br />
mümkün olabilmektedir. Bütün olarak<br />
düşünüldüğünde ise bu, sistemin karst evriminin<br />
modellenmesi anlamına gelmektedir. Tüm bu<br />
çalışmaların yapılmasında MTA’nın kurumsal olarak<br />
en büyük artısı, yüzey araştırmalarını yürütecek<br />
alt yapının mevcut olmasının yanısra, çalışmaların<br />
en önemli yöntemlerinden mağara araştırmalarına<br />
yönelik birikimdir. MTA Genel Müdürlüğü<br />
bünyesinde 1979 yılında kurulan, bölgesel ve yerel<br />
ölçekte Türkiye’nin birçok yerinde mağara ve karst<br />
araştırmalarında bulunan Jeoloji Etütleri Dairesi’ne<br />
bağlı Karst ve Mağara Araştırmaları Birimi, uzun<br />
süreli tecrübesi ve teknik alt yapısı ile, küresel<br />
anlamda yeryüzünde konuyla ilgili oluşabilen<br />
fiziksel değişikliklere bağlı yeni süreçlerin<br />
araştırılmasına yönelik altyapıya sahiptir.<br />
Karst ve Mağara Araştırmaları Birimi<br />
araştırmalarıda; çalışılan bölgenin özelliklerine<br />
bağlı olarak yerbilimlerinin farklı disiplinleri için,<br />
örneğin Türkiye’nin öncelikli doğal afet kaynağı<br />
olan depremlere ait eski kayıtların (paleosismoloji)<br />
yeni bir yöntem olan karst paleosismoloji<br />
yöntemleri ile araştırılması ve veri üretilmesi<br />
çalışmalarını da yürütmektedir.<br />
Paleoiklim amaçlı dikit örneklemesi<br />
NOT: MTA’nın yaptığı çalışmalar hakkında verdiği<br />
bilgiler için Koray Törk’e teşekkür ederiz.<br />
Bu yukarıda belirtilen proje araştırmalara ek<br />
olarak mağaraların başta turizm olmak üzere,<br />
depolamacılık, kültür mantarcılığı ve askeri<br />
amaçlı kullanım alanlarına yönelik gözlem ve<br />
değerlendirmeler de yapılmaktadır.<br />
Tüm bu çalışmalar ışığında aslında “yaşayan<br />
bir organizma” olan karst sistemlerinin<br />
dinamiğinin ortaya konulacağı gibi, dış<br />
süreçlerden hzlı etkilenen bu yapıların koruma<br />
alanlarının belirlenmesi ve bu doğrultuda<br />
metadoloji geliştirilmesine yönelik çalışmalar<br />
sürdürülmektedir.<br />
10 Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10
Sarıkaya ve Aksu mağaraları<br />
eğitim gezisi<br />
Ebru CAYMAZ (AKUT İSTANBUL)<br />
“audere est facere”<br />
“cesaret etmek yapmaktır”<br />
Gruba gelen bir mail, maili takip eden yazışmalar<br />
ve bilgilendirme toplantısı… Böyle başladı mağara<br />
maceramız… Heyecan, şaşkınlık, merak hepsi<br />
birbirine karışmış bir şekilde aynı amaç uğruna bir<br />
avuç insan koyulduk yola...<br />
Bölüm 1<br />
Sarıkaya Mağarası Macerası<br />
22 ocak gecesi eğlenceli ve konforlu bir yolculuğun<br />
ardından kamp alanına vardık, kampı attık<br />
ve dinlenmeye çekildik. Ertesi gün mağaraya<br />
girecektik. Ne olumsuz hava şartları nede gece<br />
çadırların etrafında sabaha kadar tur atan envai<br />
çeşit hayvan engelleyemedi bizi. Psikolojik olarak<br />
hazırdık mağara için, uyarıları dikkate almış, bütün<br />
hafta psikolojik olarak üşüyerek, zaman zaman<br />
üşüyor muyuz diye birbirimizi kontrol ederek<br />
kendimizi üşümeye alıştırmıştık. Ruh istekliydi peki<br />
ya beden? Kırmızı mağara tulumlarını giyene kadar<br />
inanamadım kendime.<br />
Birçok doğa sporunun tadına bakmış ve dağcılıkta<br />
karar kılmış bir insan olarak mağaracılık çok farklı<br />
gelmişti bana ve bir o kadar da uzak... Farklı<br />
gelmişti çünkü gerçek anlamda bambaşka bir<br />
ortamdı; yaşadığımız, alışkın olduğumuz yerden<br />
çok farklıydı, karanlıktı bir kere! Uzak gelmişti<br />
çünkü mitolojik çağlardan beri atalarımız yer<br />
altını Hades’ e atfetmiş, orası yasak bölge olmuş,<br />
giden geri dönememiş ve sonraki yüzyıllarda da<br />
bilinmeyen olarak kalmıştı hep…<br />
İşte böyle bir ortama gidiyorduk biz, heyecan<br />
ve merak doruktaydı. Lapa lapa yağan karın<br />
altında öğlen saat on iki itibarı ile sekizi yeni on<br />
kişilik bir ekip olarak takıldık Ender eğitmenimizin<br />
peşine. Dışarıdaki dondurucu soğuğun aksine<br />
gayet misafirperver bir şekilde karşıladı Sarıkaya<br />
mağarası, o devasa girişinden içeri buyur etti<br />
bizi, bizde kırmadık kendisini, içimizde yeni<br />
doğan bir bebeğin keşfetme merakıyla daldık<br />
içeri. Ev sahibimizin bize cömertçe sunduğu<br />
görsel şölenlere hayran kalarak, ağızlar bir karış<br />
açık, sakar adımlarla, yürümeyi yeni öğrenen<br />
çocuklar gibi ilerledik. Gerçek anlamda bir<br />
mağaraya ilk defa giriyordum ama Sarıkaya o<br />
kadar misafirperverdi ki beşinci dakikadan sonra<br />
sanki ebedi ikametgahım orasıymış gibi rahat,<br />
huzurlu ve mutlu devam ettim. Mağaramızın,<br />
nedense beşinci dakikadan sonra sahiplendim<br />
hemen, öyle ağır ve etkileyici bir havası vardı<br />
ki tüm korkularımı hemen girişte bırakıverdim.<br />
Böylesine rahat olmamda sadece mağaramızın<br />
değil eğitmenlerimizin de kuşkusuz büyük payı<br />
vardı! Bizi komut yağmuruna tutarak mağaraya<br />
yabancılaştırmak yerine, çok daha profesyonel bir<br />
yaklaşımla yeri geldiğinde eğitmen, yeri geldiğinde<br />
yardım için elini uzatan gruptan herhangi biri<br />
olarak mağaraya adapte olmamıza çok yardımcı<br />
oldular. Ve biz bu şekilde zaman kavramından<br />
soyutlanarak ilerledik, ıslandık, sudan kaçtık,<br />
sudan kaçarken daha beter ıslandık, hazır<br />
ıslanmışken bide pislendik, ışıklarımızı söndürüp<br />
mutlak karanlığın tadına baktık, kayalarda türlü<br />
cambazlık yaptık, tüm bunları yaparken deli gibi<br />
eğlendik, farkına bile varmadan dört saati devirdik<br />
ve mağaramızın sonuna kadar geldik. Bitti mi?<br />
Tabi ki hayır! Geri dönüş de bir o kadar keyifliydi!<br />
Sarıkaya her anlamda bir eğitim alanıydı bizim<br />
için, ilerlerken arada bir geri dönüp bakmanın ne<br />
kadar önemli olduğunu da öğretti bize. Yine aynı<br />
şekilde, bu sefer olaya biraz daha hakim, adımlar<br />
biraz daha düzgün, geldiğimiz yolları bulmaya<br />
çalışarak, kimi zaman kaybolarak ya da kaybolmak<br />
demeyelim de mağarayı tamamen keşfederek<br />
çıkışa vardık.4 saatlik inişin aksine çıkış 1.5 saat<br />
sürdü ve ilk mağaramızı tamamlamış olduk. Ekibin<br />
yüzünde ilk mağarayı tamamlamanın vermiş<br />
olduğu haklı gurur…<br />
“possunt quia posse videntur”<br />
“yapabilirler, çünkü yapabileceklerini<br />
düşünüyorlar”<br />
Bölüm 2<br />
Aksu Mağarası Macerası<br />
Öncelikle belirtmeliyim ki Aksu’ya giriş çok daha<br />
zordu. Araca doğru yaptığımız minik trekkingde<br />
zaten ıslak olan tulumlarımız soğuk ve yoğun kar<br />
yağışlı havanın da etkisiyle üzerimizde dondu.<br />
Hava muhalefeti yüzünden ve biraz da ısınmak<br />
için merkeze inip yemek yedik. Sıcak çorbayemek-çay<br />
ve sobayla kendimize geldik, sıcağın<br />
ne büyük bir nimet olduğunu anladık. Sonuçta<br />
hepimiz insandık, üşümüş ve yorulmuştuk fakat<br />
bu bizim isteğimizi engelleyemedi. Yemekten<br />
sonra kamp alanına döndük, bu sefer üç yeni<br />
iki eskiden oluşan daha küçük bir ekip olarak<br />
donmuş tulumları tekrar giyip kar yağışı eşliğinde<br />
mağaraya doğru yola koyulduk.<br />
<strong>21</strong>.40’ta Aksu’nun girişindeydik. Aksu mağarası<br />
Sarıkaya kadar misafirperver değildi, girişteki<br />
minik gölet ve 55 derecelik eğimde 7 metrelik<br />
tırmanış “beni keşfetmek o kadar kolay değil,<br />
uğraştırırım” mesajını etkili bir biçimde verdi.<br />
Çizmelerime dolan suyu boşaltmakla uğraşırken<br />
Ender ağabeyin “boşuna uğraşma, birazdan<br />
komple ıslanacaksın ve öyle devam edeceksin”<br />
uyarısıyla vazgeçtim. Orda kısa bir sorgulama<br />
yaptım aslında, benim burada ne işim var diye<br />
sormaktan kendini alamıyor insan fakat ilerledikçe<br />
niye bu kadar geç başladım ki pişmanlığına<br />
dönüştü bu his. Aksu’da ki yolculuğumuz ekibin<br />
Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10 11
de küçük olması nedeniyle daha hızlı ve eğlenceli<br />
oldu. Kimi zaman Aksu’nun akustiğini sınayarak<br />
kimi zaman sudan kaçarak kimi zaman stil yüzme<br />
şekilleriyle cadı kazanlarını geçerek(burada<br />
Alper ve Ahmet arkadaşların isimlerini anmadan<br />
geçemeyeceğim) ilerledik. Küçük bir döşeme<br />
bile yaptık, baca geçişi, kendini sıkıştırarak<br />
tırmanma gibi mağaradaki doğru hareket stillerini<br />
öğrendik, geçiş yollarında uyuyan tecrübesiz minik<br />
yarasalara dikkat ettik ve mağara daha uzun<br />
olmasına rağmen daha kısa sürede sonuna geldik.<br />
Buz gibi soğuk bir havada boğazına kadar soğuk suya<br />
girmek de keyifli olabilirmiş,<br />
Aksu’daki daha farklı ve ilginç oluşumları izlerken<br />
soğuğu ya da ıslaklığı düşünmedik bile.<br />
Mağara sonundaki çarşağı tırmanıp, en yüksek<br />
noktaya çıkarak ağzımız bir karış açık mağarayı,<br />
o güzellikleri izlemek, orda ki huzuru tatmak tüm<br />
yorgunluğa değerdi. Dönüş yolunda söylediğimiz<br />
kasap havası ortama pek uyum sağlamasa da<br />
özellikle soğukla mücadelede pek etkili oldu. Son<br />
dakikaya kadar suyunu eksik etmeyen Aksu sürekli<br />
ıslak kalmamızı sağladı. Bu keyifli yolculuğu gece<br />
yarısı 02.00’de tamamladık. İlk defa mağaraya<br />
girenler için bir günde Sarıkaya ve Aksu gibi iki<br />
mağaraya girmek kolay değildi fakat kısa sürede<br />
kaynaşan ve mutlak paylaşımı sergileyen bir ekip<br />
olarak o kadar eğlendik ki ne yorgunluk ne soğuk<br />
ne de başka bir olumsuzluk bu mağaraları<br />
keşfetme isteğimizi engelleyemedi. Yorgun fakat<br />
mutlu ve huzurlu biçimde çadırlara döndük,<br />
o kadar kar yağmıştı ki çadırım tamamen kar<br />
altında kalmıştı. Ekipten bir arkadaşımızın<br />
“mağara sevdası için senenin en soğuk ve yağışlı<br />
hafta sonunu seçmek zorunda mıydık” söylemini<br />
hatırlayarak güldüm ve huzurlu bir uykuya daldım.<br />
Pazar sabahı çok eğlenceli, menüsü ve sohbeti bol<br />
kahvaltının ardından dönüşe geçtik ve İstanbul’a<br />
vardık. Pazartesi günü herkeste aynı heyecan<br />
devam ediyordu. Mağaraya girmekle kalmamış<br />
alışmıştık da, “arayı açmadan yine gideriz değil<br />
mi”, “ne güzeldi değil mi” ortak sözleri oldu ekibin.<br />
Bununla kalmayıp ortak bir söylem bile geliştirdik,<br />
işte bizim mağaracılık için yaptığımız naçizane<br />
tarif:<br />
mutlak güzellik+mutlak karanlık+mutlak<br />
sessizlik+mutlak huzur+mutlak paylaşım=<br />
mutlaka mağara!<br />
12 Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10
Speleosanat<br />
KİTAB-I ÖLÇME II<br />
“Üstadımız reis-i piri kendisi usta bir hartacı<br />
Biz ancak oluruz onun yanında bir çorbacı<br />
Okumak lazım , bilmek lazım ömür kısa<br />
Oku maarifetnameyi al kendine hisse-i kıssa”<br />
Mikyas Malzemesi<br />
Mağaralarda ölçüm yapmak için gerekli malzemeyi<br />
anlatır<br />
Üç beş magaraya girdin mi sanma oldun mağaracı<br />
Girdiğimin adedini ben unuttum be hey biçare<br />
yaylacı<br />
Hüner iyilik yapmak değildir bu böyle biline<br />
Hüner kötülükle savaşmaktır sen sahip ol diline<br />
Pişman olmadık bu yola girdik, endamına gideriz<br />
Ol bazı zaman kendimizi keriz zannederiz<br />
Bak şimdi aç kulağını dinle beni, yatay dikey anlamam<br />
Mağaraların hepsi aynıdır, eğer gerçek<br />
mağaracıysan<br />
Mikyas etmen lazım girdiğin her bir mağarayı<br />
Hepsi ayrıdır, sen hiç gördünmü iki kardeşte aynı<br />
ırayı<br />
Hepsi farklıdır, ayrı ehemmiyet arz eder<br />
Şimdi mikyas için söyleyelim neler lazım teker<br />
teker<br />
Pusula derler onun adına üçyüz altmışa bölmüşler<br />
Arada bir haritacılar onu dörtyüz de etmişler<br />
Çinliler bulmuş bundan onu çok evvel seneler<br />
Bir ucu nedense hep şimali gösterirmiş derler<br />
Oklusu vardır oksuzu vardır döner durur<br />
Mıknatıs onu önce şaşırtır ,köpek gibi kudurtur<br />
Olmalı senin elinde otuz iki arşın bir mikyas<br />
Çelik olmamalı sonra tutar kısa bir zamanda pas<br />
Onla ölçersin içeride tüm poligonları<br />
İyi ölçmek gerekir tespit edilen noktaları<br />
Derler bir alet vardır pusulaya benzer<br />
Ama onu nedense şakuli doksana bölerler<br />
Vardır elbet bunun bir sebeb-i hikmeti<br />
Klino derler adına ölçersin yerin eğimini<br />
Kaldırır yukarıya bakarsan görürsün artıyı<br />
İndirir aşağıya bakarsan görürsün eksiyi<br />
Hal bu olanda ya derece görürüsün ya da yüzdeyi<br />
Lazımdır unutma sana bir de defter<br />
Kaydedeceksin aldığın ölçüleri birer birer<br />
Sakın unutma olmalı bu defter kareli<br />
Emin ol bu sana olacak içeride gerekli<br />
İhtiyacı vardır yar gibi bu üç eşyanın muhabbete<br />
ilgiye<br />
Sev onları temizle, kaldır ara sıra dinlensinler diye<br />
Unutma sana onları kimse etmedi hediyye<br />
Kadir kıymet vermek lazım emeğe sevgiye<br />
Fatih BÜYÜKTOPÇU<br />
Dokuz Eylül Üniversitesi Deprem Araştırma ve<br />
Uygulama Merkezi Karst Araştırmaları Grubu<br />
Fotoğraf: Ali Aytan<br />
Cadı Kazanı Ocak-Şubatk <strong>20</strong>10 13
Biliyor muydunuz?<br />
Başımızda Dönen Tepkime: Karpitten Asetilen Eldesi<br />
Benim için tepkimeler içinde en sevimlileri suyla olanları. Kalsiyum Karbür’ün (Karpit)<br />
suyla birlikte yaptığı tepkime ise hepsinden özel. Sürekli yanı başımızda cereyan eden bu<br />
tepkimenin aktörü CaC2 (Karpit).<br />
Babası CaO (bildiğimiz kireç) ve annesi kok kömürünün 3000 santigrat derecelik bir<br />
sıcaklıkta oksijensiz ortamda ısıtılmasıyla CaC2 (Karpit) dünyaya gelir. Evet bildiğimiz karpit<br />
zaten doğada bolca bulunan ve bize hiç yabancı olmayan kireç ve kömürden imal edilir.<br />
CaO + 3C ---> CaC2<br />
(Merhaba ben karpit) + CO (ben yan ürünüm boş verin beni)<br />
Şimdi aşağıdaki tepkimenin güzelliğine bakın! bu tepkime sonucunda açığa çıkan gaz<br />
mağarada yolumuzu aydınlatan, bizi ısıtan, koruyan, kollayan asetilendir.<br />
CaC2(Yaşasın çok susamıştım) + 2H2O(hoş bir tepkimeye ne dersin?) ---><br />
C2H2 (aydınlatmak için doğdum) + Ca(OH) 2<br />
Tepkimenin güzelliği CaC2 ‘ ün bir damla sudan gelen mucizeyle bir anda asetilen gibi yanıcı<br />
patlayıcı yerinde duramayan bir gaza dönüşmesi ve asetilen gazının yanmasıyla elde edilen<br />
güven verici, güçlü, inatçı ışığı.<br />
Bana göre; Yüzbin led bile olsa asetilen ışığının sıcaklığı ve huzuru hiçbir ışık kaynağında<br />
yoktur.<br />
Gülşen KÜÇÜKALİ<br />
Fotoğraflar: Sami Ayhan, Ender Usuloğlu<br />
14 Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10
Evren Günay Düdeni<br />
98 Ekspedisyonunun<br />
Hikâyesidir<br />
Arpat ÖZGÜL (BÜMAK)<br />
Toroslarda bir küçük delik… deliğin arkasında<br />
gizlenmiş bir dünya… delikten geçerek bu<br />
gizli dünyanın keşfinde kendini arayan küçük<br />
umutlar…<br />
_______________________________________<br />
Alacakaranlıkta mağaradan çıktığımızda<br />
Mehmet de, ben de oldukça yorgunduk. -280<br />
m’deki göle inen 40 m’lik inişi de döşeyip,<br />
çıkışa geçmemizin üzerinden 2 saat geçmişti.<br />
Planladığımız süreyi biraz aşmıştık, kamptakileri<br />
daha fazla merakta bırakmamak için biraz<br />
soluklanıp 1.5 km uzaklıktaki kampa doğru yola<br />
çıktık. Karpit lambalarımızı söndüren rüzgârlı bir<br />
gecede, mağarayla kampın bulunduğu yaylaları<br />
birbirinden ayıran sırtı son bir çabayla tırmandık.<br />
Birkaç saat önce batmış olan günün son<br />
ışıkları yıldızlı gökyüzüyle batıdaki sıradağların<br />
arasında açık mavi bir ufuk çizgisi oluşturmuştu.<br />
Sırtı aştığımızda kamptakiler ışığımızı artık<br />
görebiliyordu. Bir süre ikimiz de durduk.<br />
Saatlerdir karpit lambasının sıcak sarı ışığına<br />
ve mağara duvarlarının yakınlığına alıştıktan<br />
sonra bu uçsuz bucaksız manzaranın karşısında<br />
donakalmıştık.<br />
_______________________________________<br />
“Abi… yaşadığımı hissediyorum… ama çok<br />
yoğun!”<br />
“...bu işi işte bu yüzden yapıyoruz...”<br />
_______________________________________<br />
Anamur, Çukurpınar Yaylası’na geleli 4 gün<br />
olmuştu. İstanbul’da geçirdiğimiz yoğun bir<br />
hazırlık döneminden sonra randevumuza<br />
sadık kalmış ve 4 senedir üzerinde çalıştığımız<br />
Evren Günay Düdeni’ne tekrar gelmiştik. Bir<br />
trafik kazasında kaybettiğimiz arkadaşımızın<br />
anısına isimlendirdiğimiz düdende, BÜMAK 97<br />
Yaz Ekspedisyonu sırasında -1377 m derinliğe<br />
ulaşarak Türkiye derinlik rekorunu kırdık. Bu<br />
seneki hedefimiz ise daha derinlere, Dünya<br />
rekoruna doğru ilerlemekti.<br />
Çoğunluğunu öğrencilerin oluşturduğu 9<br />
kişilik bir ön-ekibin 11 Ağustos’ta yaylaya<br />
varmasıyla BÜMAK 98 Yaz Ekspedisyonu başladı.<br />
Ağustos ayını seçmemizin nedeni mağara<br />
içerisindeki su seviyesinin ve dolayısıyla sel<br />
tehlikesinin düşük olması… Üç hafta sürmesi<br />
planlanan ekspedisyona ekibin geri kalanı 2.<br />
haftadan itibaren katılacaktı. Öğrenci olanlar<br />
ekspedisyonun tümünde yer alırken, çalışan<br />
eski mağaracılar yalnızca 1-2 haftalık iş izinlerini<br />
ayırabildikleri için, 31 Ağustos’u kesin dönüş<br />
tarihi olarak belirledik. İlk hafta içerisinde önekip<br />
kampı kuracak ve mağaranın ilk 400 m’sinin<br />
hat döşemesini yaparak ilk istasyon kampı olan<br />
“Çiçek Bahçesi”ne ulaşacaktı.<br />
İlk 4 gün içerisinde kamp kurulmuş ve mağara<br />
-280 m’ye kadar döşenmişti. İki yörük ailesiyle<br />
paylaştığımız Çukurpınar Yaylası’nın bize kalan<br />
güney düzlüğüne kurduğumuz kamp, kişisel<br />
çadırların yanı sıra bir malzeme tentesi, mağara<br />
dışındakileri gün boyunca güneşten koruyacak<br />
dev bir tente ve mutfak olarak kullandığımız,<br />
taşla örülmüş keçi ağıllarından ibaretti.<br />
Kamp hayatı sabah 8:00’de hareketleniyordu.<br />
Yaylayı çevreleyen dağların ardından<br />
doğan güneş bir süre sonra çadırları içinde<br />
durulmayacak kadar ısıtıyordu. Mağaraya<br />
girecekler hızlı bir kahvaltının ardından<br />
malzemelerini toparlamaya başlıyor, girmeyenler<br />
ise tente altına çekiliyordu. Geçen senelerde<br />
civar yaylalara yürüyüşler yapılırken, bu sene<br />
artan terörist söylentileri yüzünden kamptan<br />
ayrılmaya cesaret edemiyorduk. Hatta bir iki<br />
gecemiz çarşaktan gelen sesler yüzünden<br />
uykusuz geçmişti.<br />
Kampta ihtiyacımız olan suyu, <strong>20</strong>0 m uzaklıktaki<br />
pınardan, mutfakların yanına kadar hortumla<br />
getiriyorduk. Günlük ekmeğimizi ise yayladaki<br />
komşumuz Kiraz Teyze’yle beraber yapıyorduk.<br />
Mağara ekibi hazır olunca, tente altından<br />
kendilerine mağara ağzına kadar eşyalarını<br />
taşıyacak şerpalar bulmaya çalışıyordu.<br />
“Haydi şerpa!”<br />
“Gelemem, entelektüel faaliyetlerim var.”<br />
“Başlarım entelektüeline!”<br />
Kamptan 1.5 km uzaklıkta bulunan mağara ağzı,<br />
Çukurpınar’ın güneydoğusundaki Peynirlikönü<br />
Yaylası’nda yer alıyor. Eski Türkiye derinlik rekoru<br />
olan Çukurpınar Düdeni’nin heybetli ağzıyla<br />
karşılaştırıldığında, Evren Günay Düdeni’nin girişi<br />
kayalar arasında küçük bir delik! Çukurpınar’ın<br />
birbirini takip eden dev inişlerinin aksine, Evren<br />
Günay Düdeni <strong>20</strong> dakikalık bir sürünmeyle<br />
başlıyor. 1 metreyi geçmeyen yükseklikteki dar<br />
koridorlarda, cadıkazanları üzerinden cambazlık<br />
yaparak ilerleniyor. Daha aşağılarda olacak<br />
bir kaza veya sel ihtimaline karşı bizi en çok<br />
endişelendiren bu dar pasajlar. Sürünmenin<br />
sonunda 25 m’lik bir inişle mağara dikeyleşiyor<br />
ve çatlaklar boyunca küçük inişlerle menderesler<br />
yaparak ilerliyor. Genelde genişliği 1.5-2 m’yi<br />
ender aşan mağaranın tavanı ilk inişten sonra<br />
gözden kayboluyor. Mağaranın içinde ilerlediği<br />
dar çatlağın kestiği büyük şaftlarda, mağaranın<br />
genelinden farklı olarak, karstik oluşumlar<br />
açısından daha zengin geniş odalar ve göller yer<br />
alıyor.<br />
Ön-ekibin daha az deneyimli olmasına karşın,<br />
planlı bir çalışma ve kişilerin özverisiyle önceden<br />
belirlediğimiz programı takip ediyorduk. Tek bir<br />
döşeme ekibi başı olması işleri yavaşlatıyorsa<br />
da, memurvari bir sistemle (9:00 giriş, 18:00<br />
çıkış) her gün biraz daha ilerledik. Küçük<br />
Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10 15
aksaklıklar sadece gece sohbetlerinin konusu<br />
oluyordu; Mehmet Ü.’nün çoraplarını unuttuğunu<br />
mağara ağzında fark etmesi ve M’Ali’nin koşarak<br />
1.5 km uzaklıktaki kamptan çorap şerpalığı<br />
yapması… Mağara haritasında görünmeyen<br />
döşemelerle karşılaşınca sınırında tuttuğumuz ip<br />
miktarının yetmemesi ve mağaranın geri kalanına<br />
planladığımızın aksine yap-boz oynarcasına devam<br />
etmemiz… Sabah saat 8:00’da girmeyi planlayan<br />
hevesli gençlerin, Oktar’ın kahvaltı için pişirdiği<br />
leziz Pişi’yi (pofuduk ibişin şipşak işi) bekleyip<br />
11:00’de girmeleri… Hüseyin’in reaksiyon hızına<br />
yetişememizden kaynaklanan küçük aksaklıklar…<br />
“Abi buraya 27’yi veya 29’u gönder!” demeye<br />
kalmadan tepeden Hüseyin’in attığı 27 m’lik ip<br />
balyası uçarak geçer ve gümbürtüyle aşağıdaki<br />
göle düşer… “29’u gönder, sakin!”.<br />
19 Ağustos, 19:00 sularında yine Mehmet’le<br />
beraber mağaradan çıkıyorduk. Tam bir hafta<br />
dolmuştu ve biz mağarayı -500m’ye kadar<br />
döşemiştik. İki gündür mağaradaydık ve sürekli,<br />
çıktığımızda karşılaşacağımız kalabalık kamp<br />
manzarasını konuşuyorduk. Ekibin geri kalanı<br />
bugün geliyordu ve bir haftalık yorucu çalışmanın<br />
üstüne kendimizi kampın tatlı curcunasına<br />
bırakacaktık. Gene yorgun ama hevesle mağarada<br />
ilerlerken, yukarıdan gelen sesler duyduk. Yeni<br />
gelenler dayanamamış ve hemen üstümüze bir<br />
bindirme ekip göndermişlerdi. Gelen Sencer’in<br />
sesiydi, şarkı söyleye söyleye aşağıya iniyordu.<br />
-75 m’deki takıl-geçlerde karşılaştık, arkadan<br />
da 2 çantayla Hüseyin geldi. Bağıra çağıra,<br />
kaskları tokuştura tokuştura, mağaracı usulü bir<br />
karşılaşma oldu. “Heyoo, n’aber, kaç kişi geldiniz?<br />
Yahu sen hakkaten evleniyor musun? Abi yeni<br />
tulumuma bak, kim tutar sizi be, ...” şeklinde<br />
cereyan eden yoğun ve kısa bir sohbetten sonra,<br />
aşağıda bıraktığımız malzeme ve döşeme hakkında<br />
bilgi verdik ve vedalaştık. Adamlar bomba bir giriş<br />
yapıyorlardı, -500 m’den, ikinci istasyon kampının<br />
(Bir Başka Hayat) bulunduğu -700 m’ye kadar<br />
döşemeye gireceklerdi. Hüseyin ilk defa bu kadar<br />
zorlu bir giriş yapıyordu. “Çinli uşak (Hüseyin)<br />
endişeli gözlerle beyaz efendiyi takip etti… Beyaz<br />
efendi (Sencer) savaş naraları atarak ilerlerken,<br />
Çinli uşak iki bavulla kan ter içinde ona yetişmeye<br />
çalışıyordu.”<br />
Kampa vardığımızda coşkulu bir kalabalık bizi<br />
bekliyordu. Mağara içerisinde sessiz ve yalnız<br />
geçirdiğimiz iki günden sonra, kendimizi bir<br />
anda bu dost kalabalığın ortasında buluverdik.<br />
Mehmet’in sözlerini hatırladım, “…bu işi işte bu<br />
yüzden yapıyoruz…”.<br />
Bizim içeride olduğumuz sırada, yeni gelen grup<br />
bir toplantı yapmıştı. Kampta 22 kişiydik ve<br />
önümüzde 11 gün vardı. Mağara içerisinde -400<br />
m ile, geçen sene ulaştığımız en son nokta olan<br />
-1377 m arasında bütün ipler hazır bekliyordu.<br />
97 ekspedisyonunda mağara bitmeyince bu<br />
sene de girileceği göze alınarak, ipler düzgün<br />
bir şekilde balyalanmış ve su yolundan yüksek<br />
yerlere bırakılmıştı. -400 m’den sonra döşeme<br />
yapmaya girecek kişiler ayrıca ip taşımayacaklar<br />
ve her inişin başında ipleri hazır bulacaklardı. Bu<br />
yüzden mağarada çok daha hızlı ilerleyebilecektik.<br />
Önümüzdeki 11 günün 6’sını dibe doğru ilerlemeye<br />
ayırmıştık. Mağaranın dar yapısı -700 m’den<br />
aşağıda da devam ettiğinden, Bir Başka Hayat<br />
kampından sonra yeni bir istasyon kampı kurmaya<br />
elverişli bir düzlük bulunamamıştı. Bu işimizi<br />
zorlaştırmıştı, çünkü -1300 m’ye çalışmaya inecek<br />
bir ekip Bir Başka Hayat kampından yola çıkıyor,<br />
3 saatte dibe varıyor, 5-6 saatlik bir döşemeden<br />
sonra tekrar 600 m yukarıdaki kampa ancak<br />
5 saatte çıkabiliyordu. 15 saatlik bir girişten<br />
sadece 6 saatlik bir verim alınabiliyordu. Bu<br />
sene ise yeni bir teknik denemeye karar verdik.<br />
-1000 m’den aşağıda çalışan ekiplerin yanlarında<br />
taşıyabilecekleri 2 hamak, 2 tulum, ocak ve<br />
yiyecekten oluşan mobil bir hamak kampı…<br />
Böylece, ikişer kişiden oluşacak ekipler düzenli<br />
şiftlerle, oldukça hızlı bir şekilde ilerleyebilecek.<br />
Bu sırada -700 m kampında bekleyen bir ekip<br />
belirli aralıklarla aşağıdaki mobil kampa karpit,<br />
yiyecek ve döşeme malzemesi indirecek. Bu<br />
sırada dışarıdan başka bir ekip döşemenin üçüncü<br />
gününde mağaraya yedek malzeme ve karpitle<br />
girecek. Dipte çalışanlar arasından bir ekip,<br />
yeni gelen bu ekiple yer değiştirecek. Böylece<br />
mağaradan çıkanlar, dışarıda bekleyen meraklı<br />
kalabalığa en son haberleri ulaştırabilecek.<br />
Planlanan bu programa uyulduğu takdirde,<br />
aşağıda çalışan iki ekip, günde ortalama 150-<strong>20</strong>0<br />
m ilerleyerek, 4-5 gün içerisinde mağaranın doğal<br />
sınırına ulaşabilecekti.<br />
Mağaranın toplanması için ise en az 5 gün<br />
gerekiyordu. Bir dağcı için tırmanışının en zor<br />
kısmı zirveye ulaştığında sona ererken, bir<br />
mağaracı için en yorucu anlar dibe vardığında<br />
başlar. Mağaranın döşemesinde kullanılan teknik<br />
malzemeler (ip, karabin, hanger, vb.), kamp<br />
malzemeleri ve çöpler yukarı çıkartılmalıdır.<br />
Toplama vakti geldiğinde bütün kamp seferber<br />
olur ve mağaraya girer. Islandığı için ağırlaşan<br />
yüzlerce metre ip, kilolarca karpit çöpü ve diğer<br />
malzemeler <strong>20</strong>’şer kiloluk çantalar halinde, kimi<br />
yerlerde makara sistemleriyle kolaylaştırılmış<br />
bir şekilde, kimi yerlerde ise babadan kalma<br />
yöntemlerle yavaş yavaş yukarı çıkartılır. Dibe<br />
ulaşmak için gereken fiziksel güç ve dayanıklılıktan<br />
kat kat fazlası mağaranın toplanma sürecinde<br />
gereklidir. Zirveden dönen yorgun dağcıların<br />
çöp ve gereksiz malzemeleri yolda bırakma<br />
eğilimlerine benzer ve hatta daha üst düzeyde bir<br />
eğilim bir mağaracıda görülebilir. Mağara içerisinde<br />
bırakılacak organik veya inorganik artıklar,<br />
mağaranın ekosistemini bozacaktır. Bu yüzden<br />
bir mağaracılık ekspedisyonu bu şartlar dikkate<br />
alınarak planlanmalıdır ve mağara içerisinde<br />
herhangi bir artık bırakmayacak şekilde, yeterli<br />
işgücü mağaranın toplanmasına ayrılmalıdır. Bir<br />
derin mağaracılık ekspedisyonunun kalitesini<br />
ulaşılan derinliğin yanı sıra, mağaranın ne derece<br />
temiz bırakıldığı da belirler.<br />
16 Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10
________________________________________<br />
“…ayak izinden başka bir şey bırakmadan,<br />
fotoğraftan başka birşey almadan, zamandan<br />
başka bir şey öldürmeden …”<br />
________________________________________<br />
Böylece ilk 6 gün boyunca dibe doğru ilerlemeye<br />
ve sonra, ne olursa olsun toplamaya geçmeye<br />
karar verildi. Yeni gelenler son derece hevesliydiler<br />
ve mağaraya girmek için can atıyorlardı. Biz<br />
çıkarken giren Sencer ve Hüseyin’in ardından ikinci<br />
gün Arkadaş ve Oktar, yanlarında hamak kampının<br />
malzemeleri ve yiyecekle beraber mağaraya<br />
girdiler. Onların 5-6 saat arkasından ise Bülent ve<br />
Korcan giriş yapacaklardı. Mağara içerisinde görev<br />
alan herkes son derece özverili davranıyordu. Bir<br />
senedir derin mağaracılık yapmamış insanlar ağır<br />
çantalar paketliyor, zor girişler hedefliyordu. Bütün<br />
bir sene boyunca bu ekspedisyonu hayal etmiştik<br />
ve şimdi herkes elinden gelen bütün çabayı<br />
gösteriyordu. Ancak, mağaracılık da bir doğa<br />
sporudur ve kişisel hazırlık ve çabanın dışında<br />
başarıyı etkileyen bir başka faktör daha vardır;<br />
mağara! Bir derin mağara ekspedisyonunda bir<br />
anda -700 m dibe inmek ve hemen çalışmaya<br />
başlamak kolay değildir… Kaslar, eklemler ve en<br />
önemlisi kafalar mağaranın soğuk, karanlık ve<br />
nemli ortamına yavaş yavaş ısınır… Bu yüzden<br />
en zor girişler hep ilk girişlerdir. Birçoğumuz bu<br />
ekspedisyon için hazırlanmış, spor yapmıştık. Ama<br />
bir Fransız mağaracının da dediği gibi “mağaranın<br />
en iyi antrenmanı mağaradır!” Hevesimiz ve<br />
motivasyonumuzla, bu ısınma sürecini göz ardı<br />
etmiştik.<br />
İlk giren Sencer ve Hüseyin, direkt -700 m<br />
kampına ulaşamamışlardı. Yol üstünde bulmayı<br />
umdukları, geçen seneden bırakılan ipler sel<br />
sularıyla sürüklenmiş ve kullanılamayacak bir hale<br />
gelmişti. -400 m kampına dönüp, orada uyuduktan<br />
sonra ertesi gün yedek iplerle -700 m kampına<br />
ulaşabildiler. Ellerinde daha fazla malzeme<br />
kalmadığından, arkadan gelecek olan ekibi<br />
beklemeye başladılar. Yanlarında yeterli yiyecek,<br />
karpit ve kampta bir salgın haline dönüşen 500<br />
sayfalık “Yüzüklerin Efendisi” kitabından 2 adet<br />
vardı. Onların arkalarından 3 çantayla gelen<br />
Arkadaş ve Oktar ise -400 m kampında bir gece<br />
dinlenerek, ertesi gün -700 m kampına vardılar.<br />
Daha aşağıya döşeme yapabilmek için gereken<br />
malzemeyi ise hemen arkalarından gelen ekip<br />
getirecekti. İkinci ekipten 6 saat sonra Bülent<br />
ve Korcan giriş yaptı. Bu giriş sırasında Korcan<br />
mağara içerisinde rahatsızlandı ve aldıkları<br />
yerinde bir kararla yukarı çıktılar. Bülent birkaç<br />
saat dinlendikten sonra, daha az deneyimli olan<br />
Sinan’la beraber tekrar mağaraya girdi. İniş<br />
sırasında Sinan’ın kolu incinmişti ve ağır çantaların<br />
taşınmasında yeteri kadar yardımcı olamadı. 300<br />
m’ye kadar indirebildikleri çantalardan bir kaçını<br />
arkadan gelecek ekibe bırakmak zorunda kaldılar.<br />
Büyük bir şanssızlık sonucu, mağaraya girecek<br />
olan iki arkadaşımız peşpeşe rahatsızlanmış ve<br />
aşağıdaki iş uzun bir aksamaya uğramıştı. Bu<br />
noktadan sonra ekspedisyonun nasıl devam<br />
edeceğini yukarıdan belirlemek imkânsızdı.<br />
Yukarıda meraklı ve çaresiz bir bekleyiş başladı.<br />
Mağaradan çıkacak ilk habere göre hareket<br />
edecektik. 22 Ağustos gecesi, yukarı çıkan Sinan<br />
ve Hüseyin bize üzücü haberi getirdi. Aşağıdaki<br />
ekip yukarıdan döşeme malzemesinin gelmesini<br />
36 saatten uzun bir süre beklemişti. Mağara<br />
kampındaki bu uzun bekleyiş sonunda, moral ve<br />
motivasyon bozukluğu yaşayan ekip, son gelen<br />
ekiple de yeterli döşeme malzemesinin gelmemiş<br />
olduğunu görünce, çok fazla zaman kaybedildiği<br />
ve ekspedisyonun devam edemeyeceği kararını<br />
almışlardı. Ertesi sabah erkenden mağarayı<br />
toplayarak yukarı çıkmaya başlayacaklardı. Haberi<br />
aldığımızda herkes şok olmuştu. Aşağıda bu<br />
kararın alınmasına neden olan şartları anlıyorduk,<br />
ama bu kadar erken bitmesini ve bu kadar<br />
kolay vazgeçmeyi kabullenemiyorduk. Hemen<br />
acil bir toplantı yapıldı. Bir ekibin, sabah saat<br />
4:00’de mağaraya girmesine ve yolda bırakılan<br />
döşeme malzemelerini de alarak, aşağıdaki ekibi,<br />
çıkışa geçmeden -700 kampında yakalamasına<br />
karar verildi. Korcan ve ben, kısa bir uykudan<br />
sonra 4:30’da mağara ağzındaydık ve girmeye<br />
hazırlanıyorduk. İkimiz de oldukça gergindik. Zor<br />
bir giriş yapacaktık ve aşağıya vardığımızda neyle<br />
karşılaşacağımızı bilmiyorduk.<br />
“Abi nasıl ikna ederiz adamları? Zaten kampa<br />
vardığımızda pestilimiz çıkmış olacak! Soluk soluğa<br />
adamlara nasıl ‘devam’ deriz?”<br />
“Kampa gelmeden önce durur biraz dinleniriz…<br />
sonra da bağıra çağıra şarkı söyleyerek kampa<br />
gireriz! Bunu da yutmazlarsa biz de adamlarla<br />
döneriz artık, n’apalım…”<br />
“ Kimin morali, kimin moralini döverse artık! Aşağı<br />
vardığımızda bizde de ne moral kalır ya! Hadi<br />
bakalım…”<br />
Eğer aşağıdaki ekibe, toplamaya başlamadan<br />
yetişemezsek veya yetiştiğimizde onları<br />
ekspedisyona devam etmeye ikna edemezsek,<br />
yapacak bir şey yoktu. Girişimiz boşa gidecekti ve<br />
yorgun bir şekilde, biz de toplamaya katılacaktık.<br />
Tam karpit lambalarımızın suyunu koymuştuk<br />
ki, mağara ağzından Oktar çıka geldi. Sabahın<br />
köründe bizle karşılaşmayı hiç beklemiyordu ki,<br />
bizi görünce küçük bir çığlık attı… dayanamadık<br />
güldük. Adamlar 36 saatlik bekleyişten sonra<br />
dayanamamış, “sevgili, anne, yuva, dost”<br />
özlemiyle hemen döşemeyi toplayarak çıkışa<br />
geçmişlerdi. Bir sonraki sene için gerekli<br />
malzemeleri aşağıda bırakıp, mağarayı -400 m<br />
kampına kadar toplamışlardı. Artık yapacak bir<br />
şey yoktu… Garip bir şekilde Korcan da, ben<br />
de rahatlamıştık, üzerimizden büyük bir yük<br />
kalkmıştı. Mağaradan çıkanların hepsi aynı tepkiyi<br />
veriyorlardı. “Ulan Oktar, bastın gittin önden…<br />
Haydaa siz ne arıyosunuz burada!”.<br />
Herkeste bir keder ve durumu kabullenmişlik hali<br />
Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10 17
vardı. İşte o zaman anladım ki, adamlar çıkmadan<br />
aşağıya varmış da olsak bir işe yaramayacaktı.<br />
Belki, bir önceki gece planladığımız gibi sıkı bir<br />
çalışmayla, teorik olarak ekspedisyonu sürdürmek<br />
mümkündü; 9 gün, 600 m ip, <strong>20</strong>0 karabin, 150<br />
hanger, 80 m perlon, 3 ekip çalışır ve 4 günde<br />
dibe varırız, sonra da toplarız! Ama en önemli<br />
faktörü hesaplamamıştık; bu çalışma için gerekli<br />
olan motivasyon! Bu ne yazık ki tükenmişti ve<br />
yapacak hiçbir şeyimiz yoktu. Hep beraber kampa<br />
doğru yürümeye başladık… Aşağıda olanları<br />
konuşuyorduk, ama hiç kimse başarısızlığa bir<br />
günah keçisi aramıyordu. Aşağıya malzeme<br />
gelmeyince kampı teröristlerin bastığını bile<br />
sanmışlar…<br />
NOT: Bülten Ekibi olarak, Arpat Özgül’e yayınlama<br />
izni verdiği için çok teşekkür ederiz.<br />
Bu yazı, ASPEG üyelerinin, derin mağara tecrübesi<br />
olan mağaracıların yaşadıklarından ilham alıp<br />
Keşdağı Düdeni’ne iyi hazırlanmaları için bir örnek<br />
oluştursun diye bültende yer almıştır.<br />
Kampa vardığımızda saat 6:00 olmuştu. Sesimizi<br />
duyanlar çadırlarından çıkıp yanımıza geldiler, bir<br />
süre sonra bütün kamp toplanmıştı. Mağaradan<br />
çıkanlarla konuşan herkes yavaş yavaş durumu<br />
kabullenmeye başlıyordu. Kahvaltı yaptıktan sonra<br />
bir toplantı yaptık ve aşağıda olanları konuştuk.<br />
Gecikme sebepleri ve aşağıda alınan toplama<br />
kararı tartışıldı. Devam edebilir miydik? Süre<br />
ve işgücümüz yeter miydi? Sonuçta, aşağıda<br />
36 saatlik uzun bir bekleme olmuştu ve her<br />
ne kadar somut bir sebep olarak saymasak da<br />
motivasyonun tükenmiş olması ekspedisyona<br />
noktayı koymuştu. Şanssızlıklar ve yapılan hatalar<br />
belliydi… Ama toplamaya geçiş kararı bir hata<br />
değildi! Kamptaki herkes, en yeni mağaracısından,<br />
en tecrübelisine kadar, aşağıda alınan bu kararda<br />
üzerine düşen payı kabullenmiş ve belki de daha<br />
fazlasını sorguluyordu.<br />
Baştaki motivasyonumuz ve heyecanımız<br />
kaldırabileceğimizden daha ağır görevler<br />
almamıza neden olmuştu. Dönüş kararı almamış<br />
ve mağaraya devam etmiş olsaydık çok daha<br />
fazla şey kaybedebilirdik. Aşırı yorgunluk<br />
konsantrasyonu bozabilir ve bir kazaya sebep<br />
olabilirdi. Gezi boyunca yaşadığımız tek kaza ise<br />
Sinan’ın, 4 m ile başlayıp kampın sonuna doğru<br />
Oktar’ın abartmasıyla 9 m’yi bulan bir yükseklikten<br />
Oktar’ın tepesine çanta düşürmesiydi (Sinan’ın<br />
tabiriyle zımbalaması). İlerleyen günlerde Oktar’ın<br />
beli bir güzel ovuldu ve kazazede hakkettiğince<br />
şımartıldı…<br />
Buraya gelirken, dibi hedefliyorduk. Yeterli<br />
malzememiz ve işgücümüz vardı. Çukurpınar<br />
Yaylası’na geldiğimiz 9 sene boyunca kazandığımız<br />
tecrübenin de yeterli olduğunu düşünüyorduk.<br />
Ama mağaranın bize verecekleri henüz bitmemişti,<br />
eğitimimiz devam ediyordu. Doğal sınırlarına<br />
ulaşmak için çabaladığımız mağara, bize nazikçe<br />
kendi doğal sınırlarımızı gösterdi.<br />
Bebekliklerinden beri tanıdığımız yayla çocukları<br />
Ayşe ve Akif’e “Seneye gene görüşürüz!” derken,<br />
herkesin içini ertelenmiş bir vedanın sevinci<br />
kaplamıştı. Çukurpınar Yaylası’na veda etmeye<br />
henüz hazır değildik!<br />
18 Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10
TEMUÇİN AYGEN<br />
Ender USULOĞLU (ASPEG)<br />
Boğaziçi Üniversitesi’ndeki ikinci yılımda,<br />
doğa sporları yapmak için “mağara araştırma”<br />
kulübüne girmiştim. Boğaziçi Üniversitesi’nin<br />
güzelliklerinden biri de buydu. <strong>20</strong>-30’a yakın,<br />
istediğiniz dalda veya ilgi alanında kulüp vardı.<br />
Ben de bir arkadaşımın kamp ateşi muhabbeti ile<br />
doğa sporu yapmak için yazıldım.<br />
Zaman ilerledikçe ve ben yavaş yavaş mağaracılık<br />
neymiş, o tecrübeyi yaşarken, kimin söylediğini<br />
hatırlamadığım birisi, “Temuçin Aygen geliyor, o<br />
bizim babamızdır, mağaracılığı Türkiye’ye tanıtan<br />
kişidir” dedi. İşte adını ilk o zaman duymuştum.<br />
BÜMAK’ın (Boğaziçi Üniversite Mağara Araştırma<br />
Kulubü) 15. kuruluş yılını kutlamak için harıl<br />
harıl ekip halinde çalışıyorduk. Bende bu isim<br />
karışık duygular uyandırdı. Biraz hayranlık, biraz<br />
ürkeklik... Acaba misafirperverliğimiz yetecek<br />
miydi? 16 Aralık 1988 tarihinde, BÜMAK’ın 15 yılını<br />
kutlamak için hiç üşenmeden Antalya’dan kalkıp<br />
gelmişti. Kısa boylu, şişman ve kel bir adam.<br />
Herkes etrafını sardı. Konuşulanları hatırlamıyorum<br />
ama bilgi almak için herkes ağzının içine<br />
bakıyordu. Metin Albükrek arkadaşımızın nefis<br />
dia gösterisinden sonra sanırım kafasında iyice<br />
BÜMAK nedir, ne değildir yer etmişti. Bunu ikinci<br />
karşılaşmamızda gösterecekti.<br />
Ertesi yıl, Temuçin Aygen tekrar geldi. Mütevazi<br />
kulüp odamızda kendisini misafir ettikten sonra<br />
konuşmaya başladık. Bir önceki karşılaşmamızda<br />
çok fazla dikkatimi verememiş, akşamın iyi<br />
geçmesi için organizasyona odaklanmıştım ama<br />
şimdi bütün duyularımla onu dinliyordum. Bize<br />
gazetelerde çıkan kendi haber küpürlerinden,<br />
posterler falan getirmişti. Konu Konya obruklarının<br />
nasıl oluştuğundan devam ediyordu. Konuştukça,<br />
o yuvarlak yüzündeki iki gözün nasıl ışıldadığını<br />
hâlâ unutmuyorum. Büyük bir heyecanla anlatıyor,<br />
anlatıyordu. Ortam çok samimi bir hava içindeyken<br />
esas haberi patlattı. Anamur’da bir gazeteci<br />
arkadaşının ona verdiği ihbarı bize getirmişti. Yüzü<br />
bir parça ciddileştikten sonra, “böyle bir mağarayı<br />
Türkiye’de yapsa yapsa ancak BÜMAK yapar. Siz<br />
arkadaşların yeterli tecrübeniz ve malzemeniz<br />
var, o yüzden size getirdim ihbarı” dedi. Sanırım<br />
herkesi hafif bir gurur dalgası sardı.<br />
İlk etkinliğe kendisi de katılacaktı. Bir ayağında<br />
çelik protez olan, hafif ağır aksak yürüyen<br />
birisini düşünün, <strong>20</strong>00 metre Toroslara gidecek.<br />
O zamanlar yanılmıyorsam 68-69 yaşındaydı.<br />
Ağustos 1989 yılında, katırın tepesinde, 30-<br />
35 derece sıcaklıkta, bizimle <strong>20</strong>00 metrede<br />
Toroslar’ın tepesinde, Çukurpınar Mağarası’na<br />
gelmişti. Mağaraya girmemişti ama manevi olarak<br />
yanıbaşımızda bize destek veriyor ve coğrafyayı<br />
jeolojik açıdan inceliyordu. Bu ihbar ile yaklaşık<br />
<strong>20</strong> yıldır (1989 yılına göre) kırılmayan derinlik<br />
rekorunun büyük bir farkla kırılmasına yol açmış<br />
(Düdencik -330 metre iken, Çukurpınar -1190<br />
metre olmuştur) ve önce BÜMAK sonra Türkiye’de<br />
ki mağaracılık, bu ihbar ile eşik atlamıştır. Bunda<br />
Temuçin Aygen’in payı yadsınamaz.<br />
Yıllar geçtikçe, kendisini kah sempozyumlarda<br />
kah Antalya’da ki evinde görme fırsatım oldu ve<br />
bir farkını daha keşfettim Temuçin Aygen’in, o<br />
yazıyordu. Yazma kültürü kıt olan bir toplumda,<br />
Temuçin Aygen, geride oldukça fazla miktarda,<br />
kitap ve makale bırakmıştı. Gerçekten böyle bir<br />
insanın mağaracılık yapması bizim için bir şanstı.<br />
Ölmeden önce en son Çin’deki dünya mağaracılık<br />
kongresine, dairesini satarak katılmıştı. İşte<br />
böylesine sevmişti, mağaracılığı. Mesleki olarak<br />
başlayan ilgi, git gide bir tutkuya dönüşmüş ve bu<br />
tutku sayesinde mağaracılık yapan bizlerin önünü<br />
açmıştı.<br />
En son onu, Teşvikiye cami’de gördüm. 25 Ocak<br />
<strong>20</strong>03 tarihinde aramızdan ayrıldı ve tam 7 yıl<br />
oldu ama o hala bizimle ve ilham vermeye devam<br />
ediyor.<br />
Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10 19
<strong>Topkapı</strong> <strong>Sarayı</strong> <strong>Sarnıç</strong><br />
<strong>Sistemleri</strong> <strong>Çalışması</strong><br />
Hakan Eğilmez (ASPEG)<br />
<strong>20</strong>09 yazı boyunca her salı günü çalışılan,<br />
<strong>Topkapı</strong> saray bölgesindeki sarnıçları ve tahliye<br />
kanallarının envanterinin çıkarılmasını amaçlayan<br />
bu çalışma, Çiğdem Özkan Aygün başkanlığında<br />
ve Aspeg üyelerinin katılımı ile gerçekleştirilmiştir.<br />
Çalışmanın genel sunumu <strong>Topkapı</strong> sarayında <strong>23</strong><br />
Şubat <strong>20</strong>10 tarihinde Ali Yamaç ve Çiğdem Özkan<br />
Aygün tarafından sunulmuştur.<br />
Bizim burada ele almak istediğimiz konu,<br />
çalışmalarda uygulanan, sualtı mağaracılık<br />
tekniklerinin nasıl planlandığı, genel çalışmaya<br />
nasıl katkı sağladığı üzerine olacaktır. Çalışılması<br />
zor koşulları içeren, sarnıç ve bağlantı kanallar<br />
sistemlerini 2 ana kategori altında incelemek<br />
gerekir:<br />
a) Kötü görüş, dar alanlar<br />
b) Uygun malzeme kullanımı ve konfigürasyon<br />
teknikleri<br />
<strong>Sarnıç</strong>ların tam olarak ne büyüklükte ve derinlikte<br />
olduğu kestirilemediğinden, birebir aletli dalış ile<br />
envanter çıkarılması yoluna gidilmiştir. Envanter<br />
edinimi esnasında, robot kameralar(remote<br />
operating vehicles, rov), fotograf ve video<br />
kullanılmıştır.<br />
Kanallara yapılan penetrasyon(sızma) bazen<br />
su içinden, bazen su üstünden gerçekleşmiştir.<br />
Kanalların ve sarnıcın durumunu göre tüplü ya<br />
da serbest dalış teknikleri kullanılmıştır. Kanal<br />
yollarının birbirin bağlantılı olması, referans ipi<br />
kullanımını gerek bırakmıştır. Sonuçta SİT alanı<br />
üstünde bir araştırma olduğundan, herhangi bir<br />
kısma bir şey çakmak ve takmak, tarihi dokuya<br />
zarar vereceğinden zeminlere minimum temas<br />
hedeflenmiştir.<br />
A) Kötü görüş, dar alanlar:<br />
Yaklaşık 1,30 m yükseklik ve 60 cm eninde inşa<br />
edilmiş kanallar, hareket etme güçlüğünün yanı<br />
sıra, üstümüzde taşıdığımız dalış ekipmanları,<br />
envanter malzemeleri (video, ışık fotograf)<br />
taşınmasını zorlaştırmıştır. Bu sebeble bazen su<br />
üstünden ölçüm alınıp serbest dalış teknikleri<br />
kullanılmıştır. Kötü görüşün yol açtığı (50 cm)<br />
derinlik ve yön kavramı üstünde ciddi baskı<br />
oluşturmuştur. Görüşün bozulmasındaki ana<br />
etmen, zeminde bulunun sist tabakası ile suyu<br />
girilirken yan cenahtan suya karışan toz toprak,<br />
moloz birikintileri ya da kontrolsüz yapılan palet<br />
vuruşları hem görüntü almayı hem de hareket<br />
etmeyi sıkıntıya sokmuştur. Bazı çalışmalar<br />
(dalışlar) suyun içindeki partiküllerin zemine<br />
çökmesi sonrasında (min. 3 hafta) yapılabilmiştir.<br />
Çekim esnasında oluşan kötü görüş ve karanlık<br />
içinde en iyi referans, kullanılan ışık sistemleri<br />
olmuştur. Yaklaşık 50 wat enerji üreten led<br />
fenerler, hem uzun süre ışık kaynağı sağlamış hem<br />
de gerekli aydınlanmayı sağlamıştır. Özellikle dar<br />
alanlarda hareket ederken , sarnıç içindeki metal<br />
ilişkenler (demir çubuk kazık, paslanmış borular)<br />
ciddi sıkıntı yaratmıştır. Şöyle ki 50 cm zor<br />
gördüğünüz bir su içinde, hareket etme zorluğu<br />
yaşarken, önünüze ya da arkanıza ya da kafanıza<br />
doğru uzanan metal parçalara karşı çok dikkatli<br />
olmak gerekmiştir. <strong>Sarnıç</strong> içinde refaranslıktan<br />
inilen 8 m sadece dalış bilgisayarının metraj<br />
bölümünden anlaşılmıştır. Bzı sarnıçlarda görüş<br />
ve suyun temiz olması, hareket etme kolaylığı<br />
sağlamıştır. Burada sarnıcın giriş noktasının<br />
çok dar olması (60cm en), ekipmanı önce aşağı<br />
sarkıtıp suda giyilmesi ihtiyacını doğurmuştur.<br />
B) Uygun malzeme kullanımı ve konfigürasyon<br />
teknikleri<br />
Bu tür ortamlar için düşünülen standart dalış<br />
ekipmanı, hareket etme kısmında zorluk<br />
çıkarmıştır. Özellikle sarnıca merdivenle inilen<br />
ilk 10 metrede. Bu tarz dar alanlarda daha<br />
ufak hacimli tüpler, 4 litre gibi, daha kullanışlı<br />
olacaktır. Özellikle dar alanlara girip çıkarken<br />
ekipmanın sırta değil de göğse alınması, regulatör<br />
bağlantılarının buna göre dizayn edilmesi, olası<br />
sürtünmelerin önüne gececektir. Kullanılan ışık<br />
sistemlerini de aynı mantıkta ekipman üstünde,<br />
kanasterli (hortumlu) fenerler ile yapılması, ışık<br />
kaynağını yönlendirmede ve kullanmada kolaylık<br />
sağlamıştır. Sonuçta ekip olarak çalışıldığından,<br />
her zaman yüzey destek ekibinin olması<br />
çalışmaları kolaylaştırmıştır. Suyun çok soğuk<br />
olmaması, temiz olması, ıslak elbise kullanımına<br />
imkân tanıdığından, üşüme katsayısı minimum<br />
olmuştur. Bu tip dar alanlarda, klasik palet vurma<br />
yerine, “frog” tarzı dediğimiz, ayakların içden<br />
dize doğru çekilerek yapılan hareket, hem suyun<br />
bulanmasına engel olup, hem de uygun yüzerliliğin<br />
sağlanmasında etkili olmuştır. Özellikle dar alanda,<br />
yüzerliğinizi kontrol ederken, video ile kayıt almak<br />
bu anlamda önemlidir.<br />
<strong>20</strong>10 senesinde çalışmaların devam edeceğine<br />
dair bilgi bizleri memnun etmiştir. Yeni<br />
sezonda yapılacak çalışmalarda, bir önceki<br />
senenin tecrübeleri, daha verimli çalışmalar<br />
yapabileceğimizi göstermektedir.<br />
<strong>20</strong> Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10
<strong>Sözler</strong><br />
‘<br />
Uzun bir süre evimdeydim uçsuz bucaksız<br />
revakların içinde,<br />
Gemici güneşin renklendirdiği milyonlarca<br />
ateşlerle,<br />
Dikey, muhteşem ve soğuk en görkemli<br />
sütunları,<br />
Onları aynı hale getiren, bu akşam,<br />
mağaralar gibi bazalt sivri kuleler.<br />
Charles Baudelaire-Kötülük Çiçekleri<br />
Dağ mağaralarından esen rüzgarlara<br />
benzeyin. O kendi şarkısına göre dans<br />
etmek ister: denizler titrer ayakları altında<br />
onun.<br />
‘Rahimde hepimiz kör mağara<br />
balıklarıyız.’’<br />
Jim Morrison<br />
“Dünyada nice Eshab-ı Kehf vardır ki,<br />
bu zamanda, senin yanı başında ve<br />
önündedir. Mağara da, dost da onunla<br />
terennüm etmektir. Ne fayda, senin<br />
gözünde ve kulağında mühür var!”<br />
Hz.Mevlânâ-Mesnevi<br />
Derleyen: Gülşen Küçükali<br />
Friedrich Nietzsche -Ve Böyle Buyurdu<br />
Zerdüşt<br />
Ambarlar sintineler, bodrumlar miğdemi<br />
bulandırırdı. Gazetelerin birinci sayfasını<br />
kaplamak yüzsüzlüğünü gösteren<br />
mağara incelemecilerine özel bir kinim<br />
vardı; yaptıkları yüzünden içime fenalık<br />
çökerdi. Başını, dar kayalık bir boğazda<br />
(ki o şaşkınlar buna sifon adını takmışlar)<br />
sıkıştırmak pahasına da olsa yerin 800<br />
metre altına inmeye teşebbüs etmek<br />
olsa olsa sapıtmış ya da keçileri kaçırmış<br />
insanların yapabileceği bir işti bana göre.<br />
Bu cinayet gibi bir şeydi.<br />
Albert Camus- Düşüş<br />
“Dipsiz bir uçurumun insanda uyandırdığı<br />
çekicilikten daha güçlü bir şey yoktur”<br />
Jules Verne-Dünyanın Merkezine Seyahat<br />
Mişima’nın kısa romanındaki<br />
kahramanları, aşkı adanın tepesindeki<br />
kimsesiz bir mağarada tadarlar. Mağarada<br />
her şey aşkın unutulmaz anısı için vardır<br />
sanki. Dışarıda yağmur yağmakta,<br />
damlalar mağaranın ağzını yükseltisinden<br />
düşen bir dere gibi örtmektedir. Kızın<br />
saçlarına benzer bu.<br />
İlk aşkı, ilk sevişmeyi anlatan bu idealize<br />
sahne, insan duygularıyla ilgili evrensel<br />
bir uç verir.<br />
Yukio Mişima- Dalgaların Sesi<br />
Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10 <strong>21</strong>
Yaşadıklarımız<br />
Kankalar, mağaraya girerken....<br />
Kankalar, kahve içerken....<br />
Kankalar, hamamda...<br />
Kankalar, ipten indikten sonra...biri hariç :)<br />
Kankalar, mağaradan dönerken...<br />
Kankalar, eğitimler sonrası...<br />
Kankalar, geyik yaparken...<br />
Kankaların (Nam-ı diğer ayılar) Karlık Zirvesi<br />
22 Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10
<strong>Abstracts</strong><br />
Speleoculture (page 2-4)<br />
In this section, we will give you a parade of cave photos taken<br />
from mid-1800’s to mid 1900’s until electric flash photography.<br />
Cıngırdaklı Cave (page 5-6)<br />
This is a funny story that takes place during rigging of<br />
Cıngırdaklı Cave. 3 cavers starts rigging the cave where two<br />
of them ends up on a very narrow balcony up high where the<br />
third one with engineering background continues rigging below.<br />
The dazzled cavers leave the rope so cannot reach it anymore<br />
and had nothing but talking to each other. The engineer, on<br />
the other hand rigs one shaft and throws the rope but the<br />
rope tangles in between. He thinks that he can manage it on<br />
the rope but cannot so he had to climb back to the beginning<br />
of the shaft and in order to tackle the rope, he unties it. After<br />
he manages the rope and forgetting the tide the rope back to<br />
station, he throws the rope back to shaft...Swooshhh!..there<br />
goes all the rope. With no rope left, our dazzled cavers had to<br />
ascend back to enterance.<br />
My Movile Experience (page 7)<br />
Oana Chachula, our Romanian member, also a member of<br />
Focul Viu caving association writes about the short experience<br />
in Movile Cave, Romania. Movile Cave is by no means an<br />
impressive cave in sportive terms. Movile Cave became<br />
famous because of NASA research in the cave. Due to lot of<br />
siphons, inside the cave, one can find the oldest cave fauna<br />
environment in the world. As biologist and a caver, Oana<br />
explains what it means to her to get into this cave.<br />
Yearning For Caving (page 8)<br />
In this article, the author explains why as cavers we yearn<br />
for caving so often with humor. During caving and camping,<br />
we got use to adrenalin, irregular and behaviours with total<br />
freedom. When we go back to city life and do what we need<br />
to do to live, everything that we do or work for becomes<br />
meaningless and pointless so to come back to our senses, we<br />
need to go back to caving. And only a caver understand the<br />
symptoms of another caver when exposed to much to city life.<br />
Did You Know? (page 14)<br />
In this section, we are explaining how we get asetilen gas and<br />
chemical reactions with humor.<br />
1998 Expedition Of Evren Günay<br />
(peynirlikönü) Sinkhole (page 15-18)<br />
This article is an old article dating back to 1998 expedition<br />
where BÜMAK members attempted to break the Turkish Depth<br />
Record in this sinkhole. It is a memoir of a caver, Arpat Özgül,<br />
that was in the team. This cave is now at -1429 m.<br />
Temuçin Aygen (page 19)<br />
Temuçin Aygen has been the laying foundation of Turkish<br />
Caving, he has been a father to us. It is 7 years now that he<br />
passed away. We celebrate him thru a caver’s memoir that<br />
gives his first encounter with Temuçin Aygen.<br />
Diving under <strong>Topkapı</strong> Palace (page <strong>20</strong>)<br />
Our Team explored the underworld realms of <strong>Topkapı</strong> Palace<br />
and Hagia Sophia Church during <strong>20</strong>09. The results has been<br />
published with National Geographic Turkey march <strong>20</strong>10 edition.<br />
Author, being a diver, gives a different angel of these studies;<br />
diving side of it.<br />
Words (page <strong>21</strong>)<br />
We got tired of some of the well known words, phrases or<br />
sayings about caving like “take nothing but....” so with a little<br />
research and interest in the subject, author lays some different<br />
ones here.<br />
Our Life (page 22)<br />
This section covers our funny side of caving and friendship.<br />
Enjoy the pictures !.<br />
Pseudokarst (page 9)<br />
This is a short article explains the meaning of pseudokarst.<br />
Pseudokarst is karstic like formations that happens without<br />
chemical reactions, so to say. Well, it also gives details<br />
about the debates on the term as well. But if you want more<br />
information, there is some useful links at the end of the article<br />
that you can visit.<br />
MTA (page 10)<br />
Maden Tetkik Arama Mağara ve Karst Araştırma Birimi is the<br />
3rd oldest organization after MAD and BÜMAK in Turkey deals<br />
with explicitly caves and karstic researches. This organization<br />
is a branch of MTA, state department of Mine and Metallurgy of<br />
Turkey. This article explains in details what they do<br />
Sarıkaya and Aksu Caves, Training Camp<br />
(page 11-12)<br />
This article is written by a new beginner about how she<br />
perceives caving and the first camp and caving experience.<br />
This trip is the first fruit of a cooperation between ASPEG<br />
and AKUT (Search and Rescue Association). The aim is to<br />
cooperate on cave rescue and train new AKUT members who<br />
are interested in caving.<br />
Speleo-art (page 13)<br />
This is the continuation of the poet on mapping. This part<br />
explains how to use the tools for measure, of course, poetically<br />
:)<br />
Cadı Kazanı Ocak-Şubat <strong>20</strong>10 <strong>23</strong>