24.08.2015 Views

48 Fiyatı: 3 - Azınlıkça | Yunanistan Batı Trakya Haber Sitesi - Aylık ...

48 Fiyatı: 3 - Azınlıkça | Yunanistan Batı Trakya Haber Sitesi - Aylık ...

48 Fiyatı: 3 - Azınlıkça | Yunanistan Batı Trakya Haber Sitesi - Aylık ...

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

HAZİRAN - ΙΟΥΝΙΟΣ 2009Sayı: <strong>48</strong>Fiyatı: 3 €Azınlıkça 1


Tek tip elbise...Kabul etmemiz lazım, azınlıkların genlerinde yer alan “kendi azınlığını dışetkenlere karşı koruma içgüdüsü”, azınlık bireylerinin cemaat içi yaşantılarınıstatik bir düzlemde sürdürmelerine neden oluyor. Hep aynı şekilde süregelenişleyiş, hep aynı şekilde devam ettirilen yapılanmalar ve uygulamalar bu dış etkenlerekarşı oluşturulan koruma kalkanının yapı taşı olarak algılanıyor.Azınlık içinde değişime karşı gösterilen reaksiyon veya yeniliğe karşı gösterilentepki, işte bu bahsekonu koruma kalkanının yıkılacağı düşüncesiyle sürdürülüyor.Bu mevcut durumu koruma endeksli tutum daha çok azınlığa ait olan,vakıf, dernek, şirket, okul, basın ve dinî kurumlarda kendini gösteriyor. Azınlıkkurumunun yeniden yapılanmasını, mevcut düzenin değişmesini talep eden herhangibir azınlık içi talep kolay kolay kabul görmüyor.Eldekini korumaya endeksli olan yönetim anlayışını başarı sayan azınlıkbireylerinden, var olandan daha fazlasını elde edebileceğine inanan azınlık bireylerinegeçiş süreci, Lozan’daki haklarını korumaya çalışan ve sırtını devamlısurette “anavatanına” dayayan dinsel azınlıklarda hemen kabullenilemeyecek birdeğişim. Bugün Türkiye’deki Gayrimüslimler gibi, <strong>Yunanistan</strong>’da yaşayan Müslümanlarda bir “azınlık” kimliğine sahip oldukları için hukûken bütünlük arzediyorlar. Fakat bahsekonu hukukî tanımlamanın altında birbirlerinden farklıduruşlarıyla, ideolojik ve politik görüşleriyle, etnik kimlikleriyle ve bireysellikleriyleson tahlilde kişiler öne çıkıyor. Zaten hukukî tanımlamanın sağladığı bağlarazınlık kurumlarında değişmeyen ve kolay kolay yeniliği kabullenmek istemeyenmevcut düzenin meşruiyet noktasını oluşturuyor. Oysa bireyler bu mevcuthukûkî tanımlamanın isterlerse dışında kalabiliyor, istediği anda da tekrarhukukî tanımlamanın içerisine giriyor.Danışma Kurulu’nun yapısı ve idare ediliş tarzı işte tam bu noktada önem arzediyor. Çünkü Kurul, Yönetim’in dayattığı hukukî tanımlama örneğine benzerbir ilkellikle azınlığın tümüne tek tip gömlek giydirmeye kalkıyor. Oysa Azınlığıbelirli bir kalıbın içerisinde tutma çabası esasında gerçekleşmesi mümkün olmayacakbir hayalden öte bir şey değil; hele hele Kurul’un kendi üyeleri bile tek tipelbise giymezken...editörAzınlıkça 3


VitrinEvren Dedeevrendede@gmail.comTürk-Yunan ilişkilerinde son durumHer ne kadar iki ülkede iktidara gelen ND ve AKP hükümetleriilk dönemlerinde ciddi bir yakınlaşma ve uzlaşıçabası göstermiş olsalar bile, Türk-Yunan ilişkileri tarih boyuncaanlaşmazlık ve sorunların ön planda olduğu bir süreçolunca, bu iki hükümet de bahse konu talihsiz sürecindışına öyle kolay kolay çıkamıyor. ND-AKP dönemininilk başlarında yakın ve sıcak ilişkiler gözlendiyse de uzunsoluklu bir sıcak ilişki maalesef sürdürülemedi.Zaten genelde iki ülke arasındaki sorun ve anlaşmazlıklarınçokluğu, içerideki siyasal yapının uluslararası ilişkilerekoyduğu tahakküm, süregelen Kıbrıs bunalımı ve sontahlilde iki ülkenin ulusal çıkarlarının çakışması dostlukdönemlerinin uzun soluklu olmasına engel teşkil ediyor.Ne yapalım, ND-AKP ilişkisi de bu engellere takılmadanedemezdi. İki hükümetin ilk başlardaki o uyumlu veyapıcı ilişkisi yavaş yavaş eski dönemlere doğru yön aldı;partilerüstü kabul edilen dış politika, bir anlamda ND’ninve AKP’nin hareket alanını kısıtladı.Son dönemlerde Türk-Yunan ilişkilerinde yeni gelişmeleroluyor. Fakat gelişmelerin olumlu yöne doğru gittiğinisöylemek doğru olmaz. Her ne kadar artık iki ülkeyisavaşın eşiğine getirecek bir bunalım döneminin yaşanmayacağısöylenebilse bile maalesef iç politikadaki hoşnutsuzluklar,<strong>Yunanistan</strong> ve Türkiye’yi karmaşık ve istikrarsız birikili ilişkiler sürecine doğru sürüklüyor. Bu kısa makaledeneden bu tür bir yargıya vardığımı açıklamak mümkündeğil ama en azından genel hatlarıyla durum değerlendirmesiyapmak mümkün.Mâlum, kıta sahanlığından tutun hava sahasına kadarbin bir detayı ve anlaşmazlığı içeren ve ikili ilişkilere damgasınıvuran Ege sorunu, <strong>Yunanistan</strong> için tarafların birincilsıradaki sorunu. İkinci sırada Kıbrıs var. Tabiî Ege sorunugibi Kıbrıs konusu da 1970’lerden bugüne ikili ilişkilerdebelirleyici bir rol üstleniyor. Bu arada üçüncü sıraya yerleştirebileceğimizazınlıklar sorunu da iç politikanın gelenekseleğilimleri çerçevesinde aynı olumsuz ve çetrefillikonulardan biri olarak bahsedilebilir.Sorunlardan herhâlde bizi en çok ilgilendireni azınlıklarmeselesi ve belki de <strong>Yunanistan</strong>-Türkiye ilişkilerindehiçbir zaman açıkça dile getirilmese de, neredeyse Ege sorunukadar önemli.Türk-Yunan ilişkilerinde ND ve AKP’nin hükümetoldukları dönemi incelediğimizde iki bölümle karşılaşıyoruz.1. Sıcak ilişkilerin kurulduğu dönemND hükümetinin AKP ile yakın ilişki kurduğu,Karamanlis’in Türk Başbakan Erdoğan’la dost ve akrabalıkilişkileri geliştirdiği, iki ülkenin azınlıklara karşı yapıcısöylemlerle öne çıktıkları ve hatta bir kısmını uygulamayaaldıkları ilk dönemde dikkatlerden kaçmayan en önemliaçılım, ND hükümetinin AKP ile yürüttüğü ilişkide sadecediplomatları değil, ayrıca ND Rodop milletvekili İlhanAhmet’i de belirli konularda aracı olarak kullanmasıydı.Türk hükümeti besbelli ND’nin bu yaklaşımından memnuniyetduymuştu. İktidar partisi olan ND’nin azınlıkmilletvekilini öne sürmesi iki hükümetin özellikle azınlıklarkonusundaki tutumlarında gözle görülür değişikliklereneden oldu. Şimdilerde beğenilmeyen, fakat neticede ikitaraftaki azınlık vakıflarının içerisinde bulundukları sıkıntılarıkısmî bile olsa ciddi oranda azaltan, <strong>Yunanistan</strong>ve Türkiye’de eşzamanlı çıkarılan yeni vakıflar kanunu,Bakoyanni’nin cemaat idareleri hakkındaki açıklamaları,Karamanlis’in Ankara ve İstanbul ziyareti, Erdoğan’ınAtina ve Batı <strong>Trakya</strong> ziyareti, Türk Dışişleri Bakanı AliBabacan’ın Batı <strong>Trakya</strong> ziyareti, iki ülkenin bakanlarınınve milletvekillerinin azınlıklara ziyaretleri, Batı <strong>Trakya</strong>’dakicamilerin ve İstanbul’daki kiliselerin tadilat vb. çalışmalarınınhız kazanması, Hükümet sözcüsünün AİHM kararlarınauyacaklarına dair açıklaması, hükümet yetkililerininazınlıklar konusundaki çeşitli açıklamaları, azınlık okullarınaTürkiye’den gelen ders kitaplarının dağıtılması, Batı<strong>Trakya</strong>’da devlet okullarına Türkçe’nin seçmeli ders olarakkonulması, Erdoğan’ın Başbakanlık bütçesinden Rumlara4 Azınlıkça


ait bir kilisenin çanını tamir ettirmesi, iki ülke belediyelerininortak işbirliği programları ve çeşitli siyasî, ticarî ve kültürelfaaliyetlerin hız kazanması ND-AKP dönemindekipozitif açılımlardan sadece bir bölümü olarak sıralanabilir.Bu gelişmeleri olaylara kısır partizanlık veya şahıslaraduyulan kişisel husûmet gözlüğüyle bakanlar, elbetteküçümseyebilir, hatta tam aksini savunabilirler. Fakat kabullenmekistemeseler bile, ND-AKP ilişkilerindeki ilkdönem, azınlıklar adına yapıcı bir sürecin başladığını imaetmekteydi. Hatta o denli yapıcı bir sürecin başladığını imaediyordu ki, pek çok politik gözlemci ve uzman, hukukîalanda karşılaşılan onlarca sorunun bile artık kısa bir dönemdeçözülebileceği inancını taşımaya başlamıştı vs.Doğrusu, iki ülke arasındaki bilgi akışında tek düzetekeli kaldıran, Yunan parlamentosundaki bir azınlıkmilletvekilini de bilgi akışında kullanmak isteyen, azınlıkkonularında hazırlanan yasa taslaklarında sınırlı bile olsaazınlık milletvekiline yetki veren ND’nin bu hassas kararıilk dönemde kurulan yakın ilişkinin en belirgin özelliği.Zaten dikkat edilirse bahse konu dönemde kangren hâlinegelmiş azınlık sorunlarının artık son bulacağı beklentisi,sadece ulusal medyada değil, azınlık basınında bile gündemegetirilmiş, olumlu ve pozitif yazılar o dönemde dahaçok ön plana çıkmıştı.Burada bir ayrıntıya değinelim. ND’nin o dönem kendiazınlık milletvekiline güvenmesi veya kendi azınlık temsilcisinekarşı cephe almaması, diğer bir deyişle, Rodop milletvekiliİlhan Ahmet’in ND’nin politik düşünce sistemini genelhatlarıyla benimseyen ideolojik alt yapısı, bu olumlu sürecinyapı taşı oldu. Oysa maalesef günümüzde aynı güven anlayışıPASOK azınlık milletvekilleri ile kendi partileri arasındageçerli değil. PASOK ile Çetin Mandacı ve Ahmet Hacıosmanarasında politik düzlemde aynı ideolojik altyapı yok.PASOK’un ilke ve kriterlerine uymayan bu farklı düşünce veideolojiye sahip kendi azınlık milletvekilleri doğal olarak partiile aralarında cephe oluşmasına neden oluyor. İlahiyat kökenliHacıosman’ın, Sadık Ahmet’in yanında sürdürdüğü ve dahasonraları DEB partisinde başkanlığa kadar varan muhafazakarmilliyetçigeçmişi, vali yardımcısı olduğu dönemden bu yanadevam eden sosyalist kökenli PASOK’la olan ilişkisini gerçektesadece oy ve koltuk ilişkisi çerçevesinde olduğunu imaediyor. Yani PASOK Hacıosman’ı sadece oy deposu olarakdeğerlendirirken, Hacıosman da PASOK’u milletvekilliği içinaraç olarak kullanıyor.Çetin Mandacı için bile benzer bir ironik durum söz konusu.Danışma Kurulu Başkanı olduğu dönemde PASOK’la yaşadığıgüven bunalımı Mandacı’nın pek farkına varmasa bilepartisiyle olan politik düşünce farklılıklarından dolayı. Başadönersek, PASOK kendi azınlık milletvekilleriyle ND’nin kurduğugüven ilişkisini sağlayabilmiş değil. Bunun yan etkileribelki de PASOK’un iktidar olduğu yeni bir dönemde, azınlığıgüvensizlikle beslenen sıkıntılı döneme sürükleyebilir.2. İlişkilerin tekrar bozulmaya başladığı dönemND’nin ardı ardına ikinci kez iktidar olduğu dönemdeTürk-Yunan ilişkileri bağlamında azınlıklar sorunundayaşanılan pek çok gelişme ND’nin ilk dönemiyle kıyaslanamayacakölçüde içe kapanma sürecine dönüştü. BundaND’nin azınlıktan milletvekili çıkaramamasının da etkisivar. İlhan Ahmet’in eksikliği, hem ND, hem azınlık, hemde Türk-Yunan ilişkileri için ciddi bir kayba neden oldu.Şimdilerde taraflar arasında tekrar güvensizlik hâkim, kafalarkarışık…Bu ikinci dönemde azınlıklar konusunda Türkiye’nintavrını ND hükümeti anlamakta zorlanıyor. İstanbulRumlarının sorunlarında bir gelişme görmeyen Atina, Batı<strong>Trakya</strong> Türkleri konusunda ise Türkiye’nin uygunsuz hareketlerdebulunduğunu düşünüyor. Bahse konu hareketler<strong>Yunanistan</strong>’ın Batı <strong>Trakya</strong>’daki azınlığın “Müslüman Azınlığı”olarak adlandırılması önkoşuluna rağmen Türkiye’nin“Türk Azınlığı” ifadesini kullanması falan değil. Atinauzun dönemdir Türk yetkililerin veya Türk konsoloslarınınazınlığa “soydaş” veya “Türk” kelimelerini kullanmalarınazaten öyle büyük bir tepki göstermiyor. Esasında bununötesinde bir rahatsızlığı var Atina’nın. Açık söylemek gerekirse,Atina, Türkiye’nin Batı <strong>Trakya</strong> konusunda yayılmacıbir politika güttüğünü, bölgede son dönemlerde yükseksesle dile getirilen pek çok aşırılık yanlısı söylemlerinTürkiye’nin güdümünde gerçekleştirildiğini düşünüyor.Oysa iktidarda aynı AKP ve ND olmasına rağmen ilk genelseçim döneminde bu izlenim yoktu. Bu izlenim ikincigenel seçimlerin ardından ön plana çıktı. Esasında bilmeyenlerveya dikkat etmeyenler için Atina’nın neden böyledüşündüğünü meydana gelen bir dizi olayı burada sıralayarakaçıklamak mümkün. Bu olayların çoğunda Türkyetkililerin bile ancak talihsizlik olarak nitelendirebileceğieylemler var. Atina-Ankara arasındaki ilişkiyi sürdüren yetkililerbu konuları ne kadar karşı tarafa aktarıyor, kuşkularve rahatsızlıklar ne kadar dile getiriliyor bilemiyorum.Fakat sanırım bu konuda ND’nin ilk döneminde kazasızbelasız bahse konu aracılık görevini yerine getiren azınlıkmilletvekilinin ikinci dönemde boşalttığı alan Türk-Yunanilişkilerindeki trafik kazalarının meydana gelmesine nedenoluyor.Doğrusu bu yazıyı yazmak için önceden epeyce düşündüm.Azınlıklar bağlamında Türk-Yunan ilişkilerinin iyigitmeyeceğini ima eden pek çok olay ne yazık ki önümüzdekidönemde etkisini gösterecek gibi. Ne diyelim, keşkeyapıcı bir anlayışın hâkim olabilmesi adına iktidar partisindenbu arabuluculuğu ifa edebilecek bir azınlık milletvekiliçıkarabilmiş olsaydık. Ve keşke anamuhalefet partisiolan PASOK’ta, kendi partisiyle ideolojik olarak uyumlu,inandığı değerlerle partisinin değerleri arasında paralellikarz eden azınlık milletvekilleri olsaydı da gelecek adınaümit vaat etselerdi. Çünkü ND ve AKP’nin genlerinde sağkökenin vermiş olduğu milliyetçi ve muhafazakâr anlayışhakim olsa bile İlhan Ahmet’in milletvekilliği dönemindekiarzulu ve sıcak ilişki azınlıkların köprü olabileceği iddiasınıgerçekleştirebilecek ölçüye yakındı, hem de her nekadar bu tespit manipülasyona açık olsa bile…Azınlıkça 5


Genç bakışAydın Bostancıbostanciaydin@yahoo.comAzınlığımızın kaç tane ortaokul ve lisesi var?Azınlığımızda çoğu konu ikilem ve çelişkilerlevarlığını sürdürmeye devam ediyor. Bu çelişkilikonuların başlıcaları arasında elbette eğitim yeralıyor. Gerçi azınlığımızın eğitim sorunları ulusalve uluslararası camiada bir bütün olarak sıralanıyorve kamuoyu bilgilendiriliyor, ama eğitim konusundadernek yöneticileri ve temsilcilerinin düştükleribazı tenakuzların artık sorgulanması gerekiyor. Kamuoyuazınlık eğitimiyle ilgili olarak bilgilendirilirkenher zaman azınlık okullarının sayısı konusundabiri Gümülcine’de, diğeri de İskeçe’de olmak üzeretoplam iki azınlık ortaokul ve lisesinin olduğubelirtilmekte ve haklı olarak bu sayının ihtiyacıkarşılamadığı ve yeni azınlık ortaokul ve liselerineihtiyaç duyulduğunun altı çizilmektedir. Bu haklıtalebi zaten azınlığın öğrenci nüfusu incelendiğindegörmemek ve anlamamak mümkün değil. Fakatbilindiği gibi, Gümülcine’de Celal Bayar Ortaokulve Lisesi, İskeçe’de de Muzaffer Salihoğlu Ortaokulve Lisesinin yanısıra, Gümülcine’de yaklaşık elliyıldır faaliyet gösteren ve 2001 yılında lise statüsünegetirilen ve şu anda 400’ün üzerinde azınlıköğrencisi bulunan Gümülcine Hayriye Medresesive İskeçe’nin Şahin bölgesinde faaliyet gösteren ŞahinMedresesi, azınlık dernekleri ve bazı yetkililertarafından adeta yok sayılmakta. Bu yok sayma politikasınıazınlıkta 1970’lerin ortalarına kadar süreninkılapçı ve muhafazakâr çatışması kapsamında değerlendirmekilk etapta doğru bir tespit sayılabilir.Fakat bugün için Gümülcine ve Şahin medreseleriniazınlık okulu olarak kabul etmeme politikasını,1980’lerden itibaren son bulan bu çatışma kapsamındadeğerlendirmek yanlış olur. Dolayısıyla bununaltında yatan sebeplerin ideolojik değil, daha6 AzınlıkçaKamuoyu azınlık eğitimiyle ilgiliolarak bilgilendirilirken her zamanazınlık okullarının sayısı konusundabiri Gümülcine’de, diğeri de İskeçe’deolmak üzere toplam iki azınlık ortaokulve lisesinin olduğu belirtilmekte.Fakat bilindiği gibi, Celal Bayar veMuzaffer Salihoğlu ortaokul veliselerinin yanısıra, Gümülcine’deyaklaşık elli yıldır faaliyet gösteren ve2001 yılında lise statüsüne getirilenHayriye Medresesi de var...çok siyasî olduğunun altını önemle çizmek gerek.Neredeyse yarım asırdır faaliyet gösteren vedaha çok Selanik Özel Pedagoji Akademisi’ne öğretmenyetiştiren bir kurum olarak gösterilmekistenen Medrese’de, kimlerin eğitim gördüğünebakıldığında karşımıza S.Ö.P.A öğretmenlerininyanısıra, bugün bile azınlığımızı hâlâ temsil sıfatıbulunan şahsiyetlerin, bazı aydın gazeteci ve yazarlarında bu okulda okuduğunu görüyoruz. Meselâbunlardan bazıları Danışma Kurulu eski başkanı vebugün Evros Azınlık Gençleri Derneği’nin Avrupaİnsan Hakları Mahkemesi’nde savunmasını yapanAvukat Adem Bekiroğlu, eski bağımsız milletvekiliİsmail Molla Rodoplu, yeni kurulan AraştırmaMerkezi’nin değerli üyesi ve aynı zamanda 25 yılMedrese’de hocalık yapmış olan merhum İsmail Bı-


çakçı, bugün milletvekilliği görevini sürdüren AhmetHacıosman, emektar gazeteci yazar Halil Haki,merhum Mehmet Emin Aga, Hasan Paçaman, GümülcineMedresesi’nde eğitim görmüş şahsiyetlerdensadece bazıları olarak sıralanabilir.Her ne kadar medreseler azınlığın bir kurumuolarak kabul edilmek istenmese de, özellikle GümülcineHayriye Medresesi bugün için 120’si kızolmak üzere toplam 400 öğrencisiyle Celal Bayarve Muzaffer Salihoğlu ortaokul ve liselerindekiazınlık öğrenci sayısıyla eşdeğer durumda faaliyetinisürdürmektedir. Fakat buna rağmen bazı azınlıktemsilci ve yönetici sınıfı tarafından, hatta bazısınınmezunu olduğu okul olmasına rağmen, GümülcineMedresesi azınlığın okulu olarak kabul edilmemekte,hatta devlet okullarına gösterilen tutumdan dahakatı bir muameleye tâbi tutulmaktadır. Bunun sebebinisadece ilkokul-medrese-akademi çizgisi olarakyorumlamak yanlış olur. Gümülcine ve Şahinmedreselerine karşı gösterilen sert tutumun ve yoksayma politikasının altında yatan sebeplerin dahageniş çaplı soruşturulması gerekiyor. Kaldı ki, medreselerbir tarafa, asıl düşündürücü ve ilginç olanise son yıllarda S.Ö.P.A mezunlarına karşı izlenentutum değişikliğidir. Ne değişti de, neredeyse birzamanlar “hain” gözüyle bakılan, hatta bu nedendenötürü medreseyi yok sayan zihniyet, S.Ö.P.Amezunlarını “makbul” görmeye başladı? İşte bütünbunların sorgulanması gerek. Bazı azınlık derneklerininsavunmasını yapan avukatların, kimileritarafından yok sayılan Medrese’den çıkışlı olduğuunutulmaktadır. Yaptığı çalışmalarla azınlığımıziçerisinde büyük takdir toplamış olan ve yeni kurulanAraştırma Merkezi’nin köşe taşlarından biriolan merhum İsmail Bıçakçı’nın, 25 yıl Medrese’deeğitim verdiği adeta yok sayılmaktadır. Peki bugünkümilletvekili Ahmet Hacıosman’nın medresesıralarından geçtiği acaba kaç kişi tarafından bilinmektedir?Bütün bunların yanısıra azınlığın dörtbir köşesine yayılmış yüzlerce din görevlisi, imamve vaizin medreselerden çıkışlı olduğu ve bu okullarınkatkısıyla mesleklerini sürdürdükleri niçinunutulmaktadır? Her zaman yok sayılmaya çalışılanmedresede, ne ilginçtir, az bir süre de olsa okumayanazınlık insanının sayısı küçümsenemeyecekderecededir. Fakat buna rağmen azınlığımızın eğitimsorunlarını ulusal veya uluslararası düzeyde herzaman dile getirmeye çalışan azınlık yetkilileri GümülcineMedresesi’ni yok saymaya devam etmekteve azınlığın sadece iki ortaokul ve lisesi olduğunusöylemekteler.Acaba azınlık eğitiminde söz sahibi olan bu yetkililer,Celal Bayar’da okutulan Türkçe derslerle,Gümülcine Medrese’sinde okutulan Türkçe derslerihiç karşılaştırma zahmetine girdiler mi? AcabaMedrese’de okutulan Türk Dili ve Edebiyatı kitaplarıyla,Celal Bayar Ortaokul ve Lisesi’nde okutulanaynı ders kitaplarını inceleme zahmetine katlandılarmı?Geçenlerde S.Ö.P.A mezunları derneğinin düzenlediğietkinliğe başta Gümülcine T.C. Başkonsolosluğuyetkililerinin yanısıra, azınlığın tüm yetkilikurum ve kuruluşlarının temsilcileri katıldı. Acababenzer bir etkinliği Medrese okul olarak düzenleseydi,S.Ö.P.A gecesine katılanlar bu etkinliği dekatılabilecekler miydi? Bunu herkes kendisine birsorsun.Azınlığımızın meselelerini, Kanûni’nin önceleri“makbul” sonra ise “maktul” olan İbrahim Paşası’nabenzetmeyelim. BTA Yüksek Tahsilliler Derneğiveya ABTTF gibi kuruluşlar azınlığın eğitim konularınıve sorunlarını yerli ve yabancı platrformlardadile getirirken, Gümülcine ve Şahin Medreselerinide azınlığın okullarını sayarken dahil etmeli ve yüzlerceazınlık öğrencisinin eğitim gördüğü medreseleriyokmuş gibi göstermekten vazgeçmelidirler.Zaten bu yok sayma azınlık içerisinde o kadar çelişkive tezat oluşturuyor ki, düşünün bir kere, meselamedresenin ismini zikretmekten çekinen Batı<strong>Trakya</strong> Türk Öğretmenler Birliği Başkanı veya Batı<strong>Trakya</strong> Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği Başkanı,yok saydıkları medreselerin mezunlarıyla muhatapolmakta, ortak projeler gerçekleştirmekte, hattamedrese mezunu olan öğretmenlerin etkinliklerinekatılmaktadılar. Fakat gel gelelim katıldıkları hertürlü platroformda bu okulların varlığını bile, dilegetirmekten çekinmektedirler. Yani azınlık eğitimindekiproblemler anlatılırken kamuoyuna azınlığınsadece iki ortaokul ve lisesinin yanısıra ortaöğretimve lise seviyesinde eğitim veren iki medresesininvarlığından da bahsetmeleri gerekir. Aksi takdirdebu yok sayma politikası ve sergiledikleri bu yanlıştutumla kendileri gülünç duruma düşmekteler.*Azınlıkça 7


Dengeİbram Onsunoğluibram@tellas.gr1990’dan günümüze dek Pomak politikasıKostopulos’un kitabında “1990 kesiti” diye adlandırdığıküçük bir zaman dilimi var. “1990 kesiti”,az önce ve az sonra, Azınlıkta şu önemli olay ve gelişmeleriiçermektedir:1. 26 ve 29 Ocak 1988 mitinglerini. Daha önce,1980’li yılların başlarında baskı ve ayrımlara karşıAzınlığın radikalleşmeye ve toplu direnişe başladığınıgösteren İnhanlı ve Yaka direnişleri patlak vermiştir.Mitinglerin kitleselliği, bu ilk direnişlerinyol açtığı yankı sayesinde gerçekleşmiştir diye iddiaedilebilir.2. 1989-90 döneminde ardarda yapılan üç genelseçimde Rodop ve İskeçe’de bağımsız azınlık listelerininbaşarısını.3. Gümülcine’deki 29 Ocak 1990 pogromunu.4. Pogromdan iki gün sonra, başbakan Zolotasile ekümenik hükümeti oluşturan üç partinin başkanları(Miçotakis, Papandreu ve Florakis) bir arayagelerek Azınlığa uygulanmakta olan “yönetsel engellerin”kaldırılması için aldıkları kararı.5. Mayıs 1991’de yeni başbakan Miçotakis tarafındanGümülcine ve İskeçe’de bu kararın uygulamayakonulduğunun ilanı. Azınlık politikasındakibu değişiklik, resmen “isonomia-isopoliteia” (yasaönünde eşitlik-eşit yurttaşlık) politikası olarak adlandırılacaktır.Bu tarihten itibaren Azınlığı etnik gruplara bölmeve Türklükten uzaklaştırma çabaları daha nesnelbir taban bulacak ve hız kazanacaktır.8 AzınlıkçaMüthiş bir kitap<strong>Trakya</strong>’daki “Makedon Sorunu” - IIMüslüman Azınlığın üç etnik gruptan oluştuğuöteden beri işlenegelmekteydi. Ama “yönetsel engeller”,yani ayrım ve baskılar, göçe zorlama, kısacasıtenkil uygulamaları bütünseldi ve Müslüman dininedeğil de, Türk kökene veya Türk kimliğine atıftabulunarak yapılıyordu. Yani tenkil politikasına göreMüslüman Azınlıkta herkes Türktü.19. madde, yabancı kökenli Yunan vatandaşlarını vatandaşlıktanatmayı sağlıyordu, hem de sık sık ilgili hükmünşartlarına uyulmadan. Yani hukuksuzluk içinde hukuksuzluk.Bu madde uyarınca vatandaşlıktan çıkarılan 50 bin cıvarındaMüslüman Azınlık mensubunun her biri, Türk olduğuişaret edilerek kurban edilmiştir. 1990’lı yılların ortalarındaYunan vatandaşlığından çıkarılma macerası Helsinki Watch(Panagiotis Dimitras) tarafından ilk kez ülke gündemine taşınanİskeçeli Zeybek ailesi, Pomak kökenli idi.1983’lerde azınlık esnafının neredeyse tümüne uyduruknedenlerle maliye tarafından kesilen 200’er bin drahmilik(bugün yaklaşık olarak 15 bin evroya tekabül etmektedir)cezadan nasibini alan Kalkancalı bir soydaş, birkaç yıl öncemahallede bir dükkân açmak için müracaat etmiştir. Ceza,açılmasına izin verilmeyen ve hiçbir zaman çalışmayanbu dükkân için çalışıyor diye gelmiştir. Soydaş, daha öncebenim dükkânın adyası ne zaman çıkacak diye birkaç kezEmniyete gidip sorar. Son gidişinde oradaki amir, “Burayane gelip duruyorsun! Siz Türklere izin verilmiyor, bilmiyormusun!” diye çıkışır. “Siz Müslümanlar” demez, “Siz Çingeneler”de demez, “Siz Türkler” demiştir.Özetle, tenkil politikasının Azınlığı homojenleştirmeyeve Türkleştirmeye katkıda bulunduğu iddiaedilebilir. Şimdi, bunun bir yan etki olarak mı ortayaçıktığı yoksa bir hedef mi olduğu soruşturulabilir.Zira, Azınlığı Türkiye’ye kaçırtmayı amaçlayanBüyük Kovma’nın başarılı olabilmesi için, diğerleri


Kitabın bu bölümünde 1990’lardan itibaren<strong>Yunanistan</strong>’da resmî ve yarı resmî yollarla gittikçeyoğunlaşan Pomakçılık hareketinin faaliyetleri kaydedilmiş,olaya karışanların tezlerine yer verilmiş,göz çıkaran çelişkilere ve art niyetlere işaret edilmiş,hareketin Türk aleytarlığıyla bilinen ulusalcı çevrelerinhimayesi ve güdümü altında yürütüldüğü gösterilmiş,başarıları ve başarısızlıkları anlatılmış. Ayrıca,Azınlıktan gelen tepkiler anlatılmış.İlginç bölümlerden birinin başlığı şöyle: “Ölümcülbir ulusal doğuş mu?”. Burada yeni bir PomakUlusu yaratma çabasının karşılaştığı sorunlar ele alınıyor.Gerçekte böyle bir amaç yok, bu bir kılıf. Asılhedef, Azınlığı Türklükten uzaklaştırmak ve Pomaklariçin icat edilen yeni kimlikle mümkünse onlarıYunanlaştırmak. Bu amaçla onlara önce ulusal birefsane uydurmak gerek, çünkü süreç bunu gerektiriyor.Dışarıdan empoze edilen efsane, PomaklarınBüyük İskender’in soyundan geldiklerine dair. BöyleceHellen ulusuyla olan akrabalıkları da sağlanmışoluyor. Şimdi dışarıdan empoze edilen bu efsane,Pomakların Osmanlı öncesi Türk boyları Kuman vePeçeneklerin soyundan geldikleri kendi efsanelerinegalebe çalar ve egemen olur mu?Büyük İskender geleneğine sahip çıkan ve Bulgaristan,Türkiye ve <strong>Yunanistan</strong>’daki Pomakları birleştirmeyiamaçlayarak vatan ve toprak talep eden birulusal doğuş, Yunan milliyetçiliğinin kâbusu halinegelir. Üç ülkede de güçlü milliyetçilikler arasındanPomak milliyetçiliğinin sıyrılıp gelişmesi imkânsızgörünüyor. Ama ya olursa?Kitabın başlığı, <strong>Trakya</strong>’daki Makedon Sorunu,kâbusa dönüşecek bu olasılığı öne çıkarıp, Pomakçılığıevlatlık edinen Yunan milliyetçiliğiyle alay ediyor.Balkan Savaşlarında Makedonya’yı ele geçiren<strong>Yunanistan</strong>, buradaki nüfusun çoğunluğunu oluşturanSlavofonları Yunanlaştırmak için onlara “SizBüyük İskender’in torunlarısınız ve gerçek Makedonlarsınız”diye bir ulusal efsane empoze etmeyeçalıştı. Yaygınlaşan bu efsane sayesinde, şimdi, Büyükİskender ve Eski Makedonya geleneğine sahipçıkan komşu ülkenin adı Makedonya, YunanMakedonya’sındaki azınlık Makedon Azınlığı. Vebu olaylar şimdilerde Yunan milliyetçiliğinin en büyükkâbusu ve <strong>Yunanistan</strong>’ın yeni millî davası.“Tarih bir tekerrürden ibaretmiş. Ders alınsaydıhiç tekerrür eder miydi?”*Habipoğlu, Batı <strong>Trakya</strong>’da farklı,Avrupa’da farklı konuşuyor!..30 Mayıs tarihli bildirgesinde Batı <strong>Trakya</strong> TürkAzınlığı’nı AP seçimlerini PROTESTO ETMEYEçağıran Halit Habipoğlu, gerçekleştirilen FUENtoplantısında ise herkesi AP seçimlerinde azınlıklarıkoruyan adaylara OY VERMEYE çağırdı!Aklımıza takılmıyor değil, acaba ABTTF BaşkanıHabipoğlu’nun bu birbiriyle çelişen açıklamalarındanFUEN yetkililerinin haberi var mı?Peki hadi diyelim FUEN yetkilileri Türkçe bilmediklerindendolayı Habipoğlu’nun içerideki şöventavrını bilmiyor, fakat Habipoğlu’nun bizzatkendisi acaba bu taban tabana zıt iki söylemininBatı <strong>Trakya</strong>’da da farkedilmeyeceğini mi sanıyor?Bizden söylemesi, eğitim seviyesi her ne kadardüşük olsa da azınlığın Habipoğlu’nun içeriye (Batı<strong>Trakya</strong>’ya) yönelik şöven söylemleriyle, dışarıya karşıkullandığı söylemler arasındaki farkı görmemesiiçin kör olması lazım.Bakalım bu iki yüzlülüğü hiçbir tenkit süzgecinetâbi tutmadan mı karşılayacağız?azınlıkça*> Halit Habipoğlu’nun içerideki (Batı <strong>Trakya</strong>’da)açıklaması şu şekildeydi:Batı <strong>Trakya</strong> Türklerini seçimleri protesto etmeyedavet ediyorum. Gelin Batı <strong>Trakya</strong>’da Türk Azınlığıngücünü hep birlikte sergileyelim”Bkz ilgili açıklama:https://www.abttf.org/html/index.php?link=detay&id=2076&grup=2&arsiv=0> Halit Habipoğlu’nun dışarıdaki (Avrupa’da)açıklaması şu şekildeydi:“Avrupa Azınlıkları Federal Birliği (FUEN) ileAvrupa Diyalog Forumu üyeleri ile birlikte AvrupaParlamentosu seçimlerine yönelik çağrımızdaAvrupa Birliği’nde Avrupa azınlıklarını koruyanve destekleyen bir sistemin kurulması için çalışanadaylara oy verme çağrısında bulunuyoruz.”Bkz ilgili açıklama:http://www.abhaber.com/haber.php?id=2616310 Azınlıkça


Algı(lamak)Herkül Millasmillas@otenet.gr12 Haziran’da Taraf gazetesinde ‘AKP ve Gülen’ibitirme planı’ duyuruldu. Bu plan ister askeri kurumlarcahazırlanmış olsun, ister kendi başlarınadavranan kişilerce, hatta ister baştan sona bir yalanveya bir provokasyon olsun, birinin kaleme aldığıplanın şu cümlesine dikkati çekmek istiyorum: “Ermenistanve <strong>Yunanistan</strong> ile ilgili kamuoyunda tepkiuyandıracak haberler sürekli gündemde tutularakmilliyetçi partilerin tabanının genişletilmesi sağlanacaktır.”Bu cümle bir sıra varsayım içeriyor ve belli biralgılamayı su yüzüne çıkarıyor. Yani, birilerinin algılamasınıçok güzel gösteriyor. ‘Milliyetçi partiler’söyleminden başlayalım. Anlaşılan, cümlenin yazarınınaklında milliyetçi olmayan partiler de var.Ama ne demek milliyetçi olan ve olmayan parti?Ne yapar böyle partiler? Hangileridir? Partileri vesiyasi güçleri milliyetçi olan ve olmayan diye ikiyeayıracaksak, bunun kıstası nedir? Sanırım, bu sorularacümlenin yazarı açık seçik bir yanıt verecekdurumda olmasa da, planın genel çerçevesi de gözönüne alındığında, ne demek istediği aşağı yukarıbelli olmakta. Milliyetçi olmayanlar kabaca AKP,yandaşlarıdır ve AKP’ye her halükârda karşı çıkmayanlardır.Zaman ve Taraf gibi gazeteler, AKP’yimuhalefete tercih eden bazı liberaller (hani ‘liboş’diye küçümsenen), ve AB yandaşı solcular. Bunlarınkarşısında da milliyetçiler var. Somut olarakMHP ve CHP geliyor akla.Bu iyiler ve kötüler dünyasında ve bu söylemde‘milliyetçilik’, iyi olanın simgesidir. Milliyetçilikolumlunun kıstası olarak seçildiğinde karşı taraftaMilliyetçilik ve ötekikalanlar da otomatik olarak gayri-milli sayılır. Sözkonusu cümlede ‘hain’ suçlamasının gizli varlığınıgörüyoruz. Milliyetçi partilerin tabanı, milliyetçive milli olmayan partilerin tabanına karşı desteklenmekisteniyor. Kamplaşma artık siyasi olmanınötesinde, ‘milliler’ ve ‘hainler’ platformunda algılanıyor.Doğal olarak, siyasi güçleri bu biçimde ikiyeayıranların, hainlere karşı her çareye başvurarakmilliyetçiliği savunacaklarını düşünmemiz gerekir.Dünyayı böyle algılayıp vatanın bu şerait altındaolduğuna hükmeden, doğal olarak, hukuk-mukukdemez, hele olanakları da varsa, yani top tüfeği varsa,yeri göğü hainlerin başına yıkar artık.Cümlede yer alan “kamuoyunda tepki uyandıracakhaberler yoluyla milliyetçi tabanın genişletilmesi”yordamı da çok ilginç. Demek ki, milliyetçiliğiolumlu sayan kimseler, bu ideolojinin yayılmasınıda ‘öteki’ne yöneltilen kinde görmekte. ‘Öteki’ninkim olduğu da açık: Ermenistan ve <strong>Yunanistan</strong>. Sizinanlayacağınız, Ermeniler ve Yunanlılarla aramıziyi olunca milliyetçiliğimiz de ‘daralacaktır’. Genişlemede, bundan dolayı, yalanla dolanla da olsa,‘öteki’ne duyulan öfkenin, hıncın, kinin artmasındayatmaktadır. Milliyetçilerin algılaması böyleolunca, dostluk çabalarından neden bu denli rahatsızolduklarını anlıyoruz. Barışmak, özür dilemek,özeleştiri yapmak…; bunlar barışı sağlar, barış vebarışma psikolojisi ise milliyetçiliği ‘genişletemez’.Bu anlayışta olanların, ‘uzlaşmadan’ yana olanlaraneden “hain” ve “satılmış” dediklerini ve nedenErmeni ve Yunan ile dost olmayı olanaklı kılanyolları kapatmaya çalıştıklarını bu cümlede gayetAzınlıkça 11


YolcuElçin Macarelcinmacar@yahoo.comGeçen aylarda yayınlanan raporlardan biri de,Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi, Hukukİşleri ve İnsan Hakları Komitesi üyesi Avrupa DemokratGrubu’ndan Fransız parlamenter MichelHunault’nun “Türkiye’deki Gayri-Müslim Azınlıklarile <strong>Trakya</strong>’daki (Doğu <strong>Yunanistan</strong>) MüslümanAzınlığın Din Özgürlüğü ve Diğer İnsan Hakları”Raporlar - IVkonulu raporuydu.Komite, 23 Haziran 2008 tarihli oturumundaAslı Bilge, Konstantinos Tsitselikis ve AlainChablais’yi dinleyerek bu konuyla ilgili görüşlerinebaşvurmuştu. Bu satırların yazarı ise davete icabetedememişti.Rapor Batı <strong>Trakya</strong>’da bundan öncekiler kadarrağbet görmedi, hatta eleştirildi. Mümkün olduğuncadengeli bir biçimde her iki ülkeye de eleştirelyaklaşıp, iki ülkedeki azınlıkların sorunlarınıortaya koymaya çalıştığı halde, Batı <strong>Trakya</strong> basınıve Türkiye basını raporun sadece Batı <strong>Trakya</strong> kısmıile ilgilendiler.Raporda Batı <strong>Trakya</strong> Müslümanlarının üç kökeniolduğunun (Türk, Pomak ve Roma) yer alması,Avrupa Konseyi’ndeki Yunan temsilcilerin görüşlerinindikkate alınması ancak Batı <strong>Trakya</strong>lıların görüşlerinindikkate alınmaması olarak eleştirilirken,Pomak ve Roma adlarını kullanan derneklerin varlığınakarşın Türk adını kullananların engellenmesininise açık bir ayrımcılık olduğu ifadesi memnuniyetlekarşılandı!Metnin hazırlanmasında Baskın Oran’ın veSamim Akgönül’ün çalışma ve yaklaşımlarındanetkilenildiği anlaşılıyor. Bu isimlerin, bu satırlarınAzınlıkça 13


yazarının ve böyle düşünen bir grup araştırmacınınson yıllarda ısrarla vurguladıkları, “azınlık meselelerindekarşılıklılık olamaz, terk edilmelidir” tezinin,raporun ruhuna sindiği memnuniyetle izleniyor.Üstelik bir süredir <strong>Yunanistan</strong>’ın üst düzey politikacılarınında bu söylemden vazgeçmiş görünmesi, busöylemin artık sadece Türk politikacıların bir sakızıolarak kalacağının habercisi. Bir de Batı <strong>Trakya</strong>’dakifaşizan Yunan gazetelerinin…Raportör, bir kez daha karşılıklılığın mağdurlarının,o ülkenin sakinleri ve vatandaşları olduğunuhatırlatırken, uluslararası insan hakları hukuku ışığındabunun kabul edilemezliğini, anakronik yanizaman dışı olduğunu, ulusal bağlılığa zarar verdiğini,bunun ülkelerin kendi yurttaşlarını cezalandırmasıanlamına geldiğini hatırlatarak, iki ülkeyide bu ilkeyi reddedip, Lozan’ı uygulamaya davetediyor.Avrupa Konseyi’ndeki Türk ve Yunan temsilcilerinise bu rapor hazırlanırken, kendi ülkeleri ileilgili olarak diğer ülkeden ya da azınlıktan hangi türşikayetler geliyorsa, bunları karşı ülkeyi eleştirirkenkullanmaları dikkat çekiyor, kayıkçı kavgası devamediyor: Asıl mağdur bizimkiler! Biz bir şey yapmıyoruz!Raporun Türkiye ile ilgili kısmında Patrikhane’nin“ekümenik” unvanı tartışması, gayrimüslimlerindin adamı yetiştirememe sorunu başı çekiyor.Patrikhane’nin Hükümete yazdığı 84 mektuba dabir yanıt verilmediği, Patrikhane’nin sorunların çözülmesiiçin iki hükümet temsilcisi ve iki Patrikhanetemsilcisinden oluşacak bir komisyon oluşturulmasıönerisine de aynı şekilde yanıt verilmediğianlatılıyor. Vakıflar sorununa dikkat çekiliyor.Türkiye’de ısrarla ihmal edilen ve görmezden gelinen,“Lozan azınlıkları” (Rum, Ermeni ve Yahudi!Nerede yazıyorsa!) dışındaki dinsel grupların, örneğinProtestanların ve Yehova Şahitleri’nin ibadetyerlerinin resmen ibadethane olarak kabul edilmediğihatırlatılıyor.Baskın Oran’a yönelik tehditlere, azınlık okullarınao dilden ya da o dinden yabancı öğrencilerindevam etmesine izin verilmemesine dikkat çekiliyor.Türkiye’nin AB ile diyalog çerçevesinde birçokreform gerçekleştirdiği de olumlu bir şekilde vurgulanıyor.<strong>Yunanistan</strong> için ise eğitim ve müftü sorunlarıöne çıkarılıyor. Yunancayı, ilkokulu bitiren azınlıkmensubu öğrencilerin sadece % 20’sinin konuşabilmesiningerçekten düşük bir oran olduğunun altıçiziliyor. Avrupa Konseyi’ndeki Yunan temsilcilerin,“Müslüman Çocukların Eğitimi” programının,“Ülkeye dönmüş Yunan, Müslüman ve YabancıÇocukların Eğitimi” başlıklı daha geniş bir programlabirleştirildiğini ve Mart 2009’da bu programınbaşladığını bildirdiklerini aktarıyor. Batı <strong>Trakya</strong>basınının nedense görmediği bir kısımda, yeniyayımlanan Türkçe Kitabımız’ı övüyor. Gümülcineve Şahin’deki medreselerin eğitiminin anakronikliğinevurgu yapıyor.Hunault, laikliği öne çıkarır bir şekilde, müftülüksorunu ile ilgili olarak, raporda müftülerin aileve miras hukuku konularında Şeriat Hukuku’ndankaynaklanan yargısal yetkilere sahip bulunmaları ileilgili olarak ortaya çıkan eleştirilere oldukça genişyer veriyor. Çözüm olarak ise müftülerin yalnızcadinî liderler haline getirilmeleri durumunda müftülerinazınlık tarafından seçilerek bu karmaşayason verilebileceği ifade ediliyor.Yeni cami inşası, minarelerin yüksekliği, yeniokul açma taleplerinin dikkate alınmaması, SÖPAmezunlarının dil yetersizlikleri, Türkçe anaokuluaçılamaması gibi sorunlar da raporda yer buluyor.Yunan Vatandaşlık Kanunu’nun daha önce kaldırılan19. maddesi ile Batı <strong>Trakya</strong>’daki Müslümanazınlık üyelerinin bir kısmının vatandaşlıktan çıkarıldığıhatırlatılıyor. Bu maddeden mağdur olanlarınmağduriyetlerinin giderilmesi konusunda biradım atılmadığı, halen vatansız olarak tanımlanankişilerin sosyal korunma, sağlık, emeklilik ve kimlikkartları konusunda ise sorun yaşadıkları belirtiliyor.Yunan makamlarının harekete geçmesi talep ediliyor.İki ülkeye önerilerle sona eren rapor, azınlıklarınkorunması alanında daha modern bir yaklaşımınbenimsenmesi gerektiğini not ederek, ayrımcılığınsona ermesi dileğini ifade ediliyor. Avrupa İnsanHakları Mahkemesi’nin örnek davalarının kararlarıışığında geliştirilmiş azınlık haklarının genel ilkelerinintam uygulanması çağrısında bulunuyor.Raportör, her iki ülkeyi de uluslararası sözleşmeleri,özellikle Ulusal Azınlıkların KorunmasıÇerçeve Sözleşmesi ile Bölgesel ve Azınlık DilleriAvrupa Şartı’nı imzalamaya ve/veya onaylamaya davetediyor. Sorunların çözülmesinin yalnız hukukîdeğişimle değil, anlayışın değişmesiyle mümkünolabileceğinin altını çiziyor.*14 Azınlıkça


AnalizSamim Akgönülakgonul@umb.u-strasbg.frRehinelerBaskın hocamdan kopya çekeceğim, tersten yazacağım:“<strong>Yunanistan</strong>, Türkiye’nin kıta sahanlığı konusundaisteklerini geri çekmesi durumunda, Batı <strong>Trakya</strong>’damüftülerin seçimle göreve gelebileceklerini açıkladı!”Koparır mısınız kıyameti bunu okusanız? Batı<strong>Trakya</strong>’da yaşayan <strong>Yunanistan</strong> vatandaşlarının haklarıylaEge’deki kıta sahanlığının ne alakası var der misiniz? <strong>Yunanistan</strong>devleti kendi vatandaşlarının meşrû haklarınınasıl olur da uluslararası ilişkilerde koz olarak kullanmaçabasına girer? Çağdaş bir devlete yakışır mı bu? Dersiniz...(Dersiniz değil mi ?).10 Haziran 2009 tarihli Sabah gazetesinde ErdalŞafak imzasıyla sürmanşetten bir haber yayımlandı.<strong>Haber</strong>, Türkiye’nin AB nezdindeki Büyükelçisi VolkanBozkır’ın gayriresmî bir ortamda yaptığı açıklamayadayanıyordu. Özetle, eğer Türkiye Heybeliada RuhbanOkulu’nun açılmasına olanak tanırsa, AB ile imzalanan“Ek Protokol”ce öngörülen Türkiye limanlarının Kıbrısgemilerine açılması, yani dolayısıyla Türkiye’nin KıbrısCumhuriyeti’ni tanıması ertelenebilecekti. Bu yorumaaynı ortamda bulunan diğer gazeteciler, yani AbdülhamitBilici, Hasan Cemal, Ali Bayramoğlu, Ferai Tınç,Mehmet Altan, Eyüp Can, Leyla Tavşanoğlu, DenizZeyrek ve Mehmet Ali Birand karşı çıktılar. Ancak bukarşı çıkma sadece Volkan Bozkır’ın rahat bir ortamdasöylediği sözlerin çarpıtılarak yansıtıldığı yönünde oldu.Başka bir deyişle adı geçen gazeteciler, söz konusu açıklamada,Kıbrıs, Avrupa Birliği ve Heybeliada RuhbanOkulu kelimelerinin aynı cümle içinde kullanıldığınıteyit etmiş oldular. Ve kimse de buna şaşırmış görünmüyor.1923’ten bu yana Türkiye’deki Rum-OrtodoksAzınlık ve <strong>Yunanistan</strong>’daki Türk-Müslüman Azınlık, ikidevlet tarafından iki şekilde kullanıldı:1. Türk-Yunan ilişkilerinin herhangi bir anlaşmazlığında(Kıbrıs, kıta sahanlığı, karasuları, hava sahası,egemenliği tartışmalı adalar, adaların silahsızlanması,azınlıklar…) bir ülke diğerine “üstünlük” sağlamışsadiğer ülke intikamını kendi vatandaşı olan azınlıktanalmıştır.Elbette 1964’te Yunan uyruklu RumlarınTürkiye’den sınır dışı edilmeleri bunun en iyi örneği,ama iki tarafta da bu davranış şeklinin birçok örneğimevcut.2. Türk-Yunan ilişkilerinin herhangi bir anlaşmazlığında(tekrar saymıyorum) bir ülke diğerinden herhangibir konuda taviz koparmak istemişse, karşılığında (ancakve sadece böyle bir durum söz konusu olduğunda)kendi vatandaşlarından oluşan azınlığın sorunlarındanbirinde iyileştirme sağlamayı kabul etmiştir.Bu davranış şeklinin en iyi örneklerini Kuneralp veBitsios’un görüşmelerinden ortaya çıkan “İkili Rapor”dabulmak mümkün (Kuneralp Zeki, İkili Rapor – Rapportdes deux, İstanbul, Isis, 1997.)Bu iki tip yaklaşım, azınlıklar için kötü ya da iyi sonuçdoğursa da, son tahlilde devletlerin başka, apayrı,ilgisiz çıkarlarına hizmet amacıyla gerçekleştirilmektedir.Diğer bir deyişle, iki azınlık da devletler tarafındanelde tutulan ve her an kolaylıkla feda edilebilecek birkoz olarak görülmekteler.İkili ilişkilerde azınlıkların araç olarak kullanılmasınabir de şimdi Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri eklendi.Eğer gerçekten Türkiye Cumhuriyeti Heybeliada RuhbanOkulu’nun açılmasına imkân verecek durumdaysa,bunu Kıbrıs konusunda ya da Avrupa Birliği konusundakoz olarak kullanmak, çağdaş bir devlete yakışacakbir tutum değildir.Azınlıkça 15


Bugün üniversite adaylarıyla konuştuğum zamançoğu civar şehirlerdeki üniversiteleri tercihediyorlar. <strong>Yunanistan</strong>’da okumak istiyenler geneldeen uzak şehir olarak Selanik’i düşündüklerini söylüyorlar,Türkiye’de okumak isteyenler ise <strong>Trakya</strong>,Marmara, Ege şeridini çiziyorlar. Daha öteleriniistemiyorlarmış. Şu işe bakın; “Okumak ne kadarkolaylaştı.” diyorum kendi kendime. Bizim zamanımızda,“üniversiteye girelim de nerede olursaolsun” düşüncesi vardı. Çünkü o yıllarda beleştenüniversite yoktu şimdi olduğu gibi. Hem o yıllardaüniversite sayısı da azdı. Katılım ise şimdikininbelki üç katıydı. Dolayısıyla üniversite seçme konusundafazla lüksümüz yoktu. Şimdiki çocuklar çokşanslılar. Ancak kaçı bunun farkında ki?.. Ne mutluşimdi üniversite çağında olana...Bunları yazarken düşünüyorum da; “Okumanınkilometresi olur mu?” Galiba bu “konter” yalnızbizde var. Bunu neden söylüyorum; şunun için: Bizçocuklarımızı gereğinden fazla “el bebek gül bebek”yetiştiriyoruz. Onları hep çocuk olarak görüyoruz,onların büyüdüklerini kabullenemiyoruz. Dolayısıylaçocuklarımız “savunmasız” kalıyorlar. Yani birnevi “korkak” büyüyorlar. Ya da bir başka deyişlehep sığ sularda yüzdürüyoruz onları, derinlere açılmalarınaizin vermiyoruz. Durum böyle olunca,ister istemez onlar da hep kuçağımıza yakın bir yerlerdebarınmayı tercih ediyorlar. Belki de buna bağlıolarak bu yüzden bizim çocuklarımız üniversitedensonra lisans üstü (master gibi) programlara katılmacesareti gösteremiyorlar. Üniversiteden sonra pesediyorlar. Halbuki bugün için tek bir diploma pekfazla işe yaramıyor. Yarın ne olur, bilemem. Gençarkadaşlar bu konuyu iyice irdelemeliler. “Kaderci”yaklaşım günümüzde pek mantıklı gelmiyor bana.Eğitimimizi “oldu bitti”ye getirmek nasıl bir geleceksağlayabilir ki gençlerimize? Bu soruya ben değil,gençlerimiz yanıt aramalı, aslında.Neyse, gençlerimiz böyle sorulardan sıkılır.Bunu biliyorum. Bu yüzden konuyu fazla uzatmakistemiyorum. Ancak şunu tekrarlamakta fayda var;bugünkü gençlik çok şanslı ve bu şans her zamanolmayabilir. Temennim, gençlerimizin güzel birgeleceği olması yöndedir. Bunun için de çok çalışmalılar.Bu yaz Meşe sahilindeyim... Bugün hava çokgüzel; hafif lodos, güneş denizi yakıyor, ben ise dalgalarısayıyorum; belki biraz sonra ilham gelir debir şiir yazar düşüncesiyle…8. Defne Türk-Yunan Festivali<strong>Yunanistan</strong> ile Türkiye arasındaki dostluk ilişkilerinisosyal, ekonomik, kültürel ve sanatsal alanlardadaha da ileri seviyelere ulaştırmayı amaçlayan 8.Defne-Türk Yunan Festivali, bu yıl 12-16 Hazirantarihleri arasında gerçekleştirildi.Türkiye ve <strong>Yunanistan</strong> arasındaki dostluk bağlarınıgüçlendirmek amacıyla “Türkiye’de Defne”,<strong>Yunanistan</strong>’da ise “Nea Dafni” ismi ile çalışmalar yapanTürk-Yunan Dostluk Derneğinin bu yıl 8.’sinigerçekleştirdiği “Türk-Yunan Dostluk Festivali” buyıl 12-16 Haziran 2009 tarihleri arasında Kavala veTürkiye’de Kapadokya’da düzenlendi.Kavala’da 12 Haziran Cuma günü başlayan“Türk-Yunan Dostluk Festivali”nin ilk etabı 13Haziran Cumartesi günü son buldu.Askerlik artık 9 aySavunma Bakanı Evangelos Meymarakis, karakuvvetlerinde zorunlu askerlik süresinin bir yıldan9 aya indirilmesinin planlandığını açıkladı.Ağustos ayından itibaren geçerli olacak 9 aylıkaskerlik süresinin, yalnızca kara kuvvetlerinde silahaltına alınacakları kapsadığını kaydeden Meymarakis,deniz ve hava kuvvetlerindeki mevcut bir yıllıkaskerlik süresi uygulamasının devam edeceğini belirtti.Deniz ve hava kuvvetlerinde tamamen profesyonelaskerlik sistemine geçilmesi ve zorunlu askerlikçerçevesinde silah altına alınanların bu kuvvetlerdegörevlendirilmemesi uygulamasına geçilmesi gerektiğikanısında olduğunu belirten Meymarakis, karakuvvetlerindeki süre indiriminin de profesyonel askersayısının artması sayesinde gündeme geldiğinikaydetti.Azınlıkça 17


ParadoksDimostenis Yağcıoğludimostenis@rocketmail.com“Avrupa Mavrupa Dinlemeyiz,Ne Avrupa’sı Yaaa!”Ergenekon davası sanıklarından MustafaBalbay’ın medyaya sızdırılan günlükleri, Türkiyedevletinin derin mevkilerinde bulunanların özgürlük,demokrasi, hukuk ve özellikle Avrupa kurumlarınakarşı nasıl bir tavır içinde olduklarınıanlamamızı sağlayan ilginç diyaloglarla doludur.Bu diyaloglardan birinde, 12.09.2002’de, GenelkurmayAdlî Müşaviri Tümg. Erdal Şenel şunlarısöylemektedir: “AKP yükseliyor. Tek başına iktidaragelebilir. Bunlar Erbakan’dan daha beter. Erbakan’ıararız. Laikliği sulandırmak isteyeceklerdir. Merkezsağdan bir kişi onlara geçecekti, sordular. cemsede sizede yer ayıralım’ dedim... Öyle bir şey olursa AB, ma bedinlemeyiz. Ne AB’si yaaa..”Yani derin iktidardakilerin kendi korkularına,önyargılarına ve kısmen de kişisel çıkarlarına görebelirlenen “milli çıkarlar” tehlikeye girdiğinde, demokrasi(çoğunluğun iradesi), özgürlük, hukuk vetabii “AB Ma be” umursanmaz. Devletin derinindekiler,kafalarına göre takılırlar.Türkiye’deki yargıçların bir kısmında da aynızihniyet hakimdir. 2007 yılında Türkiye Ekonomikve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV’in) MithatSancar ve asistanı Eylem Ümit’e hazırlattığı ‘YargıdaAlgı ve Zihniyet Kalıpları’ başlıklı bir araştırmada,Türkiye’deki yargıçların yaklaşık yarısının Avrupaİnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarındandolayı yargılamanın yenilenmesini olumsuz bulduğunuve hatta bazılarının açıkça “ülkem söz konusuolduğunda hukuk mukuk dinlemem” dediğini görüyoruz.Geçen haftalarda, <strong>Yunanistan</strong>’da da isimlerinde“Türk” veya sadece “Azınlık” sıfatı bulunan derneklerinmahkemelerce tanınması konusunda aynı zihniyeti,aynı tavrı gözlemliyoruz. Batı <strong>Trakya</strong>’daki asliyehukuk mahkemeleri AB’yi değil ama “Ma Be”yi,yani Avrupa Konseyi bünyesindeki AİHM’ni, bumahkemenin aldığı kararları, ve Yunan mahkemeleriningeçmişteki (veya başka illerdeki) uygulamalarınıumursamadığını gösterdi. Hem isminde Türksıfatı bulunmayan “Güney Meriç Azınlık Kültür veEğitim Derneği”nin kayıt işlemi, hem de, AİHMkararı hiçe sayılarak, İskeçe Türk Birliği’nin resmiyetininiade edilmesi talebi reddedildi .Asliye hukuk mahkemelerinin bu kararlarınınarkasında iki muhtemel sebep olabilir:(1) Mahkemeler, bu konuda yürütme erkininbelirlediği “millî” politikaya tamamen bağımlılar.Yürütme erkinden mahkemelere “bu dernekleri tanıyın”şeklinde mesaj gelmediği için eski politikayıuygulamaya devam ediyorlar.Yunan yargısının yürütme erkine bağımlılığını,ya da en azından hükümetle işbirliğini, başka davalardave skandallarda da görüyoruz. Mesela Siemensve Vatopedio manastırı (Μονή Βατοπαιδίου) davalarındayargıç ve savcıların tavırları medya organlarınınçoğu tarafından hükümetin işini kolaylaştırıcı,onu zor durumdan kurtarıcı nitelikte bulundu veçok ağır bir biçimde eleştirildi.(2) Asliye hukuk mahkemelerindeki yargıçlarve savcılar, kendi kafalarına göre belirledikleri “millîçıkarlar” doğrultusunda, ama hak, hukuk, AİHMdinlemeden bildiklerini okuyorlar. Yani Türkiye’deTESEV araştırmasının tespit ettiği o ulusalcı/milli-18 Azınlıkça


yetçi hukukçuların zihniyetiyle hareket ediyorlar.Kathimerini gazetesinde 22 Mayıs 2009 tarihindeyayımlanmış bir haber, bu ikinci sebebi desteklernitelikte: Hükümet, adında “Türk” ifadesi geçmeyen“Evros İli Azınlık Gençleri Derneği”nin açılmasını“cesaretlendirmiş”, ancak bu derneğin kuruluşunailişkin talep, bölge mahkemesi tarafından ikikez reddedilmiş .Bu iki muhtemel sebebin hangisi geçerli olursaolsun, Yunan demokrasisinin ciddi bir tehlikeylekarşı karşıya bulunduğunu söylemek mümkün.Eğer yargı, yürütme erkinden aldığı direktiflere görehareket ediyorsa, o zaman hiç kuşkusuz bağımsızyargıdan söz edemeyiz. Yargının bağımsız olmadığıbir devlet, hukuk devleti değildir. Ve hukuk devletiniteliğinden yoksun bir devlette gerçek bir demokrasidensöz edilemez. Yok, eğer yargıçlar, kanunlar,hukuk kuralları ve ilkelerinden bağımsız, sadecekendi inanç ve önyargılarıyla karar veriyorlarsa, ozaman hukuk ilkelerinin ve hukukun üstünlüğündensöz edemeyiz. Hukukun üstünlüğünün olmadığıbir ülkede de adalet yoktur.Mahkemelerin bu tavrı, Batı <strong>Trakya</strong> Türk-Müslüman Azınlık mensuplarının Yunan adaletinekarşı duyduğu zaten çok zedelenmiş olan güvene birdarbe daha vuruyor. Dahası, Azınlık mensuplarınınAvrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ve Avrupakurumlarının onların haklarını koruyabileceğineolan inancına da zarar veriyor.Türkçe’de meşhur bir söz vardır: Et kokarsa tuzlarsın,tuz kokarsa ne yaparsın? Artık tuz da kokmaktadırve Avrupa kurumları da tuzun kokuşmasınıönlemekte fazla etkili olamamaktadır.Bu durumda birçok Azınlık mensubu “haklarımızıAvrupa koruyamıyor, savunamıyor; sadeceTürkiye’ye güvenebiliriz” sonucuna varabilir. Amabu, hatalı bir sonuç olacaktır. Çünkü Avrupa kurumlarınınazınlık meseleleriyle ve Batı <strong>Trakya</strong> ileilgilenmediği, azınlığın sadece Türkiye’ye güvendiği1990 öncesi dönemde neler yaşadığı, nasıl baskılarave haksızlıklara maruz kaldığı iyi bilinmektedir.Türkiye’nin baskısı örneğin ne “yasak bölge”uygulamasını durdurabilmiş, ne 19. maddeninkaldırılmasını sağlayabilmiş, ne sistemli hak ihlalleriniönleyebilmiş, ve tabii ne de isminde Türksıfatı olan derneklerin kapatılma kararına engel olabilmiştir.Kısacası, Türkiye’nin baskısı, tek başına,<strong>Yunanistan</strong>’ın azınlık karşıtı politikalarının değişmesinisağlayamaz. Avrupa kurumlarından gelecektalepler ve baskılar da önemlidir. Hele <strong>Yunanistan</strong>içinden, kamuoyundan, ya da en azından kamuoyununbir kesiminden gelecek azınlık lehinde talepve baskılar, bu doğrultuda yapılacak değişiklikleridaha da kolaylaştırabilir.Ne var ki, şu anda <strong>Yunanistan</strong> içinden gelen talepler,daha çok, sınırlama ve engellerin kalkmamasıyönündedir.Eskiden kömür madenlerine kafesler içinde kanaryalarindirilirmiş. Kanarya zehirli gazlara dahahassas olduğu için, o bayılır veya ölürse, madencilerocaktaki zehirli gazların artık tehlikeli düzeye vardığınıanlarlarmış. Bir ülkedeki adalet mekanizmasınınsorunlarını anlamada çoğu zaman azınlıklarda işte bu kömür madenindeki kanarya gibidir.<strong>Yunanistan</strong>’da da çoğunluk, mahkemelerin azınlığakarşı tutumunu incelerse, yargının eninde sonundaonları da etkileyecek zaaflarını, sorunlarını çok dahaiyi anlayabilir. Bugün azınlık üyelerinin karşılaştığısorunlarla, yarın çoğunluk mensubu başka gruplarda karşılaşabilir. Nitekim, yukarıda da ifade ettiğimgibi, yargının zaafları rejimi artık başka alanlarda dazor duruma sokmaktadır.Son olarak şunu işaret etmek lâzım. Türkiye’dehukukun üstünlüğünü, yasaları ve adalet ilkeleriniyok sayan anlayış, küçük ve temkinli adımlarla daolsa tasfiye edilmeye çalışılıyor. <strong>Yunanistan</strong>’da isegörülüyor ki durum bunun tam tersi: Aynı zihniyet,hem Batı <strong>Trakya</strong> Azınlık meselelerinde, hemde son günlerde göçmenler konusunda yavaş yavaşmevzi kazanıyor.Bakalım bunun doğurduğu tehlike ve zararınfarkına Yunan halkının çoğunluğu ne zaman varacak....Dipnotlar:1. Mithat Sancar ve Eylem Ümit: “Yargıda Algı ve Zihniyet Kalıpları”,İstanbul: TESEV, Kasım 2007. (http://www.tesev.org.tr/UD_OBJS/PDF/DEMP/YargidaAlgiveZihniyetKaliplariRaporu.pdf), veCeren Zeynep Ak: “Slippery slope”a karşı “Slip of tongue” durumu”,Azınlıkça, Sayı:47 - Mayıs 2009 (http://www.azinlikca.net/index.php?option=com_content&view=article&id=452:qslippery-slopeqa-kar-qslip-of-tongueq-durumu&catid=62:ceren-zeynepak&Itemid=85).2. http://www.azinlikca.net/index.php?option=com_content&view=article&id=420:tbnin-mueracaat-reddedildi&catid=50:bat-trakyahaber&Itemid=29(15.05. 2009) ve http://www.trakyanethaber.com/yeni/haber.asp?id=21509 (19.05.2009)3. Δώρα Aντωνίου, «Ευρωκαταδίκη στον ορίζοντα», Καθημερινή (Kathimerini),22/05/2009http://news.kathimerini.gr/4dcgi/_w_articles_politics_2_22/05/2009_315662Azınlıkça 19


ΖΩΟΛΟΓΙΚΟΣ ΚΗΠΟΣΚωνσταντίνος ΤσιτσελίκηςΕπίκουρος καθηγητής,πανεπιστήμιο Μακεδονίαςkt@uom.grΠροκλήσεις μιας μετέωρης μεταναστευτικής πολιτικής:μουσουλμάνοι και μετανάστεςΗ αλυσίδα γεγονότων που ξεκίνησε με τηνπροσβολή του κορανίου από αστυνομικό καικατέληξε με τον παρ’ ολίγον εμπρησμό χώρουπροσευχής μουσουλμάνων στο κέντρο της Αθήνας,έφερe στο φως μιαν ακόμα πτυχή του μεταναστευτικούζητήματος στην Ελλάδα. Ενόςζητήματος που επιμελώς κρύβεται κάτω από τοχαλί της δημόσιας συζήτησης. Ασφαλώς οι απαντήσειςπου αναζητούμε έχουν άμεση σχέση μετον τρόπο και την ποιότητα των ερωτημάτων πουθέτουμε. Έτσι, εδώ και 20 χρόνια τα ερωτήματακαι οι προτεινόμενες λύσεις αφορούν συνήθωςτα θέματα που αποτελούν μόνο τα συμπτώματαμιας παθογένειας που δεν αφορά εν τέλειτους μετανάστες αλλά την γενικότερη συγκρότησητης ελληνικής κοινωνίας. Η αδράνεια καιο εφησυχασμός απέναντι σε θέματα κοινωνικήςδικαιοσύνης και συστηματικής παράκαμψης τουκράτους δικαίου οδηγούν με μαθηματική ακρίβειασε συγκρουσιακές καταστάσεις. Αν κάποιοςείχε την επιμέλεια να μελετήσει παρόμοια φαινόμενασε άλλες ευρωπαϊκές χώρες δεν θα του ήτανδύσκολο να διαγνώσει τα δομικά προβλήματακαι να προτείνει μέτρα προσαρμογής των μεταναστώνστην ελληνική κοινωνία αλλά (κυρίως)και μέτρα προσαρμογής της ελληνικής κοινωνίαςστη νέα πραγματικότητα που την επικαθορίζει:την αποδοχή ότι η ίδια αυτή κοινωνία αλλάζεικαι συνεπώς αποκτά νέα χαρακτηριστικά και συστατικούςφορείς.Η ιδιαιτερότητα των μουσουλμάνων μεταναστώνάρχισε να γίνεται γνωστή εδώ και δύο-20 Azınlıkçaτρεις εβδομάδες σαν να ήταν κάτι πρωτοφανές,σαν να μην ήταν γνωστό ότι στην Ελλάδα ζουνμερικές εκατοντάδες χιλιάδες μουσουλμάνοι,εκτός βέβαια των Θρακιωτών και Δωδεκανήσιωνμουσουλμάνων. Η ιδεολογική αποσιώπισητου φαινομένου της αυξάνουσας εθνογλωσσικήςκαι θρησκευτικής πολυμορφίας στην Ελλάδαέχει καταβολές στην ανομολόγητη διαπίστωσητης διάρρηξης που έχει επέλθει στην θρυλούμενηεθνική μας ομοιογένεια. Αλλά αυτό είναι άλλοθέμα. Η καθημερινή υποτίμηση της ανθρώπινηςαξιοπρέπειας των μεταναστών, και ειδικά γιατους μουσουλμάνους ο ευτελισμός του θρησκευτικούσυναισθήματος (βλ. χρονίζουσα αναβολήτης ίδρυσης ισλαμικού τεμένους και εμπαιγμόςγια την ίδρυση μουσουλμανικού νεκροταφείουστην Αττική) αναπόδραστα δημιούργησε αντίρροπεςαντιστάσεις. Τις αντιστάσεις αυτές λοιπόνσυνδημιούργησαν με την στάση και τις πρακτικέςτους οι κρατικές αρχές αλλά και η κοινή γνώμη(βλ. παγερή αδιαφορία για τα θέματα αυτά ήλανθάνουσα ισλαμοφοβία) ενεργοποιώντας έτσιαντανακλαστικά την στοιχειώδη αυτοεκτίμησηπου μπορεί να έχει ένας άνθρωπος, αλλά και τιςακραίες εκδοχές του Ισλάμ το οποίο ενδεχομένωςνα εκμεταλλευτεί την συνεχή θεσμική και ιδεολογικήπεριθωριοποίηση των μουσουλμάνων. Όσο,λοιπόν, η ελληνική κοινωνία ελαχιστοποιεί τιςδυνατότητες ένταξης των μεταναστών μουσουλμάνωνκαι δεν επιδεικνύει την ελάχιστη πρότασηαλληλεγγύης τόσο μεγιστοποιεί τις πιθανότητεςαυτοδικίας που αντλεί κύρος από την συμβολική


δύναμη της θρησκευτικής ιδεολογίας.Μήπως τα γεγονότα του Δεκέμβρη δεν μαςέδωσαν μια (πρώτη;) γεύση από την αντίδρασηενός ποικιλώνυμου πλήθους διαφορετικών κοινωνικώνομάδων, συνδικαλιστών, επαγγελματιών,διανοούμενων, ηλικιακά νέων, «βολεμένων»ή ανθρώπων του «περιθωρίου» που είχαν ισχυρόκίνητρο να διαδηλώσουν ακόμη και με τη βία, ναεκφράσουν την δυσαρέσκειά τους απέναντι στιςπολιτικές ασυδοσίας, τα οικονομικά σκάνδαλακαι την αστυνομική αυθαιρεσία; Όσο μπορείκανείς να διαφωνεί για τα αίτια, την νομιμότητακαι την σκοπιμότητα τέτοιων ενεργειών, έναείναι σίγουρο: το να προβαίνει κανείς σε τέτοιεςπράξεις σημαίνει ότι έχει κάποιο σοβαρό λόγοδυσαρέσκειας. Οι μετανάστες που βγήκαν στουςδρόμους τον Δεκέμβριο και εκείνοι οι μουσουλμάνοιμετανάστες που διαδήλωσαν πρόσφαταείχαν λόγους σοβαρούς που για χρόνια έκρυβανκι αυτοί κάτω από το δικό τους χαλί. Ένα χαλίφόβου και απομόνωσης. Δεν είναι αναμενόμενοη βία (ψυχολογική και σωματική), η εκμετάλλευσηκαι ο ρατσισμός που επί χρόνια βίωναν καιβιώνουν να μετασχηματιστεί σε οργή; Δεν είναιθλιβερά ειρωνικό το γεγονός ότι τελικά ο μόνοςφορέας των ελληνικών αρχών που έχει τηνετοιμότητα να αντιπαρατεθεί στα αιτήματα των(μουσουλμάνων) μεταναστών είναι η αστυνομίακαι μάλιστα χρησιμοποιώντας απρόκλητη βίακάνοντας πλάτες στους αυτόκλητους «ανησυχούντεςπατριώτες»;Έτσι, πλήθος ζητημάτων έχουν μαζευτεί γιατα οποία επείγει ορθολογική ρύθμιση στη βάσητου κράτους δικαίου: Καταχρηστική και ανεξέλεγκτηδιαδικασία της διοικητικής απέλασης∙Απαξιωτική αντιμετώπιση των μεταναστών απότην αστυνομία και γενικότερα τη δημόσια διοίκηση∙Εξόφθαλμη τάση των δικαστικών αρχώννα εξαντλούν και να ξεπερνούν τα όρια νομιμότηταςκατά την ποινική διαδικασία σε βάρος αλλοδαπώνκατηγορουμένων∙ Κτήση της ελληνικήςιθαγένειας με ιδιαίτερα περιοριστικούς όρους μεβάση το δίκαιο του αίματος, χωρίς καμία ουσιαστικήεφαρμογή του δικαίου του εδάφους∙ Πλημμελήςπροστασία των εργασιακών δικαιωμάτων∙Δυσκολίες στην εφαρμογή ειδικών δικαιωμάτων(πχ οικογενειακή συνένωση)∙ Απουσία διαλόγουκαι διαδικασιών συμμετοχής των αλλοδαπώνστην λήψη αποφάσεων που τους αφορούν∙ Απουσίαθεσμικής συμμετοχής στις πολιτικές διαδικασίες(πχ δικαίωμα ψήφου στις τοπικές εκλογές)∙ Ανυπαρξία ρύθμισης του καθεστώτος των μεταναστώνδεύτερης γενιάς∙ Αναποτελεσματικέςεγγυήσεις αναφορικά με την κατοχύρωση τωνδικαιωμάτων στην υγεία, παιδεία και κατοικία.Σήμερα η ετερότητα των μεταναστών μετατρέπεταισε πεδίο οικονομικής εκμετάλλευσης,κοινωνικού αποκλεισμού, με την σταδιακή ιδεολογικοποίησηπολιτικών και πρακτικών διαφοροποίησης.Στο ίδιο σχήμα αύριο άλλες ομάδεςθα αποτελέσουν στόχο διακρισιακών πολιτικών.Η πρόκληση είναι εδώ μπροστά μας: Πως θα οικοδομήσουμενέες αντιλήψεις ενός ανοιχτού συνταγματικούπατριωτισμού, πως θα συμβάλουμεστην ελαχιστοποίηση των κοινωνικών ανισοτήτων,της περιθωριοποίησης και του κοινωνικούαποκλεισμού με μηχανισμούς αλληλεγγύης. Πωςεν τέλει θα βάλλουμε φρένο στην ευκολία μας,στην επιμέτρηση του «πολιτικού κόστους» ωςγνώμονα για κάθε ρυθμιστική πρωτοβουλία, καιτελικά στον ιδεολογικό, πραγματικό ή φαντασιακόμας ηγεμονισμό.Azınlıkça 21


ΜΕ ΓΝΩΣΗ και ΜΕ ΤΟΛΜΗΓιώργος ΔούδοςΣυγγραφέας και δικηγόροςαπό τη Θεσσαλονίκηg_doudos@yahoo.comΟ ΑΥΤΙΣΜΟΣ ΤΟΥ ΚΡΑΤΟΥΣΗ Ελλάδα ήταν το νεότερο μέλος της ΕυρωπαϊκήςΚοινότητας τότε και είχα την ευκαιρία ναβρεθώ στις Βρυξέλλες και να μείνω για περισσότεροαπό δυο εβδομάδες. Ένα βράδυ κουβεντιάζαμεμε μια καλή φίλη, εμπειρογνώμονα Οικονομολόγοτης Ελληνικής Αντιπροσωπείας τις Κοινότητες.Λέγαμε πολλά και ενδιαφέροντα. Κάποια στιγμήμου είπε με ύφος πολύ σοβαρό: «Η Κοινότητα δείχνειέντονο ενδιαφέρον για τις κάθε είδους μειονότητεςπου υπάρχουν στα κράτη μέλη της και ηχώρα μας αργά ή γρήγορα θα αντιμετωπίσει δυσεπίλυταπροβλήματα γιατί μέχρι αυτή τη στιγμή όχιαπλώς δεν έχει μειονοτική πολιτική, αλλά μάλλοναγνοεί την έννοια μιας τέτοιας πολιτικής». Έχουνπεράσει πάνω από τριάντα χρόνια και η μνήμη μουδεν μπορεί να απαλλαγεί από εκείνη τη διαπίστωσητης καλής μου φίλης. Η Ελλάδα και το 2009στερείται μειονοτικής πολιτικής, με πείσμα πρωτόγνωροεπιμένει να αγνοεί την ύπαρξη μειονοτήτωνστην επικράτειά της, ισχυριζόμενη πως αναγνωρίζειμόνο τη μουσουλμανική μειονότητα της Θράκης,γιατί τούτο προβλέπεται από πλέγμα διατάξεωννόμου (της Συνθήκης της Λοζάνης)! Λες καιοι μειονότητες, -εθνοτικές, φυλετικές, γλωσσικές,θρησκευτικές, πολιτισμικές κ.ά.-, υπάρχουν μόνονκατόπιν σχετικής άδειας ενός νόμου και όχι επειδήυπάρχουν από μόνες τους γιατί απλούστατα όλοιοι άνθρωποι, ως άτομα ή ως κοινότητες ή ομάδεςείναι διαφορετικοί μεταξύ τους και παρουσιάζουντεράστια ποικιλία χαρακτηριστικών….Συναφές με το πρόβλημα της ύπαρξης μειονοτήτωνπου ενώ υπάρχουν στον τόπο μας εντούτοιςαγνοούνται ή τελούν υπό απαγόρευση είναι και τοπρόβλημα των μεταναστών που έχουν κατακλύσειτον ελλαδικό χώρο και συνεχίζουν να εισέρχονταιαθρόα σε καθημερινή βάση. Πρόκειται για οικονομικούςμετανάστες ή πολιτικούς φυγάδες πουεισέρχονται και εγκαθίστανται στη χώρα δίχως τιςνόμιμες προϋποθέσεις, με πρόθεση είτε να παραμείνουνεδώ ελπίζοντας για κάτι καλύτερο είτε ναπροωθηθούν σε κάποια άλλη χώρα που θεωρούνπερισσότερο ελκυστική. Από τη δεκαετία του 90που ο κ. Α. Σαμαράς ως υπουργός Εξωτερικών,ουσιαστικά άφησε αφύλακτη τη μεθόριο Ελλάδοςκαι Αλβανίας, με συνέπεια να αρχίσει μια ανεξέλεγκτηκαι παράνομη ροή οικονομικών μεταναστώνή τυχοδιωκτών από τη γειτονική χώρα προς εδώ.Οι πιο πολλοί από τους Αλβανούς μετανάστες ήτανμεθυσμένοι από τον αέρα πρωτόγνωρης ελευθεριότητας.Αρκετοί μόλις είχαν αποδράσει από τις αλβανικέςφυλακές, με την ανοχή του κράτους τους,με γνωστές δυσάρεστες συνέπειες ….Μετά από εκείνο το φαινόμενο πέρασαν ταχρόνια, άλλαξαν κυβερνήσεις στη χώρα, η διαδρομήτου χρόνου επέφερε θετικές αλλαγές στην κατάστασητων πρώτων μεταναστών από την Αλβανίαπολλοί απ’ τους οποίους ενσωματώθηκαν στηνελληνική κοινωνία απόλυτα ικανοποιητικά. Αλλά,οικονομικοί μετανάστες ή πολιτικοί φυγάδες συνεχίζουννα έρχονται παράνομα στην Ελλάδα από χώρεςτης Μέσης Ανατολής, που είτε πλήττονται απόμια αδιάκοπη επί έτη δοκιμασία πολέμων και εμφυλίωνσυρράξεων, είτε είναι θύματα αυταρχικώνκαθεστώτων που λίγη αξία αναγνωρίζουν στην αν-22 Azınlıkça


θρώπινη υπόσταση. Υπάρχει κι ένα δεύτερο κύμαμεταναστών από χώρες της Αφρικής στις οποίεςη επιβίωση του ανθρώπου αποτελεί πρωτεύονπρόβλημα. Παρόλα αυτά, η Ελλάδα στερείται μεταναστευτικήςπολιτικής και φυγομαχεί μπροστάστο σταυρικό πρόβλημα, που έχει να κάνει με τηναντιμετώπιση ανθρώπων οι οποίοι και αξιοπρέπειαέχουν και δικαιούνται να τους μεταχειρίζονται ωςανθρώπινα όντα.Το πρόβλημα ήρθε εκ νέου στο προσκήνιο,όταν πριν λίγο καιρό αναστατώθηκε η Αθήνα απότους εξεγερμένους Μουσουλμάνους οικονομικούςμετανάστες, νόμιμους ή παράνομους είναι αδιάφορο,με αφορμή την ασέβεια ενός αστυνομικού,που ξέσκισε τις σελίδες ιερού Κορανίου, που είχεεπάνω του κάποιος ανώνυμος μετανάστης ότανυποβλήθηκε σε αστυνομικό έλεγχο. Στη συνέχειαοι σελίδες του ιερού Βιβλίου πετάχτηκαν σκόρπιεςπέρα δώθε με αδικαιολόγητη βαναυσότητα εκμέρους του αστυνομικού υπαλλήλου απέναντι σεκάτι που είναι ιερό!Η ενέργεια του αστυνομικού αποτέλεσε τηνθρυαλλίδα που προκάλεσε την πυρκαγιά. Η εξέγερσηοφειλόταν κατά τη γνώμη μου στο γεγονός,ότι η Πολιτεία είχε αφημένη εντελώς αφύλακτημια επικίνδυνη πυριτιδαποθήκη.Η μεταναστευτική πολιτική είναι άρρηκτα συνδεδεμένημε την μειονοτική πολιτική μιας χώρας,αφού οι μετανάστες που παραμένουν νόμιμα στηχώρα πληθαίνουν τον αριθμό των μειονοτικώνκατοίκων, αφού συνήθως είναι φορείς πολιτισμικώνστοιχείων που τους διαφοροποιούν από τηνπλειοψηφία του πληθυσμού. Αρκετοί από τουςμετανάστες πολιτογραφούνται Έλληνες πολίτες,οπότε εμπλουτίζεται η εθνική κοινωνία της χώραςκαι καθίσταται πολυπολιτισμική, κάτι που ήδη έχεισυμβεί.Οι αρμόδιοι του κράτους στην πλειοψηφία τουςαρνούνται να παραδεχθούν και να αντιμετωπίσουντην πραγματικότητα θετικά. Υπάρχουν και οι άλλοι,κοινοβουλευτικοί άνδρες της «λαϊκιστικήςδεξιάς», που είναι δέσμιοι εθνικιστικών φαντασιώσεωνκαι προπαγανδίζουν μια «καθαρή» εθνικήκοινωνία, κι ένα «καθαρά εθνικό», μη πολυπολιτισμικόσχολείο, χωρίς ξένους και όθνιες επιρροές.Αυτοί οι πατριδοκάπηλοι, δείχνουν να αντιλαμβάνονταιτο ρόλο τους σαν ιπποκόμοι ιπποφορβείουκαθαρόαιμων αλόγων ή σαν ιδιοκτήτες εκτροφείουκαθαρόαιμων σκύλων που διαφυλάσσουν ωςκόρη οφθαλμού την ακεραιότητα του pedigree τωνζώων τους….Το κράτος μας βρίσκεται σε διαρκή κατάστασηαφασίας ως προς τους μετανάστες που όλο καιαυξάνονται και δεν διαθέτει τον ελάχιστο σχεδιασμόγια την ενσωμάτωση, όχι την αφομοίωση, τωνμειονοτικών πολιτών που διάλεξαν την Ελλάδα ωςπατρίδα τους.Το αποτέλεσμα αυτού του κενού είναι να αυξάνεταιη ξενοφοβία εκ μέρους των Ελλήνων πολιτώνκαι να διογκώνεται η δυσαρέσκεια εκ μέρουςτων μεταναστών για ένα κράτος που ως προς αυτούςείναι απόν.Υπό την πίεση μιας γενικής δυσφορίας που είναιέκδηλη για την όλη κατάσταση που έχει προκληθείαπό την άναρχη και ανεξέλεγκτη συσσώρευση μηνόμιμων μεταναστών στη χώρα μας εξαιτίας τηςαδυναμίας του κράτους να αντιμετωπίσει σοβαράτα πράγματα, αποφασίζονται κάποια μέτρα, -πουτα αναφέρουμε εντελώς καταχρηστικά ως τέτοια-,όπως λ.χ. η δημιουργία χώρων υποδοχής λαθρομεταναστώνσε άδεια στρατόπεδα. Η υλοποίησηαυτής της απόφασης δεν οδηγεί σε λύση του προβλήματοςτων οικονομικών μεταναστών και τωνπολιτικών προσφύγων που θέλουν να βρουν ασφαλέςκαταφύγιο στην Ελλάδα.Απεναντίας, επειδή πρόκειται για τη δημιουργίαστρατοπέδων συγκέντρωσης αυτών των ταλαιπωρημένωνανθρώπων, με τους ανθρωποφύλακεςτριγύρω (θα είναι αστυνομικοί), δηλαδή για τοστήσιμο νέων φυλακών, είναι μάλλον βέβαιο πωςθα δημιουργηθούν απαράδεκτες καταστάσεις βάναυσηςπαραβίασης των θεμελιωδών δικαιωμάτωντου ανθρώπου εκ μέρους της Ελλάδος ….Η οργή θα πληθύνει στον τόπο μας και οι μόνοιπου θα νιώθουν διεστραμμένα ευχαριστημένοι θαείναι οι ακροδεξιοί του τόπου, (κοινοβουλευτικοίκαι μη), αφού η πρόταση δημιουργίας ΧΥΤΑ (ΧώροςΥγειονομικής Ταφής Ανθρώπων), ως λύσης τουπροβλήματος ήταν δική τους πρόταση, που έσπευ-Azınlıkça 23


σε η κυβέρνηση της χώρας να αποδεχθεί υπό τηνπίεση του τρόμου μετά την ενίσχυση του κομματικούφορέα της «λαϊκιστικής δεξιάς» με αφορμήτης ευρωεκλογές.Σε μια σύγχρονη ευρωπαϊκή δημοκρατία, πουυπάρχει στα πλαίσια μιας κοινωνίας ανοιχτής, ταπεριθώρια για τη διάκριση πλειονοτικών και μειονοτικώνπολιτών δεν θα έπρεπε να είναι ορατά,ούτε θεσμικά υπαρκτά. Κυρίαρχες έννοιες όφειλαννα είναι μόνο αυτή του πολίτη και αυτή του ανθρώπου.Ο πολίτης είναι εκείνος που έχει την ιθαγένεια(υπηκοότητα) της χώρας, ενώ η ανθρώπινη ιδιότηταείναι απόλυτα επαρκής για να προσφέρει στουςμη πολίτες που κατοικούν μόνιμα ή προσωρινάστη χώρα ασφάλεια και προστασία, αλλά και πρόσβασηστη μόρφωση με σεβασμό στην πολιτισμικήιδιοπροσωπία του. Σε μια τέτοια πολιτεία, πουθέλουμε να γίνει η Ελλάδα, όπως και η ΕνωμένηΕυρώπη, οπωσδήποτε δεν πρέπει να ευνοούνταιούτε καν να είναι ανεκτά τα γκέτο, αλλ’ ακόμη δενμπορεί να είναι επιτρεπτή οποιαδήποτε φανερή ήκαλυμμένη και υπόγεια πολιτική αφομοίωσης τουΆλλου….Όποιος μελετήσει την ελληνική νομοθεσία,στην οποία περιλαμβάνεται η κοινοτική νομοθεσίακαι ένα σωρό διεθνείς συμβάσεις, που έχουν γίνεινόμοι της Ελλάδος, θα συναντήσει πολλά στοιχείασχιζοφρένειας. Για έναν απλό λόγο. Οι νόμοιπροβλέπουν σωστά πράγματα, αλλά στην πράξη,δηλαδή στον τρόπο που τα όργανα του κράτουςεφαρμόζουν τους νόμους, συχνά η νομοθεσία πετιέταιστα σκουπίδια! Λ.χ. ο Κώδικας ΕλληνικήςΙθαγένειας, ο καινούργιος, που κυρώθηκε με τονόμο 3284/2004, χωρίς αντίστοιχο άρθρο του γνωστού19, προβλέπει ότι όποιος αλλοδαπός μένειστην Ελλάδα συνεχώς επί δέκα χρόνια την τελευταίαδωδεκαετία, μπορεί να ζητήσει να πολιτογραφηθείΈλληνας πολίτης.Στην πράξη έχει διαπιστωθεί ότι είναι πολύ πιοεύκολο να πολιτογραφηθεί κάποιος πολίτης τωνΗ.Π.Α. ή της Ομοσπονδιακής Γερμανίας παρά τηςΕλλάδος, γιατί τα δέκα χρόνια του νόμου συχνάπολλαπλασιάζονται ανεξέλεγκτα έως απελπισίαςτου ενδιαφερόμενου. Το Σύνταγμα προβλέπει στοάρθρο 13 την ελευθερία της θρησκευτικής πίστηςκαι λατρείας, την κατάργηση κάθε μορφής διακρίσεωνσε βάρος πολιτών λόγω της θρησκευτικήςπίστης τους και διασφαλίζει την αυτονομία τωνθρησκευτικών κοινοτήτων στη χώρα. Στην πράξητα πράγματα είναι δυστυχώς διαφορετικά. ΣτηνΑθήνα, όπου διαμένουν Μουσουλμάνοι που φτάνουνσχεδόν το εκατομμύριο, -είναι αδιάφορο ανείναι Έλληνες πολίτες ή μετανάστες από άλλες χώρες-,δεν υπάρχει ούτε ένα τζαμί, όπως είναι γνωστόσύμφωνα με τους στοιχειώδεις κανόνες τηςμουσουλμανικής ναοδομίας. Δυστυχώς, όπως φαίνεταιπαρά τις έντονες κατά καιρούς συζητήσειςγια τούτο το θέμα για να είναι ορατός στην Αττικήένας μιναρές θα περάσει πολύς χρόνος. Αυτοί οιάνθρωποι, ορισμένοι απ’ τους οποίους δεν γνωρίζουνάλλη πατρίδα εκτός απ’ την Ελλάδα μιας καιγεννήθηκαν εδώ, δεν έχουν ένα κοιμητήριο, κάπουστην Αττική, για να θάβουν τους αγαπημένουςτους που εγκατέλειψαν τα επίγεια. Σχεδόν μόλιςανέλαβε Αρχιεπίσκοπος Αθηνών ο κ. Ιερώνυμοςέγινε γνωστό πως η Εκκλησία παραχώρησε έκτασηιδιοκτησίας για μουσουλμανικό νεκροταφείο.Μέχρι σήμερα, μάλλον δεν έχει υλοποιηθεί η σχετικήαπόφαση.Όλοι οι Έλληνες είναι ίσοι σύμφωνα με το άρθρο4 του Συντάγματος, στην πράξη όμως οι ΟρθόδοξοιΧριστιανοί είναι πιο ίσοι. Λ.χ. δεν μπορεί ναυπηρετήσει Έλληνας πολίτης, άνδρας ή γυναίκα,στις ειδικές δυνάμεις των ενόπλων δυνάμεων ανδεν είναι Χριστιανός Ορθόδοξος! Αν τυχόν κάνωλάθος θα χαρώ πολύ να ενημερωθώ ότι ισχύει τοαντίθετο, όχι όμως στα χαρτιά αλλά στην πράξη….Στις 16 Ιουνίου 2009 σε ποινικό δικαστήριοτης Αθήνας είναι κατηγορούμενη η κυρία ΣτέλλαΠρωτονοταρίου, Δασκάλα, γιατί ως διευθύντριατου 132ου Δημοτικού Σχολείου της Αθήνας (στοΣυγκρότημα της Γκράβας), με τη σύμφωνη γνώμητων συναδέλφων της δασκάλων, δημιούργησε ένας«σχολείο χωρίς σύνορα». Τούτο σήμαινε πως επειδήη σύνθεση των μαθητών ήταν και είναι πολυφυλετικήκαι πολυπολιτισμική (το 70% των μαθητώνείναι παιδιά μεταναστών) τόλμησαν οι δάσκαλοινα διδάσκουν στα παιδιά στοιχεία από την ιστορίατης χώρας καταγωγής τους κι έκαναν ακόμα κάτιπερισσότερο φρικτό, πρώτα κατά τους αρμόδιους24 Azınlıkça


του Υπουργείου Εθνικής Παιδείας και δεύτερονκατά την Εισαγγελική Αρχή της Αθήνας, είχαντην πρωτοβουλία να δημιουργήσουν κύκλους διδασκαλίαςτης ελληνικής γλώσσας για τους γονείςτων μαθητών. Το σημαντικό είναι πως στο σχολείοαυτό, η σύνθεση του μαθητικού πληθυσμού δεναντιμετωπίζεται αρνητικά σαν «πρόβλημα», αλλάπροσεγγίζεται δημιουργικά ως πρόκληση για τηνεπινόηση μιας εκπαιδευτικής διαδικασίας που σέβεταιτη «διαφορετικότητα». Η ιδιαίτερη κουλτούρατων παιδιών του σχολείου αυτού, αποτελούσεμια πρόκληση για την αρμονική ένταξη των μαθητώνστο σχολικό περιβάλλον και παραπέρα στοκοινωνικό περιβάλλον της πόλης που ζουν, τόσο οιίδιοι, όσο και οι γονείς τους.Η κυρία Πρωτονοταρίου παύθηκε από διευθύντριατου 132ου Δημοτικού Σχολείου της Αθήναςκαι ο αντικαταστάτης της, που είναι και κατήγορόςτης στο δικαστήριο που ανέφερα πριν λίγο προσπαθείνα ανατρέψει ό,τι θετικό έχτισε η σπουδαίααυτή Δασκάλα μαζί με τους συναδέλφους της.Το ελληνικό κράτος είναι ένα αυτιστικό κράτοςσε πάρα πολλά ζητήματα. Αυτό που λέμε δημόσιαδιοίκηση πάσχει σε καίρια σημεία με αποτέλεσματην ταλαιπωρία όλων μας. Το κράτος είναι αυτιστικόαπέναντι στους μετανάστες, αφού δεν έχει λόγοσοβαρό να αρθρώσει για το πώς μπορεί να αντιμετωπισθείτο πρόβλημα στα πλαίσια μάλιστα τηςΕυρωπαϊκής Ένωσης. Το κράτος είναι αυτιστικόαπέναντι στις μειονότητες, δηλαδή στους πολίτεςπου ζουν στον τόπο μας, είτε διαθέτουν ελληνικήαστυνομική ταυτότητα είτε όχι, και με θλίψη,οργή και ντροπή το λέω, επιχειρεί να «λύσει» τηναφασία του με «στρατόπεδα συγκέντρωσης τωνλαθρομεταναστών», με ποινική δίωξη κατά τηςκυρίας Στέλλας Πρωτονοταρίου και με τους αποκλεισμούςμη Χριστιανών Ορθοδόξων πολιτώναπό «ευαίσθητους» τομείς (κατά αυθαίρετη κρίση)του κρατικού μηχανισμού.Κλείνω το άρθρο μου, θυμίζοντας στους αναγνώστεςμου, Χριστιανούς και Μουσουλμάνους,ότι ο ήρωας της Ελληνικής Επανάστασης κατά τηςΟθωμανικής Αυτοκρατορίας Οδυσσέας Ανδρούτσοςήταν Μουσουλμάνος!*Rodop ilindekiparti kurmaylarıaçıklamalarda bulunduAvrupa Parlamentosu seçimlerinin ardındanRodop ilindeki parti kurmayları açıklamalarda bulundu.Rodop valiliğinde seçim sonuçlarını takipeden parti yetkilileri sonuçların belli olmasıyla birliktedurum değerlendirmesi yaptılar.Rodop ili PASOK milletvekili Yorgos Petalotis,“seçimler gösterdi ki, vatandaş, geleceği geçmişetercih etmiştir” şeklinde beyanatta bulunurken, APseçimlerinin PASOK partisi için bir dönüm noktasıolacağını seçim öncesi de ifade ettiklerini ve yapılanseçimlerin bu sayede genel bir referandum niteliğitaşımasını sağladıklarını belirterek bunun sonucundavatandaşın artık mevcut siyasî tabloda değişikliğinşart olduğu mesajını verdiğini dile getirdi.PASOK partisinin geleceği, ND partisinin veBaşbakan Kostas Karamalis’in ise geçmişi simgelediğinibelirten Petalotis, Rodop ilindeki vatandaşlarında bu seçimde geleceği seçtiğini ifade etti.ND partisi Rodop Valiliği yönetim kurulu başkanıKostas Nalbandis ise yaptığı açıklamasında,halkın hükümete acı ve kulakları sağır edici birmesaj gönderdiğini ifade ederken, Rodop ilindekisonuçların AP seçimlerine katılmayanların oranının%45 gibi yüksek bir oran olduğunu ortayakoyduğunu ve bazı kesimlerin istediği beyaz oyunda seçimlere yansıdığını ifade etti.Seçim sonuçlarının şahsen böyle olacağını beklemediğinidile getiren Nalbandis, kulakları sağıredici mesajın Başbakan Karamanlis tarafından endoğru şekilde değerlendirileceğini umduğunu dilegetirerek seçimlerin gerçek galibinin ise ortadakitabloya neden olan seçimlere gösterilen katılımsızlıkolduğunu ifade etti.KKE Rodop il örgütü genel sekreteri NikosVargemidis ise KKE seçmeninin parti yetkililerineverdiği gücü en iyi şekilde değerlendirecekleriniifade etti. Sonuçların kendi partileri adına olumluolduğu değerlendirmesinde bulunan Vargemidis,ND hükümetinin yaşanan ekonomik krizin bedeliniçalışan emekçi kesime ödetmeyi hedeflediğini vebu yönde alacakları yeni önlemlere karşı KKE’ninmücadele etmeye devam edeceğini dile getirdi.Azınlıkça 25


Fakat, şayet LEFKO partisine oy kullananlararasında bunu bilinçli olarak yapan hemşerilerimizde varsa ne âlâ. Çünkü beyaz oy <strong>Yunanistan</strong>’da herne kadar “protesto oyu” olarak da tanımlansa, 2006yılında çıkartılan 3434 sayılı kanun gereği, geçersizoyla eş değer sayılmakta ve toplam oyların dışındatutularak sonuca herhangi bir etki yapmamaktadır.İnternet sitesinde “siyasî parti ve politikacılardanbıkan seçmenleri, kendi belirleyeceğimiz temsilcileriAvrupa Parlamentosuna göndermeye” davet edenve çeşitli sivil toplum örgütü tarafından desteklenenLEFKO partisine oy verenler, istemeden deolsa gerçek protestoyu yapanlar oldular.Sonuç itibariyle, benim değerlendirmelerimegöre, Danışma Kurulu’nun kararına uyup beyaz oyatanlar veya atmak isteyip de yanlışlıkla LEFKOpartisine oy verenler dahil toplam 10.000-11.000civarında.Burada asıl irdelenmesi gereken konu 150.000nüfuslu azınlıktan en az 100.000 kayıtlı seçmendensadece 10.000-11.000 civarındaki oyun DanışmaKurulu’na çıktığı gerçeğidir. Bu rakam iddia edildiğigibi 15.000 olmuş olsa bile, yine azınlık seçmeninin%15’i, hadi en iyi ihtimalle %20’si “beyazoy” çağrısına icabet etmiş demektir. DanışmaKurulu’nun çağrısına AP seçimlerine katılmayarakdestek vermeyen veya diğer partilere oy veren azınlıkseçmeninin bu tercihi sağlıklı analiz ve değerlendirmeyapılmalı.Okuduğumuz haberlere göre Danışma Kurul’uüyelerinden bazıları beyaz oy kararına rağmen gizlidengizliye kendi partilerinin propagandasınıyapmışlar. Kurul kendi üyelerinin alınan kararasadık kalmasını sağlayamıyorsa azınlığa ne yapmasıgerektiği konusunda nasıl “ışık tutacak” ki! Fakatson AP seçimleri göz önünde bulundurulduğunda,Danışma Kurulu bundan böyle seçimlerde bize neyapmamız gerektiği konusunda “yardımcı olmaya”devam edebilir. Öyle ya, azınlık insanım kime oyatacağını bilmiyor ve düşünemiyor, birileri yol göstermesinmi?*Dipnot:1. Debate, siyasi liderlerin seçim öncesinde canlı yayında tartıştığı,gazetecilerin sorularını yanıtladığı televizyon programıdır.Theodoros RussopulosND’den aday olmayacak8 yıldan beri Başbakan Karamanlis’in en yakın işarkadaşlarından olan eski Hükümet Sözcüsü TheodorosRussopulos, Cuma günü yaptığı açıklamayla,bir sonraki genel seçimlerinde aday olmayacağınıaçıkladı.Russopulos bu kararıyla, gelecek seçimlerde Vatopediskandalına adları karışmış ND kurmaylarınıaday gösterip göstermeme konusunda sıkıntı çekecekBaşbakan Karamanlis’in işini kolaylaştırırken,karar “skandallara adı karışan diğer kurmaylara daizlemesi gereken yolu gösterdi” şeklinde yorumlandı.1963 yılında Kiparissia’da dünyaya gelen Russopulos,mecliste gururla kendisinin de belirttiği gibi,bir postacının oğlu. 1982’de 19 yaşında gazeteciliğeatılan Russopulos, 1989 yılında özel MEGAtelevizyonunda çalışmaya başlamıştı. Gelecekte eşiolacak Mara Zaharea’yı da MEGA’da çalıştığı dönemdetanıyan Rusopulos, daha o dönemde bir çokND kurmayının yanı sıra, Kostas Karamalis ile deçok iyi ilişkiler kurdu.1997 yılında, ileride siyasî hayatını karanlığa sürükleyecekolan Keşiş Efrem ile tanışan Russopulos,1999 yılında MEGA haber bülteni sunucusu NikosHacinikolau ile ettiği kavgadan sonra kendisini kanalınkapısının önünde buldu.2000 yılı Ağustos ayında Karamanlis kendisiniND Basın Sözcüsü olarak açıklarken, herkes bu görevdeancak 6 ay kalabileceği yorumunda bulunuyordu.Russopulos, Vatopedyo skandalı yüzündenartan baskılara dayanamayıp istifa ettiği 23 Ekim2008 tarihine kadar iki ND hükümetinde de önemlirol oynarken, 2004 genel seçimlerinin ND’ninkazanmasında payının yüksek olduğu söyleniyor.28 Azınlıkça


AP seçimlerinin ardındanSonuçta beklenen oldu ve iktidardaki merkez sağ partisi ND oy kaybına uğrarken,sosyalist PASOK partisi oylarını arttırdı.Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede yapılan AvrupaParlamentosu (AP) seçimleri tamamlandı. Yeni AvrupaParlamentosu’na (AP) 492 milyon AB yurttaşınıtemsilen 736 vekil seçildi. <strong>Yunanistan</strong> AP’de 22milletvekiliyle temsil ediliyor.Avrupa genelinde sol partiler kayba uğrarken,merkez sağ partiler oylarını artırdı. Bir yandan<strong>Yunanistan</strong>’ı da etkileyen küresel ekonomik kriz,öbür yandan yaşanan skandallar yüzünden ND hükümetindenduyulan memnuniyetsizliğin seçim sonuçlarınayansıması bekleniyordu tabiî. Ve sonuçtabeklenen oldu ve iktidardaki merkez sağ partisi NDoy kaybına uğrarken, sosyalist PASOK partisi oylarınıarttırdı.Yenilgiye uğrayan Başbakan Kostas Kramanlis,“Seçim sonuçlarını değerlendireceklerini, seçmeninsesine kulak vereceklerini” belirtti.*<strong>Yunanistan</strong> geneli AP seçim sonuçlarıKayıtlı seçmen: 9,995,992Oy kullanan: %52.63Geçersiz/Beyaz oy: %2.54Partilere göre oy dağılımıPASOK............%36,64 8 milletvekiliND...................%32.29 8 milletvekiliKKE..................%8.35 2 millevekiliLAOS................%7.15 2 milletvekiliSİRİZA..............%4.70 1 milletvekiliEkolog Yeşiller.. %3.49 1 milletvekiliAzınlıkça 29


Batı <strong>Trakya</strong>’da AP seçimlerive Danışma Kurulu’nun “Beyaz Oy” çağrısıDK gerçekleştirdiği toplantıda AP seçimlerini görüştü ve 2 red oyuna karşı 32 evetoyuyla seçimlerde azınlığa “Beyaz Oy” kullanması çağrısında bulundu.Avrupa Parlamentosu seçimleri diğer bölgelerinaksine Batı <strong>Trakya</strong>’da bir dizi beklenmeyen gelişmeleresahne oldu. ND’nin ülke genelinde oy kaybedeceğive Pasok partisinin birinci sıraya geçeceğitahmin ediliyordu. <strong>Trakya</strong> bölgesinde ise Evrosilinde ND’nin birinci parti pozisyonunu her şeyerağmen devam ettireceği, Rodop ve İskeçe illerindePASOK’un azınlık oyları sayesinde millî parlamentoseçimlerinde kazandığı birinciliği muhafazaedeceği bekleniyordu. Nitekim öyle oldu. Beklenmeyengelişmeler başkaları.Türk Azınlığı, Batı <strong>Trakya</strong>’daki seçimlerdeönemli faktörlerden biri durumundadır. Rodopve İskeçe illerinde toplam nüfusun %40’ını aşanazınlık, kullandığı oylarla bölgeden birinci çıkacakolan partiyi belirleyebilmektedir. Bu yüzden partiler<strong>Trakya</strong>’da kendileriyle seçimleri kazanabilecekadayları ararken, öteden beri azınlığın oyunu alabileceknitelikte ve özellikle de güçlü azınlık adaylarınalistelerinde yer verirler.Fakat AP seçimlerinin ülke geneli oy oranınagöre şekillenmesi ve parti adaylarının listedeki sıralamayagöre milletvekili olabilmeleri yüzündenbu genel değerlendirmeler pek geçerli olmuyor.AP seçim sistemindeki farklılıktan dolayı, millî seçimlerdemilletvekili adayları partilerine en çok oygetireceği tahmin edilen kişilerden oluşurken, bununaksine AP seçimlerinde böyle bir kaygı yoktur,adaylar ikincil bir rol oynar, zira seçmen adaydançok partilere oy verir.Bütün bu genel değerlendirmeler pek önemlideğil. Partilerde AP milletvekili aday listelerindeson dönemlerdeki seçimlerde <strong>Trakya</strong>’dan azınlıksiyasetçilerine, seçilmeleri imkânsız sırada da olsa,yer vermek bir gelenek olmaya başladı. 2009 APseçimleri azınlıktan en çok adayın (üç tane) göste-Azınlık adaylarırildiği seçimler olarak tarihe geçti.SİRİZA Dilek Habip’i 8. sıradan, ND AhmetRıdvan’ı 20. sıradan, PASOK ise SibelMustafaoğlu’nu 16. sıradan aday gösterdi. Adaylıklaronursaldı, listelerde konuldukları sıradan hiçbirininseçilme şansı bulunmuyordu.Başkanlığını İskeçe Seçilmiş Müftüsü AhmetMete’nin yaptığı ve azınlık siyasetçilerinden, dernekbaşkanlarından ve çeşitli temsilcilerden oluşan71 üyeli BTTA Danışma Kurulu, Avrupa Parlamentosuseçimlerine bir hafta kala konu hakkındagörüşmek üzere bir toplandı gerçekleştirdi.71 üyeden 34’ünün katılımıyla gerçekleştirilentoplantıda AP seçimleri görüşüldü ve 2 red oyunakarşı 32 evet oyuyla AP seçimlerinde azınlığa “BeyazOy” kullanması çağrısında bulunulması kararıalındı.Alınan karar 1 Haziran Pazartesi günü yapılanbir basın açıklamasıyla kamuoyuna duyuruldu.Açıklamada, Danışma Kurulu, “7 Haziran Pazargünü yapılacak olan AP seçimlerini değerlendirdiklerinive Türk Azınlığın yıllar yılı karşılaşmışolduğu ciddi sorunlara çözüm getirilmediğini veAP milletvekili aday listelerine partilerin azınlıkadaylarını seçilebilecek bir sıraya koymadıklarınıve küçümsediklerini” gerekçe göstererek seçimlerde“Beyaz Oy” kararı aldığını ve azınlığın bu karardoğrultusunda hareket etmesini belirtiyordu.30 Azınlıkça


Dışarıdan bakılınca azınlıktaki bütün eski yenimilletvekillerinin, seçilmiş yöneticilerin ve dernekbaşkanlarının üye olduğu DK, azınlığın “en üstkurumu” olarak görülmekte ve gösterilmektedir.Dolayısıyla, DK tarafından alınan bir kararın azınlıkiçerisinde çok yüksek bir katılımla uygulanmasıbeklenir. En azından teorik anlamda DK’nın bu çokkatılımlı yapısı bu başarıya ulaşılabileceğini imaeder. Zaten bu yüzden her açıklamanın akabinde,DK çatısı altında alınan kararlar doğrultusunda,üyelerce hangi siyasî parti ve hangi siyasî görüşbenimsenmiş olursa olsun, sonuçta ortak hareketettikleri izlenimi verilir.Dışarıya yansıtılan bu imaj yüzünden, seçimsürecinde DK’nın “Beyaz Oy” çağrısının da azınlıktageniş yankı uyandıracağı hissi oluşturuldu. Buimajın apaçık tesirinde kalan parti yetkilileri “BeyazOy” çağrısından hemen sonra DK’yı eleştirençeşitli açıklamalarda bulundular.DK’nın “Beyaz Oy” çağrısı, ilk bakışta demokratiktercih hakkı gibi gözükse de, azınlığın bütünerk odağını barındıran bu “devasa” kurulun çağrısıelbette aynı demokratik tercih hakkını kullanarakparti listelerinde yer alan azınlık temsilcilerinizor duruma düşürdü. Parti yetkilileri açıktan açığaDK’nın “Beyaz” çağrısını eleştirirken aynı partidekiazınlık temsilcileri yorum yapmaktan kaçındılar.Besbelli DK’nın “Beyaz” direktifi azınlık içerisindençıkan AP adaylarını zor duruma düşürmüştü.“Beyaz” çağrısı seçimlere 6 gün kala yerinedaha erken yapılsaydı, belki azınlık üyeleri adayolmayı kabul etmez ve “millî birliği” bozuyor veDK’ye muhalefet ediyor pozisyonuna girmek istemezlerdi.DK, böyle duyarlılıklardan yoksun olarakbilinir, zaten onun derin yapılanması gereği böyle“yoldan çıkmış” azınlık üyelerinin varlığı onsuz olmazbir ihtiyaçtır.Bilgi sahibi olmakla “doğruyu” bilmek aslındafarklı şeylerdir. Mesela Çetin Mandacı’nınİskeçe’den Pasok milletvekili seçildiği genel seçimlerde,partilerin azınlık adaylarına uyguladığıbir tutumdan dolayı aynı ilde iki büyük partininazınlık siyasetçileri tarafından “bağımsız liste” adlıuzun süreli bir çalışmanın yürütüldüğünden bilgisahibi olabilirsiniz. Fakat aslında bu konuda bilgisahibi olmanız bir şey ifade etmez. Çünkü bubilginin arkasında “doğruyu” da bilmeniz gerekir.Doğrusu, DK’nın o dönemde sessiz kaldığı, “BeyazOy”a benzer bir “azınlıkçı bilinç!” sergilemediğidir.Dolayısıyla DK’nın son basmakalıp açıklamasıahlakî boyutta doğru değildir. Çünkü “BeyazOy” kararının ardında yatan gerçeklerin esasındaazınlıkçılık mantığıyla işletilmediğini, DK içerisindeusta aktörlere taş çıkartırcasına rol kesenleringerçekte “Beyaz”ı desteklemediklerini ve DK’nınyapısal bozukluklarını yazının devamında aktaracağız.Ama önce DK’nın AP seçimlerinde azınlığı“Beyaz OY”a çağırdığı açıklamasını okuyalım:AÇIKLAMA1 Haziran 2009Batı <strong>Trakya</strong> Türk Azınlığı DanışmaKurulu 1 Haziran 2009 tarihinde yapmışolduğu toplantıda gündem maddesi olarak7 Haziran’da yapılacak olan AvrupaParlamentosu Milletvekili Seçimlerinideğerlendirmiştir.Batı <strong>Trakya</strong> Türk Azınlığı DanışmaKurulu, Türk Azınlığının yıllar yılı karşılaşmışolduğu ciddi sorunlarına çözümgetirilemediği için protesto amacıyla 34’e2 oy çokluğuyla beyaz oy kullanmaya kararvermiştir.Dolayısıyla 7 Haziran’da yapılacakolan seçimlerde partilerin Batı <strong>Trakya</strong>Türk Azınlığı’na gereken itibarı göstermeyerek,listelerine aldığı azınlık adaylarınıseçilebilecek sıraya koymadıkları içinBatı <strong>Trakya</strong> Türk Azınlığını küçümsediklerineinanmaktayız.Bu nedenle Batı <strong>Trakya</strong> Türk AzınlığıDanışma Kurulu olarak 7 Haziran 2009tarihinde yapılacak olan Avrupa Parlamentosuseçimlerinde BEYAZ OY kullanmakararı almış bulunmaktayız. Batı<strong>Trakya</strong> Türk Azınlığına duyurulur.BATI TRAKYATÜRK AZINLIĞIDANIŞMA KURULUAzınlıkça 31


Demokrasinin şeffaflığına dayanmayan ve gerçektenama gerçekten şeffaf olmayan bir yapıyıkorumaya kalkmanın hiç âlemi yok. Neden gerçeklerisaklayalım! Daha hâlâ azınlık içerisinde olmasıgereken demokratik işleyişi açıkça reddedenDK, azınlığın AB ile bütünleşmesinin önemini mikavrayabilecek Allah aşkına?Azınlık içerisinde bilgi dağıtımını ve azınlığın yönetiminitekel olarak elinde tutmak isteyen DK’nınişleyişindeki anlaşılmaz “gizem” bir yana, DK’nınrakipsiz olduğu ve azınlığı yönlendirici pozisyonubile 80’lerden kalma zihinsel bir tıkanıklığın sonucuolsa gerek. Çünkü demokrasiden uzaklaşırkendemokrasi olduğunu iddia edebilmek ancak DKiçin geçerli olabilir. 71 üyeli DK’nın 36 üyesinin katıldığı“Beyaz Oy” toplantısına kimler katılmış, 2karşı oyu kimler vermiş, 34 evet oyunu kullananlarkimler, bunların hepsi eskiden olduğu gibi tam birmuamma.Bizim DK’nın yapısının demokratik olup olmadığınısorguladığımız falan yok. Olmayan şeyinsorgulaması yapılmaz ki! Fakat azınlığa ve dışarıyaen üst kuruluş olarak dayatılan DK’nın gerçekteazınlığı nasıl kendi vesayeti altına sokmak istediğini,demokratik işleyiş ve oylamayla kararlarınalınmadığını “Beyaz Oy” örneğiyle bir kez dahagösterelim:DK’nın “Beyaz Oy” kararından iki gün evvel,30.05.2009 günü, DK’nın yan kuruluşu olan ABTTF,Batı <strong>Trakya</strong> Türk Azınlığını AP seçimlerini protestoetmeye çağırdı. Sadece o da değil, DK’nın onursalbaşkanı, daha ortada böyle bir düşünce bilefilizlenmemişken, sağda solda “Beyaz Oy” kararınıalacaklarını (aldıklarını) kulaklara fısıldıyordu.DK’nın onursal başkanındaki zihinsel travmalarzaman zaman açıkça gözükse de, hâlâ kenardaköşede yaptığı bu tür açıklamalar, belki DK’nın yapısınıbilenler için “doğal” durumlar!..Türkiyeli Türklerden daha fazla Türk olduğunugöstermek adına neredeyse travma geçiren oldukçasınırlı bir grubun dile getirdiği çeşitli talepler vebu bağlamda ithal ettikleri kaba milliyetçilik iştebu yüzden azınlığın alt katmanlarında çoğu kezkabul görmez. Bu sınırlı grup her ne kadar azınlığıngenelini de kendilerine benzetmek için uğraşsada, ve hatta bu amaçla azınlıktan gelen çok masumeleştirileri bile bastırmakta ve yok saymaktaysada, gerçek, Batı <strong>Trakya</strong>’da azınlığın nitelikve nicelik anlamında istenen doğrultuda hareketetmediğidir. DK’nın “Beyaz Oy” çağrısına azınlığınitibar etmemesi bu anlamda önemli ya!AP seçimlerine bölgedeki katılımın düşüklüğü,haftalık yayımlanan azınlık gazetelerinin seçim öncesindeköylere zamanında ulaştırılamaması, azınlığıntelevizyon kanalının olmaması, “Beyaz Oy”kararının seçimlere bir hafta kala alınması, köylerde“beyaz oy” zarflarının dağıtılmaması, sandıktaseçmenlere “beyaz oy” verilmemesi, Cuma günüsadece İskeçe’deki camilerde ve Rodop ilindekibazı camilerde “Beyaz Oy” hutbesinin okutulması,sandık başına “Beyaz Oy” takipçilerinin konmamasıvs. gibi saçma sapan mazeretler doğruyuyansıtmıyor. DK’nın “Beyaz Oy” kararına azınlığınitibar etmediğini bu tür bahanelerle geçiştirmeyeçalışanlara hatırlatmak isteriz: Azınlığın üzerindekibaskıyı kaldırdığınız anda hangi davulcu veyazurnacıya kaçağının hiç belli olmadığını neden bukadar açık ifşa ediyorsunuz? Azınlığa güvenmediğinizi,azınlığı koyun sürüsü gibi gördüğünüzü,azınlığın yoldan çıkarılmaya ve kandırılmaya sonderece müsait bir cahil gürûhu olduğuna inandığınızıbiz biliyoruz, sizin bunu açıkça ifşa etmenizegerek yok ki!..Seçim sonuçlarına bakınca, sonuçları manupileedenlere inat, önümüzde çok net bir istatistikveri ortaya çıkıyor. İskeçe ilinde bütün camilerde“Beyaz Oy” hutbesi okunmasına, DK Başkanınınaynı zamanda İskeçe Seçilmiş Müftüsü olmasına,eski DK Başkanı ve aynı zamanda PASOK milletvekiliolan Çetin Mandacı’nın İskeçeli olmasına,İskeçe’deki Muzaffer Salihoğlu Lisesi’ne, İskeçeTürk Birliği’ne, derneklerin köylerdeki alt yapılanmalara,Millet gazetesine, Gündem gazetesine,Yüksek Tahsilliler Derneği Başkanının İskeçeli olmasına,eski Yüksek Tahsilliler Derneği Başkanınınİskeçeli olmasına, görevli imamların sokaktabile “Beyaz Oy” çağrısı yapmasına, İskeçe’de pekçok azınlık üyesi belediye ve nahiye başkanlarınınolmasına, İskeçe Belediye Meclisi’nde aktif roloynayan Eşitlik Listesi’ne ve daha sıralanabilecekonlarca pozitif etkenlere rağmen, İskeçe’de azınlık“Beyaz Oy” çağrısına itibar etmemiştir.Aşağıda DK’nın sadece İskeçe ili için olmasıgereken oy potansiyelini aktarıyoruz. İskeçe’dekiazınlık nüfusunun neredeyse tamamını temsileden kişilerin oy oranlarını daha önceki seçimlerdealdıkları oylarla sınırladık. Bu küçük çaplı istatikselveriler bile DK’nın “Beyaz Oy” kampanyasında nederece dibe vurduğunu göstermesi açısında ilgiçekici.32 Azınlıkça


DK’daki İSKEÇELİLERİN OY POTANSİYELLERİİskeçe’deki azınlık nüfusunun neredeyse tamamını temsil eden kişilerin oyoranlarını daha önceki seçimlerde aldıkları oylarla sınırladık.»» AHMET METE - DK Başkanı 5.140 OY POTANSİYELİ(İskeçe Seçilmiş Müftüsü A. Mete’ye bağlı imam, müezzin, hatip ve Kur’an Kursu hocalarının toplamı bile 200’ün üstünde. 9 Eylül 2006’da vefat edenMehmet Emin Aga’nın yerine gelen A. Mete, erkeklerin bayram namazında yaptığı oylamada toplam 5 bin 140 oy almıştı.)»» ÇETİN MANDACI 15.700 OY POTANSİYELİ(PASOK partisi milletvekili olan Mandacı İskeçe’den 15 bin 700’den fazla oy almıştı.)»» AHMET FAİKOĞLU 200 OY POTANSİYELİ(Eski milletvekili olduğu için hiç değilse 200 oy alabilir.)»» BİROL AKİFOĞLU 200 OY POTANSİYELİ(Eski milletvekili olduğu için hiç değilse 200 oy alabilir.)»» ORHAN HACIİBRAM RED OYU(Eski milletvekili ve geçen genel seçimlerde ND milletvekili adayı olan O. Hacıibram’ın DK toplantısında “Beyaz Oy” için yapılan oylamada red oyukullandığını Yunan basınından öğrendik.)»» AHMET KARA 1.000 OY POTANSİYELİ(Batı <strong>Trakya</strong> Azınlığı Yüksek Tahsilliler Derneği Başkanı olan Ahmet Kara için hesaplanan oya İskeçe’deki üniversite mezunu azınlık üyelerinin yüksektahsilliler derneğine kayıt rakamı, derneğin İskeçe’deki çeşitli alt gruplarında çalışan personel ve yakın akrabaları ve Kara’nın Yüksek Tahsilliler Derneğiseçimlerinde aldığı oy göz önüne alındı.)»» MUSTAFA KAMU 1.000 OY(İskeçe Vaizleri Temsilcisi olarak DK’da yer alıyor. İskeçe Müftüsü haricinde DK kendisine yer verdiğine göre oy hesaplamasında da ayrı olarak ismi zikrediliyor.İskeçe’de 100’ün üzerinde cami bulunuyor. Halk tarafından itibar gören bu din görevlileri İskeçe’deki sadece 100 camide 10’ar kişiye “Beyaz Oy”atmalarını söyleseler ve bu kişiler evlerinde bulunan aile fertlerine de durumu iletseler, toplamda en az 2.000 rakamına ulaşmamız gerekir. Biz insaflıdavranarak 1000 kişi diyoruz.)»» MEHMET HACIHALİL 1.000 OY(İskeçe Türk Birliği başkanı. İTB seçimlerinde 330 oy aldı. Hacıhalil’in tahmini oy potansiyeline İTB’nin azınlık gözündeki değeri ve üyeleri de eklendi.)»» BİROL İNCEMEHMET 2.652 OY(DK Asbaşkanı B. İncemehmet 2002 yılından bu yana Gökçeler’de belediye başkanlığı görevini yürütüyor. Birol İnce Mehmet son belediye seçimlerinde2.652 oy aldı.)»» HASAN MALKOÇ 2.207 OY(İskeçe Belediyesi Meclis üyesi olan H. Malkoç, Eşitlik Listesi’nin şu anda başkanlığını yürütüyor. Eşitlik Listesi belediye seçimlerinde 2.207 oy almıştı.)»» MUSTAFA AGA 4.196 OY(Mustafçova Belediye Başkanı olan M. Aga, belediye seçimlerinde “Kardeşlik Hareketi olarak 4.196 oy almıştı.)»» DK’YA ÜYE DİĞER İSKEÇELİ SİYASETÇİLER (Minimum) 10.000 OY(MUSTAFA HOMKO - KOZLUCA NAHİYE BAŞKANI, NAZIF KOCA, -YENİCE BELEDİYESİ MECLİS ÜYESİ, GÜLBEYAZ KARAHASAN - İSKEÇE İL MECLİS İ, TÜRKEŞHACIMEMİŞ - İSKEÇE İL MECLİS İ, CAHİT ÇİNGUR - İSKEÇE ECZACILAR ODASI YÖNETİM KURULU ÜYESİ, FAHRİ BODUR - İSKEÇE İNŞAATÇILAR BİRLİĞİ,HAKKI OĞLU HAKKI - İSKEÇE AVCILAR KULÜBÜ, HÜSEYİN BANDAK - İSKEÇE SANAYİ - TİCARET ODASI YÖNETİM KURULU ÜYESİ, İLTER MEÇO - İSKEÇE İLİENCÜMENLER ÜST KURULU BAŞKANI)Azınlıkça 33


Beyaz Oy34 Azınlıkça3915Yukarıda yer verilen detaylar bile DK’nınİskeçe’de azınlığın neredeyse tamamının oyunualabileceğini gösteriyor. Bütün bu gerçeklere rağmenDK’nın “Beyaz Oy” kampanyasındaki başarısızlığınımazaretlerin arkasına saklamak gülencelikbir olaydan ibaret olsa gerek. Çünkü azınlığınneredeyse tüm seçilmişlerinin yer aldığı DanışmaKurulu’nun İskeçe’de aldığı oy toplamı 3915!Bunlara Hıristiyan seçmenlerin kullandığı beyazoylar da dahil.13.415 Beyaz oyneyi ifade ediyor?Danışma Kurulu’nun, İskeçe Seçilmiş Müftülüğü’nün,Gümülcine Seçilmiş Müftülüğü’nün,Vaaz ve İrşad Heyeti’ninn, DEB partisinin,İTB’nin, GTB’nin, BTAYTD’nin, KÖYEP’in,Batı <strong>Trakya</strong> Türk Öğretmenler Birliği’nin, Batı<strong>Trakya</strong> M.M.M.M.Cemiyeti’nin, Rodop-Evrosİlleri SÖPA Mezunu Öğretmenler Derneği’nin,Batı <strong>Trakya</strong> Camileri Din GörevlileriDerneği’nin, Batı <strong>Trakya</strong> Türk KadınlarıDerneği’nin, İlkokul Aile Birlikleri’nin, SeçekEğitim ve Kültür Derneği’nin, Alantepe Eğitimve Kültür Derneği’nin, diğer irili ufaklı azınlıkderneklerinin ve derneklere bağlı onlarca köydefaaliyette bulunan kültürel faaliyet kollarının, elbeceri kurslarının, çocuk kulüplerinin, bilgisayarmerkezlerinin, halk oyunları ekiplerinin, MuzafferSalihoğlu lisesinin, Celal Bayar lisesinin,BAKEŞ’in, Araştırma Merkezi’nin ve azınlık basınınıntoplam ilişkide olduğu çalışan vb. rakamı5.000’e ulaşmaktadır. Bu insanların aileleri ilebirlikte rakam en az iki katına çıkmaktadır. Hıristiyanseçmenler dahil 13.415 rakamı işte bunuifade ediyor!Gündem’denilginç tahrifat!Gündem gazetesi,Danışma Kurulu’nun“Beyaz Oy” çağrısınaazınlığın ilgigöstermemesine çareyiseçim sonuçlarını “Beyaz Oy”la geçersizoyları toplayarak okurlarına yansıtmadabuldu. Gazete AP seçim sonuçlarınıaktarırken Rodop ili için “Beyaz Oy”oranıyla geçersiz oyları birleştirerekDK’nın çağrısı doğrultusunda kullanılmıştoplam oylarmış şeklinde okurunayansıtırken, İskeçe’deki “Beyaz Oy” oranınıise okurlarına hiç aktarmadı. Gündem’inİskeçe için “Beyaz Oy” ile geçersiz oylarsanki DK adına atılan oylarmış gibiokuruna sunduğu haberde İskeçe’dekitoplam rakam 5.408 olarak açıklanırkenbu oylardan ne kadarının “Beyaz Oy”olduğu ise ne hikmetse belirtilmedi.Gazete yazısında ayrıca Batı <strong>Trakya</strong>’daki(Rodop, İskeçe ve Evros illeri) toplam“Beyaz Oy” oranını da toplam geçersizoylarla birleştirerek bütün bu oyların DKiçin kullanılan oylar olduğunu ima etti.Gündem bu tahrifatı yaparak DK’nıntoplamda 16.000 oyu geçtiğini okurlarınayansıttı. Oysa “Beyaz Oy”un toplamı13.415’ti.


LEFKO “Beyaz” PARTİrekor kırdı!Geride bıraktığımız Avrupa Parlamentosu seçimlerindeRodop ilinde trajikomik bir olay yaşandı.Danışma Kurulu’nun “Beyaz Oy” çağrısıdoğrultusunda beyaz oy atmak isteyen azınlıkseçmeni Yunanca’yı iyi bilmemesinden dolayı beyazoyu karıştırarak Yunanca kısaltılması “Beyaz”anlamına gelen Lefko partisine oy verdi. Bu sayedeBeyaz Parti ülke geneli her ilde en fazla 1 veya2 oy, başkent Atina’da 1050 oy alırken Rodopilinden 2591 oyla rekor kırdı.Lefko” partisine İskeçe genelinde ise hiç oyçıkmadı. “Lefko” partisinin başkanı KostantinosDalios, seçim sonuçlarını değerlendirdiği açıklamasında,İskeçe iline oy pusulası göndermediklerini,Rodop ilindeyse hakettikleri bir sonucaulaştıklarını, çünkü akrabalarının Rodop ilindeseçim dönemi çok çalıştıklarını iddia etti.Azınlık adaylarıbekleneni gösteremediAP seçimlerinde Rodop ilinden PASOK partisiadayı Sibel Mustafaoğlu, SİRİZA adayı DilekHabip ve İskeçe’den ND adayı olan Rıdvan Ahmetçikbekleneni gösteremediler.ND İskeçe’de Vatopedi Skandalı nedeniylebüyük bir hezimete uğradı ve PASOK partisinin%16 puan gerisinde kaldı.Rodop ilinde ND oy kaybetti. LAOS partisi2007 milletvekili seçimlerine oranla 2.000 oyfazla aldı, SİRİZA ve KKE ise pek bir varlık gösteremedi.Beyaz Parti, toplam oylarının neredeyse dörttebirini Rodop’tan alarak, bu ilde dördüncü partikonumuna yükseldi.Azınlıkça 35


36 Azınlıkça


Türkiye’de Ergenekon davasında sular bir türlüdurulmuyor. Her gün yeni iddialar ve olaylarkarşısında söyleyecek çok şey var. Fakat bunlarTürkiye’nin “iç sorunları”, bizi bu bağlamda ençok <strong>Yunanistan</strong>-Türkiye ilişkileri ve Batı <strong>Trakya</strong>bölgesi ilgilendiriyor. Dolayısıyla Ergenekonsürecini takip ederken gözümüz hep Batı <strong>Trakya</strong> ve<strong>Yunanistan</strong> bağlantısında.Azınlıkça okurları, Ergenekon davasındasavcıların iddianamelerinde yer alan (ve almayan)Batı <strong>Trakya</strong> ve <strong>Yunanistan</strong>’la ilgili bölümleri iyibiliyor. Bu önemli konuyu ve iddianamede yerverilen bağlantılarıgörmezlikten gelemezdikelbette. Ergenekon-Batı<strong>Trakya</strong> ilişkisini haberolarak işledik, konuhakkındaki görüşlerimizibelirttik. Okurlarımızınbu önemli gelişmelerdenhabersiz kalmasınıistemedik.Şimdi bir kez dahaErgenekon davasının<strong>Yunanistan</strong> bağlantısınıhaber yapmak zorundakalıyoruz. Çünkü davasüreci boyunca patlakveren her önemliolayın bir ucundan bir de bakıyorsun <strong>Yunanistan</strong>kelimesi fışkırıyor; her ne kadar Batı <strong>Trakya</strong>ile ilgili bağlantılar ve ilişkiler dava sürecindedetaylarıyla işlenmese de. Son olayda da öyle.*Ergenekon’un “yabancıEgenekon yapılanmasının Batı <strong>Trakya</strong> ve<strong>Yunanistan</strong>’ı yıllardır Türkiye’nin iç siyasetindekullandığı bilinen bir gerçek.İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi’ninönündeki sokağa şimdilerde Dr. Sadık Ahmetmuhit!” sevdası!“<strong>Yunanistan</strong> ile ilişkilihaberlere yazılı ve görselmedyada yer verilerekmilliyetçi partilerin tabanıgenişletilecek...”adını veren aynı zihniyet değil midir, Selanik’tekiAtatürk’ün evine 1955’lerde bombayı dayine bir Batıtrakyalının eliyle koyduran? Veyine Rum Patrikhanesi’nin her etkinliğindeprovokasyon amaçlı olarak Batıtrakyalılarıkullanan aynı zihniyet değil midir, “ekümenik”sıfatını kullanmalarından dolayı yine bir başkaBatıtrakyalı tarafından patrikhane aleyhine davaaçtıran?Ergenekoncular, Türkiye’deki Ergenekondavasını ve dava süreciyle birlikte işleyen yansüreçleri küçümseyebilir, hatta Batı <strong>Trakya</strong> ve<strong>Yunanistan</strong> konuluayrıntıları hiçönemsemeyebilirler.Fakat gerçekler öyledeğil.Türkiye’nin içsiyasetine alet olanBatıtrakyalılar sadeceHrant Dink suikastinde,Ergenekon davasındave İstanbul Rumları ileilgili olaylarda karşımızaçıkan “Yeni Batı <strong>Trakya</strong>”dergisiyle sınırlı değil,daha bir sürü ilişkiler vekullanılmalar var.Batı <strong>Trakya</strong> konusu uluslararası ilişkilerkapsamında olduğundan Türkiye’de yürütülenErgenekon davasında bahse konu örgütünyapısal şemasında açık şekilde Batı <strong>Trakya</strong>’danbahsedilmeyebilir. Türk-Yunan ilişkilerininbozulmasına neden olabilecek böylesi bir olayabelirli güçlerin müdahale etmesi kaçınılmaz.Elbet bizim temennimiz, Ergenekon sürecikapsamında Batı <strong>Trakya</strong>’daki bizlerin zarargörmemesinin sağlanmasıdır. Çünkü Türkiye’niniç siyasetinde, iç menfaatler çerçevesindekullanılmak demek, bir anlamda Batı <strong>Trakya</strong>’dakiAzınlıkça 37


azınlığın menfaatine hareket edilmediği anlamınada gelmektedir.Türkiye’deki belirli mihrakların AKP veyaSTK’larla veya başka gruplarla olan çatışmalarında,muhaliflerini yıpratmak, darbe yapmak ve sontahlilde düzeni illegal yoldan değiştirmek adına, eğericap ederse ve hiç çekinmeden, Batı <strong>Trakya</strong>’nın veBatıtrakyalıların kullanılmasını hoş karşılamamızıhiç kimse beklememeli.Ne yani! KKTC’ye Mehmet Emin Aga’yı seçimdönemi gönderen zihniyetle, Ergenekon patlakverince “Yeni Batı <strong>Trakya</strong> Dergisi”ne MGK şiltiveren zihniyet bir değil midir? Bunları yok musayalım, es mi geçelim, unutalım mı?Son yıllarda Türkiye’den Batı <strong>Trakya</strong>’ya davetedilen konuşmacı ve ziyaretçiler arasında Ergenekondavasına ismi karışmış, ulusalcı ve Ergenekonyandaşlarının olduğunu görmezlikten mi gelelim?Veya oldu olacak, çok daha eski olayları,mesela Susurluk kazası sonrası Abdullah Çatlıile Sadık Ahmet ilişkisinin 07.11.1997 tarihliSabah gazetesinde bile konu edildiğini, HabipAslantürk’ün, ifadesinde, kendisinin Çatlı’nınemriyle Sadık Ahmet’i defalarca havaalanındanaldığını ve Bakırköy’deki Çatlı’nın evinegötürdüğünü saklayalım mı?Veya Türkiye’deki Batıtrakyalı Türklerdenbazılarının Ergenekon sürecine adı karışmış, hattatutuklanmış bulunan emekli paşalarla dernek,dergi gibi çeşitli yapılanmaların içerisinde ortakçalıştıklarını inkâr mı edelim?Esasında sadece onu bildiğimiz için değil, açıkçadeşifre olduğu için “Yeni Batı <strong>Trakya</strong> Dergisi”sahibi Süleyman Sefer’in ve Sadık Ahmet’in ençok adını Azınlıkça’da yazdık. S. Sefer’in bürosunuErgenekon’un bir numaralı sanığı Veli Küçük’ünkullandığını ve bahse konu büronun “ne hikmetse!”Ergenekon sürecinde bir türlü aranmadığının altınıçizdik. Ergenekon süreci başlayınca S. Sefer’in“Yeni Batı <strong>Trakya</strong>” dergisinin internet sitesi alelacele kapatılırken, MGK’nın “üstün hizmetlerindendolayı” S. Sefer’e ödül vermesini yadırgadık.Denize atılan bir şişe misali, belki bir bulan olurümidiyle, Batı <strong>Trakya</strong>’dan Türkiye’ye seslendik:Ergenekoncuların ihtiraslarına dış Türkleri hebaetmeyin!Ve elbette bütün bu karanlık oyunlararağmen umudumuzu koruduk, Türkiye’nindemokratikleşme sürecinin Batı <strong>Trakya</strong> Türklerininde demokratikleşme sürecine katkı sağlayacağınainandık, inanıyoruz.*12 Haziran tarihli Taraf gazetesinin yayınladığı veGenelkurmay Harekât Başkanlığı’nın hazırladığı iddiaedilen ‘İrticayla Mücadele Eylem Planı’nda <strong>Yunanistan</strong>’lailgili ifadelere yer veriliyor. ‘AK Parti içine yerleştirilenajanlar’ harekete geçirilecek. ‘Işık evler’ adını verdiklerievlerde ‘silah ve mühimmat bulunması sağlanacak’.Fethullah Gülen cemaati ile PKK arasında işbirliği varmışgibi gösterilecek, ayrıca bu insanların CIA ve Mossad gibiörgütlerle irtibatı olduğuna dair kara propaganda yapılacak.Ergenekon sanığı subaylar savunulacak, bununla ilgilimedya harekete geçirilecek. Ermenistan ve <strong>Yunanistan</strong> ileilişkili haberlere yazılı ve görsel medyada yer verilerekmilliyetçi partilerin tabanı genişletilecek...Bahse konu ‘Eylem planının’ altında Kıdemli AlbayDursun Çiçek’in imzası bulunuyor. Gazetelere yansıdığınagöre Albay Çiçek, Türk Ordusu’nda Psikolojik HarpDairesi’nin yerini alan Harekât Başkanlığı 3. Destek ŞubeMüdürlüğü’nde hâlâ görev yapıyor. Yani iddia edilen olayGenelkurmay Başkanlığı’nın tam göbeğinde cereyan ediyor.Üstelik Eylem Planı adlı belge Nisan 2009 tarihli; yani çokyeni hazırlanmış bir belge.Not: Belgenin gerçek olup olmadığı “Azınlıkça”nınhazırlandığı aşamada hâlâ netleşmemişti.12 Haziran tarihli TARAFT’taki haberde “<strong>Yunanistan</strong>”danbahsedildiği bölüm şu şekilde:http://www.taraf.com.tr/haber/35520.htm“...Ermenistan ve <strong>Yunanistan</strong> ile ilişkilere de değinenplanda, iki ülke ile ilgili kamuoyunda tepki uyandıracakhaberlere yazılı ve görsel medyada sürekli yer verilmesihedefleniyor. Amaç şöyle anlatılıyor: Milliyetçi partilerinbu şekilde tabanı genişletilmeli. AKP, kamuoyunda zoradüşmeli...Ermenistan ve <strong>Yunanistan</strong> ile ilgili kamuoyunda tepkiuyandıracak haberler sürekli gündemde tutularak milliyetçipartilerin tabanının genişletilmesi sağlanacaktır.”*Şimdi, MHP’li milletvekili Gündüz Aktan’ınölümünden sonra Danışma Kurulu adınayayımlanan o münasebetsiz zehir zemberek taziyedeyukarıda tarif edilen “bit yeniği”ni sezmeyelim mi?*38 Azınlıkça


40 Azınlıkça

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!