Dünya'nın biletini kesiyoruz! - Türkiye Seyahat Acentaları Birliği

Abant’ta zaman Time in Abant Evliya Çelebi 400 yaşında Evliya Çelebi is 400 years old 

Anadolu’nun mahçup ve güzel şehri Karaman Karaman, shy and pretty city of Anatolia

Dünya’nın biletini kesiyoruz! 

1.938 Seyahat Acentesi BiletBank sistemi üzerinden son dört yılda 

3.280.000 adet sorunsuz işlem gerçekleştirdi ve 

toplam 1.838.396 adet uçak bileti düzenledi. 

Teknolojimize ortak olun. 

• 797 Havayolu ve 

Low-Cost taşıyıcı 

• Online Rezervasyon- 

Biletleme-İptal-Değişiklik 

• 7/24/365 Çağrı Merkezi 

• Kendi Web Sitenizde 

Online Bilet Satış İmkanı (iframe) 

• BKM Denetimde Güvenli 

Kredi Kartı İşlemleri 

• Servis Ücreti Belirleme ve 

Taksitli Satış İmkanı 

www.rapidoajans.com 

Üyelik için: www.biletbank.com / basvuru@biletbank.com

‹çindekiler Contents 

06 

Abant’ta zaman 

Time in Abant 

Sayı: 316 / Ekim 2011 • Issue: 316 / 2011 October 

36 

İstanbul’un mücevher kutusu 

The jewellery box of İstanbul 

44 

And the Oscar goes to... 

And the Oscar goes to... 

46 

Orkide cenneti Anadolu 

Orchid heaven Anatolia 

52 

Robotun Cizreli babası 

Father of robot from Cizre 

28 

Anadolu’nun mahçup ve güzel 

şehri Karaman 

Karaman, shy and pretty city of 

Anatolia 

56 

Orada hâlâ yaz 

It’s still summer there 

58 

Lufthansa Haberler 

Lufthansa News 

14 

Evliya Çelebi 400 yaşında 

Evliya Çelebi is 400 years old 

60 

Kısa Haberler 

News 

62 

THY Haberler 

THY News 

TÜRSAB 

TÜRK‹YE SEYAHAT ACENTALARI B‹RL‹⁄‹ 

taraf›ndan ayl›k olarak yay›nlan›r 

Published monthly by 

ASSOCIATION OF TURKISH TRAVEL AGENCIES 

ISSN 1300-3364 

Yerel Süreli Yay›n/Local Periodical 

• 

TÜRSAB ad›na Sahibi 

Owner on behalf of TÜRSAB 

Başaran ULUSOY 

Sorumlu Yaz› ‹şleri Müdürü/Managing Editor 

Feyyaz YALÇIN 

Yay›n Yönetmeni/Editor 

Ayşim ALPMAN 

TÜRSAB ad›na Yay›n Koordinatörü 

Publication Coordinator on behalf of TÜRSAB 

Arzu ÇENG‹L 

Görsel Yönetmen/Art Director 

Özgür AÇIKBAŞ 

Çeviri/Translation 

Kemal PARLAR 

Bask›/Printing: Müka Matbaa 

Tel: (0.212) 549 68 24 

Bask› Tarihi/Print Date: Ekim/October 2011 

TÜRSAB 

Tel: (0.212) 259 84 04 Faks: (0.212) 259 06 56 

Dikilitaş Mah. Aş›k Kerem Sk.No: 42 

34349 Beşiktaş-‹stanbul/Türkiye 

www.tursab.org.tr/e-mail:tursab@tursab.org.tr 

Editoryal ve Görsel Haz›rl›k 

Editorial and Visual Preparation 

BRONZ YAYIN 

Tel: (0.212) 244 85 37-38 Faks: (0.212) 244 85 34 

Pürtelaş mah. Güneşli sk. No:22 D:1 

34433 Cihangir-‹stanbul/Türkiye 

bronzyayin@gmail.com 

TÜRSAB DERG‹, Bas›n Konseyi üyesi olup, Bas›n Meslek ‹lkeleri’ne uymaya söz vermiştir. TÜRSAB DERG‹’de yay›nlanan yaz› ve fotoğraflardan kaynak gösterilmeden al›nt› yap›lamaz. TÜRSAB MAGAZINE is a member 

of the Turkish Press Council and has resolved to abide by the Press Code of Ethics. None of the articles and photographs published in the TÜRSAB MAGAZINE maybe quoted without mentioning of resource.

BAŞYAZI 

editorial 

TÜRKİYE’NİN ÇITASI 

KALİTEDE DE YÜKSELDİ 

TURKEY’S BAR HAS ALSO 

BEEN RAISED IN QUALITY 

Turizmin en verimli dönemini, Temmuz-Ağustos-Eylül aylarını 

geride bıraktık. Bu sektördeki her kurum ve kişi gibi, gözümüz yine 

yabancı konuklarımızın giriş/çıkış verilerinde, yani ‘sayılarında’ 

oldu. Sonuçlar, beklendiği gibi iyi ve yüzde 10 dolayında bir 

artışla yüzümüzü güldüren bir seviyedeydi. Ve daha Ağustos 

sonunda 21 milyon turist çıtası aşılmıştı. 

Bütün bunlar gerçekten de turizm adına, Türkiye adına çok 

güzel haberler. Ancak, elinizdeki derginin sonraki sayfalarında 

okuyacağınız üzere, haberler bununla sınırlı değil. 

Artık, turizmde sayı yani ‘nicelik’ gibi, kalite yani 

‘nitelik’ açısından da adımızı duyuruyoruz. Gerçekçi 

ve kapsamlı bir oylama ile verilen Avrupa Seyahat 

Ödülleri’nde bu yıl Türkiye çok sayıda birincilik 

aldı. Ödüllerin kimileri, Ölü Deniz gibi tabiatın 

bahşettiği zenginlikle geldi. Ancak pek çoğu turizm 

yatırımcısının, Türk tasarımcısı ve çalışanının 

çabasıyla hakkedildi. 

Hepimiz farkındayız; yakın zamana kadar 

sadece tabiatın zenginliği ile övünürdük. Yurt 

dışında sadece bu çerçevede çağrı yapardık. 

Üstelik kendi aramızda, ‘o zenginliği pek de iyi 

koruyamadığımızı’ itiraf ederek. Oysa bugün, hem 

tabiat varlığımızı korumayı öğrendik. Bu sayede, 

Turizm Oscarları’nda Avrupa’nın en ünlü kıyılarını 

geride bırakan Ölü Deniz ile ödül aldık. Hem de 

butik otelden, balayı için önerilen otele kadar pek 

çok dalda birincilik kazandık. 

Bunun anlamı, o ödüller için oy kullanan ‘uzman turistleri’ 

memnun etmiş olduğumuzdur. Düşünün, dünyayı gezen, her 

yıldızlı otel hakkında fikri olan, hiçbir ayrıntıyı gözden kaçırmayan 

ve dolayısıyla ‘zor beğenen’ bir kesimin oyu / onayı alındı. 

Kuşkusuz, onların oyları ile seçilen otellerimiz, kıyılarımız, kongre 

merkezlerimiz dünyanın her köşesinde portföylere girdi. 

Ödül alanları ve elbette tüm turizm sektörünü bu başarıdan dolayı 

kutluyorum. Ve “daha nicelerine!” diyorum. 

BAŞARAN ULUSOY 

TÜRSAB Başkan› 

The President of TÜRSAB 

We have just left behind us the months of July-August-September, the most 

productive period in tourism. Our eyes were on the entry / exit data, i.e. 

on ‘the numbers’, just as every other person and establishment’s in this 

sector were. The results, as good as expected and with an increase around 

10 percent, were at the level to put on a smile on our faces. And just at the 

end of August the level of 21 million tourists was exceeded. 

All this are in fact great news for tourism, great news for Turkey. But as 

you will be reading towards the end of the magazine you are now holding 

in your hand, the news isn’t limited to just that. From 

now on, we are putting our name on the map in terms of 

‘quality’ as well as ‘quantity’. 

Turkey received many first places in this year’s European 

Travel Awards after a realistic and wide ranging voting 

system. Some of the awards were received by the wealth 

deigned by the nature such as Ölü Deniz. But many of the 

awards were deserved with the efforts of tourism investors, 

Turkish designers and labourers. 

We are all aware; until recently, we were all just proud 

of the natural wealth. Abroad, we were only associated 

with in that particular respect. And that by confessing 

to ourselves ‘we haven’t been able to protect that wealth 

so successfully’. But today, we learnt how to protect our 

natural assets. As a result, we won an award with Ölü Deniz 

who left behind famous beaches of Europe at the Tourism 

Oscars. And, we also won many first places in categories 

ranging from boutique hotels to hotels recommended for 

honeymoons. 

This means that we have been able satisfy ‘expert tourists’ who have 

voted for those awards. Think about it, we received votes / approval from 

a section of people who go around the world, have an opinion about every 

starred hotel, who do not miss a single detail and therefore is ‘hard to 

please’. Without a doubt, our hotels, beaches, congress centres voted by 

their votes have entered portfolios in every corner of the world. 

I congratulate those who received an award and of course the whole 

tourism sector for this success. And I say “To many more successes!”. 

TÜRSAB DERGİ | EKİM 2011 

3

Şimdi Artısı Var 

Özel Müzeler, Tiyatrolar, Operalar, Etkinlikler ve 

daha neler neler...

GEZİ 

travel 

Abant’ta zamaN 

İlkbahar, sonbahar, hele de kış... Gündoğumu, günbatımı ya 

da mehtap... Yanyana dizili dağların ortasında, her mevsim 

bir başka renge bürünen, sessiz, duru bir göl. Her ışıkta 

farklı, ama hep güzel... Bolu ilinde yer alan Abant Gölü, 

iç turizmin yıllardır vazgeçilmez klasiğini oluşturuyor 

2 Tijen Burultay Rasim Konyar 

Time in Abant 

Spring, autumn, especially winter... Sunrise, sunset or moonlight... 

Surrounded with ranges of mountains, wrapped in different colours every 

season, a quiet, calm lake. Different in each light, but always beautiful... 

Abant Lake in Bolu province has been a classic for years in domestic tourism 

that just can’t be given up 

Abant Gölü’nde gün doğumu 

Sunrise over Abant Lake 

6 

TÜRSAB DERGİ | EKİM 2011

as beech, tamarisk, oak, ash tree, 

hornbeam, willow, juniper, scotch 

pine, larch and fir trees. 

An indispensible stage for 

landscape photographers, Abant 

is a poem of colourful harmony 

created by light tricks, especially 

in spring months. Warm tones of 

scotch pine dominates Abant in 

Autumn. Running from brown to 

yellow, from orange to red, these 

colours create different scenery 

every hour, every day. Light 

beams and pockets of fog quietly 

descending in the early hours of 

morning meet with the full moon 

on clear moonlit nights... The lake, 

frozen in winter months, surrenders 

itself to yellow and white lilies at 

the start of summer. In short, Abant 

is a passionate painting that has 

not aged, and isn’t tiring. 

Abant ‘ta bahar (üstte) ve kış aylarında buz tutan göl (sağda) 

Spring in Abant (above) and the lake, frozen in winter months (right) 

Camilla Paglia “Doğa 

her şeyin anası ve 

var edicisidir” der. 

Ona göre doğa, her 

şeyden önce var olandır, kendine 

has bir işleyişi ve yasaları vardır. 

İnsanoğlunun yarattığı kültür, 

doğayla olan bağını büyük 

ölçüde koparmış olsa da yorgun 

bir haftanın veya yılın ardından 

hayallerimizi hemen ‘şehrin 

gürültüsünden uzakta bir yerlere 

gitmek’ süsler. Bolu’nun 34 

kilometre güneybatısında bulunan 

Abant Gölü de bu yüzden tercih 

edilen ve Türkiye’nin en ünlü 

turistik merkezlerindendir... Yılın 

her mevsiminde büründüğü farklı 

renkleri, ışık oyunları ve çarpıcı 

güzelliğiyle tekrar tekrar keşfetme 

ayrıcalığını tattırır. 

Güzel ve zengin bir flora 

1988 yılında ‘Tabiat Parkı’ olarak 

koruma altına alınan Abant 

Gölü ve çevresi, endemik bitki 

türlerinin yanısıra zengin yaban 

hayatına sahip. İklim, arazi yapısı 

ve yükseklik farkı gibi faktörler 

nedeniyle çeşitlilik gösteren florası 

kayın, ılgın, meşe, dişbudak, 

gürgen, söğüt, ardıç, sarıçam, 

karaçam ve köknar gibi ağaç 

türleri ile süslüdür. 

Peyzaj fotoğrafçılarının 

vazgeçilmez sahnesi Abant, 

özellikle bahar aylarında ışık 

oyunlarının yarattığı rengarenk 

bir şiirdir. Sonbaharda ise sarıçam 

ağaçlarının sıcak tonları hakim 

olur Abant’a. Kahveden sarıya, 

turuncudan kızıla koşan renkler 

her gün, her saat farklı bir görüntü 

yaratır. Günün erken saatlerinde 

usul usul gezinen ışık hüzmeleri ile 

sis bulutları, mehtaplı gecelerde 

dolunayla buluşur... Kış aylarında 

buz tutan göl, yaz başında sarı 

ve beyaz nilüferlere teslim olur. 

Özetle Abant, yıllardır eskimeyen, 

bıktırmayan, tutkulu bir tablodur. 

Yapacak çok şey var! 

Kış ayları boyunca kar altında 

kalan ve buz tutan Abant Gölü 

üzerinde yürümek veya kızak 

kaymak güvenli değilse de yaz 

aylarında su bisikleti ve sandal 

gezileri eğlenceli saatler yaratır. 

7 kilometre boyunca gölü 

Camilla Paglia says that “Nature 

is the mother and creator of all”. 

According to her nature existed 

before everything else, it has a 

unique function and its own rules. 

While the culture created by 

humans had severed the links with 

nature to a large extent, ‘going 

away to a place without the noise 

of the city’ adorns our dreams 

after a tiring week or a year. 

That’s why Abant Lake situated 

34 kilometres southwest of Bolu 

is preferred and is one of the 

most popular touristic resorts of 

Turkey... With different colours it 

wraps itself in every season of the 

year, with light tricks and striking 

beauty it gives the privilege of 

discovery over and over again. 

A beautiful and rich flora 

Taken under protection in 1988 as 

a ‘Nature Park’, Abant Lake and 

its surrounds have a rich wild life 

along with endemic plant species. 

Its flora shows diversity due to 

factors caused by differences in 

climate, terrain and altitude and is 

adorned with species of trees such 

So much to do! 

While walking or sledging over 

frozen Abant Lake in winter months 

is not safe, water pedaloo and boat 

trips in summer months result in 

hours of fun. 7 kilometres long 

trekking path around the lake is 

ideal for walking, jogging, phaeton 

rides, horse riding and sledging. 

Örmeci Village that can be reached 

by following the dirt track road and 

its highlands offer a colourful route 

for those who want a different trek 

as well as for fans of paragliding. 

For those interested in the nature, 

setting off to discover the flowers 

of the area offers a great pastime. 

Accompanied with a guide book, 

you can play a game of run and 

chase with types of plants ‘we know 

yet haven’t seen’ we’ve seen yet we 

don’t know’, such as rhododendron, 

japonica, holly... 

You can taste fruits such as 

hazelnut, raspberry, rosehip, 

strawberry, medlar in season, you 

can pick herbs such as mint, nettle. 

Wildlife 

The forest surrounding the lake is 

host to animals such as rabbits, 

foxes, jackal, wolves, boars, roe, 

squirrel and weasels and creates 

an ideal habitation area for deer. 

That’s why the Deer Breeding 

Station in the area is an interesting 

8 

TÜRSAB DERGİ | EKİM 2011

çevreleyen yol; yürüyüş, koşu, 

fayton gezisi, at binme ve kızak 

için idealdir. Stabilize yolu takip 

ederek çıkılan Örmeci Köyü ve 

yaylası ise hem farklı bir gezi, hem 

de yamaç paraşütü tutkunları için 

renkli bir rota çizer. 

Doğayla ilgilenenler için bölgedeki 

çiçekleri keşfe çıkmak başlıbaşına 

bir oyun yaratır. Rehber bir 

kitap eşliğinde ormangülü, 

papazkülahı, çobanpüskülü gibi 

‘bilip de görmediğimiz, görüp 

de bilmediğimiz’ bitki türleri ile 

kovalamaca oynayabilirsiniz... 

Mevsiminde fındık, ahududu, 

kuşburnu, çilek, muşmula 

gibi yemiş ve meyvelerden 

tadıp; nane, ısırgan gibi otları 

toplayabilirsiniz. 

Yaban yaşam 

Göl çevresindeki ormanlar, tavşan, 

tilki, çakal, kurt, ayı, domuz, 

karaca, sincap ve gelincik gibi 

hayvanları ağırlıyor ve geyikler 

için de son derece uygun bir 

ortam yaratıyor. Bu nedenle 

de bölgedeki Geyik Üretme 

İstasyonu ilginç bir ziyaret 

noktası oluşturuyor. Yılın belirli 

dönemlerinde ücret karşılığında, 

olta balıkçılığına izin veriliyor ve 

alabalık ya da benekli mercan 

avlanabiliyor. Kuş gözlemi yapmak 

istiyorsanız, biyoçeşitlilik bu 

alanda da zengin. Tek yapmanız 

gereken bir dürbün ve kuş türleri 

hakkında bilgi içeren yardımcı 

bir kitap edinmek. Böylelikle 

yakınlarınızla keyifli bir aktivite 

gerçekleştirebilirsiniz. Kıpır kıpır 

karatavuklar, şarkılarını gece 

söyleyen utangaç bülbüller, 

hayat dolu ispinozlar, küçük 

sürüler halinde uçan saka, toygar, 

alakabak gibi ötücü kuşlar, 

ormanın bildik sakinlerinden. 

Sabırlı bir gözlemci, şahin, doğan, 

atmaca ya da baykuş görme 

şansına ulaşabilir. Yaban kazı, 

yaban ördeği, balıkçıl, sakarmeke, 

karabatak ve turna gibi su 

kuşlarını sazlık ve nilüferlerin 

arasında süzülürken izleme keyfi, 

zamanla ilişkinizi kovalamacadan 

çıkartıp, ‘kadranlarla 

ölçülemeyecek bir aralığın da 

olduğunu’ hatırlatacaktır.

Nilüfer çiçeği (üstte) ve Abant’ta mehtap (solda) 

Water lily (above) and moonlight over Abant (left) 

Yöresel lezzetler 

Göl çevresinde konaklanabilecek 

beş yıldızlı otellerin yanında butik 

oteller, pansiyonlar, kamping 

alanları ya da ahşap köy evleri 

misafirlere farklı seçenekler sunuyor. 

Gün boyu sıcacık ateşin karşısında 

sucuk ekmek-şarap partilerine 

katılabilir, dilerseniz mangalda 

ızgara keyfi yaşayabilirsiniz. Taze 

kaymak, tereyağ, bal, peynir 

ve yumurta ile başlayan yöresel 

lezzetler, köylülerin yaptığı tarhana 

ve orman meyvelerinden yapılmış 

reçeller ile zenginleşiyor. Denizden 

yüksekliği 1.325 metre olan ve 

yeraltı sularıyla beslenen bu tektonik 

gölde yetişen Abant Alabalığı ile 

Bolu’nun ünlü mutfağı ise damak 

tadınıza sesleniyor. 

Hala “Başka ne yapabilirim” 

diyorsanız, yaklaşık yarım saat 

uzaklıkta bulunan ve geleneksel 

Türk Mimarisi’nin muhteşem 

örneklerini barındıran Mudurnu ve 

Göynük’ü ziyaret edebilir, Gölcük 

Gölü’nde doğanın bir başka yüzünü 

keşfedebilirsiniz. 

place to visit. Rod fishing at 

certain times of the year is 

allowed for a fee and trout and 

red coral can be fished. 

If you want to do bird-spotting, 

the biodiversity is rich in this area 

too. All you have to do is to obtain 

a pair of binoculars and a guide 

book containing the species of 

birds. That way, you can have a 

fun time with your folks. Fidgety 

blackbirds, nightingales who 

sing their songs at night, finches 

that are full of life, singing birds 

such as goldfinch, lark, magpie 

that fly in small flocks are known 

habitants of the forest. A patient 

observer may have the chance to 

see a hawk, a falcon or an owl. 

The pleasure of watching wild 

goose, wild duck, kingfisher, coot, 

cormorant and pike among the 

reeds and lotus, will take your 

relationship with time away from 

the run and chase game and will 

remind you that ‘there is such a 

gap that cannot be measured by 

the quadrant of a watch’. 

Local delights 

Five star hotels, boutique hotels, 

pensions, camping sites or wooden 

village houses around the lake offer 

different choices for visitors. 

You can attend sucuk (sausage) 

bread-wine parties beside a warm 

fire throughout the day, or if you 

wish you can enjoy a grill. Local 

delights which start with fresh 

cream, butter, honey, cheese and 

egg are further flourished with 

tarhana (cereal made with wheat 

and yoghurt) made by the villagers 

and jam made from the fruits of the 

forest. Famous Bolu cuisine which 

includes Abant Trout, which grows 

in this tectonic lake, 1325 metres 

above the sea level and is fed with 

underground water, appeals to your 

palate. 

If you are still asking “What else can 

I do” then you can visit Mudurnu 

and Göynük housing magnificent 

examples of Turkish Architecture, 

only half an hour away, you can 

discover another facet of nature in 

Gölcük Lake.

Yeni Hilton Garden Inn 

İstanbul Golden Horn’u keşfedin! 

Hilton Garden Inn, Türkiye’de açtı¤ı ve gelecekte açaca¤ı birçok oteliyle, seyahatlerinizin 

tüm dünyada oldu¤u gibi baflarılı ve keyifli geçmesi için hizmetinizde. 

• ÜCRETS‹Z ‹NTERNET ER‹fi‹M‹ 

• ÜCRETS‹Z 7/24 buSiNESS CENTER 

• ÜCRETS‹Z FiTNESS CENTER 

• RESTauRaNT & baR 

• ‹STE⁄‹N‹ZE GÖRE KaHVaLTi 

• GaRDEN SLEEP SYSTEM TM aYaRLaNaN YaTaK 

OTELLER: 

Konya • Kütahya • fianlıurfa • İstanbul Golden Horn • Çok yakında Mardin’de 

Hilton Garden Inn İstanbul Golden Horn 

Sütlüce Mah. ‹mrahor Cad. Dutluk Sok. 

Beyo¤lu 34445 ‹stanbul 

Tel: 0 212 314 50 00 Faks: 0 212 314 50 50 

hilton.com.tr 

©2011 Hilton Worldwide

Her mevsim renkli aktiviteler sunan Abant’ta mangal keyfi, 

at binme ve fayton gezileri başta gelir 

Activities such as barbecue pleasure, horse riding and 

phaeton rides lead the way in Abant offering colourful 

activities in all seasons

İstanbul Haritaları 1422-1922 - A. Y. Kubilay, Denizler Kitabevi, Mart 2010 

1696 tarihli İstanbul haritası 

Map of İstanbul dated 1696 

14 TÜRSAB DERGİ | EKİM 2011

TARİH 

history 

Evliya Çelebi 400 

yaşında 

Bir gezgin, bir ulak, bir savaşçı, bir evliya... 50 yıl süren bir 

seyahatin 10 cilde sığan notları... Ve anlattıklarının 400 

yıldır eksilmeyen etkisi... Bu yıl, Evliya Çelebi’yi anma ve 

‘hatırlama’ yılı 

2 Sevinç Akyazılı 

Evlİya Çelebİ is 400 years old 

A traveller, a messenger, a warrior, a saint... Notes from a 50 years long 

journey that fits into 10 volumes... and the undiminished effect of his stories 

over 400 years... This year is the year to commemorate and ‘remember’ 

Evliya Çelebi 

TÜRSAB DERGİ | EKİM 2011 15

Evliya Çelebi, 

sadece Osmanlı’nın 

değil, dünyanın 

yetiştirdiği en büyük 

gezginlerden. Geride bıraktığı 

‘Seyahatname’siyle, ardından 

gelen tarihçilere, dilbilimcilere, 

sosyologlara, sanat tarihçilerine 

ışık tuttu; adı doğduğu 

büyüdüğü toprakları aşıp 

dünyaya mal oldu. 

Bu yıl Evliya Çelebi ismi ayrı bir 

özenle anılıyor. Doğumunun 

400’üncü yılında adına 

yaraşır kutlamalar düzenlendi, 

düzenleniyor. 

Örnek vermek gerekirse, Avrupa 

Konseyi’nin Strasburg’daki 

merkezinde açılan bir sergide, 

Evliya Çelebi, ‘tarihe damgasını 

vuran 20 kişi’ arasında gösterildi. 

UNESCO, 2011 yılını, ‘Evliya 

Çelebi yılı’ ilan etti. Dünyanın 

en büyük arama motoru olan 

Google Evliya Çelebi’nin 

400’üncü yaşını, ana sayfasına 

koyduğu özel bir logo ile kutladı. 

Türkiye’de yapılan etkinlikleri 

saymaya bile gerek yok. Pek çok 

resmi ve özel yayınevi Evliya 

Çelebi ve hayatını anlatan eserler 

bastı. Hakkında sempozyumlar 

düzenlendi, gezdiği gördüğü 

yerleri anlatan sergiler açıldı. 

Hatta O’nun yol göstericiliğinde 

hazırlanan haritalar izleyiciyle 

buluştu. Biz de bu sayımızda, 

O’nun 400 yıl önce attığı 

adımların izini sürerek bu büyük 

gezgini anmak istedik. 

Eğitimi Enderun’dan 

Evliya Çelebi, İstanbul’un 

Unkapanı semtinde ayrıcalıklı 

bir ailenin çocuğu olarak 25 

Mart 1611’de dünyaya geldi. 

Ailenin ayrıcalığı, babasının 

görevinden ileri geliyordu. Aslen 

Kütahyalı olan ve İstanbul’a 

yerleşen babası Derviş Mehmed 

Zilli, sarayda kuyumcubaşı 

olarak görev yapmaktaydı. 

Evliya Çelebi de bu nedenle iyi 

bir eğitim aldı. Önce mahalle 

mektebine, ardından medreseye 

gitti, eğitimini Enderun’da, yani 

Saray’da devam ettirdi. Hat, 

tezhip ve nakış öğrendi, musiki 

ve yabancı dil dersleri aldı. 

Herşey dil sürçmesiyle başladı 

Yetenekleri genç yaşta keşfedilen 

Evliya Çelebi, Sultan IV. Murat’ın 

hizmetine girdi. Ancak rivayet 

o ki, bir rüya ile hayatı / kaderi 

değişti. 

Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nin 

girişinde anlattığına göre, bir 

gece rüyasında Hz. Muhammed’i 

gördü. İslam Peygamberi, 

Eminönü’ndeki Ahi Evran 

Camii’nde etrafında 12 imam, 

dervişler ve Kerbela şehitleriyle 

birlikte oturuyor, dua ediyordu. 

Peygamberi rüyada da olsa 

görme lütfuna erişen ve heyecana 

kapılan Evliya Çelebi, ‘Şefaat 

ya Resulullah’ diyeceği yerde 

kazayla dili sürçtü ve ‘Seyahat ya 

Resulullah’ dedi. Bunun üzerine 

de hayatının sonuna kadar 

sürecek yolculuklarına başladı. 

Evliya Çelebi, önce yaşadığı şehri 

dolaşmaya başladı. 1635 yılından 

itibaren İstanbul’u ilçe ilçe, 

Evliya Çelebi is 

one of the greatest 

travellers, not just of 

the Ottoman but of the 

whole world. He shed 

light to historians, 

linguists, sociologists, 

art historians who 

followed him with his 

‘the Seyahatname’ 

(the travelogue) he 

left behind; His name 

outgrew the land he 

was born and bread 

in and belonged to the 

whole world. 

This year, Evliya 

Çelebi is remembered with a special 

reason. On the 400 th anniversary of 

his birth, celebrations befitting his 

name have been organised and are 

continued to be organised. 

If we have to give an example, 

in an exhibition opened in the 

headquarters of the European Union 

Evliya Çelebi tasviri (yanda), 

Sultan IV. Murat (altta) 

A depiction of Evliya Çelebi (side), 

Sultan Murat IV (below) 

in Strasbourg, Evliya Çelebi was 

listed among ’20 people who made a 

mark on history’. UNESCO declared 

year 2011 ‘the year of Evliya 

Çelebi’. Google, the world’s biggest 

search engine, celebrated Evliya 

çelebi’s 400 th birthday with a special 

logo on its main page. 


Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından 

Evliya Çelebi anısına yapılan İstanbul 

Haritası 

Map of İstanbul, created by the 

Ministry of Culture and Tourism in 

commemoration of Evliya Çelebi 

semt semt dolaştı. Gördüklerini, 

duyduklarını, özellikle de 

gizemli olayları kendine özgü 

duru ama etkileyici üslupla 

kaleme aldı. İstanbul’un semt 

isimlerinin nereden geldiğinden, 

Bizans’ın gizemli yapılarına, 

kentin koruyucusu olan tılsımlara 

kadar pek çok ayrıntıyı kaleme 

aldı. Seyahatname’nin birinci 

cildi böyle ortaya çıktı. Fakat 

Evliya Çelebi’nin seyahatleri de, 

Seyahatnamesi de İstanbul’la 

sınırlı kalmayacaktı. Atına atladı 

ve İstanbul’un sınırlarını aşıp, 

farklı kıtalara ulaşacak büyük 

yolculuğuna başladı. 

Ulak oldu, savaşlara katıldı 

1640’da Bursa, İzmit ve 

Trabzon’u gezdi. 1645 yılında 

Kırım Hanı Giray’ın yanına 

gitti. Yakınlık kurduğu devlet 

büyükleriyle birlikte yolculuklar 

yaptı, ulak oldu mektuplar taşıdı. 

Kılıç kuşandı, savaşlara katıldı, 

sayısız defa ölüm tehlikesi atlattı. 

Ama bu tehlikeli yolculuklar onu 

durduramadı. Aksine tutkusunu 

büyüttü. 1645’te Yanya, 1646’da 

da Anadolu’nun doğusu, 

günümüzdeki Gürcistan ve 

Azerbaycan topraklarını kaleme 

There is no need to list the events 

in Turkey. Many official and private 

publishers released products 

about Evliya Çelebi and his life. 

Symposiums were organised about 

him, exhibitions displaying the 

places he visited and saw were 

opened. So much so that maps 

prepared following his guidance 

were made public. In this issue, 

we wanted to celebrate this great 

voyager by following his foot steps 

from 400 years ago. 

His education is from the 

Enderun 

Evliya Çelebi was born in 25 th 

March 1611 in Unkapanı district in 

İstanbul to a privileged family. The 

privilege of the family emanated 

from his father’s position. His 

father, Derviş Mehmed Zili was 

originally from Kütahya and had 

settled in İstanbul as the head 

jeweller of the palace. Evliya 

Çelebi received a good education 

as a result. First he attended the 

neighbourhood school, then he went 

to madrasah, then he continued his 

education in the Enderun, i.e. at the 

Palace. He learned scripture, gilding 

and embroidery, took music and 

foreign language lessons. 

Everything began with a slip 

of the tongue 

Evliya Çelebi whose skills were 

discovered at an early age 

entered the service of Sultan 

Murat IV. But the legend has it 

that his life / fate was altered 

with a dream. 

According to the prologue in his 

travel book, Every Çelebi dreamt 

about Mohammed the Prophet 

one night. 

The Prophet of Islam was sitting 

and praying in Ahi Evran Mosque 

in Eminönü, surrounded by 12 

imams, dervishes and Karbala 

martyrs. 

Achieving the honour of seeing 

the prophet even in his dreams 

and getting excited, Evliya Çelebi 

uttered the words ‘Seyahat 

ya Resulallah’ (begging travel 

from the messenger of the God) 

instead of ‘Şefaat ya Resullallah’ 

(begging forgiveness from the 

messenger of the God). As a 

result he began his journeys that 

would last him until the end of 

his life time. 

First, Evliya Çelebi started to 

wander around the city he lived 

in. From 1635 onwards he went 

around İstanbul town by town, 

district by district. He penned all he 

observed and heard, especially the 

mysterious events, in his own plain 

yet impressive style. 

He wrote about every detail, from 

where the names of the districts of 

İstanbul hail from to mysterious 

Byzantine buildings and to charms 

protecting the city. 

That’s how the first volume of the 

Seyahatname was published. But 

neither the journey of Evliya Çelebi 

nor his Seyahatname would be 

limited to İstanbul. 

He got on his horse and began his 

great journey beyond the borders 

of İstanbul which would take him 

across different continents. 

He became a messenger, 

took part in wars 

He travelled to Bursa, İzmit and 

Trabzon in 1640. He visited 

Crimean Khan Giray in 1645. 

He travelled with statesmen he 

became acquainted with, became a 

messenger and carried letters. He 

donned a sword, took part in battles, 

faced death in numerous occasions. 

But these dangerous journeys gave 

him the opportunity to discover 

more places. 

He wrote about Yanya in 1645, East 

of Anatolia, the land that is today’s 

Georgia and Azarbaijan in 1646. He 

returned to İstanbul in 1648. But his 

return wasn’t for long. 

This time he first went to Damascus. 

He then turned the route of his 

journey to the west in 1651. He 

travelled to see Sophia, Austria, 

Albania, Thessaly, Heraklion, 

Gümülcine and Thessalonica. 

He wrote about the climate, the 

geography, the lifestyle of people, 


aldı. 1648’de ise İstanbul’a döndü. 

Ama bu dönüş de uzun sürmedi. 

Bu kez önce Şam’a gitti. Ardından 

yolculuğunun rotasını 1651’de 

batıya çevirdi. Sofya, Avusturya, 

Arnavutluk, Teselya, Kandiye, 

Gümülcine ve Selanik’i gezdi, 

gördü. O toprakların iklimini, 

coğrafyasını, insanının 

yaşayışını, 

yemeklerini, 

sırlarını ve 

efsanelerini 

kaleme aldı. 

Evliya 

Çelebi’nin 

20 yaşında 

başladığı, 

Anadolu’dan 

Arabistan’a, 

Mısır’dan, Avusturya’ya kadar 

uzanan, neredeyse dünyanın 

yarısını kapsayan seyahatleri, 50 

yıl sürdü. Defalarca ölüm tehlikesi 

atlatan Evliya Çelebi’nin son 

gezisi Mısır’a oldu. 1682 Yılında 

hayata veda etti. Ölümünün 

nerede gerçekleştiğine dair 

kesin bilgiler bulunmuyor. Kimi 

kaynaklara göre, İstanbul yolunda, 

kimi kaynaklara göre İstanbul’a 

vardıktan sonra gözlerini yumdu. 

Geride 10 ciltlik muhteşem bir eser 

bırakarak... 

Kendi dilini yarattı! 

Evliya Çelebi’nin, döneminin 

seyyahlarından ayrılmasını, 

yazdığı satırların günümüze 

kadar ulaşmasını, ününün 

dünyaya yayılmasını 

sağlayan, gözlem ve yazım 

yeteneğiydi. 

Çelebi’nin 

yaşadığı 

dönemde, 

pek çok 

başka 

seyyah da imkanları 

elverdiğince 

geziyor, görüyor 

seyahatnameler 

yazıyordu. Ancak 

Evliya Çelebi’nin 

yazdıkları o kadar 

güçlü ve etkileyiciydi ki, gezi, 

seyahat yazıları anlamına gelen 

seyahatname kavramı Evliya 

Çelebi adıyla özdeşleşti. 

Çünkü, O sadece, gezdiği yerleri 

bir ya da birkaç özelliği ile ele 

almamış, insana dair her şeyi, 

sade, anlaşılır ve nüktedan bir 

üslupla anlatmıştı. Anlatırken 

de, bir dönemin tarihini 

kayda geçirmişti. Belki de bu 

yüzden 400 yıl geçtiği halde 

Seyahatname hala çok ilginç, çok 

öğretici ve ilham verici... 

Evliya Çelebi üzerine araştırmalar yapan Kültür ve Turizm 

Bakanlığı uzmanları Seyahatname’de anlatılan mekanları 

ayrıntılarıyla ve o günün koşullarına uygun şekilde haritalandırdı 

Experts from Ministry of Culture and Tourism who stuied Evliya 

Çelebi have prepared a detailed map of places mentioned in the 

Seyahatname, appropriate to the conditions of the time. 

the food, the secrets and 

legends of those lands. 

Evliya Çelebi’s travels 

from Anatolia to Arabia, 

from Egypt to Austria 

covering almost half the 

world took 50 years after 

starting at the age of 20. 

The last journey of Evliya 

Çelebi, who several times 

faced danger of death, 

was to Egypt. There is no 

certain record regarding 

where he died. According 

to some sources he died 

on route to İstanbul and 

according to other records 

he died after arriving 

in İstanbul. Leaving a 

magnificent 10 volume of 

memoirs behind him... 

He created his own language! 

What separated Evliya Çelebi from 

his peers at the time, allowing his 

text to reach today, spreading 

his fame throughout the world, 

was his writing and observation 

skills. Many other travellers were 

travelling as much as their sources 

would allow, observing and writing 

their travel books at the same time 

as Çelebi. But what Evliya Çelebi 

wrote was so powerful and effective 

that the concept of a seyahatname 

which meant a travel book became 

synonymous with Evliya Çelebi. 

Because he hadn’t just dealt with 

a few things in places he had 

visited but wrote about everything 

about people in a plain, fluent and 

humorous style. 

And while doing so, he recorded the 

history of a period. Perhaps that’s 

why the Seyahatname is still very 

interesting, very illuminating and 

inspiring despite 400 years that has 

passed... 


Atlarını onun izinden 

sürüyorlar 

Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi, geçen asırlara rağmen ilham vermeye 

devam etti. Osmanlı tarihçisi Dr. Carolin Finkel ve beraberindeki 8 kişilik 

ekip de eserin etkisi altında kalanlardan. Üstelik o kadar etkilenmişler 

ki, atlarına atlayıp Evliya Çelebi’nin hac yolculuğunu yüzyıllar sonra 

tekrarlamaya karar vermişler. 

Tabii ki, koşullar aynı değil. Finkel ve ekibi, ünlü gezginin Üsküdar’dan 

başladığı yolculuğa, Yalova’nın Hersek Köyü’nden başlamak zorunda 

kalmış. Niyetleri, Mekke’ye ulaşabilmek. Üstelik bu Finkel’in ilk 

denemesi de değil. Carolin Finkel ve arkadaşı Kate Clowe daha önce 

üç kez tekrarladılar aynı yolculuğu. Bu yolculuklar sonunda da, ’Evliya 

Çelebi Yolunda’ isimli İngilizce bir kitap yazdılar. 

They ride their horses on his trail 

The Seyahatname by Evliya Çelebi continued to provide inspirations despite 

passing of centuries. Ottoman historian Dr. Carolin Finkel and her 8-strong 

team that accompanies her are some of those who are influenced by the 

book. In fact, they were affected so much that they decided to get on their 

horses and repeat the hajj journey by Evliya Çelebi centuries later. 

Of course, the conditions are not the same. Finkel and her team had to start 

the journey in Hersek Village in Yalova rather than in Üsküdar where the 

traveller had originally set off from. Besides, this is not Finkel’s first attempt. 

Carolin Finkel and her friend Kate Clowe attempted the same journey three 

times previously. They published a book called ‘On Evliya Çelebi’s Route’, 

written in English, at the end of these journeys. 

Dr. Carolin Finkel 

Dr. Carolin Finkel 


RÖPORTAJ 

reportage 

Fatih Türkmenoğlu: 

Hayatım yollarda 

geçiyor 

Evliya Çelebi 400 yaşında. Arkasında dünyaca ünlü seyahatnamesini bıraktı. 

Birde onun izinden giden her çağın seyyahlarını, Fatih Türkmenoğlu onlardan biri 

TÜRSAB Dergiye konuştu kendi seyahatnamesini anlattı 

2 Aylin Şen Rasim Konyar 

Fatih Türkmenoğlu: My life is spent on the road 

Evliya çelebi is 400 years old. He left behind his famous travelogue. 

Also, being one of the travellers of every age who followed his 

footsteps, Fatih Türkmenoğlu, spoke to TÜRSAB Magazine to talk 

about his own travelogue

O 

profesyonel seyyah. 

Gezmeyi çok seviyor. 

Ama gezerken ‘işini’ 

yapıyor. CNN TÜRK’te 

yayınlanan ‘Hayat Gezince Güzel’ 

programının sunucusu ve gezi 

yazarı Fatih Türkmenoğlu ile gezip 

gördüklerini, sevip şaşırdıklarını 

konuştuk. 

TÜRSAB: Meslek gereği 

gezmek, sanırım ‘turistik’ 

gezilerden çok farklıdır. 

Herkes size özeniyor, ama 

işin zorluklarını da siz 

yaşıyorsunuz... 

Fatih Türkmenoğlu: Kesinlikle 

doğru söylüyorsunuz. ‘İş icabı 

gezmek’, her şeyden önce çoğu 

zaman ‘gezme’ hissi yaratmıyor. 

Yapılması gereken bir iş var 

önümde; başarıyla kapatılması 

gereken bir dosya... Benim 

için her yer, ayrı bir ‘case’. 

Neşesiyle, hüznüyle, tarihiyle, 

ilginç insanlarıyla, yapılacak 

aktiviteleriyle, orayı ve oradaki 

Muğla 

Muğla 

insanı yansıtmam lazım. Turistik 

bir gezideki gezgin, “Bugün sadece 

uzanmak, uyumak, biraz da kitap 

okumak istiyorum.” diyebilir. Ya 

da sadece yüzebilir, ilgi alanları 

doğrultusunda hareket edebilir. 

Hatta yazı için gittiğim zamanlarda, 

ben de biraz olsun kendi istediğim 

gibi yaşayabiliyordum. Ama 

televizyon için gezdiğimiz zaman, 

böyle bir şans yok. Ekip her an 

hazır, her an yüksek moralli olmak 

zorunda. Her an hareket halinde, 

çekim halinde olmazsak, program 

çıkmıyor ne yazık ki. Bir program 

yapıyorum ve bizim işte insanın 

kötü olma hakkı yok. Yine de, 

sonuçta iyi ki geziyorum, iyi ki açık 

havadayım; çoğunlukla halime 

şükrediyorum. ‘Eyvah, bıktı, 

sıkıldı’ gibi bir yanlış anlaşılma 

durumu yaratmak istemem. Bunun 

alternatifi ne Stüdyoda program 

yapmak mı Onu da yaparım, ama 

şimdilik gezmeyi, insanlar arasında, 

sokaklarda, denizlerde, dağ 

başlarında olmayı tercih ederim... 

Fatih Türkmenoğlu 

Fatih Türkmenoğlu 

He is a professional traveller. He loves 

travelling very much. But he is doing 

his “job” while he is travelling. We 

discussed his travels, observations, 

things he liked and amazed him with 

the presenter of ‘Hayat Gezince Güzel’ 

(Life’s pretty when travelling) and 

travel writer Fatih Türkmenoğlu. 

TÜRSAB: I would have thought 

that travelling as part of 

your work is very different 

from travelling as a ‘tourist’. 

Everybody envies you but you 

are the one who experiences the 

difficulties thrown up by the job... 

Fatih Türkmenoğlu: You are 

absolutely right. Often, ‘travelling for 

business does not give you the feeling 

of ‘touring’. There is something before 

me that I have to do; A chapter that 

needs to be closed off successfully... 

For me, each place is a different ‘case’. 

I need to reflect that place and its 

people with their joy, sadness, history, 

interesting characters, activities to do. 

A person on a touristic trip may well 

say “Today, I just want to lay, sleep, 

and read a little”. 

Or he may just have a swim, pursue 

his interest. In fact, at times I could 

live a little bit of how I like when I 

travel to write an article. But when 

you travel for television you have no 

such luck. The team always needs to 

be ready, and spirits must always be 

high. If we are not always on the move, 

always shooting than unfortunately 

there is no program being produced. 

I am producing a program and in our 

line, we have no right to be bad. Yet 

it is good that I am travelling, it ia 

good that I am in open air; I am often 

grateful for what I do. I do not want to 

give the wrong impression of ‘Oh no, 

He is fed up, he is bored’. What is the 

alternative to that To make a program 

in the studio I would do that too, but 

for now I prefer to travel, prefer to be 

among people, on streets, at sea, on 

mountain peaks... 

TÜRSAB: Are you going through 

some sort of a ‘professional 

deformation’ 

Fatih Türkmenoğlu: I am not so 

sure; perhaps, a little... Our production 

team, especially our producer Anıl 

Gökalp always teases me. “Fatih, 

you forget the road we passed jut 

a couple of hours ago”, he says. I 

then exaggerate the situation and 

say “Hey Anıl, I’ve just heard of a 

place, ‘I think its called Ayvalık’, it’s 

a rather different place, let’s go and 

film there”... I have a bit of that in me. 

I can film a place we’ve seen dozens 

of times yet again and in a completely 

different way. I very much respect 

my job, I can completely focus on the 

situation, on that moment, on that 

place. I think of nothing else but the 

job, I don’t even answer my phone on 

the days we shoot... I wouldn’t call it 

a deformation but there are situations 

when we say ‘we need to shoot an 


TÜRSAB: Bir nevi ‘profesyonel 

deformasyon’ yaşıyor musunuz 

peki 

Fatih Türkmenoğlu: Pek emin 

değilim; belki, çok az... Şimdi 

bizim programın ekibi, özellikle de 

prodüktörümüz Anıl Gökalp benle 

hep dalga geçer. “Fatih Abi, iki saat 

önce geçtiğimiz yolu unutuyorsun” 

der. Ben de olayı abartırım, “Aa 

Anıl, yeni bir yer duydum, adı 

Ayvalık’mış herhalde. Çok değişik 

bir yermiş, gidelim çekelim” 

derim... Bende böyle bir durum, 

bir miktar var. On kez çektiğimiz 

yeri, yeniden ve bambaşka bir 

şekilde tekrar çekebiliyorum. İşime 

çok saygı duyuyorum, kendimi 

tamamen olaya, o ana, o yere 

kilitliyorum. İşten başka hiçbir 

şey düşünmem, çekim günlerinde 

telefonla bile konuşmam... Belki 

deformasyon demem, ama ‘bu 

programda aktivite çekmek lazım’ 

veya ‘sıkı bir portre yok, bulalım’ 

gibi şeyler oluyor. Yani o akışkan, 

kendiliğinden geliştiği zannedilen 

programın içinde, inceden bir 

iç sesimin kurgusu var. Bu da 

belki artık iyice profesyonel olma 

durumu; yoksa dediğiniz gibi 

deformasyon mu Umarım böyle 

algılanmaz! 

TÜRSAB: Türkiye içinde 

görmediğiniz yer kaldı mı 

Fatih Türkmenoğlu: Hala var. 

Yozgat’ı, Bitlis’i, Iğdır’ı göremedim 

hala. Hep, “Bir neden olsa da 

gitsek.” diye düşünüyorum. Yıllardır 

sıra da fırsat da gelmedi maalesef. 

TÜRSAB: Ülkemizde en çok 

sevdiğiniz yerler nereler 

Fatih Türkmenoğlu: Herhalde 

bir gezi programcısının en çok 

zorlandığı sorulardan biri bu. O 

kadar uzun zamandır, ve o denli 

yoğun bir şekilde yapıyorum ki bu 

işi... Düşünün, son yedi senedir 

sürekli; yazları üç ay boyunca da 

günlük. Sanıyorum günlük gezi 

programı formatı, bizim yaptığımız 

şekliyle, dünyanın hiçbir yerinde 

yok. Yaz sezonunda 40-55 arası 

yeni bölüm çekiyoruz. Bir günde bir 

bölüm bitiyor; her gece metin yazıp, 

otel odasında kurduğumuz amatör 

stüdyoda ses okuyoruz. Ertesi 

sabah erkenden kurye şirketine 

metni ve kasetleri teslim edip, bir 

sonraki noktaya gidiyoruz... Bu 

kadar yoğun çalışma, beni çekim 

yaptığımız bölgelere yapıştırdı 

neredeyse. Birçok yerde çalacak 

kapım, arayacak insanım var. Artık 

pek çok kasabada, kendimi ‘oralı’ 

activity on this program’ or ‘we need 

to find a solid portrait’. In short, 

there is a fiction of my inner voice on 

that program which everybody thinks 

that it develops naturally. Maybe 

that is the result of being a seasoned 

professional; Or is it a deformation 

as you refer to I hope it is not 

perceived as such! 

TÜRSAB: Is there a place in 

Turkey that you haven’t seen 

yet 

Fatih Türkmenoğlu: Yes, still. I 

still haven’t seen Yozgat, Bitlis, Iğdır. 

I always think “we should make up 

a reason to go there”. Unfortunately, 

neither the opportunity nor their turn 

has materialised for years. 

TÜRSAB: Where in our country 

do you like the most 

Fatih Türkmenoğlu: Perhaps this 

is one of the most difficult questions 

for the presenter of a travel program. 

I have been doing this job for 

such a long time and with such a 

hectic schedule... Think about it; 

Continuously for the last seven years; 

everyday during the 3 months long 

summer period. I don’t think that the 

daily travel program format we do 

exists anywhere else in the world. We 

film between 40 and 55 new episodes 

during the summer season. We film 

an episode a day; We write the script 

every night, do the voice over in the 

amateur studio in the hotel room. We 

hand over the script and the tapes to 

the courier early next morning and 

head for the next destination... Such 

intense work had almost glued me 

to the regions we’ve been filming in. 

I have many doors to knock, people 

to call in a lot of places. I now feel 

a ‘local’ in many towns. I become 

a ‘local’ in the Aegean region, for 

example. Seferihisar, Urla, Ayvalık, 

Bozcaada, Gündoğan, Gümüşlük, 

Selimiye, Bozburun, Datça... As I 

mention these places, I can feel the 

smell of each place, remember the 

friendships in those places one by 

one... Now, as I say the Aegean, do 

not think that I am less unhappy in 

Eastern Black Sea region. We were 

around Ayder Highlands recently 

and at the end of the third day we 

were being invited to the homes of 

the locals, we were almost setting up 

games of backgammon. There have 

been people in the streets that we 

exchange greetings with... Another 

thing is that I tried to deal with my 

personal issues on the road as I am 

always on the go. 

Ayvalık 

Ayvalık 


hissederim. Tüm Ege’de ‘oralı’ 

olurum mesela. Seferihisar, Urla, 

Ayvalık, Bozcaada, Gündoğan, 

Gümüşlük, Selimiye, Bozburun, 

Datça... Her birini söylerken, 

şimdi bile, her birinin ayrı ayrı 

kokusu, oradaki dostluklarım 

aklımdan geçiyor... Şimdi Ege 

diyorum diye, zannetmeyin 

ki Doğu Karadeniz’de daha az 

mutluyum. Geçenlerde Ayder 

Yaylası ve civarındaydık, üçüncü 

gün sonunda evlere yemeğe 

çağrılmaya, kahvede tavlaya 

oturmaya başladık neredeyse. 

Sokakta selamlaştığımız insanlar 

oluştu... Bir de ben hep yolda 

olduğum için, her işimi de yolda 

halletmeye alıştım. 

TÜRSAB: Peki dünyada sizi en 

çok etkileyen yerler 

Fatih Türkmenoğlu: Avrupa’yı 

seviyorum, ama sadece gezmek 

için. O kasıntı, saatlerle sınırlı, 

kurallarla örtülü yaşamları çok 

sıkıcı buluyorum. İtalya’nın bazı 

şehirlerinde kendimden geçerim 

mesela. Yine, evvelki seneydi, 

ayakkabım patladı yürürken. 

Sora sora bir tamirci buldum 

Floransa’da. Dükkanın kapısında 

bir tabela: Pazar ve pazartesileri 

kapalı; onun dışındaki günler 

10:00-13:00 ve 16:00-18:00 

saatleri arasında açık. Çarşamba 

ve cumartesileri öğleden 

sonraları tamamen kapalı. O gün 

de Çarşamba öğleden sonra... 

Şimdi bu bakış açısı beni delirtir! 

Yunanistan’da da aynı durum 

var. Adamlar çalışmamak, 

sadece iyi yemek yiyip, aşk 

yaşayıp, şarkılar söylemek için 

dünyaya gelmişler sanki... Bu 

yüzden, ABD’yi çok severim 

ve orada çok rahat ederim. 

Herkes çalışkan, dükkanlar 

uzun saatler boyunca açık, 

fiyatlar çok makul; üstelik en iyi 

İtalyan, Yunan, Türk lokantaları 

da Amerika’da. Birçok şeyi 

bulabildiğim, aynı anda 

sayısız uyaranla gelişebildiğim 

yerleri seviyorum. Chicago, bu 

bağlamda, vazgeçemediğim 

bir şehir. Mimarisi, alışverişi, 

lokantaları, müziği, caddeleri, 

göl kıyısı; orası benim şehrim. 

TÜRSAB: Kimbilir gezerken ne 

çok anı biriktiriyorsunuzdur... 

Fatih Türkmenoğlu: Bazen oturup 

düşününce, yaşadıklarıma ben 

de inanamıyorum... Ekvator’dan 

çıktık, bir gün sonra askeri darbe 

oldu, havaalanı kapatıldı. Okyanus 

üzerinde giderken, yolculardan 

biri tuvalete çocuk bezi atmış; tüm 

tuvaletler iptal oldu ve Karayipler’de 

üç gün mahsur kaldık... Bali’ye 

gittik; tsunami ve depremlerle 

burnumuzdan geldi. Hindistan’dan 

dönerken, sistemde benim vize 

numaramı bulamadılar, iki saat 

soğuk ter döktürdüler bana... 

Londra’da otel rezervasyonumda 

bir sorun olmuş, Wimbeldon 

zamanı, Heathrow’a geri dönüp 

gece havalimanında uyudum. 

Foça’da iş arasında “yüzeceğim” 

diye tutturdum; deniz kestanelerine 

basmışım, hem de iki ayağımla! İki 

hafta yürüyemedim... Darıca’da, 

hayvanat bahçesinde midillileri 

seviyordum; bir tanesi dönüp hart 

diye elimi ısırdı. Gözümden yaşlar 

geldi, elimi Allah’tan bıraktı, ama 

bir ay davul gibi bir elle dolaştım! 

Yaşadıklarım ve bana yazılanlarla 

gezilerim çok renkli oluyor, çok anı 

birikiyor. Yurt dışından programı 

izleyip mesaj yazanlar beni çok 

mutlu ediyor. Bana mesaj yazmak 

TÜRSAB: So, how about places in 

the world that impressed you the 

most 

Fatih Türkmenoğlu: I like Europe, 

but only for travelling. I find that 

swaggering, bounded with hours, 

covered with rule lifestyle very boring. 

I am beside myself in some of those 

Italian cities, for instance. Again, last 

year I had a problem with my shoe. I 

found a shoe repairer in Florence after 

asking around. A sign on the door: 

Closed on Sundays and Mondays; 

Open between 10:00-13:00 and 

16:00-18:00 on other days. Closed on 

Wednesday and Saturday afternoons. 

And that was on a Wednesday 

afternoon... 

Now, this viewpoint makes me crazy! 

The same situation is in Greece too. 

It is almost as if they are brought 

to this earth to eat good food, fall in 

love, sing songs and not to work... For 

that reason, I like USA and I am very 

comfortable there. Everyone works 

hard, shops are open longer hours, 

and prices are reasonable; What’s 

more, the best Greek, Italian, Turkish 

restaurants are in America. I like 

places where I can find many things 

while at the same time develop myself 

with numerous stimulants. Chicago, 

in that respect, is a place I can never 

give up. Its architecture, shopping, 

restaurants, music, streets, lake shore; 

it is my city. 

TÜRSAB: Who knows how much 

memories you gather... 

Fatih Türkmenoğlu: I can’t believe it 

myself when I sit down and think about 

things I lived through... We flew out of 

Ecuador and a day later there was a 

military coup and the airport was shut. 

A passenger threw a nappy down the 

toilet while flying over the ocean and 

all toilets were out of order; as a result 

we were stranded in the Caribbean 

for three days... We went to Bali; We 

had a terrible time with tsunamis and 

earthquakes. They couldn’t find my 

visa number in the system on the way 

out of India, they made me sweat cold 

for two hours... There was a problem 

with a hotel reservation in London 

during Wimbledon so I had to return 

to Heathrow and sleep at the airport. I 

insisted on swimming between filming 

in Foça; I stepped on sea urchins 

with both feet! I couldn’t walk for two 

weeks... I was stroking ponies at the 

zoo in Darıca; One of them turned 

around and bit my hand. I had tears 

in my eye, my hand was saved by the 

God, but I walked around with a hand 

swollen like a drum for a month! With 

things I experience and letters sent 

to me, my trips are quite colourful. I 


Chicago 

Chicago 

için bilgisayar kursuna giden 

80 yaşındaki hanımefendinin 

mektubunu; kemoterapinin 

sıkıntısını günlük Hayat Gezince 

Güzel’le attığını söyleyen 

beyefendiyi, “Eşinize teşekkür 

ederim, sizi özgür bıraktığı için, 

yoksa bu programları izleyemezdik” 

diyen akademisyenin mektubunu 

unutamam. 

TÜRSAB: Gezmek isteyenlere 

neler önerirsiniz 

Fatih Türkmenoğlu: Gezmek 

bir ruh halidir, o rüzgar gelmişse 

“Hiç durmasınlar” derim... Zaman 

ayarlanmışsa, uygun fiyatlı geziler 

her zaman bulunabilir, yaratılabilir. 

Ben para biriktirmek için kışlarını 

Hindistan’ın ılıman bölgelerinde 

geçiren aileleri bile tanıyorum. 

Gereken sadece biraz ‘macera’ 

ve ‘keşfetme ruhu’... Bir tek, hep 

gezerken gördüğüm bir yanlıştan 

bahsetmek isterim: Bazıları, 

gezideyken, evlerindeki rahatı da 

yanlarında götürmek istiyorlar. 

Öyle bir şey yok. Bakış açısını 

biraz değiştirmek, zorlukları göze 

almak, onların geçici olduğunu 

bilip takılmamak lazım. Gezilerde 

biraz yorulmak, terlemek, çalışmak 

lazım. Bir gezgin eğer okumazsa, 

gittiği yerleri bilmezse, o gezi 

tamamlanmamış sayılır. O kadar 

büyütmeden, birkaç saatlik okuma 

yeter. Böylece ‘nokta atışı’ yapmak 

çok daha kolay olur... Bir de 

geçenlerde bir hanımefendi çok 

güzel mesaj yazmıştı, “İnsan nasıl 

yaşıyorsa öyle gezer” demişti. 

Kesinlikle katılıyorum; hayatı renkli, 

hızlı, eğlenceli, derin, çevreci olan 

insanın gezisi de öyle olur. Sonuçta 

sahne değişse de, oyuncu aynı! 

TÜRSAB: Son olarak, “Eksik 

kaldı, gitmek isterim” dediğiniz 

bir yer var mı Nereye ya da 

nerelere gitmek istersiniz 

Fatih Türkmenoğlu: 

İnanamayacaksınız ama, ben hala 

Çek Cumhuriyeti’ni görmedim; 

Prag’ı çok merak ediyorum. 

Herhalde “Nasılsa yakın, gitmek 

çok kolay, çok tur var” diye 

hep erteledim... Bir de nedense 

Uruguay takıntım vardır. 

Gittiğim, gördüğüm, sevdiğim 

yerleri defalarca ziyaret etmeyi 

severim. Böylelikle seyahatlerimi 

derinleştirdiğimi, oraları çok daha 

iyi anladığımı hissederim. Dükkan 

sahiplerini tanırım, bir kafenin 

müdavimi olurum, üç-beş laf 

ettiğim ahbaplıklar kurarım... Yurt 

içinde istediğim her yere gidiyorum 

Allah’a şükür; bir tek yeni yerler 

olarak Prag ve Uruguay’ı da 

gördüm mü, iş tamam! 

can never forget the letter from an 80 

year old lady who went to a computer 

course so that she could write to me; 

the gentleman who said that he forgets 

about the stress of chemo therapy 

by watching the daily Hayat Sevince 

Güzel, the letter from an academic who 

wrote “I thank your wife for letting you 

free, otherwise we wouldn’t be able to 

watch these programs”. 

TÜRSAB: What do you suggest for 

those who want to travel 

Fatih Türkmenoğlu: Travelling is a 

state of mind, if that wind is blowing 

than I’d say “never stop”... If the time 

has been put aside, reasonable price 

trips can always be found, can be 

created. I know families who spend 

the winter in warm regions of India in 

order to save money. All that’s needed 

is a little bit of a spirit of ‘adventure’ 

and ‘discovery’... I just want to mention 

a single wrong thing I always witness 

while travelling: Some people want to 

take their home comforts with them on 

their travels. There is no such thing. 

You need to change your outlook, 

brave the difficulties and realise that 

they are temporary and not have hang 

ups about them. You need to get tired, 

sweat, work a little on your travels. 

If a traveller doesn’t read and know 

about the place he is visiting than that 

journey is considered to be incomplete. 

Not too much but only a couple of 

hours of reading is sufficient. That 

way ‘target hitting’ becomes much 

easier... A lady sent a great message 

recently, “people travel as they live”, 

she said. I agree absolutely; Travel of 

an environmentally conscious person 

whose life is colourful, fast, full of fun, 

deep is the same as that person’s life. 

At the end of the day, the player is the 

same even if the stage is different! 

TÜRSAB: Lastly, is there a place 

you think “that’s not on my list, I 

want to go” Where do you want 

to go 

Fatih Türkmenoğlu: You won’t 

believe me but I still haven’t been 

to the Czech Republic; I am curious 

about Prague. I think I always 

postponed it thinking “It’s not far, 

it is easy to go, there are many 

tours”... I don’t know why but I 

have an obsession about Uruguay. I 

enjoy revisiting places I went to, saw 

and liked several times. That way 

I feel that I deepen my journeys, I 

understand those places better. I get 

to know the shop keepers, I become a 

regular at a cafe, I form friendships 

with people I have short conversations 

with... I am grateful that I can go 

anywhere in this country; If I visit 

Prague and Uruguay as the only new 

places than the job is complete! 


GEZİ 

travel 

Anadolu’nun mahçup ve 

güzel şehri Karaman 

Yunus Emre’nin, Mevlana’nın yurdu mu diyelim Yoksa Hititler’in, Romalılar’ın 

Selçuklular’ın vatanı mı Aziz Pavlus’un ziyaret mekanı mı Yoksa, yılkı atlarının, 

yaban koyunlarının diyarı mı Karaman bunların hepsi ve çok daha fazlası 


Karaman, shy and pretty city of Anatolia 

Shall we refer to it as the land of Yunus Emre, Mevlana or as the land of 

Hittites, Romans, Seljuk or is it the visiting place of St Pavlus perhaps the 

land of loose horses, wild sheep Karaman is all of those and much more

Anadolu’nun 

en bereketli 

topraklarına sahip 

illerinden Karaman, 

aynı zamanda, sevginin, 

hoşgörünün, hatta Türkçe’nin 

başkenti... Evet, Türkçe’nin 

Anadolu topraklarında resmi 

dil ilan edilmesini sağlayan 

ferman Karaman’dan yazılmış. 

Mevlana annesini bu topraklara 

defnetmiş, Yunus Emre dünyaya 

sevginin ibadete eşdeğer 

olduğunu buradan bildirmiş. 

Karaman, 10 bin yıllık tarihi 

boyunca Hititler’den Romalılar’a 

Bizanslılar’dan Selçuklular’a 

kadar pek çok medeniyete ev 

sahipliği yapmış. Bu nedenle 

Karaman’ın ziyaretçileri, attıkları 

her adımda yaşayan bir tarih 

kitabının sayfalarını çeviriyormuş 

hissini yaşıyor. Ancak Karaman’ın 

güzellikleri sadece tarihi yapılar 

ve kültürel miraslarla sınırlı 

değil. Bu güzel ve verimli kent, 

aynı zamanda bir doğal yaşam 

cenneti. Karaman’ın verimli 

ovalarında, yemyeşil vadilerinde 

gezinirken, doğada özgürce 

gezen yılkı atlarını, yaban 

koyunlarını ve kelebek gruplarını 

görüp fotoğraflamak mümkün. 

Karaman, bütün bu özellikleriyle 

Anadolu’nun masum ve utangaç 

güzellerinden birini andırıyor. 

Çünkü görkemli tarihine, doğal 

çeşitliliğine, verimli topraklarına 

rağmen güzelliklerini pek 

paylaşmamış. Biraz utangaç 

bir edayla güzelliklerinin 

keşfedilmesini uzun yıllar 

beklemiş. Şimdi bu bereketli 

toprakları ve öyküsünü satırlara 

sığdırabildiğimiz kadarıyla 

anlatacağız. 

“Karaman’ın bilinen tarihi 10 bin 

yıl öncesine dayanıyor.”demiştik. 

Bunu, kentin çevresini adeta 

bir gerdanlık gibi süsleyen 

höyüklerden anlıyoruz. 

Höyüklerden çıkan buluntuların 

en eskisi M.Ö. 8000 yılına 

tarihleniyor. Kazı çalışmaları 

sonucu elde edilen çakmak taşı 

ve obsidyen aletler, pek çok 

diğer tarihi eser gibi Karaman 

Müzesi’nde sergileniyor. Üstelik 

içinde, Neolitik Dönem’e, 

Hitit, Roma, Bizans, Selçuklu 

ve Osmanlı imparatorluklarına 

kadar pek çok döneme ait sayısız 

tarihi eserin sergilendiği Karaman 

Müzesi’ne giriş de ücretsiz. 

Karaman has the most fertile soil in 

Anatolia while at the same time it is 

the capital of love, tolerance and even 

Turkish language... yes, the firman 

that announced Turkish as the official 

language of the land of Anatolia had 

been written in Karaman. 

Mevlana had buried his mother in this 

land, Yunus Emre had declared to the 

world from here that love for the world 

equates to praying. Karaman has been 

host to many civilizations from Hittites 

to Romans, from Byzantine to Seljuk 

during its 10 thousand year old history. 

That is why visitors to Karaman feel as 

though they are turning the pages of 

history with every step they take. But 

the beauty of Karaman isn’t just limited 

to its historical buildings and cultural 

heritage. This pretty and prolific city is 

a natural life heaven at the same time. 

It is possible to watch and photograph 

loose horses roaming freely in the 

nature, wild sheep and flutters of 

butterfly while wandering around 

the fertile pastures, green valleys of 

Karaman. 

With all these features Karaman 

resembles an innocent and shy beauty 

of Anatolia. Because, despite its 

splendid history, natural diversity and 

fertile land, Karaman hasn’t shared out 

much of its beauty. It waited with a shy 

manner for many years for its beauty to 

be discovered. Now we are going to tell 

you about this fertile land and its story 

as much as our space allows us to. 

We said that “The known history of 

Karaman stretches back to 10 thousand 

years ago”. We understand this from 

barrows surrounding the city like a 

necklace. The oldest finding from the 

barrows is dated back to 8000 BC. 

Flints and obsidian tools unearthed as 

a result of excavations are displayed 

in Karaman Museum alongside many 

other historical artefacts. What’s more 

is that entry to Karaman Museum 

where countless historical artefacts 

belonging to Neolithic Age, Hittite, 

Rome, Seljuk and Ottoman Empire are 

displayed is free. 

Jesus’ disciple was also there! 

Derbe Barrow near the village 

of Ekinközü is a major source of 

excitement for the archaeological world 

in itself. It is thought that the barrow, 

where excavation will commence in July 

2012, is host to findings as important 

as the findings in Çatal Höyük. 

Furthermore this area is important 

not just for the Antique Ages but also 

for the birth of Christianity. Because

İsa’nın havarisi de oradaydı! 

Ekinözü Köyü yakınlarındaki 

Derbe Höyüğü ise, arkeoloji 

dünyası için başlıbaşına bir 

heyecan kaynağı. Temmuz 

2012’de kazılarına başlanacak 

höyüğün, Çatal Höyük kadar 

önemli bulgulara ev sahipliği 

yaptığı düşünülüyor. Üstelik bu 

bölge sadece Antik Dönem için 

değil, Hıristiyanlığın doğuşu 

açısından da büyük önem taşıyor. 

Çünkü Hz. İsa’nın havarilerinden 

Pavlus, Derbe Kenti’ni M.S. 47, 

50 ve 53 yıllarında üç kez ziyaret 

etmiş. Bizans döneminde de Aziz 

Pavlus’un ayak bastığı ve İncil’de 

adı geçen bu kent, bir piskoposluk 

merkezine dönüşmüş. Bu nedenle 

geçmişte Laranda olarak anılan 

Karaman’da, M.S-4-9’uncu yüzyıla 

tarihlenen pek çok kilise, manastır 

kalıntısı bulunuyor. 

Hitit ve Bizans iç içe 

Bölgedeki ilginç bulgulardan 

biri de Karadağ üzerindeki 

Mahalaç Tepesi’nde bulunan 

Hitit Hiyeroglifi. Karaman’ın 

düzlüklerinden 2 bin 800 metre 

tırmanılarak ulaşılan bu görkemli 

tepede, Hitit Kralı Hartapus’un, 

Göklerin Fırtına Tanrısı’na ithafen 

yazdırdığı adak yazısı asırlara 

meydan okurmuşçasına gözler 

önüne seriliyor. Hitit yazıtlarının 

tam yanında bir Bizans sarnıcı tüm 

görkemiyle yükseliyor. Üstelik 

bu bölge, uğurböcekleri de dahil 

pek çok türün Karaman’daki 

üreme bölgesi. Bir yanda yüzlerce 

uğurböceği, Hitit yazıtları, Bizans 

sarnıçları arasında dururken, 

bulutları elinizle dokunabileceğiniz 

kadar yakınınızda hissediyor, 

diğer yandan da yılın en sıcak 

günlerinde bile iliklerinize kadar 

üşümenize yol açan sert rüzgarın 

etkisiyle, Kral Hartapus’un 

niçin ‘göklerin fırtına tanrısına’ 

adaklar adadığını anlama fırsatını 

yakalıyorsunuz. 

Pavlus, one of Jesus’ disciples, visited 

the City of Derbe three times in years 

47, 50 and 53. This city which was 

visited by St Pavlus in the Byzantine 

period and mentioned in the Bible was 

turned into episcopacy. This is why 

there are remains of many churches, 

monasteries dated back to 4 th -9 th 

century BC in Karaman which was also 

called Laranda in the past. 

Hittite and Byzantine nested 

together 

One of the interesting findings in the 

region is the Hittite hieroglyphics 

situated on Mahalaç Mound on 

Karadağ. Being displayed as if in 

defiance of passing centuries on this 

magnificent hill, reached after a climb of 

2 thousand 800 metres from the plains 

of Karaman is the devotional script 

written by the Hittite King Hartapus 

dedicated to the Storm God of the Skies. 

Right next to the Hittite scripture is 

a Byzantine cistern rising above in 

all its splendour. This region is also 

the breeding ground of many species 

in Karaman, including ladybirds. On 

the one side hundreds of ladybirds fly 

among the Hittite scripture, Byzantine 

cisterns and you can feel that you can 

touch the clouds with your hands, 

Hitit hiyeroglifi 

Hittite hieroglyph 

while on the other side you have the 

opportunity to understand the reason 

for King Hartapus making sacrifices to 

‘storm god of the skies’ where the harsh 

storms are cold enough to make you 

shiver to the bone even on the hottest 

days of summer. 

Unrivalled harmony of the 

nature and human 

The people of the region turned 

releasing of horses into the nature they 

could no longer afford to look after 

rather than killing them into a tradition 

about 100-150 years ago. Freed to the 

mountains and left to their own fate, 

these horses were shown mercy by the 

Mother Nature. 

No longer able to carry a load, waiting 

for a certain death, these animals found 

life on the plains of Karaman once 

again, even started to breed. That’s 

how ‘yılkı horses’ who roam freely in 

the mountains have first appeared. If 

you are lucky enough during your visit 

to the region, these horses may appear 

in herds. 

Another natural treasure of the region 

are butterflies. Many different species 

of Anatolia can be found here. Another 

interesting species which live here 

is: Anatolian wild sheep. Thought to 

Pavlus 

Pavlus 

Doğanın ve insanın eşsiz uyumu 

Bölgenin sakinleri yaklaşık 100- 

150 yıl kadar önce bakamadıkları 

emektar atlarını öldürmek yerine 

doğaya salıvermeyi bir geleneğe 

dönüştürmüş. Dağlara salınıp, 


ir anlamda ölüme terk edilen 

bu atlara, doğa ana merhamet 

göstermiş. Artık yük taşıyamaz 

hale gelen, ölümü beklenilen 

hayvanlar Karaman’ın bereketli 

dağlarında, düzlüklerinde tekrar 

hayata dönmüş, hatta çiftleşmiş. 

Bu sayede özgürce dağlarda gezen 

‘yılkı atları’ çıkmış ortaya. Bu atlar, 

bölgede yapılacak geziler sırasında 

şanslıysanız sürüler halinde 

karşınıza çıkıyor. Bölgenin diğer 

bir doğal hazinesi ise, kelebekler. 

Anadolu’daki pek çok kelebek türü 

burada yaşıyor. Bu topraklarda 

yaşayan bir başka ilginç tür ise; 

Anadolu yaban koyunu. Evcil 

koyunların atası olduğu düşünülen 

ve erkeklerinde bir çift boynuz 

bulunan bu zayıf koyun türü de 

bölgede yaşayan hayvanlardan 

biri. Bölgede doğayla uyum 

içinde yaşayan sadece bitkiler ve 

hayvanlar değil. Karaman’ın gerek 

eski gerekse yeni sakinleri doğanın 

kendilerine sunduğu nimetleri 

kullanmak konusunda ustalaşmış. 

Bölgedeki sarı renkli kayaların her 

biri insan eliyle ustaca oyulmuş, 

şekillendirilmiş. Manazan’daki 5 

katlı mağara yerleşimi bunun en 

ilginç örneklerini oluşturuyor. 

Atatürk’ün hemşerileri burada 

Taşkale ise, Roma döneminde 

kayaların içine oyulan ve halen 

kullanılan ambar odacıklarıyla 

ünlü. Metrelerce yükseklikteki 

kayalara oydukları ambarları 

yüzlerce yıldır kullanan Taşkaleliler 

de en az bölgenin coğrafi yapısı 

ve doğal hayatı kadar renkli 

insanlar. Moğol akınlarından kaçıp 

Anadolu’ya sığınan bir Oğuz boyu 

Taşkale’ye yerleşmiş. Bölgenin 

yerel halk oyunlarında Orta 

Asya şamanizminin izleri açıkça 

görülüyor. Bölge halkı Atatürk’ün 

ailesinin, Fatih Sultan Mehmet 

Dönemi’nde, pek çok Taşkaleli 

aile gibi, ‘evlad-ı fatihan’ olarak 

Selanik’e gönderildiğini söylüyor, 

Atatürk’ün hemşerisi olduklarını 

gururla dile getiriyor. 

Kentin Osmanlı ve Selçuklu 

yapıları da saymakla, anlatılmakla 

bitmez güzellikte. Bunların 

başında ise Fatih Sultan Mehmet 

döneminde yapılan kale geliyor. 

Kale, Karamanoğlu Beyliği’ne ait 

pek çok yapıdan kalan devşirme 

taşlarla süslenmiş ve kenti kuşbakışı 

seyretme imkanı sunuyor... 

Bölgenin en önemli yapılarından 

biri, Yunus Emre Camii. Taptuk 

Emre’nin ve Yunus Emre’nin 

türbeleri burada bulunuyor. 

Aktekke diğer adıyla Mader-i 

Mevlana Camii de Karaman’ın 

bir diğer önemli ziyaret noktası. 

Hazret-i Mevlana’nın annesinin, 

kardeşlerinin ve 21 yakınının 

türbeleri burada bulunuyor. 1370 

yılında yapılan cami bölgenin en 

önemli dini duraklarından birini 

oluşturuyor. 

Görsel bir şölen: Tartan evi! 

Bu topraklar üzerinde yaşayıp 

hayat bulan pek çok uygarlığın 

geride bıraktığı izleri biraz olsun 

tanımaya çalıştık. Ya geleneksel 

mimari Tartan Evi, Karaman’daki 

Anadolu sivil mimarisinin en 

güzel, en zarif örneklerinden 

biri. Karamanoğulları dönemine 

dayanan köklü bir aile olan 

Tartanlar’ın 70’li yıllara kadar 

içinde yaşadığı konak, bir süre 

önce müzeye dönüştürülmüş. 

Tartan Evi’nin turizme 

kazandırılmasındaki en büyük rol 

ise, bu evde doğan son isim olan 

Remzi Tartan’a ait. Ata yadigarı 

evini devlete bağışlayan Remzi 

Taşkale’nin halk oyunlarında Orta 

Asya şamanizminin izleri açıkça 

görülüyor (üstte), Tartan Evi (altta) 

Traces of Cenral Asian shamanism is 

clearly visible in folk dances of Taşkale 

(above), Tartan House (below) 

Taşkale’deki kaya ambarları 

Rock store rooms in Taşkale 

be the forefathers of domestic 

sheep whose males have a pair 

of horns, this slim type of sheep 

also live in this region. It is not 

just plants and animals who live 

in the region in harmony with the 

nature. Karaman’s residents, old 

or young, have become experts in 

using what nature has offered to 

them. Every single yellow stone 

in the region have been expertly 

carved, shaped. Cave settlements 

over 5 stories in Manazan are the most 

interesting example of this. 

Atatürk’s fellow 

countrymen are here 

Taşkale is famous for its storage 

chambers carved into rocks and still 

being used. The people of Taşkale who 

have been using the storage rooms 

carved into rocks several metres 

high for centuries are as colourful as 

the geographical make up and the 

natural life of the region. A branch 

of Oğuz dynasty who was escaping 

from Mongolian attacks had settled in 

Taşkale. Traces of Shamanism from 

Central Asia are clearly evident in the 

local folk dances of the region. The 

people of the region proudly state that 

the family of Atatürk were relocated to 

Thessalonica as ‘evlad-ı fatihan’ (child 

of the conqueror) during the reign of 

Fatih Sultan Mehmet (The Conqueror) 

like many families from Taşkale, they 

proudly speak out that Atatürk is their 

fellow countryman. 

Ottoman and Seljuk period buildings of 

the city are more numerous and prettier 

than words can describe. Leading them 

is the castle built during the period of 


TÜRSAB Heyeti Karaman’daydı 

Anadolu’nun güzelliklerini, keşfedilmemiş turizm hazinelerini 

ortaya çıkartmak için inceleme gezileri düzenleyen TÜRSAB 

heyetinin son durağı Karaman oldu. Karaman Ticaret Odası’nın 

daveti üzerine 23-25 Eylül tarihleri arasında kente giden heyet, 

Selçuklu, Osmanlı, ve Antik Dönem miraslarını yerinde inceledi. 

Gördükleri doğal ve tarihi güzelliklerin yanı sıra bölge halkının 

güleryüzlü karşılamasından da etkilenen heyet, kentin turizme 

kazandırılması yönünde çalışmalara başladı. 

TÜRSAB Delegation was in Karaman 

The last stop of the TÜRSAB delegation that organise study tours to 

uncover the beauty of Anatolia, to bring out undiscovered treasures of 

tourism was in Karaman. Visiting the city on 23 rd -25 th September after 

an invitation from Karaman Chamber of Commerce, the delegation 

visited Seljuk, Ottoman and Antique Age heritages in situ. Impressed by 

the smiling faces of the people of the region as well as region’s natural 

and historical beauties, the delegation started to work in order to open 

the city up for tourism. 

Tartan, şimdilerde bir turizm 

gönüllüsü olarak çalışıyor. Evin 

bulunduğu sokağın, turizme 

kazandırılması için çaba sarf 

ediyor. 

Bu verimli toprakların ziyaretçileri, 

doğanın mucizelerine tanıklık 

ediyor, 10 bin yıllık tarihin izini 

sürüyor. Bir yandan sevginin, 

ibadete eşdeğer olduğunu 

söyleyen Mevlana’nın, Yunus 

Emre’nin bıraktığı anılarını görme 

fırsatı buluyor. Kısacası Karaman, 

buğdayın sarısının, tarlaların 

yeşiline, elmanın kırmızısının 

gökyüzünün mavisine, bulutun 

beyazına karıştığı öyküler fısıldıyor. 

Fatih Sultan Mehmet (The Conqueror). 

The castle had been built with stones 

gathered from many buildings that 

belonged to Karamanoğlu Principality 

and offers bird’s eye view of the city... 

Yunus Emre Mosque is one of the 

most important buildings of the 

region. Tombs of Taptuk Emre and 

Yunus Emre are located here. Aktekke, 

which is also called Meder-i Mevlana 

Mosque, is another important visiting 

point of Karaman. Tombs of the 

mother of Mevlana, his brothers and 

21 other relatives of him are here. The 

mosque, built in 1370, is one of the 

most important religious stops of the 

region. 

A visual feast: Tartan House! 

We tried to get to know traces left 

by many civilizations that lived and 

prospered on this land. But what 

about traditional architecture 

Tartan House is one of the most 

beautiful, most elegant examples 

of Anatolian civil architecture in 

Karaman. The mansion where the 

well established Tartan family whose 

roots go back to Karamanoğulları 

period lived up until 1970s had 

recently been converted to a 

museum. The biggest role played in 

opening Tartan House to tourism 

belongs to Remzi Doğan who was 

the last person born in this house. 

Donating the heirloom house to 

the state, Remzi Tartan works as a 

tourism volunteer nowadays. He is 

working hard to open the street to 

tourism where the house is situated. 

Visitors of this fertile land witness 

the miracles of nature, tracing 10 

thousand years of history. They have 

the opportunity to observe memories 

left by Yunus Emre, Mevlana who 

claimed that love is equal of praying. 

In short, Karaman is whispering 

stories where the yellow colour of 

wheat is mixed in with the green 

colours of fields, the red colour of 

apples mixed in with the blue colour 

of the sky, white colour of clouds. 


İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ KOLEKSİYONUNDAN 

SILOA YAZITI * 

Ana Sponsor 

* 

Kudüs’te Aynı-Silvan çeşmesi suyunun kaynak noktasındaki 

yeraltı kanalında meydana çıkarılan bu yazıt, Fenike alfabesiyle 

yazılmış en eski İbrani metnidir. Yazıtta tarif edilen kanal, 

suların şehir dışındaki Ceyhun kaynağından şehir içinde 

Aynı-Silvan’ın bulunduğu noktaya gelmesini sağlıyordu. 

İstanbul Arkeoloji Müzeleri 

TÜRSAB’ın desteğiyle yenileniyor 

İstanbul Arkeoloji Müzeleri 

Osman Hamdi Bey Yokuşu Sultanahmet İstanbul • Tel: 212 527 27 00 - 520 77 40 • www.istanbularkeoloji.gov.tr

TARİH 

history 

İSTANBUL’UN 

MÜCEVHER KUTUSU 

Bir apartman... Ama bir apartmandan çok daha fazlası... 

Üç yüzyıla yayılan tarihiyle, ismiyle, sakinleriyle ve 

özellikleriyle bir benzeri yok. Doğan Apartmanı öyküsüyle 

sizi de büyüleyecek 

Kadir Deniz 

THE JEWELLERY BOX OF İSTANBUL 

An Apartment... But more than just an apartment... It is unique with its 

history of over three centuries, its name, its residents and its features. 

Doğan Apartment will fascinate you with its story 


Okan Bayülgen’i mutlaka 

tanıyorsunuzdur. Alman 

Birliği’nin babası 

Bismarck’ın adını da 

duymuş olmalısınız. Ya Doğan 

Kardeş Yaşınız 60’lara dayanmışsa 

içiniz burkularak hatırlayacaksınız. 

Üç farklı yüzyıldan bu üç ilginç 

ismi buluşturan bir apartmanı 

anlatacağız bu sayıda. Ancak, 

takdimden de anlaşılacağı üzere, 

bir apartmandan çok daha 

fazlasını bulacaksınız. 1860’lardan 

günümüze bir tarih yolculuğuna 

çıkacaksınız. 

19. Yüzyıl: Bismarck’ın elçisi 

İstanbul’da 

Tarih 1860’lar. Avrupa, sonunda 

Osmanlı İmparatorluğu’nu da 

parçalayacak bir çalkantı içinde. 

Prusya Kralı, Bismarck’ı şansölye 

-yani bugünün karşılığıyla başbakanolarak 

atamış. Bismarck da, Alman 

Birliği’ni kurmak üzere ‘Kan ve Kılıç’ 

sloganıyla yola koyulmuş. Toprak 

üstüne toprak, ülke üstüne ülke 

fethinde. Osmanlı ise, ‘hala’ her 

ülkenin ‘müttefik’ olarak yanında 

görmek istediği bir imparatorluk. 

Tarihin bu en karmaşık ve heyecanlı 

döneminde, Bismarck İstanbul’da 

bir elçilik binası kurulması için 

talimat veriyor. 1864 sonlarına 

doğru, Galatasaray’daki 3 bin 700 

metrekarelik arsa, üzerindeki iki katlı 

geleneksel Türk konağı ile birlikte 

satın alınıyor. 

Konak, elçiliğe uygun biçimde 

dayanıp döşenirken, Bismarck da 

Avrupa’yı kasıp kavuruyor. Ülkeler 

peşpeşe fethediliyor. Ve nihayet 

1871 yılında, Prusya Kralı Wilhelm 

Alman İmparatoru, Bismarck da 

Alman şansölyesi unvanını alıyor. 

İstanbul’a da yeni elçi atanıyor. 

Yeni elçi, yepyeni bir gücü temsil 

ediyor. Belki de bu nedenle konağı 

yeterli bulmuyor. Daha büyük bir 

bina arayışına giriyor. 

Onun terkettiği konak bir süre 

sonra yıkılıyor ve arazi 1890’lara 

kadar boş kalıyor. O yıllar, 

dünyanın hızla 20’nci yüzyıl’a 

koştuğu yıllar. Yaşam biçimi 

değişiyor. Kıyafetlerden ulaşıma 

herşey yenileniyor. Konakların 

yerini de artık apartmanlar alıyor. 

Alman elçiliğinin boşalttığı araziye 


Bismarck 

Bismarck 

after the other. And eventually, 

in 1871, Prussian King Wilhelm 

receives the title of German Emperor 

and Bismarck becomes the German 

Chancellor. A new ambassador is 

appointed to İstanbul. 

The new ambassador represents a 

brand new power. Perhaps because 

of that, he finds the mansion 

unsuitable. He starts searching for a 

bigger building. 

The mansion he vacated is 

demolished a while later and the 

land stays empty until 1890s. 

Those are the years which the world 

is rapidly heading towards 20 th 

century. Everything from clothing to 

transportation is changing. Mansions 

are now replaced by apartments. 

A splendid apartment is built on 

the land vacated by the German 

embassy, keeping up with the day’s 

trend. The apartment, built by Ali 

Beyzade Nahid Bey is handed over to 

Belgian Helbig Family in 1902. 

You must know Okan 

Bayülgen. You must 

also have heard the 

name of Bismarck, 

the father of the 

German Union. 

What about Doğan 

Kardeş If you are 

approaching your 60s you will 

remember it with a tinge of sadness. 

In this issue, we are going to tell the 

story of an apartment which brings 

together three interesting names 

from three different centuries. You 

will be embarking on a journey of 

history from 1860s to today. 

19 th Century: Bismarck’s 

ambassador is in İstanbul 

The date is 1860s. Europe is in 

turmoil which will eventually cause 

the break-up of the Ottoman Empire. 

The King of Prussia had appointed 

Bismarck as the chancellor. 

Bismarck had embarked on the task 

of forming the German Union with 

the motto of ‘Blood and Sword’. He 

is busy invading land after land, 

country after country. Ottoman is 

‘still’ an empire which every country 

wants on their side as an ‘ally’. 

Bismarck gives orders to establish 

an embassy building in İstanbul 

during this most complicated 

and exciting time in history. A 3 

thousand 700 square meter piece 

of land in Galatasaray with a 

traditional Turkish mansion built on 

it is purchased towards the end of 

1864. 

While the mansion is decorated in 

a manner suitable for the embassy, 

Bismarck is reigning terror over 

Europe. Countries are invaded one 

20 th Century: Bohemian Years 

and Doğan Kardeş 

Helbig Family rents out the flats 

of this multi storey and European 

style building to officers of foreign 

companies staying in İstanbul, elite 

Levantine, Jewish and Greek families 

of İstanbul. Each storey is host to 

the most bohemian name of İstanbul 

at the time. Helbig, known also as 

Cite Yazıcı Apartment becomes the 

symbol of a life style with terrace 

parties, balls. 

But those entertaining years do not 

last long. With the darkest period 

of Ottoman Empire, party lights go 

off one after the other. What follows 

is inevitable: Invasion of İstanbul... 

Many foreign origin families leaving 

the city... Decline of wealth... 

Helbig Apartment receives its fair 

share from this change and is sold 

several times to various names. 

While it changes names as Botton or 

Victoria Han, the building is owned 

by the founder of Yapı Kredi Bank, 

Kazım Taşkent in 1942. 

This is a brand new period for the 

apartment. Because, it now has a 

name which survived to present 

time: Doğan Apartment. 

Doğan is the name of Kazım 

Taşkent’s son who lost his life in an 


de, işte bu yeni modaya uygun 

biçimde görkemli bir apartman 

konduruluyor. Ali Beyzade Nahid 

Bey tarafından yaptırılan apartman, 

1902’de Belçikalı Helbig Ailesi’ne 

devroluyor. 

20. Yüzyıl: Bohem 

yıllar ve Doğan 

Kardeş 

Helbig 

Ailesi, bu 

çok katlı ve 

Avrupai binanın 

dairelerini, 

İstanbul’da 

kalan yabancı 

şirketlerin 

memurlarına, 

İstanbul’un seçkin 

Levanten, Yahudi 

ve Rum ailelerine 

kiralıyor. Her 

kat, dönemin 

İstanbul’unun en 

bohem isimlerini 

ağırlıyor. Helbig 

diğer adıyla Cite 

Yazıcı Apartmanı, 

teraslarında 

verilen 

partileri, balolarıyla, bir yaşam 

biçiminin sembolü haline geliyor. 

Ancak, o ‘eğlenceli’ yıllar 

uzun sürmüyor. Osmanlı 

İmparatorluğu’nun en karanlık 

dönemiyle, parti ışıkları birer birer 

sönüyor. Ardından gelen malum: 

İstanbul’un işgali... Pekçok yabancı 

uyruklu ailenin kenti terketmesi... 

Zenginliklerin yitirilmesi... 

Helbig Apartmanı da bu 

değişimden nasibini alıyor ve 

peşpeşe farklı isimlere satılıyor. 

Botton ya da Victoria Han derken, 

bina 1942 yılında, Yapı Kredi 

Bankası’nın kurucusu Kazım 

Taşkent’in oluyor. 

Apartman için bu, yepyeni bir 

dönem... Çünkü artık, günümüze 

kadar ulaşan yeni bir ismi var: 

Doğan Apartmanı. 

Doğan, Kazım Taşkent’in 1939 

yılında Alpler’de çığ altında kalarak 

hayatını kaybeden oğlunun adı. 

Çocuklara yönelik o efsane Doğan 

Kardeş dergisi de zaten onun 

anısına çıkartılmış... Türkiye’nin 

çocukları, dergiyle Doğan diye bir 

kardeşe kavuşsunlar istenmiş. Daha 

10 yaşındayken hayata veda eden 

Doğan, hiç değilse adıyla yaşasın 

istenmiş. 

21. Yüzyıl: İstanbul’un İstanbul’u 

Doğan Kardeş dergisi, 80 ve 

90’lı yıllarda uzun aralar 

verilse de hala 

yayınlanıyor. Ve 

tıpkı babasının 

hayal ettiği gibi 

küçük Doğan’ın 

adını yaşatıyor. 

Tıpkı 200 yıllık 

Doğan Apartmanı 

gibi. 

Tarihin en sıcak 

dönemlerine 

tanıklık edip, 

içindeki sakinleriyle 

bir bakıma o 

dönemlerin 

öyküsünü anlatan 

Doğan Apartmanı, 

21. yüzyıl’a yine 

ünlü isimlerle 

ulaştı. İstanbul’un 

sanatsal, 

entelektüel 

birikimini temsil 

etti. Paranın mabedi olarak yükselen 

rezidansların karşısında ‘seçkinliğin 

tanımı’ haline geldi. Neredeyse 

bir ‘statü göstergesi’ oldu. Ya da 

İstanbul’da yaşamanın anlamı! 

Apartman sakinlerinden Victoria 

Short, işte bu son tanımın en 

somut örneği. O, İngiltere 

Başkonsolosluğu’na 2003 yılında 

düzenlenen bombalı saldırıda 

hayatını kaybeden Konsolos Roger 

Short’un eşi. Yaşadığı büyük acıya 

rağmen Türkiye’den, İstanbul’dan 

kopmadı. “Bundan böyle burada 

yaşamak istiyorum” diyerek Doğan 

Apartmanı’na yerleşti. Dahası, 

çiçeklerini tek tek suladığı bahçesine 

sahip çıktı. 

Yazının başında da aktardık; Doğan 

Apartmanı sakinlerinden biri de 

Okan Bayülgen. Bayülgen’in 

minik kızı İstanbul, İstanbul’un 

‘hazine kutusu’ denebilecek o 

binada büyüyor. Victoria Short’un 

gözbebeği bahçede oynuyor. 

Doğan Apartmanı tarihinin son 

kuşağı olarak yepyeni sayfalara 

hazırlanıyor. 

avalanche accident in the Alps in 

1939. Kid’s magazine Doğan Kardeş 

was also published in his memory... 

It was hoped that the children of 

Turkey would have a brother called 

Doğan through the magazine. It had 

been wished that at least Doğan who 

died at the age of just 10 would live 

on with his name. 

21 st Century: İstanbul’s İstanbul 

Despite having long periods of 

breaks during 80s and 90s, Doğan 

Kardeş magazine is still published. 

And little Doğan’s name still lives 

on just as his father had dreamt. 

Just as the 200 years old Doğan 

Apartment does. 

Witnessing a period of turmoil in 

history and in a way telling the 

stories of that period with 

residents 

who lived there, Doğan Apartment 

reached 21 st century with famous 

names too. It represented the arty, 

intellectual accumulation of İstanbul. 

It became the ‘definition of elegance’ 

against rising residences which 

became the temple of money. It 

almost became a ‘status symbol’. Or 

the meaning of living in İstanbul! 

Apartment resident Victoria Short 

is the most tangible example of this 

last description. She is the wife of 

the Consulate General Roger Short 

who lost his life in the bombing of 

British Consulate in 2003. Despite 

the great loss she suffered, she could 

not stay away from Turkey, İstanbul. 

She moved to Doğan Apartment, 

saying “I want to live here from now 

on”. What’s more, she owned up the 

garden of the apartment where she 

waters each and every flower. 

We told you at the beginning of the 

article; One of the residences of the 

Doğan Apartment is Okan Bayülgen. 

Little daughter of Bayülken whose 

name is İstanbul is growing up 

in the building which could be 

described as the ‘jewellery box’ of 

İstanbul. Victoria Short’s dearest 

is playing in the garden. Doğan 

Apartment is getting ready for 

brand new pages as the latest 

generation of its history. 


Sayıları da müthiş! 

Doğan Apartmanı, fiziki özellikleriyle de son derece ilgi çekici. İşte, 

‘ilkler’ ve çarpıcı ayrıntılarla o özellikler: 

• Apartmanın inşaatı 20 yıla yakın bir süre almış. Ne de olsa, 330 

metrekarelik bir avlunun etrafında 4 bloktan oluşan, 7 katlı ve 51 

daireli bir apartmandan söz ediyoruz. Ne yazık ki bu görkemli binanın 

mimarı bilinmiyor. 

• Binanın en önemli yanlarından biri, İstanbul’un ‘ilk asansörlü binası’ 

olması. 

• Apartmanın artık klasikleşmiş özellikleri günümüzde de büyük 

ölçüde korunuyor. Dahası, sakinleri yaşadıkları binaya bir ‘anıtsal yapı’ 

gözüyle bakıyor. Öyle ki, Doğan Apartmanı, kendine özgü internet 

sitesi bulunan ve hakkında bir de belgesel çekilen ender binalardan. 

• Belgesel, Doğan Apartmanı’nın başrol oynadığı tek yapım değil. 

Bazı filmlerde ve kliplerde de mekan olarak kullanıldı. Ancak Yavuz 

Turgul’un unutulmaz filmi Muhsin Bey’de, başrolü Şener Şen’le 

paylaştı! 

• Peki, bu kadar çekici bir apartmanda nasıl ev sahibi olunur Bu 

sorunun yanıtı tahmin edeceğiniz üzere pek kolay değil. Öncelikle 

apartmanda satılık daire bulmak bir hayli zor. Bulunduğu zaman 

da, 90-300 metrekare arasında değişen dairelerin fiyatları milyon 

dolardan açılıyor. Kiralar ise ortalama 3 bin dolar civarında. 

• “Hiç değilse gezip görsek” derseniz, o da pek kolay değil. Güvenlik 

kameralarıyla her an gözlenen binayı, sakinlerin dışında sadece 

mimarlar, mimarlık veya güzel sanatlar gibi ‘ilgili’ dalların öğrencileri 

ve zaman zaman da sınırlı turist grupları gezebiliyor. Gezemeyenler 

içinse, özel internet sitesindeki ‘sanal tur’ yardımcı oluyor. 

Numbers are also incredible! 

Doğan Apartment is rather interesting with its physical features too. Here are 

those features with ‘firsts’ and striking details: 

• The construction of the building took almost 20 years. After all, we are 

talking about a 330 square meter apartment with 4 blocks, 7 stories, 51 flats 

around a courtyard. Unfortunately, the architect of this splendid building is 

not known. 

• One of the most important aspects of the building is the fact that it is 

İstanbul’s ‘first building with a lift’. 

• Apartment’s classical features are largely protected at present too. 

Furthermore, the residents see the building they live in as a ‘monumental 

building’. So much so that Doğan Apartment is one of rare buildings which 

has its own internet site and a documentary made about. 

• The documentary is not the only production where Doğan Apartment the 

leading actor. It was used as the set in many movies and video clips. But in 

Yavuz Turgul’s unforgettable film Muhsin Bey it shared the lead with Şener 

Şen! 

• So how to own a house in such an attractive apartment As you would 

guess, the answer to that question is not that easy. First of all, it is extremely 

difficult to find a flat for sale in the apartment. But when one is available, the 

price starts from a million US dollar for flats whose sizes vary between 90- 

300 square meters. Average rent is around 3 thousand US dollars. 

• If you say ‘at least we should visit to see it’ then that also is not very easy. 

The building, which is watched round the clock by security cameras, can 

only be visited, by architects, students of branches such as architecture or 

fine arts and limited number of tourists from time to time, aside from the 

residents. For those who can’t visit it, ‘visual tour’ on the exclusive internet 

site comes handy. 


MUSEUMS YOU CAN VISIT WITH 

MUSEUM PASS İSTANBUL: 

Hagia Sophia Museum 

İstanbul Archaeological Museums 

İstanbul Mosaic Museum 

Chora Museum 

Topkapı Palace Museum 

(Excluding Harem Apartments) 

Museums of Turkish and Islamic Arts 

ADVANTAGE POINTS: 

BKG Museum Shops 

GES Shops 

İstanbul Archaeological Museums Shop 

İstanbul Sapphire Observation Deck 

Rahmi M. Koç Museum 

Sakıp Sabancı Museum 

Theatre-Cinema Museum 

Touring Club 

hıstory’s key 

museum pass istanbul! 

The gates of history are opened wide with the Museum Pass İstanbul. With this 

card, the historical and cultural treasures of İstanbul, the capital city of three 

empires, whose history dates back over more than 9 thousand years, are spread 

out before your eyes. 

The holders of the Museum Pass İstanbul will be able to visit the following 

museums, free of charge and without having to queue: the Chora and Hagia 

Sophia Museums, which bring the magnificence of the Eastern Roman Empire to 

the present; Topkapı Palace Museum (excluding the Harem section) exhibiting the 

grandeur of the Ottoman Empire; İstanbul Archaeological Museums housing the 

most important cultural heritage of the Hittite, Assyrian, Lydian, Phrygian and 

Hellenistic civilizations; the Museum of Turkish and Islamic Arts bringing together 

the most elegant examples of Islamic art; and the İstanbul Mosaic Museum 

presenting splendid examples of ancient mosaic art. 

The Museum Pass İstanbul costs 72 TL and is valid for 72 hours, beginning with 

your first museum visit. What’s more, advantages offered to holders of the 

Museum Pass İstanbul aren’t just limited to this. Attractive discounts await the 

holders of the Museum Pass İstanbul at the city’s elite private museums, together 

with arts and entertainment venues too. 

For detailed information and points of sale you may visit www.muze.gov.tr

NOT DEFTERİ 

notebook 

AND THE OSCAR 

GOES TO... 

Avrupa Turizm Ödülleri, ya da başlığımızda da altını çizdiğimiz gibi turizmin Oscarları, 

yine sahiplerini buldu. Oscar ödüllerindeki Akademi üyeleri gibi, Avrupa Ödülleri’nde de 

‘profesyonel turist’ diyebileceğimiz ‘gezme tutkunu’ 213 bin kişi oy kullandı. Sonuçlar Eylül 

başında açıklandı. Ve Türkiye’ye pek çok dalda ‘birincilik’ geldi. Biz de bu sayıda, hem o 

ödülleri duyuralım, hem de ilginç notlarını paylaşalım dedik 

2 Aylin Şen

Ölü Deniz, Cannes, Marbella gibi ünlü rakiplerini geride 

bıraktı. ‘Avrupa’nın en iyi sahili’ seçildi. Peki, bir sahil 

hem ‘ölü bir denize’ açılıp hem de nasıl bu kadar temiz 

ve mükemmel olabilir Gerçekten de Ölü Deniz, adı gibi 

neredeyse durgun bir göl gibi. Yine de kendisini her gün ‘yeniliyor’, 

Çünkü, dibindeki kaynak suları yoğun biçimde çıkış yolu bulup denize 

akıyor ve bu arada suları temizliyor. Ayrıca, öylesine güçlü bir med-cezir 

yaşanıyor ki, birkaç günde bir deniz ortalama yarım metre yükselip 

alçalıyor. Bu da Ölü Deniz’e, denizden su taşıyor. 

Avrupa Turizm Ödülleri’nde İstanbul ‘en iyi kısa tatil merkezi’ olarak, 

bu kategoride yarışan Londra, Madrid, Paris, Roma ve hatta son yılların 

gözdesi Prag gibi kentlerin arasından sıyrılıp birinci seçildi. İzmir de, 

yine Venedik, Amsterdam, Kopenhag gibi iddialı rakiplerini geride 

bırakıp ‘en tavsiye edilen gemi seyahat kenti’ oldu. Ancak, ödüllerin en 

ilginçlerinden biri, Hilton Dalaman’a gitti. 

Hilton Dalaman’a, birincilik ‘Avrupa’nın en iyi Düğün ve Balayı 

Otelleri’ kategorisinde geldi. Böyle bir unvana sahip olmak elbette 

çok yıldızlı özellikler gerektirir.Örneğin; Hilton Dalaman’da en küçüğü 

34 metrekare olan 410 oda bulunuyor. Ayrıca 10 adet de spa-süit yer 

alıyor. Bu süitlerde üst katlarda yatak odası, alt kata inildiğinde ise 

‘müşteriye özel’ sauna, jakuzi, masaj yatakları ve kondisyon aletleri 

bulunuyor. Bir kilometre uzunluğundaki bir plajın çevresine kurulu 

tesiste ayrıca yedi açık, üç de kapalı havuzu yüzme var. Elbette bu kadar 

değil. 20’den fazla -farklı ülke mutfaklarını sunan- restoran / bar / gece 

kulübü... Tenis kortları... Golf sahası... Ve bütün bunların karşılığı 2011 

Avrupa Turizm Oscarı! 

Türkiye’ye ödül yağmuru desek, yeridir. Zira, başka kategorilerde de 

ödüller geldi: Kongre turizminde Ankara Sheraton Oteli... Butik otellerde 

İstanbul’daki Les Ottomans.. Tasarım alanında da Eren Talu’nun imzasını 

taşıyan Adam&Eve... 

Adam&Eve, yani Adem ile Havva, yine Eren Talu’nun favorisi beyaz 

rengiyle dikkati çekiyor. Ancak en ilginç yanı ‘beyaz kanatlar’. Daha 

doğrusu, pekçoğu yabancı genç kadınlardan oluşan ‘Melek Servisi’... 

Otelin melekleri, hem konsepte hem de isimlerine uygun biçimde 

bembeyaz giysileriyle müşterileri karşılıyor. Ve 24 saat boyunca da -tıpkı 

melek gibi!- her soruna karşı yanında oluyor. 

Ölüdeniz sahilleri 

Ölüdeniz beaches 

Les Ottomans Otel 

Les Ottomans Hotel 

AND THE OSCAR GOES TO... 

European Tourism Awards, or the tourism Oscars as we underlined in our title, 

found their new recipients. Just as the Academy members in Oscar awards, 

213 thousand ‘travel enthusiasts’ we could call ‘professional tourists’ have 

voted in European Awards. Results were announced at the beginning of 

September. And Turkey received ‘first places’ in many more branches. We 

thought about announcing those awards and share some of its interesting 

notes in this issue 

Ölü Deniz left behind some famous opponents like Cannes, Marbella. It received 

‘Europe’s best beach’ award. So, how come a beach opens up to ‘a dead sea’ and at 

the same time can be so clean and perfect In reality, Ölü Deniz is like a calm lake 

just as the name suggests. But it ‘renews itself’ everyday. Because water sources 

beneath the sea bed flows out to the sea and this helps clean the water at the same 

time. Also, there is such a strong tide that the sea level drops and raises about half 

a meter every few days. This also moves the water at Ölü Deniz back and forth. 

At the Europe Tourism Awards, as ‘the best short holiday centre’, İstanbul 

has beaten cities competing in this category such as London, Madrid, Paris, Rome 

and even Prague who has been the favourite in recent years. İzmir also left behind 

strong opponents such as Venice, Amsterdam, Copenhagen and became ‘the most 

recommended cruise destination’. However, one of the most interesting awards went 

to Hilton Dalaman. 

Hilton Dalaman received the first place award in ‘Europe’s Best Wedding and 

Honeymoon Hotels’ category. To have won such award would of course necessitate 

features with many stars. For example; Hilton Dalaman has 410 rooms, smallest 

of which is 34 square metres. There are also 10 spa-suits. In these suits, upstairs 

are designed as the bedroom and downstairs contain a sauna, a Jacuzzi, massage 

beds and conditioning equipment, all of which are ‘exclusive to the customer’. The 

resort which is set around a beach one kilometre long also has seven outdoor and 

three indoor swimming pools. That’s not all, of course. A restaurant / bar / night 

club which offers food from more than 20 different countries... Tennis courts.. A Golf 

course... And the return for all these is 2011 Europe Tourism Oscar! 

It would be appropriate if we said that awards have rained on Turkey. Because 

awards in other categories were also received: Ankara Sheraton Hotel in Congress 

Tourism... Les Ottomans in İstanbul in Boutique Hotels.. Adam&Eve which carries 

Eren Talu’s signature, in the design category... 

Once again, Adam&Eve attracts the attention with Eren Talu’s favourite colour 

white. But the most interesting aspect is ‘white wings’. More appropriately, ‘Angel 

Service’ which is made up of young women most of whom are from abroad... The 

angels of the hotel greet their customers wearing all white which is apt for the 

concept as well as for their names. And throughout 24 hours they appear by your 

side to deal with all problems -just like angels!-. 


DOĞA 

nature 

ORKİDE CENNETİ 

ANADOLU 

Nedense orkide denince akla Uzak Doğu ülkeleri geliyor. 

Zaten büyük şehirlerin çiçekçilerinde de o ülkelerden 

gelen orkideler satılıyor. Oysa, orkide aynı zamanda bu 

toprakların da çiçeği. Hem de kaç çeşitle! 


ORCHID HEAVEN ANATOLIA 

Somehow, Far Eastern countries spring to mind when orchid is mentioned. 

Already, orchids from those countries are sold in flower shops in big cities. 

However, orchid is also the flower of this land. And that with so many 

varieties!

Asil, zarif, ulaşılması 

zor... Bütün bu 

kavramları bir çiçeğe 

yakıştırmak gerekirse, 

akla ilk gelen orkide olur. Doğanın 

bağrında, kendi kendine yetişen 

yani aslen ‘vahşi’ bir tür olan 

orkide, aşkını ifade etmek isteyen 

erkeklerin ilk seçimlerinden biri. 

Tıpkı pırlanta gibi, elmas gibi. 

Peki doğanın kendi elleriyle 

yarattığı bu ‘pahalı mücevher’ 

yetiştiği karanlık ve sakin 

bölgelerden ne zaman ve nasıl 

çıktı Ne zaman hayatımıza girip, 

aşkın, estetiğin ve tutkunun 

sembolü haline geldi 

Bu soruları yanıtlamadan önce, 

işe çok bilinen yanlışlardan 

birini düzeltmekle başlayalım. 

Orkide pek çoğumuzun sandığı 

gibi tropikal bir bitki değil. 

Aslında, orkideleri tropikal bir 

tür sanmamız çok da hatalı 

bir yaklaşım sayılmaz. Çünkü 

orkideler, tropikal türlerin 

melezlenmesi yoluyla elde edilen 

çiçekler. Ama dünyada 880 cins ve 

22 bin tür orkide bulunuyor. 

Orkidenin yazılı kaynaklarda 

yerini alması Çin’de M.S. 206- 

220 yıllarında hüküm süren Han 

Hanedanı dönemine rastlıyor. 

Bu döneme ait pek çok 

şiirde ve yazılı 

eserde hatta 

resimde 

orkideye 

rastlanıyor. 

Avrupa’nın 

orkideyle 

Doğanın en sıra dışı bitkilerinden olan orkideler zarif görünümleriyle kadınların, “Hayır” 

diyemedikleri çiçeklerin başında yer alıyor 

Among nature’s most extraordinary plants, Orchids with their elegant appearance lead the 

list of flowers that women just cannot say “No” to 

tanışması ise 18’inci yüzyılın 

başlarına denk düşüyor. Kaşifler 

ve maceraperestler uzak 

ülkelere yaptıkları yolculuklarda 

karşılaştıkları türleri, ülkelerine 

getirip, asilzadelere hediye 

ediyor. Bu sayede orkide kralların, 

soyluların ve asillerin çiçeği olarak 

tanınmaya başlıyor. 

19’uncu yüzyılda seralarda 

üretilmeye başlayan orkidelerin 

fiyatı nispeten ucuzluyor, bu güzel 

çiçek daha ulaşılabilir hale geliyor. 

Ama ulaşılsa da tutkusu bitmiyor! 

Şu anda dünyada, 40’ın üzerinde 

orkide derneği faaliyet gösteriyor. 

Bu derneklerin çatısı altında 

toplanan insanlar, henüz bilim 

dünyasının tanımadığı bir türü 

keşfedebilmek ya da az bulunur 

bir türü fotoğraflayabilmek 

için keşif gezileri, foto-safariler 

düzenliyor. 

Noble, elegant, difficult to reach... If 

you had to use all these adjectives 

for a flower, first springing to 

mind would be orchid. Growing 

indigenously in the heart of nature, 

which makes orchid a ‘wild’ flower, it 

is one of the first choices of men who 

want to declare their love. Just like 

diamonds. 

So, when and how did this “expensive 

jewel” nature created with its own 

hands appear from dark and quiet 

areas When did it enter our lives 

and became the symbol for love, 

aesthetic and passion 

Before answering these questions, 

let’s start with correcting a well 

known misconception. Orchids 

are not tropical plants as many of 

us think. In fact, it is not really a 

misconception to think that orchids 

are tropical. Because, orchids, single 

stems of which we buy by paying 

almost a small fortune, are flowers 

produced by cross breeding tropical 

species. But there are 880 variety 

and 22 thousand types of orchids in 

the world. 

First appearance of orchids in written 

records coincides with Han Dynasty 

who ruled China in 206-220 BC. 

Orchids appear in many poems and 

articles written in this period and as 

well as in pictures. 

Orchid’s introduction to Europe 

coincides with the start of 18 th 

century. Explorers and adventurists 

bring back types of orchids they 

come across on their journeys to far 

away countries and present them 

to nobility. As a result, orchids are 

recognised as the flower of kings, 

nobles and aristocracy. 

Price of orchids become reasonably 

cheaper after being produced in 

green houses during 19 th century,

Orchis Anatolica! 

Orkidenin pahalı ve -belki de 

bundan ötürü- bu kadar çekici 

olmasının nedeni, üretiminin 

zorluğu. Düşünün,bir orkidenin 

çiçek açması için 10 yıla varan 

sürelere ihtiyaç duyulabiliyor. 

Üstelik, orkide kimi zaman 

görünürde hiçbir sorun olmasa da 

aniden kuruyup ölebiliyor. 

İşte bu zorluk ve kırılganlık, 

onu diğer çiçeklerden ayırıyor. 

Oysa, ender bulunan çiçeklerden 

değil orkide! Yazının başında da 

söyledik. Dünyada 22 binden 

fazla türü bulunuyor. Alaska’dan 

Amerika’ya kadar her iklimde, 

hemen her toprakta yetişiyor. Hele 

Türkiye... Başlıkta da vurguladığımız 

gibi, başlı başına bir orkide 

cenneti. Anadolu topraklarında 

tam 140 çeşit orkide yetişiyor. 

Üstelik bunların 40’ı endemik, 

yani sadece bu topraklarda 

yetişen çiçekler. Adını bizzat 

Anadolu’dan alan Orchis Anatolica 

ve Kahramanmaraş’ın Elbistan 

ilçesinin antik dönemdeki ismini 

bilim literatürüne sokan Cataonica 

Orkidesi bunlardan sadece ikisi. 

Türkiye’de orkideler ağırlıkla 

Güney Batı Ege, Karadeniz Bölgesi 

ve Toroslar civarında yetişiyor. 

Üstelik Anadolu halkı da orkidelerle 

sandığımızdan çok daha haşır 

neşir. Bu güzel çiçekler, orkide 

kadar sofistike olmasa da, çok daha 

samimi ve sıcak isimlerle anılıyor; 

‘Diliçıkık’, ‘Tavşan Topuğu’ gibi. 

these beautiful flowers become 

more accessible. Currently there are 

more than 40 orchid associations in 

operation across the world. People 

who gather under the roof of these 

organisations organise exploration 

trips, photo-safaris to unearth types 

not yet discovered by scientists or to 

photograph a rare type of orchid. 

Orchis Anatolica! 

The reason for orchids being 

expensive and - perhaps because of 

that-so attractive is the difficulties in 

producing it. Think about it, almost 

10 years is needed for an orchid to 

flower. What’s more is that an orchid 

may suddenly dry up and die without 

an apparent reason. 

This difficulty and fragility separates 

orchids from other flowers. Yet, an 

orchid is not a rare flower! We said 

so at the beginning of the article. 

There are more than 22 thousand 

types in the world. It grows in every 

climate, in almost every type of soil 

from Alaska to America. At least in 

Turkey... As we pointed out in our 

headline, Turkey is an orchid heaven 

in its own right. 140 different types 

of orchid is grown on Anatolian 

soil. Furthermore, forty of them 

are endemic which means that 

they only grow on this land. Orchis 

Anatolica which gets its name from 

Anatolia and Cataonica Orchid which 

introduced the name of Elbistan town 

in Kahramanmaraş on to scientific 

literature is just two of them. 

Dactylorhiza da Anadolu’da yetişen orkidelerden bir tanesi 

Dactylorhiza is just one of many species of orchids grown in Anatolia

Taklitçi çiçek 

Anadolu insanının orkidelere 

koyduğu isimler, ilk başta sıradan 

görünse de, orkidelerin çok 

önemli ve şaşırtıcı bir yeteneğine 

işaret ediyor; Orkideler doğanın 

en yetenekli taklitçilerinden biri. 

Üstelik taklit yetenekleri onların 

soyunun devamını sağlamak 

için buldukları bir yöntem. 

Döllenmek için gerekli nektara 

sahip olmayan bazı türler, bu 

eksiklerini hayvanları kullanarak 

aşıyor. Örneğin, ‘Mirror Orchid- 

Ayna Orkidesi’nin taç 

yaprakları neredeyse 

dişi bir arıyla aynı. Bu 

aldatıcı görüntüyü bir 

de kimyasal 

uyarı 

maddeleriyle 

birleştiren çiçek, 

bir mıknatısmış 

gibi erkek arıları 

kendisine çekiyor. 

Latince adı ‘Ophrys 

speculum’ olan 

orkide, taklit 

konusunda 

neredeyse orkideler 

aleminin bile en iyisi. 

Bu türün çiçekleri 

şekline, rengine, 

tüylerine varıncaya kadar, 

kanatları açık haldeki dişi bir 

yaban arısına benziyor. 

Anadolu insanı da orkideleri 

isimlendirirken işte bu taklit 

Ayna orkidesi 

Mirror orchid 

yeteneğine atıfta bulunmuş. 

Mesela Samsun dolaylarında 

yetişen Orchis Apifera isimli orkide 

türünün yerel adı 

‘arı selefi’. 

Üstelik bu 

taklit 

yeteneği 

çiçekleri 

isimlendirme 

konusunda 

bilim 

adamlarına da 

ilham vermiş. Çiçekleri 

kelebeğe benzetilen 

türün bilimsel adı, Orchis 

Papilionacea yani 

Kelebek Orkidesi. 

Elleri ve ayaklarına 

kadar bir maymunu 

andıran Orchis Simia- 

Maymun Orkidesi 

Orkidelerin üremeleri 

konusundaki tek sıra dışı 

özelliği taklit de değil. 

Bazı orkide türleri çok 

zorlandıklarında 

kendi kendine 

de üreyebiliyor. 

Çünkü hem 

erkek hem de 

dişi organlarına 

sahipler. 

Orkideler, bir yandan 

bu özellikleri bir yandan 

da kırılgan görünüşleriyle çok 

etkileyici. Tıpkı doğanın kendisi 

gibi! 

Kelebek orkidesi 

Butterfly orchid 

Orchids in Turkey generally grow 

in South West Aegean region, Black 

Sea region and around Taurus 

mountains. Moreover Anatolian folk 

is more familiar with orchids than 

we think. These beautiful flowers are 

referred to with more sincere and 

warm names even though they are 

not as sophisticated as the name 

orchid; such as ‘Diliçıkık’ (tongue 

hanging out), ‘Tavşan Topuğu’ 

(rabbit’s heel). 

Copycat flower 

While the names give to orchids by 

the people of Anatolia may at first 

appear as ordinary, they point out 

an important and incredible skill; 

Orchids are one of the most skilful 

impersonators of nature. And the 

copycat skill of orchids is a method 

they invented to provide continuity to 

their breed. 

Some types of orchids which do not 

have enough pollen for fertilization 

use animals to fulfil this shortcoming. 

For example, crown leaves of ‘Mirror 

Orchid’ are very similar to a female 

hornet. Combining this deceptive 

appearance with a chemical stimulus, 

the flower attracts male hornets like 

a magnet. Orchid named ‘Ophrys 

speculum’ is the best of the orchid 

world when it comes to imitation. The 

flowers of this type with its shape, 

colour, bristles resemble an open 

winged female hornet. 

The people of Anatolia had referred to 

this skill when they named orchids. 

For instance, the local name of Orchis 

Apifera which grows in Samsun 

region is ‘arı selefi’ (hornet follower). 

This imitation skill has also inspired 

scientists when naming the flowers. 

The scientific name of the type 

whose flowers resemble a butterfly 

is Orchis Papilionacea, which means 

Butterfly Orchid. Orchis Simia which 

resembles a monkey from top to toe 

is Monkey Orchid. Imitation is not the 

only extraordinary feature of Orchids 

when it comes to breeding. Some 

types of orchids can self breed if they 

find breeding difficult. Because they 

have female and male genitalia. 

Orchids are very impressive with 

these 

features 

as well 

as with their 

fragile appearance. 

Just like the 

nature itself! 


Büyük tehdit: 

Salep ve dondurma 

Orkide üreme ve dayanıklılık konusunda yetenekleriyle bilim 

adamlarını bile şaşırtıyor. Ama onlar bile, insanoğlunun tehdidi 

altında. Kimi türleri tükenme yolunda alarm veriyor. Üstelik bu 

tehlikenin baş sorumluları; Salep ve dondurma. 

Kış aylarında severek içtiğimiz, güzel kokulu, lezzetli, şifalı içecek ve 

dünyaca ünlü Maraş dondurması, Türkiye’deki orkidelerin sonunu 

getirmek üzere. Çünkü salepin ana maddesi ve Maraş dondurmasına 

kıvamını veren şey aynı; yabani orkide yumrusunden elde edilen 

toz. ‘Türkiye’nin Orkideleri’ isimli kitabın yazarı Hollandalı uzman 

Karel Kreutz, Türkiye’de yılda 120 milyon orkidenin söküldüğünü 

dile getiriyor. 1000-4000 Orkide yumrusundan sadece bir kilo 

toz elde ediliyor. Türkiye’de 40’ı endemik, 60 tür bu nedenle yok 

olma tehlikesi altında. Oysa dünyanın pekçok yerinde özel olarak 

korunuyor. Örneğin Hollanda orkide sökümü yapanlara hapis cezası 

bile uyguluyor. 

Great threat: 

Salep (orchis) and ice-cream 

Orchids amaze even the scientists with their breeding and durability 

skills. But even they are under the threat of mankind. Some species are 

giving warnings of extinction. The main culprits of this danger; Salep 

(Orchis) and icecream. 

Beautifully scented, delicious, healthy drink which we drink in winter 

months and world famous Maraş ice-cream are about to bring about the 

end of orchids. Because the main ingredient of salep and the ingredient 

that gives consistency to Maraş ice-cream are the same thing; powder 

which is obtained from the anther of an orchid. 

The author of the book called ‘Orchids of Turkey’, the Dutch expert Karel 

Kreutz says that 120 million orchids are uprooted every year in Turkey. 

Just a kilogram of powder can be obtained from 1000-4000 orchid 

anthers. Because of that, 60 species, 40 of which are endemic, are under 

the threat of extinction. But in many places across the world they are 

especially protected. There are even jail sentences in Holland for those 

who uproot orchids. 


ŞEYLERİN TARİHİ 

history of things 

ROBOTUN CİZRELİ BABASI 

Günümüzde etrafımız robotla çevrili. Peki, ilk insansı robotun bu topraklarda 

icat edildiğini biliyor muydunuz Ya, satranç oynayan robotun ardındaki 

sahtekarlığı Yanıtlarıyla birlikte, işte robotun tarihçesi 

2 Aylin Şen 

FATHER OF ROBOT FROM CİZRE 

Nowadays, we are surrounded by robots. But did you know that first robot 

resembling a human being was first invented in this land What about the 

fraudulence behind robot playing chess With answers to these questions, 

here is the history of robot

Karel Çapek, adının da 

hissettirdiği gibi, bir 

Çek. Tarih sahnesinde 

çok çarpıcı bir nedenle 

yer alan bir oyun yazarı. O, 

robotların isim babası. Aslında 

‘robot’ Çek dilinde ‘esir’ anlamına 

geliyordu. Karel Çapek, 1921 

yılında yazdığı bir oyunda insanların 

yerine çalışmaları için yaratılacak 

‘esirlerden’ söz ediyordu. Yani 

robotlardan! 

Sözcük yeniydi belki ama, fikir 

çok eski... Otomat / robot fikri 

-kaynaklara göre- yaklaşık 3 bin 

yıl öncesine uzanır. Homeros 

İlyada adlı eserinde ‘hareketli 

üçayaklılardan’ söz eder. Bunlar 

bildiğimiz anlamda ‘canlı’ değildir 

ama canlı gibi hareket ederler. 

Aristo da M.Ö. 4.yüzyılda şöyle 

der: “Eğer her araç kendi işini 

görebilseydi, insan eline ihtiyaç 

duymadan mekik kendi 

dokuyabilse, lir kendi 

kendine çalabilseydi, 

yöneticilerin insana 

ihtiyacı kalmazdı!” 

Aristo’nun öngördükleri 

bugün gerçek. Neyse ki, 

yöneticilerin hâlâ insana 

ihtiyacı var. Ama yazının 

sonuna sakladığımız 

sürprizde göreceğiniz gibi 

pek de ‘hayra alamet’ değil! 

Biz, o sürprize ve bugünkü 

robot nesline geçmeden, yine 

geçmişe uzanalım. Robotların 

tarihçesine göz atalım. 

İlk robot Anadolu’dan 

O tarihçede, bu toprakların da adı 

geçiyor. Üstelik bir ‘ilk’ ile. Pek çok 

kaynağa göre, bugünkü tanımıyla 

robot biliminde çalışmalar yapan 

ilk bilim adamı, Cizreli İsmail Ebul 

İz... Adından da anlaşılacağı üzere 

Cizre’de -1153 yılında- doğmuş. 

Çağının ötesinde araştırmalara imza 

atmış. Üstelik teorik çalışmayla 

kalmamış, tümüyle insana benzeyen 

bir makineyi, yani ilk insansı robotu 

yapmış. Ve hizmetinde çalıştığı 

Sultan Artukoğlu Nasreddin’e 

sunmuş. 

Heyecanlı bir yolculuk 

Avrupalı bilim adamları, onun 

çok gerisinde kalmış, ama daha 

Karel Çapek 

Karel Çapek 

sonra koşar 

adımlarla yürümüş. 

İşte o yolculuktan birkaç örnek: 

1700’lerin ortasında Fransız mucit 

Vaucanson bir ‘oyuncak’ icat 

etti. Ancak bu oyuncak insana 

benziyordu... İnsan boyundaydı... 

Lastik dudaklarını ve parmaklarını 

hareket ettiriyor, elindeki flüte hava 

üflüyordu.. Repertuvarında da tam 

12 melodi vardı. 

1700’lerin sonlarında Von 

Kempelen, bir adım daha attı. 

Onun robotu satranç oynuyordu. 

Yani hareket etmekle kalmıyor, 

düşünmenin ilk evresini 

Karel Çapek is a Czech, as his 

name suggests. He is a play writer 

who has entered history’s stage 

with a very striking reason. He 

is the name father of robots. In 

fact, the word ‘robot’ means 

‘captive’ in Czech language. 

In a play that Karel Çapek 

wrote in 1921, he was 

talking about ‘captives’ 

to be created to work 

instead of humans. I.e. 

robots 

The word may be new 

but the idea is very old... 

the idea of an automat / robot goes 

back for 3 thousand years -according to 

sources-. Homer mentions ‘mobile three 

legged’s’ in his Iliad. They are not ‘alive’ 

as we know it but they move as though 

they are alive. 

Aristotle says the following in 4 th 

century BC: “If every tool could look 

after itself, shuttle back and forth 

without needing the human hand, if a 

Lyre could play itself, managers would 

not need the humans!” 

What Aristotle was predicting is today’s 

reality. Fortunately, managers still 

need humans. But as you will see with 

a surprise we are keeping till the end of 

this article, it does not ‘bode well’! 

Before moving on to that surprise and 

the robot generation of today, let’s go 

back to past once again. Let’s take a 

look at the history of Robots. 

First robot is from Anatolia 

The name of this land is mentioned 

in that history. And that with a ‘first’. 

According to many sources, the first 

scientist who studied the robot science 

as described today is Cizreli İsmail Ebul 

İz... As his name suggests, he was born 

in Cizre in 1153. He put his name on 

research well in advance of his time. 

He had not just stopped at theoretical 

work and created a machine completely 

resembling a human, i.e. the first 

humanoid robot. And he presented it to 

Sultan Artukoğlu Nasreddin for whom 

he worked. 

An exciting journey 

European scientists had been left well 

behind by him but later they progressed 

rapidly. Here are a few examples from 

that journey! 

French inventor Jacques de Vaucanson 

invented a ‘toy’ in around the middle 

of 1700s. But this toy resembled a 

human being... it was the same height 

as a human... it could move its plastic 

lips and fingers, blow air into a flute in 


sergiliyordu. Derken, heyecan 

balonu bir anda patlayıverdi. Von 

Kempelen, robotun içine bir çocuk 

yerleştirmişti. Yani robot sahteydi! 

Ama, bilim dünyası artık harekete 

geçmişti. 1700’lerin sonu ve 

1800’lerin başından itibaren müthiş 

icatlarla meraklıların karşısına çıktı: 

1774: Droz tarihteki en karmaşık 

otomatlardan birini geliştirdi. 

‘Otomatik sekreter’ 40 harf 

uzunluğunda bir mesajı kalemle 

yazabiliyordu. 

1805: Maillardet resim çizebilen, 

İngilizce ve Fransızca yazabilen bir 

otomat yaptı. 

1876: Dünya Fuarı’nda gerçek 

insan boyunda otomatik ressamlar, 

iskambil sihirbazları ve üflemeli 

aletler çalan müzisyenler ortalığı 

kasıp kavurdu. 

Birkaç yıl içinde, Thomas Edison 

‘fonograf’ adlı icadının küçültülmüş 

bir halini kullanarak meşhur 

konuşan bebeği tasarladı. 

1940’larda Westinghouse robot bir 

çift yarattı. ‘Electro’ adlı robot, dans 

ediyor, 10’a kadar sayıyor, sigara 

içiyordu. Arkadaşı robot köpek de 

yanında yürüyor, arka bacakları 

üzerine kalkıyor ve havlıyordu. 

1960’ların sonlarında araştırmacılar 

‘Shakey’ adında bir robot 

geliştirdiler. Shakey etraftaki 

eşyalara çarpmadan odalar 

arasında dolaşabildiği gibi, sesli 

Thomas Edison yaptığı 

fonograflardan biriyle 

Thomas Edison with one of the 

phonographs he has produced 

komutlara göre tahta kutuları üst 

üste dizebiliyordu. Hatta kutuların 

düzgün durup durmadığını kontrol 

ediyor, gerekirse düzeltiyordu. 

Robotlar, bugün artık hayatımızın 

bir parçası. Japonya, evlerde 

ve özellikle yaşlılara bakımda 

kullanılacak robotların ucuz ve seri 

üretimi için kafa yoruyor. ABD ise, 

işi neredeyse fabrikaların robotları 

devredilmesi noktasına getirdi. İşte 

en son örnek: ABD’nin Florence 

şehrinde Yamazaki Machiner Works 

Firmasının kurduğu dev fabrikada 

üretimi tümüyle robotlar yapıyor. 

Sadece 6 ‘insan’ çalışıyor. Ne mi 

yapıyorlar Yerleri süpürüyorlar! 

Ben robot! 

Biyokimyacı, yani bilim adamı.. 

Ve 50’ye yakın roman yazmış, 

yani yazar.. İsaac Asimov, bu 

iki özelliğini birleştirerek robot 

tarihçesinde benzersiz bir yere 

sahip oldu. 1920-1992 yılları 

arasında yaşayan Asimov Aristo’nun 

hayallerini / fantezisini, Cizreli İsmail 

Ebul İz’in aklıyla buluşturdu. Bilime 

yakın duran, ama popüler bir dille 

yazdığı için bilime uzak okuyucunun 

da ilgisini çeken kitaplara imza attı. 

Sayısız ödül kazandı. Romanları 

yüzlerce kez filme çekildi. En ünlü 

kitaplarından ‘Ben Robot’ ve aynı 

adı taşıyan film, bunlara son örnek 

oldu. Ancak, Asimov’u asıl benzersiz 

his hand.. It also had 12 melodies in its 

repertoire. 

Towards the end of 1700s, Wolfgang 

Von Kempelen took another step. His 

robot could play chess. That meant 

that not only it could move but it could 

display the first stages of thought. But 

suddenly, the balloon of excitement had 

burst. Von Kempelen had placed a child 

inside the robot. The robot was a fake! 

But the science world had started to 

move. From the end of 1700s to the 

beginning of 1800s it appeared with 

superb inventions before its curious 

fans: 

1774: Droz developed one of the most 

complicated automats in the history. 

‘The Automaton secretary’ could write a 

40 letter long message with a pen. 

1805: Maillardet created an automat 

that could draw pictures, write English 

and French. 

1876: Real human size automatic 

Shakey 

Shakey 

artists painting pictures, card 

tricksters and musicians who could 

play woodwind instruments swept the 

World Fair. In just a few years, Thomas 

Edison designed his famous talking doll 

by using a scaled down version of his 

invention called ‘phonograph’. 

Westinghouse created a pair of robots 

in 1940s. The robot named ‘Electro’ 

could dance, count to 10, smoke a 

cigarette. His dog robot friend would 

walk alongside it, stand on its hind legs 

and bark. 

Researchers developed a robot called 

‘Shakey’ at the end of 1960s. As well 

as wandering between rooms without 

bumping into furniture around, Shakey 

could stack wooden boxes up according 

to voiced commands. It could even 

check that wooden boxes are lined up 

neatly, correct them if need be. 

Robots are now part of our lives. 

Japanese are working on cheap and 

serial production of robots to be used 

in houses and especially robots to look 

after old people. USA is almost at the 

stage where tasks in a factory are about 

to be assigned to robots. Here is the 

latest example: Whole production at a 

giant factory constructed by Yamazaki 

Machiner Works Company in Florence, 

USA is carried out completely by robots. 

Only 6 ‘people’ work there. What do 

they do They sweep the floor! 

I robot! 

He is a biochemist, which means he is 

a scientist.. He had written nearly 50 

novels, which means he is an author. 

By combining these two skills, Isaac 

Asimov earned a unique place in the 

history of robots. He brought dreams 

/ fantasies of Asimov Aristo who lived 

between 1920-1992 together with the 

mind of Cizreli İsmail Ebul İz. He wrote 

books that was close to science but also

kılan, bilimin de faydalandığı 

bir kuramın yaratıcısı olması. 

“Robotların Yasası” diye bilinen bu 

kuram, üç şartı şekillendirir: 

1- Bir robot kesinlikle bir insana 

zarar veremez veya kayıtsız kalarak 

bir insanın zarar görmesine neden 

olamaz. 

2- Birinci yasa ile çelişmediği sürece 

bir robot insanlar tarafından verilen 

komutlara uymak zorundadır. 

3- Birinci ve ikinci yasa ile 

çelişmediği sürece bir robot kendi 

varlığını korumak zorundadır. 

İsmail Bey’in marifetleri 

Batı’nın ‘El Cezeri’ diye bildiği 

Cizreli İsmail Ebul İz, 1136 

yılında -adından da anlaşılacağı 

üzere- Cizre’de doğmuş. Çağını aşan 

bir öncülükle sibernetik ve robot 

biliminde araştırmalar yapmış. 21 

yaşında saray mühendisi olarak 

Diyarbakır’da Artuklular Beyliğinin 

hizmetine giren Cizreli İsmail, 30’lu 

yaşlarında sarayın baş mühendisi 

olmuş. 50’den fazla buluşunu / 

makinesini ‘Mekanik Hareketlerden 

Mühendislikte Faydalanmayı İçeren 

Kitap’ adlı eserinde çizimleriyle 

birlikte anlatmış. 

Bu eserin orijinali maalesef kayıp. 

Ancak bilinen 15 kopyasından 10’u 

Avrupa’nın farklı müzelerinde, 5 

tanesi de Topkapı ve Süleymaniye 

kütüphanelerinde bulunuyor. Neler 

anlatılmıyor ki o kitapta: 

Aralarında çamaşır teknesine 

otomatik olarak su döken ‘arap 

kadın’ şeklindeki robotun da 

bulunduğu ‘insansı otomatlar’.. 

Saatler, su makineleri, şifreli 

kilitler, kasalar, termos, otomatik 

çocuk oyuncakları, otomatik 

yüzen kayık, su tulumbaları.. 

Ve günümüzde bütün motorlu 

vasıtalarda bulunan ‘krank mili’.. 

attracted the interest of readers not 

interested in science as he wrote using 

a popular language. He won numerous 

awards. His novels had been filmed 

for hundreds of times. One of his most 

famous books “I robot” and the film of 

the same name is the latest example 

of that. 

But what made Asimov unique was 

to be the inventor of a theory which 

also benefited the science. The theory, 

known as the “Three Laws of Robotics”, 

forms three conditions: 

1- A robot may not injure a human 

being or, through inaction, allow a 

human being to come to harm. 

2- A robot must obey the orders given 

to it by human beings, except where 

such orders would conflict with the First 

Law. 

3- A robot must protect its own 

existence as long as such protection 

does not conflict with the First or 

Second Laws. 

The talent of İsmail Bey 

Cizreli İsmail Ebul İz who was known 

in the west as “El Cezeri” was born 

in Cizre in 1136, as evident from his 

name. With a pioneering well advance 

of his time, he carried out research in 

the fields of cybernetics and robotic 

science. Entering the services of 

Artuklular Principality in Diyarbakır 

as the palace engineer at the age of 

21, Cizreli İsmail became the head 

engineer of the palace around 30 years 

of age. He collated more than 50 of his 

inventions / machines in his book called 

“The Book that Contains the Use of 

Mechanic Movements in Engineering” 

with drawings. 

Unfortunately, the original of this book 

is lost. But, of 15 copies known to exist, 

10 are in various museums in Europe, 

5 are held in Topkapı and Süleymaniye 

libraries. What has not been told about 

in that book: 

“Humanoid automaton” robots in the 

shape of “an Arabic woman” who 

pours water into a washing trough 

automatically.. Watches, water 

machines, combination keys, safes, 

thermos, automatic children’s toys, 

boats floating automatically, water 

pumps.. And “crank shaft” which 

is found in every motorised vehicle 

today... 


OTEL 

hotel 

ORADA HÂLÂ YAZ 

Sonbahar geldi. Kış hazırlıkları başladı. Ama yaza doyamayan ya da yazın 

tatil yapamayanlar üzülmesin. Çünkü Ege’de yaz henüz bitmedi 

IT’S STILL SUMMER THERE 

Autumn has arrived. Preparations for winter are underway. But those who 

has not had enough of summer or those could not have had a holiday 

should not feel sorry. Because, summer is not yet over in the Aegean

Hikaye odur ki, 

Apollon, Daphne’ye 

Didim’de aşık olmuş 

ve onun peşinden 

koşmuş. Ondan kaçan Daphne, 

Toprak Ana’ya kendisini saklaması 

için yalvarmış. Yakarıları kabul 

olan Daphne, defne ağacına 

dönüşüvermiş. 

Ege’nin gözbebeği Didim, 

efsanevi aşkların ve kaçıp 

kovalama öykülerinin ana vatanı. 

Ne de olsa, tanrılara/tanrıçalara 

layık güzellikte... Sıcacık havası, 

masmavi koyları, palmiyeleri, 

çam ağaçları, defneleriyle 

yeryüzündeki minik cennetlerden 

biri... 

Didim tüm bu özellikleriyle, yazın 

bitmesini istemeyenleri, yüksek 

turizm sezonunun kalabalığından 

hoşlanmayıp, sakin ve huzurlu 

bir adres arayanları ağırlamaya 

devam ediyor. 

İşte o adreslerden biri: Venosa 

Beach Resort-SPA Didim’in özel 

bir koyunda kurulu, 5 yıldızlı 

deluxe bir tatil merkezi. Tamamı 

deniz manzaralı 297 oda ve 

750 yatağa sahip Venosa Beach 

Resort-SPA, farklı mutfakların 

tatlarını sunan restoranları, 

değişik ebatlardaki havuzları, 

muhteşem plajı ve rahatlatıcı 

SPA uygulamalarıyla mevsimlerin 

değişimine meydan okuyor. 

Ekim rüzgarı denizden uzak 

mı tutuyor! Venosa Beach 

Resort-SPA, animasyon ekibi ve 

discolarıyla da hizmet veriyor. 

Ayrıca Didim’in 4 mevsim 

hareketli gece yaşantısına 

ulaşmak son derece kolay. Çünkü 

otel Didim’in merkezine sadece 

4 kilometre uzaklıkta. Otelin 

konumu, tarih ile iç içe olmak, 

geçmişin izlerine dokunmak 

isteyenler için de son derece 

uygun. Otelin konukları, Didyma 

Antik Kenti’ne yarım saatlik bir 

yolculukla ulaşabilir, Kehanet 

Tanrısı Apollon adına dikilmiş 

görkemli tapınağı ziyaret edebilir, 

civardaki defne ağaçlarına göz 

gezdirerek mitolojik bir aşkın izini 

sürebilir. 

Bodrum Havalimanı’na 80, İzmir 

Adnan Menderes Havalimanı’na 

140 kilometre uzaklıkta bulunan 

Venosa Beach Resort-SPA, iş 

toplantılarını mini bir tatile 

dönüştürmek isteyenler için de 

ideal. Otelin tam donanımlı bir 

toplantı salonu ve yine açık hava 

toplantılarında kullanılabilecek 

şekilde tasarlanmış bir 

anfitiyatrosu da bulunuyor. 

Venosa Beach Resort-SPA 

Adres: Gevrek Mevkii Yeşilkent 

Didim 

www.venosa.com.tr 

The legend has it that Apollon 

had fallen in love with Daphne in 

Didim and followed her. Running 

away from him, Daphne pleaded 

with Mother Earth to hide her. 

Daphne’s pleas were accepted 

and she was turned into a bay 

tree. 

Didim is the favourite of the 

Aegean is the land of legendary 

loves and stories of run and 

chase. After all, its beauty is 

worthy of gods / goddesses... 

With It’s warm climate, deep 

blue bays, palm trees, pine trees, 

bay trees, it is one of the little 

paradises on earth... 

With all these features, Didim 

continues to welcome those who 

do not want summer to be over, 

those who are not happy with the 

crowds of high season and seek a 

quiet and peaceful address. 

Here is one of those addresses: 

Venosa Beach Resort-SPA is 

a 5 star deluxe holiday resort 

established on an exclusive 

bay in Didim. Venosa Beach 

Resort-SPA with 297 rooms, 

all of which has sea views and 

750 bed capacity is challenging 

the changes in seasons with 

swimming pools of varying sizes, 

magnificent beaches and relaxing 

SPA applications. 

Is the October wind keeping you 

away from the sea! Venosa Beach 

Resort-SPA also serves with its 

animation team and discos. In 

addition, it is very easy to get to 

Didim’s night life which is lively 

all 4 seasons. Because, the hotel 

is only 4 kilometres from the 

centre of Didim. Where the hotel 

is situated is very convenient for 

those who want to be close to 

history, want to feel the traces 

of the past. Guests of the hotel 

can reach Didyma Antique City 

after a half an hour journey, 

visit the magnificent temple 

erected in honour of Oracle God 

Apollon, have a look at bay 

trees surrounding the temple 

while following the traces of a 

mythological love story. 

80 Kilometres from Bodrum 

Airport and 140 kilometres from 

İzmir Adnan Menderes Airport, 

Venosa Beach Resort-SPA is 

also ideal for those who want 

to turn their business meetings 

into a mini holiday. The hotel 

has a fully equipped meeting hall 

and an amphitheatre which is 

designed to be used for open air 

meetings. 

Venosa Beach Resort-SPA 

Address: Gevrek Mevkii 

Yeşilkent Didim 

www.venosa.com.tr 


KISA HABERLER 

news 

Lufthansa Avrupa’nın lider havayolu 

Lufthansa, 213 bin uzmandan oluşan bağımsız değerlendirme 

komitesi tarafından ‘Avrupa’nın Lider Havayolu Şirketi’ seçildi. 

Lufthansa Türkiye Genel Müdürü Gregor Wende, “Lufthansa’nın 

Avrupa pazarına nitelikli ürünlerle hizmet sunma konusundaki 

azmi Avrupa turizm uzmanları tarafından bir kez daha takdir 

edildi. Bu prestijli ödülü üç kez üst üste almanın memnuniyetini 

yaşıyoruz.”dedi. 

Lufthansa is the leader 

airline of Europe 

Lufthansa was chosen as ‘Europe’s Leader Airline Company’ by 

the independent evaluation committee which is made up from 213 

thousand experts. Lufthansa Turkey General Manager Gregor Wende 

said that “Lufthansa’s determination to offer service in the European 

market with quality products has once again been appreciated by 

the tourism experts of Europe. We have the pleasure of receiving this 

prestigious award three times in a row”. 

Yolculuk konforu 

için dev yatırım! 

Lufthansa kısa ve orta menzilli 

uçak filosunda yer alan 180 

uçağın 32 bin koltuğunu 

yeniliyor. 

Havacılık devi, uçak içi 

hizmetlerini geliştirmek için 

başlatmış olduğu yenileme 

programı kapsamında yeni kabin 

donanımına 170 milyon Euro 

dolayında yatırım yapacak. 

Lufthansa ayrıca tüm uzun 

menzilli uçuşlarında WLAN 

uyumlu dizüstü bilgisayarlar veya 

Internet erişimli cep telefonlarıyla 

geniş bant kablosuz internet 

erişimi olanağı sunan FlyNet 

programını tekrar uygulamaya 

sokacak. 

Massive investment 

for passenger 

comfort! 

Lufthansa is renewing 32 thousand 

seats on 180 short and medium 

range aircraft on its fleet. 

As part of the renewal program to 

improve in-flight services, the airline 

giant will be investing around 170 

million Euros for the new cabin 

interior. 

Lufthansa will also reintroduce the 

FlyNet program on all its long range 

flights which offers wireless internet 

access to all laptops and internet 

enabled mobile phones compatible 

with WLAN. 


Dünya turizmini İzmir’de keşfedin! 

Explore the world’s tourism in İzmir! 

08-11 Aralık December 2011 

Turizm Fuar ve Konferansı 

Tourism Fair & Conference 

İzmir Uluslararası Fuar Alanı, Kültürpark 

İzmir International Fair Center, Kültürpark 

www.travelturkey-expo.com 

Partner Ülke 

Partner Country 

Partner İl 

Partner City 

T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı himayesinde 

Under the patronage of Ministry of Culture & Tourism 

Organizatörler 

Organizers 

KÜTAHYA 

Tel/Phone: +90 212 259 84 04 Tel/Phone: +90 212 334 69 24 Tel/Phone: +90 232 497 11 12 

Member 

Medya Sponsoru 

Media Sponsor 

Havayolu Sponsorları 

Airline Sponsors 

BU FUAR 5174 SAYILI KANUN GEREĞİNCE TOBB (TÜRKİYE ODALAR VE BORSALAR BİRLİĞİ) İZNİ İLE DÜZENLENMEKTEDİR 

THIS FAIR IS ORGANIZED WITH THE PERMISSION OF THE UNION OF CHAMBERS AND COMMODITY EXCHANGES OF TURKEY IN 

ACCORDANCE WITH THE LAW NUMBER 5174

KISA HABERLER 

news 

Çin Büyükelçisi ve CITIC Travel temsilcileri 

TÜRSAB’ı ziyaret etti 

Çin Halk Cumhuriyeti Büyükelçisi Gong Hiaosheng ve CITIC Travel 

temsilcileri, Çin ve Türkiye arasındaki iş birliği olasılıklarını belirlemek üzere 

TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy’u makamında ziyaret etti. Çin’in büyük bir 

turizm potansiyeline sahip olduğunu dile getiren Hiaosheng, “Türkiye ile 

aramızda var olan güçlü ticari bağın turizmle desteklenmesini arzu ediyoruz. 

Ülkeniz dünyanın en önemli seyahat destinasyonlarından biri. Çin halkının 

ülkenizin güzelliklerini keşfetmesini, daha fazla Türk’ün de Çin’i ziyaret 

etmesini istiyoruz” dedi. 

CITIC Travel yetkilileri de, Çin’in turizm pazarı hakkında bilgi vererek, 

Türkiye’deki acentelerle ortaklaşa çalışmalar yürütmek istediklerini dile 

getirdi. Toplantıya Başaran Ulusoy’un yanı sıra TÜRSAB Kurumsal İlişkiler 

Direktörü Ela Atakan ve Kurumsal İlişkiler Departmanı’ndan Gülberk 

Aşyapar katıldı. 

Chinese Ambassador and CITIC Travel 

Representatives visited TÜRSAB 

The ambassador of People’s Republic of China, Gong Hiaosheng and 

representatives of CITIC visited TÜRSAB Chairman Başaran Ulusoy in his office 

to determine possibilities of collaboration between China and Turkey. Speaking 

about the fact that China has a great tourism potential, Hiaosheng said that “We 

wish for the strong commercial tie that exists with Turkey to be supported by 

tourism. Our country is one of the most important destinations of the world. We 

also want Chinese people to discover the beauties of your country, want more 

Turkish people to visit China”. 

CITIC Travel representatives presented information about tourism market in 

China, stating that they want to embark on joint projects with agencies in Turkey. 

Alongside Chairman Ulusoy at the meeting were TÜRSAB Corporate Relations 

Director Ela Atakan and Gülberk Aşyapar from Corporate Relations Department. 

Palm Wings sizi çağırıyor 

Ege’nin en güzel ilçelerinden olan Didim, yazın son günlerini 

doyasıya yaşamak isteyenler için keyifli tatil alternatiflerini 

sunuyor. İzmir Adnan Menderes Havalimanı’na 150, Bodrum 

Havalimanı’na 80 ve Didim Otogar’ına 3 kilometre uzaklıkta 

bulunan 5 yıldızlı Palm Wings Beach Resort bunlardan biri. 

Altınkum sahilinde bulunan 362 oda ve çok sayıda konforlu villa 

ile hizmet veren otelin konukları, masaj, SPA, sauna hizmetlerinden 

de faydalanabiliyor. Farklı lezzet arayışlarına cevap veren üç A La 

Carte restoranın da hizmet verdiği TUI Gold ödüllü otel, ikram 

menüsünün zenginliği ile dikkat çekiyor. 

Ayrıntılı bilgi için: www.palmwings.com.tr 

Palm Wings is calling for you 

Didim, one of the Aegean’s pretty towns, offers delightful alternatives for 

those who want to enjoy the last days of summer to the full. 5 star Palm 

Wings Beach Resort which is 150 kilometres from İzmir Adnan Menderes 

Airport, 80km from Bodrum Airport and 3 kilometres from Didim Bus Station 

is one of those places. 

The customers of the hotel on Altınkum beach which offers service with 362 

rooms and numerous comfortable villas can make use of massage, SPA, 

sauna offerings. The TUI Gold award holder hotel where three A La Carte 

restaurants responds to the search for different tastes also attracts the 

attention with the richness of its menu. 

For further details: www.palmwings.com.tr 


THY’den teknoloji atağı 

THY, Sky Interior kabin konseptine sahip Boeing 737-800 ve Boeing 737- 

900ER uçaklarını filosuna katmaya hazırlanıyor. Boeing firmasına sipariş 

edilen 20 Adet Boeing 737-800 ve 15 Adet Boeing 737-900ER modeli 

uçakların kabin tasarımında aydınlatma, gökyüzü hissini uyandıran 

yumuşak mavi tonda olacak. Kabin yan duvarları, geniş pencere 

oyuklarıyla tasarlanarak, daha geniş görüş açısı sunacak olan uçaklar uçuş 

keyfini artıracak. Geçtiğimiz günlerde yeni bir Airbus uçağı da filosuna 

katan THY, yolcu konforuna yönelik teknolojik yatırımlarıyla dikkat 

çekiyor. 

Technology push from Turkish Airlines 

Turkish Airlines is getting ready to add to their fleet Boeing 737-800 and 

Boeing 737-900ER aircraft which includes Sky Interior concept. The interior 

lighting concept on 20 Boeing 737-800 and 15 Boeing 737-900ER aircraft 

ordered from Boeing will be in a soft blue tone that gives the feeling of sky. 

Cabin sidewalls of these aircraft have been designed with larger window 

alcoves to offer wider viewing angle to increase pleasure of flying. Also 

adding a new Airbus aircraft onto their fleet recently, Turkish Airlines is 

attracting the attention with technological investments aimed at passenger 

comfort. 


Kültür ve sanata THY desteği 

THY’nin resmi havayolu sponsoru olduğu 12’nci İstanbul Bienali, 17 

Eylül Cumartesi günü başladı. İKSV Yönetim Kurulu Başkanı Bülent 

Eczacıbaşı, THY’nin desteğinden ötürü Pazarlama ve Satıştan Sorumlu 

Genel Müdür Yardımcısı Faruk Çizmecioğlu’na bir teşekkür plaketi 

sundu. 

13 Kasım’a kadar gezilebilecek olan İstanbul Bienali, Avrupa’da, 

Venedik Bienali ile beraber yılın en önemli sanat etkinliği olarak 

anılıyor. 

Support for Culture and art from Turkish Airlines 

The 12 th İstanbul Biennial, sponsored by Turkish Airlines began on Saturday 

17 th September. The Board Chairman of İKSV Bülent Eczacıbaşı presented 

a plaquette to Deputy General Manager Faruk Çizmecioğlu, Responsible for 

Marketing and Sales to thank Turkish Airlines for their support. 

İstanbul Biennial which is open until 13 November is considered to be the 

most important art event of the year in Europe along with Venice Biennial. 

THY’nin uçuş ağı dünyayı sarıyor! 

Uçuş konforu ve yolculuk kalitesine yaptığı yatırımların yanı 

sıra teknoloji atağıyla da dikkat çeken THY, uçuş ağını da hızla 

genişletiyor. Dünyanın en prestijli havayolu şirketleri arasında 

gösterilen THY, artık Irak’a ve Suudi Arabistan’a da direkt seferler 

düzenliyor. THY’nin ilk Musul seferi 13 Ekim, Dammam seferi ise 17 

Ekim 2011’de gerçekleştirilecek. 

The flight network of Turkish Airlines 

encircles the world! 

Attracting the attention with investments for flight comfort and flight quality as 

well as its technological push, Turkish Airlines is rapidly expanding its flight 

network. Considered to be among the most prestigious airlines of the world, 

Turkish Airlines are now flying direct to Iraq and Saudi Arabia. Maiden Turkish 

Airlines flight to Mosul will be on 13 th October, Dammam flight will be on 17 th 

October 2011. 

İstanbul-Musul / Mosul 

Pazartesi, perşembe, cuma, pazar 

Mondays, Thursdays, Fridays, Sundays 

Musul / Mosul-İstanbul 

Pazartesi, perşembe, cuma, pazar 

Mondays, Thursdays, Fridays, Sundays 

İstanbul-Dammam 

Pazartesi, perşembe, cumartesi 

Mondays, Thursdays, Saturdays 

Dammam-İstanbul 

Salı, cuma, pazar 

Tuesdays, Fridays, Sundays 

Kalkış /Varış 

03:45 06:05 

Kalkış / Varış 

07:50 10:10 


10:00 11:50 


12:50 17:00 

(Tüm saatler yereldir. All times are local.)

Dünya'nın biletini kesiyoruz! - Türkiye Seyahat Acentaları Birliği

Create successful ePaper yourself

Delete template?

Save as template?