28.10.2014 Views

Dünya'nın biletini kesiyoruz! - Türkiye Seyahat Acentaları Birliği

Dünya'nın biletini kesiyoruz! - Türkiye Seyahat Acentaları Birliği

Dünya'nın biletini kesiyoruz! - Türkiye Seyahat Acentaları Birliği

SHOW MORE
SHOW LESS

You also want an ePaper? Increase the reach of your titles

YUMPU automatically turns print PDFs into web optimized ePapers that Google loves.

Boğaz’ın sessiz emektarları Quiet veterans of the Bosphorus Bir aşka adanmış iki cami<br />

Mihr ü mah - Güneş ve ay Two mosques dedicated to one love Mihr ü mah - The sun and the<br />

moon Uzakdoğu’nun modern aslanı: Singapur The modern lion of the fareast: Singapore


Dünya’nın <strong>biletini</strong> <strong>kesiyoruz</strong>!<br />

1.938 <strong>Seyahat</strong> Acentesi BiletBank sistemi üzerinden son dört yılda<br />

3.280.000 adet sorunsuz işlem gerçekleştirdi ve<br />

toplam 1.838.396 adet uçak bileti düzenledi.<br />

Teknolojimize ortak olun.<br />

• 797 Havayolu ve<br />

Low-Cost taşıyıcı<br />

• Online Rezervasyon-<br />

Biletleme-İptal-Değişiklik<br />

• 7/24/365 Çağrı Merkezi<br />

• Kendi Web Sitenizde<br />

Online Bilet Satış İmkanı (iframe)<br />

• BKM Denetimde Güvenli<br />

Kredi Kartı İşlemleri<br />

• Servis Ücreti Belirleme ve<br />

Taksitli Satış İmkanı<br />

www.rapidoajans.com<br />

Üyelik için: www.biletbank.com / basvuru@biletbank.com<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011


‹çindekiler Contents<br />

Sayı: 309 / Mart 2011 • Issue: 309 / 2011 March<br />

20<br />

Boğaz’ın sessiz emektarları<br />

Quiet veterans of the Bosphorus<br />

06<br />

Sultanahmet: İstanbul’un kalbi yenilendi<br />

Sultanahmet: Heart of İstanbul is renewed<br />

32<br />

Gökova Körfezi’nde bir mücevher: Sedir Adası<br />

A jewel in Gökova Bay Sedir İsland<br />

12<br />

Uzakdoğu’nun modern aslanı:<br />

Singapur<br />

The modern lion of the fareast:<br />

Singapore<br />

26<br />

Bir aşka adanmış iki cami<br />

Mihr ü mah - Güneş ve ay<br />

Two mosques dedicated to one love<br />

Mihr ü mah - The sun and the moon<br />

40<br />

Eskimeyen bir tat: Boza<br />

An ageless taste: Boza<br />

46<br />

Ayna ayna söyle bana<br />

Mirror mirror on the wall<br />

52<br />

Dünya turizminin öncüleri Kuşadası’nda<br />

Pioneers of the world tourism in Kuşadası<br />

54<br />

Mucizenin adı bal<br />

The name of miracle honey<br />

56<br />

Tunus yalnız değil<br />

Tunisia is not alone<br />

58<br />

İstanbul’da sanatın adresi<br />

The address of arts in İstanbul<br />

60<br />

THY’den haberler<br />

THY news<br />

62<br />

Kısa haberler<br />

News<br />

TÜRSAB<br />

TÜRK‹YE SEYAHAT ACENTALARI B‹RL‹⁄‹<br />

taraf›ndan ayl›k olarak yay›nlan›r<br />

Published monthly by<br />

ASSOCIATION OF TURKISH TRAVEL AGENCIES<br />

ISSN 1300-3364<br />

Yerel Süreli Yay›n/Local Periodical<br />

•<br />

TÜRSAB ad›na Sahibi<br />

Owner on behalf of TÜRSAB<br />

Başaran ULUSOY<br />

Sorumlu Yaz› ‹şleri Müdürü/Managing Editor<br />

Feyyaz YALÇIN<br />

Yay›n Yönetmeni/Editor<br />

Ayşim ALPMAN<br />

TÜRSAB ad›na Yay›n Koordinatörü<br />

Publication Coordinator on behalf of TÜRSAB<br />

Arzu ÇENG‹L<br />

Görsel Yönetmen/Art Director<br />

Özgür AÇIKBAŞ<br />

Çeviri/Translation<br />

Kemal PARLAR<br />

Bask›/Printing: Müka Matbaa<br />

Tel: (0.212) 549 68 24<br />

Bask› Tarihi/Print Date: Mart/March 2011<br />

TÜRSAB<br />

Tel: (0.212) 259 84 04 Faks: (0.212) 259 06 56<br />

Dikilitaş Mah. Aş›k Kerem Sk.No: 42<br />

34349 Beşiktaş-‹stanbul/<strong>Türkiye</strong><br />

www.tursab.org.tr/e-mail:tursab@tursab.org.tr<br />

Editoryal ve Görsel Haz›rl›k<br />

Editorial and Visual Preparation<br />

BRONZ YAYIN<br />

Tel: (0.212) 244 85 37-38 Faks: (0.212) 244 85 34<br />

Pürtelaş mah. Güneşli sk. No:22 D:1<br />

34433 Cihangir-‹stanbul/<strong>Türkiye</strong><br />

bronzyayin@gmail.com<br />

TÜRSAB DERG‹, Bas›n Konseyi üyesi olup, Bas›n Meslek ‹lkeleri’ne uymaya söz vermiştir. TÜRSAB DERG‹’de yay›nlanan yaz› ve fotoğraflardan kaynak gösterilmeden al›nt› yap›lamaz. TÜRSAB MAGAZINE is a member<br />

of the Turkish Press Council and has resolved to abide by the Press Code of Ethics. None of the articles and photographs published in the TÜRSAB MAGAZINE maybe quoted without mentioning of resource.


BAŞYAZI<br />

editorial<br />

“SICAK SEZON”<br />

ÇOK SICAK GELİYOR<br />

“HOT SEASON”<br />

FEELS TOO HOT<br />

Dünya haftalardır Arap ülkelerinde peş peşe patlak<br />

veren isyanı konuşuyor. Gelişmeler bir nebze<br />

hararetini kaybetse de, bölgemizin ve özellikle<br />

Akdeniz’in bu yaz neler yaşayacağı öngörülemiyor.<br />

Siyasi liderler bile önünü göremiyor. Bu da elbette<br />

pek çok ülkede turizm sektörünü belirsizliğe<br />

sürüklüyor.<br />

Herkesin aklındaki soru aynı: 2010 yılında ekonomik<br />

krizin etkilediği turizm, acaba 2011 yılında da bu<br />

durumdan etkilenir mi?<br />

Bu soru <strong>Türkiye</strong> açısından iki noktada<br />

önemli: Başta, Mısır gibi turizmde iddialı<br />

ülkelerin payı bir başka ülkeye –örneğin<br />

yıldızı zaten parlayan <strong>Türkiye</strong>’ye–<br />

kayabilir. Ancak, Mısır ve Tunus gibi<br />

gözde destinasyonlara tur düzenleyen<br />

Türk seyahat acenteleri bu durumdan<br />

olumsuz da etkilenebilir.<br />

İlk ihtimal için <strong>Türkiye</strong> büyük ölçüde<br />

hazırlıklı. Yatak kapasitesi artıyor. Turizm<br />

hizmetleri daha kaliteli hale geliyor.<br />

TÜRSAB’ın da büyük rol oynadığı<br />

müzecilik hamlesiyle, Anadolu’nun her<br />

köşesinde turizme istek ve talep artıyor.<br />

İkinci ihtimal için ise mesleki çatı örgütü<br />

olarak TÜRSAB elbette üzerine düşeni<br />

yapacak. <strong>Seyahat</strong> acentelerinin böyle<br />

bir krizden yara almadan çıkabilmesinin<br />

yollarını araştıracak, paylaşacak. Elbette bu konuda<br />

devlete de görev düşüyor. Bu konuda neler<br />

yapılacağını da önümüzdeki günler gösterecek.<br />

Yeni bir “sıcak sezona” böyle bir tabloda giriyoruz.<br />

Dileğimiz <strong>Türkiye</strong> için huzurlu ve elbette turizm<br />

açısından bereketli bir süreç yaşanması; bölgemiz<br />

ve dünya için de, isyan ateşlerinin yerini barışa<br />

bırakması.<br />

BAŞARAN ULUSOY<br />

TÜRSAB Başkan›<br />

The President of TÜRSAB<br />

For weeks, the world has been talking about consecutive<br />

uprisings in Arab countries. While developments calmed<br />

down recently, what this region and the Mediterranean in<br />

particular will experience this summer cannot be envisaged.<br />

Even the political leaders cannot see ahead. That of course<br />

leads the tourism sector in many countries to uncertainty.<br />

It’s the same question in everybody’s mind: Will tourism,<br />

which was effected by the economical crisis in 2010, also be<br />

affected by this situation in 2011?<br />

This question is two points of importance<br />

from Turkey’s point of view: First, the<br />

share of countries such as Egypt who are<br />

ambitious in tourism would be taken by<br />

another country -Turkey, who is already<br />

a shining star, for instance-. But Turkish<br />

travel agents who organise tours to<br />

destinations such as Egypt and Tunisia can<br />

adversely be affected by this situation.<br />

Turkey is pretty much ready for the first<br />

possibility. Bed capacity is increasing.<br />

Tourism service is getting better. With the<br />

museums move in which TÜRSAB plays<br />

an important role, request and demand for<br />

tourism is on the increase in every corner<br />

of Anatolia.<br />

For the second possibility, TÜRSAB, as the<br />

umbrella organisation of the profession, will<br />

of course do everything within its power.<br />

It will search the ways from which travel agents can appear<br />

undamaged from such a crisis. Of course, the government<br />

also has an obligation in this area. We will see what will be<br />

done on this subject in days ahead.<br />

We are entering “the hot season” in such a frame. Our wish<br />

is, of course, for Turkey to have a peaceful and fruitful period<br />

from the point of tourism; and for the region and the world,<br />

peace taking the place of fires of revolt.<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011<br />

3


4 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


TÜRSAB DERGİ | MART 2011<br />

5


6 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


TARİH<br />

history<br />

SULTANAHmET:<br />

İSTANBUL’UN KALBİ<br />

YENİLENDİ<br />

Yüzyıllar boyunca imparatorluklar başkentinin gözde mekânı<br />

oldu. Bazen “Padişahım çok yaşa!” nidalarını dinledi, bazen<br />

işgalci güçlere direnen halkı... Sultanahmet bugün, trafiğe<br />

kapatılmış yeni yüzüyle ziyaretçilerini karşılıyor<br />

2 Nihal Boztekin Rasim Konyar<br />

Sultanahmet:<br />

Heart of İstanbul is renewed<br />

For centuries it was the favourite place for the capital of many empires.<br />

At times, cries of “long live the Sultan” was heard, at other times voices of<br />

people resisting occupying forces... Today, Sultanahmet is meeting its visitors<br />

with its new face while it’s closed to traffic<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011<br />

7


Sultanahmet Meydanı’nın<br />

İstanbul’a kazandırılması<br />

196 yılına dayanıyor.<br />

Bugünün İstanbul’u, o<br />

günlerin Byzantion’u bir çeşit<br />

şehir devleti olarak bağımsız bir<br />

hayat sürüyordu; ta ki Roma<br />

İmparatorluğu’nun hedefi haline<br />

gelene kadar. İmparatorluğun<br />

doğu eyaletleri sorumlusu<br />

Septimius Severus kenti ele<br />

geçirmeyi aklına koymuştu, ancak<br />

Byzantionlular kolay pes edecek<br />

gibi görünmüyordu.<br />

Severus yine de kararından<br />

vazgeçmedi ve uzun uğraşlar<br />

sonucunda bu direnişi kırmayı<br />

başardı; fakat öylesine<br />

hiddetlenmişti ki zaferini şenliklerle<br />

kutlamaktansa ortalığı yakıp<br />

yıkmayı tercih etti. Byzantion’un<br />

ismi de değişmeliydi, şekli şemali<br />

de. Önce isim bulundu: Nea Roma<br />

(Yeni Roma). Ardından da hummalı<br />

bir planlama ve inşaat faaliyetine<br />

sıra geldi.<br />

Yeni kente yeni meydan<br />

Septimius Severus’a göre,<br />

kentin her tarafı anıtsal yapılarla<br />

donatılmalı, tapınaklar, senato<br />

binası, agora hemen yerini<br />

bulmalıydı. Bir de halkı eğlenceli<br />

etkinliklerde bir araya toplayacak,<br />

ünlü araba yarışlarına sahne olacak<br />

Hipodrom...<br />

Takvimler 196 yılını<br />

gösterirken inşaata<br />

başlandı. Uzun bir U<br />

harfi şeklinde tasarlanan<br />

Hipodrom’un iki kanadı<br />

boyunca kademeli<br />

basamaklar oluşturuldu,<br />

onların üzerine de<br />

oturma birimleri<br />

yerleştirildi.<br />

U’nun<br />

açık ucu,<br />

arabaların<br />

anıtsal<br />

bir kapının<br />

altından 12 kulvar<br />

halinde çıkabileceği<br />

biçimdeydi.<br />

Yarış pistini ikiye ayırmak<br />

için üç-dört metre<br />

yüksekliğinde ve iki<br />

metre genişliğindeki<br />

“spina” duvarı inşa<br />

edilecek, duvarın<br />

üstü anıtlarla<br />

süslenecek, ortaya bir de dikilitaş<br />

yerleştirilecekti.<br />

Hipodrom genişliyor<br />

Severus’un Hipodrom’u tam da<br />

tasarlandığı biçimde inşa edildi,<br />

mevcut haliyle uzunca bir dönem<br />

işlevini yerine getirdi; ancak<br />

yapı asıl görkemini İmparator<br />

Constantinus zamanında<br />

kazanacaktı. Severus’tan çok<br />

Septimius Severus<br />

Septimius Severus<br />

The date goes back to 196 BC before<br />

Sultanahmet Square was created<br />

for İstanbul. Today’s İstanbul,<br />

those days’ Byzantion, was<br />

leading an independent life<br />

of a kind as a city state; until<br />

it became the target of Roman<br />

Empire. Septimius Severus<br />

who was responsible<br />

for the eastern states<br />

of the Empire<br />

was determined<br />

to capture the<br />

city, but the<br />

Byzantionians<br />

were determined<br />

not to surrender so<br />

easily. However Severus<br />

was adamant in his decision<br />

and managed to break that<br />

resistance after a long<br />

struggle; But he was so<br />

exasperated that instead of<br />

celebrating his victory with<br />

carnivals he preferred to<br />

ransack the place. The name Byzantion,<br />

as well as its shape and appearance<br />

should be changed. First a name was<br />

found; Nea Roma (New Rome). That<br />

was followed by frantic planning and<br />

rebuilding.<br />

A new square for the new city<br />

Septimius Severus had the opinion that<br />

there should be monumental buildings<br />

all around the city, temples, a senate<br />

building, agora should immediately be<br />

built. And, a hippodrome for people to<br />

gather around to watch entertaining<br />

events, to stage famous chariot races.<br />

Construction started in 196. Designed<br />

as a long U shape on both sides, steps<br />

were built along the Hippodrome’s two<br />

long wings; they were completed with<br />

seating units. The open end of the U<br />

shaped structure had a monumental<br />

gate through which chariots would<br />

enter the arena12 abreast. To split the<br />

race area in two, a “spina” wall threefour<br />

meters high and 2 metres wide<br />

would be built, top of the wall would<br />

be decorated with monuments, and an<br />

obelisk would be erected in the centre<br />

of it.<br />

Hippodrome is expanding<br />

Severus’ Hippodrome was built<br />

exactly to the design, and continued to<br />

function for long periods in that state;<br />

But the structure would gain its real<br />

splendour during the reign of Emperor<br />

Constantinus. First, Constantinus,<br />

who was crowned many years after<br />

Severus, sent for another obelisk from<br />

Egypt; because one obelisk simply<br />

wasn’t enough for such a splendid<br />

Hippodrome. With the addition of<br />

more monuments, almost an open air<br />

museum was shaped: Statues of famous<br />

successful chariot drivers, statue of<br />

Heracles, effigies of great emperors,<br />

twisted column that was brought<br />

Atmeydanı’ndaki Yılanlı Sütun<br />

The Spiral Column at Atmeydanı<br />

(The Hippodrome)<br />

Atmeydanı’ndaki örme Dikilitaş<br />

The Obelisk at Atmeydanı<br />

(The Hippodrome)<br />

8<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011


sonra imparatorluk tacını giyen<br />

Constantinus ilk iş olarak Mısır’dan<br />

bir dikilitaş getirtti; zira bu kadar<br />

görkemli bir Hipodrom’a bir<br />

dikilitaş yetmezdi. Sıra sıra yeni<br />

anıtlar da eklenmesiyle adeta<br />

bir açık hava müzesi şekillendi:<br />

Yarışlarda başarı sağlayan meşhur<br />

sürücülerin suretleri, Herakles’in<br />

heykeli, büyük imparatorların<br />

büstleri, Delfi’deki Apollon<br />

Tapınağı’ndan getirilen Burmalı<br />

Sütun ve heykeltıraş Lisippos<br />

tarafından yapılan dört adet bronz<br />

at artık Spina’nın üstündeydi; alana<br />

yayılmış diğer heykeller de cabası.<br />

330 yılına gelindiğinde, antik<br />

dünyanın en büyük hipodromu<br />

hizmete hazırdı ve kent bu yeni<br />

armağanını yeni adıyla teslim<br />

alacaktı: “Constantinus’un şehri”<br />

Konstantinopolis.<br />

Kırmızılarla Yeşiller,<br />

Beyazlarla Maviler<br />

Atlı araba yarışları antik dönemden<br />

itibaren halkın ve imparatorların<br />

çok sevdiği, coşkuyla izlediği<br />

etkinliklerden biriydi. Öylesine<br />

önemliydiler ki, örneğin MÖ<br />

2. yüzyılda, Marcus Aurelius<br />

döneminde bir yılın tam 135<br />

günü yarışlar nedeniyle tatil ilan<br />

edilmişti.<br />

Araba yarışlarında ilk başlarda<br />

dört takım sahneye çıkardı:<br />

Yeşiller, Beyazlar, Kırmızılar ve<br />

Maviler. İlerleyen dönemlerde<br />

ise güçler birleştirilerek sadece iki<br />

takım devrede kalmıştı: Yeşiller<br />

ile Maviler. Kırmızılar gücünü<br />

Yeşillere, Beyazlar da Mavilere<br />

katmıştı.<br />

Hipodrom’da isyan<br />

Bir gün geldi, Hipodrom bir isyanla<br />

sarsıldı. Mevcut takımlar sadece<br />

eğlence değil, siyasi ve dini bir<br />

iktidar yarışındaydı; imparatorluk<br />

tehdit altına girdiğinde ise ortak bir<br />

güç olarak belirirlerdi. 532 yılının<br />

17 Ocak günü bu güç birliğinden<br />

İmparator İustinianos nasibini aldı<br />

ve önüne geçemediği bir isyanla<br />

karşılaştı. Şehrin önemli bir bölümü<br />

yakılıp yıkılmış, ancak neyse ki<br />

isyan bastırılmıştı. Şimdi büyük<br />

bir inşaat faaliyetine girişilmeliydi.<br />

Bugünün Ayasofya Müzesi de işte<br />

İmparator Constantinus<br />

Emperor Constantinus<br />

Hipodrom yarışlar esnasında rengârenk görüntülere bürünüyordu.<br />

Bazen tüm bir gün süren yarışlar sırasında halk vahşi hayvanlar,<br />

palyaçolar, cüceler, akrobatlar ve müzisyenlerin gösterileriyle bir<br />

cümbüş izlerdi. İmparatorlar yarışları seyrederken elbette halkın<br />

arasında değil, “kathisma” tabir edilen özel locasında yerini alırdı.<br />

Bir ayrıntı: İmparator İustinianos’un karısı ünlü Theodora da tacını<br />

giymeden evvel bu gösterilerdeki bir aslan terbiyecisinin kızı ve göz<br />

alıcı bir rakkaseydi.<br />

İmparator İustinianos’un karısı<br />

ünlü Theodora<br />

Famous Theodora, the wife of<br />

Emperor Iustinianos<br />

The hippodrome was wrapped in<br />

colourful scenes during races. Races<br />

would sometimes go on all day<br />

and the spectators would watch a<br />

jamboree of wild animals, clowns,<br />

midgets, acrobats and musicians.<br />

Emperors would of course be seated<br />

in a private box called “kathisma”,<br />

naturally segregated from the<br />

public. A detail: Theodora, the wife<br />

of the Emperor Iustinianos, was<br />

the daughter of a lion tamer on<br />

the show and an attractive dancer<br />

before she was crowned.<br />

from Temple of Apollon in Delphi and<br />

four bronze horse statues created by<br />

Lisippos was situated over spina; Other<br />

statues scattered around the arena were<br />

also thrown into the bargain.<br />

The biggest hippodrome of the ancient<br />

world was ready for the action by the<br />

year 330 and the city would receive this<br />

new present with a new title: “city of<br />

Constantinus” Constantinopolis.<br />

Greens with Reds,<br />

Blues with Whites<br />

Chariot races were much loved and<br />

watched with enthusiasm by the<br />

emperor and public alike. They were<br />

so important that, in the 2 nd century<br />

BC during Marcus Aurelius’ reign,<br />

exactly 135 days were declared a public<br />

holiday as a result of the races.<br />

Four teams would take the stage at<br />

the start of the chariot races; Greens,<br />

Whites, Reds and Blues. Over time,<br />

powers merged and only two teams<br />

were left: Greens and Blues. Reds joined<br />

forces with Greens, Whites with Blues.<br />

Revolt in the Hippodrome<br />

A day had arrived when the<br />

Hippodrome was shaken by a revolt.<br />

The teams were competing not just for<br />

fun but for political and religious power<br />

too; but when there was a danger to<br />

the empire they would unite to appear<br />

as a joint force. But on 17 th January<br />

532 Emperor Iustinianos had his share<br />

from this power alliance and was met<br />

with a revolt he could not prevent.<br />

Large sections of the city was burnt and<br />

demolished but luckily the uprising was<br />

suppressed. It was time to embark on a<br />

great rebuilding activity. Today’s Hagia<br />

Sophia is the fruit of this activity.<br />

But there was yet another pillage during<br />

this striking event which took place<br />

between years 1204 – 1261: Latin<br />

occupation<br />

Fatih (the Conqueror)<br />

takes over a wreck<br />

When Fatih Sultan Mehmet captured<br />

the city it was in a dilapidated state<br />

including the Hippodrome. Yet another<br />

repair activity was started but this<br />

building’s life span had come to an end.<br />

Only a small section of its foundations<br />

had survived and it was impossible to<br />

salvage it.<br />

The first building built on the square<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011<br />

9


u faaliyetin ürünüydü.<br />

Ancak 1204-1261 yılları arasındaki<br />

çarpıcı olayda bir diğer talan<br />

gerçekleşti: Latin işgali.<br />

Fatih bir harabe devralıyor<br />

Fatih Sultan Mehmet şehri<br />

ele geçirdiğinde şehir harap<br />

durumdaydı, elbette Hipodrom da.<br />

Yine bir onarım faaliyeti başladı,<br />

ancak bu yapı kente veda etti.<br />

Temelinden çok az parça ayaktaydı<br />

ve kurtarılması imkânsızdı.<br />

Osmanlı döneminde meydana<br />

inşa edilen ilk yapı 1491 tarihli<br />

Firuzağa Camii oldu. Bu caminin<br />

ardından uzun yıllar içinde şehre<br />

katılan yapılar ise İbrahim Paşa<br />

Sarayı, Sultanahmet Camii, Hürrem<br />

Sultan Hamamı, I. Ahmet Türbesi<br />

ve II. Abdülhamit zamanında<br />

Osmanlı topraklarını ziyaret eden<br />

Alman İmparatoru II. Wilhelm’in<br />

padişaha ve şehre armağanı Alman<br />

Çeşmesi’ydi.<br />

Meydan artık uzunca bir zaman cirit<br />

oyunlarının, düğünlerin, şenliklerin,<br />

ama aynı zamanda yeniçeri<br />

isyanlarının, idamların mekânıydı;<br />

adı ise “Atmeydanı”.<br />

Cumhuriyet dönemi<br />

geldiğinde...<br />

Yıllar geçti, bu şenlikli günler,<br />

yerini karanlık bir tabloya<br />

bıraktı. Osmanlı’nın son yılları<br />

dünyadaki siyasi gelişmelerle,<br />

büyük devletlerin<br />

işgaliyle sarsıldı.<br />

Ve bu dönemde<br />

Atmeydanı işgal<br />

karşıtı mitinglere<br />

sahne oldu.<br />

“Sultanahmet<br />

mitingleri”nin<br />

en etkilisi<br />

İzmir’in işgalini<br />

protesto eden 23<br />

Mayıs 1919 tarihli<br />

gösteriydi.<br />

Mehmet Emin<br />

Fatih Sultan Mehmet<br />

(Yurdakul), Halide<br />

Mehmet the Conqueror<br />

Edip (Adıvar),<br />

Selim Sırrı (Tarcan),<br />

Şükûfe Nihal gibi<br />

dönem aydınları bu mitingdeki<br />

konuşmalarıyla halkın direniş<br />

gücünü artırdı, Kuvayı Milliye<br />

örgütlenmesini hızlandırdı.<br />

Mehmet Emin Bey konuşmasında<br />

“Demir ve ateş; kardeşler ben<br />

bunlarla hiçbir vatan ve ırkın<br />

öldüğünü işitmedim. Şerefli bir<br />

tarih ve medeniyete, sağlam bir<br />

fazilet ve ahlâka, zengin bir şiir ve<br />

edebiyata, dinî ve millî ananelere,<br />

ırkî ve vatanî hatıralara mâlik<br />

olan bir milletin mahvolduğunu<br />

tarih göstermiyor” diyor, Halide<br />

Edip Hanım ise halktan şöyle söz<br />

alıyordu: “Hiçbir korku, hiçbir<br />

meşakkat önünden kaçmayacağız.<br />

Yedi yüz senelik tarihin ağlayan<br />

minareleri altında yemin ediniz!”<br />

during Ottoman period was<br />

Firuzağa Mosque built<br />

in 1491. Following this<br />

mosque, İbrahim Paşa<br />

Palace, Sultanahmet<br />

Mosque, Hürrem<br />

Sultan Hammam,<br />

Ahmet I Tomb and<br />

The German Fountain<br />

presented to the Sultan<br />

and the people of the<br />

city by German Emperor<br />

Wilhelm II to mark his<br />

friendly visit to Ottoman<br />

territory during the reign<br />

of Abdulhamit II were<br />

contributed to the city over<br />

many years.<br />

The square was now the place for<br />

javelin games, weddings, carnivals as<br />

well as janissary revolts and public<br />

hangings; the name was “Atmeydanı”.<br />

When the Republican<br />

period arrived...<br />

Years passed, those joyous days were<br />

replaced by a dark picture. Last few<br />

years of Ottoman rule was shaky as<br />

a result of an invasions by powerful<br />

states after political landscape of the<br />

world had changed. And during this<br />

period Atmeydanı witnessed meetings<br />

opposing the invasion.<br />

Most effective of “Sultanahmet<br />

meetings” was the meeting protesting<br />

the invasion of İzmir on 23 rd May 1919.<br />

Intellectuals of the time such as Mehmet<br />

Emin (Yurdakul), Halide Edip (Adıvar),<br />

Selim Sırrı (Tarcan), Şükûfe Nihal<br />

helped increase people’s power to<br />

resistance with their speeches at that<br />

meeting, hastened the organisation of<br />

Kuvayı Milliye (National Forces).<br />

In his speech, Mehmet Emin bey said<br />

“Iron and fire, brothers, I have never<br />

heard the death of a nation and a<br />

race with these. History doesn’t show<br />

the destruction of a nation with an<br />

honourable history and civilization, a<br />

solid virtue and morality, a rich poetry<br />

and literature, religious and national<br />

traditions, racial and nationalist<br />

memories”. Halide Edip Hanım<br />

(Madam) was drawing confidence from<br />

the public as thus: “We will not run<br />

away from any fear, any difficulty. Take<br />

an oath under the tearful minarets of<br />

seven hundred years of history!”<br />

Alman Çeşmesi<br />

The German Fountain<br />

Halide Edip (Adıvar)<br />

Halide Edip (Adıvar)<br />

10 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


Meydanın yeni çehresi<br />

Bugün Sultanahmet Meydanı, Bizans ve Osmanlı dönemlerine<br />

ait yapıların sadece bir bölümünü barındırıyor: Ayasofya Müzesi,<br />

Örme Sütun, Burmalı Sütun, Dikilitaş, Sultanahmet Camii, Alman<br />

Çeşmesi ve artık “Türk ve İslam Eserleri Müzesi” binası olarak<br />

kullanılan İbrahim Paşa Sarayı.<br />

Asırlardır bir cazibe merkezi olmayı sürdüren Sultanahmet şehrin<br />

en merkezi noktalarından birine oturduğundan, hazırlanan<br />

planlar, meydanın yakın çevresi de dahil edildiğinde hatırı sayılır<br />

büyüklükte bir bölgeyi ilgilendirdi.<br />

Yılın her döneminde ziyaretçi akınına uğrayan Sultanahmet<br />

Meydanı ve çevresinde son dönemde gerçekleştirilen en önemli<br />

düzenleme, bölgenin düzenli araç trafiğine kapatılması oldu.<br />

İstanbul Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) kararıyla hayata<br />

geçirilen bu yeni düzenlemeyle otobüs, taksi ve özel araçlarla<br />

sadece belli bir noktaya ulaşılabiliyor, yolun kalan kısmına<br />

yürüyerek devam etmek gerekiyor. Mevcut tramvay hattı ise<br />

Kapalıçarşı’dan Sultanahmet Meydanı’na, Gülhane Parkı’ndan<br />

Sirkeci ve Eminönü’ne, tarihi yarımada sınırları içerisinde yer alan<br />

tüm çekim merkezlerine ulaşmayı kolaylaştıracak nitelikte.<br />

Düzenlemeler kapsamında atılan bir diğer adım ise Kültür<br />

ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından onaylanan<br />

“Sultanahmet Meydanı Zemin Kaplaması ve Peyzaj Rehabilitasyon<br />

Projesi”. Bu proje de meydanın Bergama’daki ocaklardan<br />

çıkarılarak bölgenin tarihi yapısına uygun şekilde işlenen<br />

“tamburlanmış Osmanlı graniti” ile yenilenmesini ve Örme<br />

Sütun’un restorasyonunu içeriyor.<br />

Sultanahmet Camii<br />

Sultanahmet (Blue) Mosque<br />

Sultanahmet Meydanı’ndaki<br />

fiskiyeli havuz<br />

The fountain pool at<br />

Sultanahmet Square<br />

Ayasofya Müzesi<br />

Hagia Sophia Museum<br />

The new facade of the square<br />

Today, Sultanahmet Square houses only a section of structures from<br />

Byzantine and Ottoman periods; Hagia Sophia Museum, the Spiral<br />

Column, the Obelisks, Sultanahmet (Blue) Mosque, German Fountain and<br />

İbrahim Paşa Palace which is currently used as “the Museum of Turkish<br />

and Islamic Arts.<br />

As Sultanahmet was situated in one of the most central parts of the city<br />

which continued to be a centre of attraction for many centuries, any plans<br />

prepared would concern a large area which included the surrounding<br />

areas of the square.<br />

Frequently visited by visitors throughout the year, the latest<br />

reorganization in and around Sultanahmet Square was the closure of the<br />

area to vehicular traffic. As a result of this decision ordered by İstanbul<br />

Transport Coordination Centre (UKOME) passengers can reach up to a<br />

certain point by busses, taxis and private vehicles and walk the rest of<br />

the way. The existing tram line is useful in linking all the attractions from<br />

the Grand Bazaar to Sultanahmet Square, from Gülhane Park to Sirkeci<br />

and Eminönü.<br />

Another important step taken under the context of reorganisation is the<br />

“Sultanahmet Square Floor Coverings and Landscape Rehabilitation<br />

Project” approved by the Council to Protect Cultural and Natural Assets.<br />

This Project includes restoration of the Obelisk Column and the renewal<br />

of the square with “drummed Ottoman granite” which is quarried from<br />

Bergama quarries and processed in keeping with the historical structure<br />

of the area.<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011 11


GEZİ<br />

travel<br />

UzAKDOğu’NUN<br />

MODERN ASLANI: SİNGAPUR<br />

Şirin ve modern bir ülke Singapur. Parmak arası<br />

terlik ile şemsiyenin ilginç uyumunu görebileceğiniz,<br />

havası kadar insanlarının da sıcak olduğu,<br />

saygılı insanların ülkesi<br />

2 Özgür Açıkbaş<br />

THE Modern lion of THE fareaST: SinGAPore<br />

Singapore is a lovely and modern country. It’s a country where you can<br />

see the interesting harmony of umbrella with flip-flops, where the weather<br />

is as warm as its people; it is a country of courteous people<br />

12 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


TÜRSAB DERGİ | MART 2011 13


Marina Bay Sands Singapur, yaklaşık 2 bin 600’e yakın otel<br />

odası, 45 bin kişi kapasiteli konferans salonları ve üç otel<br />

kulesi üzerinde yükselen “gökyüzü bahçesi”yle görenleri<br />

kendine hayran bırakan bir otel. Gökyüzü bahçesinde bulunan<br />

havuzdan tüm şehri görebiliyorsunuz<br />

Marina bay Sands Singapore, with nearly 2600 hotel rooms,<br />

45 thousand capacity conference halls and “sky garden” rising<br />

above three towers, is a hotel which leaves anyone who sees it<br />

in awe. You can see the whole city from the pool located in the<br />

sky garden<br />

Güneydoğu<br />

Asya’nın kültürel<br />

değerlerini bir arada<br />

bulabileceğiniz küçük<br />

ama çok zengin bir ada ülkesi<br />

Singapur. Malay efsanesine göre,<br />

Temasek Adası’na gelen Sumatra<br />

Adası prensi adada garip bir<br />

hayvan görür ve bunun bir aslan<br />

olduğunu düşünür. Bu yüzden<br />

de adaya “Aslan Şehir” anlamına<br />

gelen “Singa Pura” adını verir.<br />

Singapur halkı çok zengin bir<br />

kültüre sahip ve üç farklı etnik<br />

gruptan oluşuyor. Halkın çoğu<br />

Çinli, ardından Hintliler ve<br />

Malaylar geliyor. Din, dil, ırk<br />

ayrımı gözetmeksizin insanların<br />

birbirine saygılı ve barış içinde<br />

yaşadığı, kimsenin kimseye<br />

karışmadan özgürce ibadetini<br />

yaptığı Singapur’da kiliseden<br />

Hindu tapınağına, camiye<br />

kadar birçok yapıya rastlamanız<br />

mümkün. Etnik gruplar<br />

kendilerine ait bölgelerde<br />

yaşıyor. Hintlilerin “Little India”<br />

denen mahallesinde Sri Srinavasa<br />

Perumal tapınağı ve 24 saat açık<br />

olan Mustafa Center en bilinen<br />

Singapore is a small yet rich island<br />

country where you can find all the<br />

cultural values of Southeast Asia<br />

in one place. According to Malay<br />

legend, the prince from Sumatra<br />

Island sees a strange animal on his<br />

visit to Temasek Island and thinks that<br />

it was a lion. He names this island<br />

“Singa Pura” which means “Lion<br />

City”. People of Singapore have a<br />

very rich culture and consists of three<br />

different ethnic groups.<br />

Most of the population is Chinese,<br />

followed by Indians and Malays.<br />

It is possible to come across many<br />

religious buildings from Hindu temples<br />

to churches, mosques in Singapore<br />

where people respect others<br />

regardless of their religion, language<br />

and race and live in peace and<br />

harmony without interfering with<br />

each other’s freedom of worship.<br />

Ethnic groups live in their own<br />

areas. Sri Srinavasa Perumal temple<br />

and Mustafa Centre which is open 24<br />

hours are the most popular in “Little<br />

India” district where Indians live.<br />

A shopping centre has reasonable<br />

prices. Chinatown where the Chinese<br />

live is also a busy, colourful district.<br />

Universal Stüdyoları<br />

Universal Studios<br />

Çin mahallesi<br />

Chinese Neighbourhood<br />

14 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


Sir Stamford<br />

Raffles<br />

Sir Stamford<br />

Raffles<br />

Orchard Road, Singapur’un<br />

hemen her konuda merkezi<br />

sayılabilecek bir caddesi.<br />

Alışveriş yaparken<br />

birbirinden güzel kafelerde<br />

oturabilirsiniz<br />

Orchard Road is a place<br />

considered to be Singapore’s<br />

centre for almost everything.<br />

You can relax at pretty cafes<br />

while shopping<br />

adresler. Çinlilerin yaşadığı<br />

Chinatown da oldukça renkli ve<br />

kalabalık bir bölge.<br />

Rahat bir yaşam<br />

Son derece düzenli bir ülke<br />

olan Singapur’da çevre<br />

temizliğine çok dikkat ediliyor.<br />

Yere tükürmek, çöp atmak,<br />

sigara izmariti atmak yasak<br />

ve bu yasağı delenlere yüksek<br />

miktarlarda para cezası<br />

uygulanıyor. Ulaşım da gayet iyi<br />

kurgulanmış; gelişmiş metro ağı<br />

sayesinde tüm merkezi yerlere<br />

ulaşabiliyorsunuz.<br />

Singapur’un kurucusu Sir<br />

Stamford Raffles’ın,<br />

Singapur’da<br />

orkideler bir<br />

sembol. Bu değerli<br />

çiçekler çeşitli<br />

aşamalardan<br />

geçirildikten sonra<br />

takı ve mücevher<br />

olarak satılıyor<br />

Orchids are<br />

a symbol in<br />

Singapore. These<br />

precious flowers are<br />

sold as ornaments<br />

and jewellery after<br />

being processed<br />

ülkeye ilk ayak bastığı yer<br />

olarak kabul edilen Kuzey<br />

Gemi Limanı’nın önünde saf<br />

beyaz mermerden bir heykeli<br />

bulunuyor. Bu heykel dışında<br />

birçok yerde de, ülkenin modern<br />

tarihini başlatan Sir Stamford<br />

Raffles’ın adını görebilmek<br />

mümkün.<br />

Orchard Road<br />

Singapur’un en önemli alışveriş<br />

merkezlerinden biri olan<br />

Orchard Road, onlarca alışveriş<br />

merkezi, kafe ve restoranın<br />

sıralandığı bir cadde. Her<br />

zaman kalabalık, cıvıl cıvıl.<br />

Orchard Road’un yılbaşı<br />

süslemeleri de çok meşhur.<br />

Bu sene geleneksel Çin<br />

takvimine göre tavşan<br />

yılına girildiği için bütün<br />

Singapur sokakları tavşan<br />

figürleriyle süslenmişti.<br />

Eğlence adası Sentosa<br />

Sentosa, ülkenin<br />

güneyinde yer alan minik<br />

ama güzel bir turistik<br />

ada. Merkeze bir köprü<br />

ve teleferikle bağlı olan<br />

adada ulaşım tek raylı<br />

trenlerle sağlanıyor.<br />

Singapur’u kuşbakışı<br />

seyredip gün batımında güzel<br />

fotoğraflar çekmek isterseniz<br />

37 metre yüksekliğindeki dev<br />

Merlion (aslan) heykelinin başına<br />

kadar asansörle çıkabilirsiniz.<br />

Sentosa Adası’na geldiğinizde<br />

A comfortable life<br />

Environmental cleanliness is very<br />

important in Singapore which is a<br />

highly organised country. Spitting,<br />

littering, dropping cigarette butts are<br />

forbidden and high penalties apply<br />

for those disobeying these rules.<br />

Transportation is also rather good:<br />

You can reach all central points<br />

thanks to a highly developed metro<br />

network.<br />

There is a statue of the founder of<br />

Singapore Sir Stamford Raffles in<br />

North Ship Harbour where he set<br />

foot in the country for the first time.<br />

Aside from this statue, you can<br />

observe the name of Sir Stamford<br />

Raffles, who founded the country’s<br />

modern history, in many places.<br />

Orchard Road<br />

One of the most important shopping<br />

centres of Singapore, Orchard<br />

Road is a street lined with dozens<br />

of shopping centres, cafes and<br />

restaurants. It is always busy, lively.<br />

New Year decorations of Orchard<br />

Road are also famous. The streets<br />

of Singapore were decorated with<br />

rabbit figures as this year is the year<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011 15


Marina baraj kompleksinin üzerinde bulunan<br />

günlük yaşam ve gezi alanı<br />

Daily living and strolling area situated over<br />

Marina damn complex<br />

Changi Havaalanı, Singapur için bir övünç kaynağı ve dünya çapında birçok ödül sahibi. Mevcut üç ana<br />

terminal arasında sürücüsüz özel mini trenlerle yolculuk yapılabiliyor; terminallerin içinde bir transit otel ve<br />

bedava film gösterimi yapan sinema salonu da bulunuyor (üstte)<br />

Singapur botanik parkından bir görüntü (sağda)<br />

165 metre yüksekliğindeki dönmedolapta 28 adet kapsül bulunuyor; tam bir tur yaklaşık 37 dakikada<br />

tamamlıyor (altta)<br />

Changi Airport is the pride of Singapore and has many world-wide awards. You can take the driverless mini trains<br />

between three main terminals; there is a transit hotel and a cinema showing free movies in each terminal (above)<br />

A view of Singapore botanic park (right)<br />

There are 28 capsules on the 165-metre high Ferris wheel; a complete cycle is takes around 37 minutes (below)<br />

16 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


ilk uğrayacağınız duraklardan<br />

biri kesinlikle Universal Studios<br />

olmalı. Buradaki aktivitelerin<br />

hepsine katılmak tam bir<br />

gününüzü alıyor. Özellikle Far Far<br />

Away bölümündeki “Shrek 4D<br />

Adventure” gösterisi teknolojinin<br />

geldiği son noktayı anlamanız<br />

için bire bir. Adanın güneyinde<br />

son derece cazip sahiller<br />

bulunuyor.<br />

Asya kıtasının en güney<br />

noktasına, “Southernmost Point<br />

of Continental Asia”ya sizi tahta<br />

bir asma köprü ulaştırıyor.<br />

Sentosa küçük bir ada olmasına<br />

rağmen plajları, gece safarisi,<br />

yapay adacıkları, orkide bahçesi<br />

ve sualtı cennetiyle güzel<br />

bir eğlence merkezi. Burada<br />

zamanın nasıl geçtiğini anlamak<br />

neredeyse imkânsız.<br />

Sözün kısası Singapur, Asya<br />

kıtasının kültürel özelliklerini<br />

görebileceğiniz, yaşanabilirliği<br />

yüksek, temiz ve düzenli bir ülke.<br />

Halkı çok yardımsever ve saygılı.<br />

İngilizce bilen insan sayısının<br />

yüksek olması da ziyaretçiler<br />

açısından önemli bir avantaj.<br />

Singapur’un gece hayatının en aktif olduğu yer Clarke Quay bölgesi. Bölgede değişik konseptlere sahip onlarca restoran ve<br />

kafeden birinde oturabilir ya da nehrin kıyısında gezip eğlenebilirsiniz<br />

Clarke Quay area is where Singapore’s night life is at its liveliest. You can sit in one of many restaurants and cafes with various<br />

concepts or wander along the river and have fun<br />

Dev Merlion Hekeli<br />

Giant Merlion Statue<br />

of the rabbit according to Chinese<br />

calendar.<br />

The fun island Sentosa<br />

Sentosa is a small yet a pretty<br />

island in the South of the country.<br />

Connected to the mainland via a<br />

bridge and a cable car, the only<br />

transport mode in the island is<br />

with monorail. If you wish to see<br />

Singapore from a vantage point and<br />

take a good photograph at the sunset<br />

then you can take the lift to the top<br />

of the 37 metre high giant Merlion<br />

(lion) statute.<br />

Your first stop when you arrive at<br />

Sentosa Island should definitely be<br />

Universal Studios. It takes all day<br />

to do all the activities. In particular,<br />

“Shrek 4D Adventure” in the Far<br />

Far Away section is the proof of how<br />

advanced entertainment technology<br />

has become.<br />

There are pretty beaches in the south<br />

of the island. There is a wooden<br />

suspension bridge to take you to “the<br />

Southernmost Point of Continental<br />

Asia”.<br />

Despite being a small island, with<br />

its beaches, night safari, manmade<br />

islands, orchards and underwater<br />

heaven Sentosa is a pretty<br />

entertaining centre. It is almost<br />

impossible to understand how the<br />

time passes here.<br />

Singapore in brief: It is a clean<br />

and organised country with high<br />

living standards where you can<br />

see cultural aspects of continental<br />

Asia. People are very helpful and<br />

respectful. The fact that the number<br />

of English speakers is quite high is a<br />

serious advantage.<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011 17


Turizm sektör temsilcileri 28 Ocak-<br />

2 Şubat 2011 tarihleri arasında<br />

THY, Singapur Turizm Ofisi ve<br />

TÜRSAB koordinasyonunda<br />

düzenlenen geziyle Singapur’daydı.<br />

TÜRSAB Yönetim Kurulu Üyesi<br />

Alper Maçkan başkanlığındaki<br />

etkinliğe DEİK Bölge Koordinatörü<br />

Ömer Ertüm, THY Pazarlama&Satış<br />

Başkanlığı Uzmanı Ozan Boztuna<br />

ve çeşitli acente temsilcileri katıldı.<br />

31 Ocak 2001 günü TC Singapur<br />

Büyükelçisi Şafak Göktürk’ün<br />

makamında ziyaret edildiği gezide<br />

iki ülke arasındaki turizm trafiğinin<br />

güçlenmesi adına karşılıklı tanıtım<br />

çalışmaları yapıldı<br />

Representatives of tourism sector<br />

were in Singapore between 28<br />

January – 2 February 2011 during<br />

a trip coordinated by Turkish<br />

Airlines, Singapore Tourism Office<br />

and TÜRSAB. The event, led by<br />

TÜRSAB Board Member Alper<br />

Maçkan, was attended by DEİK<br />

Regional Coordinator Ömer Ertüm,<br />

Turkish Airlines Marketing & Sales<br />

Chairmanship Expert Ozan Boztuna<br />

and several agency representatives.<br />

During the trip Turkey’s Ambassador<br />

to Singapore Şafak Göktürk was paid<br />

a visit in his office and reciprocal<br />

promotional activities took place to<br />

increase tourism activities between<br />

two countries<br />

31 Ocak 2011 günü The Fullerton Hotel’de Singapur Turizm Ofisi ve THY ile<br />

yapılan toplantılarda ortak tanıtıma yönelik fikirler paylaşıldı. Toplantıda<br />

TÜRSAB Kurumsal İlişkiler Direktörü Ela Atakan da bir <strong>Türkiye</strong> tanıtım<br />

sunumu gerçekleştirdi<br />

Ideas towards joint promotion were shared at meetings between Singapore<br />

Tourism Office and Turkish Airlines which took place in The Fullerton Hotel on<br />

31 January 2011. Ela Atakan, in charge of TÜRSAB Corporate Relations made a<br />

promotional presentation about Turkey at the meeting<br />

18 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


TÜRSAB DERGİ | MART 2011 19


TARİH<br />

history<br />

BOĞAZ’IN SESSİZ<br />

EMEKTARLARI<br />

İstanbul denince akla hemen Boğaziçi gelir ve tabi ardından,<br />

suyun üzerinde narince süzülen, martılarla birlikte yürüyen,<br />

bir kıyıdan diğerine hayat taşıyan vapurlar<br />

2 Nihal Boztekin<br />

Quiet VeteranS of THE BOSPHoruS<br />

The Bosphorus immediately springs to mind when İstanbul<br />

is mentioned and of course that is followed by, steamboats floating<br />

gracefully on water, steaming ahead followed by seagulls,<br />

carrying lives from one shore to the other<br />

Fotoğraf/Photos: Rasim Konyar<br />

20 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


Bir İstanbul silueti<br />

çiziktirecek olsak önce<br />

hemen minareler ile<br />

kuleleri kondururuz yedi<br />

tepeye. İki de Boğaz Köprüsü<br />

ekleyip kıtaları birbirine bağlarız.<br />

Tablo tamam gibidir, ama onu<br />

kusursuz kılacak bir iki fırça<br />

darbesine ihtiyaç vardır hâlâ:<br />

Derin mavi üzerinde bembeyaz<br />

lekeler...<br />

O beyaz lekeler Boğaz<br />

vapurlarıdır; yani şiirlerin<br />

şarkıların ilham kaynakları, çaysimit<br />

ikilisini tadına doyulmaz<br />

kılan yandan çarklılar, utangaç<br />

genç âşıkların sığınakları, martı<br />

çığlığına eşlik eden düdük<br />

sesiyle İstanbul senfonisinin<br />

vazgeçilmezleri...<br />

Peki, her gün alışkanlıkla<br />

bindiğimiz, aynı saatlerde aynı<br />

insanları beklediğimiz, gündelik<br />

yaşam kültürümüzün bir parçası<br />

haline gelmiş vapurlar hep<br />

burada mıydı? İstanbul Boğazı<br />

hep onların mıydı? Ya Boğaz<br />

eskiden de böyle bir yer miydi?<br />

Bu soruların cevabını tarih<br />

denizinde çıkacağımız küçük bir<br />

gezintide arayalım.<br />

Kayıklardan vapurlara<br />

Bugünün gelişmiş, renkli,<br />

lüks Boğaz semtleri Osmanlı<br />

İstanbul’u için tam anlamıyla<br />

birer köydü. Kıyı boylarında ve<br />

bir adım içeride yine saraylar,<br />

If we were to draw a silhouette<br />

of İstanbul, first things we<br />

would draw on those seven hills<br />

would probably be minarets and<br />

towers. Then we would add the<br />

two suspension bridges to link<br />

the continents to each other. The<br />

picture is almost complete but<br />

still needs a couple of more brush<br />

strokes to make it faultless: white<br />

specks over a deep blue...<br />

Those white specks are the<br />

steamboats of the Bosphorus;<br />

inspiration to poems, songs,<br />

making the tea-simit combination<br />

an unforgettable delight, shelter<br />

for shy young couples, its whistle<br />

accompanying the shrieks of<br />

seagulls, unforgettable part of the<br />

symphony of İstanbul...<br />

Well, were the steamboats which<br />

we are accustomed to board<br />

every day, expect to see the same<br />

people at the same time, which<br />

became the part of the living<br />

culture, always here? Was the<br />

Bosphorus always theirs? Was the<br />

Bosphorus such a place in the old<br />

times? Let’s look for the answer to<br />

these questions in a small journey<br />

we will embark on in the sea of<br />

history.<br />

From rowing boats<br />

to steamboats<br />

Today’s developed, colourful,<br />

luxurious Bosphorus districts<br />

were mere villages for the<br />

Boğaziçi’nde bir vapur<br />

Boğaz sularında bir vapur süzüleceğinin haberi, Takvim-i Vekayi<br />

gazetesinin 1 Mayıs 1851 tarihli nüshasında şöyle duyuruluyordu<br />

(sadeleştirilmiş olarak):<br />

“Padişahın sayesinde, Boğaziçi’ne gidip gelmek isteyenler için<br />

bir vapur tahsis edilmiştir. Vapur, akşamları saat (alaturka) 11.00<br />

sularında İstanbul’dan kalkacak, uğrayacağı yerlere uğradıktan sonra<br />

geceleyin İstinye’de yatacak. Sabahleyin 04.00 sularında hareket<br />

edip yine önceki yerlere uğrayarak İstanbul’a inecek.<br />

Vapurlar, yeni köprünün ihtisap tarafından (Eminönü) hareket<br />

edecek. Şimdiden vapur için Bab-ı Âli’den bazı kimseler adlarını<br />

yazdırmışlardır.”<br />

Takvim-i Vekayi<br />

gazetesinin 1831<br />

tarihli bir nüshası<br />

A copy of Takvim-i<br />

Vekayi journal<br />

dated 1831<br />

Boğaz’ın eski vapurlarından “Kadıköy”<br />

One of Bosphorus’ old steamboats “Kadıköy”<br />

A steamboat on the Bosphorus<br />

The news of a steamboat to float on the Bosphorus was published on<br />

1 May 1851 edition of Takvim-i Vekayi newspaper as follows (in plain<br />

language):<br />

“Thanks to the Sultan, A steamboat has been allocated for those who<br />

wish to travel to and from the Bosphorus. The boat will depart from<br />

İstanbul around 11.00 in the evening and after calling in ports it<br />

needs to call in, it will stop in İstinye overnight. Following morning<br />

around 4.00 it will depart and call in at same ports on the way down<br />

to İstanbul. The boats will depart from the council building (Eminönü)<br />

side of the new bridge. Already, some people from Bab-ı Âli have put<br />

their names down.”<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011 21


yalılar, sahilhaneler, köşkler,<br />

konaklar sıralanmışsa da daha<br />

geriye doğru gidildiğinde<br />

yeşillikler, belki küçük kulübeler,<br />

bir küçük cami ya da kilise<br />

görünüyordu göze ve köyler<br />

yaz mevsiminde sayfiye amaçlı<br />

sakinleriyle şenleniyor, kışın ise<br />

sessizliğe bürünüyordu.<br />

Boğaz köylerinin yerleşik<br />

halkı olan balıkçılar ile yine<br />

bu bölgede meyve ve sebze<br />

yetiştiren köylüler ürünlerini<br />

pazarlara kayıklarla iletiyor,<br />

“yazlıkçı” saray mensupları,<br />

devlet ileri gelenleri ve zengin<br />

kentliler için de yalıların<br />

kayıkhanelerinde kayıklar hazır<br />

bekliyordu.<br />

19. yüzyıl ortalarına gelindiğinde<br />

ise ülkede batılılaşma<br />

hareketlerinin hızlanması siyasi<br />

ya da ekonomik alanda olduğu<br />

gibi gündelik hayatın tam<br />

içinde de etkilerini gösterdi.<br />

Kentin varlıklıları artık bu güzel<br />

kıyılarda geçirecekleri günlerin<br />

sayısını artırmak istiyor, bunun<br />

için de rahat ve güvenli bir<br />

ulaşımı öncelikli buluyordu.<br />

Geleneksel ulaşım araçları olan<br />

kayıklar mevcut duruma cevap<br />

verecek güçten yoksundu; zira<br />

sert hava koşullarına uygun<br />

özellikler taşımıyorlardı ve seyir<br />

güvenlikleri bulunmuyordu.<br />

Aslında çözüm belliydi: Buharlı<br />

gemi.<br />

“Buğu gemisi” geliyor<br />

O çözüm bir bahar günü, 1828<br />

yılının 20 Mayıs’ında İstanbul<br />

limanında göründü. Üzerinde<br />

kocaman harflerle “Swift” yazan,<br />

koca çarkları, göğe duman savura<br />

savura sularda süzülen bu dev<br />

aracın tarifi onu meraklı gözlerle<br />

izleyen halktan geldi: Buğu<br />

gemisi. Ve Swift’i diğer gemiler<br />

takip etti.<br />

Kent ulaşımında doğan ihtiyacı<br />

karşılama görevini belli ki yabancı<br />

girişimciler üstlenmişti; ancak bir<br />

süre sonra devlet harekete geçti<br />

ve 1838 yılında Osmanlı sularında<br />

yolcu ve yük taşımak üzere ilk<br />

Osmanlı bandıralı buharlı gemiler<br />

Tersane-i Amire’den çıktı: Mesir-i<br />

Bahri ile Eser-i Hayır.<br />

Ottoman İstanbul. While palaces,<br />

mansions and beach houses lined<br />

up along the shore and just inland<br />

from the water’s edge, green<br />

pastures, maybe small huts, a<br />

small mosque or a church could<br />

be seen further inland. Villages<br />

would liven up with residents<br />

arriving for the summer while<br />

they were completely quiet during<br />

the winter. Fishermen who were<br />

the permanent residents of these<br />

villages and villagers growing<br />

fruit and vegetable would deliver<br />

their products on rowing boats,<br />

while a boat for “seasonal<br />

characters” such as members of<br />

the palace, leading statesmen and<br />

rich city people would be ready<br />

and waiting in their boathouses.<br />

As the middle of 19 th<br />

century arrived, the speed of<br />

westernisation movement was<br />

beginning to show its effect on<br />

daily life just as it was doing so<br />

in politics and economy. Wealthy<br />

people of the city were now<br />

looking into ways to increase the<br />

number of days they would spend<br />

in these beautiful shores and the<br />

priority was given to the method<br />

of comfortable and dependable<br />

transportation. Traditional boats<br />

were not fit to meet the demand;<br />

because they were not equipped<br />

for inclement weather conditions<br />

and not safe to sail. The answer<br />

was obvious: The steam boat.<br />

“Mist boat” is arriving<br />

That solution appeared in İstanbul<br />

harbour on a spring day on 20 th<br />

day of May, 1828. With the word<br />

“Swift” written in large letters on<br />

it, the description for this giant<br />

vessel that glided on water with<br />

its large wheel, producing large<br />

quantities of smoke came from<br />

people who have been watching it<br />

with curious eyes: Mist boat. And<br />

Swift was followed by other boats.<br />

It was obvious that the job of<br />

meeting the demand of city’s<br />

transportation was taken on by<br />

foreign entrepreneurs; but the<br />

state made a move a short while<br />

later and first Ottoman registered<br />

steam boats to carry passengers<br />

and cargo on Ottoman waters was<br />

Boğaz vapurlarından önce İstanbul’da deniz ulaşımını kayıklar sağlıyordu<br />

Prior to Bosphorus steamboats, marine transport in İstanbul was provided by rowing<br />

boats<br />

22 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


İzzeddin Vapuru<br />

İzzeddin Steamboat<br />

Hayırlı bir şirket<br />

Vapurlar işliyordu işlemesine<br />

ama, hem sayı hem sefer sıklığı<br />

bakımından yetersizdiler. Eğer<br />

yeni vapurlar ulaşıma katılırsa<br />

Boğaziçi kışın da rahatça<br />

erişilebilir bir yer olacak,<br />

dolayısıyla bir sayfiye yeri<br />

olmaktan çıkıp insanların sürekli<br />

yaşamayı tercih edeceği bir yer<br />

haline gelecekti. Peki ama bunun<br />

yolu neydi?<br />

Sorunun cevabı, dönemin<br />

önemli aydınları Keçecizade<br />

Fuat Bey ile Ahmet Cevdet<br />

Bey’den geldi. Birlikte yaptıkları<br />

seyahatlerde gördükleri örnekler<br />

ve ileri görüşlülükleri sayesinde<br />

zihinlerinde canlanan tasarıları<br />

birleştiren bu ikili, Boğaz`da<br />

vapur çalıştıracak yeni bir<br />

şirketin kuruluş hazırlıklarına<br />

girişti; hatta nizamnamesini de<br />

elleriyle hazırladılar. Şirketin<br />

resmen kurulabilmesi için Sultan<br />

Abdülmecit’ten izin alınması<br />

konusunda en büyük desteği de<br />

Sadrazam Reşit Paşa’dan aldılar.<br />

Nihayet 1 Ocak 1851 günü<br />

padişahtan izin<br />

çıktı. Dönemin<br />

resmi gazetesi<br />

niteliğindeki<br />

Takvim-i<br />

Vekayi’nin 17<br />

Ocak 1851<br />

tarihli sayısında<br />

aktarıldığına<br />

göre, Sultan<br />

Abdülmecid<br />

“İstanbul<br />

Sultan Abdülmecit<br />

halkının<br />

Sultan Abdülmecit<br />

Boğaziçi’ne<br />

rahat ve<br />

güvenli bir biçimde ulaşımını<br />

sağlamak için Şirket-i Hayriye<br />

adında ve yirmi beş yıl süreyle<br />

işletme ayrıcalığına sahip<br />

bir şirketin kurulmasına” izin<br />

vermişti. Padişah ve ailesi, devlet<br />

adamları ve dönemin ileri gelen<br />

işadamlarının hissedarı olduğu bu<br />

kuruluş aynı zamanda Osmanlı<br />

Devleti’nin ilk anonim şirketiydi.<br />

Artık Şirket-i Hayriye’nin<br />

çalıştıracağı, sayıları giderek artan<br />

vapurlarla Boğaziçi`nin köyleri<br />

birbirine ve İstanbul`a bağlanacak,<br />

delivered by<br />

Tersane-i<br />

Amire<br />

(the<br />

shipyard):<br />

Mesir-i Bahri<br />

and Eser-i<br />

Hayır.<br />

A<br />

beneficial<br />

company<br />

The<br />

steamboats<br />

were<br />

working but they were inadequate<br />

in terms of numbers or frequency<br />

of journeys. The Bosphorus would<br />

be within easy reach in winter<br />

and become a place where people<br />

lived regularly rather than just<br />

during the summer if new boats<br />

joined the fleet. But what was the<br />

solution to that?<br />

The answer came from the<br />

luminaries of the time Keçecizade<br />

Fuat Bey and Ahmet Cevdet Bey.<br />

By combining designs that were<br />

influenced by examples observed<br />

during their overseas trips and<br />

their forward thinking, this pair<br />

started the preparations to create<br />

a new company to run steamboats<br />

on the Bosphorus.<br />

The biggest support they received<br />

in obtaining the permission of<br />

Sultan Abdülmecid to officially<br />

form the company came from the<br />

Grand Vizier Reşit Paşa.<br />

At last, the Sultan gave<br />

permission on 1 January<br />

1851, according to the official<br />

newspaper of the time, Takvim-i<br />

Vakayi’s edition on 17 January<br />

1851; Sultan Abdülmecid gave<br />

permission for “a company by<br />

the name of Şirket-i Hayriye to<br />

provide the people of İstanbul with<br />

comfortable and safe transport on<br />

the Bosphorus for 25 years”. This<br />

company, which had the Sultan<br />

and his family, major statesmen<br />

and leading businessmen of the<br />

time among its shareholders,<br />

was the first PLC Company of the<br />

Ottoman Empire.<br />

With the numbers of steamboats<br />

operated by Şirket-i Hayriye<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011 23


gelişecek, birer yerleşim merkezi<br />

haline gelecekti.<br />

Boğaziçi rengârenk<br />

Şirket-i Hayriye hayata<br />

başlamasının ardından, çalıştıracağı<br />

vapurları ısmarlamaya başladı.<br />

İngiltere`de bir tersaneye<br />

ısmarlanan ilk altı vapur çok<br />

geçmeden geldi ve isimleri hemen<br />

verildi: Rumeli, Tarabya, Göksu,<br />

Beylerbeyi, Tophane ve Beşiktaş.<br />

Vapurların ana güvertesinin<br />

altında, biri önde diğeri arkada<br />

olmak üzere iki kapalı salon,<br />

personel odaları, kadınlar için özel<br />

birkaç yan kamara ve tuvaletler<br />

bulunuyordu. Kış günlerinde<br />

güverte kalın muşambalarla<br />

soğuktan korunmaya çalışılıyor,<br />

alt kattaki salonlarda da soba<br />

yakılıyordu. Yazları ise açıktaki<br />

sandalye ve sıralarda Boğaz keyfi<br />

yapılıyordu.Cumhuriyet dönemine<br />

gelindiğinde ise artık yerli vapurlar<br />

da filoya katılmaya başladı ve<br />

arkası hızla geldi. Bunların ilk<br />

örnekleri Hasköy Tersanesi’nde<br />

inşa edilip 1938’de hizmete<br />

giren 76 numaralı Sarıyer ve aynı<br />

tezgâhlarda inşa edilip 1939’da<br />

hizmete giren 75 numaralı Kocataş<br />

vapuruydu.<br />

Bugün, 21. yüzyılda, vapurlar<br />

hâlâ tüm İstanbulluların ve kenti<br />

ziyarete gelen sayısız misafirin<br />

vazgeçilmezi olarak Boğaz<br />

sularında asli yerini koruyor.<br />

increasing, villages of the<br />

Bosphorus would be linked to<br />

each other and to İstanbul, they<br />

would be developed and become<br />

residential centres.<br />

Colourful Bosphorus<br />

Following the establishment<br />

of Şirket-i Hayriye, orders for<br />

steamboats began.<br />

First six boats built by a shipyard<br />

in England arrived in a short space<br />

of time and were given the names:<br />

Rumeli, Tarabya, Göksu, Beylerbeyi,<br />

Tophane and Beşiktaş. Beneath<br />

the main deck of the boat were two<br />

covered halls, one at the front and<br />

one at the back, staff rooms, a few<br />

side cabins allocated to women only<br />

and toilets.<br />

The deck was covered with linoleum<br />

during winter months, halls below<br />

were heated with stoves.<br />

During the summer the Bosphorus<br />

was enjoyed from deckchairs and<br />

benches on the open deck.<br />

Locally built steamboats began<br />

to join the fleet at the turn of the<br />

Republican period. First examples<br />

of these were number 76 Sarıyer<br />

which was built in 1938 by Hasköy<br />

Shipyard and number 75 Kocataş<br />

built by the same shipyard in 1939.<br />

Today, in 21 st century, steamboats<br />

still keep their place in city life as an<br />

indispensible item for all İstanbulites<br />

and countless visitors arriving in<br />

the city.<br />

Vesile-i Nusret Vapuru<br />

Vesile-i Nusret Steamboat<br />

Eser-i Nusret Vapuru<br />

Eser-i Nusret Steamboat<br />

Boğaz’dan hangi<br />

vapurlar geçti<br />

Boats passed through<br />

the Bosphorus<br />

Vapurların adları hepimizin ilgisini çeker. Sürekli<br />

kullananlarımız hangi hatlarda hangi vapurların<br />

işlediğini de bilir. Bugün “Barış Manço”, “Prof. Aykut<br />

Barka”, “Şehit Adem Yavuz” gibi anısı kıymetli kişilere<br />

ithafen adlandırılan vapurlar bakın evvelden nasıl<br />

tanınıyordu:<br />

Suhulet, Sahilbend, Nusret, Gayret, İşgüzar, İhsan,<br />

Şükran, Neveser, Rehber, Metanet, Eser-i Merhamet,<br />

İkdam, İntizam, Ressan, Rüchan, Tarz-ı Nevin,<br />

Dilnişin, Seyyale, Şihab, İnşirah, İnbisat, Bebek,<br />

Göksu, Nimet, Kamer, Rağbet, Sultaniyye, Hünkâr<br />

İskelesi, Kalender, Ziya, Azimet, Rahat, Selamet...<br />

Fotoğraf/Photos: Rasim Konyar<br />

Names of steamboats are interesting to us all. Those<br />

who use them regularly know which boats operate on<br />

which routes. The steamboats dedicated to worthy<br />

persons such as “Barış Manço”, “Prof. Aykut Barka”,<br />

“Şehit Adem Yavuz” nowadays were known as follows<br />

in the past:<br />

Suhulet, Sahilbend, Nusret, Gayret, İşgüzar, İhsan,<br />

Şükran, Neveser, Rehber, Metanet, Eser-i Merhamet,<br />

İkdam, İntizam, Ressan, Rüchan, Tarz-ı Nevin,<br />

Dilnişin, Seyyale, Şihab, İnşirah, İnbisat, Bebek,<br />

Göksu, Nimet, Kamer, Rağbet, Sultaniyye, Hünkâr<br />

İskelesi, Kalender, Ziya, Azimet, Rahat, Selamet...<br />

24 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ KOLEKSİYONUNDAN<br />

İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZELERİ KOLEKSİYONUNDAN<br />

İSMAİL’İN KURBAN EDİLMESİ<br />

İstanbul’un Fatih ilçesinde<br />

bulunmuş İstanbul’un olan Fatih<br />

olan bu ilçesinde<br />

bu<br />

kireçtaşı bulunmuş lahit olan<br />

lahit parçası, bu<br />

İsmail’in kireçtaşı kurban lahit parçası,<br />

edilmesi<br />

sahnesini İsmail’in kurban betimler. edilmesi<br />

İbrahim İbrahim<br />

oğlu sahnesini<br />

oğlu İsmail’i betimler.<br />

İsmail’i kurban İbrahim<br />

kurban<br />

etmek oğlu İsmail’i<br />

etmek üzereyken kurban<br />

üzereyken Tanrı Tanrı<br />

tarafından etmek üzereyken<br />

tarafından gönderilen Tanrı<br />

gönderilen<br />

kurban, tarafından<br />

kurban,<br />

kabartmada gönderilen<br />

kabartmada<br />

sol<br />

sol<br />

köşede kurban,<br />

köşede<br />

ağaca kabartmada<br />

ağaca<br />

bağlanmış sol<br />

bağlanmış<br />

vaziyettedir. köşede ağaca Diğer bağlanmış bir<br />

vaziyettedir. Diğer bir<br />

dikkat vaziyettedir. çekici Diğer ayrıntı bir ise<br />

dikkat çekici ayrıntı ise<br />

sol dikkat üst çekici köşede ayrıntı görünen ise<br />

sol üst köşede görünen<br />

Tanrı’nın sol üst köşede elidir. görünen<br />

Tanrı’nın elidir. elidir.<br />

Ana Sponsor<br />

Ana Ana Sponsor Sponsor<br />

İstanbul Arkeoloji Müzeleri<br />

TÜRSAB’ın desteğiyle yenileniyor<br />

İstanbul Arkeoloji Müzeleri<br />

TÜRSAB’ın desteğiyle yenileniyor<br />

İstanbul Arkeoloji Müzeleri<br />

Osman Hamdi Bey Yokuşu Sultanahmet İstanbul • Arkeoloji Tel: 212 527 Müzeleri 27 00 - 520 77 40 • www.istanbularkeoloji.gov.tr<br />

Osman Osman Hamdi Hamdi Bey Bey Yokuşu Yokuşu Sultanahmet İstanbul İstanbul • Tel: • Tel: 212 212 527 527 27 00 00 - 520 - 520 77 77 40 40 • www.istanbularkeoloji.gov.tr<br />


26 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


TARİH<br />

history<br />

BİR AŞKA ADANMIŞ İKİ CAMİ<br />

MİHR Ü MAH - GÜNEŞ VE AY<br />

Ajandanıza şimdiden not düşün. 21 Mart günü özel bir yere gidip, ölümsüz bir aşkın yarattığı<br />

mucizeye tanık olun. Nereye gidilecek? Kim ya da kimler yad edilecek? Yanıtları yazımızda<br />

2 Aylin Şen Özgür Açıkbaş<br />

TWO MOSQueS dediCated to one loVE<br />

MİHR Ü MAH - THE SUN AND THE MOON<br />

Make a note in your diary. Go somewhere special on 21 March; witness<br />

the miracle of an immortal love. Where would you go?<br />

Who will be remembered? The answers are in this article<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011 27


Aslında yılın herhangi<br />

bir gününde gezilip<br />

görülebilir; iki caminin<br />

“birbirine bakışı”<br />

keşfedilip bir aşk hikâyesinin<br />

sırlarına vâkıf olunabilir. Ancak, bu<br />

ay ve özellikle bu aydaki bir gün o<br />

hikâyeyi somutlaştıracak... Şimdi<br />

okuyacağınız yazının yüreğinize<br />

işlemesini sağlayacak.<br />

“O” gün, Mart’ın 21’i; yani günle<br />

gecenin eşit olduğu gün. Aynı<br />

zamanda hikâyenin ana kahramanı<br />

Mihrimah Sultan’ın doğum günü.<br />

Camilerin anlattıklarına geçmeden<br />

önce Mihrimah Sultan’ı tanımak<br />

lazım.<br />

Padişah babanın biriciği<br />

Kanuni Sultan Süleyman ve<br />

ölümsüz aşkı Hürrem son<br />

zamanlarda “Muhteşem Yüzyıl”<br />

dizisiyle gündemde. Mihrimah<br />

Sultan, işte onların kızı. Sonraki<br />

yıllarda da görüleceği üzere,<br />

padişah babasının da gözbebeği.<br />

Kaynaklara göre, Kanuni 1500’lü<br />

yıllardaki anlayışın çok ötesinde<br />

bir eğitim sağlamış kızına. Onu<br />

neredeyse bir vâris gibi yetiştirmiş.<br />

Dahası, kimi rivayete göre yanında<br />

savaş meydanlarına bile götürmüş<br />

ve onu her istediğini yapacak<br />

kadar sevmiş.<br />

Böyle bir sultanın evliliği herhalde<br />

tam anlamıyla bir “devlet<br />

meselesi”dir, değil mi! Nitekim<br />

öyle olmuş. Padişahın yanında<br />

olabilmek uğruna, Mihrimah<br />

Sultan’la evlenmeye talip olanlar<br />

sıraya girmiş. Onlardan biri de<br />

Diyarbakır Beylerbeyi Rüstem Paşa<br />

olmuş. Ama dedik ya, işin ucunda<br />

iktidar var. Dedikodu kazanları<br />

kaynamış. Rüstem Paşa’nın<br />

cüzzamlı olduğu söylentileri<br />

yayılmış. Bunun üzerine<br />

Diyarbakır’a bir heyet gönderilip<br />

Paşa kontrolden geçirilmiş.<br />

Ve denir ki, çamaşırlarında bit<br />

bulununca “Cüzzamlı adama<br />

bit gelmez” denip Rüstem Paşa<br />

“temize çıkmış”.<br />

Kanuni Sultan Süleyman<br />

Suleiman the Magnificent<br />

Meydanı’nda yapıldı. İstanbul<br />

günler süren bir şölene tanıklık<br />

etti. İkramlar, bahşişler, baklava<br />

börekler birbirini izledi. Elbette<br />

asıl kerevete çıkan da Rüstem<br />

Paşa oldu. Bu evlilikle sadrazam<br />

yapılan Paşa, iki yıllık bir süre<br />

dışında yirmi yıla yakın bu<br />

koltukta oturdu. Mihrimah Sultan<br />

da annesi Hürrem’in izinden<br />

giderek devlet işlerinde önemli rol<br />

oynadı. Sadrazam kocasıyla birlikte<br />

söz sahibi oldu, hatta yabancı<br />

ülkelerin krallarıyla yazışmalarda<br />

bile bulundu. Hem bulunduğu<br />

konum, hem de Kanuni gibi güçlü<br />

bir padişahın sevgili kızı olmak<br />

Mihrimah Sultan’a elbette büyük<br />

servet de getirdi.<br />

Üsküdar’daki Mihrimah Sultan Camii içi<br />

Interior of Mihrimah Sultan Mosque in Üsküdar<br />

Mihrimah Sultan<br />

Mihrimah Sultan<br />

In fact, it can be visited on any day<br />

of the year; the two mosque’s “glance<br />

at each other” can be discovered to<br />

learn the secrets of a love story. But<br />

this month and a particular day in this<br />

month will give more foundation to the<br />

story... It will help that the article you<br />

are about to read will go straight to<br />

your heart.<br />

“That” day is 21 st March; it is when the<br />

day and night are equal. It is also the<br />

birthday of the main character of the<br />

story Mihrimah Sultan.<br />

Before we embark on what the mosques<br />

are telling us, we need to get to know<br />

Mihrimah Sultan.<br />

The dearest of the Sultan father<br />

Kanuni Sultan Süleyman (Suleiman<br />

Mimar Sinan<br />

Architect Sinan<br />

the Magnificent) and his eternal love<br />

Hürrem have been popular lately with<br />

the Television serial “Muhteşem Yüzyıl”<br />

(Magnificent Century). Mihrimah Sultan<br />

is their daughter. As it will be evident<br />

in later years, she is the apple of her<br />

father’s eye. According to records,<br />

Kanuni provided an education well in<br />

advance of the understanding of 1500s.<br />

He raised her as if she was a successor.<br />

Furthermore, according to some legend,<br />

he took her to battles with him and<br />

loved to fulfil every request of her.<br />

The marriage of such a sultan would<br />

surely be a “stately matter”, wouldn’t<br />

it! So it was. In order to be alongside<br />

the Sultan, those wishing to marry<br />

Mihrimah Sultan were forming a queue.<br />

One of them in the queue was the<br />

Mihriman Sultan evleniyor<br />

17 yaşındaki Mihrimah Sultan’ın<br />

düğünü, iki erkek kardeşi Bayezid<br />

ve Cihangir’in sünnet düğünleriyle<br />

birlikte bugünkü Sultanahmet<br />

28 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


Mihrimah Sultan o servetini kimi<br />

zaman devlet işlerine katılmak,<br />

örneğin donanmaya gemi<br />

yaptırmak için harcadı; kimi<br />

zaman da cami, medrese, hastane<br />

yaptırmak için.<br />

Bu yazı da konusunu zaten,<br />

yaptırdığı camilerden aldı.<br />

Koca Sinan’ın büyük aşkı<br />

Rivayet edilir ki, Mihrimah<br />

Sultan’ın taliplerinden biri de<br />

Mimar Sinan’dı. Üstelik –yüzünü<br />

gördü mü görmedi mi kim bilir–<br />

fena halde âşıktı. Ancak Kanuni,<br />

kızı için seçimini Rüstem Paşa’dan<br />

yana yapmıştı. Mimar Sinan da<br />

aşkını kalbine gömmüştü.<br />

Ne var ki, kader o acıyı sessiz<br />

sedasız çekmesine izin vermedi.<br />

Mimar Sinan daha Mihrimah<br />

Sultan’ın evliliğinin birinci<br />

yılında Saray’dan bir talimat<br />

aldı. Topkapı’nın karşı kıyısına,<br />

Üsküdar’a Mihrimah Sultan’ın adını<br />

yaşatacak bir cami yapması istendi.<br />

Governor of Diyarbakır Rüstem Paşa.<br />

But as we said, there is political power<br />

involved in this. The gossip mill went<br />

into overdrive. They spread the gossip<br />

that Rüsten Paşa had leprosy. Upon<br />

receiving this news, a medical panel<br />

was sent to Diyarbakır to examine<br />

Paşa. And so it goes that, when they<br />

found lice on his clothing they deduced<br />

that “no lice would get anywhere near<br />

a leprous man” and Rüstem Paşa “was<br />

cleared”.<br />

Mihrimah Sultan is getting married<br />

The wedding of the 17 year old<br />

Mihrimah Sultan took place in today’s<br />

Sultanahmet Square along with the<br />

circumcision celebrations of her<br />

two brothers, Bayezid and Cihangir.<br />

İstanbul witnessed a festival that went<br />

on for many days. Treats, presents,<br />

baklava and pies were aplenty. Of<br />

course the real happiness belonged<br />

to Rüstem Paşa. Becoming the grand<br />

vizier as a result of this marriage, Paşa<br />

had the seat for almost twenty years<br />

Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii iç ve dış görünümü<br />

Interior and external view of Mihrimah Sultan Mosque in Edirnekapı<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011 29


1540 yılında başlayan inşaat 1548<br />

yılında sona erdi. Cami bittiğinde<br />

insanlar Sinan’ın hünerine parmak<br />

ısırdı, çünkü gören herkese<br />

“etekleri yerleri süpüren bir kadını”<br />

hatırlatıyordu.<br />

Sinan bununla kalmadı. Mihrimah<br />

Sultan’a ikinci bir cami yapmaya<br />

koyuldu. Kimse akıl erdirememişti<br />

bu işe. Sinan “ilk kez” padişah<br />

fermanı olmadan cami yapmakla<br />

kalmamış, tuhaf bir yer seçmişti.<br />

Edirnekapı’da, o dönemin ıssız<br />

tepelerinden birindeydi seçimi.<br />

İkinci Mihrimah Sultan Camii<br />

de bir kadını hatırlatıyordu,<br />

her biri sanat eseri sayılacak<br />

pencereleri, işlemeleri ve<br />

“yalnızlığı” simgeleyen incecik tek<br />

minaresiyle.<br />

Güneşle ayın buluşması<br />

Ama Mimar Sinan’ın asıl<br />

sürprizi başkaydı. O, iki caminin<br />

buluşmasını tasarlamıştı. Nasıl<br />

mı? 21 Mart günü –yani<br />

geceyle gündüzün eşitlendiği,<br />

Mihrimah Sultan’ın doğum<br />

gününde– Edirnekapı ve<br />

Üsküdar’daki camileri aynı anda<br />

görebileceğiniz bir yere gidin.<br />

Yüzyıllardır olduğu gibi siz de<br />

tanıklık edin: Edirnekapı’daki<br />

caminin tek minaresi ardından<br />

kıpkırmızı güneş batarken,<br />

Üsküdar’daki caminin ardından<br />

ay doğar! Güneşle ay buluşur.<br />

Her 21 Mart’ta adeta Sinan’ın<br />

aşkını selamlar gibi aynı isim<br />

tekrarlanır: “Mihr ü Mah”, yani<br />

günümüzün diliyle “güneş ve ay”.<br />

Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Camii’nin muhteşem süslemeleriyle kubbesi<br />

The dome of Mihrimah Sultan Mosque in Edirnekapı with its magnificent ornamentation<br />

Üsküdar’daki<br />

Mihrimah Sultan<br />

Camii<br />

dış görünümü<br />

External view of<br />

Mihrimah Sultan<br />

Mosque in Üsküdar<br />

with the exception of a couple of years.<br />

Mihrimah Sultan played an important<br />

role in the affairs of the state, following<br />

her mother’s footsteps. She had a<br />

say in the state matters alongside her<br />

husband, so much so that, she even<br />

entered into correspondence with the<br />

kings of foreign countries. Being in<br />

her position and the fact that she was<br />

the beloved daughter of a sultan as<br />

powerful as Kanuni, brought her a great<br />

fortune. Mihrimah Sultan spent that<br />

wealth in many ways; sometimes to<br />

take part in state affairs, for instance<br />

to build ships for the navy, sometimes<br />

to build a mosque, a madrasah or a<br />

hospital. The subject of this article was<br />

taken from the mosques she had built.<br />

impressed by Sinan’s skill, because<br />

anyone who saw the mosque was<br />

reminded of “a woman whose skirt<br />

was sweeping the floor”.Sinan didn’t<br />

stop there. He went on to build a<br />

second mosque for Mihrimah Sultan.<br />

Nobody could have fathomed that.<br />

Not only Sinan was “for the first time”<br />

building a mosque without a firman<br />

from the sultan but he also chose a<br />

strange location. His choice was one<br />

of the uninhabited hills of the time<br />

in Edirnekapı. The second Mihrimah<br />

Sultan Mosque also resembled a<br />

woman and each one of the windows<br />

was a work of art, engravings and the<br />

single thin minaret which “symbolised”<br />

loneliness.<br />

Great Sinan’s great love<br />

Rumour has it that one of the<br />

candidates of Mihrimah Sultan was<br />

Architect Sinan. What’s more -who<br />

knows if he has ever seen her face- he<br />

was madly in love. But Kanuni had<br />

made his choice in favour of Rüstem<br />

Paşa. Architect Sinan had to bury his<br />

love in his heart. However, the fate<br />

wouldn’t let him suffer that pain quietly.<br />

Architect Sinan received an order from<br />

the Palace just on the first wedding<br />

anniversary of Mihrimah Sultan. The<br />

request was for a mosque in the name<br />

of Mihrimah Sultan to be built on the<br />

opposite shore of Topkapı, in Üsküdar.<br />

The construction started in 1540 and<br />

was completed in 1548. When the<br />

Mosque was finished everyone was<br />

Meeting of the Sun and the Moon<br />

But Architect Sinan’s real surprise<br />

was something else. He designed the<br />

meeting of two mosques. How? On 21 st<br />

March -when the night and the day are<br />

equal which is also Mihrimah Sultan’s<br />

birthday- get yourself to a vantage<br />

point from where you can see both<br />

mosques in Üsküdar and Edirnekapı.<br />

You too can be a witness to a centuries<br />

old phenomena: While the sun is<br />

setting behind the single minaret of<br />

the mosque in Edirnekapı, the moon<br />

rises behind the mosque in Üsküdar!<br />

The sun meets the moon. Every 21 st<br />

march, the same name is repeated just<br />

as saluting Sinan’s love: “Mihr ü Mah”,<br />

which means “the sun and the moon” in<br />

today’s language.<br />

30 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


TÜRSAB DERGİ | MART 2011 31


GEZİ<br />

travel<br />

GÖKOVA KÖRFEZİ’NDE<br />

BİR MÜCEVHER:<br />

SEDİR ADASI<br />

Rivayete göre Romalı komutan Antonius, Mısır Kraliçesi<br />

Kleopatra ile buluştuğu bu koyun kumlarını Mısır’dan<br />

taşıtmıştı. Doğanın Sedir adasına armağanı olan kumlar,<br />

jeolojik olarak ortaya çıkmış kalker parçacıkları aslında...<br />

2 Hümeyra Özalp Konyar Rasim Konyar<br />

A Jewel in GÖKOVA BAY:<br />

SedİR ISland<br />

The legend has it that the sand in this bay where<br />

Roman Commander Antonius met with Egyptian Queen Cleopatra<br />

was brought over from Egypt. A gift of nature to Sedir Island,<br />

these sands is in fact limestone specks which appear geologically...<br />

32 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


TÜRSAB DERGİ | MART 2011 33


Eskiden yalnızca Gökova<br />

Körfezi’nde tekneyle<br />

gezenlerin bildiği Sedir<br />

adası, son yıllarda Marmaris<br />

çıkışlı turların vazgeçilmez durağı<br />

haline geldi. Halk ağzında<br />

“Kleopatra Adası” ya da “Kleopatra<br />

Plajı” olarak anılan adaya kara<br />

yoluyla gelenler Marmaris-Muğla<br />

yolunun 12. kilometresinde Çamlı<br />

İskelesi yönüne saparak Gökova<br />

Körfezi kıyılarına ulaşıyor. Çamlı<br />

İskelesi’nden kalkan motorlar<br />

günübirlik gelen turistleri adaya<br />

taşıyor. Mavi yolculuk yapan<br />

tekneler ise ada açıklarında demir<br />

attıktan sonra yolcularını botlarıyla<br />

karaya çıkartıyorlar.<br />

Kumlar gerçekten de<br />

Kleopatra için mi taşınmıştı?<br />

Dilden dile dolaşan öyküye göre,<br />

Romalı komutan Antonius sevgilisi<br />

Mısır Kraliçesi Kleopatra ile bu<br />

koyda buluşmak istemiş, kraliçeyi<br />

çağırmadan önce bütün sahile<br />

gemilerle Mısır’dan getirttiği bu<br />

özel kumu yaymıştı...<br />

Adanın plajı ile ilgili olarak<br />

anlatılan bu öykü doğru değilse<br />

de Sedir adası sahilindeki kumların<br />

çok özel olduğu bir gerçek.<br />

Doğanın bu adaya armağanı olan<br />

kumlar aslında, jeolojik olarak<br />

ortaya çıkmış kalker parçacıkları.<br />

Previously known only by those<br />

on boat trips in Gökova Bay, Sedir<br />

Island became a must for boat<br />

tours departing from Marmaris.<br />

Known as “Cleopatra Island”<br />

or “Cleopatra Beach” by the<br />

locals, the island can be reached<br />

from the mainland by taking the<br />

Çamlı İskelesi turning on the 12 th<br />

kilometre of Marmaris-Muğla<br />

highway.<br />

Ferries departing from Çamlı<br />

İskelesi take tourists to the island.<br />

Blue voyage boats weigh anchor<br />

off the island and take their<br />

passengers on zodiac boats to the<br />

island.<br />

Was the sand really brought<br />

for Cleopatra?<br />

According to the tale everybody<br />

talks about, Roman Commander<br />

Antonius wanted to meet with<br />

his lover, the Egyptian Queen<br />

Cleopatra in this bay and before<br />

the meeting he spread the sand on<br />

the shore which was brought over<br />

from Egypt by ships...<br />

Even if the story told about the<br />

beach on the island is not true the<br />

reality is that the sand of Sedir<br />

Island is rather special.<br />

A gift of nature to the island, the<br />

sand is in fact limestone particles<br />

appearing geologically.<br />

Sedir adasının kumları (solda) ve kıyıdan koya bakış (sağda)<br />

The sand of Sedir Island (left) and a view of the bay from the shore (right)<br />

34 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


TÜRSAB DERGİ | MART 2011 35


1 milimetre çapı olan her bir kum<br />

tanesi, sanki tornadan çıkmışçasına<br />

birbirinin eşi gibi duruyor. Tüm<br />

Akdeniz’de benzer özellikler<br />

taşıyan bir diğer kumsalın Girit<br />

adasında yer aldığı biliniyor.<br />

Yıllar boyu korumasız olarak<br />

bırakılan Sedir adasındaki plajın<br />

kumları, rüzgarın ve dalgaların<br />

etkisiyle zamanla azalmaya<br />

başlamış, üstüne bir de avuç avuç<br />

kum götüren turistlerin yağması<br />

eklenince kaygılar büyümüştü.<br />

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın<br />

girişimiyle koruma altına<br />

alınan Kleopatra’nın plajı<br />

artık güvencede. Değil kum<br />

taşımak, kumlara basmanın bile<br />

yasaklandığı bu minik koy, Cedrai<br />

Antik Kenti ile birlikte değerli bir<br />

mücevher gibi korunuyor.<br />

TÜRSAB’ın da destek verdiği<br />

koruma programı altında, çitler<br />

ve iplerle çevrili kumsala artık<br />

kimsenin adım atmasına izin<br />

verilmiyor. Bu kumsalın önünde<br />

uzanan benzersiz turkuaz sularda<br />

yüzmek isteyenler için ise özel<br />

ahşap yollar var.<br />

Each speck is 1 millimetre in<br />

diameter and is similar to each<br />

other as if produced by a machine.<br />

The only other Mediterranean<br />

island with a beach of a similar<br />

feature is known to be Crete.<br />

Left unprotected for many years,<br />

the sand on the beach of Sedir<br />

Island began to decline due to<br />

wind and waves and the problem<br />

was exacerbated by tourists<br />

taking back a handful of sand with<br />

them.<br />

Cleopatra’s beach is now secure<br />

after a protection initiative by the<br />

Ministry of Culture and Tourism.<br />

This tiny beach where landing<br />

on it let alone taking a sample of<br />

sand, along with Cedrai Antique<br />

City, is forbidden and protected<br />

as if it is a precious piece of<br />

jewellery.<br />

Under the protection programme<br />

supported by TÜRSAB the beach<br />

is fenced off to stop access.<br />

There are wooden piers for those<br />

who want to swim in the unique<br />

turquoise waters on the edge of<br />

the beach.<br />

Sedir adasında yer alan antik Cedrai’de kilise kalıntıları (altta), adanın sahili<br />

(sağda, üstte) ve kumların korunması için yapılmış özel yürüme yolları (sağda,<br />

altta)<br />

Ruins of the church in ancient Cedrai located in Sedir Island (below), the island beach<br />

(right, top) and special walkways built to protect the sand (right, below)<br />

36 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


TÜRSAB DERGİ | MART 2011 37


Bir Karya kentiydi<br />

Dünyanın ender bulunan<br />

kumlarıyla kaplı bu küçük<br />

plajın yer aldığı ada aslında,<br />

antik Cedrai (Kedrai, Kedrae)<br />

kentinin merkeziydi. Bilinen<br />

tarihi MÖ 5. yüzyıla kadar<br />

uzanan kent, Karya <strong>Birliği</strong>’ne<br />

bağlıyken daha sonra Rodos<br />

devletine bağlanmış, Ispartalılar<br />

tarafından yağmalanmış, Roma,<br />

Bizans, Osmanlı egemenlikleri<br />

altında yaşamıştı. Günümüze<br />

kadar gelebilen en önemli<br />

kalıntıları arasında tiyatrosu,<br />

Apollon tapınağı, taş kuleleri,<br />

kilise, nekropol ve şehir surları<br />

yer alıyor.<br />

It was a Karian city<br />

The island with the beach whose<br />

sand was rarely found anywhere<br />

else in the world was in fact the<br />

centre of ancient Cedrai (Kedrai,<br />

Kedrae) city.<br />

Known history of the city goes<br />

back to 5 th century B.C. which<br />

was part of Caria Union but later<br />

belonged to Rhodes state, it was<br />

ransacked by the Spartans, was<br />

ruled by Roman, Byzantine,<br />

Ottomans empires.<br />

Among the most important<br />

ruins survived to present are<br />

Apollon Temple, stone towers,<br />

the church, necropolis and the<br />

city walls.<br />

Cedrai antik kenti kalıntıları (üstte, sağda ve solda), kentin antik tiyatrosu (yanda)<br />

ve adanın çevresinden bir görünüm (sağ sayfa)<br />

Ruins of Cedrai ancient city (top, right and left), antique theatre of the city (side) and<br />

a view from around the island (right page)<br />

38 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


TÜRSAB DERGİ | MART 2011 39


LEZZET<br />

flavor<br />

ESKİMEYEN BİR TAT:<br />

BOZA<br />

Soğuk kış günlerinde akşam vakitleri derinlerden gelen<br />

bir ses: Booooozaaaa. Artık eskisi kadar duymuyorsak<br />

da bu sesi, boza yaşamımızdaki yerini, damağımızdaki<br />

tadını korumaya devam ediyor<br />

2 Nihal Boztekin Rasim Konyar<br />

AN AGeleSS taSte: BOZA*<br />

A distant sound on cold winter evenings: Booooozaaaa.<br />

While we don’t’ hear this sound as often as we used to, boza<br />

continues to keep its place in our lives, its taste in our palate<br />

*Boza: a beverage made from fermented wheat with<br />

thick consistency and low alcohol content<br />

40 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


Boza tarihin en eski, en<br />

yaygın lezzetlerinden<br />

biri. Yapılan<br />

araştırmalara göre,<br />

bu meşhur içeceğin öyküsü<br />

Mezopotamya’da<br />

başladı. Ünlü<br />

Atinalı yazar<br />

Ksenophon İÖ 401<br />

yılının sonunda<br />

Anadolu’da boza<br />

yapıldığını ve elde<br />

edilen malzemenin<br />

toprağa gömülü<br />

çömleklere<br />

konduğunu<br />

kaydediyordu.<br />

Farklı kaynaklarda<br />

da yine<br />

ilkçağlarda Latince<br />

“cervisa” veya<br />

“cerevisia” adıyla<br />

anılan ve arpa,<br />

darı gibi hububattan üretilip<br />

fermantasyona tabi tutulan<br />

içeceklerin varlığından söz<br />

ediliyordu. İlk Türk dil bilgini<br />

sayılan Kaşgari ise 11. yüzyılda<br />

yazdığı Divan-ı Lügati’t-Türk<br />

adlı sözlükte<br />

Karahanlıların<br />

bozayı darıdan<br />

ürettiğini ve<br />

“bouhoun” olarak<br />

adlandırdığını<br />

belirtiyordu.<br />

Boza dünyaya<br />

yayılıyor<br />

Bozayı ülkeden<br />

ülkeye taşıyanlar<br />

Akdenizli tüccar<br />

gemiciler<br />

oldu. Mısır ve<br />

Kuzey Afrika<br />

sahillerinden<br />

başlayan bu yolculuk Hazar<br />

Denizi güneyinden doğuya,<br />

Asya içlerine ve Çin’e; İran ve<br />

Afganistan’a, Kafkaslar’dan<br />

Volga havzasına doğru devam<br />

etti. Balkan ülkelerinin hemen<br />

hepsinin “milli içki” olarak<br />

sahiplendiği bozanın bu<br />

bölgeye gelişi ise bir rivayete<br />

göre, Horasanlı savaşçı<br />

dervişlerden Sarı Saltık yoluyla<br />

olmuştu. Anadolu’ya gelip<br />

Hacı Bektaş’a bağlanan Sarı<br />

Atinalı yazar Ksenophon<br />

Athenian author Ksenophon<br />

Kaşgarlı Mahmut<br />

Kaşgarlı Mahmut<br />

Boza is one of the oldest, the most<br />

common taste of history. According<br />

to research carried out, the story<br />

of this famous beverage began in<br />

Mesopotamia. Famous Athenian<br />

author Ksenophon<br />

recorded that boza<br />

was produced in<br />

Anatolia towards the<br />

end of 401BC and the<br />

product was stored<br />

in earthenware pots<br />

buried in the ground.<br />

Various sources also<br />

refer to existence of a<br />

fermented beverage,<br />

again in ancient<br />

times, which was<br />

produced from cereal<br />

such as barley, maize<br />

and called “cervisa”<br />

or “cerevisia” in<br />

Latin. In his Divan-ı<br />

Lügati’t-Türk (Great Turkish Dictionary),<br />

Kaşgari, who is considered to be<br />

the first Turkish linguist, states that<br />

Karahan clan produced maize based<br />

boza and called it “bouhoun”.<br />

Boza is spread<br />

around the world<br />

What took boza<br />

from country to<br />

country were the<br />

Mediterranean trade<br />

ships. This journey<br />

which started in<br />

Egyptian and North<br />

African shores<br />

continued east further<br />

inland in Asia and<br />

Şamran Hanım’dan<br />

“Bozacı Kantosu”<br />

Boza şarkılara bile ilham verdi. Osmanlı döneminde ünlü<br />

kantoculardan Şamran Hanım “Bozacı Kantosu”nda bir bozacının<br />

serüvenini şöyle seslendiriyordu:<br />

Darıdan boza yaparım<br />

Sokakta gezer satarım<br />

Satıp savurup bitirince<br />

Odamda hem keyfime bakarım<br />

Ekşi de var tatlı da var<br />

İsterseniz tarçın da var<br />

Bozayı ah bir içince<br />

Size verir güzel neşe<br />

Alınız da bir bakınız<br />

Hile var mıdır içinde<br />

Bozacı Şamrandır namım<br />

Boza yapmaktır mutadım<br />

Geze geze pek yoruldum<br />

Yürümeye yok mecalim<br />

Benim bozamı içenler<br />

Bir daha içmek isterler<br />

İşte artık gidiyorum<br />

Ustalar beni beklerler<br />

“Canto of a Boza maker”<br />

from Şamran Hanım<br />

Boza even inspired songs. Famous Ottoman Canto singer Şamran<br />

Hanım sings about the adventures of a boza maker in “Canto of a<br />

Boza Maker”.<br />

I make boza from maize<br />

I sell it wandering the streets<br />

When I sell it all up and finish<br />

I enjoy myself in my chamber<br />

There is sour and there is sweet<br />

There is cinnamon if you want<br />

When you drink some boza<br />

It gives you a good cheer<br />

Take it and have a taste<br />

See if there is any trick in it<br />

My name is Şamran the boza maker<br />

My job is to make boza<br />

I got tired of wandering<br />

I have no strength to walk<br />

Those who drink my boza<br />

Will want to drink again<br />

I am now leaving<br />

Masters await me<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011 41


Saltık, Rumeli’ye yerleşen ilk<br />

Müslüman Türk toplulukları<br />

yönetmek üzere 1263 yılında<br />

bugünkü Dobruca’ya gelmiş,<br />

Horasan’da öğrendiği bozacılığın<br />

bölgede yayılmasına da önayak<br />

olmuştu. Bu girişimlerinin ona<br />

kazandırdığı en önemli şey ise<br />

“bozacı esnafının piri” unvanıydı.<br />

İstanbul’un bozahaneleri<br />

Bu önemli yolculuğunda<br />

bozanın önemli konaklama<br />

mekânlarından biri İstanbul’du.<br />

Daha 14. yüzyılda bozacılık<br />

sabunculuk, kumaş boyacılığı<br />

ve mumculukla birlikte temel<br />

meslekler arasında adını<br />

söyletiyordu.<br />

Robert Mantran’ın “16. ve<br />

17. Yüzyılda İstanbul’da<br />

Gündelik Hayat” adlı eserinden<br />

öğrendiğimize göre ise suyun<br />

dışındaki “izinli” içkiler şöyle<br />

sıralanıyordu: “Arpa veya darıdan<br />

yapılan ve İstanbul’da en iyilerini<br />

yapan özel imalathanelerin yanı<br />

sıra bir de devlet imalathanesinin<br />

bulunduğu, biraya yakın bir<br />

içecek olan boza.”<br />

Bükreş sokaklarında bir Türk bozacı (1880)<br />

A Turkish boza seller in Bucharest streets (1880)<br />

China through South of Caspian Sea;<br />

to Iran and Afghanistan, towards the<br />

Volga basin via Caucasians. Considered<br />

to be the “national drink” in almost<br />

every Balkan country, arrival of boza<br />

in the region, according to the tale, is<br />

through Sarı Saltık who was a worrier<br />

dervish from Horasan. Having arrived<br />

in Anatolia and declared his allegiance<br />

to Hacı Bektaş, Sarı Saltık moved to<br />

today’s Dobruca in 1263 to rule over<br />

the first Muslim Turkish communities<br />

arriving in Rumeli, leading the way<br />

to spread boza making that he learnt<br />

in Horasan in the region.The most<br />

important thing his enterprise accolade<br />

him was the title of “master of boza<br />

makers”.<br />

İstanbul’s boza houses<br />

On this important journey, one of boza’s<br />

important port of call was İstanbul.<br />

Boza making was considered to be a<br />

primary trade alongside soap making,<br />

fabric dying and candle making as early<br />

as the 14th century.<br />

We learn from Robert Mantran’s book<br />

“Daily Life in İstanbul in16 th and 17 th<br />

century” that “approved” drinks, aside<br />

from water, were listed as follows:<br />

Evde boza yapmak<br />

isterseniz<br />

Boza zahmetli bir içecek; dikkat ve sabır istiyor ve<br />

kıvamını tutturmak pek de kolay olmuyor. Ama biz<br />

yine de meraklıları için bir tarif verelim. Bu tarif,<br />

ünlü Vefa Bozacısı’ndan:<br />

3 bardak bulgur akşamdan bol suyla ıslatılır; ertesi<br />

gün 2 kahve fincanı pirinç de eklenir ve bu karışım,<br />

pirinç iyice ezilinceye kadar pişirilir, ardından<br />

mikserle çırpılıp ince süzgeçten geçirilir ve hafif<br />

ateşe konur. İçine 3 bardak toz şeker de eklenip<br />

iyice karıştırıldıktan sonra ateşten alınıp ılımaya<br />

bırakılır. Ilıdıktan sonra içine 1 bardak eski boza<br />

ya da bir kibrit kutusu büyüklüğünde, ılık suyla<br />

ezilmiş maya da katılıp yine iyice bir karıştırılır.<br />

Burada malzemeye biraz sabır katmak gerekir: Zira<br />

ağzı kapatılan kabın 20-25 derecelik bir yerde, ara<br />

sıra karıştırılarak 2-3 gün bekletilmesi gerekir. Göz<br />

göz kabarcıklar kendini gösterdiğinde işlem tamam<br />

demektir. Serin bir yere alınan boza artık oldu;<br />

bundan sonrası işin süsü püsü: Cam bardaklara<br />

paylaştırılmış boza, üzerine tarçın ve yanına sarı<br />

leblebi... Afiyet olsun.<br />

If you want homemade<br />

boza<br />

Boza is a laborious drink; it requires attention and<br />

patience and is not easy to get the consistency<br />

right. But we will give the recipe for those who are<br />

interested. This recipe is from famous Vefa Boza<br />

maker:<br />

3 glasses of bulgur wheat is soaked in water<br />

overnight; 2 tea spoonful of rice is added the following<br />

day and this mixture is cooked until mashed, it is<br />

then put through mixer and strained through a fine<br />

colander and placed on reduced heat. Add three<br />

glasses of sugar and stir, remove from heat and leave<br />

to cool. When it is luke warm a glass full of old boza<br />

or a matchbox size yeast, mashed in warm water is<br />

added and stirred again. Here you need to add some<br />

patience to ingredients: Because, the covered pan<br />

needs to be left in a place which is 20-25 degrees for<br />

2-3 days, occasionally stirred. When small bubbles<br />

start to appear the process is complete. Move to a<br />

cooler place and boza is ready; what’s left is the<br />

decorations: poured in glass, topped with cinnamon<br />

or leblebi... Bon appetite.<br />

42 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


IV. Mehmet<br />

Mehmet IV<br />

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa<br />

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa<br />

“İzinli” diyoruz, çünkü malum,<br />

Osmanlı toprakları belli<br />

dönemlerde belli içeceklere<br />

ve bunların üretilip tüketildiği<br />

mekânlara ilişkin yasaklamalara<br />

tanık olmuştu. Boza da bu<br />

yasaklardan “Tatar bozası” denen<br />

ve içine afyon karıştırıldığı<br />

düşünülen çeşidiyle nasibini<br />

alıyordu.<br />

Evliya Çelebi’den edindiğimiz<br />

bilgiye göre, 17. yüzyılda<br />

Süleymaniye’de Arnavut<br />

Kasım’ın, Unkapanı’nda da<br />

Sinan ve Miho’nun bozaları<br />

çok meşhurdu. İlerleyen<br />

yıllarda kentte 300 civarında<br />

bozacı dükkânı bulunuyordu<br />

ve buralarda çalışan “bozacılar<br />

orduda gayet lazımlı kavimdi”.<br />

Yine aynı dönemde, bildiğimiz<br />

bozadan farklı olarak Tekirdağ<br />

darısından üretilen süt beyazı<br />

boza da kırk bozahanenin elinden<br />

çıkıyor ve özellikle ulemanın<br />

sofralarını süslüyordu.<br />

Bozahaneler açılmayacak mı?<br />

IV. Mehmet’in yasaklı<br />

döneminde bozanın tarihine<br />

“Bozahane vakası” olarak bilinen<br />

bir olay damgasını vurdu. Av<br />

meraklısı padişah, vaktinin büyük<br />

bölümünü İstanbul’dan uzakta,<br />

Edirne’de geçiriyordu. Yine böyle<br />

günlerden birinde, kulağına<br />

bir haber geldi: İstanbul’da<br />

bozahane ve meyhaneler<br />

ondan izinsiz açılmıştı. İşin<br />

peşine düştüğünde, Sadrazam<br />

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın<br />

bu mekânların sahiplerinden<br />

rüşvet aldığını ve böylece olup<br />

bitene göz yumduğunu öğrendi.<br />

Şehre hemen bir ferman gitti.<br />

Eğer söylenenler doğruysa,<br />

olayın sorumlusu katledilecekti.<br />

Evet, biri katledildi, ama o kişi<br />

“made from barley or maize and<br />

produced by İstanbul’s best private<br />

brewers as well as a state owned<br />

brewery, the drink that resembles<br />

beer, boza.” We say “approved”, as it’s<br />

known that Ottoman land witnessed<br />

prohibitions at certain times relating to<br />

certain beverages and establishments<br />

where these beverages would be<br />

produced and consumed. Boza was<br />

getting its share from these prohibitions<br />

with its “tatar boza” variety which was<br />

thought to have included opium.<br />

According to information we learn from<br />

Evliya Çelebi, boza of Arnavut Kasım<br />

in Süleymaniye, Sinan and Miho in<br />

Unkapanı were very popular in 17 th<br />

century. As the years advanced, there<br />

were around 300 boza shops in the city<br />

and those who worked there were “boza<br />

makers who are rather necessary in the<br />

army”. Again during the same period,<br />

milk white boza variety made from<br />

Tekirdağ maize was produced in forty<br />

boza houses and especially donating<br />

scholar’s dinner tables.<br />

Are boza houses not opening?<br />

During Mehmet IVth’s prohibition<br />

period, boza’s history was marked with<br />

a situation referred to as “Boza house<br />

case”. The sultan who was interested in<br />

hunting was spending most of his time<br />

away from İstanbul, in Edirne. During<br />

one of those days a rumour reached<br />

Sultan: boza houses and taverns were<br />

opened without his permission. When he<br />

followed it up, he discovered that Grand<br />

Vizier Merzifonlu Kara Mustafa Paşa<br />

was taking bribes from owners of these<br />

establishments and turning a blind eye<br />

to what was happening. Immediately<br />

a firman was sent to the city. Person<br />

responsible would be killed if the<br />

story was confirmed. Yes, someone<br />

was killed, but that person was not<br />

the Grand Vizier, it was the Grand<br />

Vizier’s butler who was blamed for the<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011 43


Sadrazam değil, suçu üstüne<br />

attığı Sadaret Kâhyası idi...<br />

Bozahaneler daha sonraki yıllarda<br />

da meyhaneler gibi yasağa tabi<br />

tutuldu; ama bunun nedeni<br />

bozanın kendisi değil, buralarda<br />

gizlice satılan alkollü içkilerdi.<br />

Nihayet yasaklar bitti ve 19.<br />

yüzyıl sonlarına gelindiğinde<br />

İstanbul 200’ün üzerinde<br />

bozahanesiyle bu enfes içeceği<br />

halka sunmaya devam etti.<br />

Boza deyince Vefa<br />

Birçoğumuz için boza der demez<br />

akla gelen isim “Vefa Bozacısı”dır,<br />

ki bu gayet hak edilmiş bir<br />

şöhrettir. Öykü şöyle gelişir:<br />

“93 Harbi” olarak da anılan<br />

Osmanlı-Rus Savaşı (1876)<br />

sırasında Rumeli’den İstanbul’a<br />

yoğun bir göç yaşanır. Bu<br />

göç başlamadan hemen önce,<br />

Karadağ sınırındaki Prizren<br />

kasabasından İstanbul’a gelen<br />

Arnavut genci Sadık, bir süre<br />

mahalle aralarında seyyar<br />

bozacılık yaptıktan sonra<br />

Vefa’da bir küçük bozacı açar.<br />

Bozayı henüz kendisi üretmeyip<br />

Taksim’deki meşhur Tevfik<br />

Efendi’den almaktaysa da<br />

kendinden bir şeyler katmayı<br />

ihmal etmez. Elindeki malzemeyi<br />

bir süre bekletip üzerinde biriken<br />

suyu döktüğünde benzerlerinden<br />

daha saf ve kıvamlı bir içecek<br />

elde etmekte, bu enfes<br />

lezzetle şöhreti günden güne<br />

artmaktadır.<br />

Prizrenli Sadık bozayı kendisi<br />

yapmaya başladıktan sonra<br />

fıçı yerine mermer küpler<br />

kullanmaya başlar, dükkânını<br />

çeşit çeşit kepçeler, güzel<br />

bardaklar, şık tarçın ve leblebi<br />

kaplarıyla donatır. Zaman içinde<br />

limonata, şıra, bazı şerbet türleri,<br />

dondurma ve salebi de ürünleri<br />

arasına ekler.<br />

Yıllar ilerlediğinde bu bozahane<br />

artık bir aile mekânı, bozacılık<br />

bir aile mesleği haline gelmiştir.<br />

Cumhuriyet döneminde Soyadı<br />

Kanunu’yla “Vefa” soyadını<br />

alan aile işte o gün bugündür<br />

İstanbulluların ağızlarını<br />

tatlandırmaktadır.<br />

crime...Boza houses were subjected to<br />

restrictions in later years too; but the<br />

reason for that was not boza itself, but<br />

alcohol sold secretly under the counter.<br />

In the end prohibition was lifted and<br />

when the end of 19 th century had<br />

arrived, İstanbul continued to serve this<br />

delicious beverage to its people in more<br />

than 200 boza houses.<br />

Vefa synonymous with boza<br />

For many of us the first name that<br />

deservedly springs to mind when boza<br />

is mentioned is “Vefa Bozacısı”. The<br />

story goes like this: There was a big<br />

exodus from Rumeli to İstanbul during<br />

Ottoman-Russian war in 1876, also<br />

referred to as “93 War”. Just prior to<br />

the start of this exodus, arriving in<br />

İstanbul from the town of Prizren on<br />

the border with Montenegro is Albanian<br />

youngster Sadıki who opened a small<br />

boza house in Vefa after selling boza<br />

on the streets for a while. Despite<br />

buying his boza from famous Tevfik<br />

Efendi in Taksim rather than producing<br />

it in-house, he doesn’t neglect to add<br />

something of his own. By making the<br />

product wait for a few days and after<br />

discarding the water appearing on top<br />

he gets a more pure and viscous drink,<br />

and with this delicious flavour his fame<br />

increases daily.Once Sadık from Prizren<br />

starts producing his own boza he starts<br />

using marble pots instead of wooden<br />

ones, he donates his shop with various<br />

scoops, pretty glasses, stylish cinnamon<br />

and leblebi (roasted chickpea) jars.<br />

Over time he adds lemonade, şıra(grape<br />

juice), some sherbet varieties, ice-cream<br />

and salep (orchis) to his products.<br />

Overtime, this boza house became a<br />

family residence, turning boza making<br />

into a family business. With the<br />

Surname Law during the Republican<br />

period the family received the surname<br />

“Vefa” and from that time to present<br />

they have been sweetening the palates<br />

of İstanbulites.


46 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


ŞEYLERİN TARİHİ<br />

history of things<br />

AYNA AYNA<br />

SÖYLE BANA<br />

Tarihçe bölümünde bu sayıda aynaya bakacaksınız.<br />

İnanın, hem insanlık tarihine hem de kendinize dair<br />

yeni şeyler keşfedeceksiniz. Üstelik son derece ilginç ve<br />

eğlenceli notlarla...<br />

2 Aylin Şen<br />

Mirror Mirror<br />

ON THE wall<br />

You will glance at the mirror in the history section<br />

of this edition. Believe me when I say that you will<br />

discover new things about yourselves and about<br />

the history of human kind. And that with rather<br />

interesting and fun notes...<br />

Bir elinde cımbız bir elinde ayna...<br />

Umurunda mı dünya!<br />

Orhan Veli’nin<br />

dizelerini bilmeyen<br />

yoktur herhalde.<br />

Peki, dünyanın en<br />

eski aynasının bu topraklarda<br />

bulunduğunu biliyor muydunuz?<br />

Dünya tarihini yeniden yazdıran<br />

Çatalhöyük kazılarında, MÖ 6000<br />

yıllarındaki yaşam gözler önüne<br />

serildi. Konya yakınlarındaki<br />

Çatalhöyük’te bulunanlar<br />

şaşırtıcıydı: Belirli bir mimari<br />

anlayışla inşa edilmiş evler, o<br />

evlerdeki süs eşyası, av ya da<br />

savunma silahları ve dünyanın<br />

“ilk” aynaları.<br />

Elbette, o ilk aynalar<br />

bugünkünden çok farklıydı,<br />

çünkü her şeyden önce<br />

cam henüz bilinmiyordu.<br />

Çatalhöyüklü atalarımız parlak<br />

bir taş olan obsidiyeni daha da<br />

parlatıp ayna olarak kullanmıştı.<br />

Sonraki binyıllarda insanoğlu<br />

metali işlemeyi öğrendi. Böylece,<br />

“taştan daha çok gösteren” metal<br />

aynalar yapılmaya başladı.<br />

Kazılarda bulunan en eski metal<br />

–bronz– aynalar eski Mısır’da<br />

2900, Hindistan’da 2800, Çin’de<br />

de 1500 yıl öncesine işaretlendi.<br />

A pair of tweezers on one hand, and<br />

a mirror on the other...<br />

Not a care for the world!<br />

Probably everybody knows Orhan<br />

Veli’s verse. So did you know that<br />

the oldest mirror in the world was<br />

discovered in this territory?<br />

Life from 6000BC was revealed<br />

during Çatalhöyük excavations<br />

which rewrote the history of the<br />

world. Discoveries in Çatalhöyük<br />

near Konya were astonishing:<br />

Houses built according to certain<br />

architectural style, ornaments in<br />

those houses, weapons for hunting<br />

and defence and world’s “first”<br />

mirrors.<br />

Of course those mirrors were very<br />

different from mirrors of today,<br />

because, above all else, glass wasn’t<br />

yet known. Our forefathers from<br />

Çatalhöyük used obsidian which was<br />

a shiney stone and he polished it<br />

further to use as a mirror.<br />

During later millennia mankind<br />

learnt to process metals. In this<br />

manner, metal mirrors were made<br />

which “reflected more than stone”.<br />

The oldest metal – bronze – mirrors<br />

discovered in the excavations were<br />

dated back to year 2900 in Egypt,<br />

year 2800 in India, year 1500 in<br />

China.<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011 47


Adadan usta kaçırma!<br />

Sıra yavaş yavaş cam aynalara<br />

geliyordu. Tabi önce camın<br />

bulunması gerekiyordu! Ancak<br />

bu da yetmedi. Fenikeliler<br />

camı buldu bulmasına ama,<br />

bu “mucize” maddeden ayna<br />

yapılması için camın Avrupa’ya<br />

ulaşması beklendi. Hem de 13.<br />

yüzyıla kadar...<br />

13. yüzyılda camla tanışan<br />

Avrupa, insanlık tarihi için kısa<br />

sayılabilecek bir süre sonra, 15.<br />

yüzyılda camdan ayna üretmeye<br />

başladı.<br />

Tahmin etmek zor olmasa gerek;<br />

ilk cam aynalar Venedik’te<br />

üretildi. Ve kısa sürede Avrupa<br />

sarayları ile zengin evlerinin<br />

statü göstergesi oldu. Oysa ayna<br />

üretimi sınırlıydı, bu nedenle<br />

talep karşılanamıyordu, çünkü<br />

Venedikliler cam aynanın<br />

yapımını tam bir sır olarak<br />

saklıyordu. Bunun için de cam/<br />

ayna atölyeleri, kontrolü daha<br />

kolay olsun diye bir adaya,<br />

Murano Adası’na kurulmuştu.<br />

Bu atölyelere camcı ustalarından<br />

başkasının girmesine de izin<br />

verilmiyordu.<br />

Ama sır, film gibi bir olayla<br />

ortaya çıktı. Fransızlar adayı<br />

basıp dört ustayı kaçırdı ve cam<br />

aynanın nasıl yapıldığını öğrendi.<br />

Kidnapping the master<br />

from the island!<br />

The turn of glass mirrors were<br />

slowly approaching. But the glass<br />

had to be invented first! But that<br />

wasn’t enough.<br />

Phoenicians discovered glass but to<br />

produce mirror from this “miracle”<br />

material, glass had to reach Europe.<br />

Until 13 th century...<br />

Europe, introduced to glass in the<br />

13 th century, started producing<br />

mirrors in the 15 th century which<br />

was considered to be a short time in<br />

the history of humanity.<br />

It is not difficult to imagine that first<br />

mirrors were produced in Venice.<br />

Quickly it became the status symbol<br />

of European palaces and houses of<br />

wealthy people.<br />

But the production was limited and<br />

the demand wasn’t met because<br />

Venetians kept the method of<br />

producing mirror as a secret.<br />

That is why glass/mirror workshops<br />

were built in Murano Island for easy<br />

control.<br />

Nobody but masters was allowed to<br />

go into these workshops.<br />

But the secret was out after an event<br />

resembling a movie.<br />

French stormed into the island and<br />

kidnapped four of the masters and<br />

learned how glass mirrors were<br />

made.<br />

Murano Adası, İtalya<br />

Murano Island, Italy<br />

48 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


Aynalı notlar!<br />

• Pek çok dilde ayna sözcüğü gözle, görmekle<br />

ilgilidir. Ayna da zaten Arapça “ayn”, yani “göz”<br />

kelimesinden türemiştir. Uygurlar aynı biçimde<br />

“közgü” der. Anadolu’da ise pek çok şekilde, ama<br />

hep görmek üzerine sözlerle bilinir: bakanak, gözgeç,<br />

gözünkü, yüzgü...<br />

• İlk aynayı tam olarak kaç yılında, tam olarak kimler<br />

kullandı, bilmek mümkün değil. Ama kısaca “ilk<br />

modern ayna” diyebileceğimiz bugünkü yöntemin tarihini<br />

de bulanı da biliyoruz. Yıl 1903. Emil Bloch mevcut ayna<br />

yapım yöntemini buldu ve aynanın tarihçesine adını yazdırdı.<br />

• Venedikliler... Almanlar... Kısacası Avrupalılar, aynanın<br />

tarihinde çok önemli, belirleyici bir yere sahip; ancak devir<br />

artık Japon devri. İşte kanıtı: Japonlar 30 cm uzaklıktan vücut<br />

ısısını ölçen, hatta ısı yükselmişse alarm çalan bir ayna yaptı.<br />

Yani zamane aynası artık sadece dışınızı değil “içinizi” de<br />

gösteriyor. Yaklaşık 1500 doları gözden çıkartırsanız!<br />

• Çinliler teknolojide geri olabilir, ama ayna<br />

konusunda onların Feng Shui kurallarıyla kimse<br />

boy ölçüşemez. İşte kurallardan birkaçı: Boy<br />

aynası görüntünüzü kesmemeli; kısmetiniz kesilir.<br />

Aynayı yatağınızın karşısına asarsanız eşinizle<br />

kavga edersiniz; giriş kapısının karşısına asarsanız<br />

evin enerjisi uçup gider. Yuvarlak veya oval ayna<br />

huzuru simgeler ve evin batı/kuzeybatı tarafına<br />

asılmalıdır. Zenginliği, bereketi simgeleyen<br />

dikdörtgen aynalar da mutlaka çerçeve içinde<br />

olmalı, güney/güneybatıya bakmalıdır.<br />

• Aynanın <strong>Türkiye</strong>’de çok farklı bir yeri daha<br />

var: Askerlerin cebinden eksik olmayan “horozlu<br />

aynalar”dan söz ediyoruz. Bir dönem askere<br />

giden her genç bir “horozlu ayna” edinir, hatta<br />

onunla fotoğraf çektirirdi. Horozlu ayna romanlara, şiirlere,<br />

şarkılara konu oldu. Ve galiba o da tarihe karışıp unutuldu.<br />

Mirrored notes!<br />

• In many languages the word mirror relates to vision. Turkish<br />

word for mirror -Ayna- emanates from the Arabic word “ayn”<br />

which means “eye”. Uighur Turks use “közgü”. It has many<br />

guises in Anatolia all of which refer to words about seeing:<br />

bakanak, gözgeç, gözünkü, yüzgü...<br />

• It is impossible to know who used the first mirror and when<br />

exactly. But we know the date and the inventor of “first modern<br />

mirror”. The year is 1903. Emil Bloch discovered the current<br />

method of mirror making and wrote his name into short history of<br />

mirror.<br />

• Venetians... Germans... in fact all Europeans have a very important,<br />

significant place in the history of mirror; But it is now the time for the<br />

Japanese. Here is the proof: Japanese have produced a mirror which<br />

can measure body heat from 30cm away which can ring an alarm bell if<br />

the temperature is high. This means that present mirrors don’t just show<br />

your external vision they show your “inner self” also. If you are<br />

prepared to part with almost 1500 dollars!<br />

• Chinese may not be as advanced in technology but<br />

nobody can match them in Feng Shui rules relating<br />

to mirrors. Here are some of them: A full length mirror<br />

shouldn’t trim your figure; else your fortune will cease. If<br />

you hang a mirror opposite your bed you will quarrel with<br />

your wife; if you hang it opposite your front door the energy<br />

of the house will escape. A round or oval mirror signifies<br />

peacefulness and should be hang in west/northwest part of<br />

the house. Rectangle mirrors representing wealth, fertility<br />

should always be framed and face South/Southwest.<br />

• The mirror has yet another different place in Turkey: We<br />

are talking about “mirrors with a picture of a cock on the<br />

reverse side” on the pockets of every soldier. There was<br />

a period when every young person enlisted would obtain<br />

a “cocked mirror” and even have a photograph taken with it. The<br />

cocked mirror became the subject of novels, poems, songs. And it too was<br />

possibly forgotten and became history.<br />

Yüzü dönük aynalar<br />

17. yüzyıla gelindiğinde ayna<br />

artık Osmanlı saraylarını,<br />

köşklerini de süslüyordu.<br />

Kaynaklara göre, 1600’lerin<br />

sonlarına doğru IV. Mehmed’in<br />

Edirne’de yaptırdığı “aynalı<br />

köşk” bir çığır açmıştı. Duvar ve<br />

tavan süslemelerindeki aynaların<br />

şöhreti dilden dile dolaşmış<br />

ve saray ahalisi de, zenginler<br />

de “aynı süslerden” istemeye<br />

başlamıştı.<br />

Ayna 18. yüzyılda bile “saraylara<br />

layık bir hediye” sayılıyordu.<br />

Avusturya ve Leh kralları ile<br />

Napoléon’un padişahlara<br />

gönderdiği boy aynaları efsane<br />

gibi anlatılıyordu. III. Ahmet’in<br />

Çatalhöyüklü atalarımızın daha da parlatıp ayna olarak kullandıkları<br />

obsidiyen taşı<br />

Obsidian stone, polished further to be used as mirror by our forefathers from<br />

Çatalhöyük<br />

Obverse mirrors<br />

Mirror was adorning Ottoman<br />

palaces, mansions at the turn of<br />

17 th century. According to sources,<br />

“mirrored mansion” built by Mehmet<br />

IVth in Edirne towards the end<br />

of 1600s had opened a new era.<br />

Reputation of mirrors donating walls<br />

and ceilings was abound and people<br />

of court and wealthy people began to<br />

request “the same ornaments”.<br />

Mirror was still considered to be<br />

a “gift worthy of palaces” even in<br />

18 th century. Pier glass mirrors<br />

sent to sultans by Austrian and<br />

Lech kings and Napoleon were<br />

legendary. Aynalıkavak Palace in<br />

İstanbul Hasköy built by Ahmet<br />

III whose mirrors were sent from<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011 49


Venedik’ten gönderilen<br />

aynalarla İstanbul<br />

Hasköy’de inşa ettirdiği<br />

Aynalıkavak Sarayı ise<br />

bunun en güzel örneği<br />

olarak günümüze ulaştı.<br />

Ancak Osmanlı, aynanın<br />

tarihine bambaşka bir<br />

örneği armağan etti:<br />

Cam tarafı duvara<br />

gelecek şekilde asılan<br />

–daha ziyade gümüş–<br />

aynalar.<br />

“Yastık aynası” denen<br />

bu aynaların böyle<br />

asılmasının, yani<br />

işlevinin tam aksine,<br />

“göstermemesinin” bir<br />

nedeni vardı elbette.<br />

Binlerce yıl boyunca<br />

sadece Anadolu’da<br />

değil, dünyanın hemen<br />

her köşesinde aynaya<br />

biçilen rol... O rolden<br />

kaynaklanan hurafeler...<br />

Suretimizi<br />

gösteren nesne<br />

İnsanoğlu için<br />

durgun suda, parlak<br />

bir yüzeyde, metalde “kendi<br />

sureti”ni görmek gerçek<br />

bir mucizeydi, ama<br />

aynı zamanda<br />

korkutucuydu;<br />

çünkü durgun<br />

su bulanabilir,<br />

metal<br />

paslanabilirdi.<br />

Peki o zaman<br />

suretine, yani<br />

“kendisine” ne<br />

oluyordu acaba?<br />

Soruların henüz<br />

yanıtlanamadığı<br />

çağda, hep olduğu<br />

gibi inançlara sığınıldı.<br />

Pek çok inanışa göre de,<br />

yansıyan suret insanın ruhunu<br />

temsil ediyordu. Onun silinip<br />

yok olması ise elbette kötüye<br />

alametti. Hatta ölüme! Eğer kişi<br />

ölmez sağ kalırsa yedi yıllık bir<br />

lanetle dolaşacak demekti. Zira<br />

eski Roma’da insan hayatının<br />

yedişer yıllık dönemlerden<br />

oluştuğuna, diyelim ki bir<br />

hastalık varsa bunun yedi yıl<br />

süreceğine inanılırdı. Kırılan<br />

aynanın uğursuzluk getireceği<br />

korkusu işte böyle bir<br />

inanışın mirası oldu.<br />

Anadolu’daki yüzü<br />

duvara dönük<br />

aynaların sırrı ise<br />

hem böylesi bir<br />

korkuda, hem de<br />

İslam’da insan<br />

suretinin –putları<br />

hatırlattığı için–<br />

yasaklanmış<br />

olmasındaydı. Bu<br />

yüzden aynalar<br />

ancak gerektiğinde<br />

çevrilip bakılır, sonra<br />

yeniden yüzü duvara<br />

döndürülürdü. Zaman<br />

içinde, bu duruma estetik<br />

bir katkıda bulunuldu.<br />

Aynaların sırtı gümüş<br />

işlemelerle süslendi. Yüzyıllar<br />

geçtikçe ayna korkusu<br />

unutuldu belki ama, sırtı<br />

işlemeli aynalar bu kez<br />

“bir süs” olarak varlığını<br />

korudu, tıpkı artık evlerde<br />

dekorasyonun bir parçası<br />

olduğu gibi.<br />

Fotoğraflar/Photos: Rasim Konyar<br />

Venice survived to today as the best<br />

example of its kind. But the Ottoman<br />

presented the history of mirror with<br />

a rather different example: Mirrors<br />

-mostly silver- hanging with the<br />

reflective side facing the wall.<br />

There was of course a reason for<br />

these mirrors called “Cushion<br />

mirror” to be hung in exactly<br />

the opposite way so as not to be<br />

“reflective”. The role considered fit<br />

for mirrors for thousands of years,<br />

not only in Anatolia but also all over<br />

the world... superstitions originated<br />

from that role...<br />

The object showing<br />

our reflection<br />

For mankind to see “a vision of<br />

self” in calm waters, on a shiny<br />

surface, on metal was really a<br />

miracle, and scary at the same<br />

time; because calm water could be<br />

disturbed, metal could go rusty.<br />

But what was happening to “self”<br />

then? In an age when questions<br />

weren’t yet answered refuge was<br />

sought in beliefs. According to<br />

many beliefs, a reflected human<br />

figure represented the human<br />

soul. And its disappearance was of<br />

course a bad omen. Even death! If<br />

a person survived it then it meant<br />

that he would be cursed for seven<br />

years. Because, in ancient Rome<br />

it was believed that the human<br />

life consisted of blocks of seven<br />

year periods, any sickness would<br />

also last for seven years. A broken<br />

mirror being the sign for bad luck<br />

was inherited from such belief.<br />

The secret of obverse mirrors in<br />

Anatolia was because of such fears<br />

as well as the fact that in Islam<br />

the human figure -as it reminded<br />

of voodoo- was forbidden. That’s<br />

why mirrors would only be turned<br />

around to look when necessary and<br />

turned back again. Over time an<br />

aesthetic contribution was made<br />

to this situation. Reverse side of<br />

mirrors were donated with silver<br />

ornaments. As the centuries passed<br />

the fear of mirrors were forgotten<br />

but these reverse decorated mirrors<br />

stayed as “ornaments”, just as<br />

they became part of decorations in<br />

houses.<br />

50 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


GÜNCEL<br />

actuel<br />

UFTAA Yönetim Kurulu Üyeleri Kuşadası Ticaret<br />

Odası’nda sorulu cevaplı toplantıda görülüyor<br />

UFTAA Board Members seen during a questionanswer<br />

session at Kuşadası Chamber of Commerce<br />

Değirmen Restaurant’ta gala yemeğinde<br />

At the Gala dinner in Değirmen Restaurant<br />

DÜNYA TURİZMİNİN<br />

ÖNCÜLERİ<br />

KUŞADASI’NDA<br />

İtalya’da seçilen uftaa Yönetim Kurulu üyeleri<br />

29 Ocak-2 Şubat 2011 tarihleri arasında TÜRSAB’ın<br />

davetlisi olarak Kuşadası’nda bir araya geldi<br />

PIONEERS OF THE WORLD TOURISM IN KUŞADASI<br />

UFTAA Board Members who were elected in Italy gathered in Kuşadası<br />

between 29 th January - 2 nd February 2011 as TÜRSAB’s guests<br />

TÜRSAB’ın 35 yıllık üyesi<br />

bulunduğu UFTAA’nın<br />

(Universal Federation<br />

of Travel Agencies<br />

Association) Singapurlu başkanı<br />

William Tan’ın yerine İtalyan Mario<br />

Bevacqua başkan olarak seçildi.<br />

Yeni yönetim kurulu üyeleri ise şu<br />

kişilerden oluşuyor:<br />

Guindani Dolores (İtalya), Patrick<br />

Mwale (Zambia), Richard Lohento<br />

(Benin), Anwar Al Ashtal (Yemen),<br />

Bruce Bishins (Kanada), Harun<br />

Khalid (Malezya), Rai Rajinder<br />

(Hindistan), Raqui Mohammed<br />

(Fas), Nelly Sandalska (Bulgaristan),<br />

Nikolay Genkow (Bulgaristan),<br />

Nicoll Chome (Monaco), Brian<br />

Barrow (İsviçre), Joseph Xavier<br />

(Malezya), Carmen Ariza (İspanya),<br />

Nader Al Ajami (BAE).<br />

Misafirperver Kuşadası<br />

Türk Hava Yolları sponsorluğunda<br />

Italian Mario Bevacqua was<br />

elected in place of William Tan<br />

from Singapore as the president<br />

of UFTAA of which TÜRSAB has<br />

been a member for 35 years. New<br />

board members consist of following<br />

names:<br />

Guindani Dolores (Italy), Patrick<br />

Mwale (Zambia), Richard Lohento<br />

(Benin), Anwar Al Ashtal (Yemen),<br />

Bruce Bishins (Canada), Harun<br />

Khalid (Malaysia), Rai Rajinder<br />

(India), Raqui Mohammed<br />

(Morocco), Nelly Sandalska<br />

(Bulgaria), Nikolay Genkow<br />

(Bulgaria), Nicoll Chome (Monaco),<br />

Brian Barrow (Switzerland), Joseph<br />

Xavier (Malaysia), Carmen Ariza<br />

(Spain), Nader Al Ajami (UAE).<br />

Hospitable Kuşadası<br />

Guests who arrived in Turkey under<br />

the sponsorship of Turkish Airlines<br />

and stayed at Pine Bay Holiday<br />

52 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


En sıcak teşekkür<br />

UFTAA Yönetim Kurulu İspanya temsilcisi Carmen Ariza,<br />

Kuşadası’ndaki toplantının ardından ülkesine döndüğünde Nihat<br />

Böytüzün’e, memnuniyetini ifade eden şu mektubu iletti:<br />

Sevgili Bay Böytüzün,<br />

<strong>Türkiye</strong>’ye gelerek Pine Bay Holiday<br />

Resort Hotel’de ağırlanan misafirler<br />

Efes harabeleri ile Meryem Ana<br />

Evi’ni ziyaret etme ve Değirmen<br />

Restaurant’ta gerçekleştirilen, Türk<br />

yemeklerinin tanıtıldığı, efelerin<br />

dans gösterileri yaptığı gala<br />

yemeğine katılma fırsatı buldu.<br />

Kuşadası Ticaret Odası’nın<br />

düzenlediği toplantıda sektöre ilişkin<br />

konularda fikir alışverişinde bulunan<br />

katılımcılar ayrıca Kuşadası’nda<br />

yeni yapılmakta olan on bin kişilik<br />

kongre salonunu inceledi.<br />

Yönetim Kurulu toplantısı<br />

Kuşadası’nda gerçekleştirilen ve<br />

iki gün süren UFTAA Yönetim<br />

Kurulu toplantısında Mısır ve Tunus<br />

ile turizm ilişkilerinin ön planda<br />

tutulması, programların <strong>Türkiye</strong><br />

üzerine konuşlandırılması, alanında<br />

büyük bir başarı sergileyen Türk<br />

Hava Yolları’nın üye ülkelere tavsiye<br />

edilmesi, İzmir ve Kuşadası’nın<br />

2012 ve 2013 programlarına<br />

konulması gibi hususlarda karara<br />

varıldı.<br />

UFTAA Yönetim Kurulu toplantısının<br />

kararlarından biri de, TÜRSAB<br />

Delegesi ve UFTAA Yönetim Kurulu<br />

Onur Üyesi Nihat Böytüzün’ün,<br />

Dünya Cruise Shipping başkanlığı<br />

ve internal auditor olarak hesap ve<br />

kayıtların incelenmesi için komite<br />

kurma görevlerini üstlenmesiydi.<br />

UFTAA Başkanı Nihat Böytüzün’e<br />

hediyesini verirken<br />

UFTAA Chairman presenting<br />

Nihat Böytüzün with his gift<br />

Resort Hotel had the opportunity<br />

to visit Ephesus ruins and the<br />

House of Virgin Mary and attended<br />

a dinner at Değirmen Restaurant<br />

where Turkish cuisine was<br />

introduced and Efe’s performed folk<br />

dance shows.<br />

Having had the opportunity for<br />

exchange of ideas about the sector<br />

at a meeting organised by Kuşadası<br />

Chamber of Commerce, the<br />

attendees paid an inspection visit to<br />

ten thousand capacity congress hall<br />

currently under construction.<br />

Board meeting<br />

At the UFTAA Board Meeting in<br />

Kuşadası which lasted for two<br />

days, decisions were taken on the<br />

subjects such as keeping tourism<br />

relations with Egypt and Tunisia on<br />

the agenda, redirecting programs<br />

through Turkey, recommending<br />

Turkish Airlines, who has<br />

demonstrated great success in its<br />

field, to member states, including<br />

İzmir and Kuşadası in 2012 and<br />

2013 programs.<br />

Sizi tekrar görmenin beni ne kadar mutlu ettiğinden bahsetmek istedim.<br />

Sizi ve eşinizi ne kadar sevdiğimi ve ikinizin de benim için ne kadar<br />

önemli olduğunuzu biliyorsunuz. O yüzden, uzun yıllar sonra sizi tekrar<br />

görme şansı gerçekten kalbimi ısıttı.<br />

Aynı zamanda size, yapmış olduğunuz harika toplantı düzenlemeleri için<br />

de teşekkür etmek istedim. Benzersizsiniz ve bunun farkındasınız! Siz<br />

en iyisisiniz… Kuşadası ve halkı beni gerçekten büyüledi. Tatil yapmak<br />

üzere oraya tekrar gitmek konusunda sabırsızlanıyorum. Gerçekten<br />

bir keşif oldu benim için! Bana vermiş olduğunuz bu benzersiz fırsata<br />

teşekkürler.<br />

Lütfen kendinize iyi bakın! Yakın bir gelecekte sizi tekrar görmek için çok<br />

sabırsızlanıyorum.<br />

Eşim de size en içten dileklerini gönderiyor,<br />

Bütün sevgimle<br />

Carmen<br />

The warmest thank you<br />

UFTAA Board’s Spanish representative Carmen Ariza wrote the<br />

following letter of gratification to Nihat Böytüzün upon returning to<br />

her country from the meeting in Kuşadası:<br />

Dear Mr Böytüzün,<br />

I wanted to tell you how great it was to see you again. You know how<br />

much I love you and your dear wife and how important you both are<br />

for me. Therefore, the chance to see you once again after so many<br />

years really warmed my heart!<br />

I also wanted to thank you for the fantastic meeting arrangements<br />

you made for us. You are unique and you know it! You are the best ...<br />

Kuşadası and its people really enchanted me. I am looking forward to<br />

going back there for holidays. It really was a discovery for me! Thank<br />

you for the unique opportunity you gave me!<br />

Please take care of yourself! I very much look forward to seeing you<br />

again in the near future.<br />

My husband also sends you his best wishes,<br />

With all my love,<br />

Carmen<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011 53


NOT DEFTERİ<br />

notebook<br />

MUCİZENİN ADI<br />

BAL<br />

Başlıktaki “mucize” dikkatinizi çekmek için yazılmadı.<br />

Dikkatinizi çeksin de balın gerçekten “MUCİZE” olduğunu<br />

okuyun diye yazıldı! Biz demiyoruz, bilim öyle söylüyor!<br />

2 Aylin Şen<br />

THE naME of MiraCle<br />

HoneY<br />

The word “miracle” on the title isn’t just written to attract your<br />

attention. It is written to draw your attention so that you can read<br />

that honey really is a “MiraCle”! It isn’t just us saying so,<br />

the science says it too!<br />

54 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


Bal, benzersiz bir besin maddesi. Üstelik, sözün gelişi değil,<br />

gerçekten; çünkü bal dışarıdan herhangi bir müdahale<br />

gelmezse “asla bozulmayan tek gıda”dır.<br />

Bir başka müthiş özelliği: Şeker ancak sindirim sisteminde<br />

enzimlerle değişime uğradıktan sonra kana karışır. Oysa bal, sindirime<br />

gerek olmadan en hızlı biçimde kana karıştığı için gerekli durumlarda<br />

“acil müdahale” işlevi görür.<br />

Şekerle mukayese edilmesi boşuna değil. Bal “tatlı” bir maddedir;<br />

ama bünyesinde şeker özlerinin yanı sıra yüzde 20’ye yakın oranda<br />

su barındırır. Bu kadar da değil! Yüzde 7 oranında da çeşitli<br />

metaller, asitler vardır: demir, sodyum, kükürt, magnezyum, fosfor,<br />

alüminyum, gümüş, azot vs. Uzmanlara göre, balın kalitesini de bu<br />

son grup belirler.<br />

Arılar hem böyle zengin ve benzersiz bir ürünü hazırlamak,<br />

hem de polen taşıyarak tabiatın döngüsünü sağlamak için “arı gibi”<br />

deyimini yaratacak bir mesai harcar. Fazla söze gerek yok: Yarım kilo<br />

ham nektar toplamak için yaklaşık 900 bin arı bir gün boyunca çalışır.<br />

Üstelik bu miktarın tümü bala çevrilmez; bazen yarısı, nektarın şeker<br />

yoğunluğuna bağlı olarak bazen çok daha azı bala çevrilir.<br />

Arıların tabiatın döngüsünü sağladığından söz ettik. Nitekim, ünlü<br />

bilimadamı Einstein demiş ki: “Arılar yok olursa, insanlığın sadece<br />

dört yıl ömrü kaldı demektir.”<br />

Böyle bir durum neyse ki şimdilik çok çok uzak bir ihtimal.<br />

Arada bir gazeteler “toplu arı ölümlerinden” söz etse bile, arı nüfusu<br />

hayli kalabalık. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü verilerine<br />

göre, dünyada hali hazırda 63 milyon dolayında kovan bulunuyor.<br />

<strong>Türkiye</strong>’deki kovan sayısı da yabana atılır gibi değil: 5 milyon! Ancak<br />

sıra bal üretimine gelince aradaki orantı –<strong>Türkiye</strong> aleyhine– değişiyor.<br />

Yıllık bal üretimi dünyada 1.3 milyon tonu bulurken, <strong>Türkiye</strong>’de<br />

74 bin tonda kalıyor.<br />

On binlerce yıldır arıcılığın bilindiği, dilimizde “bal” konusunda<br />

sayısız deyimin bulunduğu düşünülünce hazin bir tablo bu elbette.<br />

Hele balın faydaları göz önünde tutulursa! İşte bilimin de onayladığı<br />

bazı faydalar:<br />

Bal, bileşimi nedeniyle bakteri hücrelerinin büzüşmesini<br />

sağlıyor. Bu nedenle vücuttaki yaralarda “antiseptik” olarak işe<br />

yaradığı biliniyor. Ayrıca diş eti iltihaplarına karşı etkili olduğu da<br />

kaydediliyor. Bunun için bir çorba kaşığı balla diş etlerinin ovulması<br />

öneriliyor.<br />

Kış ayları, malum soğuk algınlığı ayları. Bilimsel araştırmalar<br />

değilse bile, binlerce yılın tecrübesi balın bu konuda da işe yaradığını<br />

gösteriyor. Bunun için, bir kâse ılık süte üç tatlı kaşığı bal olmak<br />

üzere hazırlayacağınız “mucize içeceği” günde üç fincan tüketmeniz<br />

öneriliyor.<br />

Honey is a unique nutrient. And not just to say so, really; because<br />

honey is “the only food not to go stale” as long as there is no outside<br />

intervention.<br />

Another extraordinary feature: Sugar mixes in blood only after it has<br />

been subjected to a change process by enzymes in the digestive system.<br />

But as honey mixes in blood faster without needing this process it fulfils<br />

“an emergency function”.<br />

It is not for nothing that it’s compared to sugar. Honey is a “sweet”<br />

substance; but as well as sugar essences, it contains almost 20 percent<br />

water on its structure. And that’s not all! It contains 7 percent of metals<br />

and acids: iron, sodium, sulphur, magnesium, phosphorous, aluminium,<br />

silver, nitrogen etc. According to experts what determines the quality of<br />

honey is the latter.<br />

Bees work overtime to produce this rich and unique product while<br />

carrying pollen to complete the nature’s cycle to prove the phrase “busy<br />

bee”. Not many words are needed: To collect half a kilogram of raw nectar<br />

900 thousand bees work all day long.<br />

But not all of that is converted to honey; sometimes half of that and<br />

sometimes even less is converted to honey depending on the sugar content<br />

of the nectar.<br />

We talked about bees’ contribution to nature’s lifecycle. As a matter<br />

of fact, famous scientist Einstein said: “If bees disappear, this means that<br />

only four years of humanity is left.”<br />

Luckily such a situation is a very very distant possibility for<br />

now. Even if newspapers sometimes talk about “mass bee deaths”,<br />

bee population is rather large. According to United Nations Food and<br />

Agriculture Organisation data there is already around 63 million beehives<br />

in the world. Number of beehives in Turkey isn’t all that small either: 5<br />

million! But when it comes to honey production the scale is tipped against<br />

Turkey. While honey production in the world reaches 1.3 million tonnes,<br />

the production number in Turkey only reaches 74 thousand tonnes.<br />

When you consider that beekeeping has been known for tens of<br />

thousands of years, there are many phrases relating to “honey” in our<br />

language this paints a sad picture.<br />

Especially when you consider the benefits of honey! Here is some of those<br />

benefits approved by scientists:<br />

Due to its combination, honey causes bacteria cells to shrink. Because<br />

of that it is known to have “disinfectant” effect on wounds on the body. In<br />

addition to that, it is effective for gum diseases. They recommend rubbing<br />

the gums with a spoonful of honey.<br />

Winter months inevitably are the months for flu and cold. Thousands<br />

of years of experience rather than scientific research confirm how useful<br />

honey is in that area.<br />

To do that, prepare this “miracle potion”, mix 3 dessert spoonful of honey<br />

in a bowl of warm milk and take it three times a day.<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011 55


GÜNCEL<br />

actuel<br />

TUNUS YALNIZ DEĞİL<br />

TÜRSAB, son dönemde yaşanan siyasi gelişmelerle<br />

zor günler geçiren Tunus’a <strong>Türkiye</strong> adına ilk resmi geziyi<br />

düzenledi<br />

TUNISia IS not alone<br />

TÜRSAB organised the first official visit on behalf of our country to<br />

Tunisia who is going through a difficult period as a result of recent political<br />

developments<br />

TÜRSAB Başkanı<br />

Başaran Ulusoy<br />

ve beraberindeki<br />

heyet 4-6 Şubat<br />

2011 tarihleri arasında Tunus<br />

Turizm Bakanlığı’nın daveti<br />

üzerine THY’nin de katkılarıyla<br />

ülkeye bir destek ziyareti<br />

gerçekleştirdi.<br />

Söz konusu ziyarete TÜRSAB<br />

Başkanı Başaran Ulusoy,<br />

TÜRSAB Yönetim Kurulu<br />

Üyesi Hikmet Selçuk, Başkan<br />

Danışmanı Çetin Gürcün,<br />

İstanbul Boğaziçi Bölgesel<br />

Yürütme Kurulu Başkanı Nejat<br />

Karagöz, İstanbul Asya Bölgesel<br />

Yürütme Kurulu Başkanı Nezih<br />

Üçkardeşler, TÜRSAB Kurumsal<br />

İlişkiler Direktörü Ela Atakan,<br />

DEİK Protokol Müdürü Özlem<br />

Esen ve acente temsilcileri<br />

katıldı.<br />

<strong>Türkiye</strong>’de “Tunus Yılı”<br />

4 Şubat günü Başaran<br />

Ulusoy ve TÜRSAB Başkan<br />

Danışmanları Yusuf Duru ile<br />

Çetin Gürcün, Tunus Turizm<br />

Bakanı Mehdi Hovass’ı<br />

makamında ziyaret etti. Daha<br />

sonra gerçekleştirilen geniş<br />

TÜRSAB Chairman Başaran Ulusoy<br />

and the delegation accompanying<br />

him took part in a supportive visit to<br />

Tunisia between 4 th and 6 th February<br />

2011on the invitation of Tunisian<br />

Ministry of Tourism with contributions<br />

from Turkish Airlines. The visit was<br />

joined by TÜRSAB Chairman Başaran<br />

Ulusoy, TÜRSAB Board Member Hikmet<br />

Selçuk, Consultant to Chairman Çetin<br />

Gürcün, Chairman of İstanbul Boğaziçi<br />

Regional Executive Committee Nejat<br />

Karagöz, Chairman of İstanbul Asia<br />

Regional Executive Committee Nezih<br />

Üçkardeşler, TÜRSAB Director of<br />

Corporate Relations Ela Atakan, DEİK<br />

Protocol Manager Özlem Esen and<br />

agency representatives.<br />

“Tunisian Year” in Turkey<br />

Mr. Başaran Ulusoy with TÜRSAB<br />

Consultants Yusuf Duru and Çetin<br />

Gürcün visited Tunisian Tourism<br />

Minister Mehdi Hovass in his office on<br />

4 th February. At the widely participated<br />

press conference that followed the<br />

meeting, Başaran Ulusoy stated that<br />

there the latest situation in Tunisia<br />

should not be exploited and that every<br />

effort would be made for as many<br />

Turkish tourists as possible to visit<br />

Tunisia and that 2011 will be declared<br />

56 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


katılımlı basın toplantısında<br />

Başaran Ulusoy, Tunus’taki<br />

durumun istismar edilmemesi<br />

gerektiğini vurguladı ve<br />

mümkün olduğu kadar<br />

Türk turistin Tunus’u ziyaret<br />

etmesinin sağlanacağını,<br />

2011 yılının <strong>Türkiye</strong>’de<br />

Tunus Yılı ve Tunus’a gitme<br />

yılı olarak ilan edildiğini<br />

bildirdi; Ulusoy ayrıca Tunuslu<br />

turizmcileri 8-11 Aralık 2011<br />

tarihlerinde TÜRSAB tarafından<br />

düzenlenecek olan Travel<br />

Turkey İzmir Fuarı’na davet<br />

etti.<br />

Başaran Ulusoy sözlerine<br />

şöyle devam etti: “<strong>Türkiye</strong><br />

halkına ‘Şimdi Tunus’a<br />

gitme zamanıdır!’ diyeceğiz.<br />

30 milyon ziyaretçi çeken,<br />

10 milyona yakın kişiyi de<br />

yurtdışına gönderen bir<br />

ülke olarak buraya gelen<br />

turist sayısını yüz binlere<br />

taşıyacağız.”<br />

TÜRSAB öncülük ediyor<br />

Tunus Turizm Bakanı Mehdi<br />

Hovass, yaptığı konuşmada<br />

TÜRSAB’ın ve dolayısıyla<br />

<strong>Türkiye</strong>’nin örnek bir davranış<br />

sergilediğini söyledi ve<br />

memnuniyetini şu sözlerle dile<br />

getirdi: “Bu hassas günümüzde<br />

TÜRSAB’ın ziyareti bizi<br />

onurlandırdı.<br />

<strong>Türkiye</strong>’ye minnettarız. Yeni<br />

bir devrin başlangıcında Türk<br />

heyetinin yakın ilgisinin diğer<br />

ülkelere de örnek olmasını<br />

istiyoruz.”<br />

TÜRSAB Heyeti<br />

Sidi Bou Said’de<br />

Tunus gezisinde Tunuslu<br />

acentelerin katıldığı bir<br />

de workshop düzenlendi.<br />

İkili görüşmelerin yapıldığı<br />

workshop’ta Travel Turkey<br />

İzmir Fuarı ve Shopping Fest<br />

tanıtıldı; heyet bu etkinliğin<br />

ardından Sidi Bou Said’i<br />

ziyaret etti.<br />

TAV’dan anlamlı destek<br />

Tunus’a TAV’dan da bir destek<br />

geldi. Tunus ve İstanbul’daki<br />

iki havaalanı işletmesinin<br />

kendilerinde olduğunu<br />

belirten TAV Tunus Pazarlama<br />

ve Lojistik Müdürü Hakan<br />

Uzunosmanoğlu, <strong>Türkiye</strong>’den<br />

Tunus’a turist gruplarını<br />

taşıyacak uçaklarda indirim<br />

uygulanabileceğini ifade etti.<br />

Tunisian Year in Turkey and the year<br />

to visit Tunisia; Ulusoy also invited<br />

Tunisian tourism professionals to<br />

Travel Turkey İzmir Fair organised by<br />

TÜRSAB on 8 th – 11 th December 2011.<br />

Başaran Ulusoy went on to say: “We<br />

will tell Turkish people that ‘now is the<br />

time to visit Tunisia!’. As a country<br />

which draws 30 million visitors and<br />

sends 10 million people abroad we will<br />

take the number of tourists coming here<br />

to hundreds of thousands.”<br />

TÜRSAB is leading the way<br />

Tunisian Tourism Minister Mehdi<br />

Hovass said that Turkey through<br />

TÜRSAB is showing and exemplary<br />

behaviour and stated his pleasure<br />

with these words: “TÜRSAB’s visit in<br />

this sensitive time honoured us. We<br />

are grateful to Turkey.<br />

At the start of a new era, we want<br />

close attention of Turkish delegation to<br />

be an example to other countries.”<br />

TÜRSAB Delegation in<br />

Sidi Bou Said<br />

A workshop was organised during<br />

the Tunisian trip which was attended<br />

by Tunisian travel agents. Travel<br />

Turkey İzmir Fair and Shopping Fest<br />

was promoted at the workshop where<br />

bilateral meetings took place; following<br />

this event, the delegation visited Sidi<br />

Bou Said.<br />

Meaningful support from TAV<br />

Full support to Tunisia from TAV.<br />

Referring to the fact that two airports<br />

in Tunisia and İstanbul are operated<br />

by TAV, TAV Tunisian Marketing<br />

and Logistics Manager Hakan<br />

Uzunosmanoğlu expressed that<br />

discounts were possible for aircraft<br />

carrying tourists from Turkey to Tunisia.<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011 57


GÜNCEL<br />

actuel<br />

İSTANBUL’DA<br />

SANATIN ADRESİ<br />

İstanbul Kültür Sanat Vakfı kırk yıla yakın bir zamandır<br />

sanatın nabzını tutuyor. Yoluna İstanbul’da başlayan vakıf,<br />

bugün <strong>Türkiye</strong>’yi tüm dünyada temsil ediyor<br />

Aurora<br />

Aurora<br />

2 Nihal Boztekin<br />

THE addreSS of artS in İStanBul<br />

İstanbul Foundation for Culture and Arts has been holding the pulse of art for<br />

almost forty years. Starting its journey in İstanbul, the foundation represents<br />

Turkey in the world today<br />

Sound of Noise<br />

Sound of Noise<br />

House Maid<br />

House Maid<br />

Poetry<br />

Poetry<br />

Norvagian Wood<br />

Norvegian Wood<br />

30. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde<br />

gösterilecek filmlerden örnekler<br />

Examples of films to be shown on 30 th<br />

International İstanbul Film Festival


İstanbul Kültür Sanat<br />

Vakfı (İKSV) kâr amacı<br />

gütmeyen bir sivil toplum<br />

kuruluşu olarak İstanbul’da<br />

uluslararası sanat festivalleri<br />

düzenlemek amacıyla 1973<br />

yılında Dr. Nejat F. Eczacıbaşı<br />

önderliğindeki 17 işadamı ve<br />

sanatsever tarafından kuruldu.<br />

Bu değerli girişimin öncelikli<br />

hedefi kültür ve sanat<br />

çalışmalarının en seçkin<br />

örneklerini sunmak ve sanat<br />

yoluyla uluslararası bir platform<br />

oluşturarak <strong>Türkiye</strong>’nin ulusal,<br />

kültürel ve sanatsal değerlerini<br />

tanıtmaktı.<br />

Festivaller kenti İstanbul<br />

İKSV, kurulduğu yıl İstanbul<br />

Festivali’ni düzenlemeye<br />

başladı; festival bir buçuk ay<br />

devam ediyor ve çoğunlukla<br />

klasik müzik konserlerine<br />

yer veriyordu. Bir süre sonra<br />

farklı sanat disiplinlerine ait<br />

etkinlikler de programa dahil<br />

edildi ve zaman içinde ayrı<br />

festivaller yapılandı. 1983<br />

yılında ayrı bir bölüm olarak<br />

düzenlenmeye başlayan<br />

Sinema Günleri 1989 yılında<br />

Uluslararası İstanbul Film<br />

Festivali adını aldı; onu 1987<br />

yılında Uluslararası İstanbul<br />

Bienali, 1989’da Uluslararası<br />

İstanbul Tiyatro Festivali ve<br />

1994 yılında Uluslararası<br />

İstanbul Caz Festivali takip etti.<br />

Uluslararası İstanbul Festivali de<br />

1994 yılında adını Uluslararası<br />

İstanbul Müzik Festivali olarak<br />

değiştirdi.<br />

İstanbul’dan dünyaya<br />

İKSV’nin 30. yaşı, yeni<br />

etkinlikler düzenleme kararını<br />

beraberinde getirdi; Filmekimi<br />

(2002), Phonem By Miller<br />

(2003) ve Minifest (2003)<br />

festivaller arasına katıldı.<br />

Leyla Gencer Şan Yarışması da<br />

2006 yılından bu yana İKSV<br />

tarafından düzenlenmeye<br />

başladı.<br />

2004 yılında “Doğu ile Batı<br />

arasındaki anlayış, diyalog<br />

ve etkileşim platformunun<br />

güçlenmesi” adına yurtdışı<br />

projelerine adım atan vakıf<br />

bugün <strong>Türkiye</strong>’yi dünyanın<br />

en seçkin sanat ortamlarında<br />

başarıyla temsil ediyor.<br />

İletişim:<br />

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı<br />

Nejat Eczacıbaşı Binası<br />

Sadi Konuralp Cad. No: 5<br />

Şişhane/İstanbul<br />

Tel: (212) 334 07 00<br />

www.iksv.org<br />

İstanbul Foundation for<br />

Culture and Arts (İKSV) is a<br />

non-profit, non-governmental<br />

organisation founded in 1973<br />

by seventeen businessmen and<br />

art enthusiasts who gathered<br />

under the leadership of Dr. Nejat<br />

F. Eczacıbaşı, with the aim of<br />

organising international arts<br />

festival in İstanbul.<br />

The initial aim of this worthy<br />

initiative was to offer the<br />

Film festivali gün sayıyor<br />

Nisan ayı yaklaşırken sinemaseverleri bir telaş sarar; zira İstanbul Film<br />

Festivali için geri sayım başlamıştır. Bu yıl da 2-17 Nisan tarihleri<br />

arasında İstanbul sokaklarını aynı heyecan dolduracak. Festival<br />

yine zengin bir programla kapılarını açıyor; 20’ye yakın bölümde<br />

200’ü aşkın filmin gösterileceği programda izleyicilere 30. yıla özel<br />

retrospektif bölümler ile Altın Lale ve İnsan Hakları yarışmalarının<br />

yanı sıra, belgesellerden çocuk filmlerine kadar geniş bir yelpaze<br />

sunulacak. Festivalin 30. yılına özel sürprizlerinden biri de www.<br />

filmgibi30yil.com adresinde geçmişten günümüze tüm festival<br />

seyircilerini buluşturan bir blog: “Film Gibi 30 Yıl”.<br />

Programa ilişkin ayrıntılı bilgiyi www.iksv.org/film adresinden<br />

edinebilirsiniz. Biletler 19 Mart günü satışa sunuluyor; kaçırmayın!<br />

Countdown for the film festival<br />

As April is approaching, cinema lovers are getting excited; because the<br />

countdown for İstanbul Film Festival has started. Same excitement will fill<br />

the streets of İstanbul this year between 2-17 April.The festival opens with<br />

a rich programme once again; the program which includes more than 200<br />

films in almost 20 categories offers a wide variety of films to spectators such<br />

as retrospective movies, which is exclusive to 30th anniversary, along with<br />

Golden Tulip and Human Rights competitions, as well as a wide selection<br />

of movies, from documentaries to children’s movies. Films, each one more<br />

tempting than the other, will be shown on the silver screen under such<br />

headings as “From World Festivals, NTV Documentary Class, Young Masters,<br />

Midnight Craze, Mine Area, Challenging the Years, Children’s Menu”.<br />

One of the surprises exclusive to 30 th anniversary of the festival is the blog<br />

site at www.filmgibi30yil.com which allows all festival goers from past to<br />

present to meet up: “30 years like a movie”. You can get detailed information<br />

about the program from www.iksv.org/film. Tickets are on sale on 19 th<br />

March, don’t miss out!<br />

finest examples of works of<br />

culture and art and to promote<br />

national, cultural and artistic<br />

assets of Turkey by creating an<br />

international platform through<br />

arts.<br />

İstanbul, the city of festivals<br />

İKSV started to organise the<br />

İstanbul Festival in its first year;<br />

the festival would last one and a<br />

half month and focus mostly on<br />

classical music concerts.<br />

After a short while, various other<br />

artistic disciplines were included<br />

in the festival’s programme and<br />

separate festivals were created<br />

over time.<br />

What started the life as Cinema<br />

Days in 1983, transformed<br />

in to İstanbul Film Festival in<br />

1989; that was followed by<br />

International İstanbul Biennial<br />

in 1987, International İstanbul<br />

Theatre Festival in 1989 and<br />

International İstanbul Jazz<br />

Festival in 1994. International<br />

İstanbul Festival changed its<br />

name to International İstanbul<br />

Music Festival in 1994.<br />

From İstanbul<br />

to the world<br />

30 th anniversary of İKSV brought<br />

with it the decision to organise<br />

new initiatives; Filmekimi (Film<br />

October) (2002), Phonem by<br />

Miller (2003) and Minifest (2003)<br />

joined the list of festivals.<br />

Leyla Gencer Voice Competition<br />

was introduced by İKSV since<br />

2006.<br />

Stepping onto international<br />

platform with the motto of<br />

“strengthening of the platform<br />

of understanding, dialog and<br />

interaction between the East and<br />

the West” in 2004, the foundation<br />

successfully represents Turkey in<br />

the elite arts centres of the world<br />

today.<br />

Contact:<br />

İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı<br />

Nejat Eczacıbaşı Binası<br />

Sadi Konuralp Cad. No: 5<br />

Şişhane/İstanbul<br />

Tel: +90 (212) 334 07 00<br />

www.iksv.org<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011 59


Editoryal Direktör Perry Flint, Türk Hava Yolları Genel Müdürü Doç. Dr.<br />

Temel Kotil ve Kıdemli Direktör& Avrupa Büro Şefi Cathy Buyck<br />

Editorial Director Perry Flint, Turkish Airlines General Manager Dr. Temel Kotil and<br />

Senior Director & Europen Bureu Chief Cathy Buyck<br />

THY pazarda lider<br />

Dünya havacılığının yükselen markalarından biri olan Türk Hava<br />

Yolları’nın değeri global platformlarda her fırsatta ifade ediliyor.<br />

Havacılık sektörünün önemli uluslararası yayınlarından olan Air Transport<br />

World’un (ATW) Türk Hava Yolları’nı “Pazar Liderliği” ödülüne layık<br />

görmesi bu kanaatin daha da sağlamlaştığının en açık göstergelerinden<br />

biri. Bu yıl 37.’si düzenlenen ATW Havayolu Endüstrisi Başarı Ödülleri,<br />

ABD’nin başkenti Washington’daki Renaissance Oteli’nde düzenlenen<br />

törenle sahiplerini buldu. 2010 yılının “Pazar Lideri” ödülü, Türk Hava<br />

Yolları Genel Müdürü Temel Kotil’e derginin kıdemli editörü ve Avrupa<br />

Büro Şefi Cathy Buyck tarafından takdim edildi. Kotil, törende yaptığı<br />

konuşmada kurumun 16 bin çalışanı adına bu ödülü almaktan onur<br />

duyduğunu dile getirdi. Bu ödülü kazandıran etkenlerin aktarıldığı video<br />

sunumunda ise küresel finansal krize rağmen Türk Hava Yolları’nın başarı<br />

grafiğini yükseltmeye devam ettiği anlatılarak, yapılan atılımlardan<br />

örnekler verildi. Ödül törenine <strong>Türkiye</strong>’nin Washington Büyükelçisi Namık<br />

Tan da katıldı.<br />

Turkish Airlines is the market leader<br />

As one of the rising brands of the world aviation, the value of Turkish Airlines<br />

on global platforms is expressed in every opportunity. The fact that Air<br />

transport World (ATW), an important international publication in the aviation<br />

industry, deemed Turkish Airlines worthy of the “Market Leader” award is the<br />

clearest indication of this conviction yet. ATW Airline Industry Achievement<br />

Awards, organised for the 37 th time this year, were presented at Renaissance<br />

Hotel in Washington DC, the capital of USA. 2010 “Market Leader” award<br />

was presented to Turkish Airlines General Manager Aytekin Kotil by the<br />

veteran auditor and European Bureau Chief of the magazine Cathy Buyck.<br />

Speaking at the ceremony, Kotil spoke of the honour of accepting this award<br />

on behalf of 16 thousand employees. It was described on the video clip that<br />

displayed the reasons for winning the award despite the global financial<br />

crisis Turkish Airlines continued with an upward trend and examples of<br />

initiatives were also shown. The awards ceremony was also attended by<br />

Turkey’s ambassador to Washington, Ambassador Namık Tan.<br />

Washington,<br />

<strong>Türkiye</strong> Büyükelçisi<br />

Namık Tan ve Türk Hava Yolları Genel<br />

Müdürü Doç. Dr. Temel Kotil<br />

Turkish Ambassador to Washington Namık<br />

Tan and Turkish Airlines General Manager<br />

Dr. Temel Kotil<br />

60 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


Yeni destinasyonlar<br />

Türk Hava Yolları’nın yeni başlatacağı Valencia, Malaga ve Toulouse seferlerinin tarifesi belli<br />

oldu. Öngörülen uçuş programına göre 14 Mart 2011, Şiraz’a (İran) haftada dört frekans<br />

olarak planlanan seferlerin başlangıç tarihi olacak. Türk Hava Yolları, Valencia’ya (İspanya)<br />

ilk seferini 27 Mart tarihinde gerçekleştirecek. Seferler salı, perşembe, cuma ve pazar günleri<br />

olmak üzere haftada dört gün icra edilecek. Türk Hava Yolları ayrıca 27 Nisan’da başlatacağı<br />

İstanbul-Malaga (İspanya) seferlerini de çarşamba, cuma ve pazar günleri olmak üzere haftada<br />

üç kez gerçekleştirecek. Uçuş ağını İstanbul-Toulouse (Fransa) hattını 16 Nisan’da açarak<br />

genişletmeye devam edecek Türk Hava Yolları, bu hatta pazartesi, çarşamba ve cumartesi<br />

olmak üzere haftada üç gün hizmet verecek. İstanbul’u Los Angeles’a haftada dört frekansta<br />

bağlayacak olan seferler ise 3 Mart’ta başlayacak.<br />

New destinations<br />

The Schedule for new destinations by Turkish Airlines, Valencia, Malaga and Toulouse were recently announced. According to<br />

flight schedule, 14 March 2011 will be the starting date for four days a week flights to Shiraz (Iran). Turkish Airlines’ inaugural<br />

flight to Valencia (Spain) will be on 27 th March. The flights will be on Tuesdays, Thursdays, Fridays and Sundays. In addition,<br />

Turkish Airlines’ İstanbul-Malaga (Spain) flights will operate three times a week on Wednesdays, Fridays and Sundays.<br />

Continuing to expand its flight network with İstanbul-Toulouse (France) flights commencing on 16 April, Turkish Airlines will<br />

operate this route three days a week on Mondays, Wednesdays and Saturdays. Flights connecting İstanbul to Los Angeles four<br />

times a week will commence on 3 March.<br />

European union move<br />

Avrupa <strong>Birliği</strong> hamlesi<br />

Avrupa <strong>Birliği</strong> Genel Sekreterliği (ABGS) ile Türk Hava Yolları, Avrupa <strong>Birliği</strong> katılım sürecinde hem<br />

Türk hem de Avrupa kamuoylarını bilgilendirme amacıyla yeni bir çalışma başlattı: Türk Hava Yolları<br />

ve AnadoluJet ile gerçekleştirilecek seferlerde konuklara Avrupa <strong>Birliği</strong> Genel Sekreterliği tarafından<br />

hazırlanan broşürler hediye edilecek.<br />

Türk Hava Yolları Yönetim Kurulu ve İcra Komitesi Başkanı Hamdi Topçu, konuyla ilgili olarak “Küresel<br />

bir dünya markası olan Türk Hava Yolları olarak, <strong>Türkiye</strong>’nin Avrupa <strong>Birliği</strong> yolculuğunun ortağı ve<br />

taşıyıcısı olmak istiyoruz” açıklamasında bulundu. Devlet Bakanı ve Başmüzakereci<br />

Egemen Bağış ise “Türk ve Avrupa kamuoyunun objektif biçimde bilgilendirilmesini,<br />

AB sürecinin iyi anlaşılmasını, Türk kamuoyunun Avrupa <strong>Birliği</strong> üyeliğinin bizlere<br />

ne getireceğinin açıklanmasını; AB’nin de daha güçlü, daha güvenli ve daha<br />

istikrarlı bir geleceğe ulaşmasında <strong>Türkiye</strong>’nin anahtar rolünü görmesini<br />

hedefliyoruz” diyerek çalışmanın önemine vurgu yaptı. ABGS yayınları<br />

bu işbirliği sayesinde yurtiçinde 41 şehre, Avrupa’da 69 noktaya, ayrıca<br />

Avrupalıların ve Türklerin seyahat ettiği Uzakdoğu, Ortadoğu ve Afrika’da 44<br />

destinasyona ulaşacak.<br />

Secretariat General for EU Affairs (ABGS) and<br />

Turkish Airlines have initiated a new practice<br />

in order to inform Turkish and European public<br />

during the process of accession to European<br />

Union: Leaflets prepared by Secretariat General<br />

for EU Affairs will be distributed to passengers<br />

on flights operated by Turkish Airlines and<br />

AnadoluJet.<br />

Speaking about the subject, Turkish Airlines<br />

Board and Executive Committee Member<br />

Hamdi Topçu said that “We, Turkish Airlines,<br />

as a global world brand want to be the carrier<br />

and the partner for Turkey on the journey to<br />

European Union. Ministry of State and Chief<br />

Negotiator Egemen Bağış remarked on the<br />

importance of this practice by commenting “We<br />

are aiming to inform Turkish and European<br />

public in an objective manner, develop a<br />

good understanding of EU process, explain<br />

to Turkish public what EU membership will<br />

mean to them; to see Turkey’s key role for EU<br />

to have a stronger, more confident and more<br />

stable future”. With this partnership, ABGS<br />

publications will reach 41 cities in Turkey,<br />

69 destinations in Europe, as well as 44<br />

destinations in Far East, Middle East and Africa<br />

where Europeans and Turkish people travel to.<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011 61


KISA HABERLER<br />

news<br />

İstanbul adına teşekkür<br />

Dünyanın en önemli metropollerinden biri olan İstanbul’da bugüne kadar<br />

gerçekleştirdiği değerli çalışmalardan dolayı, İstanbul Büyükşehir Belediye<br />

Başkanı Kadir Topbaş’a TÜRSAB Başkanı Başaran Ulusoy tarafından bir<br />

plaket sunuldu.<br />

21 Şubat 2011 Pazartesi akşamı İstanbul Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı<br />

Marmara Salonu’nda düzenlenen yemekli davete Beyoğlu Belediye Başkanı<br />

Ahmet Misbah Demircan ile TÜRSAB Yönetim, Denetim ve Disiplin Kurulu<br />

üyeleri, TÜRSAB başkan danışmanları, TÜRSAB Bölgesel Yürütme Kurulu<br />

başkanları, ihtisas komiteleri temsilcileri ve turizm sektör temsilcileri katıldı.<br />

Japonya ile sürdürülebilir turizm<br />

24 Şubat 2011 Perşembe günü JATA (Japonya <strong>Seyahat</strong> Acenteleri <strong>Birliği</strong>)<br />

ve VWC (Visit World Campaign) tarafından İstanbul Hilton Otel Mercury<br />

Salonu’nda bir toplantı gerçekleştirildi. Japonya ile <strong>Türkiye</strong> arasında Turist<br />

sayısını artırmak ve sürdürülebilir turizmi geliştirmek, tur kalitesi ve seyahat<br />

güvenliği için eylem planı oluşturmak amacıyla düzenlenen toplantıya<br />

Kültür ve Turizm Bakanlığı ile İstanbul Valiliği’nin yanı sıra turizm sektörüne<br />

hizmet veren çeşitli kurum ve kuruluşların temsilcileri katıldı.<br />

Sustainable tourism with Japan<br />

A meeting organised by JATA (Japanese Travel Agents Association) and VWC<br />

(Visit World Campaign) which took place at İstanbul Hilton Hotel Mercury Hall on<br />

24 February 2011. Organised with the aim to increase tourist numbers between<br />

Japan and Turkey and develop sustainable tourism, and to create an action plan<br />

for tour quality and travel safety, the meeting was attended by the Ministry of<br />

Culture and Tourism and Governorship of İstanbul along with representatives of<br />

various companies and institutes serving the tourism sector.<br />

Appreciation on behalf of İstanbul<br />

İstanbul Metropolitan Municipality Mayor Kadir Topbaş was presented with a plate<br />

by TÜRSAB Chairman Mr. Başaran Ulusoy, for valuable contributions carried out to<br />

date for İstanbul, one of the most important metropolitans of the world.<br />

The dinner ceremony held in İstanbul Lütfi Kırdar Congress and Exhibition Centre’s<br />

Marmara Hall on 21 February 2011, was attended by Beyoğlu Mayor Ahmet<br />

Nisbah Demircan and TÜRSAB Board, Audit and Discipline members, TÜRSAB<br />

presidential consultants, chairmen of TÜRSAB Regional Executive Committees,<br />

representatives of specialist committees and representatives of tourism sector.<br />

Toplantıda bir de konuşma yapan TÜRSAB Genel Sekreteri Günnur Özalp,<br />

JATA VWC Direktörü Hiroshi Savabe’ye anı olarak kahve takımı hediye etti<br />

Making a speech at the meeting TÜRSAB General Secretary Günnur Özalp presented<br />

a memorial coffee set to JATA VWC Director Hiroshi Savabe<br />

Turizmde <strong>Türkiye</strong>-Avusturya işbirliği<br />

<strong>Türkiye</strong>-Avusturya Turizm İşbirliği Forumu, TÜRSAB ve Avusturya<br />

İstanbul Başkonsolosluğu işbirliğiyle 22 Şubat 2011 Salı günü İstanbul<br />

Swissotel The Bosphorus’ta gerçekleştirildi.<br />

İki ülkenin sektör temsilcilerinin ortak çalışma olanaklarını<br />

değerlendirdiği foruma paralel olarak düzenlenen bilgilendirme<br />

toplantısında ise Avusturya Başkonsolosluğu Ticari Konsolosu Marco<br />

Garcia, Turizm Gazeteci ve Yazarları Derneği (TUYED) Başkanı Kerem<br />

Köfteoğlu, Viyana Tanıtma Ofisi Bölge Direktörü Dagmar Kaspar ve<br />

Salzburg Tanıtma Ofisi Bölge Direktörü Andrea Minnich birer konuşma<br />

yaptı.<br />

Turkish-Austrian collaboration in tourism<br />

Turkish-Austrian Tourism Collaboration Forum took place at İstanbul Swissotel<br />

The Bosphorus on 22 February 2011 with the joint effort of TÜRSAB and<br />

Austrian İstanbul Consulate.<br />

At the meeting organised as an informational meeting parallel to the forum<br />

to evaluate the opportunities for common practices by sector representatives<br />

of two countries, Trade Consul Marco Garcia of Consulate General of<br />

Austria, Chairman of Tourism Journalists and Authors Association (TUYED)<br />

Kerem Köfteoğlu, Wien Publicity Office Regional Director Dagmar Kaspar<br />

and Salzburg Publicity Office regional Director Andrea Minnich each made<br />

speeches.<br />

62 TÜRSAB DERGİ | MART 2011


KISA HABERLER<br />

news<br />

Lufthansa’dan<br />

San Fransisco’ya<br />

sefer<br />

New York’tan sonra San Fransisco<br />

da Lufthansa’nın Amerika<br />

Birleşik Devletleri’nde A380<br />

tipi uçaklarla sefer düzenlediği<br />

şehirler arasına katıldı. 10<br />

Mayıs 2011 tarihinden itibaren<br />

Kaliforniya’nın kıyı kenti San<br />

Fransisco‘ya A380 tipi uçaklarla<br />

her gün Frankfurt çıkışlı sefer<br />

düzenlenmeye başlanacak.<br />

Lufthansa Alman Havayollarının<br />

Frankfurt merkezinin<br />

yönetiminden sorumlu Dr. Karl-<br />

Rudolf Rupprecht yeni uçaklara<br />

ilişkin olarak şu açıklamayı<br />

yaptı: “Yolcularımız filomuza<br />

katılan yeni uçaklardan çok<br />

memnun kaldıklarını belirtiyor<br />

ve özellikle yeni uçaklarda<br />

yolcu kabininin çok sessiz<br />

olduğunu vurguluyorlar.<br />

Konfor ve kalite açısından<br />

daha gelişkin bir First Class<br />

hizmeti sunuyoruz. Bizim için<br />

A380 uçaklarının çevrenin<br />

korunmasına ve yakıt tüketimine<br />

sağladığı katkı da büyük önem<br />

taşıyor. Düşük yakıt tüketimi ve<br />

düşük ses emisyonu sayesinde<br />

geleceğin standartlarını<br />

yakalamış bulunuyoruz.”<br />

Flights to<br />

San Fransisco by<br />

Lufthansa<br />

San Francisco joined New York on<br />

the list of cities in the United States<br />

of America Lufthansa operates<br />

flights using A380 type aircraft.<br />

Daily flights with A380 type aircraft<br />

from Frankfurt to California’s<br />

coastal city of San Francisco will<br />

commence from 10 th May 2011.<br />

Dr. Karl-Rudolf Rupprecht from<br />

Lufthansa German Airlines,<br />

responsible for managing Frankfurt<br />

headquarters gave this statement<br />

with regards to new aircrafts:<br />

“Our passengers report that<br />

they are very pleased with the<br />

new aircraft in our fleet and they<br />

emphasize how quiet the passenger<br />

cabin is in the new airplanes.<br />

We offer a brand new First Class<br />

service which offer brand new<br />

criteria in comfort and quality.<br />

Contributions to environmental<br />

protection and reduced fuel<br />

consumption of A380 aircraft is<br />

also very important for us: As a<br />

result of low fuel consumption and<br />

low noise emission we are already<br />

at future standards.”<br />

Dinazorların<br />

İstanbul yolculuğu<br />

65 milyon yıl önce sır dolu ani yok<br />

oluşlarıyla en çok merak edilen<br />

canlılar, dinozorların gizemli<br />

yaşamına ilişkin en kapsamlı sergi<br />

ilk kez İstanbul’da.<br />

İngiltere'nin 250 yıllık geçmişe<br />

sahip, dünyanın önde gelen bilim<br />

ve araştırma merkezi Natural History<br />

Museum, Doğal Tarih Müzesi’nin<br />

“Dinozorlara Yolculuk” isimli<br />

sergisi, Torium Alışveriş Merkezi ve<br />

İstanbul Çocuk Tiyatrosu tarafından<br />

İstanbul’a getiriliyor. Sergi, geçen<br />

sonbahar İstanbul Haramidere’de<br />

açılan Torium Alışveriş Merkezi’nde,<br />

600 m 2 bir alanın müzeye<br />

dönüştürülmesi ile 10 Mart 2011<br />

tarihinden itibaren ziyaretçilerini<br />

bekliyor olacak.<br />

Dinosaurs’ journey to İstanbul<br />

The most comprehensive exhibition about the mysterious lives of dinosaurs that disappeared 65 million years ago in the<br />

most curious way is in İstanbul for the first time.<br />

“The Journey to Dinosaurs” exhibition by Natural History Museum, world’s leading science and research centre in<br />

England with a 250 year old history, is brought to İstanbul by Torium Shopping Centre and İstanbul Children’s Theatre.<br />

The exhibition will be welcoming visitors from 10 March 2011 in a 600 sq. m. section which was turned into a museum at<br />

Torium Shopping Centre in İstanbul Haramidere which was opened last autumn.<br />

TÜRSAB DERGİ | MART 2011 63

Hooray! Your file is uploaded and ready to be published.

Saved successfully!

Ooh no, something went wrong!